« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

25 Haz

2025

HİKMETİN PEŞİNDE ÜÇ PORTRE

25 Haziran 2025

Mehmet Genç-Hüseyin Küçükkalay-Ahmet Tabakaoğlu


Abdullah Mesud Küçükkalay’ın “Hikmetin Peşinde Üç Portre-Mehmet Genç-Hüseyin Küçükkalay-Ahmet Tabakoğlu” adlı kitabından daha önce okumuş olduğum “Mehmet Genç-Bir Alimin Hayatı ve İlim Serencamı” adlı kitabını okurken haberim olmuştu. Ayrıca “İktisadi Düşüncede faiz” adlı bir kitabı daha elimde bulunmakta olup okuma zamanı gelince okunmak üzere beklemektedir.

Abdulah Mesud Küçükkalay’ın “Hikmetin Peşinde Üç Portre-Mehmet Genç-Hüseyin Küçükkalay-Ahmet Tabakoğlu” adlı bu kitabı Çizgi Kitabevi tarafından Ocak 2018 tarihinde birinci baskısı 349 sayfa olarak basılmıştır. Hemen ikinci sayfada Prof. Dr. Abdulah Mesud Küçükkalay hakkında kısa bilgi verilmiş, beşinci sayfada “İçindekiler” bulunmakta, akabinde “Önsöz” yer almaktadır. Kitabın hemen kapağında Mehmet Genç, Hüseyin Küçükkalay, Ahmet Tabakaoğlu isimlerinin yer almasından ve içindekiler kısmında verilen bilgiden anlıyoruz ki kitap üç bölümden oluşmaktadır. Kitapta ismi geçen Mehmet Genç ve Ahmet Tabakoğlu hocaların isimlerine aşinalığımız var ancak soy ismi yazar ile aynı olan Hüseyin Küçükkalay hakkında henüz bir bilgimiz yoktur. Ancak yazarın babası olması ihtimali de aklımıza gelmiyor değil. “İçindekiler” sayfasında kitabın içeriğini incelediğimizde “Önsöz” sonra “Bir Entelektüel Olarak Mehmet Genç Milli Tarih Şuuru Oluşturmak ya da Türk-İslam Ahlakı ve Osmanlının Ruhu” başlıklı yazı, sonra “Kaotik Bilgiden Senkronik Bilgiye Bir İktisat Tarihi Teorisyeni: Mehmet Genç” başlıklı yazı, sonra “Anlatı Tarihçiliğinden Analiz Tarihçiliğine Bir İktisat Tarihi Yöntembilimcisi: Mehmet Genç” başlıklı yazı, sonra “RESİMLER: Mehmet Genç (1934 …..)” başlıklı bölüm yer almaktadır. Mehmet Genç isminden sonra doğun tarihinin 1934 olarak belirtilip ölüm tarihinin yazılmamış olmasından bu kitabın daha Mehmet Genç sağ iken basıldığını anlıyoruz. Daha sonra “Alim ve alem Karşıtlığında Alimin Önceliği Üzerine Bir Biyografi: Hüseyin Küçükkalay”, başlıklı yazı ve akabinde “RESİMLER: Hüseyin Küçükkalay (1932-1999)” başlıklı yazı yer almakta ve nihayet “İktisadi Sistemler ve İslam Ekonomisi karşıtlığında ya da Alternatif Paradigmanın Peşinde Bir (B)İlim İnsanı: Ahmet Tabakoğlu” başlıklı yazı ve “RESİMLER: Ahmet Tabakoğlu (1952 ….)” başlıklı bölüm yer almaktadır.

Abdullah Mesud Küçükkalay’ın “Mehmet Genç-Bir Alimin Hayatı ve İlim Serencamı” adlı kitabını okumuş birsi olarak şu soruyu sormadan edemiyorum. Acaba Abdullah Mesud Küçükkalay “Mehmet Genç-Bir Alimin Hayatı ve İlim Serencamı” hazırlarken “Hikmetin Peşinde Üç Portre-Mehmet Genç-Hüseyin Küçükkalay-Ahmet Tabakoğlu” adlı kitabında yazmış olduğu makale ve bilgileri kullandı mı?

Henüz kitabı okumaya başlamadan ön incelemelerimiz üzerine yazdığımız yukarıdaki bir paragrafta Hüseyin Küçükalay’ın kim olduğu yönündeki merakımızın bir ilim adamı ve tefsir hocası olduğunu daha henüz kitabı okumaya başlarken okuduğumuz “Önsöz” kısmında “bir Arap edebiyat ve tefsir alimi olan merhum Hüseyin Küçükkalay” ifadeleriyle vermektedir Abdullah Mesud Küçükkalay. Ancak Hüseyin Küçükkalay’ın Abdullah Mesud Küçükkalay’a yapmış olduğu “isminin ve eserlerinin gündeme getirilmemesi” vasiyeti bizi kendi ilminden istifade etmekten alı koyduğu gibi Abdullah Mesud Küçükkalay’a vasiyet edecek kadar yakın akraba (belki babası) olduklarını işaret etmektedir.

