« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

23 Eyl

2024

KOMANDOLAR (35)

23 Eylül 2024

İLK KOMANDO KAMPI GÜMÜLDÜR

TÜRKEŞ: KOMANDOLARIM KOMÜNİSTLERE KARŞIDIR

ALTAN ÖYMEN: ÜÇ HİLÂLLİ KOMANDOLAR

KOMANDOLARIN LİDERİ MEYDAN DAYAĞI YEDİ.

AND İÇTİK CEZALARINI VERECEĞİZ

TÜRKÜN KENDİNE DÖNÜŞÜ



Demokrat İzmir, 14 Temmuz 1968.

CKMP NİN VURUCU KUVVETİ

CKMP Lİ GENÇLER KOMANDO KURSUNA TÂBİ TUTULACAK

Eski MBK üyesi ve 14’lerden Rifat Baykal, <<gençlerimizi her bakımdan dinamik ve son derece etkili hale getireceğiz>> dedi.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Mardin Milletvekili Rifat Baykal önceki gün İzmir’e gelmiştir. Baykal, parti il merkezinde 100’e yakın gence teşkilâtın dinamik ve vurucu kuvvetlere sahip olması için komando kurslarının açılacağını söylemiştir.

Büyük Millet Meclisinin tatile girmesinden istifade ederek Ege teşkilâtını daha aktif ve etkili şekle sokmak için İzmir’e gelen Rifat Baykal dün parti il merkezinde CKMP’li gençlerle saatlerce süren bir toplantı yapmıştır. Baykal toplantıda gençlere partisinin Üniversitelerdeki boykot olaylariyle ilgili görüşlerini açıklamış ve özetle şöyle konuşmuştur:

<<Biz Adalet Partisinin bedava tutulmuş boykot kırıcıları değiliz. Aksine boykotçuların haklı isteklerinin yanındayız. CKMP’yi boykotta AP ile aynı paralelde göstermek isteyenler yanılmaktadır.>>

KAMP VE KOMANDO KURSU

Baykal önümüzdeki günlerde gençlik teşkilâtı için deniz kenarında bir kamp açılacağını ve tatil sırasında 100’e yakın gence komando derslerinin verileceğini söylemiş ve <<CKMP’li gençler her bakımdan dinamik ve son derece etkili bir kadro haline getirileceklerdir>> şeklinde konuşmuştur.



Demokrat İzmir, 29 Temmuz 1968.

CKMP’NİN KOMANDO KURSU FAALİYETE GEÇTİ

İşaret: İki el ateş
Parola: Bağbuğ..

Akın Kıvanç

İstanbul’da gençlik, 6 ncı filoya karşı çıkıp <<Yankee Go Home>> sloganları altında coplanırken, Konya’da Cihad-ı mukaddesçiler islâm birliği uğruna matbaaları tahrip ederken CKMP’nin Ege teşkilâtı sessiz sedasız komando kurslarına başlayıverdi. Bu öylesine bir baçlangıç ki; elinde bıçak olan zorbanın havada uçmasını, jop kullanan polisin kolunun bükülmesini, sopalı saldırganın saf dışı edilmesini saniye meselesi kılan cinsten.

ED TEŞKİLÂTI ETKİLİ VE DİNAMİK DEMEK

CKMP’li milletvekili ve eski Millî Birlikçi Rifat Baykal Gümüldür’ün Akrepkaya denilen bir köşesinde komando kursunu organize ederken <<Etkili ve Dinamik bir gençlik teşkilâtı yaratacağız>> diyordu… Yaratmış da…

İŞARET; İKİ EL ATEŞ, PAROLA BAŞBUĞ

Kuş uçmaz kervan geçmez Akrepkaya’daki komando kursuna girebilmek için önce parti ileri gelenlerinden birinin iznini almanız gerekiyor. Sonra bir partilinin kontrolunda işareti ve parolayı bilmek şartı ile CKMP’nin <<ED>> teşkilâtının çalıştığı kampa yaklaşmak mümkün oluyor. Netekim kampa yaklaştığımız sırada CKMP’li Şeref Üsküp vasıtasından inerek elindeki son model bir tüfekle havaya iki el ateş etti. İşaretin akabinde yanımıza yaklaşan iki gence yüksek sesle <<Başbuğ>> dedik ve kampa girdik…

