« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

15 Eyl

2025

İTTİHAT VE TERAKKİ’NİN İSKÂN POLİTİKASI (1913-1918)

15 Eylül 2025

Kitabın konusu İttihat ve Terakki ve Müslümanlar olunca okumamazlık edemezdim. Hatta okumakta geç bile kalmıştım. Çünkü kitap bu güne kadar yedi baskı yapmış, ancak biz bu yedinci baskıda haberdar olmuşuz.

Lisans Eğitimini İTÜ’de Petrol Mühendisi olarak tamamlayıp dah sonra tarij-he yönelerek tarih üzerine Paris-EHESS (Ecole des hautes etudes sciences sociales)’de doktora yapan Fuat Dündar’ın yazdığı “İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası” adlı kitabının ilk baskısı 2001 yılında yine 7. Baskısını 2018 yılında İstanbul’da yapan İletişim Yayıncılık A.Ş. tarafından yapılmıştır. Kitap “Kısaltmalar”, “Önsöz”, “Giriş” ‘den sonra “Birinci Ayrım” ve “İkinci Ayrım” olarak ikiye bölünmüş; “Birinci Ayrım”da kendi içinde “Birinci Bölüm: İttihat Ve Terakki”, “İkinci Bölüm: İttihat Ve Terakki’nin Sevk ve İskân Politikası” başlıklı iki kısma ayrılmış “İttihat Ve Terakki’nin Sevk ve İskân Politikası”da ‘İttihat ve Terakki Dönemine Kadar Osmanlı’nın Sevk ve İskân Politikası” ve “İttihat ve Terakki’nin Sevk ve İskân Politikası” olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. “İkinci Ayrım” ise “Birinci Bölüm: Muhacir ve Mülteciler” ve “İkinci Bölüm: Mülteciler” olarak ayrılmışsa da doğru ayrımın “İkinci Ayrım: Muhacir ve Mülteciler”, “Birinci Bölüm: Muhacirler”, “İkinci Bölüm: Mülteciler” şeklinde olması daha doğru olacaktır kanaatindeyim. Daha sonra “Sonuç”, “Ekler” ve “Kaynakça” bölümleri yer almakta olup kitap toplam 284 sayfadan oluşmaktadır. Ayriyeten her bölüm başlığı altında konuyu detaylandıran mikro birkaç alt başlık bulunmaktadır.

Fuat Dündar bu kitabın hazırlanış sebebini “İttihat ve Terakki’nin tam iktidar olduğu yıllar içinde (1913-1918), Anadolu’nun Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesi için uygulanan göç ve iskân politikasını gözler önü sermek” (s.11) olarak açıklarken aslında burada belki bu çalışmaya kadar zaman zaman tarihçilerin tehcir olayını anlatırken konu içinde birkaç satır ile değindikleri ve “Türkiye cumhuriyetinin doğu bölgelerini ve sınırını İttihat ve Terakki Fırkası tehcir uygulayarak güvence altına almıştır. Bugünkü nüfus yapısının ve coğrafi durumun hazırlayıcısı İttihat ve Terakki”dir” gibi bir ana düşünceden başka bir konuya değinilmezdi. Daha sonra Türkiye cumhuriyeti Türkiye’deki Rumların Balkanlardaki Müslüman ve Türkler ile değişimi sonucu bu Mübadele ve göç ile gelenlerin iskânı ile bir Ulus yaratma, Türkleştirme politikası gütmekle suçlanmış ancak günümüzde Atatürk’ten sonraki hükümetlerin bu Türkleştirme politikasından vazgeçtikleri ileri sürülmüştür.

Günümüzde Atatürk zamanında yürütülen homojen bir halk oluşturma ulusal bir Türk Kültürünü her yer yayma ve herkesi Türkçe konuşur kılma çabalarının aksine sanki köy köy, mahalle mahalle, sokak sokak etnik kökenlerini araştırıp farklılığı ortaya koyan bir politikaya dönülmüş, ayrıştırmacılık ve etnik temelde Türk milleti anlayışını yıkmaya çalışılmaktadır. Bu etnik kökenlerin tespit edilerek yerel kültürler oluşturma akımına sebep olan din kardeşliği bağlamında kavim ve millet olma şuurunu eleştiren Siyasal Ümmetçi fikir mensupları ile solun halkların kardeşliği diyerek fırkalara bölünmeyi marifet sayan Komünizmden beslenen her türlü sosyalist akımlardır. Bu gün Türk milleti ve Türk kültürü tehlikeli görülürken her türlü etnikçilik bir hak olarak lanse edilmektedir.

