« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

20 May

2025

BİLİM VE FELSEFE ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

20 Mayıs 2025

Süleyman Eryiğit Hocanın bundan önce dört kitabını okumuş ve haklarında birer değerlendirme yazısı yazmış birisi olarak beşinci kitabı olan “Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünceler” adlı kitabına da okuma sırasının gelmesini bekliyordum. Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından Nevzat Kösoğlu Düşünce Hayatına Hizmet Armağanı ödülüne layık görülünce daha bu ödülden önceden okumaya başlamanın ve isabetli bir kara vermenin mutluluğuyla “Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünceler” da okumaya başladım. Sırada “Kapitalizmin Metafiziği-Hristiyanlık ve Kapitalizm” adlı kitabı beklemektedir.

Süleyman Eryiğit Hocanın “Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünceler” adlı bu kitabı Net Kitaplık Yayıncılık tarafından Haziran 2021 tarihinde 232 sayfa olarak baskısı yapılmış. Kitapta kaçıncı baskı olmadığından 1. Baskı olduğuna kanat getirdik. Yayınevi vasıtasıyla Süleyman Eryiğit Hoca 06.12.2024 tarihinde kitabı adıma imzalamış ve Yayınevi tarafından gönderilmiştir. “Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünceler” adlı bu kitabı iki bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölüm “İnsan Hala Meçhul”, “Big-Bang’den Homo Sapiens’e”, “Pozitif Bilim ve İnsanın Anlam İhtiyacı”, “Evrim Teorisi ve Etik/Ahlak”, “Aklımız Zekâmız ve Gezegenimiz”, “Homo Sapiens Uygarlığı Küresel Isınma ve Gezegenin Geleceği”, “Doğa, Bilim ve Metafizik”, Bilim Din ve anlam Üzerine”, “Tanrı Zar Atmaz!”, “Makine Ağlar mı?”, “Uzaydan Beklenen Sinyal”, “Bundan Böyle İslam Bilimle Çatışacak!” başlıklarından oluşmakta, ikinci bölüm ise “Göğü Zıpkınlamak(!)”, “Hüsmen Ağa Bütünüyle Haksız mı?”, “Gazali Hume ve Kant”, “Gazali ve Leibniz’e Göre Âlem Bundan Daha İyi Olmazdı(!)”, “İnsanın teolojik ve Felsefi Özgürlüğü Üzerine”, “Teolojik ve Felsefi Bakımdan Tarihi Anlamak”, “Felsefe özgünlüğünü ve Özgürlüğünü Kaybediyor mu?”, “Fizik ve Metafizik: Yeni Fiziğin Felsefesi ve Tolojik Yansımaları Üzerine Bir Deneme” başlıklarından oluşmaktadır. Bu başlıklar altındaki yazılar daha önce Türk Yurdu Derisinde yayınlanmış yazıların düzenlenerek kitaba alınmış halidir.

Süleyman Eryiğit hakkında verilen bir paragraf biyografik (s.5) bilgiden sonra “İçindekiler” (s.7) kısmı yer almakta ve akabinde yine bir sayfalık “Takdim” (s.9) yazısıyla kitaba Bismillah denmektedir.

Uzayın derinliklerine bilimsel araştırma araçları gönderen insanoğlunun kendisinin metafizik derinliğini bilmediğini ve araştırmadığını söyleyen Süleyman Eryiğit akıl ve zekânın mekânın beyin olup olmadığını sorgulamakta ve bizi bu hususta düşünmeye sevk eden, edecek sorular sormaktadır (s.14). İnsanın dışarıdan gelen nesnelere ait uyarıları kaydedip anlamlı kılma işini yani bilmeyi beyin hücreleri-sinir hücreleri- beyin nöronlar ile geçekleştirdiğini ancak bu hücrelerin de kendisini her an yenilediği halde bilgiyi yeni hücreye nasıl intikal ettiriyor da bilmenin gerçekleşmesi için bilgi akımını muhafaza ederek her daim elde edilen bilgiyi bilmenin sürdürülebildiğini sorguluyor (s.15).

