« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

12 May

2011

ÇILGIN PROJE

12 Mayıs 2011

Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul için 'Çılgın Projesi'ni açıkladı. Karadeniz ve Marmara arasında bir kanal açılacak; kanalın uzunluğu 40 kilometreyi bulacak, derinliği 25 metre, genişliği ise 150 metre olacakmış… Bir hafta sonra ‘iki yeni şehir’ projesini kamuoyuna açıkladı. Bu şehirlerden biri İstanbul'un Avrupa yakasında Karadeniz kıyısında, diğeri ise Anadolu yakasında kurulacakmış. Bu şehirlere deprem riski altındaki bölgeler taşınacak. Bu gönüllülük essasına göre yapılacak, kimsenin hakkı da yenmeyecekmiş. Ve üçüncü köprünün yol güzergâhı bu şehirlerin kurulacağı yerlerden geçecekmiş… Ki ‘Çılgın Proje’yi uzmanlar da siyasetçiler de olumlu bulmadılar. Uzmanların, tepkileri projenin gereksiz ve İstanbul için faydalı değil, zararlı olduğu yönünde… Siyasetçilerdense sadece Şevket Kazan’ın söyledikleri dikkat çekici gibi, diğerlerinin söyledikleri ise bildik muhalefet ağzı... Şevket Kazan şöyle demiş: Sayın Başbakan, İstanbul'a iki tane şehir daha ilâve edecekmiş. Bunu diyen kişi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken “İstanbul'a girişler vizeye bağlansın” diyen adamdır… Bu şehirlere nüfusu nereden bulacaksın? Türkiye'nin doğusundan… Sen, Türkiye'nin doğusunu boşaltıyorsun. Sana, bu politikaları kim tavsiye ediyor? Bunu, sen kendin mi düşünüyorsun, yoksa uluslararası birtakım temasların sayesinde sana bunlar telkin mi ediliyor?

Bütün bu görüşlere katılmakla birlikte, benim dikkat çekmek istediğim husus başka; bana göre çok daha mühim ve Türkiye için çok da tehlikeli, sizinle bu konudaki düşüncelerimi paylaşmak istiyorum… İzin verirseniz, düşüncemin ana fikrini hemen arz edeyim; bu projenin gizli bir maksadı var… Ve bu, BİZANS’IN İHYÂ EDİLMESİDİR!

‘Bu ne saçma bir komplo teorisi, M. Metin Kaplan? Ne alâkası var? Sen aklını mı yitirdin?’ denilebilir. (‘Mehmet Bakar Olayı’ başlıklı yazım (www.ulkucudunya.com) okuduğunda da böyle denmişti, çünkü… Sonra ne oldu? Büyükada’daki eski yetimhane arazisi olduğu iddia edilen yer, Fener Rum Patrikanesi’ne verilmedi mi?) Fakat lütfen böyle denmesin, kararınız, yazı sonuna kadar okuduktan sonra verilsin.

Ankara Ticaret Odası, birkaç yıl evvel yayımlamakta olduğu 'Vatansever'in El Kitabı' dizisinin üçüncü kitabında; 'Patrikhane'nin Beş Aşamalı Gizli Plânı'nı gündeme getirdi. İsterseniz, önce bu Plân’ın aşamalarına, kısaca bir göz atalım. Sonra devam ederiz:

''Aşama/1. 'TC kanunlarının, vesayet ve engellemesinden, kurtulmak! Patrikhane, Lausanne Antlaşması'na tabi olduğundan, Azınlık Statüsü'ne bağlıdır; bu yüzden Patrik ve Sen Sinod üyeleri, ancak TC vatandaşı ruhâniler arasından seçilebiliyor. Rum Patrikhanesi'nin Vatikan Statüsü'ne yükselebilmesi için önce TC yasalarının vesayetinden kurtulması lâzım; 'Ekümeniklik' sıfatının verilmesi, bu yüzden gerekli sayılıyor; eğer Patrikhane 'ekümenik' olursa, Türkiye artık onu kontrol edemeyecektir...'

