« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

29 Nis

2011

KIZMAYIN SORULAN SUALE CEVAP VERİYORUM

29 Nisan 2011

Dostlarımdan biri ortaya dökülen son “rezaleti” kastederek, -sanki ben kendisinden daha fazla bir şey biliyormuşum gibi- “Neler oluyor? Bu, ne iş? MHP’de nasıl olur, böyle bir şey?” diyerek, biraz fırça attı, biraz da merakını izale etmemi istedi. Suali cevapsız bırakamazdım. Olmazdı böyle bir şey, zira dostumun MHP’li olmasında benim belli bir oranda da olsa payım vardı. O da zaten sualleri bana, biraz da o sebeple tevcih etmişti. O halde kendisine cevap vermeliydim... Aklımın erdiği dilimin döndüğü kadar anlattım, bir şeyler… İkna oldu mu? Hiç bilmiyorum… Onun yerinde olsaydım, bu söylenenlere bakarak, ben ikna olur muydum? Doğrusu, bunu da tam olarak bilemiyorum… İş çok fena… Çok kötü… Çok rezil… Çok ahlâksız… Çok adi… Çok… Çok… Çok… Çünkü… Bu yazımda, işte o “konuda” dostumu ikna etmek için ezile büzüle söylemeye çalıştıklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Önce bir fıkra… Mevcut gerginliği, huzursuzluğu ve bundan doğan sıkıntıyı belki bu suretle az da olsa dağıtmak mümkün olur.

Vakti zamanında bir köyde imamlık yapacak hiç kimse yokmuş… Din âlimlerine sanki kıran girmiş gibi… Fıkra bu ya, köyde dinî bilgileri namaz kılacak kadar olsun, doğru dürüst bilen biri dahi yokmuş… Bir gün köyden biri, eceli geldiği için ölmüş… Almış köylüyü bir dert, bir sıkıntı… Cenazenin defin için hazırlanması… Cenaze namazının kıldırılması lâzım… Ama köyde bu görevi ifa edecek hiç kimse yok… Gerçekten de çok zor bir durum.

Lâfı uzatmayayım… Bu vazifeyi yapsa yapsa o yapar demişler… Gitmişler, meşhur Bekri Mustafa’nın kapısına dayanmışlar. Bu işi sen yapacaksın, demişler. Bekri Mustafa ne kadar direndiyse de köylünün elinden kurtulamamış. Çaresiz, olur, tamam yapayım demiş… Cesedi, uydurmuş/kaydırmış işte bilebildiği kadar yıkamış, kefenlemiş ve defnedilmeye hazır bir hale getirmiş… Köylü almış, cenazeyi camiye getirmiş. Bekri Mustafa, olabildiği kadar cenaze namazını kıldırmış… O iş de tamam olunca, köylü cenazeyi alıp kabristana götürmek için davranmış… Bekri Mustafa, durun demiş… Köylü durmuş.

Bekri Mustafa, siz şöyle biraz açılın, beni cenazeyle başbaşa bırakın demiş… Köylü denileni yerine getirmiş… Ama acaba ne yapacak diye, bir yandan da Bekri Mustafa’yı gözlüyormuş. Bekri Mustafa tabutun başına gitmiş… Eğilmiş ve cenazenin kulağına bir şeyler fısıldamış… Sonra da köylüye, cenazeyi alabilirsiniz demiş… Köylü cenazeyi almış, kabristana götürmüş. Defin işlemini tamamlamış, ama meraktan da içi içlerini yiyor… Bekri Mustafa, cenazeye acaba ne söyledi?

Lâkin bizi kimbilir nasıl tersler diye, hiç kimse cesaret edip de Bekri Mustafa’ya soramıyor. Bekri Mustafa sözünü sakınmayan biri, çünkü… Cenazeye katılanlar, hep beraber yürüyerek köye dönüyorlar… Ancak herkesin beynini aynı soru âdeta kemiriyor; acaba Bekri Mustafa cenazeye ne söyledi?

Köyden biri; diğer köylülerden kısmen daha cesur olan biri, daha fazla dayanamamış ve ne olursa olsun diyerek, Bekri Mustafa’ya yanaşmış. Meraktan çatlayacağız, Allah aşkına söyle demiş, cenazeye ne söyledin? Bekri Mustafa, hiç demiş önemli bir şey söylemedim. Susmuş. Köylü meraktan çatlayacak… Bekri Mustafa, ilave etmiş; Cenazeye dedim ki demiş, öte tarafa gittiğinde, sana, dünyada ne var ne yok diye sorarlar… Onlara, Bekri Mustafa imam oldu de gerisini onlar zaten anlar!