Aklın “yerin ve göklerin kabul etmediği, lâkin insanın kabul ettiği emanet” (s.15-16) ve insanı “yeryüzünün halifesi” (s.16) olmasına vesile olan yeti olarak gören Süleyman Eryiğit “Nefisle ruh aynı şey midir?” (s.16) diye sorarak İslam düşüncesinde Aristo geleneğini takip eden Aristo, Gazâli, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd gibi düşünürlerin Nefs ve ruh aynı gördüklerini “Aristo’dan başlayıp İbn-i Rüşd’e uzanan İslam Geleneğinde de nefisle ruh, aynı hakikatin iki farklı görünümü olarak kabul edilmiştir.” (s.16) diyerek ortaya koyar ancak Nefs ile ruh arasındaki farkı ortaya koymak için de Yaşar Nuri Öztürk’ün bu iki kavrama birlikte benlik dediğini ve “Gazâli’nin de dediği gibi benlik yüzünü ulvî âleme; Allah’a çevirdiğinde ruh, süfli âleme, maddeye çevirdiğinde nefs adını alır.” (s.17) ifadelerini aktararak ortaya koymaya çalışır. Ancak Süleyman Eryiğit bu Geleneksel İslam düşüncesinin ruh kavramına bakışını vermekle birlikte kendisi Geleneksel İslam düşüncesindeki gibi bakmaz ruh kavramına. Ona göre “Kur’an’ın nefs ve onun nitelikleri/mertebeleri konusunda sergilediği tabloyu anlamakta zorlandığımız gibi, ruhu da ‘habis’ ve ‘kötülüğü emreden’ bir öz olarak anlamamız icap etmektedir ki; bu halde yukarıda verdiğimiz; “Biz ona ruhumuzdan üfledik” ayetini, sadece canlılığın yaratılması anlamında mecaz bir ifade olarak kabul etmemiz icap eder.” der ve İbn-i Sina’nın ve Gazâli’nin ruh için benimsediği “yaratılmış ancak ebedi” kabullerinin felsefi olarak temellendirmenin mümkün olmadığını” (s.18) ifade eder. Bu karşı duruşunu da “bir özün hem yaratılmış hem de ebedi/sonsuz olması felsefi bakımdan çelişki ifade eder. Çünkü ebedilik, sonsuzluk; yani yok olmamak ise, sonu olmayanın başlangıcı da olamaz.” (s.18) ifadeleriyle ortaya koyar. Nefs ve ruhun ayrı ayrı hakikatler olduğunu düşünen Süleyman Eryiğit bu farklılığı 20. Sayfadaki 17.dipnotta “Hayvanlar sorumlu olmadığına göre öyleyse onlardaki canlılığı, ruhla değil canlılık/hayat anlamındaki nefsle anlamak gerekmektedir.” (s.20) diyerek netleştirir ve can ile nefs’in aynı olduğunu ancak insanların diğer canlılardan ruh sayesinde ayrıldığını ima eder. Süleyman Eryiğite göre zaten akıl da “yerin ve göklerin kabul etmediği, lâkin insanın kabul ettiği emanet” ve insanı “yeryüzünün halifesi” kılan yeti değimliydi. İşte bu ruh ve akıl insanı hayvanlardan ayıran vasıftır.

Biyolojik evrimden hareketle sosyal evrimi savunan Herbert Sepencer’den etkilenen Hitlerin ortaya çıktığını, Herbert Sepencer’in Sosyal Darwinizm adı altındaki ırkçılığı meşrulaştıran görüşlerini duyunca Chaerles Robert Darwin’in paniğe kapıldığını bizzat yakın arkadaşı ve öğrencisi Thomas Huxley ifade etmiştir (s.33). Süleyman Eryiğit “Hem Darwin ve Huxley hem de diğerleri, evrimin sosyal hayatta da geçerli olduğunu kabulü halinde ırkçılığın, güçlü olanın zayıfı yok etmesinin evrimin bir gereği olarak meşru olması gerektiğini kabul etmek zorunda kalacaklarını, oysa ahlaki olarak bunu onaylama”nın mümkün olmadığını tespit etmekte ve dolayısıyla hem evrimci hem de sosyalist olmayı imkânsız saymaktadır.

