« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

20 Eki

2025

Kartalın Sırtında Yükselenler

20 Ekim 2025

Son zamanlarda sosyal medyada bir hikâye gözüme çarptı. Her ne kadar gerçekte bu hikâyenin aslı olmasa da meramımızı anlatmak için uygun bir kıssa olduğunu düşünüyorum. Kim bilir, benim okuyacağınız yazıdaki evhamlarımın da belki aslı yoktur.

Hikâye şöyledir: Bir kartalı gagalamaya cesaret eden tek kuş kargadır. Kartalın üstüne oturur ve boynunu ısırır, kartalla didişir. Ancak kartal yanıt vermez, karga ile savaşmaz. Kartal zaman veya enerji israf etmez. Sadece kanatlarını açar ve göklerde yükselmeye başlar. Uçuş ne kadar yüksekse, karganın nefes alması o kadar zorlaşır ve karga oksijen eksikliğinden düşer.

Bu kıssa, yükselen bazı sorunların bertaraf edilmesinin en etkili yolunun ne olduğunu gösterir. Siyasal İslamcı iktidarın varlığı, tarikat ve cemaat türü dinsel yapılanmalara devlet, ekonomi ve toplumsal alanda daha fazla alan açtı. Ancak bu lüks, ayrıcalıklı ve şatafatlı yaşam tarzı, sadece bu yapılara özgü bir durum değildir. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonraki tek parti dönemi, Demokrat Parti iktidarı ya da askerî darbeler sonrası kurulan hükümetler de benzer süreçlerden geçmiştir. Her dönemde, iktidar gücünün sağladığı imkânlar, o dönemin gözde gruplarına, yandaşlarına ve destekçilerine aktarılmıştır. Güç, denetimsiz kaldığında bireyleri, kurumları ve değerleri aşındıran bir mekanizmaya dönüşür.

Son günlerde sosyal medyada sıkça paylaşılan bir ironi, halkın gözünde yaşanan çelişkiyi çarpıcı biçimde özetliyor:

En son model ve en pahalı milyon dolarlık otomobillere binen Müslümanlar(!), devenin faziletlerini anlatıyor.

Kahvaltıda havyar yiyen Müslümanlar(!), çörek otunun şifasını anlatıyor.

İtalya'dan Fransa'dan marka giyen Müslümanlar(!), peygamberin hırkasını anlatıyor.

Köşklerde, dubleks villalarda, triplekslerde, saraylarda oturan Müslümanlar(!), peygamberin kerpiç evini anlatıyor.

Hastalanınca Amerikan hastanelerinde tedavi olan Müslümanlar(!), hacamatın faydalarını ve sünnet olduğunu anlatıyor.

ABD vatandaşlığı almak için kuyrukta bekleyen, hanımlarını, gelinlerini, kızlarını Amerika'da doğum yaptıran ve torunlarının tamamının Amerikan vatandaşı olmasıyla övünen Müslümanlar(!), Mekke'nin korunmuş şehir olduğunu ve kutsallığını anlatıyor.

Her yıl Yunan adalarına, Miami'ye, Dubai'ye, Mali'ye tatile giden Müslümanlar(!), bir kere yaptığı haccın ve umrenin hikmetlerini anlatıyor.

Siyasi torpiller, tanıdık hatırı, torpil ve rüşvet ile imam-müezzin seçen, hatta hacca gitmek için bile sıra için torpil koyan Müslümanlar(!), Bilâli Habeşî'nin güzel sesini anlatıyor.

Her yıl Antalya'da Alanya'da sahilde kumsal tatili yapan Müslümanlar(!), çöl kumları üstünde susuzluktan şehit olan Sümeyye'yi anlatıyor.

Lüks salonlarda, lüks kıyafetler, lüks arabalar ile düğün, sünnet yapan, gösterişlerini gözlere sokan Müslümanlar(!), israfın haram olduğunu anlatıyor.

TV'de yemek programı, YouTube'da yemek videosu paylaşan, izleyen Müslümanlar(!), peygamberin üç hurma ile bir öğünü geçiştirdiğini anlatıyor.