''Aşama/2. 'Sur içindeki eski İstanbul'un, ekümenik sıfatıyla, eski Konstantinopolis olarak, yeniden ihyası. Türk ve Rum işadamlarının satın alıp, azınlık vakıflarına; onların da, Patrikhane'ye hibe ettikleri gayrimenkullerle; Patrikhane, bu düşüncenin altyapısını önemli ölçüde gerçekleştirdi. 'İstanbul'u sorunlardan kurtarma gibi projelerle de, 'Sur içindeki İstanbul', esas şehirden ayrılır, dinî ve kültürel çehresi öne çıkarılırsa, Vatikan'a giden yolda çok büyük bir aşama kaydedilmiş olacak. BM, AB, UNESCO ve Dünya Kiliseler Birliği gibi kuruluşların parasal yardımlarıyla, şehrin eski Bizans ve Hıristiyan çehresi ön plâna çıkarılacak; Patrikhane, mülkiyetine sahip olduğu çevre araziyi yerleşime kapatarak, kendi kontrolüne almış olacak...'

''Aşama/3. '... Hıristiyan ülkelerin, İstanbul'da dinî ataşelikler açmaları. Türkiye'de büyükelçilikleri bulunan tüm Hıristiyan ülkeler, Patrikhane civarındaki yeni Konstantinopolis'te birer 'Din Ataşeliği' açacak. Bunlar bir süre sonra Vatikanlaşacak (yani devlete dönüşecek) düzendeki, büyükelçilikler olacak...'

''Aşama/4. 'BM, AB, UNESCO gibi uluslararası kuruluşlar, surlar içindeki tarihî Konstantinopolis'i 'açık şehir'e dönüştürerek, Türkiye'nin 'hükümranlık hakkı'nı tartışmaya açacaklar. Önceki üç aşama gerçekleşirse, Türkiye artık gelişmelerin önüne geçemeyecektir. Başta BM, AB, Dünya Kiliseler Birliği, UNESCO gibi birçok uluslararası kuruluş, tarihî Konstantinopolis'in restorasyonunda katkı sahibi olacak; şehrin Bizantinist ve Hıristiyan karakteri ön plâna çıkarılacak...'

''Aşama/5. 'Vatikan'ın (Bizans'ın) yeniden kuruluşu. Bu safhada, 'ekümenik' bir Patrikhane'nin önderliğinde, Bizans yeniden ihya edilmiş oluyor. Önce İstanbul'un tamamı, sonra da kademeli olarak, Boğaz'ın Avrupa yakasındaki toprakları, Türkiye'nin elinden çıkarılacak. Ekonomik darboğazlarla bozulan, dış baskı ve ambargolarla bunalan, PKK terör örgütü ve sözde dost komşularıyla boğulan bir Türkiye, bu safhada elbet dünyayı karşısına alamayacak, mücadelede hiçbir yerden destek de bulamayacak.'...''

‘Bu bir plân, ne olacak? Uygulanmadıktan ya da uygulanamadıktan sonra plân yapsalar ne olur, yapmasalar ne olur?’ denilebilir ki bu mantıken doğrudur da... Öyle ise bu durumda irdelememiz gereken şey, Patrikane’nin Gizli Plânı’nın ne durumda olduğudur. Hakikaten ‘Patrikhane’nin Gizli Plânı’ ne durumdadır? Akamete mi uğradı, uygulanılmaya mı başlandı? Tabiki uygulanılmaya başlandı! Daha doğrusu adım adım uygulanıyor!

Bu, bakın nasıl oldu?

Önce, 16. 06. 2005 tarihinde 5366 sayılı ‘YIPRANAN TARİHÎ VE KÜLTÜREL TAŞINMAZ VARLIKLARIN YENİLENEREK KORUNMASI VE YAŞATILARAK KULLANILMASI HAKKINDA KANUN’ çıkarılarak, birinci adım atıldı. Kanunun AMAÇ VE KAPSAM başlıklı 1. Maddesi aynen şöyle: Madde 1 – Bu Kanunun amacı, büyükşehir belediyeleri, büyükşehir belediyeleri sınırları içindeki ilçe ve ilk kademe belediyeleri, il, ilçe belediyeleri ve nüfusu 50.000'in üzerindeki belediyelerce ve bu belediyelerin yetki alanı dışında il özel idarelerince, yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilân edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihî ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılmasıdır.