Mehmet Genç yıllarca doktora tezi için Osmanlı arşivlerinde araştırma yaptıktan sonra sıra tez yazımına gelince danışman hocası Ord. Prof. Dr. Ömer Lütfi barkan “Sen tezini yaz kabul edeceğim?” dediği halde “Benim yaptığım çalışmalar tezimi izah edecek seviyede değil” diyerek tezini yazmayan ve akademik kariyerini bırakan belki Türkiye’de belki de Dünya’da ilk ve tek bir kişi olmasıyla bilinen ancak akademik olmasa da daha sonra ömrünün sonuna kadar o alanda yaptığı çalışmalarla otorite olan ve bir usta olarak saygı gören biri olarak bilinse de bu onun öne çıkan vasfıdır. Onun “eylem ve düşünce uyumu” daha Mülkiyeyi bitirdiği yıllarda Fransa Büyükelçiliği’nin bursuna başvurduğu zaman gösterdiği davranışla ortaya çıktı. Fransa Büyükelçiliğinin “İdare Sosyolojisi” alanında verdiği bursa “Bilgi sosyolojisi ve Zihin Determinasyonu” çalışmak için baş vurduğunda, “kendisine bursun verileceği, ama başvuru formundaki konuyu değiştirmesi gerektiği, Fransa’ya gittiğinde kendi istediği konuyu çalışması”nın (s.21) mümkün olduğu söylendiği halde bursu almamak pahasına o bu istenileni yapmamıştır. Tabii bursu da alamamıştır, ancak özü sözü bir insan olduğunu, “dışsal etkilerin onu yönlendiremeyeceğini” (s.22) daha başından göstermiştir.

Mehmet Genç Harvard, Princeton, Stanford vs. üniversitelerden ilmi çalışmala4rını kendi bünyelerinde yapmaları yönündeki tekliflerini sırf “Kendi medeniyetini bir alternatif olarak sunabilmek için başka medeniyetlerin paradigmik aletleriyle ilim yapmayı uygun bulmadığından” (s.27) dikkate almaz. Abdullah Mesud Küçükkalay’a göre Mehmet Genç’in başka bir özelliği daha vardır. “Bunu (Kendi medeniyetini alternatif olarak sunma düşüncesini), yazdığı yazıları sürekli Türkçe olarak kaleme alma tercihi göstererek de destekler. [Kendisinin] bu tercih[i] içinde, şayet başka medeniyetlere mensup bilim adamlarının, kendisini okumak isterlerse, Türkçe öğrenmeleri ya da Türkçe ile ilgilenmeleri” (s.27) gerekmektedir. Nitekim bu durumun gerçekleştiğini Mehmet Genç’in yakın dostu Murat Çizakça “Hollandalı bir akademisyenin, Osmanlı tarihi ile ilgili olarak elini attığı her çalışmada karşısına çıkan Mehmet Genç’i anlayabilmek için Türkçe öğrenmeye karar verdiğini, bizzat kendisine söylediğini ifade etmektedir.” (s.27)

Abdullah Mesud Küçükkalay Mehmet Genç’in “çalışmalarında [kurduğu] bir cümle[yi] kullanarak ileri süreceği bir argümanı bile arşiv verisiyle kantifiye etmek ya da desteklemek yolunu seç”mesi (s.54) nedeniyle “yazılarının özetini çıkarmak, herhangi bir yabancı dile çevirmek ve dikkatli okumaksızın iktisat teorisi ve sosyoloji ile olan ince bağlantılarını ve ifade ettiği gerçekliği anlamak oldukça zordur.” (s.54) dil olarak da zor ve arşiv verilerine dayanan teknik bir dil kullandığı izaha çalışmıştır.

Abdullah Mesud Küçükkalay makale boyunca ilim ve bilim dünyasına yaptığı etki bakımından defalarca “filozof” olarak vasıflandırarak Mehmet Genç’e Türkiye’yi aşan bir değer yüklemeye çalışmaktadır. Ancak ilim adamı kıtlığı çeken ülkemizde Mehmet Genç’in sadece bilim insanı olması vasfıyla da 20. Yüzyıl Dünya Bilim Tarihine giren birkaç Türk arsında ilk sıralarda olması kuvvetle muhtemeldir. Disiplinli çalışmayı seven yapıyla araştırma, gözlemleme yaparak kendine has bilim kriterleriyle kendisini kabul ettirmiş bir bilim hamalıdır Mehmet Genç.

