« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

12 Ara

2007

DEVENİN EĞRİ BOYNU

12 Aralık 2007


İhtilâlci Paşa, bir gazeteciye verdiği mülâkatta ‘’Kürtçeye ağır yasak koyduk ama hataydı’’ itirafında bulunmuş.



Sanki darbenin diğer bütün uygulamaları iyi, güzel ve faydalıymış da, yegâne hatası söz konusu yasak olmuş! Her yanı eğri olan deve misali, nereniz doğruydu ki? İhtilâl Türk Milletine ne hayır getirdi? Türkçe sevginiz çok mu yüksek idi de Kürtçeyi yasakladınız? Bu hatalı uygulamaların toplumdaki tahribatını kim, nasıl telafi edecek? Bu günahların vebalini nasıl ödeyeceksiniz?



Ülkücüler olarak vatan, millet, devlet mefhumlarında olduğu gibi Türkçe karşısındaki hassasiyetimizin de sizlerinkiyle mukayese götürmeyecek derecede engin olduğu hususunda herhalde iz’an sahibi hiç kimsede en küçük bir tereddüt bulunmamaktadır. İzlenen yanlış denge politikası icabı kısır sağ sol kavgası şeklinde takdim edilerek asıl sebepleri ve suçluları milletten saklanmaya çalışılan mücadelenin bir veçhesi de Türkçe’nin yozlaştırılması, kısırlaştırılması ve uyduruklaştırılması taarruzuna karşı Ülkücülerin Türk lisanını müdafaa ve muhafaza tavrı almasıydı.



Askerliğim esnasında ailesinden gelen telefona bakması için yakındaki nöbet mahallinden çağırttığım Türkçe’yi pek düzgün konuşamayan güneydoğulu evli bir erin; yanında Kürtçe konuşursam koyu bir Türk Milliyetçisi olduğu anlaşılan asteğmen acaba bana kızar mı endişesiyle kızarıp bozarması hâlâ gözümün önündedir. Ahizeyi uzatıp rahat görüşmesini teminen odadan çıktım. Ben yüzyılların ihmaliyle anadili Türkçe’yi unutarak ne idüğü belirsiz iptidaî bir dille anlaşmak zorunda kalan bu zavallı gencimizin hâline hüzünlenirken, o eşiyle konuşmasını tamamlayıp çıktığında, yüzünde tahkir edilmediği için beliren tarif edilmez bir minnet duygusu vardı.



Dünya görüşleri, yöreleri, pozisyonları farklı da olsa iki insan evlâdının temel insanî bir meseledeki ferdî buluşması böyle insanî boyutta olur ve hiçbir problem yaşanmaz. Ülkücü olmayıp, Başbuğ Türkeş yerine sizleri örnek alsaydık herhalde: ‘’yassak ulan hayvan herif, Türkçe konuş bakayım’’ şeklinde insanlık dışı bir muameleye tabi tutmak işten bile olmazdı. Sizlere de Ülkücülük nasip olsaydı yasaklamak yerine bütün vatandaşlarımıza güzel Türkçemizi öğretecek tedbirleri alır, sun’i kimlikler karşısında bocalatılan kardeşlerimize katıksız Türk olduklarını hatırlatan ve ispatlayan çalışmaları ortaya koyar, bununla da yetinmez şuurlu birer Türk Milliyetçisi olmalarını sağlardınız. Ama nerede sizde o kabiliyet ve şuur? Kendi pusulanız doğru yönü göstermiyor ki gayrıya himmetiniz olsun. Üstüne üstlük Türklüğe verdiğiniz zarar hepsinin fevkinde; bahsettiğim vakadan üç beş ay önce yedek subay okulundaki ders notlarında Irkçılık başlığı altında Türkçülük-Turancılık zararlı fikir akımları arasında sayılıyordu. Bilmem şimdi durum nasıldır?



Paşanın işkence konusundaki aşağıda verilen sözleri de her zaman olduğu gibi yine inkâr yönünde.



‘’Ben o zaman Devlet Başkanıyım. Biz devleti yönetiyoruz. Cezaevlerini yönetmiyoruz ki! Cezaevleri bana mı bağlı? Sıkıyönetim komutanına bağlı. Sıkıyönetim komutanları da bizzat gidip cezaevini yönetecek, cezaevine bakacak değil. Cezaevi müdürleri var, jandarma var. O düzen devam ediyor… Tabii sıkıyönetim komutanlıkları da orayı disiplin altına almak için, onların başına subaylar verdiler. Bu subaylar da eğitim yaptırdılar, talim yaptırdılar, Atatürk ilkelerini, inkılaplarını öğrettiler. İstiklal Marşı’nı söylettiler… Şimdi bunlara eza yapın, işkence yapın diye bir şey söylenmemiştir. Benim ağzımdan böyle bir söz çıkmamıştır. Hatta hatırlarım: Bir astsubay doğuda işkence yapmış. Onun mahkumiyet kararı geldi bana. Ben onayladım, imzaladım. Bir polis de mahkum oldu. Onu, benim üzerime yüklemiyorlar mı? Sanki ben, ‘filan hapishanedeki filan adama işkence yapın’ demişim gibi… Sanki, işkence 12 Eylül’den önce karakollarda yok muydu? Bütün karakollarda vardı. Yani karakola düştün mü, kötü muamele yapılıyordu. 12 Eylül’de biz polisi serbest bıraktık, rahat çalışsın diye. Onlar yine yaptılar bunu.’’