Bu kitabı okumaya başlamadan birkaç gün önce hep aklıma akıl ve zekâ arasında fark var mıdır? Yoksa birbirinin aynımsıdırlar diye düşünüyordum. Ancak bu kitabı okurken Prof. Dr. Yümni Sezen Hocanın Türk Ocaklarından 2025 yılı Fikir Eserleri alanında ödül almış yeni kitabı “Özgürlük Felsefesi ve Din Devrimi” adlı kitabında aklı, akıllı hareket etmeyi Allah’a verilen söz’e bağlaması, “Kalü Belâ” cevabının gereği olarak insana yüklenmiş emanet olduğu, yani hiçbir canlının taşıyamadığı ancak insanın kabul ettiği ve diğer canlılardan farklı kılan fark olarak görmesi de Süleyman Eryiğit Hocanın hem yukarılarda anlattığı emanet olması ile hem de “Akıl verili bir durumdur; iktisabımız değildir; vehbîdir, kesbi değildir. Zekâ da öyledir. Mamafih zekâ, anlam, fehmetme, çözüm bulma ve alet yapma yanımız anlatan bir kavram ve yetidir. Buna mukabil akıl, zekânın önümüze serdiği bu malzemeler ve verilerden hareket ederek teşhis, temyiz, tefrik, terkip ve sistem kurabilme yanımızdır. Aklımızla biz insanlar, zekânın bulduğu ya da ürettiği verilerden hareketle doğru olanı, ahlaki olanı, insani olanı, soyut olanı ararız ve buluruz. Zekânın tek tek önümüze serdiği bu malzeme yığınından aklımızla bütün ve mutlak bir gerçeklik fikrine ulaşırız. (…) birçok filozof aklı Tanrı^ya; Tarı’nın varlığına götüren bir alet olarak görmek ve anlamak zorunda kalmıştır.” (s.50) aklı dini olana anlamlandırmaya bağlamaktadır. “Zekâ çözüm üreten, akıl ise tercih, tefrik ve terkip yaparak bizi “aşkın olan”a ulaştıran yetimiz[dir]. Akıl bize neyin doğru neyin yanlış; neyin yararlı neyin yararsız olduğunu söyler. Zekânın değerle, ahlaki/etik olanla bir işi yoktur. ” (s.51) ifadelerindeki ilahi bağı işaret eden cümleler örtüşmekte ve aklı Rab ile ilişkilendirmektedir.

Son yılların, son ayların, son günlerin Dünya’da ve Türkiye’de en tartışılan konusu “Yapay Zekâ insanlığın sonumu olacak, Robotlar insanın yerini mi alacak?” sorularıdır ki Süleyman Eryiğit Hoca bu korkularımızın üzerine biraz su serpiyor ve umutlandırıyor. İnanmış bir bilim adamının bakışının ne kadar önemli olduğunu da Süleyman Eryiğit Hocanın bu akıl yürütmesiyle görüyoruz. Çünkü ateist ve seküler anlayışın “kedini yaratan insan” (s.57) anlayışının geneli ve ateist ve seküler bir deha olan Hawking insanlığın sonunun insanın yaptığı Nükleer Silahlar ve Yapay Zekâyla olacağını söylerken insanoğlunu kurtarmak için uzayda koloniler kurmayı salık vermektedir. Hâlbuki Süleyman Eryiğit Hoca “Oysa Kur’an’a göre bu mümkün olmaz. Çünkü sonsuz ve sınırsız varlık ancak Allah’tır. Hadis; yani sonradan var kılınmış olan insan, sonlu ve sınırlı olmak durumundadır. Sonlu ve sınırlı olan insanın imkân ve potansiyelinin sonsuz olması mümkün değildir. Bu halde her bir insanın Kur’an’a göre halife olmak vasfı belki onun aklının ve zekâsının potansiyeline; dolayısıyla onun alet yapma, uygarlık yaratma gücüne işaret etmekte; ancak sınırsız bir özgürlüğe tekabül etmemektedir. Mutlak olarak özgür olmayan [kendisi sonradan yaratılmış olan, kendi kendisine var olamayan] bir varlık tanımı gereği sonsuz olamaz. Buradan hareketle kendisi sonlu ve sınırlı bir varlık olan insanın “yarattığı [icat ettiği] tüm varlıklar” da sonlu ve sınırlıdır. (…) Hawking gibi bir bilim adamının dahi “insanlığını sonunu getireceğini söylediği Yapay zekâ” sonlu ve sınırlı bir varlık olan insanın “yarattığı” bir “varlık” olarak, sonlu ve sınırlı durumundadır. Çünkü hem felsefi hem de teolojik olarak sınırlı ve sonlu olan bir varlık, sınırsızı ve sonsuzu yaratamaz. Dolayısıyla insanın ürünü olan yapay zekânın, insanı alt edeceği fikri oldukça uçuk ve sadece fantastik bir düşünceyi anlatır.” (s.57) bütün karamsarlıkları bertaraf ederek önce bilim adamlarını sonra insanoğlunu “öncelikle Müslüman bilim adamları olmak üzere tüm bilim insanlarının, yoğun bir şekilde Kur’an-ı Kerim’i okuma ve anlama çabasına girmesi icap etmektedir. (…) Kur’an’ı Kerim’in uyarılarına ve yol göstericiliğine çok ihtiyacımız var” (s.58) diyerek dini anlamaya çağırmakta ve sanki insanoğluna yeniden Allah’ın ipine sarılmayı tavsiye ediyor. Ve “Yapay zekâ nihayetinde bir makinedir. Hiçbir makine insanlaşamaz. O sadece algoritmadır. Algoritmaların ise ruhu ve nefsi yoktur. Ruhu ve nefsi olmayan hiçbir varlık canlı varlık olamaz; böyle bir varlık insan hiç olamaz.” (s.105) diyerek de Allah’ın yaratmadığı hiç bir şey de ruh ve nefs olmayacağı için de canlı olarak addedilemez olduğunu vurguluyor.