Mehmet Genç, Hüseyin Nihal Atsız, Osman Yüksel Serdengeçti, Ömer Lütfü Barkan, Fethi Gemuhluoğlu, Necip Fazıl Kısakürek gibi büyükleriyle Erol Güngör gibi yaşıtlarıyla ilmi karakterini oluşturmuştur.

Abdullah Mesud Küçükkalay Mehmet Genç’in Türk tarihçiliğinin eksikliklerinin en önemli nedeni olarak “vakanüvisliğin resmi bir memuriyet olarak ihdas edilmesinden sonra yazılanların sadrazam ve padişahın sıkı kontrolüne maruz kalmasıyla eserlerin muhteva ve yorum bakımından gittikçe fakirleşen bir gelenekselliğe gömülerek, yeknesaklığa ve sıkıcı bilgilerin birer koleksiyonuna dönüşmesi” (s.53)ni görmektedir. Tarih yazım çeşitliliğine engel olup devletleştirilerek tekelleştirilmesi yanında yazım metodu ve yazım kuralları bakımından da sıkı kontrole tabi tutulması muhtevayı fakirleştirmiştir. Dolayısıyla da tarih yazımıyla aktarılacak toplumsal veriler ve olayların farklı zihniyetler ve farklı bakış açılarıyla kaleme alınması zenginliğinin önüne geçilmiştir.

Abdullah Mesud Küçükkalay daha önce okumuş olduğumuz Mehmet Genç ile ilgili kitabında detaylı olarak üzerinde durduğu Osmanlının ekonomiye bakışı üzerine olan temel düşüncesinin “provizyonizm [iaşe temin etmek, önce üretimin yapıldığı kasabanın, daha sonra Asker ve sarayın, en sonunda da İstanbul’un iaşesini temin ettikten sonra sıfır marjinal faydalı ürünleri ihraç etmek], fiskalizm [devlet vergi gelirini optimum artırma ve gerilemesini gelirin düşmesini önlemek] ve tradisyonalizm [Gelenekselcilik- Ahlakilik- Dini olana uymak] olarak bilinen ve bu üç kuralın birbiri ile döneme ve koşullara göre değişen ağırlıklarda birleşerek uygula”nmasından (s.63) oluştuğunu bu kitabında da ısrarla ortaya koymaktadır. Her ne kadar bu üç kavram ile Osmanlı Ekonomisi anlatılmaya çalışılmışsa da bunları tamamlayan kavramlar eşitlikçilik, itidal, işbirliği-dayanışma, meritokratik yönetim (liyakate ve beceriye dayalı bürokrasi) ve servetin sınırlı ellerde toplanmasını önlemek yani tekelleşmeyi engellemek de bu ekonominin diğer araçlarıdır. Bugün bile refah toplumunu hedefleyen ülkelerde bu üç kural geçerli değil midir? Mehmet Genç’in tespit ettiği Osmanlı’nın ekonomi anlayışını Abdullah Mesud Küçükkalay “Ticaret yaşamak için gerekliydi, kâr elde etmek için değil” (s.73) diyerek özetlemektedir.

Abdullah Mesud Küçükkalay’ın da kapitalizme karşı olan “Osmanlı Zihni” (s.78) diyerek kullandığı kavram Mehmet Genç ve Sabri F. Ülgener’de ortak kavramdır. Sabri F. Ülgener edebiyat alanındaki tespitleriyle Osmanlı toplumunu ekonomik anlayışını ortaya koyarak bu zihniyetin kapitalizme müsaade etmediğini söylerken Mehmet Genç “provizyonizm, fiskalizm, tradisyonalizm” gibi kavramları kullanarak Osmanlı ekonomik modelini ortaya koymuştur.

Abdullah Mesud Küçükkalay Mehmet Genç’in Osmanlı Ekonomik sistemi hakkındaki görüşlerinin “Osmanlı ekonomik sisteminin ve onunla ilişkili olarak siyasal ve sosyal sistemin temel unsurları ana hatlarıyla miri toprak rejimi, millet sistemi, esnaf örgütlenme tipi, vakıflar, provizyonizm, fiskalizm, tradasyonalizm ve nihayet bütün bunları bir orkestra şefi gibi yönetmek üzere oluşturulmuş, irsî olmayan, meritokratik bir seçkinler kadrosu olarak belirtilebilir.” (s.84-85) şeklinde özetlenebileceğini ifade etmektedir.

