« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

01 Mar

2010

REZÂLETTE SON PERDE

01 Mart 2010

Son iki üç yıldır tezgâhlanan rezâlet bütün hızıyla sürüyor. Türk kelimesine tahammül edemeyen, Türk Milletini, Türk kimliğini, Türk kültürünü yok etmeyi hedefleyen din maskesi takınmış karanlık ve bölücü zihniyet, Türk ile meselesi olan her kesimden devşirdikleri Türk düşmanı müttefikleriyle geniş bir cephe oluşturarak Türk Ordusuna savaş açmış vaziyettedir. Genelkurmay Başkanı'nın asimetrik psikolojik harekât diyerek eveleyip gevelediği, fakat net olarak ihanet diye ifade ederek üzerine gidemediği durum budur. Ara sıra öfkelenmesine rağmen, kimi hedeflediği, kimleri lânetlediği tam belli olmayınca ihanet iyice zıvanadan çıkmaktadır. Sanki ülkede bugüne kadar mevcut olmayan demokrasiyi ve İslâm'ı getirmeye çalışan dindar birileri, buna karşı çıkan din düşmanlarıyla mücadele ediyor gösterilerek, yüksek rütbeli Türk Subayları mağlup düşman subaylarına bile lâyık görülmeyecek muamelelere tabi tutulmaktadır. Genelkurmay izin vermediği takdirde değil ordu komutanına, bir nefere bile ilişilemeyeceğini herkes bilmektedir. Bir taraftan şark cephesi kumandanı Kazım Karabekir için anma toplantısı düzenlenirken, aynı görevi bugün ifa eden ordu komutanının ifadeye vermeye gidip gitmeyeceği saat tutulup geri sayılarak izlenmekte, mesele süfli magazin programları seviyesine düşürülmektedir. Yaşananların demokrasiyle, hukukla, geçmişin hesaplaşmasıyla bir ilgisi yoktur. Demokrasi adına askere yönelen saldırılar maksadını aşarak milli güvenliği tehdit eder boyuta gelmiştir. Hedef, Türk Ordusunu Türk Milletinin en güvendiği kurum olmaktan çıkararak, batının arzuladığı şekilde en güvenilmez kurum haline getirmektir.

Artık vakayı adiyeden sayılan operasyonlarda gözaltına alınan şahıslar arasında kanunda suç sayılan bir fiili işleyen varsa, darbeci varsa, darbe planlayan veya darbeye teşebbüs eden varsa usulü dairesinde yargılanır ve mesele kapanır. Ancak bu esnada yaşanan bayağılıklar kamuoyunu rahatsız etmektedir. İlgililer lehine görüş beyan edenler konu yargıya intikal etmiştir gerekçesiyle susturulurken, aleyhlerine konuşulması teşvik edilmekte, haklarında her gün karalama kampanyası düzenlenerek kamuoyu yönlendirilmektedir. Ortaya atılan tutarsız, çelişkili, abartılı, çoğu zaman yalan yanlış iddialara temkinli yaklaşmak, arkasındaki art niyetleri sezmek, akla mantığa aykırı hususları kabul etmemek darbecilikle özdeş hale getirilmiştir. Zorla kabul ettirilmeye çalışılan bu saçmalıkları aklında ve vicdanında sorgulayarak itiraz eden milyonlarca vatandaş her an darbecilik suçlamasıyla hapishaneyi boylamak korkusunu taşımaktadır. Darbeciye hazır bahane mi yok sağa sola silah gömsün, günlük tutsun, beşbin sayfa plan yapsın. Bugüne kadar hangi darbede günlük tutulmuş, milyonlarca belge tanzim edilmiştir. Aradan yedi sekiz sene geçtikten sonra sanki yeni haberdar olunuyormuş gibi darbeye teşebbüsün üzerine şiddetle gidiliyorken, darbeyi gerçekleştirenlere ilişilmemesi en başından hadisenin inandırıcılığını kaybettirmiştir. Darbelerle mücadelenin inandırıcı olması için öncelikle darbe olarak nitelendirilen fiilleri işleyen kişilerden başlanmalıydı. Oniki eylül darbesini ve işkencelerini yapanlar, yirmisekiz şubat darbesinin baş aktörleri, emuhtıranın müellifleri takibata uğrarsa saygı duyulur. Bunlar yapılamadığı gibi darbelerin güçlü kişilerine itibar edilir ve o dönemlerde yaşanan zulümler, zulme maruz kalmayanlar tarafından kullanılarak darbe karşıtlığı edebiyatı yapılırsa burada samimiyet yoktur, başka şeyler vardır. İktidar yandaşları, rant sağlanacağı zaman siyasi ve keyfi intikam olduğunu belli ederek sahiplenmekte, bir gün hesabı sorulur korkusu sardığı ve bu muktedir siyasi gücün meselelerin çözümü için sarf edilmesi hatırlatıldığı zaman ise mazlum ve mağdur rolüne bürünerek hukuki olduğunu ve iktidarı aştığını söylemektedir. Ayrıca hayali darbe karşıtlığını meslek edinenler hangi gerçek darbe ortamında darbecilere karşı koymak cesaretini göstermiştir. Allah korusun bir darbe olduğunda bunlar yine kahraman ordumuz diyerek alkışlarlar, ceremesini yine vatansever vatandaşlar çeker. Darbe kaşıtlığı adı altında sergilenen maskaralıklar darbeyi tahrik etmektedir.