Fuat Dündar’ın İttihat ve Terakki Cemiyetinin temelinde yer aldığını söylediği “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti”ni “3. Ordu Subayları ve mason locası üyesi olan kişiler tarafından kuruldu”ğunu (s.20) söylemesi Türkiye’deki İttihat ve Terakki peşin hükümlü okumalarının bir neticesi gibi duruyor. İttihat ve Terakki’yi kuranların arasında masonların da bulunduğunu ya da bazı kurucuların mason olduğunu söylemek ile “Mason locası üyesi kişiler” tarafın kurulduğunu söylemek farklı manalara gelmektedir. Bizi Fuat Dündar’ın İttihat ve Terakki Cemiyeti hakkında peşin hükümlü bir okuma yaptığı sonucuna götüren diğer sebep de “İttihat ve Terakki bir amip gibi bölünmeye devam ediyor, birçok yeni ortaya çıkıyordu. Bunların iki özelliği vardı; bir grup, İttihat ve Terakki’yi laik ve Batılı görüp padişah ve İslam’dan yana (Hizb-i Cedit gibi) partiler kurarken; bir grup da ittihat ve Terakki’nin Türkçü eğilimini gerekçe göstererek kendi ‘kimlik”lerini ön plana çıkaran partileri kuruyor, ya da mevcut partilere katılıyorlardı; Al-Ahd, Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti, Çerkez Teavün Kulübü, Arnavut Başkim Kulübü gibi” (s.21) şeklindeki ifadesidir. Fuat Dündar farkında olmadan yanlış bir cümle kurmuş ve yukarıdaki ifade içinde saydığı partilerin İttihat ve Terakki içinden amip gibi bölünerek çıktığını söylemiştir. Tamam, İttihat ve Terakki Mondros Mütarekesinden sonra hükümetten istifa edip yöneticileri yurt dışına çıktıktan sonra yeni partiler kurulmuştur. Ancak kurduğu partiler Fuat Dündar’ın saydığı ya Batıcı gördüğü İttihat ve Terakki karşısında padişah taraftarı olarak ya da İttihat ve Terakki’nin Türkçü olduğu gerekçesiyle yine karşı ancak etnik kökenlerine göre kurulan partiler değildir. Bu konuda en azından Emel Akal’ın “Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, ittihat ve Terakki ve Bolşevizm” adlı kitabına baksa İttihat ve Terakki’den ayrılarak kurulan partilerin bunlar olmadığını göreceklerdir. Emel Akal’ın kurulduğu nu söylediği partiler Teceddüt Fırkası ile Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkasıdır. Nitekim Fuat Dündar da “
Mondros mütarekesinin imzalanmasından bir gün sonra, 1 Kasım 1918 Cuma günü İttihat ve Terakki kongresi olağanüstü toplanır. 120 civarında delege kongrenin gündeminden ‘habersiz’dir; Talat Paşa’nın iktidardaki faaliyetleri değerlendirdiği konuşması sonrasında divana verilen bir önerge ile İttihat ve Terakki’nin feshedilerek bütün mal varlığı ile ‘Teceddüt Fırkası’na devri kararlaştırılır.” (s.27) İfadeleriyle İttihat ve Terakkiden türeyen partinin Teceddüt Fırkası olduğunu doğrulamaktadır.

Fuat Dündar yazdığı “İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası” adlı kitabında kullandığı üslup ve dil ile tarihi olayları tespit etmek yerine suçlayıcı, itham edici bir dil kullanmış, sanki tarihi yapanlara karşı olduğunu başka bir deyişle İttihat ve Terakki Fırkasına karşı olduğunu her kelimesiyle ortaya koymuştur. Tarihi belgeler ve olaylar üzerinden değil de belgelere getirdiği karşıt bakış ve olayları suçlayıcı bir yorum ile ele almasıyla Türkçü, Milliyetçi İttihat ve Terakki muhalifliği yapmıştır. İttihat ve Terakkiyi masonlukla defalarca suçlaması bile koskoca cemiyetin ya da partinin içinde bir ülkenin vatandaşlarından her türlü insanın bulunmasının kaçınılmazlığından dolayı bile mazur görülecek bir düşünce kırıntısı taşımamaktadır. Hem farklı azınlıkların İttihat ve Terakki’yi terk edecek politikaları uygulamak ile suçlayıp hem de masonlara partide yer vermekle suçlayarak çifte standart uygulamıştır.