Abdullah Mesud Küçükkalay Mehmet Genç’in Osmanlı Ekonomik sistemi üzerine yaptığı çalışmalar ile ortaya koyduğu Osmanlı’nın medeniyet tercihi Charles Issawi’nin “[Osmanlı] yaşadığı çağa uygun bir tercih kullandı ve kullandığı bu tercihi, pratiğe yansıttı.” (s.101) ifadesindeki mana ile örtüşüyor “[Mehmet Genç’in çalışmalarının sonucu ulaştığı] bulguları bu tercihleri saptıyor, açıklıyor ve ispatlayarak” (s.101) önümüze koyuyor.

Mehmet Genç’in bilim felsefesinden ilki olan ‘soyutluk’ özelliği “Bilimsel olanın mutlaka genel ve soyut olması gerektiğine olan inancı… elde edilen teori ya da bulgunun hiçbir noktasında gedik kalmayacak şekilde, matematiksel bir kesinlikle ispat edilmesi inancıyla da beslenir.” (s.118), bilim felsefesinin ikinci özelliğini ‘kantifikasyon’ ile “yapılan çalışmaların yanlışlanabilmesini sıfırlamayı hedefleyen bir kesinliğe sahip olma”sını (s.120) amaçlamaktadır. Mehmet Genç’in bilim felsefesinin üçüncü özelliği ‘bilimin yapılabilirliği’ ise “öğrenmek ameliyesi ile bilimsel bilgi üretmekle arasında kesin bir çizgi vardır. Yazılanları sürekli okumak suretiyle bunları bilmek önemli olmakla birlikte, bilimsel bilgiyi üretmek için yeterli değildir. Oysa ona göre, bilim yapmak, bizatihi bilimsel bilgi üretme sürecine dahil olmak ile eş anlamlıdır.” (s.121)

Abdullah Mesud Küçükkalay’a göre Mehmet Genç tarih ve iktisat tarihi çalışmalarında objektiflik adına politik ve ideolojik inceleme tekniklerinden uzak durmak gerektiği gibi bazı hallerde “milliyetçi bakış açısının da araştırmaları örseleyen ve bulandıran bir niteliğinin olduğunu vurgulayarak, objektif bir çalışma yapmak için bu hissi tutumdan da kurtulmak gerektiğin”i (s.146-147) savunmaktadır. Zannederim Mehmet Genç’in bu tutumunun arkasında hipotezinin yanlışlanabilirliği hususundaki kantifikasyon bilim felsefesin yatmaktadır.

Mehmet Genç’in bilimsel çalışmalara bakış açısının ve yaklaşımının “Bilimsel çalışmanın bir rütbe almak ve maişet temin etmek olmadığını, aksine bir yaşam biçimi olduğunu göstermesi; bilimsel bilginin gelişmesinde yardımlaşmanın öne çıkararak, gayri resmi bir tez yönetim merkezi gibi yüzlerce çalışmaya yardım etmesi; bilgide ilerledikçe mütevaziliğinin derecesini artırması; hep kaliteye ve mükemmele talip olarak sıradanlıklardan kaçınma[k]” (s.168) olarak tarif eden Abdullah Mesud Küçükkalay onun şahsi vasıflarını da “nezaket[i], güler yüzü, sabrı ve insanları anlamadaki derinliği” (s.168) olarak saymaktadır.

Abdullah Mesud Küçükkalay’ın bu kitapta incelediği ikinci kişi Hüseyin Küçükkalay onun babasıdır. Hüseyin Küçükkalay’ın on beş yaşında Kur’an okumaya ve Arapça öğrenmeye karar vermesi (s.192) yaş olarak olmasa da bunu kendi tercih etmesi dolayısıyla benim ilkokuldan sonra “Hangi okula gideceksin” diye soran babamın sorusuna “Ben İmam hatibe gideceğim” demem üzerine “İmam Hatip Zor diyorlar, başarısız olabilirsin” demesi üzerine de “Zor olsun, ben başarırım” diyerek cevap verip İmam Hatip Lisesine gitmeye karar verişim ile Hüseyin Küçükkalay’ın İlkokul öğretmeninin “Bu çocuğu mutlaka okutmalısın” (s.193) demesi ile Benin İlkokul Öğretenim Gülay Yavuz”un -o günki çocuksu aklımla ilkokul beşinci sınıfın ikinci yarısında onunla 3 aya yakın dargın durmama rağmen- karnemin üzerine “Mutlaka bu çocuğu okutun” diye yazarken karnenin kenarlarındaki boşlukları buna benzer daha nice övgü dolu sözlerle doldurmasıyla benzeşmektedir. Gerçi biz, önümüze çıkan iki yobaz ve dini siyasete kurban eden Arapça ve Kur’an hocaları dolayısıyla 7.sınıfta mezun olurken bu iki hocaya benzeyen insanlarla karşılaşmamak için Allah’a bu meslekten ekmek yedirmemesi yönünde dua ederek farklı bir yolu tercih etmek zorunda kalsak da sonu benzemese de başlangıçta bir benzerlik var.

