Fikir ve edebiyat dünyasında yer alanların kadrü kıymeti, umumiyetle yaşarken pek bilinmez. Sevenleri, bağlıları ve hakkı teslim edecek üç beş vicdan sahibinden gayrisi dönüp bakmaz bile… Hele devlet / hükümet kademeleri, henüz hayatta olanları eğitim müfredatlarına dâhil etmek, tanıtımına destek vermek gibi teşviklerden bilhassa uzak durur. Yaşayan şahsiyetler için düzenlenen anma programları ise ekranda, sahnede, perdede sanat eyleyen; seyirci ve dinleyicileriyle hemhal olan, temaşa sanatçılarına mahsustur.
Sezai Karakoç için hazırlanan belgeselin, Devlet Bakanlarının da katıldığı bir gala ile tanıtılması pek nadiren karşılaşabileceğimiz bir istisna oldu. Henüz hayatta olan Karakoç’un şiir ve fikir dünyasını anlatan belgesel, takdir edilecek bir kadirşinaslık numunesi olmuş. Kendilerinden öncekilerle mukayese edildiğinde şair, yazar, sanatçı ve sporculara olan alâkaları bir hayli fazla olan Başbakan ve Cumhurbaşkanı da desteklerini esirgememişler. Vefa adına da olsa, PR için de olsa takdire şayan…
Sezai Karakoç, Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde doğmuş. Orta ve lise öğrenimini Maraş ve Antep’te yatılı okullarda tamamlamış… Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde burslu okumuş… Anadolu’dan yetişmiş her bir kıymet gibi yokluk ve zorluklar içinde var olmayı becermiş. Üniversite yıllarında tanıştığı Osman Yüksel Serdengeçti ve Necip Fazıl Kısakürek fikir dünyasından sanat dünyasına açılan yolda ustaları olmuşlar. Yenilik, İstanbul, XX. Asır, Şiir Sanatı, Pazar Postası'nda başladığı şiirleriyle tanınmış. Büyükdoğu, Hisar, Edebiyat, Mavera, Yedi İklim, Yönelişler, İkindiyazıları, Kayıtlar, İpek Dili, Hece ve Kaşgar gibi dergilerde ve Yeni İstiklal, Yeni İstanbul, Babıali'de Sabah, Milli Gazete gibi gazetelerde yazmış.
Neşriyatına 1960 yılında başladığı Diriliş dergisi, olgunlaşan şiir ve düşüncesini mektebe dönüştürdüğü zemin olmuştur. Diriliş sadece bir dergi değil, S. Karakaoç’un dünya görüşünün remzi, etrafında teşekkül eden halkanın yetiştiği okuldur… Büyükdoğu çizgisinden kopmadan, yeni bir halka, yeni bir zincir kurmuştur Diriliş’le. Diriliş’teki muradını “Diriliş, yeniden inanmak, yeniden düşünmek, yeniden duymaktır. Diriliş, İslam'dan ayrılışın sona erişi, ona yeniden kavuşmanın başlangıcıdır” sözleriyle anlatır.
Son iki asırdır değişen şartlar karşısında yeni şeyler söyleyemeyen geleneğin, yeniden üretilmesi cehdine adamıştır kendisini. Mehmet Akif gibi, Necip Fazıl gibi… Dün dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek gerek diyen Mevlâna gibi… Yeni şartlar / yeni hayat için yeni bir nizama muhtaçtır insanlık… Bu yeni nizamı kuracak bir nesil gereklidir: Diriliş Nesli! Yeni bir medeniyet hamlesini omuzlayabilecek bir nesil!
Mehmet Akif’e atfettiği “Klasik Türk-İslâm medeniyetini çağdaş İslâm anlayışıyla bağdaştırma” misyonunu kendisi de üstlenmiştir. Soğumaya yüz tutan medeniyetimizin yeniden parıldaması, ruhun dirilişi, İslâm’ın dirilişi, insanlığın dirilişi için elzemdir. Batı, sahip olduğu güçle, bizim medeniyetimizle birlikte kendi medeniyeti de dâhil olmak üzere bütün medeniyetleri hapse mahkûm etmiştir. Bu mahkûmiyetten kurtuluşumuz sadece bizi değil bütün insanlığı da kurtaracaktır.