Fuat Dündar İttihat ve Terakkinin iskân politikasını Balkanlardan sürülen Türk ve Müslüman ahalinin yaşadıkları ve göçenlerin yerlerine hemen Sırp, Bulgar, Yunan, Rus kimselerin yerleştirilmesi dolayısıyla zorunlu bir şekilde öğrendiğini ifade etmektedir. “Bir yabancı basın muhabiri I. Balkan Savaşı ile ilgili şunları yazıyordu: ‘Haç, merhametin sembolüdür, ama Rumlar kanla lekelediler onu. Talan, katliam, ırza geçme korkunç oranlara yükseldi. Çeteler civar köylerdeki Müslümanlara yapmadıklarını komadılar. Çok sayıda göçmen açlık ya da süngüyle öldü.” (s.35)

Fuat Dündar Osmanlı imparatorluğunun kuruluş ve genişleme döneminde “gaza ve cihat düşüncesinin belirleyiciliği [ile] dışa dönük iskân politikası” (s.40) yönünde bir politika yani fethedilen toprakların İslamlaştırılması ve Türkleştirilmesi yönünde bir iskân politikası izlerken, duraklama ve dağılma döneminde kaybedilen topraklardan sürgün ve göç ettirilen Müslüman ve Türk nüfusun Anadolu’da gayrimüslim nüfusun, azınlıkların bulunduğu yerlere yerleştirildiği bir iskân politikası “içe dönük bir iskân politikası” (s.40) şeklinde ikili bir iskân politikası izlediğini ifade etmektedir.

Kuruluş ve genişleme dönemi iskan politikası olarak Sarayova sınır bölgeis olduğunda İslam ve Türk nüfus bakımında avarız (Olağanüstü durumlarda alınan mali, ayni ve bedeni vergi) vergisinde muaf tutulmanın (s.40) yanında, Müslüman nüfusu korumak için tampon bölge olarak yarısı Hrisitiyan ve stratejik yerlerinde Türklerin yerleştiği devletcikler (s.41) oluşturulması, mükellefiyeti olmayan başıboş halkın sürgün edilerek derbentlere yerleştirilmesi, Anadoludaki Türk beyliklerinin Rumeli’de çeşitli yerlere dağıtılarak devlet içinde devlet olma gücünün kırılması yanında Rumeli’nin de Türkleştirilmesi (s.42) ve böylece “padişah,, Müslim-müslim, gayrımüslim-müslim ve gayrımüslim-gayrımüslim toplulukları birbirine karıştırarak, yerel beylere bağlılığı azaltıcı, sultana bağlılığı artırıcı bir nüfus ve iskân politikası uygulamıştı.” (s.43)

Türk şehirlerinin nüfus ve imar yapılarını dışta bir kale içerde bir ulu cami mahallelerde bir cami ve zaviyelerden oluşan yerleşim yerleri; uçlar, köyler ve şehirler diye ayıran Emel Akal “Göçebe Türkler, genellikle sınır uçlarında ve köylerde yerleşirdi.” (s.43) diyerek dolaylı olarak asıl fetihleri gerçekleştiren ve sınır güvenliğini koruyanların Türkler olduğunu da itiraf etmektedir. 15.yüzyıl sonlarında Fatih’in kanunnamesinde “Eğer bir-iki hamr içse, Türk veya şehirli …” ifadesinin geçtiğini ve burada şehirlinin karşıtı olarak Türk kullanıldığı ve şehirli olmayanların ‘sıfatı’ olduğu kastedildiğini ima etmektedir (s.43, 16 numaralı dipnot)

“Duraklama ve Gerileme Devri İskân Politikası” (s.45) II. Viyana bozgunundan sonra yaşanılan göçlerin iskân şekillerini ele alan Emel Akal, “Osmanlı Ordusunun sancağı nereden çekiliyorsa millet de oradan çekilmeye başlıyordu.” (s.45) diyerek göçlerin sebebinin askeri yenilgiler olduğunu açıklamaktadır. Asıl göçlerinde 18 yüzyılda Rus ilerlemesiyle olduğu, her Rus işgalinden sonra Osmanlı göç edenleri sınır boylarına yerleştirerek hem bir direnç oluşturmak hem de geri fethedilen yerlere buradan göç gelen Müslümanların geri gitmesinin kolaylaşacağını düşünüyordu. Fransız ihtilalının Sırp, Romen, Rum ve Bulgar isyanlarına, isyanlar da Müslümanların göçlerine sebep olmuştur (s.46). Ruslar tehcir ettiği Müslümanları sınırdan uzak iç bölgelere yerleştirmesi için baskı uyguluyor (s.47). Osmanlı sınır boylarına toplu olarak göçmen yerleştirirken Anadolu’ya dağıtarak göçmen yerleştirmiştir (s.48). Yerleştirilenlerin zamanla yerlerinde durmamalarını önlemek için İstanbul’a veya başka bir yere göçmeleri, yani iç göç yasaklanmıştır (s.50). II. Abdülhamit zamanında misyonerlik yapmalarını önlemek ve nüfus kesafetinin Müslümanlar aleyhine bozulmasını engellemek için yabancıların göçü yasaklanmış, eğer göç edip yerleştirilmiş olanlardan Müslümanlaşmayanlar görülürse geldikleri yerlere gönderilmişlerdir (s.51).