İlim talep edene nasip olur. Nitekim Hüseyin Küçükkalay’da ailesinin yaşadığı ekonomik zorlular dolayısıyla karşı çıkmalarına rağmen önce Konya içinde muhtelif hoclardan daha sonra Suriye’de ve nihayet Bağdat’ta eğitim alır. “Günde on beş saate varan çalışmaları, Bağdat şeriat Fakültesindeki başarılarının alt yapısını oluşturacaktı. Garra’da iken sürekli ilk üçte yer aslan Hüseyin, Bağdat Şeriat Fakültesi’ni birinci bitirerek bu fakültenin, tarihinde ilk kez bir Türk’ün birinciliğine şahit olmasına neden olacaktı.” (s.199)

Hüseyin Küçükkalay Bağdat’ta okuduğu okulda “Bir Arap kadar Arapça konuşabiliyor, lehçe yapabiliyor ve Araların bile okuyamadıkları şiirlerin binlercesini ezberden okuyabiliyordu. Bu sırada İngilizce de çalışmaya başlamış, iyi düzeyde İngilizce konuşabilecek ve yazabilecek bir seviyeye gelmiştir. Arapça gramerde, Arap öğrencileri, bile hayrete düşüren bir derinliğe sahipti.” (s.200) sınıf birincilikleri, almasının yanında yapılan şiir yarışmalarında birkaç yıl üst üste gelen birincilikler almış, ilk sınıfta aldığı sınıf ikinciliği Bağdat Yağazu Gazetesinde 19 Temmuz 1956 tarihinde ilan edilmiş (s.200), İkinci sınıftayken sınıf birincisi olduğu 26 Haziran 1958 tarihinde en-Nas Gazetesinde ilan edilirken bu birincilikler şaşkınlık ve tedirginlikler yaratmıştır (s.201). Şeriat Fakültesi’nin birinciliği 1960 haziran ayının Gazetesi el- Hayat Gazetesinde ilan edilmiş Araplar arasında şaşkınlığa sebep olmuş (s.201) bundan sonra Bağdat’a gidecek öğrenciler için başarı çıtasını yükseltmiş ve Bağdat’a giden Türk öğrencileri “Okuyacaksanız Hüseyin Küçükkalay gibi okuyun.” (s.202) mottosuna muhatap bırakmıştır.

Hüseyin Küçükkalay Şeriat Fakültesi birinciliği dolayısıyla İngiltere’den ilimi çalışmalarını İngiltere’de yapabileceği yönünde davet almış ancak İslam ülkesi olmaması dolayısıyla İslami, bir yaşamdan uzak kalmamak için bu davete icabet etmemiş (s.202), Tahran’da başladığı doktorasını da Ehl-i Beyt’e yöneltilen çok çirkin söylemlere tahammül edemediği için bırakıp önce Erzurum’a sonra Konya’ya dönmüştür (s.203). Askerliğini 1961 yılında Erzurum Sarıkamış’daki yedek subay olarak yaptıktan sonra 22 yıl görev yapacağı Konya Yüksek İslam Enstitüsü Arap dili edebiyatı ve tefsir hocası olarak göreve başlamıştır (s.204). Hüseyin Küçükkalay’ın bu başarılı hayatını okurken genç yaşta ölümü bende elde etmiş olduğu bu ilmi aktaramadan gittiği endişesini doğurdu. Ancak 22 yıl Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nde hocalık yapması yüreğime su serpti, biraz olsun ferahladım.

1963 yılında beş yıl sonra sonlanacak bir evlilik yapar. 1966 yıldan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde doktoraya başlar ve 1970 yılında Prof. Dr. Tayyip Okiç başkanlığındaki jüri önünde Arapça olarak “Abdullah İbn-i Mes’ud ve tefsir İlmindeki Yeri” isimli doktor tezini savunarak Doktor unvanını alır (s.206).

1980’li yıllara gelindiğinde “Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan kendisine gelen üst düzey bir bürokratik görevi, ‘benden İslam’a muhalif fetvalar vermem ve görüşler ileri sürmem istenebilir’ diyerek kibarca reddetti.” (s.206) Şimdi böyle bir teklif alacak ve reddedecek bir kişi var mı acaba?