Süleyman Eryiğit İbn-i Rüşd’ün kendinden önce gelen İbn-i Sina ve Farabi gibi İslam filozoflarının geleneğinin devam ettirerek felsefe ve dini aynı kaynaktan gelen ve dolayısıyla varlığın hakikatinin aranmasında bizi aynı gerçek sonuca götüren iki etkinlik olarak kabul ettiği tespitini yaptıktan sonra “Evreni yaratan Allah, evrenin işleyiş yasalarını da evrende Sünnetullah olarak geçerli kılan” (s.59) olması dolayısıyla pozitif bilimlerin neticede evrenin kanunlarının gözlemlenerek ve denenerek bilginin oluşturulması noktasından hareketle bilim ve din “aynı kaynaktan gelen hakikatin iki farklı görünüm ve dilinden ibarettir.” (s.59) sonucuna varmaktadır. Ve bu anlatılanlardan hareketle de “Nasıl felsefe bizi aynı kaynağa götürüyorsa, bilim de bizi aynı yere; yani Allah’a götürmektedir; götürmelidir.” (s.59) Felsefe ve bilimin amacının Allah’ı bulmak olduğunu ifade ediyor.

Yukarıda bilim ve felsefe bizi Allah’a götürmelidir diyen Süleyman Eryiğit tam bunun aksi bir ifade kullanarak sanki bilim Allah’ı bulamaz demek istemiş gibi görünse de “Eğer bilim ve onun verileri Allah’ı bilmede ve bulmada yeterli olsalardı, Allah’ın imtihan sırrının hikmeti ortadan kalkardı. Çünkü eğer Allah bizim için evrendeki her şeyi O’nu bilme ve tanıma bakımından ‘Kur’an’daki metafizik anlamda’ bir imtihan vesilesi yapmışsa, bu imtihanın sonuna kadar hiçbir cevap kümesi Allah’ı bilmenin nesnesi yapacak olan cevapları içermez; içeremez. Dolayısıyla hiçbir bilimsel veri/bilgi seti şeksiz şüphesiz insanı Tanrı/Allah inancına tek başına taşıyamaz.” (s.72) ifadelerinde de açıkça izah ettiği gibi Kur’an-i manada Allah’ı vasıflarının eksiksiz manada mahiyetini bulamaz ancak varlığına delalet eder demek istemektedir.

Süleyman Eryiğit bütün mitolojilerdeki bilgiler ile semavi dinlerdeki bilgilerin aynı olmasını iki sebebe bağlamaktadır. Birincisi kutsal metinlerin mitolojik hikâyelere bulaşması, ikincisi de ilk insan Adem’den ve onun çocuklarından intikal eden vahyi bilginin, nesiller içersinde deforme olmuş ve dünyevileşmiş bilgilere dönüşmesidir (s.87). Allah katında tek din İslam olması dolayısıyla bozulan bilgiler her yeni nebi sayesinde yerine konulmaya çalışılmıştır.”Bu süreç ‘ilk insan’ ve ilk peygamber Adem’le başlamış son peygamber/nebi/Resul Hz. Muhammed’e kadar devam etmiştir.” (s.88) Batı düşüncesinin bile Promet’nin ateşi tanrılardan çalması hikâyesinde ateş “hem gerçekten ateşi hem de insanın tanrısal bilgiyi elde etmesine tekabül eder.” (s.91) ki bu da bilginin kaynağının Allah olduğunun başka bir izahıdır. Batının bilgi kaynağının Tanrı’ya rağmen olduğu ve bu yüzden kendinden fedakârlık yapmadığını çevre kirliliği, küresel ısınma, iklim değişikliği, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir enerji vb. problemlerine yine bilgi ile çözüm aradığını ancak İslam’ın bilgi kaynağının ilahi olduğunu ve öteden beri somut/nesnel/olgusal bilgiyi Allah’ın varlığının ayetleri olarak kabul edip; onu hikmet ve öğüt ağırlıklı anlamıştır (s.95).