Asker hatasız ve günahsız mıdır? Elbette ki değildir. Askere gönüllü giden Türk gençlerinden bir kısmının geçmiş dönemlerde hoyrat ve kaba davranışlara, dayak ve hakaretlere maruz kaldığı bir vakıa ise de disiplini esas alan zorunlu ve cebri askerlik sisteminde milli vicdanı yaralayıcı boyutlara gelmemiş, bunlara sabrederek katlanmak necip Türk Milletinin anlayışında olgunlaşmak, adam olmak, hayata hazırlanmak şeklinde değerlendirilmiştir. İhtilâl dönemlerinde millete de kaba davranılmıştır. Fakat bazen sivil dönemlerde de vatandaşa tepeden bakmak, hor ve hakir görmek askeri dönemleri aratmayacak boyuta gelebilmektedir, günümüzde de had safhaya çıkmıştır.

Askerin en temel yanlışı, devletin kuruluş felsefesi olarak kabul edilen Türk Milliyetçiliği ideolojisini benimsemek yerine, rütbesi yüksek fakat fikren düşük kapasiteli fertlerin ihdas ettiği Atatürk Milliyetçiliği denilen yetersiz tariflere sarılarak Türk Milliyetçiliğini zararlı akımlar arasında değerlendirmek olmuştur. Türk Milliyetçiliğini hor görmek Atatürk'e yapılacak en büyük ihanettir ve maalesef bu ülkede Atatürkçülük adına bu ihanet yaşanmıştır. Ülkenin kurtuluşu için mücadele veren ve halen de tek kurtuluş ümidi olan Ülkücülük, askeri okullarda ders olarak anlatılacağına, ihanet eseri olarak, uzunca bir dönem liselerde okutulan Milli Güvenlik ders kitaplarında zararlı akımlar arasında gösterilebilmiştir. Ülkücülük ulusalcılıktan çok daha fikri derinliğe sahiptir, çok daha vatanseverdir, çok daha cesurdur ve çok daha fedakârdır. Bu meziyetler kıskançlık konusu yapılarak cezalandırılacak yerde, örnek alınmak fazileti gösterilebilmeliydi. Atatürk Milliyetçiliği adı altında tatbik edilen hataların Türk Milliyetçiliğine mal edilmesine sebebiyet verilmesi ihanetin ayrı bir boyutudur. Din maskesi altında serpilen ihanetin, ihanet yerine irtica olarak tanımlanması, vatansever muhafazakârlığın rencide edilmesi, ihanetin siyaseten yol almasına fırsat vermiştir.