Bu Kanun, yukarıda belirtilen amaçlar doğrultusunda oluşturulacak olan yenileme alanlarının tespitine, teknik altyapı ve yapısal standartlarının belirlenmesine, projelerinin oluşturulmasına, uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim, katılım ve kullanımına ilişkin usûl ve esasları kapsar.

UYGULANMAYACAK HÜKÜMLER başlıklı 7. Maddesi ise şöyle: “Madde 7 – Bu Kanun kapsamında yer alan yenileme alanlarında, uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler saklı kalmak kaydıyla, diğer kanunların bu Kanuna aykırı hükümleri uygulanmaz.”

Sonra 06. 03. 2008 tarihinde 5747 sayılı ‘BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ SINIRLARI İÇERİSİNDE İLÇE KURULMASI VE BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN’ çıkarıldı ve 2. Maddesiyle Eminönü Belediyesi kaldırılarak, ikinci adım atıldı. Madde aynen şöyle: MADDE 2- (2) İstanbul İlinde Eminönü İlçesi kaldırılmıştır. Eminönü Belediyesi’nin tüzel kişiliği kaldırılarak, mahalleleriyle birlikte Fatih Belediyesine katılmıştır.

Bu iki Kanun niye mi önemli? Bu kanunlarla Bizans’ın ihya edilmesinin kanunî alt yapısı hazırlanıyor da ondan! Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu kanunlardan hareket edip, ‘Avrupa Kültür Başkenti’ tantanasını da bahane ederek, İstanbul’daki Bizans eserlerinin onarımı için büyük paralar harcamaya başladı. (Bu da üçüncü adım!) Bu suretle Bizans dönemine ait saray, kilise, anıt, heykel ve alanlar ya onarıldı ya onarılmaya başlandı ya da onarılmaları için kararlar alındı… AB fonlarından da yararlanılarak ayağa kaldırılacak Bizans eserleri için İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçesinden trilyonlar çıktı, çıkıyor, çıkacak.

İşte ya bakımı yapılacak ya onarılacak ya da aslına uygun olarak restore edilecek olan Bizans eserleri:

1- Tekfur Sarayı 2 milyon lira harcanarak restore edildi. 2- Anemas Zindanları 2 milyon lira harcanarak onarıldı. 3- Bizans’tan kalan karasuları onarılacak. 4- Başta Ayasofya olmak üzere, Bizans’tan kalan bütün kiliseler onarılacak. 5- Sultanahmet’teki Arkeoloji Parkı önce bakıma alınacak, sonra da onarılacak. 6- Süleymaniye ve çevresini koruma alanının kentsel dönüşümü yapılacak. 7- Zeyrek’teki kilise (Pantokratör) ve çevresi koruma alanının bakım ve onarımı yapılacak. 8- Saraçhane Parkı’ndaki MS 524-527 yıllarında yapılmış olan Ayios Polieuktos Kilisesi… Bu kilise, Ayasofya yapılmadan önceki en büyük kilise olarak biliniyor ve aslına uygun olarak yeniden yapılması plânlandı. 9- Sultanahmet’teki Yerebatan Sarnıcı’nın yanındaki Milion Taşı. Bu taş, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkentini, yani İstanbul’u, dünyanın başladığı yer olarak ilân etmek için dikilmiş. 10- 3500 sene öncesine ait, İstanbul’un en eski dikilitaşı olan III. Tutmosis Dikilitaşı da resterasyon kapsamında. Söz konusu taşın MÖ 1550’de Firavun 3. Tutmosis tarafından Mısır’a dikildiği, MS 390’da da Bizans İmparatoru Büyük Theodositis tarafından İstanbul’a getirilmiş olduğu tarihçiler tarafından kaydediliyor.