Abdullah Mesud Küçükkalay’ın “Hikmetin Peşinde Üç Portre” adlı bu kitabında ele aldığı üçüncü kişi Ahmet Tabakoğlu’dur. Ahmet Tabakoğlu, “Evlendiklerinden iki yıl sonra, Hasan Basri Bey ve Meziyet Hanım’ın ilk çocukları [olarak] 16 Mayıs n1952 tarihinde dünyaya geldi.” (s.237) İbrahim (1953), Dündar (1956) ve Tuğrul (1973) isimli kardeşleri de aileye katıldı. “Ahmet Tabakoğlu 1963 yılında Ulubatlı Hasan İlkokulunu bitir”di (s.238) Annesi tarafından Karagümrük Ortaokuluna kaydettirilen (s.238) Ahmet Tabakoğlu’nun kaydı aile dostları Ruhi Özcan tarafından Karagümrük Ortaokulu’ndan alınarak Çarşamba İmam Hatip Okuluna kaydettirilmek üzere götürülünce okul müdür muavini Hayati Ülkü (Başlangıçtan Günümüze Kadar İslam Tarihi gibi çok tutulan bir kitabın yazarı) kontenjanların dolması nedeniyle kayıtların kapandığını üzülerek bildirdi. Ancak Ahmet Tabakoğlu’nun geçici olarak birkaç aylığına Düzce İmam Hatip Okuluna kaydedilmesini daha sonra Nakil yoluyla Çarşamba İmam Hatip Okuluna alabileceklerini söyleyerek onlara yol gösterdi (s.239). Düzce İmam Hatip Okuluna kaydolan Ahmet Tabakoğlu babasının arkadaşı Hidayet Kapı Camisi İmamı Salih Hoca’nın Düzce’de marangozluk yapan ağabeyinin evinde birkaç ay kalarak (s.240) bu problemi de aşmıştır. Ahmet Tabakoğlu ile Mustafa ve İsmail Kara kardeşlerin halen devam eden dostlukları Çarşamba İmam Hatip okulundaki öğrencilik yıllarına dayanmaktadır (s.244) Merhum Emin Işık Hoca da Ahmet Tabakoğlu’nun Kur’an-ı Kerim derslerine girmiştir (s.245).
Emin Işık Hoca Türkiye’yi ve Dünyayı kurtarmak için şahin politikalar izlemek düşüncesinde olan Ahmet Tabakoğlu’na “Türkiye’yi kurtarmayı bırakın, kendiniz kurtarmaya bakın” (s.246) diyerek üzerinde büyük bir tesir bırakmış ki Ahmet Tabakoğlu’nu daha sonra “Kendi Ahlaki problemini aşmadan, böyle bir dava (Türkiye’yi kurtarmak) peşinde koşanların halinin, ne kadar aldatmacalarla dolu olduğunu” (s.246) şeklinde düşünmeye sev edecek değişimi sağlamıştır.

Ahmet Tabakoğlu Emin Işık Hoca askere gidince Nurettin Topcu’nun bütün yazdıklarını okumasını ve İmam hatip Okulundan bir sınıf üstünde okuyan Mustafa Kara ile de dostluk kurmasını (s.251) tavsiye etmiş ve bu vesileler ile Hareket Dergisi ile tanışmış, dergiye gelip gittikçe dergiyi çıkaran Ezel Everdi ile de tanışma fırsatı bulmuştur (s.252).

Çarşamba İmam Hatip Okulunu 1971 yılında bitiren Ahmet Tabakoğlu o yıllarda bütün İmam hatiplilerin yapmaya çalıştığı gibi fark derslerini vererek Vefa Lisesini de dışarıdan bitirmiştir. Vefa Lisesi Diploması ile İstanbul Üniversitesi İktisat fakültesine, Çarşamba İmam hatip Lisesi Diploması ile de İstanbul [Yüksek] İslam Enstitüsüne kaydolur (s.255). Ekonomik zorluklar yaşayan Ahmet Tabakoğlu’nun imdadına Ezel Everdi’nin tavsiyesi ile o yıllarda Türk Petrol Vakfı’nın Burslarını yöneten ve okumak isteyen hemen hemen her fikirden insan burs bağlayan Fethi Gemuhluoğlu yetişir (s.256).

Ahmet Tabakoğlu’nun daha önce yazdığı yazılara eklemeler yaparak “İslam İktisadına Giriş” kitabı 1970’li yılların sonlarına doğru basıldı (s.273). Daha önce bu tür bir kitabı bilgi eksikliğinden korktuğundan basmayı kimse göze alamamış olmasına rağmen Ahmet Tabakoğlu’nun bu cesareti “İlim, kolektif bir ortam içinde yapılabilen bir faaliyet [olmasından ve] insanlık tarihinin ilerleyip gelişmesiyle ilerleyip gelişen kümülatif bir süreç” (s.274) olduğu düşüncesinden kaynaklanıyordu. 1980 yılına gelirken başladığı “Gerileme Dönemine Gererken Osmanlı Maliyesi” doktora tezini 1981 yılında başarıyla tamamlayıp savundu.