Duraklama ve gerileme döneminde Göçerlerin İskân politikasının (s.52) eldeki toprakların pekiştirilmesi amacıyla (s.52) ve daha çok da boş ve harap yerlerin imarı ve üretime kazandırılması, daha fazla asker temini için ya da gayrimüslim ve gayritürk ahalinin bulunduğu yerlerde Müslüman nüfusu devletin menfaati doğrultusunda yabancı devletlerin azınlıkların nüfus çokluğunu bahane ederek özerklik ya da istiklal istemelerini önlemek için takip ediliyordu (s.53). Yeni köyler inşa edildiği gibi, “mevcut köy ve kasabalara müteferrik surette, 20 haneli bşir köye 5-6, 30 haneli bir köye 7-8 ve 40 haneli köye 10-12 hane iskân olu”narak (s.55) başkalarına rahatsızlık veremeyecekleri, “uygunsuzluk” yapamayacakları düşünülüyor, yoksa buna yeltendiklerinde çoğunlukta olan diğer ahalinin engelleyeceği ya da devlet güçlerine haber vereceği düşünülüyordu. 1820-1890 yılları arasında Osmanlı topraklarında yaşayan Müslüman nüfus yoğunluğu hakkında ve göçlerin büyüklüğü hususunda “Müslümanlar Osmanlı nüfusunun %59,6’sını oluştururken, toprak kayıpları ve beraberinde gelen kitlesel göçler ile 1890’lara gelindiğinde bu oran %76,2’ye yükselecekti.” (s.56) ifadeleri bir fikir verecektir.

Bir tarafta bu göçler olurken bu göçleri kolaylaştırmak, iaşe ve sağlık tedbirlerini almak, yerleşenleri denetlemek için çeşitli Göç kurumları oluşturulmuş, bu kurulan Göç Müdürlüklerinin çalışma esaslarını tayin etmek için çeşitli kanun ve tüzükler çıkarılmış, gerekli görülenler değiştirilmiş, işlevi bitenler kapatılmış ve nihayet “1950 yılında İmar ve İskân Bakanlığı bünyesinde Toprak ve İskân İşleri Genel Müdürlüğü Kurul”muş (s.62) ve bütün görevler bu müdürlüğün bünyesinde toplanmıştır. Görülüyor ki uzun süren geri çekilmeler ve göçler Osmanlı’yı göç ve iskân konusunda bayağı tecrübeli kılmış zaman içinde hukuki ve kurumsal alt yapı oluşturulmuş, bu tecrübe daha sonra yeni kurulan genç Cumhuriyet’e intikal ettirilmiştir.

Fuat Dündar özellikle “İttihat ve Terakkinin Sevk ve İskân Politikası” (s.62) başlığı ile ele aldığı iskân politikası aslında iki sebepten dolayı sadece İttihat ve Terakki’nin iskân politikası değildir. İlk önce, zaten öteden beri göçler ile karşılaşan Osmanlı Devleti’nin zaten bir iskân politikası oluşmuş ve gerekli mevzuat çıkarılmış ve gerekli kurumlar kurulmuştu. Saniyen zaten İttihat ve Terakki Osmanlı Devletinin yöneten bir siyasi fırka olması dolayısıyla yaptığı eylemler yönetmiş olduğu Osmanlı Devleti’nin eylemleri olmakta, çıkardığı kanunlar Osmanlı Kanunları olmaktadır.

27 Mayıs 1915’te ‘Tehcir Kanunu’ olarak bilinen kanun çıkarılır ve bu kanun ile vatanın selameti amaçlanır, casusluk yapan, düşmanla işbirliği yapanların tehciri öngörülür (s.62). 30 Mayıs 1915 Bakanlar Kurulu kararı ile çıkarılan 15 maddelik bir yönetmelik ile tehcir süresiz hale getirilir (s.63). Bura’da enteresan olan her ne kadar tehcir kanununu hükümet çıkardı dense de kanun tek bakan tarafından çıkarılmış, o günkü Meclisi Mebusan 5. Dönemi 14 Mayıs 1914-21 Aralık 1918 arası dönemindeydi ve İttihat ve Terakki mecliste %33,77 ile (bağımsızlar %54,20) milletvekili ile temsil ediliyorken gayrimüslim azınlıkların da bulunduğu meclisten geçirilmemiş, “Aslında bir hükümet kararı olarak yayınlanması gereken Tehcir Kanununu, ‘İttihatçı bir yöntemle, tek bakan tarafından çıkarılmıştı.” (s.63)