Bu güne kadar Batıdaki Kilisenin kendi içinde çıkıp sanayi devrimi yapan bilimi üreten bilim ile çatışmasına rağmen İslam dininin hikmet menşeli bilim anlayışı hiçbir zaman bilimle çatışmamıştır. Ancak 2016 yılının Nisan ayından önce toplanan Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda da yaşandığı kabul edilen 4. Sanayi Devrimi getirmiş olduğu bilimsel bilgi ile İslam dininin çatışacağını söyleyen Süleyman Eryiğit bunu da “İnsan aklının ve zekâsının bu kullanılma biçiminin [Batı dünyasının sahip olduğu hikmeti arayan değil din dışı alana savrulmuş cenneti dünyada arayan seküler bir bilim anlayışı] bir sonucu olarak bilgi ve teknoloji üretimi, şimdilerde 4’üncü Sanayi Devrimi olarak adlandırılan bir sürece evrilmiş; yapay zeka, robotlar, mega veri, şeylerin interneti, 3D yazıcılar vb. gibi bilim ve mühendislik çalışmalarına yönelmiş durumdadır. Ayrıca bilim, bir yandan genom teknolojileri ve klonlama çalışmaları, diğer yandan da yapay dölleme, yapay rahim ve birer kod numarasından ibaret olacak olan insan üretimi imasıyla da geleceğimiz belirleyeceğini iddia etmektedir.” (s.129) ifadeleriyle tespit etmektedir. Ancak İslam’ın bunun nesiyle çatışacağını da yine kendisi söylemektedir: İslam; Dini, Canı, Malı, Nesli ve Irzı korunması temelinden oluşan beş kapıdan bakar dünyaya düzenine. İşte Neslin korunması ilkesi ile İslam Nesebi Gayri Sarih ya da Nesebi gayri sahih nesiller istemediği için Batının bilim dediği sperm bankalarından siparişle, yapay rahim vs. ile yetiştirilecek anası ve babası belli olmayan nesle karşı olacağı, olduğu için İslam bu 4. Sanayi Devrimi denile evrede üretilen bilimsel bilgi kabul edilen bilgilere karşı duracaktır.

“İnsanın Teolojik ve Felsefi Özgürlüğü Üzerine” (s.170) başlıklı yazısında Süleyman Eryiğit önce felsefenin en sakini agnostisizm ekolünün Tanrının varlığı konusundaki kabulünün/öncülünün “[insan] her nasılsa olmuş; biz bunu anlamayız; biz verili olandan, yani varlıktan başlarız; onun nasıl olduğu önemli değildir, önemli ve elverişli olan var olandır; bu bize yeterli bir başlangıç sağlamaktadır.” (s.171) dediğini tespit ederek daha sonra ateist bir filozof olan Sartre’i ele almış ve onun insanın ilk yaratılışını “İnsan rastlantı sonucu meydana gelmiş ve bu dünyaya atılmıştır. Yani insanın rastlantı sonucu meydana gelmiş bulunması, Sartre’in felsefesi için bir öncüldür; bir dogmadır. Çünkü bunu kanıtlamanın imkânı yoktur.” (s.172) şeklinde rastlantıya bırakmasıyla yaratıcı olarak bir “Tanrı”yı kabul etmediklerini izah etmiştir. Daha sonra İslam’ın görüşünü ele almaya geçmiş ve insanın mutlak zorunluluk altında bulunduğunu savunan Cebriyenin “İnsanı yaratan Allah, bu insanın tüm yapıp etmelerini de onun herhangi bir dahli olmaksızın takdir etmekte ve bu insanı dünyaya, doğal ortama salmaktadır.” (s.176) şeklindeki bakış açısıyla insan kader karşısında hiçbir etkinliği olmayan bir varlık olarak hayat sürmektedir. Ancak Süleyman Eryiğit İslam’ın başka mezheplerinin bakış açılarına da temas etmekte ve onların da “(i) Allah, insanı yaratıp kendi halinde bırakmakta, insana müdahil olmamakta, insan kendi fiilinin de yaratıcısı olarak yapıp eylemekte, (ii) İnsan fiillerinin/eylemlerinin faili ancak yaratıcısı olmayıp, El-Hâlık olan Allah, insanın özgür seçimlerinin nesnesini yaratmaktadır.” (s.176) olduğunu tespit etmektedir. Allah adil davranarak insanı doğru/yanlış, iyi/kötü, çirkin/güzel değer ölçütleriyle donatmış, akıl vermiş yap/yapma, eyle/eyleme seçenekleriyle imtihana tabi tutup seçimlerinden dolayı sorumlu tutmuştur. Seçimlerinden dolayı sorumlu tutulan insanın fiillerinin nesnesini yaratan Allah bu seçim sayesinde onu özgür kılmıştır.