Yani? Yanisi şu…

MHP de Genel Başkan kimdi? Ülkücü Hareketin Başbuğu, Türk Milliyetçilerinin Bilge Lideri Alparslan Türkeş!

Şimdi kim? Devlet Bahçeli!

MHP de Genel Başkan Yardımcıları kimlerdi? Dündar Taşer’di, Gün Sazak’tı!

Şimdi kim? Recai Yıldırım ile Metin Çobanoğlu!

MHP’nin mütefekkirleri/yazarları kimlerdi? Hüseyin Nihal Atsız’dı, Dündar Taşer’di, S. Ahmed Arvasi’ydi, Erol Güngör’dü, Galip Erdem’di, Necip Fazıl Kısakürek’ti, Necmettin Hacıeminoğlu’ydu…

Şimdi kim? M. Metin Kaplan. (Aslında yüzü aşkın yazarı var, Ülkücü Hareket’in... Ancak az altta bir mukayese yapacağım, bunun kendilerini rahatsız edebileceğini düşündüğüm için sırf kendi ismimi yazdım.)

Dün ile bugünü ve dünküler ile bugünküleri bir muakayese edin ve neticeyi kendiniz görün! Göremediyseniz, ben gözlerinize parmağımı batırır gibi canınızı yakarak göstereyim. Ancak şunu hemen ve öncelikle belirtmeliyim; hiç kimseyi özellikle de Sayın Genel Başkanı küçük düşürmek ya da küçümsemek gibi bir amacım ve niyetim yok... Zaten olamaz da çünkü ben hem MHP’liyim hem de ülkücüyüm… Maksadım yalnızca bir durum tespiti yapmak… Ve bunu, ne pahasına olursa olsun yapmak mecburiyetindeyim:

Allah aşkınıza bana söyler misiniz, Alparslan Türkeş’in yerine Devlet Bahçeli’nin Genel Başkan yapılması, Dündar Taşer ile Gün Sazak’ın yerine Recai Yıldırım ile Metin Çobanoğlu’nun Genel Başkan Yardımcısı yapılmaları, Hüseyin Nihal Atsız’ın, Dündar Taşer’in, S. Ahmed Arvasi’nin, Erol Güngör’ün, Galip Erdem’in, Necip Fazıl Kısakürek’in ve Necmettin Hacıeminoğlu’nun yerine M. Metin Kaplan’ın yazar yapılması, Bekri Mustafa’nın imam yapılmasına benzemiyor mu?

“Ne oluyor? Bu, ne iş? MHP’de nasıl olur, böyle bir şey?” suallerinin cevabını aldınız değil mi? Meseleyi anladınız değil mi? Anlamadıysanız, benim anlatmama da sizin anlamanıza da şu Hadis-i Şerif yeter, herhalde: “Siz neye lâyıksanız, onunla idare olunursunuz!” (Nasıl olursanız ve neye lâyıksanız öyle idare edilirsiniz. Deylemi, Müsned, 3: 305)

Sakın ha Recai Yıldırım ile Metin Çobanoğlu’nu ve yaptıkları rezaleti savunmaya çalıştığımı falan sanmayın. Yoksa günahıma girersiniz. Amma… Demek ki biz Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu gibi adamların(!) idaresine lâyıkız! Bu hadis’ten çıkan netice bu… O halde kime ne demeye hakkımız var? Eğer biz dört dörtlük ülkücüler olsaydık, bu adamlar (!) bizleri idare mevkiinde olabilirler miydi?

Kur’ân-ı Kerim’de açık ve net olarak "Bir toplum nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah o toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra'd, 11) ve “Bu böyledir, çünkü bir millet kendinde bulunanı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez” (Enfâl, 53) buyruluyor!

Bir Hadis-i Şerif’te ise “İnsanlar niyetlerini, kalplerini ve kendilerini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (Buhari, Cuma, 15; Müslim, İmare, 20) buyuruluyor!

Bu iki âyet ile hadisin izaha ihtiyacı var mı? Her şey ayan beyan ortada değil mi? Eğer ülkücüler olarak biz, “nefislerimizde olanı” ve “kendimizde bulunanı değiştirmeseydik” biz böyle olur muyduk? Dolayısıyla bizi temsil edenler, böyle rezil bir duruma düşerler miydi? Yahut böyle rezil bir duruma düşecek adamları biz, bizi temsil etmeleri için seçer miydik?