Bu sözlere kargalar bile güler. Karakolları saymıyorum; okuduğu yatılı devlet okulunun yatakhanesinde, faşist ithamıyla, esasen kafa kafaya tokuşturulup süklüm püklüm gönderilmeyi hak eden, ancak sığındıkları haki libasları sayesinde ali kıran baş kesen iki nadan jandarmanın falakasından nasibini almış sıradan bir fert sıfatıyla şahsen o insanlığını yitirmiş zavallılara bugün geriye dönüp baktığımda herhangi bir öfke duymuyorum. Çünkü en tepedekiler nadandı ve bu keyfiyet dalga dalga aşağılara sirayet ediyordu. İstisnalar vardı elbette. Dirayetli Ocak Başkanımızın ısrarı ve önayak olmasıyla aslında içten içe başımıza daha büyük belâlar açılmasından çekinerek yazdığımız şikâyet dilekçemiz namuslu ve vatanperver, insan evlâdı, aslan gibi kara yağız bir paşanın önüne gitti ve o mücrim askerlere hak ettikleri şiddetli cezayı gözümüzün önünde kendi eliyle tatbik etti. Ancak yaşanan her haksızlığın bu şekilde bertaraf edildiğine inanmak safdillik olur.



Memlekette bırakın örgüt, dernek, teşkilât üyesi olmayı; hasbelkader kolunu kaldırıp slogan atmış olan yüz binlerce insan işkence tezgahından geçmiş, keyfî uygulamalarla işindeki gücündeki sade vatandaşa dünyası dar edilmiş, en kısa seyahatler uzayıp giden arama taramalarla, dökülüp saçılan valizlerle azaba dönüşmüş, adım başı lüzumsuz ve mükerrer kimlik kontrollerinde insanlara edilmedik hakaret bırakılmamış, dün selâmlaşıp ahbaplık eden, çocukları okul ve oyun arkadaşı olan komşulardan sivil olanlar ne oldum delisi bazı resmî görevlilerce tanımazdan gelinmiş, hakir görülmüş, sanki işgâl altındaki bir ülke gibi yaşamak kâbusa dönüşmüş, beyefendi işkenceden haberim yoktu diyor.



Gerçi sohbet Diyarbakır Cezaevi minvali üzerine kurulmuş, orası ırak olduğu için mazur görülebilir peki Mamak’taki feryatları da mı duymadınız. Hadi sesleri kalın duvarları aşıp Çankaya’ya kadar aksetmedi diyelim, Ozan Arif’in Mamak’la ilgili destanlarını muhakkak dinlemişsinizdir, yoksa işinize gelmediği için o kısma gelince teybi kapattınız mı?



İşkence konusunda sol örgütler dünyayı ayağa kaldırdılar. Çok daha fazlasına maruz kaldıkları halde Ülkücüler yine devletin itibarı ve bekası uğruna çektikleri çileleri sineye gömerek tarihe mâl etmeyi tercih ettiler. Herhalde Ülkücülerin en çok ağırlarına giden de uğruna kanlarını döktükleri İstiklâl Marşı’nı, geçmişte sol terörün sindirmesiyle sokağa çıkmaya bile cesaret edemeyenlerin emriyle copların gölgesinde zorla okutulması olmuştur.



İhtilâlin iç ve dış sebepleri üzerine çok yazılıp söylendi. Bugün kesin olarak anlaşılan netice şudur ki; en büyük sebep, Alparslan Türkeş’in beş buçuk yıl tutuklu bırakılarak Türk Milliyetçilerinin iktidarına engel olunması ve böylece Türk Devleti’nin birlik ve beraberlik içerisinde büyümesinin önünü kesilmedir. Diğer sebepler tali önemdedir.



MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş tutuklu bulunduğu Dil Okulu’ndan Devlet Başkanı’na mağdurlar için himmet dilemekten ziyade tarihe not düşmek maksadıyla yazdığı iki mektubunda, ihtilalin hatalı gidişatıyla ilgili ve özellikle Türk Milliyetçiliği fikrinin yargılanmasının ileride Türk Milleti’ne telafisi imkansız zararlar vereceği konusunda ihtar ve ikazda bulunur. İkinci mektubunda yer alan aşağıdaki cümlelerle Ülkücülere yönelik işkenceye dikkati çekmeye çalışır.



‘’Atfı cürümde bulunmaları için sanıklara yapılan işkenceler, biz istemesek de kamuoyuna yayılmakta ve onu sarsmaktadır. Bizim avukatımız, Avrupa Güvenlik Konseyi üyesi ile görüşürken bu kabil iddiaları reddetmiştir. O kadar ki, bu zat avukatlarımıza, devlet tarafından mı, yoksa sanıklar tarafından mı avukat olarak tutulduğunu sormak lüzumunu duymuştur. Bu, bizim her hâl ve şart altındaki milli hassasiyetimizden, yabancılar karşısında devletimizin haysiyetine düşkünlüğümüzden ileri gelmektedir. Ne var ki, bu işkencelerle kolları kırılanların, coplarla insanlık haysiyetlerine tecavüz edilenlerin, resmi mercilerden alınan raporlarını biz bilmekteyiz.’’



İşkence iddiaları müteaddit defalar duruşmalarda dile getirilir, raporlar ibraz edilir, mahkeme tutanaklarına geçer. Ayrıca MHP Çorum eski milletvekili Avukat Mehmet Irmak tutanaklara geçen işkence usullerini detaylı açıklayarak 30.12.1982 tarihinde altmış beş kişi hakkında suç duyurusunda bulunur. Ne yazık ki ne Alparslan Türkeş’in mektupları dikkate alınır, ne de işkenceciler hakkında bir işlem yapılır.



Pardon, doğuda görev yapan bir astsubayla bir polis cezalandırıldı mı demiştiniz?

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,41 M - Bugn : 28068

ulkucudunya@ulkucudunya.com