Velhasıl İstanbul’da Bizans kültür ve medeniyetine dair ne varsa yeniden gün yüzüne çıkarılıyor ve resterasyonu yapılarak, canlandırılıyor... Türk-İslâm kültür ve medeniyetine ait eserlereyse ne sahip çıkan var, ne de bunları hatırlayan... Türkiye’ye AB’ye girme şartı olarak kültürel değişim şartı koyan Avrupa Birliği, Fener Balat’ta yer alan Rum evlerini restore ettirmek için 7 milyon Euro hibe etti… Balat’ta, kimsenin yüzüne bakmadığı harabe haline gelmiş binalar, fahiş rakamlara restore ediliyor. Fener Rum Patrikhanesi’ni çevreleyen ‘Fener-Balat Semtleri Rehabilitasyon Programı’ büyük bir hızla devam ediyor. Ancak Fener-Balat’ta yapılanlar buralar ile sınırlı kalmadı… Toplu Konut İdaresi ile anlaşan İstanbul Büyükşehir ve Fatih Belediyeleri, Edirnekapı’daki Sulukule’de de benzer bir operasyon yaptılar.

Eğer bu Kanun’lar çıkarılmasaydı, bunları yapmak mümkün olur muydu? Olmazdı, olamazdı!

‘Tamam, Fener Rum Patrikhanesi’nin bir Bizans’ı ihya plânı olabilir, hatta bunu, Türk veya kripto Rum-Ermeni-Yahudi işbirlikçilerle birlikte uygulamaya başlamış da olabilir… De bunun, Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı ‘Çılgın Proje’ ile ne ilgisi var?’

Bu suale elbette cevap vereceğim, ama vermek istediğim örnekler henüz bitmedi… Bir de şuna bakın: 29. 11. 2010 tarihinde Büyükada’da bulunan Rum Erkek Yetimhanesi'nin tapusu, AİHM kararı bahane edilerek, T.C. Dışişleri ve Adalet Bakanları’nın talimatıyla Fener Rum Patrikhanesi’’ne verildi!

‘Ama AİHM kararı varmış ya, Bakanlıklar bu kararın uygulanması emrini vermişler. AİHM kararları T.C. Anayasası’ndan bile üstün olduğunu göre bunun neresi yanlış?’ denilebilir. Bu itiraz zahiren doğru gibi görünebilir, ama iki sebepten dolayı doğru değildir.

Bir. Fener Rum Patrikhanesi, Türkiye’deki hukuk yolları tükenmeden AİHM’e müracaat etmiştir. Gerçekten de Türkiye’de ilk kez bir sorun iç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’e yapılan bir müracaatla sonuca kavuşturulmuş oldu.

İki. AİHM kararını, T.C. Adalet Bakanlığı’nın mahkemeye verdiği savunma yazısında “Yetimhane’nin Fener Rum Patrikhanesi adına yeniden tapu siciline kaydettirilmesi haricinde bir alternatif bulunmamaktadır” demesinin üzerine inşa etmiştir... Eğer Türkiye’nin savunma yazısında bu ifade bulunmasaydı, AİHM böyle bir karar vermeyecekti. Veremeyecekti. Üstelik AİHM böyle bir karar verse bile, Türkiye, bu kararı uygulamayabilirdi. (AİHM o zaman Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkûm ederdi. O kadar!) Nitekim bunu, Patrikhane’nin Avukatı Cem Murat Sofuoğlu "Yanılmıyorsam bu Avrupa'da da bir ilk. AİHM kararını ilk uygulayan, yargılama yoluyla mülkiyeti geri veren ülke olduk’” diyerek, ortaya koymuştur.

Avukat C. Murat Sofuoğlu, konuyla ilgili olarak verdiği beyanatta bundan daha önemli bir cümle sarf etmiştir: “Patrikhane’nin tüzel kişiliğiyle ilgili görüşmeler yapılıyor, sonuç seçim sonrasına kalacak.” Lütfen, 'Patrikhane'nin Beş Aşamalı Gizli Plânı'nı da hatırlayarak, bu cümlenin anlamına dikkat ediniz! Her şey o kadar açık ki… Başka bir şey söylemeye lüzum var mı?