BÜYÜK ÇADIRLARDA YÜZE YAKIN GENÇ

Büyük çadırlarda yüze yakın partili genç istirahat ediyordu. Daha kenarda geniş bir bölgeyi CKMP’li gençler telle çevirmişler ve kendilerince <<Kritik>> görülen noktalara eli tüfekli nöbetçilerini dikmişlerdi. Eski Millî Birlikçi Rifat Baykal ve Ankara’dan getirilen iki komando hocası iç disiplini sağlıyor, gençlerin çalışmalarını organize ve kontrol ediyordu.

GAYE, TOPLUMDA DENGE UNSURU OLABİLMEK

CKMP’li Rifat Baykal büyük masraflarla meydana getirilen ve bünyesinde yüze yakın partili genci kapsayan komando kursu ile <<ED>> diye adlandırılan teşkilât hakkında şu bilgiyi veriyordu: <<ED>> teşkilâtı Etkili ve Dinamik anlamına gelmektedir. Gençlerimiz bu kampta özel eğitime tâbi tutulmakta ve ordu saflarına bir ön hazırlık görmektedirler. Böylesine güçlü bir teşkilâtın toplumda denge unsuru olabileceğini de unutmamak gerekir.>>

BİR BARUT FIÇISI

Ve CKMP’li gençler Gümüldür’ün Akrepkaya kumluğunda sabahları bir direğe bayrak çektikten sonra 45’er dakikalık özel eğitime tabi tutuluyorlar. Ateşli silâh kullananlara, sopalı mütecavizlere karşı kişisel savunmanın her türlüsü bu kursta öğretiliyor. Ve CKMP <<etkili dinamik bir gençlik>> adı altında bir <<Barut Fıçısı>> hazırlıyor.

* Eski Millî Birlikçi R. Baykal partili gençlere bıçaklarını dağıtıyor. Akabinde bıçakla hücuma karşı savunma şekli komando hocaları tarafından öğretilecektir.

* Silâhlı gençler kampı bekliyor.

* CKMP’li genç, saldırgana karşı kendini yukarıda görüldüğü şekilde savunacaktır. Bir komando arkadaşı ile çalışırken diğerleri onu dikkatle izliyor. (Fo: Gümüşçü)



Millî Hareket, Ağustos 1968, Sayı 25.

CKMP’Lİ GENÇLERİN KOMANDO KAMPLARI

Sağlam kafanın sağlam vücutta bulunduğunu bilen CKMP Gençlik Kolları üyeleri parti büyüklerine rica ederek kendilerini yetiştirmelerine yardımcı olunmasını istemişlerdi. Bu isteği mâkul karşılayan yöneticiler Ankara ve İzmir’de iki kamp kurulmasına yardımcı oldular. Bunlardan ilki İzmir’de kuruldu. 100 kadar gencin sıkı bir askerî disiplin içinde çalıştıkları bu kampı Rifat Baykal yönetiyordu. Ankara’daki kampta ise daha fazla genç bulunuyor ve bunlara Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer ile gençlik kolları genel başkanı Sadi Somuncuoğlu nezaret ediyorlardı.

İstanbul CKMP Gençlik kolları üyeleri ise bu yıl belli bir yerde toplanmamışlar, muhtelif yerlerdeki komando ve judo kurslarına katılmışlar ve eğitim görmüşlerdi. Gelecek yıllarda bu daha yaygınlaşacak yurdun muhtelif yerlerinde gençler komando ve judo kampları açarak kendilerini yetiştireceklerdir.



Cumhuriyet, 1 Ağustos 1968.