28 Şubat sürecinden Ahmet Tabakoğlu da namaz kılıp sadaka verdiği ve sakal bıraktığı için nasibini almış ve kurucusu olduğu ve onlarca ilmi çalışmaya imza atmış olduğu “Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırma Enstitüsü” (s.275) başkanlığı görevinden el çektirilmiştir. Allah’la savaşanlar sadece Ahmet Tabakoğlu’nu görevden almakla kalmamış enstitünün isminden “İslam Ülkeleri” ifadesini çıkararak adını “Ortadoğu Araştırma Enstitüsü” (s.275) yapmışlardır.

Süleyman Eryiğit’in “Kapitalizmin Hristiyanlığın ürünü değil bozuk inanç ve yaşayış sahibi Hristiyanların bu bozuk yaşayışlarını kapitalist anlayışlarını meşrulaştırmak için Hristiyan teolojiyi değiştirip kendi yaşantılarını destekler hale soktuklarını” söylediği fikirlerinin aksine Abdullah Mesud Küçükkalay, Ahmet Tabakoğlu’nun “Zihni, İslam mantık çerçevesine yabancı olan kavramların hakimiyetinden kurtarmak gerekir. Bugünkü iktisat, kapitalizm ürünüdür. İktisat kitapları da ana çizgi olarak ya kapitalizmi ya da yine Batı’nın bir batıl mezhebi olan Marksizm’in ideolojik yaklaşımlarını aksettirmekte, Batı ülkelerinin ihtiyaçlarını ele almaktadır.” ifadeleriyle aslında biraz da Sabri F. Ülgener, Mehmet Genç, Ahmet Güner Sayar’a yaklaştığını ve kapitalizmin “Hristyiyan, İbrani geleneğinden ve Yunan felsefesinden beslenerek, biraz da bu kaynakların tahrif sonucu ortaya çıkan seküler sistem” (s.290) olduğunu düşündüğünü ortaya koyar. Sabri F. Ülgener, Mehmet Genç, Ahmet Güner Sayar Osmanlı ekonomisi üzerinden İslam İktisat sisteminin farklılığını “Osmanlı ekonomisi neden kapitalist sisteme uyum sağlayamadı, sanayi devrimini gerçekleştiremedi” ortaya koyarken Ahmet Tabakoğlu doğrudan “İslam ekonomisi” kavramını ele almakta ve “İslam ekonomisi dediğimiz şey, aslında bir uygarlık projesidir. Yeni bir medeniyettir, azla yetinme, talebe göre bir ekonomi, emeğe dayalı bir ekonomidir. Bu bir uygarlıktır, yeni bir medeniyettir. Medeniyetin esası budur. Bu medeniyetin esası kanaattir, emektir, kaynakları israf etmemektir. Bu medeniyetin esası orta sınıflaşmadır. Yeni medeniyetin esası, zenginlerin belirleyici olmadığı bir toplumdur.” (s.291) ifadeleriyle savunduğu tezi izaha çalışmaktadır. Ahmet Tabakoğlu “Borsa ve Sigorta” sistemleri üzerinden İslam ekonomisi diyerek yabancı kavramları tartıştığımızı, İslami olmaya bu kavramları İslam içinde yorumlayarak İslam fıkhı kisvesi giydirdiğimizi ileri sürmektedir (s.291).

Süleyman Eryiğit’in “Kapitalizmin Hristiyanlığın ürünü değil bozuk inanç ve yaşayış sahibi Hristiyanların bu bozuk yaşayışlarını kapitalist anlayışlarını meşrulaştırmak için Hristiyan teolojiyi değiştirip kendi yaşantılarını destekler hale soktuklarını” şeklinde ifade etmeye çalıştığı kapitalizm olumuna dair düşüncelerinin karşılığını Abdullah Mesud Küçükkalay’ın aktardığı haliyle Ahmet Tabakoğlu’ndaki tezahürünün “Hristiyanlığın kapitalizme engel teşkil eden ilkelerinin etkisizleştirilme”si (s.300) şeklinde bir bakış açısına dönüştüğünü ifade edebiliriz.

