« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

05 Oca

2010

ASLINDA NE OLUYOR (20)

05 Ocak 2010

Ortalık toz duman, Türkiye’de göz gözü görmüyor.

Bir tarafta ‘darbe’, diğer tarafta ‘karşı darbe’ iddiaları... Bir tarafta ‘açılım’, diğer tarafta ‘parçalanma’ iddiaları… Bir tarafta ‘suikast’, diğer tarafta ‘müsamere’ iddiaları… Türkiye’de bir şeyler oluyor, ama gerçekte ne olduğunu anlayabilene aşk olsun!

Türkiye’de ne oluyor? Türkiye’ye ne oluyor?

Daha doğrusu, aslında ne oluyor?

Bu suale doğru bir cevap verebilmek için biraz tarihe bakmak lâzım. Bakalım…

Hıristiyan Batı Dünyası (o zaman için Avrupa), Hz. İsa’nın öldürülmesinden sorumlu tuttuğu için (onlar öyle inanırlar, biz değil… Biz Müslümanlar Hz. İsa’nın öldürüldüğüne inanmayız) Yahudilere baskı hatta zulüm uyguluyorlardı. Yahudilerin hiçbir hakları yoktu. Sadece ticaret yapabilirlerdi, başka hiçbir şey yapmalarına müsaade edilmezdi, hatta insan bile sayılmazlardı. Yahudilerin toluma karışmalarına, toplumla bütünleşmelerine asla izin verilmezdi. Yahudiler gettolarda yaşarlardı. Bazen de katliamlara maruz kalırlardı. Meselâ İspanya’da böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmışlardı da II. Beyazıt gemiler göndererek çoğunu katliamdan kurtarmış ve Osmanlı topraklarına yerleştirmişti.

Yahudiler böyle tecrit edilmiş halde yaşamak zorunda kaldıkları için olacak dinlerine ve milliyetlerine sıkı sıkı sarılmak zorunda kalmışlardı. O kadar ki dinleri milliyetleri ve milliyetleri dinleri haline geldi! Ve Yahudiler, sırf yaşadıkları toplumda kendilerine biraz daha geniş bir hayat alanı bulabilmek için ya mevcut muhalefet hareketlerini desteklemek ya da el altından kendileri muhalif hareketler yaratmak yoluna gittiler… Bunda da doğrusu müthiş başarılı oldular. İnsanlık tarihine bakın, bütün muhalif hareketlerin içinde ya fikir babası olarak veya destekçisi olarak hep Yahudi varlığını göreceksiniz. Meselâ Osmanlıdaki Şeyh Bedrettin İsyanı’nın ikinci ve üçüncü adamları Yahudi idiler. Kaldı ki bizzat kendileri dahi Sebatay Sevi ile bir isyan başlatmak istemişler, fakat başarılı olamamışlardı.

Ancak başardıkları ihtilâller de yok değil... 1776 ABD ihtilâlinin bütün kafa adamları ya Yahudi veya masondur. (Masonluk, Yahudiliğin kadro eksiğini tamamlamak için icat ettiği bir yan organdır.) Ve ABD’nin ilk Başkanı bir masondur… ABD’nin kuruluşu ile Yahudiler bir devlette ilk defa bir şekilde yer alma imkânı bulmuştur. Bu suretle Yahudiler -Osmanlı’dan sonra- âdeta ilk kez insan olarak kabul edilmişlerdir… Bu söylediğime inanmayanlar yahut bu yorumumu inanılmaz bulanlar, ABD Bağımsızlık Bildirisi’nde; “Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan’ları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunların arasındadır” denildiği halde, bu hakların Zenci Amerikalılara son zamanlar kadar neden verilmediğini açıklamak zorundadırlar!

Yahudilerin başlattığı ve başarıyla sonuçlandırdığı ikinci ihtilâl, 1789 Fransız İhtilâli’dir. Fransız İhtilâli’nde de Yahudiler ve masonlar başroldedir... Meselâ İhtilâl’in en güçlü ve acımasız partisi Jakoben Kulübü, Sabetaycılığın bildiğiniz Yakubî koludur… Kısacası Fransız İhtilâli, ABD İhtilâli ile iyice güçlenen ve cüret/cesaret bulan Yahudiliğin Fransız burjuvazisi ile işbirliği yaparak, kendisine hayat hakkı tanımayan monarşileri yıkmak suretiyle Fransa’da ve elbette dünyada kendisine yer açmak için gerçekleştirdiği bir ihtilâl’dir.