CKMP KOMANDOLARI

<<Hazır mısınız çocuklar?>>
<<Heyyy…>>.
<<Ölüm Tanrının emri, korkaklık ölüme yaklaşmayan insanların son arzusu.>>
<<Heyyy…>>

Komandoların geleneksel <<Heyyy!>>leri Gümüldür’ün Akrepkayasında duyuluyor. Akrepkaya’da bir Komando Birliği eğitim görmekte. Ancak eğitimin özelliği şu: Birlik Türk Silâhlı Kuvvetlerine bağlı değil, bir siyasî partiye, CKMP’ye bağlı. CKMP Akrepkaya’da komandolar yetiştiriyor. Başlarında hâlen CKMP milletvekili olan eski MBK cı Rifat Baykal var. Birliğin kısa adı >>ED>> teşkilâtı.

Kursta çoğu MTTB li olan 100 kadar gence judo, taş ve sopa kullanma, bunlara karşı korunma, açlığa ve eziyete dayanma tekniği öğretiliyor. Kısacası CKMP li gençler <<Saldırı>> ve <<Saldırıdan korunma>> bilimi üzerinde ince ince eğitiliyorlar.

Amerikan 6 ncı Filosunun İstanbula gelişinden sonra çıkan olaylar dolayısiyle Partinin açılmasına lüzum gördüğü Komando Kampına, öyle her genç elini kolunu sallaya sallaya giremiyor. Önce <<Başbuğ>> dan izin alınacak., giriş fişleri doldurulacak. Sonra? Bunu bilmeyecek ne var canım? <<Tanrı Türkü korusun!>> diye bağrılacak.

Sabahın alaca karanlığında Akrepkayasında yankılanan bir ses:

<<- Komando bölüğü kalk!..>>

Ok gibi yerlerinden fırlayan 100 CKMP’li genç, çadırlarının önünde tekmil vaziyetine geçiyorlar.

<<- Sağdan sayyy…>
<<- Bir… iki… üç… dört…>>
<<- Rahat… Hazırol… dikkat…>>
<<- CKMP Komando Bölüğü 100 kişi ile sabah görüşünüze hazırdır komutanım…>>
<<- Rahat… Denize marş marş!>>

Gün böyle başlıyor Akrepkaya’da ve kampta akşama kadar sıkı bir <<Eğitim>> programı uygulanıyor.

100 CKMP li genç komandonun bu kursta neler öğrendiklerini şimdiden kestirebilmek pek güç. Ama, bu konuda fazla meraklanmaya hiç sebep yok. 6. Filo nasıl olsa yakında gene gelecek. Hep birlikte göreceğiz.



Hürriyet, 19 Ağustos 1968.

TÜRKEŞ: BİN CKMP’Lİ GENCE KOMANDO EĞİTİMİ YAPTIRIYORUZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Haber Ajansı muhabirine verdiği bir demeçte, CKMP’nin, komünistlerle mücadele için komando birlikleri kurduğunu açıklamıştır.

Emekli albay olan Türkeş, Ankara ve İzmir’de kurulan komando birliklerinin Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, her gün sıkı eğitime tâbi tutulduğunu bildirmiştir.

Türkeş, komando eğitimi ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

ANLIYACAKLARI DİLDEN

- “Gençlik kolları, çeşitli sportif ve kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu arada, kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da, sokak hakimiyetini kuramazlar, onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için, gençlerimizi, mücadeleci olarak yetiştiriyoruz. Gençlerimiz, memleket vazifelerine hazırlıklı bulunuyorlar. Bulunacaklardır.”

Türkeş’in bu konuda verdiği bilgiye göre, bini aşkın genç, Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, Ankara ve İzmir’de bulunan komando birliklerinde her gün eğitime tâbi tutulmaktadır. Bu eğitimde Türk Silâhlı Kuvvetlerine bağlı Eğridir Komando okulundaki eğitimin eşi, CKMP’li gençlere uygulanmaktadır.”

