« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

01 May

2007

3 MAYIS

01 Mayıs 2007

Nedir, 3 Mayıs?

Bilirsiniz, hatta belki benden daha iyi bilebilirsiniz, büyük Türk milliyetçisi H. Nihal Atsız “Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na” üç açık mektup yazıp yayınlamış ve özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’ndaki kadrolaşmalardan isim isim bahsederek, Türkiye’de komünizm tehlikesinin boyutlarına dikkat çekmişti… Bunun üzerine Hükümet, bu iddia doğru mu acaba diyerek, bir inceleme veya soruşturma başlatacağı yerde, Atsız Hoca’nın mektuplarında komünist olmakla suçlanan kişileri, Atsız aleyhine dava açtırtmış. Atsız Hoca Ankara’da yargılanmaya başlamıştı… Atsız’ın, 3 Mayıs 1944 günü de duruşması vardı… İstanbul’dan trenle Ankara’ya geldi… Atsız’ı, Ankara Garı’nda binlerce üniversiteli genç karşıladı… Duruşma yapıldı, devam etmek üzere ileri bir tarihe tehir edildi… Ancak duruşmayı izleyen üniversiteli gençler galeyana gelmişlerdi, Atsız lehine nümayiş yapmaya başladılar… Bu, Hükümeti çileden çıkardı, ‘Millî Şef” denilen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 19 Mayıs Bayramı kutlamaları münasebetiyle yaptığı konuşmada, Atsız ve Türk milliyetçiliği ve milliyetçileri hakkında ağır sözler sarf edince de, Türkiye’de bir milliyetçi-Türkçü sürek avı başlatıldı.

Milliyetçi aydınlar, yazarlar, şairler ve hatta bunlarla görüşenler yahut mektuplaşanlar tutuklandılar… ‘Sansaryan Han’ denilen İstanbul Emniyet Müdürlüğü 1. Şube’deki ‘Tabutluk” tabir edilen hücrelere konuldular, envaî çeşit işkencelerden geçirilerek sorgulandılar… Bilahare işkence altında verdikleri ifadelerden hareketle yargılandılar ve çeşitli cezalara çarptırıldılar… Ancak, Yargıtay sonunda beratlarına karar verdi… Bu olay, Atsız Hoca’nın teklifi üzerine 1956 yılından itibaren Türkçüler/Milliyetçiler Günü olarak kutlanmaya başladı… Özet olarak, 3 Mayıs’ın anlamı bu!

Olay budur da, işin aslı nedir?

Orasını hiç sormayın, işin aslı hayli karışık bir şey… Ama işin özü şu: Türkiye’yi bir diktatör ile o’nun tek partisi idare ediyordu… Malûm, bütün diktatörler ve dayandıkları oligarşiler, tabansız oldukları için, korkak ve aciz olurlar… Bu yüzden zalimdirler; korkaklıklarıyla acizliklerini zulümleriyle gizlemeye çalışırlar… Ve bütün korkak ve aciz oligarşiler, yelkenlerini dünyadan esen yellere göre ayarlarlar… Bunlar da aynen öyleydiler… Halkın desteğini tamamen yitirdikleri için, Türkiye’yi dünyadan esen rüzgarlardan aldıkları enerji ile idare ediyorlar… Buna da ‘reel politik’ diyorlardı.

Kel alâka?

Şöyle… Biliyorsunuz, o esnada dünyada kıran kırana bir harp yapılıyordu: 2. Dünya Savaşı… Bir tarafta Almanya ve müttefikleri, diğer tarafta ise, İngiltere, Sovyetler Birliği ve ittifak halinde oldukları devletler… Türkiye ise, güya tarafsız… Harbe katılmamış, uzaktan seyrediyor… Fakat bütün politikasını, harbin gidişatına göre ayarlıyor.

Almanlar, biraz üstünlük sağlar gibi görününce hemen ilkokullarda bugün izci denilen ‘yavrukurt’lar kuruluyor… Başbakanlık, uygun kişilere veriliyor… Parti programı faşizm/nazizm karması/kırması slogan ve ‘söylem’lerle dolduruluyor… Başbakan, TBMM’de “Biz Türk’üz ve Türkçüyüz… Bizim için Türkçülük, bir kültür meselesi olduğu kadar, kan meselesidir de” diye nutuklar atıyor… Komünistler, yerli yersiz takibatlara uğruyorlar…

Harbin kaderi değişip, Sovyetler Birliği ve müttefikleri ABD’nin askerî ve ekonomik yardımlarıyla üstünlük sağlamaya başlayınca da, Sovyetler Birliği’ne yaranabileceklerini zannederek, Türkiye’de Türkçü/Milliyetçi kıyımına girişiyorlar… Ancak bu yolla ve bu şekilde devlet yönetilemeyeceğini, çok geçmeden, 1947’de Sovyetler Birliği Kars ve Ardahan’la Boğazlarda askerî üs talebinde bulununca anlıyorlar… Bu, akıllarını başlarına toplamalarına yetiyor mu? Ne gezer! Bu defa da ABD’nin dümen suyuna giriyorlar… Bugün Türkiye’nin hâlâ sıkıntısını yaşamak zorunda kaldığı, ABD ile ilk ciddi antlaşmalar, 1947 yılında bu ‘Millî Şef’ ve oligarşi zamanında yapıldı.

Bu yazdıklarım, size uçuk bir spekülasyon gibi gelmişse, dönüp tarihe bakın, lütfen… Başta Atsız Hoca ve Alparslan Türkeş olmak üzere Türkçü/Milliyetçiler ne zaman tutuklandılar? 1944 yılında! 2. Dünya Savaşı ne durumda? Sovyetler Birliği’nin savaştan galip çıkacağı hemen hemen kesinlik kazanmış gibi!

Peki, Türkçü/Milliyetçilere Yargıtay ne zaman beraat vermiş? 1947 yılında! 1947 yılının ne özelliği var? ABD, Marşhal Plânı’nı devreye sokmuş, bu plân çerçevesinde yaptığı ekonomik yardımlarla Türkiye gibi bazı ülkeleri, güya demokrasiye ısındırmak yahut hazırlamak adına, dümen suyuna almaya çalışıyor.

Geriye dönerek, son sözlerimi söylemem gerekirse; Türkçü/Milliyetçiler, Millî Şef’in Sovyetler Birliği’ne şirin görünmek arzusundan dolayı tutuklandılar, çeşitli ezâ ve cefâlar çektiler… Ve gene Millî Şef’in, bu defa da ABD’ye hoş görünmek isteğinden ötürü serbest bırakıldılar!

Peki, tutuklanan Türkçü/Milliyetçiler suçlu muydular? Hayır, hiçbir suçları yoktu! Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman milliyetçilik suç olmamıştır. Türkiye’de de suç değildi! Türkçü/Milliyetçilerin de; Türklüğü ve Türk milletini çok sevmekten, Türk Devleti’ni de ne pahasına olursa olsun korumaya çalışmaktan başka hiçbir suçları yoktu… Tarih, buna şahittir!

Türk Milleti’nin ‘Milliyetçiler Günü’ kutlu olsun!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,32 M - Bugn : 46188

ulkucudunya@ulkucudunya.com