Atatürk'ün ikinci plana itildiği müstebit İnönü devrinin akabinde, demokratların siyaseten Atatürk'e sahip çıkmalarına paralel olarak halk partisi de tekrar Atatürk'e sarılma ihtiyacı duymuş ve Atatürk'ün kurduğu milli devleti neredeyse kendi eliyle yıkma safhasına kadar aşırı sola yaklaştığı dönemlerde de Atatürkçülüğünü ifade etmeyi sürdürmüştür. Aynı dönemde orduda da beliren İnönü aleyhtarlığı ve Atatürk dönemine duyulan samimi hasretin sonucunda gelişen hissi Atatürkçülük kavramı zamanla masumiyetini kaybederek her ayıbı örten, her yanlışı meşru kılan bir asgari müşterek, her meşrepten, her fikirden askerin, sivilin, siyasetçinin, devlet erkânının sığındığı dokunulamaz bir şemsiye haline gelmiştir. Onikieylül darbesi sonrasında Türk Milliyetçiliği ezilirken ulusalcılık adı da verilen Atatürk Milliyetçiliği kavramına anayasada yer verilerek resmi ideoloji haline getirilmiştir. Atatürk Milliyetçiliği denilen mefhumun Türk Milliyetçiliğinden başta maneviyat olmak üzere eksik ve noksan yönleri vardır ve günümüzde yaşanan problemler büyük ölçüde bu farklılıktan kaynaklanmaktadır. Onikieylülün resmi görüşü, galat deyimle Türk İslâm Sentezi değil, Atatürkçülüktür. Dolayısıyla son çeyrek yüzyılın başarısızlıkları Türk Milliyetçiliğine mal edilemez, yapılan hatalar sebebiyle Türk Milliyetçiliği yargılanamaz ve Türk Milliyetçiliğinden vazgeçilemez. Türk Milliyetçiliği veya bir başka tabirle Türk İslâm Ülkücülüğü halen ülkenin meselelerini çözecek yegâne fikir sistemidir. Sözde darbelere ve darbecilere saldırırken kantarın topuzunu kaçırıp Türk'e ve Türk Milliyetçiliğine saldıran gözü dönmüşlere bu hususu hatırlatmakta fayda vardır.

Bu ülkede doğan her Türk vatandaşı, yöresi, cinsiyeti, eğitimi, mesleği, fikriyatı, siyasi görüşü, dini hayatı ne olursa olsun, sistematik Türk düşmanı ideolojilerden birine kapılmadıkça, en azından Türk varlığını güçlendirici demografik bir unsur olmak itibariyle harice karşı Türk Milletinin potansiyel gücüdür. Türk varlığı, İslâm varlığıyla eş anlamlıdır. Türk varlığını güçlendirici her gayret, aynı zamanda İslâm için harcanmış bir çabadır. Basitçe misal verilecek olursa, sınırda nöbet tutan Mehmetçik, sağcı da olsa, solcu da olsa, sade vatandaş da olsa, aynı milli vazifeyi ifa etmektedir ve bu noktada, düşmana karşı caydırıcı güç olmak açısından hepsinin milli değeri eşittir. Kimi tam gönüllü, kimi yarı gönüllü, kimi cebren, fakat hepsi de İslâm ümmetinin en önemli parçası olan Türk Milletinin bekasını, canını, malını, ırzını, namusunu korumak için dondurucu soğukta, kavurucu sıcakta nöbet beklemektedir. Hangi fikir akımı bu en temel ve en basit milli vazifeyi daha aşk ve şevkle ifa ettiriyorsa o fikir daha üstündür, daha milli ve daha dinidir. Şüphesiz bu milliyetçiliktir. Türk Milletini sınıflara, etnik boylara, mezheplere, dini cemaatlere ayrıştırarak birbirine düşman eden, milli bağları zayıflatan her düşünce, ister komünist, ister bölücü, isterse ümmetçi yaklaşımla olsun, Türk düşmanlığıdır ve aynı zamanda İslâm düşmanlığıdır. Ferdi dindarlık veya dine uzaklık bu noktada o kadar belirleyici rol üstlenmez. Askere almazlar korkusuyla muayenede özürünü gizleyen ve kıtada fark edildiğinde ağlaya ağlaya köyüne dönmek zorunda kalan bir gözü kör köylü vatandaş, askere gitmemek için kırk takla atan, sahte sağlık raporları almaya tevessül eden sözde dindar aydından kat be kat vatana, millete ve dine daha hayırlıdır. Dine karşı imiş gibi gösterilen bir subay, savaşta düşmandan kaçmadıkça, sahip olduğu askeri sırları düşmana satmadıkça, üstlendiği askeri vazifeyi hakkıyla yerine getirdiği sürece, dini siyasette kullanan bezirgândan manen kat kat üstün olabilir. Dün milliyetçi olan birisi, bugün menfaat rabıtasından başka bir müşterek noktası bulunmayan cemaatin sözcülüğüne soyunduğu için, terk etmek zorunda kaldığımız Rumeli'deki vatan topraklarından Türk toprağı olarak bahsedildiğinde, bilgiç bilgiç kafasını sallayıp, Türk toprağı demek yanlış olur, diyebilmektedir. İşte burada, evlâd-ı fatihan topraklarını hayalinde yaşatan, Müslüman Türklere yapılan mezalimin sızısını kalbinde hisseden, Kerkük bir Kürdistan şehridir diyerek Türk Milletine meydan okuyan haddini bilmez Talabani'ye öfke duyan bir subay ister ulusalcı, ister solcu ne olursa olsun bu beyni iğdiş edilmiş allâmeden daha Türktür ve daha Müslümandır. Milli coğrafyadan rahatsız olan bu dönmeye, madem Türk toprağı demek yanlış, madem o kadar hümanistsin, ver bakalım zaruri ihtiyacından fazla varlığını, insanlığın ortak malı olsun denilse kıyameti koparır. Yine eski solcu, sonradan İslâmcı, şimdilerde Türkçü takılan bir şairin ortaya attığı, özünde doğruluk payı bulunan fikirlerin gıyabında tartışılması esnasında; programcı ahbap çavuşlardan biraz izan taşıyan birisi şaire hak verir gibi tavırla Türk kültüründen ve Türk'ün batıyla kadim mücadelesinden bahsedecek olduğunda, solcu İslâmcı bir diğer programcı, hangi Türk kültürü, hangi kadim mücadele kardeşim diyerek arkadaşlarına baskın çıkıp, Türk kültürü diye bir kültürün olmadığını söyleyebilmekte, Türk'ün asırlardır batıyla, Haçlı zihniyetiyle mücadelesini inkâr edebilmektedir. Din gayreti taşıyan samimi insanların bu hain davranışları tefrik edebilecek ferasette olması lazımdır.