Bu ifadeler, yalnızca sosyal medyada dolaşan bir ironi değil; aynı zamanda toplumun gözünde din, iktidar ve lüks yaşam arasındaki uçurumu gösteren bir aynadır.

Güç, bir denetim mekanizmasıyla frenlenmediği sürece, her türlü yapıyı ve bireyi aşındırır. Bu durum, sadece dindar siyasetçilere özgü değil, liberalinden sosyalistine, muhafazakârından sekülerine tüm iktidar sahiplerinin ortak sorunudur. Laik-seküler elitler de geçmişte benzer ayrıcalık ilişkileri, halktan kopuk yaşam biçimleri ve toplumsal adaletsizlikler üzerinden eleştirilmişlerdir. Ancak günümüzde, dini değerleri söylem düzeyinde öne çıkaran kesimler daha görünür ve iddialı oldukları için, bu çelişkiler toplumda daha fazla dikkat çekmektedir. Çünkü güç, her insanı, her ideolojiyi sarhoş edebilir. İktidarın lüks ve konforu, zamanla ideolojik hedeflerin önüne geçer.

İnsanlar, kendilerine tevazu ve ahlak öğütleyenlerin lüks ve ayrıcalık içinde yaşamalarını gözlemleyerek bu durum karşısında öfke, hayal kırıklığı ya da kayıtsızlık gibi çeşitli tepkiler veriyor. Ancak burada eleştiri, dinin kendisine değil; dinî değerleri temsil ettiğini söyleyen bazı kişi ve yapıların, bu değerlerle çelişen yaşam biçimlerine yöneliktir. Bu kesim, vaaz ettiği ahlaki ilkelerle sergilediği günlük pratikler arasında derin bir uyumsuzluk gösterdiği için eleştirilere en açık örnek hâline gelmektedir. Dindar kesim daha çok görünür olduğu ve dinî söylemleri meşruiyet aracı olarak kullandığı için, toplumdaki çelişki bu kesim üzerinden daha net ortaya çıkmaktadır.

Toplumsal kesimler, bu tabloyu farklı biçimlerde yorumlar. Sol taban, yolsuzluk ve israfı adalet ve eşitlik ilkelerine doğrudan bir saldırı olarak değerlendirir. Sağ ve muhafazakâr taban ise çoğu zaman farklı bir yaklaşım sergiler; onlar için liderin ve iktidarın etkisi, somut hizmetler, ekonomik katkılar ve toplumsal bağ üzerinden anlam kazanır. Bu nedenle, bazı durumlarda gözlemlenen ayrıcalık, “çalıyorlar ama çalışıyorlar”, “bal tutan parmağını yalar” veya “hiç değilse alınları secdeye değiyor” gibi söylemlerle örtük bir şekilde onaylanabilir.

Denetim mekanizmalarının zayıflığı, hukukun etkisizliği ve kurumların işlevsizleşmesi, yozlaşmayı besleyen ana unsurlar arasında yer alır. Ancak mesele yalnızca sistemsel bir sorun değil; aynı zamanda toplumsal bir bilinç sorunudur. “Bal tutan parmağını yalar” anlayışı, bireylerin ve toplumun değerler karşısındaki tolerans sınırlarını belirliyor. İnsanlar, hak, adalet ve eşitlik ilkelerini talep etmek yerine, kimi zaman ekonomik çıkarlarını, aidiyetlerini veya lidere bağlılıklarını önceleyebiliyor. Bu durum, iktidarın israfı, lüksü ve ayrıcalıklı politikalarını normalleştirmesini kolaylaştırıyor.

Günümüzde yaşanan bu durum, tarihsel mirasın bir yansıması olarak da okunabilir. Ancak bu durum, şu soruları da akıllara getiriyor:

• Osmanlı’dan Cumhuriyet’e miras kalan ve bir türlü iflah olmayan bu anlayışın iktidarı, hayatın doğal akışının bir sonucu mudur?

• Yoksa bu anlayışı sosyal ve siyasi alandan iktidarda tasfiye etmeyi hedefleyen derin bir stratejinin eseri midir?

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 226,67 M - Bugn : 571802

ulkucudunya@ulkucudunya.com