“Teolojik ve Felsefi Bakımdan Tarihi Anlamak” (s.181) başlıklı yazısına “Tarihi Kim Yapar?” diye bir soru sorarak başlayan Süleyman Eryiğit bu soruyu “Tarihi tabii ki insan yapar” diyerek cevaplar. Tarihi yapan insanlardan ilk akla gelenlerin peygamberler olduğunu söyleyen Süleyman Eryiğit onların bu tarihe etkilerini “Sadece kutsal metinlerin bize tanıttığı kişiler olmayıp, aynı zamanda tarihsel birer özne de olan peygamberler, tarihin akışına; bir başka şekilde oluşumuna etki etmişler; yön vermişler; tarihi yapmışlardır.” (s.181) cümleleriyle ifade etmektedir. “Tarih yazı ile başlar” genel kabulünün yanında Kutsal metinlerdeki tarihi verilerden hareketle tarihin iki farklı başlangıcı olduğunu bunlardan birincisinin kutsal metinlerde ilk insandan bahseden tarihi bilgiler dolayısıyla ilk insanın yaradılışıyla başladığı, diğerinin ise yazı ile başlayan tarih olduğunu ortaya koyar. Yazı ile başlayan Tarih disiplinin dönemleri izah etmek için “Tarih öncesi” olarak isimlendirdiği ve yazıdan önce mevcut olduğu anlaşılan kutsal metinlerde geçen ve kalıntılarda ortaya konulan tarihin MÖ.4 bin yıl öncesine ait bir tarihin varlığını gözler önüne serer. Ve ilk insanın yaratılışıyla başlayan bu tarihe de Felsefi tarih adını veriri. Felsefi Tarihi yerine Tarih Felsefesi de denilebileceğini ancak Tarih Felsefesi ifadesinin tarihi yazı ile kısıtladığını ifade eder. Süleyman Eryiğit kısaca “Öyleyse biz tarihi, tarih bilimin başlattığı yerden değil, felsefi tarihin başlattığı yerden anlamaya başlamalıyız. Yani tarihi ve dolayısıyla insanın hikâyesini kutsal metinlerin başladığı yerden başlatmak durumundayız.” (s.182-183) diyerek özetlemektedir.

“Kur’an’a baktığımızda; Allah’ın, Âdem’den başlayarak zaman zaman peygamberler göndererek tarihin akışına müdahale ettiği görülmektedir. İster kitaplı ister kitapsız olsun bu peygamberler, gönderilmiş oldukları kavim, topluluk ya da medeniyet havzalarında yaptıkları etkilerle, tarihin akışını veya oluşumunu etkilemiş veya yeniden belirlemişlerdir. Bu duruda tarihin akışına etki eden, yeniden belirleyen peygamberlerin yarattığı bu sonuçların, gerçek faili/yaratıcısı/etkin nedeni, Tanrı/Allah olmaktadır. Yani Allah, zaman zaman tarihe doğrudan müdahil olmuştur.” (s.184) ifadeleriyle Tarihin akışına müdahaleleri peygamberler yapmış olduğu görünse de arka planda tüm bu olup bitenlerde tarihi yaratan ve yapanın Tanrı/Allah olduğu sonucunu çıkarmaktadır. Tabi tarihi etkileyen, değiştiren öznelerin hepsinin peygamberler olmadığını da görüyoruz ki kendi özgür iradeleriyle bu değişimi yapan insanların arklarında peygamberler gibi vahiy yoktur. Nihayet “Öyleyse tarih, hem tanrı hem de insanın özgür iradesi tarafından yapılmaktadır.” (s.185) sonucuna varmaktadır. Ancak aralarında fark “Tanrı’nın peygamberler aracılığıyla tarihe müdahalesi hiç şüphesiz rahmet ve inayettir; yani salt iyiliktir. Peygamberler dışında kalan tarih yapıcı tüm öznelerin etkileri ise “Salih olan amel” ya da “Salih olmayan amel”, olarak anlaşılmak durumundadır.” (s.185)