Alparslan Türkeş, Adana İl Teşkilâtı tarafından ilk defa kurulan mehter takımının, bütün iller tarafından kurulması için de faaliyete geçildiğini açıklamıştır.

Öte yandan, Kasım ayında toplanacak olan büyük kongrede CKMP’nin adının da değiştirilmesi yolunda çalışmalar mevcut bulunmaktadır. Türkeş, Genel İdare Kurulunun, bu konuda birkaç isim tespit ettiğini açıklamıştır. Türkeş’in yaptığı açıklamaya göre, Genel İdare Kurulu, CKMP’nin yerine partiye “9 Işık Partisi”, “Millî Hareket Partisi”, “Milliyetçi Köylü Partisi” isimlerinin verilmesi büyük kongreye teklif edilecektir.



Akşam, 17 Ağustos 1968.

CKMP’NİN ADI “MİLLÎ HAREKET OLUYOR”

CKMP Antalya teşkilâtını kurmak üzere şehrimize gelen CKMP Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti, CKMP’nin <<Millî Hareket Partisi>> olarak adının değiştirileceğini ve amblem olarak da <<Üç Hilâl>> in kullanılacağını, bunun da Kasım ayındaki büyük kongrede yapılacağını açıklamıştır.

Osman Yüksel Serdengeçti ayrıca halen 3 ilde CKMP’li 3.000 gencin kamplarda judo öğrendiklerini ve bu gençlerin yakında 3 Hilâl’li mavi gömlekler giyerek Mehter takımı refakatinde yurdu dolaşacaklarını söylemiştir.



Yeni İstanbul, 19 Ağustos 1968.

TÜRKEŞ: KOMANDOLARIM KOMÜNİSTLERE KARŞIDIR

Dündar Taşer’in nezaretinde Ankara ve İzmir’de gençler komando eğitimi yapıyor.
TÜRKEŞ: “Bin CKMP’li gence komando eğitimi yaptırıyoruz”

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün verdiği bir demeçte, CKMP’nin komünistlerle mücadele için komando birlikleri kurduğunu açıklamıştır.

Türkeş, komando eğitimi ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

ANLIYACAKLARI DİLDEN

<<- Gençlik kolları, çeşitli sportif ve kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada, kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyetini kuramazlar, onların anlıyacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için, gençlerimizi, mücadeleci olarak yetiştiriyoruz.>>

Türkeş’in bu konuda verdiği bilgiye göre bini aşkın genç, Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, Ankara ve İzmir’de bulunan komando birliklerinde her gün eğitime tâbi tutulmaktadır.

Bu eğitimde Türk Silâhlı Kuvvetlerine bağlı Eğridir Komando Okulu’ndaki eğitimin eşi, CKMP’li gençlere uygulanmaktadır.

Türkeş’in yaptığı açıklamaya göre, Genel İdare Kurulu, CKMP’nin yerine, partiye <<9 Işık Partisi>>, <<Millî Hareket Partisi>> veya <<Milliyetçi Köylü Partisi>> isimlerinin verilmesi büyük kongreye teklif edilecektir.



Hürriyet, 19 Ağustos 1968.

TÜRKEŞ: BİN CKMP’Lİ GENCE KOMANDO EĞİTİMİ YAPTIRIYORUZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün Haber Ajansı muhabirine verdiği bir demeçte, CKMP’nin komünistlerle mücadele için komando birlikleri kurduğunu açıklamıştır.

Emekli Albay olan Türkeş, Ankara ve İzmir’de kurulan komando birliklerinin Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, her gün sıkı eğitime tâbi tutulduğunu bildirmiştir.