“Tehcir kanunun sadece Ermeniler için değildi, kanuna ‘devlet aleyhinde faaliyette bulunan’ bazı Rumlar, diğer [gayrimüslim] azınlıklar ve Müslümanlar (da) tabi olmuşlardı.” (s.63) devlete aleyhine faaliyet gösteren, ajanlık yapanlar ve sınır güvenliğini sağlamak için Aşiretler, Ermeniler ve Rumlar bu kanuna göre sevk edileceklerdi. Rumlar sahil boylarından uzaklaştırılırken “Diğer bir gayrimüslim grup olan Museviler de yoğun olarak yaşadıkları Filistin’den ihraç edildiler.” (s.64) Filistin’den ihraç edilen bu Yahudiler Şam ve Beyrut’ta ikamet edildiler. En enteresan bir şekilde “8 Ekim 1918 tarihinde, Talat Paşa kabinesinin istifasının hemen sonrasında; ‘karar-ı askeri (ile) bir mahalden çıkarılarak diğer mahallere sevk edilmiş bulunan ahalinin çıkarıldıkları mahallere’ dönmelerine müsaade edilecekti.” (s.65) katlanılan bütün zahmet ve alınan bütün tedbirler zayi olmuş, devlet ve Türk milleti 100 yıl uğraşacağı soykırım suçlamasına boşu boşuna katlanmak zorunda kalmıştır.

Mübadele (s.66) sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından Balkanlarda; Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya vs. kalan Müslümanların Anadolu’ya göçertilmesi için başvurulan bir iskân politikası değildir, Osmanlı da 1827’lerden başalayan Rus savaşlarıyla birlikte Balkanlarda oluşan sınır değişiklikleri sonucu sınır dışında kalan bir takım Müslümanları kendi sınırları içine alarak Mübadile iskân politikasını uygulamıştır.

Göç, sürgün, sevk, mübadele gibi zorunlu yolar ile gelen muhacir ve mültecilerin iskânı politikalarının dışında Osmanlı ve dolayısıyla İttihat ve Terakki’nin uygulamış olduğu diğer bir İskân politikası da ‘celp’ (s.71) yöntemidir. Yani “Sınırlar dışında yaşayan Türk ve Müslümanlar, oralardan çekilip alınarak memalik-i Osmaniye’ye getiriliyordu.” (s.71) Celp meselesi mecliste tartışılmış ve İttihat ve Terakki’nin içindeki Türkçülük dolayısıyla bazı yerleri Türkleştirmek için dışarıdan Türk ve Müslüman getirdiği şeklinde bir tartışmaya dönüşmüştür (s.72).

“Memalik-i Osmaniye’nin dört bir tarafında yapılan araştırmaya göre bir milyon Türkmen, bir milyon Kürt ve 3 milyon Arap göçebe yaşamaktadır.” (s.73) İttihat ve Terakki başıboş yaşayan ve yerleşik insanlara zarar veren, vergi ve asker vermeyen kitleyi yerleşik hayata bağlayarak düzeni sağlamak vergi ve asker almak istiyordu. Bu yüzden Göçebe Aşiretlerin İskânı mevzuunu da gündemine aldı.

1915 tehcir olayından sonra gayrimüslimlerin boşattıkları arazi ve yerleşim yerlerine Türkçe isim verilmesi gündeme gelmiş ve Enver Paşa 5 Ocak 1916 tarihinde bir talimatname yayınlayarak isim değişikliği sırasında takip edilecek prensipleri açıkladı. Bu talimatnamenin birinci maddesi ile “memalik-i Osmaniye’de Ermenice, Rumca veya Bulgarca gibi ‘İslam olmayan milletler lisanıyla yâd edilen vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir, … ilâh bilcümle isimlerin Türkçeye tahvili’ (s.82) kararlaştırılıyordu. İsimlerde tarihi övünç ve askeri kahramanlıklar dikkate alınacak, yerlerin isimlerinde oraya mahsus geçmiş şanlı hadiseler göz önünde bulundurulacak, memlekete hizmet etmiş faydalı insanların isimleri konulacaktı (s.83). Sorun ve karışıklığa sebep olduğu gerekçesiyle 15 Haziran 1916 tarihinde isim değiştirme ertelenir. İdari yapı düzenlenerek her hükümet merkezine 15-20 köy düşecek düzenlemeler yapılmaya çalışılmış ancak Halep’te her hükümet merkezine 650 köy düşüyor diye yapılan düzenlemelere rağmen hala hükümet merkezlerine 130 köy düşüyordu (s.84).