Nitekim Yahudilik bunu, 3 Eylül 1791’de yayınlanan Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile elde etmiştir. (Madde 1. İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir. Madde 2. Her siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zamanaşımı ile kaybedilmeyen haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir. Madde 6. … Tüm yurttaşlar yasa önünde eşit olduklarından, yeteneklerine göre her türlü kamu görevi, rütbe ve mevkiine eşit olarak kabul edilirler, bu konuda yurttaşlar arasında erdem ve yeteneklerinden başka bir ayırım gözetilmez. Madde 10. Hiç kimse inançları nedeniyle, bunlar dini nitelikteki inançlar olsa bile, tedirgin edilmemelidir; meğer ki, bu inançların açıklanması, yasayla kurulan kamu düzenini bozmuş olsun.) Bütün bunların, Yahudi hakları ile ilgili olduğunu anlamak için İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin tam da İsrail Devleti’nin kuruluş yılında yani 1948’de yayınlandığını hatırlamak, herhalde yeteri kadar açıklayıcıdır... Yoksa siz, bu paralelliği tesadüf mü sanıyordunuz?

Yahudilerin gerçekleştirdiği üçüncü ihtilâl Rus İhtilâli, 1917 Ekim Devrimi’dir… Devrim’in elli liderinden kırk yedisi Yahudi’dir… Devrim, Yahudilerin maddî ve manevî desteği ile gerçekleştirilmiştir. Ancak daha sonra bunların tamamı, Lenin ve birkaç arkadaşı tarafından tasfiye edilmişler… Bu dönemde Yahudiler, Çarlık döneminden daha çok baskı ve zulüm görmeye başlamışlardır.

Tarihte bu kadar gezinti yeter. Konumuza dönelim.

II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar kendi gelişim çizgilerini takip ederek yol alan Ulus Devletler ile Küresel Sermaye (Tabii ki bu, Yahudi sermayesidir), komünizmin bir güç ve tehlike olarak ortaya çıkmasından sonra ittifak yapmak mecburiyetinde kaldılar... Ve dünyayı bir koalisyon olarak yönetmeye başladılar. Bu, SSCB’nin yıkılışına kadar devam etti.

Aynı dönemde Türkiye’yi, İttihatçılarla Sabetaycıların koalisyonu idare etti. Partiler ve siyasî iktidarlar geldi gitti, ama bu dönemde Türkiye’yi hep İttihatçılarla Sabetaycılar yönetti.

‘Nasıl olur? 1950’de DP, 1965’de AP, 1983’de ANAP hükümetleri yok muydu?’ demeyin sakın. Sakın böyle bir şey düşünmeyin bile. Hiç olmazsa yanlışınızla oturun… İsterseniz, nasıl olduğunu kısaca aktarayım.

Osmanlı yıkıldı, Türkiye Cumhuriyeti yeni ve millî bir devlet olarak kuruldu... (Yanlış anlaşılmak istemem, burada kullandığım ‘millîyi’ imparatorluk olmayan olarak kullandım, yoksa tabii ki Osmanlı da millî bir devletti. Türk Milleti’nin devletiydi.)

Yeni Devleti işletecek bürokrat lâzım, yani diplomalı adamlar. Hâlbuki Türk Milleti’nin önceki okumuşları Osmanlı’ya bürokrat olmuş. Yeni Devlet bunlara pek fazla güvenmiyor. Başka kimseyi de bulamıyor, çünkü son dönem okumuşlarının hemen tamamı Çanakkale’ de kırılmış. Ne yapacaklar, devleti kurmaktan vaz mı geçecekler? Hayır, kimi bulduysa değerlendirecekler. Böylece bu mecburiyetten dolayı gayrı Türk ve gayrı Müslim unsurlar maalesef bürokrasiyi ele geçirdiler. Sonra da ihtiyaç halinde bürokrasiye hep kendi akrabalarını doldurdular.

İlk Meclis, yani Büyük Millet Meclisi son Osmanlı Meclisi Mebusanı’ından gelenler ve Anadolu’dan seçilenlerle teşkil edildi. Yani yerli ve millî… İkinci meclis ise Valilerin masa başında yaptıkları listelerle oluşturuldu. Buraya da böylece gayri Türkler ve gayri Müslimler sızma imkânı buldular. Çünkü temsil kabiliyeti, yani diploma ve para sadece onlarda vardı… Yasama’nın durumu bu.

Ekonomi, zaten gayrı Türkler ile gayrı Müslimlerin elinde, çünkü yıllarca askere gitmemişler hep ticaret ve sanayi ile ilgilenmişler. Sermaye biriktirmişler. Çoğu zaten Avrupalı büyük sanayi devlerinin Türkiye distribütörleri… Basın dersen, gayrı Türk ve gayrı Müslimlerin tekelinde.