Türkeş, komando eğitimiyle ilgili olarak şunları söylemiştir:

ANLIYACAKLARI DİLDEN

- <<Gençlik kolları, çeşitli sportif ve kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada, kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da sokak hâkimiyetini kuramazlar, onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için, gençlerimizi, mücadeleci olarak yetiştiriyoruz. Gençlerimiz, memleket vazifelerine hazırlıklı bulunuyorlar. Bulunacaklardır.>>

Türkeş’in bu konuda verdiği bilgiye göre, bini aşkın genç, Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, Ankara ve İzmir’de bulunan komando birliklerinde her gün eğitime tâbi tutulmaktadır. Bu eğitimde Türk Silâhlı Kuvvetlerine bağlı Eğridir Komando Okulundaki eğitimin eşi, CKMP’li gençlere uygulanmaktadır.

Alpaslan Türkeş, Adana İl Teşkilâtı tarafından ilk defa kurulan mehter takımının, bütün iller tarafından kurulması için de faaliyete geçildiğini açıklamıştır.

Öte yandan, kasım ayında toplanacak olan büyük kongrede CKMP’nin adının da değiştirilmesi yolunda çalışmalar mevcut bulunmaktadır. Türkeş, Genel İdare Kurulunun, bu konuda bir kaç isim tespit ettiğini açıklamıştır. Türkeş’in yaptığı açıklamaya göre, Genel İdare Kurulu, CKMP’nin yerine, partiye “9 Işık Partisi”, “Millî Hareket Partisi” veya “Milliyetçi Köylü Partisi” isimlerinin verilmesi büyük kongreye teklif edilecektir.



Haber, Cevdet Perin, 20 Ağustos 1968.

TÜRKEŞ’İN KOMANDOLARI

Dünkü Hürriyet gazetesinde CKMP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in şöyle bir demeci çıktı:

<<Gençlik kolları, çeşitli sportif ve kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hâkimiyetini kuramazlar, onların anlayacağı dilden konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için, gençlerimizi, mücadeleci olarak yetiştiriyoruz.>>

Genel Başkanın verdiği bilgiye göre, bini aşkın genç, şu anda CKMP Genel Yönetim Kurulu üyesi emekli Albay Dündar Taşer’in nezaretinde, çeşitli kamplarda eğitime görmektedirler. Bunlar, Ordunun Komando birliklerindeki gibi fazla olarak politik bilgilerle de techiz edilmek suretiyle, yetiştiriliyorlar.

Haber çok enteresandır! Zira, bir siyasî topluluğun düşüncelerini ve mücadele usullerini açıkça belirtiyor. Kimbilir, belki de sayın Türkeş’in hakkı var, meydanı boş bulan Komünistlerin hakkından gelmek için, onların anladığı dilden konuşmak, yâni hadlerini bildirmek lâzım!... Ama, o zaman bu işin sonu nereye varır?... İşte, bütün mesele burada!...

CKMP’nin komandoları Türk siyaset hayatında yeni bir akımın çekirdeğini teşkil edebilir mi? Bunu zaman ve olaylar gösterecektir. Yalnız, derhal ilâve edeyim ki, yakın tarihte, bazı memleketlerde, ve bilhassa Almanya ve İtalya’da, Nasyonal Sosyalizm ve Faşizm hareketleri de böyle başlamıştır. Ve Komünizm tehlikesi arttıkça, bu milliyetçi akımlar da o oranda gelişmiş ve sonunda memleketin kaderine hâkim olmuşlardır. Bunun psikolojik ve sosyal nedenlerini burada etraflıca izah etmeme imkân yok. Ancak, Albay Türkeş’in Avrupa tarihini ve özellikle devrimler tarihini çok iyi bildiğini, bu konulara dair pek çok eser okuduğunu, yedi yıl önce Paris’te yaptığımız bir konuşma esnasında az çok öğrenmiştim. Politikayı uzun vâdeli bir mücadele olarak kabul eden, gerektiği zaman ise, fırsat çıkarsa, CKMP’yi ele geçirdiği gibi, emri vâki metodunu da çok iyi kullanmasını bilen eski ihtilâlci, kendisine çizdiği yolda sabırla yürümektedir. Nitekim, iki yıl önce, hattâ geçen yıl partisi içinde böyle bir komando teşkilâtından söz etseydi kıyamet kopardı, ama bugün normal karşılanmaktadır. Zirâ, Türkeş, şartlardan iyi faydalanmasını bilmiş, Komünizm tehlikesini iyi istismar etmiştir.