Ülkemizde ve dolayısıyla ülkemizi milletimiz suçlamak isteyen dünyada Ermeni tehciri hep tartışılır ve bu tehcirde hep ölümlerden bahsedilir. Ancak görülüyor ki Osmanlı devleti ve dolayısıyla iktidardan düşen İttihat ve Terakki hükümet yerine geçen hükümetler tehciri telafi edici karalar da almış ve uygulamıştır. “10 Nisan 1918 tarihli Meclis-i Vükela toplantısında Rum, Ermeni ve Suriye’den tehcir edilmiş Araplardan 60 yaşını geçmiş ve yardıma muhtaç olanların iadesi kararlaştırıldı. Hükümet aynı günlerde Rum, Ermeni ve Arap muhacirlerinin yeniden iskân ve iaşeleri için seferberlik tahsisatından 60 milyon kuruş ayırdı.” (s.87) Tehcir edilenlerin dönüsüne müsaade edilmiş “Ancak Diyarbekir, Elazığ, Van, Bitlis ve Erzurum vilayetleriyle Erzincan mutasarrıflığı [tehcirden dönenlerin] iskân sahası dışında tutulmuştur.” (s.88) “Devlet kaynaklarına göre, 1920 Ocak ayının sonuna kadar yerlerine dönen Ermeni ve Rumlar’ın sayısı 335.883 idi. Bu tarihten sonra geri dönüş faaliyetleri az da olsa devam edecekti. 1920 sonlarına doğru gayrimüslimlerin geri dönüş ve iskânları son bulacaktı.” (s.91)

Fuat Dündar “Müslümanların Sevk ve İskânı” (s.92) başlığı altında Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan Arapları (s.92), Arnavutları (s.108), Boşnakları (s.122), Çingeneleri (s.127), Çerkezleri (s.130), Gürcüleri (s.134), Kürtleri (s.137), Lazları (s.155), Müslüman Ermenileri (s.158), Müslüman Esirleri (s.162), Türkleri (s.165) ayrı ayrı ele almış, sevklerini, mültecilerini, iç göçlerini, iaşelerini, nasıl ve ne ile sevk edildiklerini, devlet yardımlarını, geri dönenlere yapılanları, sınr güvenliği için göç ettirilenleri, affa uğrayanları, asker olarak yararlanılanları, çete kurulanları, süvarileri detaylıca anlatmıştır. Ancak bütün bu göçler sanki başa dönülerek yaşanılan olaylar sonunda hiç mesabesinde kalmış, halk mülteci durumuna düşerek düşman önünden kaçarken de geri yerleştirildiği yerden asıl vatanına dönerken de iki kere göç etmek durumunda kaldığından maddi manevi zarar görmüştür. Devlet de hem savaştan dolayı düşman karşısında kayıba uğrarken hem de mülteci ve göçenlerin yerleştirilmesi sırasında göçü finanse etmek ve halkı ihtiyaçlarını karşılama sırasında finansman dolayısıyla ve üretimden yoksun kalmaktan dolayı ekonomik kayıplara uğramıştır.

“İttihat ve Terakki, iskân konusunda yürüttüğü çalışmaların bilimsel yanına da önem veriyor, dünyanın diğer ülkelerinin tecrübelerinden ve yazılı belgelerinden yararlanıyordu.” (s.154) İfadeleriyle Fuat Dündar, İttihat ve Terakki’nin aslında göç olayını bir cezalandırma yöntemi olarak değil de halkına ve mültecilere daha iyi koşullarda bir hayat sağlamanın mücadelesi içinde olduğunu göstermektedir. Göç ve göçmenlerin iskânı konusunda dünyadaki mevcut bilimsel bilgiden yaralandığının örneği olarak da 1918 başlarında hazırlanan ‘aşiret ve muhacirlerin iskânı talimatnamesi’nin konuya verilen bilimsel önemi gösterecek teferruata sahip olduğunu da ifade etmektedir.

