« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

27 Eki

2025

101. Ölüm Yıldönümünde Ziya Gökalp’i Anlamak

27 Ekim 2025

Yakın zamanda YouTube’da programlar yapan ve kendisini “kalbinin aklıyla düşünen muhafazakar bir medeniyet düşünürü” olarak tanımlayan bir kişinin, Gökalp’in Türk Ocağı’ndaki mezarı başında yaptığı yorumlar dikkatimi çekti. Bu kişi, Gökalp’i sert bir üslupla eleştiriyor ve ayrılırken rahmet dilemekten bile kaçınıyordu. Görünüşe göre eleştirisi yalnızca fikir ayrılığını değil, derin bir ideolojik düşmanlığı yansıtıyordu.

Eleştirisinde Gökalp’i bir yandan “İttihatçıların devleti batıran önemli bir figürü” olarak nitelerken, diğer yandan “Diyarbakırlı, kafası karışık bir arkadaş” diyerek Türkçülüğünün samimiyetini sorguluyor ve Ali Kemal’in eski ithamlarını hatırlatıyordu. En sert ifadeleri ise manevi kimliğini hedef alıyordu: “Genelde Müslüman olmayan insanlardan ırkçı insanlar çıkar” diyerek Gökalp’i İslam dışı ve ırkçı bir çizgiye yerleştiriyordu. “Beni ben yaratmadım ki haşa kendimle övüneyim” sözüyle, Gökalp’in “Türkleşmek” felsefesini kibir olarak damgalıyor; “Büyük mürşitmiş ha ha, nasıl bir mürşit olduğu belli” ifadeleriyle ise aşağılayarak itibarsızlaştırmaya çalışıyordu.

Bu kişi, görünürde hitabeti güçlü, sesi kulağa hoş gelen, dindar bir aydındı. Emin olmak için birkaç videosunu daha izledim. Gerçekten sıradan siyasal İslamcılardan olmadığı belliydi; ancak konu Türk ve Türkçülük olduğunda eleştirisinin dozunun arttığı, üslubunun bozulduğu anlaşılıyordu.

Genel olarak Ziya Gökalp’i ve fikirlerini kabaca biliyordum. Böyle bir tavır, bende büyük bir merak uyandırdı ve Gökalp’in fikirlerini yeniden inceleme fırsatı buldum. Üstelik bu süreç, Gökalp’in 101. ölüm yıldönümüne denk gelmesiyle ayrı bir anlam kazandı ve bu konuyu yazmaya karar verdim.

Gökalp, siyasi hayatını İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) döneminde şekillendirmiştir. Kendisi, İTC’nin uygulamaya çalıştığı ancak teorik temeli eksik olan siyasetini sistemleştiren kişidir. Türkçülüğü siyasi bir çözüm olarak akılcı biçimde formüle eden Yusuf Akçura’nın tespitini alarak, bunu “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” üçlemesiyle detaylı ve tutarlı bir felsefi-sosyolojik sisteme dönüştürmüştür.

Gökalp, bu üçlemeyi hayatta kalmanın pratik gerekliliklerine dayandırdı:

• Türkleşmek (Milletleşme): Gökalp, milleti ırka değil, ortak kültüre (hars) dayandırdı:

“Türk olmak için yalnız Türk kanı taşımak kâfi değildir. Türk olmak için her şeyden evvel Türk kültürü ile terbiye görmek ve Türk ideali için çalışmak şarttır.”

• Muasırlaşmak (Çağdaşlaşma): Batı medeniyetinden sadece evrensel bilim, teknik ve rasyonel kurumları almayı; Batı’nın kültürel unsurlarını ise reddetmeyi savundu.

• İslamlaşmak (Kültürel Dindarlık): Gökalp, dini siyasetten ayırdı. İslam’ı Arap kültüründen arındırarak, yalnızca toplumsal ahlakın ve milli kültürün bir harcı olarak tanımladı. Ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi fikri bu amaçla ortaya çıktı:

“Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, köylü anlamını namazdaki duâda kavrar.”

Gökalp, sanıldığı gibi İslam’dan bihaber bir düşünür değildi. Diyarbakır’da doğup büyüdüğü çevre, geleneksel dini kültürün güçlü olduğu bir ortamdı. Küçük yaşta medrese usulü eğitim almış, Arapça, Farsça ve temel dini ilimlerde sağlam bir temel edinmişti. Daha sonra modern okullarda aldığı seküler eğitimle, bu iki farklı dünyanın çelişkisini erken yaşta hissetmeye başladı.