Meseleye bir de başka bir açıdan bakalım… Bir hadis’te “Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir” buyurdu. Kimin için dediler? Peygamber (sav) “Allah için, Allah’ın kitabı için, Allah’ın Resulü için, Müslümanların yöneticileri için ve bütün Müslümanlar için“ buyurdu. Bugün bu ‘rezalet’ ortaya döküldükten sonra isyan eden bizler, İslâm’ın bize yüklediği bu ‘nasihat’ görevini hakkıyla yaptık mı? Eğer yapsaydık, Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu böyle bir rezalet çıkarırlar mıydı?

Yine bir hadis’te “Sizden birisi bir kötülük gördüğü zaman eliyle düzeltmeye çalışsın, buna gücü yetmezse dili ile düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbi ile buğz etsin ve kötülükten kalben uzak dursun. Bu ise imanın en zayıf mertebesidir” (Müslim, İman,78; Tirmizi, Fiten, 11; Nesai, İman, 17) buyruluyor… Peki, biz bu vazifemizi lâyıkıyle ifa ettik mi? Etseydik, Recai Yıldırım ve Metin Çobanoğlu gibi adamlar(!) o mevkilere gelebilirler miydi? Yahut böyle bir halt işleyebilirler miydi?

Netice olarak; meseleye nereden, hangi pencereden bakarsak bakalım, Recai Yıldırım ile Metin Çobanoğlu’nun çıkardıkları rezaletten ötürü derece derece hepimiz; tek tek her bir ülkücü suçluyuz… Emin olun bu suçumuzu, Recai Yıldırım ile Metin Çobanoğlu’nu linç ederek hafifletemeyiz!

Peki, ne yapmalıyız?

Öncelikle ve bilhassa kendimizi düzeltmeliyiz! Yani ‘cihad-ı ekber’ yaparak, eksiksiz ve hatasız, mükemmel bir ülkücü olmalıyız: Dosdoğru Müslüman, tavizsiz Milliyetçi ve iyi bir Dokuz Işıkçı haline gelmeliyiz! Çünkü Allah’ın Resulü(asv), Tebük Seferi’nden dönerlerken nur halkası Sahabe-i Kiram’a buyururlar; “Küçük cihattan çıktık, şimdi artık büyük cihat’a doğru gidiyoruz…” Sahabe, Allah Resulüne, “Bundan daha büyük cihat var mı!” dediğinde, Peygamberimiz, “Evet, var!” diye buyururlar. “O cihat, nefsimizle her saniye yapmış olduğumuz mücadeledir!” (Aclûnî)

Sonra da bunu, en yakınlarımızdan başlamak suretiyle, iyilik ve güzellikle ülkücü camianın bütününe yaymalıyız! Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de “Ey örtüye bürünen, kalk, inzar et” (Müddessir, 12), “Sen ilk olarak en yakın hısımlarını inzar et” (Şuarâ, 214) ve “Sen, Rabbin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de en iyi bilendir” (Nahl, 125) buyrulmaktadır.

Aksi halde şu iki Hadis-i Şerif tecelli eder!

"Bir kavim içlerinde kötülükler işlendiğini gördüğünde, (bu kötülükleri bertaraf edecek güçte oldukları halde) seyirci kalır, müdahale etmezlerse, Allah onların hepsini cezalandırır" [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai, İbn Mace]

"Allah’'ın hududuna riayet eden (helal ve haramlara dikkat eden ve o hududa tecavüz edenler, bir gemiye binen topluluğa benzerler. Bu topluluğun bir kısmı geminin üst kısmına, bir kısmı da alt kısmına yerleşirler. Alt kısmında olanlar kendilerine su lâzım olunca yukarıdan temin ederler. (Bu gidip gelmeden yukarıdakileri rahatsız ederler) Alttakiler kendi aralananda 'Eğer nasibimize düşen geminin bu alt kısmından bir delik açarsak, (kolayca su temin ederiz ve) üstümüzdekileri rahatsız etmeyiz' deseler (ve bunu uygulamak isteseler) Yukarıdakiler aşağıdakilerin yapmak istediklerine engel olmazlarsa hep beraber boğulurlar." [Buhari, Tirmizi]

Bunları yaparsak yani ‘kendimizi’ ve dolayısıyla ‘toplumumuzu’ üzeltir ve değiştirisek, şu iki ayet ile hadis tecelli eder.

"Bir toplum nefislerinde olanı değiştirmedikçe, Allah o toplumun durumunu değiştirmez" (er-Ra'd, 11) ve “Bu böyledir, çünkü bir millet kendinde bulunanı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.” (Enfâl, 53)

“İnsanlar niyetlerini, kalplerini ve kendilerini değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Buhari, Cuma, 15; Müslim, İmare, 20)

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,04 M - Bugn : 34686

ulkucudunya@ulkucudunya.com