Ermenilerin casusluk ve ihanet dolayısıyla askeri sebeplerle yaşadıkları köy ve kasabalardan başka yerlere sevk ve iskân kararı alındığını öğrenen Ermeniler arasından yerlerinde kalmak için sevk öncesi, sevk sırasında ve sevk sonrasında dinlerini değiştirip Müslüman olmak için topluca ya da bireysel başvurular yapıyorlardı (s.158-159). Henüz bir karar ve politika yok iken Müslüman olan Ermeniler ya yerlerinde bırakılıyor, ya da Müslüman olmasına bakılmadan yerleri değiştiriliyordu. “1 Temmuz 1915 tarihinde tüm vilayet ve mutasarrıflıklara Talat Paşa tarafından çekilen bir telgraf ile ihtida eden Ermenilerin sevki ile ilgili geniş bir talimat gönderiliyor ve ihtida ‘bir netice-i kanâ’at’ olduğu için sevk meselesinde ‘mevzû-ı bahs’ olunmaması ve bu şekilde vukû’ bulacak ihtidalara itimat edilmemesi isteniyordu.” (s.160)

I.Dünya Savaşı’nda, İngiltere, Rusya, İtalya ve Fransa sömürgelerinde yaşayan Müslümanları zorla ya da kandırarak Osmanlı devletine karşı savaştırıyorlardı. Almanya bu sömürge Müslümanlarından aldığı esirleri Osmanlı Devletine vermiş, Osmanlı kendi aldığı esirler ile Almanya’nın aldığı esirleri Halifeye karşı güven tesis etmek için özgür bırakarak mülteci olarak kendi topraklarında Osmanlı tebaası olarak iskân etmiştir (s.163).

Fuat Dündar kitabın ikinci kısmında “Muhacir ve Mülteci İşleri” başlığı altında “Muhacirlere Yapılan Yardımlar”ı (s.179), “İaşe Yardımı”nı (s.181), “Arazi Yardımı”nı (s.182), “Geçim Araçları ve Kaynakları Yardımı”nı (s.186), “Yetim Çocuklara Yapılan Yardımlar”ı (s.190), “Muafiyetler”i (s.192), “Vergi Muafiyeti”ni (s.193), Yardımlaşma Hissesi adında “Hisse-i Teavün”ü (s.196), “Askerlik Muafiyeti”ni (s.197) gibi göç programları uygulamışlar vatandaşlarını ve mültecileri iskân etmişlerdir. Devlet mülteci ve muhacir “Kafilelerin binbir zorlukla memalik-i Osmaniye’ye giriş yaptıkları andan son sevk mahalline varışlarına kadar, can güvenliklerinin sağlanması, bulaşıcı hastalıklara karşı korunmaları, uygun hava şartlarının kollanmaları, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarının giderilmesi, [çiftçilere hayvan, tarım için öküz, günlük iaşe bedeli ücret verilmesi,] demiryolu ve benzeri nakliye araçlarının ücretsiz ya da çok düşük ücretlerle tahsis edilmesi gibi desteklerde bulunuyordu.” (s.177)

“İki yüzyıllık muhacir akını Anadolu’da birbirinden kültür, dil ve ırk olarak farklı ama hepsi İlam ahaliden olan köyler ve mahalleler yaratmıştı.” (s.208) etnik olarak homojen köylerin çevre köylerle kaynaşması zorlaşıyor, zaman zamanda köyler arasında kavgalara zemin hazırlıyordu. Nitekim Bursa Karacabey’de Ziya Bey adlı Arnavut asıllı kaymakamın tarafgir tutumu da etkin olunca Çerkez ve Arnavut köyleri arasında kavga çıkmış köyler arsındaki bu kavgayı devlet zorlukla bastırmıştır (s.208). Bu etnik ve kültür yönünden homojen köyler Osmanlıda da Türkiye cumhuriyetinde de millet oluşmasından problem teşkil ettiği için 25 Eylül 1922 yılında bundan sonra homojen köy kurulmayacağı ve gelen muhacirlerin mevcut köylerin etrafına karışık yerleştirileceğine dair bir talimatname hazırlanmıştır (s.208).

Balkan savaşları sonucu gelen muhacirler için oluşturulan köy projelerinin ve mesken planlarının daha bilimsel olduğunu söyleyen Fuat Dündar bunu da “İttihat ve Terakki’nin Batılı yüzü” sayesinde olduğunu ifade etmektedir. İttihatçıların “Bilime [ve Batılılaşmaya] açık yanları muhacir köy planlarına da yansıyordu.” (s.210)