Dini inanç ile felsefi düşüncenin çatışması, gençlik döneminde onu ağır bir buhran dönemine soktu ve 1894 yılında bir intihar girişimine sürükledi. Gökalp, yıllar sonra bu dönemi saklamadan şöyle anlatacaktı:

“Gençliğimde buhranlar yaşadım, inançla fikir çatıştı. Bu acı beni intihara kadar sürükledi.”

Bu sözler, onun yaşadığı sorgulamanın derin ve samimi olduğunu gösterir. Gerçek iman, sorguladıktan sonra bilinçli olarak inanmayı seçmekte yatar. Gökalp, çocukluğunda öğrendiği imanı yeniden sınamış, yıkmış, sorgulamış ve sonunda daha bilinçli bir toplumsal inanç anlayışına ulaşmıştır. O, dini, bireysel bir dogma olmaktan çok, milletin dayanışma ve ahlak kaynağı olarak yeniden yorumlamıştır.

Onun bu samimi arayışı, Kızıl Elma şiirindeki şu dizelerde de görülür:

Benim dinim ne ümittir ne korku Allahıma sevdiğimden taparım Ne cennet, ne cehennemden bir koku Almaksızın vazifemi yaparım...

Gökalp’in Diyarbakır doğumlu olması nedeniyle ailesinin Kürt ya da Zaza kökenli olduğu iddiaları, siyasi rakipleri tarafından sürekli kullanılmıştır. O, atalarının Buhara’dan göçen Türkler olduğunu belirtmiş; ancak iddiaların gölgesinden kurtulamamıştır. Gökalp, bu ithamlara karşı en net cevabı, biyolojik kökeni siyasi idealin altına koyan şu dizeleriyle vermiştir:

Hatta ben olsaydım: Kürt, Arap, Çerkes; İlk gayem olurdu Türk milliyeti, Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak, Kurtarır her İslam olan milleti! ... Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır: Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil. Türklük hadimine 'Türk değil!' diyen Soyca Türk olsa da 'piçtir', Türk değil.”

Gökalp’in fikirleri, Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerine doğrudan fikri altyapı oluşturmuş; Laik Hukuk Devrimi, Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi reformlarla hayata geçirilmiştir.

Gökalp’in fikirlerinin bugün hâlâ bu kadar sert tartışılıyor olmasının nedeni, fikirlerin kendisinden çok, Cumhuriyet döneminde radikal ve tavizsiz uygulanmış olmasıdır. Gökalp’in önerdiği dengeli sentez, pratikte sert biçimde hayata geçirilmiş; bu yüzden siyasal İslamcılar, Gökalp’in teorik modelini değil, uygulamaların yol açtığı sonuçları eleştirmiştir. Onun dinin toplumsal ahlak ve kültür yönlerini öne çıkarması, Cumhuriyet’te dinin siyasetten ayrılması sürecine düşünsel bir zemin sağlamıştır.

Gökalp’in mirası üzerindeki bu ideolojik çatışma, yalnızca bir “saygı” sorunu değildir. Mesele, Türkçülüğün ulusu ümmetin üzerine koyan kurucu hiyerarşisidir. Siyasal İslamcı çevreler için, Türkçülerin dindar olması veya İslam’a saygı duyması yeterli bir uzlaşma zemini sağlamaz. Onlar için kabul edilebilir tek çözüm, ümmetin mutlak siyasi üstünlüğünü kabul etmektir.

Bu durum, Ziya Gökalp’in fikirlerinin, Türkiye’deki ideolojik ayrışmanın ne kadar derin olduğunu ve Türkçülüğün bu hesaplaşmanın merkezinde yer aldığını açıkça göstermektedir.

Tüm bu tartışmalara rağmen, benim için Ziya Gökalp, Türk milletinin en önemli münevverlerinden biridir. O, milletleşme sürecimizin temelini atan, devleti yeniden şekillendiren ve Türk düşünce hayatına sağlam bir felsefi zemin inşa eden bir fikir adamıdır. Gökalp, Batı'dan aklı ve tekniği almayı öğütlerken, bizi kendi kültürel ve manevi köklerimize çağıran, çelişkileri cesaretle aşmış bir münevverdir. Aramızdan ayrılışının 101. yıl dönümünde, onun bu eşsiz mirası için kendisine büyük bir rahmet, minnet ve saygıyla şükranlarımı sunuyor, Türk milletinin geleceği için bıraktığı ışığın daim olmasını diliyorum. Ruhu şad olsun…

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 230,35 M - Bugn : 327921

ulkucudunya@ulkucudunya.com