Sezai Karakoç’un da hayalinde yeni bir nesil yetiştirmek vardır. Asımın Nesli gibi… Altun Nesil gibi… Büyükdoğu gibi… Alperenler gibi… Bu yeni nesil için, Diriliş Neslinin Amentüsü, İslâm’ın Dirilişi, İnsanlığın Dirilişi, Ruhun Dirilişi, Yitik cennet, Sütun, Çağ Ve İlham gibi kitaplarla mektebini büyütmüştür.
S. Karakaoç “Diriliş bir edebiyat akımı değil, bir hakikat akımıdır” dese de, sanat yönü de fikir yönü kadar güçlüdür. Diriliş mektebinde şiirin ayrı bir yeri vardır. Gül Muştusu, Hızırla Kırk saat, Şahdamar, Zamana Adanmış Sözler, Taha’nın Kitabı gibi şiir kitapları Sâdi’nin, Mevlâna’nın, Nâbi’nin yeniden üretildiğini söyletir bizlere. Leylâ ve Mecnun’un yeni şartlara göre, yeniden yazıldığı Monna Rosa gibi pek çok şiirinin toplandığı “Gün Doğmadan” adlı kitabı için Bursa’nın gizli kalmış değerlerinden Mücahit Koca “Gün Doğmadan, şiirler toplamı olan kitap, aslında bir “Divan”dır. ...Nasıl kitap Safahat ve Çile’den sonra bir silsile gibi gelmişse, şair de bir silsile gibi gelmiş, milletten, devlet ve medeniyetten yana olanları sevince boğmuştur” değerlendirmesinde bulunuyor.
Gazete, dergi, televizyon v.b. medya ve matbuatta gözükmediği gibi, ödül törenlerine de katılmıyor Sezai Karakoç. Gün Doğmadan isimli kitabının adını taşıyan belgesel için yapılan galaya da katılmadı. Kendisinin katılmadığı bu toplantıda konuşan Sayın Bakan, yapmış oldukları açılımlarda S.Karakoç’un düşüncesinin büyük payı olduğunu söylemiş. Acaba hangi açılımı kastetti? Kürt açılımını mı, Alevi açılımını mı, yoksa Roman açılımını mı? Kıbrıs ya da Ermeni açılımı olabilir mi?
Şimdilerde çizilen hayali kürdistan haritalarına başkentlik eden memleketi Diyarbakır’ın nasıl bir Türk şehri olduğunu, en iyi bilenlerden birisi olarak Sezai Karakoç, Selçuklu ve Osmanlı elinde yükselmiş Türk-İslâm medeniyetinin, yeniden dirilişi uğrunda, Batı emperyalizminin dayattığı bölünmüşlüğün son bulması için, râm olduğu Diriliş dâvası perspektifinden bu açılımın nasıl göründüğünu Sayın Bakana anlatsa fena olmaz herhalde.
Sezai Karakoç’un, dinlerin beşiği Ortadoğuya verdiği kıymet ile Büyük Ortadoğu Projesini bir arada düşünmek mümkün olmasa gerek! Rahmetli Dündar Taşer’in “Batı’nın piyonu olmaktansa Ortadoğu’nun şahı olmalıyız” şeklinde formüle ettiği görüş, Sezai Karakoç’un döşediği Diriliş yolunun önemli kilometre taşlarından birisidir. Ve bu coğrafyayı kana bulayanların, bu coğrafyadan silinip temizlenmesini iktiza eder, evvelen.
İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü isimli eserinde İslâm’ın din ve medeniyet olarak iktisadi hayatımız için vaz ettiği temel çizgilere atıfta bulunan Sezai Karakoç, “…İslâm ekonomisinde, kişinin hür teşebbüs yetisini körelten devletçiliğe yer olmadığı gibi, tröstlerin doğumuna sebep olan tekelci özel sektör kapitalizmine de yer yoktur…” diyordu. Bakkal devri bitti, günümüzün gerçeği bu diyen sayın Başbakan ise, özel sektör kapitalizmini günümüz gerçeği olarak görüyor olmalı!