“I. Dünya Savaşı yıllarında bir Osmanlı lirası yaklaşık 18,5 Mark, 4,4 Dolar, 0,9 Sterlin” olduğu sırada Osmanlı Devleti mülteci ve Muhacirler için oluşturduğu bütçeler. Örneğin “1332 senesi AMMU bütçesi ilk başta 100.000 lira olarak belirlenmişti. Ancak aynı yıl, mülteci akının başlaması yüzünden konulan ek bütçeler, asıl bütçeyi kat kat aşacaktı. AMMU bütçesine yapılan eklemeler, 15 Mart 1332/28 Mart 1916 tarihinde 250.000 lira, 23 Mayıs 1332/5 Haziran 1916 tarihinde 302.605 lira, 7 Ağustos 1332/20 Ağustos 1916 tarihinde 450.000 lira, 25 Teşrinievvel1332/ 7 Kasım 1916 tarihinde 500.000 lira ve 10 Kânunuevvel 1332/23 Aralık 1916 tarihinde 5000.000 lira ilave edilerek toplam 2.102.605 lira bütçe ayrılmıştı.” ve 1333 yılı bütçesi de “18 Mart 1333/1917 tarihli meclis toplantısında 2.057.000 lira olarak belirlenmişti. 29 Kasım’da bu bütçenin iskân faslına 600.000 lira ilave edilir. 22 Aralık’ta yine iskân faslına 1.000.000 lira ilave edilir [ve 3.657.000 toplama ulaşır.]” (s.224) Osmanlı parasının değerli olması dolayısıyla 1917 yılında Alman Markı karşısında 18,5 kat yani 67.657.500 lira, Amerikan Doları karşısında da 4,4 kat daha fazla yani 16.090.800 lira harcama yapmış oluyordu.

Bu harcamalar vatan toprağının kaybı ve göç edenlerin maddi kaybı ile hesaplanmayacak boyuta ulaşacağı gibi zaman zaman mülteci ve muhacirlerin yerlerini terk etmesi dolayısıyla boşa giden harcamalar durumuna düşüyor savaş ortamında Ordunun iaşe ve mühimmat ihtiyaçları için yapılacak harcamalardan kısmak zorunda kalması dolayısıyla alternatif maliyet olarak hesap edilemeyecek derecede bir bütçenin göç ve muhacirlerin iskânına harcamış oluyordu.

“İttihat ve Terakki hükümeti, Türk iskân mıntıkası olarak, Edirne’den Halep’e kadar olan bölgeyi belirlemişti.” (s.246) Fuat Dündar’ın bu tespitine göre İttihat ve Terakki yine ileri görüşü bir öngörüde bulunmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını belirlemiştir. Çünkü daha sonra “Genel olarak İttihatçıların Türkleştirme çabasına girdiği Edirne’den Musul’a kadar olan bereketli topraklar, gelecekte Misak-ı Milli sınırları olarak anılacaktı.” (s.246) Ulus-devlet düşüncesiyle Gayrimüslim topluluklardan arındırılan topraklarda farklı kimliklere sahip Müslümanlar birbiriyle karıştırılmıştı (s.247).

Fuat Dündar’ın yazmış olduğu “İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913-1918)” adlı kitabı kitabın adını aşan bir kitap olmuş. Kitabın adını aşmasının sebebi de Osmanlı İmparatorluğunun fetihler sırsında takip ettiği bir iskân politikasının da mevcut olması yanında Osmanlı İmparatorluğunun duraklama, gerileme, çekilme olarak adlandırılan dönemin 300 yıla yakın sürmesi ve bu süre zarfında önceden fethedilirken yerleştirilen Müslüman ve Türk nüfusun peyderpey geri gelmesi ve geri göç edenlerin de bu 300 yıl boyunca Anadolu’da bir yerlere yerleştiriliyor olması takip edilen bir iskân politikasının varlığını göstermektedir. Bu yüzden kitapta başlığa konu olan 1913-1918 tarihleri arasındaki İttihat ve Terakki göçmenlerle ilgili izlemiş olduğu iskân politikası kitabın çok cüzi bir kısmını oluşturduğu kanaatindeyim.

Netice olarak Fuat Dündar’ın ifadesi ile bitirecek olursak “İttihat ve Terakki’nin gerçekleştirdiği sek ve iskânlar, Anadolu’nun bugünkü etnik ve dinsel dağılım ve karışımının ana belirleyenlerinden biri olacak.” (s.250) ve “Parti [ittihat ve Terakki], tek başına iktidarda olduğu süre boyunca Balkan ve I. Dünya Savaşı koşullarından gayrimüslimlerin tehciri, hal-i harb, ihtiyacat-ı askeriye, isyanlar, mülteciler gibi önemli olaylar ve meseleler içinde ulus-devlet yolunda birçok sorunun üstesinden gelmiş ve muazzam derecede büyük işler başarmıştır.” (s.252) diyebiliriz.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 205,29 M - Bugn : 567678

ulkucudunya@ulkucudunya.com