Asker bugün maruz kaldığı küçültücü davranışları, hain kalemler marifetiyle itilip kakılmayı, linç edilmeyi hak etmemiştir. Askerden hesap sorduğunu ifade eden zihniyetin, ne hakla, neyin hesabını sorduğu belli değildir. Asker terörü bitiremedi deniliyor. Terör bitmediyse, teröristi çiçekle karşılayıp, terörle mücadele eden askeri hapse atmak gerekmez. Önce siz terörü bitirir, teröristi cezalandırır, ondan sonra milli iradeden aldığınız güçle askerle ne davanız varsa görürsünüz. Hayali onyedibin faili meçhul cinayet askere yüklenerek PKK terör örgütünün çeyrek asırdır yaptığı katliamlar unutturulmak istenmektedir. Hatasıyla, günahıyla, eksiğiyle ülkenin güvenliği için mesai harcamış, terörle mücadele etmiş, bölücübaşını yakalayıp getirmiş olan Türk Subayları, Türk Milletine düşman bir zihniyetin tasarrufuna teslim edilerek Türk Milletinden intikam alındığı havası doğmaktadır. Adeta askere, niçin bugüne kadar vatanın bölünmesine müsaade etmediğinin hesabı sorulmaktadır. Hapse atılanların işkenceci, darbeci, din düşmanı oldukları bilinmediği gibi alkışçıların da demokrat ve dindar olmadıkları açıktır. Ne söylendiği kadar, söylenin kimliği, kişiliği, karakteri, hedefi, maksadı önemlidir. Herkesin yakından tanıdığı ve nefret ettiği bu zihniyetin dinin özüyle ve samimi dindarlıkla ilgisi yoktur. Taptıkları ilah, sadece güç, iktidar ve paradır.

Birileri darbecilerden, işkencecilerden hesap soracak ise bu şüphesiz Türk Milliyetçilerinin hakkıdır. Türk Milliyetçiliği, ordu içindeki üç beş gafil ve hainin icraatını bütün Türk Ordusuna mal etmeyecek yüksek basireti ortaya koymuş, şahsi kin ve nefreti bir kenara bırakarak milli birlik ve bütünlüğe zarar verici düşüncelerden uzak kalmıştır.

Her şeyin Türk'e göre, Türk için ve Türk tarafından belirlendiği gerçek bir Türk Milliyetçiliği iktidarında, Türk Milletine yapılan bütün ihanetler mutlaka adaletli bir değerlendirmeden geçirilmelidir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,97 M - Bugn : 29429

ulkucudunya@ulkucudunya.com