Bir tek TSK millî ve yerli… Anadolu’nun saf Türk-Müslüman çocuklarından kurulmuş, çünkü sadece bunlar askerlik yapıyorlar… Bu, Türkiye’nin NATO’ya girişine kadar böyleydi. Sonra o da maalesef bozuldu. Kısaca şöyle oldu, bu. Türkiye’de dört askerî darbe yapıldı; 27 Mayıs’ı İngiltere, 12 Mart’ı ABD, 12 Eylül’ü NATO ve 28 Şubat’ı İsrail yaptırdı. Ve 27 Mayısçılar İngiltere taraftarı olmayan, 12 Martçılar ABD taraftarı olmayan, 12 Eylülcüler NATO taraftarı olmayan ve 28 Şubatçılar İsrail taraftarı olmayan subayları tasfiye ettiler... Yani millî ve yerli olanları… TSK da böyle bozuldu. TSK’da hiç millî ve yerli subay yok mu? Elbette ve çok şükür ki var! Çünkü TSK devamlı surette kendini yenileyen bir mekanizma kurmuş… Bu darbeciler sadece askerî bürokraside mi tasfiye yaptılar? Hayır! Darbe dönemlerinde sivil bürokraside de aynı tasfiyeyi yaptılar.

Kısacası, Türkiye’yi hep darbe dönemlerinde yapılan saflaştırmalarla daha da güçlenen hatta tek güç olan bu İttihatçı-Sabetaycı koalisyonu yönetti!

Dikkat edin lütfen, Dünya’yı Ulus Devletlerle Küresel Sermaye ve Türkiye’yi ise bunlara tekabül eden İttihatçılarla Sabetaycılar yönettiler!

Ve SSCB yıkıldı! Komünizm tehlikesi ortadan kalktı! Dünyayı yönetmek için Ulus Devletler-Küresel Sermaye koalisyonuna ihtiyaç kalmadı. Koalisyon bozuldu. Ulus Devletler ve Küresel Sermaye kendi yolunda gitmeye başladı. Ama bu iki güç, birbirine rakiptiler. Bu rekabet, çıkarları çatıştığı için zamanla kızıştı ve mücadeleye dönüştü. Sonra da savaşa! Çünkü iki güç merkezi dünya için fazlaydı… 2001’deki 11 Eylül saldırıları, bu savaşın zirve noktasıdır… Küresel Ekonomik Kriz dahi, bu Ulus Devletler/Küresel Sermaye savaşının sonucu olarak patlak vermiştir!

Ve daha fazla uzatmadan arz edeyim, bu savaştan Ulus Devletler galip çıkmıştır. Yani savaş Küresel Sermaye’nin mağlubiyetiyle sonuçlanmıştır. Bunu, büyük devletlerdeki meselâ ABD de büyük sanayi kuruluşlarının devlete devredilmesine bakarak söylemek mümkündür. Fakat ‘bu, sadece bir muharebenin sonucu mudur, yoksa harbin sonucu mudur?’ derseniz, itiraf etmeliyim ki benim bu suale verecek bir cevabım yoktur.

Netice olarak, Ulus Devletler/Küresel Sermaye savaşı –belki şimdilik- son bulmuş! Dünya, kısmen istikrara kavuşmuştur!

Ya Türkiye?

SSCB yıkılınca, dünyada Ulus Devletler-Küresel Sermaye koalisyonu bozulduğu gibi Türkiye’deki İttihatçı-Sabetaycı koalisyonu da bozuldu. Türkiye’deki durumda tıpkı dünyada olduğu gibi gelişti. İttihatçılarla Sabetaycılar, önce rakip oldular. Sonra birbirleriyle mücadeleye tutuştular. Nihayet savaşa giriştiler... AKP kapatılma davası ile Ergenekon davası’nın eş zamanlı olarak açılması bunun göstergesidir… Ancak bu savaş hâlâ sonuçlanmış değil… Çünkü hiç biri henüz galip gelemedi, başa baş devam ediyorlar.

Bu İttihatçı/Sabetaycı savaşı hem kurumlar arasında hem de kurumların içinde kıyasıya sürüyor. Ya biri galip gelecek, diğeri mağlup olacak ve böylece son bulacak, ya da yeni bir koalisyon kuracaklar… Teorik durum bu… Ancak koalisyon mümkün değil, çünkü İttihatçılar dünyadaki Ulus Devletlere, Sabetaycılar ise Küresel Sermaye’ye tekabül ediyor. Onlar bir koalisyona gitmedikçe, bunlar da koalisyon kuramazlar… Öyle ise sonucu savaşın neticesi belirleyecek. Savaşı kim kazanır? Dünyadaki sonuca bakınca İttihatçılar kazanır demek mümkün, fakat Türkiye’de zuhur etmesinden ötürü olacak ki Sabetaycılar çok güçlüler. Bu yüzden her şeye rağmen direnebiliyorlar.

Türkiye’deki kaos işte bu, İttihatçı-Sabetaycı savaşından doğdu. Bu savaş bitmediği için de sürüyor. Biri kesin bir zafer kazanıncaya kadar da devam edecek!

Aslında olan budur! M. Metin Kaplan

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,69 M - Bugn : 32580

ulkucudunya@ulkucudunya.com