Süleyman Eryiğit Paulus (s.186) ve Hegel (s.188) felsefesi ve tarih anlayışını irdeledikten sonra İslam’ın Cebriye mezhebinde tarih anlayışının “hiçbir insan asla ve kar’a kendi filinin ne faili ne de yaratıcısıdır.” (s.195) fikrinin hâkim olduğunu ve insanın tarihin akışına yapmış olduğu müdahalenin bu yüzden insan tarafında değil de insanın fiillerini yaratan Allah tarafından olduğu sonucuna çıktığını izaha çalışıştır. Yani neticede ne peygamber ne de insan tarih yapmamakta tarihin akışına müdahale yalnızca Allah tarafından yapılmaktadır. Bu durumdan çıkış olarak da en isabetli kararı verenin İslam’ın orta yolu olarak gördüğü Ehli Sünnet Velcemaat yolunun kader anlayış olduğunu insanın özgür iradesiyle fiillerini seçip eylemekte olduğunu ancak Allah’ın bu fiillerin nesnesini yaratmakta olduğunu, yani insan fiillerinin faili, Allah’ın da yaratıcısı olduğunu savunmaktadır.

Dijital dünyanın sanal ortamında insanoğlunun önüne yeni felsefi problemler çıktığını söyleyen Süleyman Eryiğit bu problemlerin çözümünde seküler felsefenin çözüm üretmesinin söz konusu olamayacağını ancak teolojik felsefenin insanın bu yeni problemlerine çözümler üreterek anlam ve değer ortaya koyacağını ve bu anlam ve değerler üzerinden insanlığının ihyasını ve inşasını gerçekleştireceğini düşünmektedir. (s.206) Ki bunun da ancak “Tanrı’sız yapamayan insan aklından ve bu ihtiyacı karşılayacak olan vahiy olan Kur’an’daki Tanrı inancı üzerinden yapılacak felsefi çalışmalardan” (s.207) neş’et edeceğini savunup, ileri sürmektedir.

Süleyman Eryiğit İmam Gazali’den beri İslam’ın gelenekselleştirdiği felsefenin küfür, felsefecilerin de kâfir olduğu küfür işledikleri yönündeki bakış açısının aksine felsefeyi İslamileştirerek İslam’a inan bir felsefeci olunabileceğini göstermektedir. Önemli olan felsefe yapan kişini ateist ya da İslami açıdan bakınca Müslüman mümin olmasıdır. Kişinin inancı varsa yapılan felsefe de inancının ve dinin verileriyle olduğu için küfür olmaktan kurtulmuş oluyor.

Süleyman Eryiğit İşletme eğitimi alarak ‘Üretim ve Pazarlama’ alanında yüksek lisans, ‘Ahi Birliklerinde Yönetin ve İşletme’ üzerinde doktora çalışmalar yapan bir iktisatçı olarak İslam Dini İlahiyat alanında ve Felsefe konusunda yetkin bir kişi olduğunu kitapları vasıtasıyla ortay koymuş birisi olarak “Bilim ve Felsefe Üzerine Düşünceler” kitabında günümüz İslam Dünyası ile Türk Dünyasının çözüm arayan düşünce problemlerine İslami bakış açısıyla felsefi çözümler sunarak bunalımdan çıkış yolunda farklı ve sağlıklı pencereler aralamıştır. Bize düşen okumak ve anlamaktır. Biz problemlerimiz ancak Süleyman Eryiğt’in salık verdiği gibi Kur’an’ı anlamaya çalışarak ve meselelerimize kendi medeniyet çerçevemizden bakar ve onun da işaret ettiği yoldan giderek bilimsel bir bakış açısı yakalayabilirsek çözebiliriz.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 166,02 M - Bugn : 375095

ulkucudunya@ulkucudunya.com