Abdullah Mesud Küçükkalay, Ahmet Tabakoğlu’nun Osmanlı ve İslam dünyasında kapitalizme neden geçilmediği noktasında asıl merkez olan can alıcı “Batı’nın aksine İslam toplumlarında veya Osmanlı’da sermaye birikimi yoluyla neden sanayi devrimine geçilmediği” (s.307) yönündeki soruyu sormaktadır. Baştan bari üzerinde durduğu kapitalizm kavramından ayrı olarak sanayi devriminin başka ekonomik sistemlerle yapılıp yapılamayacağı, “kapitalizm eşittir sanayi devrimi” denilip denilmeyeceği yönündeki bir soruyu cevaplandırmaktadır. “Selçuklulardan başlayıp Osmanlıyla devam eden küçük tarımsal üreticiliğin, küçük sanayi üreticiliğinin, küçük teşebbüsün, küçük girişimcilerin hâkim olduğu ekonomiler oluşturmuşlardır. Sosyal adalet İslam toplumlarında adeta bir finansman faktörü olarak görülmüştür.” (s.307) tespitlerini yaptıktan sonra “Küçük sanayi olduğu zaman, büyük sanayi gerekmiyor. Büyük sermaye gerekmiyor. Kobilerle bunu halletmek mümkün. Küçük sermaye söz konusu olduğu için de mülkiyetin büyümesi problemi olmaz. Kendi mülkiyetleri altındaki sermayeleriyle küçük üreticiler, büyük çaplı üretim gerçekleştirirler. Sanayi devrimini takip etmek zorunda olmamıştı İslam ekonomisi.” (s.308) ifadeleriyle de sanayi devriminin gerçekleştirdiği üretimin küçük sanayi ile gerçekleştirildiğini ifade etmektedir.

Abdullah Mesud Küçükkalay, Ahmet Tabakoğlu’nun Osmanlı İmparatorluğu incelenirken yapılan klasik beşli “Kuruluş, Yükseliş, Duraklama, Gerileme, Yıkılış-Çöküş” şeklindeki dönemlendirmeye katılmadığını onun ikili bir dönemlendirme yaptığını ve bu dönemlendirmelerin “kendi içinde oluşma, olgunlaşma ve esnekliğini kaybetme olarak üç alt döneme ayrılan klasik dönem (11.yüyıldan 18.yüzyılın sonu), ve yenileşme dönemi (1790-1823)” şeklinde isimlendirdiğini ifade etmektedir. Aslında Ahmet Tabakoğlu bu iki dönemlendirme ile geleneksel beşli dönemlendirmeden ayrılan Mehmet Genç ile de benzeşmektedir. Mehmet Genç bu klasik dönemlendirmede olduğu gibi dönemlerin birbirinde kesin sınırlarla ayrılmadığını, iç içe geçen bir dönemlendirme yapmak gerektiğini ve bu dönemlendirmenin de kuruluş ve gelişme olabileceği ikili bir dönemlendirme önermektedir. Nitekim Abdullah Mesud Küçükkalay Osmanlı ekonomisinde geleneksellik bakışıyla Ahmet Tabakoğlu ve Mehmet Genç’in aynı düşündükleri tespitini yaparak sadece Ahmet Tabakoğlu’nun Osmanlı bürokratlarının değişime tarihsel saygı çerçevesinde yaklaştıklarını savunduğu halde Mehmet Genç’in kurulan ekonomik dengeyi değiştirmeye yanaşmamak, muhafaza etmek taraftarlığı şeklinde yaklaştıkları yönünden ayrıştıklarını ortaya koymaktadır (s.319).

Abdullah Mesud Küçükkalay göre Ahmet Tabakoğlu ve Mehmet Genç’in değişimin aydınlanma zihniyetinin getirdiği gelişmeci ve ilerlemeci yaklaşımdan kaynakladığını savunduklarını ve bu inancın gerekçesini de aydınlanma zihniyetinin körü körüne ve gerekmediği halde değişimin gerçekleştiği gibi bir yanlış inanma ve bu inancın insanlığın sürekli gelişme ve dönüşme içinde olduğu ve olması gerektiği inancıyla desteklenmesi oluşturur (s.320). Tabakoğlu’na göre Osmanlı sistemi adil bir iktisadi sistem kurduğu için kapitalist sisteme geçememiş ya da geçememiştir (s.320).

Biyografi eserleri her ne kadar yazarları tanıtmak ve geleceğe taşımak amacı taşısa da asıl amacı bilim etiğinin gelişimini sağlamasıdır. Abdullah Mesud Küçükkalay yazmış olduğu “Hikmetin Peşinde Üç Portre; Mehmet Genç, Hüseyin Küçükkalay, Ahmet Tabakoğlu” adlı eseriyle onların hayatından kesitlerle ortaya koyduğu bilimsel çalışma yöntemlerinden örnekler ile bilim etiğinin nasıl olması gerektiğini de göstermiş olmaktadır. Aslında bu gibi çalışmalar örnek şahsiyetlerin ilim ahlaklarının örnek alınacak genel ilmi etik kuralları olması gerektiğini empoze etmektedir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 165,97 M - Bugn : 316057

ulkucudunya@ulkucudunya.com