01. 01. 2011 tarihinde Ayasofya Müzesi, Topkapı Sarayı ve Sultanahmet Camii’nin bulunduğu meydan araç trafiğine kapatıldı. Ve yayalaştırıldı. Trafiğe kapatılan bu bölgeye giren turist otobüsleri yolcularını yalnızca belirli saatlerde ve belirlenen yerlerde indirecekler. Daha sonra da aynı yerlerden alacaklar… Bu kararı Ulaşım Koordinasyon Merkezi, Fatih Belediyesi’nin talebi üzerine aldı. Sultanahmet Meydanı’na bu tarihten sonra özel araçlar giremez oldu. Meydana sadece resmî araçlar, itfaiye, ambulans, polis ve zabıta araçları giriş-çıkış yapabiliyor. Bu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait zabıtalar tarafından kontrol ediliyor.

Bu suretle, yani Sultanahmet ve Ayasofya Meydanı yayalaştırma projesi kapsamında; Bab-ı Hümayun Caddesi, Tevfikhane Sokak, Kutlugün Sokak, Seyit Hasan Sokak, Utangaç Sokak, Dalbastı Sokak, Kabasakal Caddesi, Atmeydanı Caddesi, Ticarethane Sokak ve Yerebatan Caddesi trafiğe kapatılmış, yayalara açılmış oldu. Bu, ilk adımdır! (Bu eski İstanbul bölgesine Müslüman Türkler bugün sadece araçlarıyla giremiyorlar, -Allah korusun- yarın Bizans ihya edilirse yaya olarak dahi giremeyecekler! Daha doğrusu pasaportla ve vizeyle girebilecekler!) İkinci adım, ‘çılgın proje’ Kanal İstanbul hayata geçirilerek ‘iki yeni şehir’ kurulduğunda, buralarda ikamet eden ahali bu şehirlere nakledilerek, buralar boşaltıldığında atılmış olacaktır!

Bunu, biraz daha açmam lâzım, aksi halde konu tam olarak açıklığa kavuşmuş olmayacaktır: Düşünün, hayal edin, gözünüzün önüne getirin, -Allah korusun- eski İstanbul, Fener Rum Patrikanesi’ne verildi ve Bizans ihya edildi… Buralarda yaşayan Müslüman ve Türk ahali ne olacak? Bunlar, yerlerinde kalacaksa Bizans nasıl ihya edilecek? Yok, buralar boşaltılacaksa bu nasıl yapılacak? Ahali zorla mı göç ettirilecek? Böyle yapılmaya kalkışılırsa Müslüman-Türkler asırlık uykularından uyanmazlar mı? Uyanınca da kıyameti koparmazlar mı? Ahali zorla göç ettirilmeyecekse buralar nasıl boşaltılacak? Parası ödenmek suretiyle satın mı alınacak? Satın alınacaksa bunun 100 milyarlarca doları bulacak olan finansmanı nereden sağlanacak? Bu sağlanamayacağına göre ‘Bizansı ihya projesi’nden vaz mı geçilecek? Ne kadar büyük problemler var, gördünüz değil mi?

İşte Recep Tayyip Erdoğan’ın kamuoyuna açıkladığı ‘Çılgın Proje’ Kanal İstanbul ile bunun yanında yöresinde kurulacak olan ‘iki yeni şehir’, ‘Bizansı ihya projesi’nin uygulanması esnasında ortaya çıkacak olan bütün problemleri; eski İstanbul’un ahalisini, kurulacak ‘iki yeni şehir’e taşımak suretiyle tek kalemde çözüyor!

Adamlar, beş yüz küsur yıllık Müslüman ve Türk İstanbul’umuzun üzerinde Bizansı ihya edecekler. Fakat biz, hem buna karşı çıkmayacağız, hem fethini Peygamber Efendimizin müjdelediği vatanımızın en önemli ve güzel parçasını bunlara vereceğiz, hem Bizansı ihya edecek bu projenin yüz milyarlarca dolarlık finansmanını sağlayacağız, hem de ‘Bizansı ihya projesi’ni hayata geçirsin diye AKP’ye rey vereceğiz! Oh ne âlâ memleket!

Hayır! Hayır! Hayır! Bin kere hayır! Milyon kere hayır! Milyar kere hayır! Birileri çıldırmış olabilir, ama -çok şükür- biz henüz çıldırmadık!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,80 M - Bugn : 7373

ulkucudunya@ulkucudunya.com