Kendisine İslâm ortak pazarı hakkında ne düşündüğünü soran gazeteciye, “paranın dini olmaz, böyle saçma şeyler sormayın bana” diyen Başbakan’ın, İslâm Ortak Pazarı görüşünün sahiplerinden olan S.Karakoç’la her konuda aynı düşünmesi gerekmez tabii ki.(!) İslâm Ortak Pazarı diye çıkılan yolun istikametini Avrupa Birliği’ne çevirmek, Mekke’ye yola çıkıp, Brüksel’e gitmekten çok mu farklıdır diye soranlara cevap vermek Karakoç’a mı düşer, yoksa Başbakan’a mı? Başbakan’ın kendince haklı ve makul cevapları vardır mutlaka. Ama bu cevaplar Diriliş Neslinin Amentüsü’ne ne kadar uyar, orası meçhul.
AB kriterleri ile içeriyi derleyip toparlamak, içerideki iktidar odaklarını AB ile dengelemek politik bir argüman olabilir… Lâkin usul esasa takaddüm etmezse, bir müddet sonra esastan uzaklaşma kaçınılmaz olur. Bugün yaşadıklarımız geçmişin tekrarından başka bir şey değil! Tevfik Fikret, “bize bol bol ziya kucakla getir” diyerek gönderdiği oğlu Halûk’un papaz olabileceğine inanmamıştır herhalde. Batı’nın sadece ilmini-fennini-tekniğini alalım diyenler de neticenin istedikleri gibi olmadığını yaşayarak gördüler.
Kuracağınız hayat tarzı ya kendi değerleriniz üzerine bina edilecek, geleneği yeniden üretip kendi medeniyetinizi muktedir kılabilecek dirilişi gerçekleştireceksiniz ya da, sonunu tahmin edemeyeceğiniz bir tahavvül içinde başkalarının değerlerine teslim olacaksınız.
Bizim medeniyetimizin merkezinde kalp vardır, Batı’nın ise akıl. Biz aklımızı gönlümüze, onlarsa kalplerini akıllarına bağlamışlardır. Son iki asırdır bizde aşkın pırıltısı azalırken, onlarda aklın parlaklığı arttı. Onların akıl parlaklığı, bizim gönlümüzün aşkına bağ vurmayı becerdi. Onların yolundan gitmek, onların usulleri ile davranmak onlarla başa çıkmanın değil, onara teslim olmanın kapısını açıyor bize. Dün Mehmet Akif’i, Yahya Kemal’i, okuyup, Bediüzzaman’ı, Sezai Karakoç’u referans alanların kaleminde bugün, Sartre’den, Heidegger’den, Wittgenstein’dan geçilmiyor. Eski Müsiad başkanı ile berkarar bir İslamcı yazarın TV ekranında Müslüman’ın zenginlik anlayışı üzerine yürüttükleri tartışma, yaşanılan tahavvülü gözler önüne seriyordu… Müsiad’ın eski başkanı görüşlerini açıklarken akıl illa da akıl diyor, nakli esas alan yazarsa savundukları ile tarih öncesinde kalmış bir yalnıza dönüşüyordu. Tartışmanın galibi, tartışmasız eski Müsiad başkanıydı(!). Çünkü kıstasımız gönül olmaktan çıkıp, akıl olmuştu.
“Günümüzün gerçekleri”, “zamanın icabı”, “reel politika” çok değil onbeş yirmi yıl öncesinin idealist nesillerini firarî kıldı. Pek çoğu, esen “küresel rüzgârlara” dayanamadı. Dünün Akıncısı – Ülkücüsünden, İslâmcısı-milliyetçisinden bugüne demokrat Müslümanlar - reel milliyetçiler kaldı. “…İslâm medeniyetini çağa uydurmak değil, çağın ona uymasına çalışmak…” olsa da amentüleri, çağın gereklerine ayak uydurmak oldu ameliyeleri. Evinden kaçanların akıbeti ile, medeniyetinden firar edenlerin sonu arasında ne fark olabilir ki?
Ne firar etmektir çözüm, ne de tahavvül eylemek! Çözüm yeniden dirilmektir!
“Kur'anı Cebrail açtı
Sofrayı Mikâil açtı
Ölümü öldürdü Azrail
Sûrunu üfledi İsrafil
Dirildi Taha
İşte böyle dirildi Taha.”
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.