Bundan başka, yine haber verildiğine göre, gelecek kongrede partinin adı değişecek <<Millî Hareket Partisi>> olacaktır. Bugün İtalya’da da bu ismi taşıyan sağcı ve <<Neo-Faşist>> bir topluluk vardır. Bu partiye mensup gençlerin sokak kavgalarında komünistlere karşı yaptıkları mücadeleler Devlet Kuvvetlerinden daha etkili olmaktadır. Buna, dört ay önce Roma’da bizzat şahit olmuştum. Bakalım Türkeş’in komandoları ne yapacak?



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 29 Ağustos 1968.

CKMP

CKMP Milliyetçi bir fikir teşekkülü, güvenilebilir bir partidir. Aşırı solun binbir hırçınlık, kötülük, sokak kabadayılığı anarşi ve yalancılığına karşı, onda <<aşırı sağ>> ın hiçbir belirtisi, daha doğrusu hiçbir aşırılık gölgesi yoktur. Kurulduğundan beri yapıcı bir muhalefet örneği göstermiş, Türk – Müslüman ahlâkının vakarını temsil etmiştir. Ne demokrasi ilkelerinden kıl payı şaştığı, ne bir sokak gösterisine tenezzül ettiği, ne de azınlıklara veya herhangi bir zümreye lâf attığı görülmüştür.

CKMP mutedil, şuurlu milliyetçiliğin Türkiye’de politika sahnesine çıkışı, bir parti halinde kuruluşudur. Disiplinli ve çok akıllı çalışmaktadır. Bu yüzden aşırı solun, menfaatçi zümrelerin ve bilhassa <<renksizler>> den ibaret <<orta solcusu>> ve yeyici zümrelerin bağışlamadığı bir düşmandır. Düşmanı bu kadar çok ve kuvvetli olduğu halde CKMP’nin hiçbir gruba karşı <<düşmanlık>> kampanyasına giriştiği görülmüyor. Yalnız, milleti birbirine düşürmek, demokrasiyi yıkmak, sınıf, mezhep, ırk kavgası kızıştırmak isteyenlere karşı, ağaçlı dağlar gibi sakin ama üstünden rüzgârlı, içten hareketli bir ümit kaynağı olarak duruyor.

CKMP’ye karşı dost, hattâ minnettar olması lâzım gelen bazı çevrelerde hayli anlayışsız tepkiler, düşüncesizlikler görülmektedir. Onunla, aşağı yukarı aynı kütleye dayanan ve benzer fikirleri paylaşması gereken <<kütle partisi>> halindeki İktidar’a, onu bir umacı gibi gösterenler, hattâ <<aşırı sol kadar tehlikeli>> diye telkin yürütenler vardır. Bunlar en hafif tabiri ile yanılıyor, sağ yanlarını boş bırakıyor, sırasında doğruyu söyler, fazilet yolunu gösterir, fakat tehlike anında candan bağlılığını isbat eder bir dosttan mahrum kılmaya çalışıyorlar.

Öte yandan, bazı dindar zümreler içinde CKMP aleyhinde propaganda vardır. Türklükle islâmlık ayrı şeylermiş gibi <<Biz mukaddesatçıyız onlar Türkçüdür!>> gibi biçimsiz lâflarla, mantığa sığmaz bölmeler yapılıyor. Oysa: Mukaddesatçılık, Türkçülük diye ayrı şeyler yok, sadece milliyetçilik vardır. Milliyetçilik <<Tanrı dağı kadar Türk, Hirâ dağı kadar Müslümanız>> sözünü düsturlarından biri yapmaktadır. Kendisini muhabbetle Türkiye Vatandaşı sayan ve İslâm’ın ruhu ile şereflenen her insan, milliyetinin makbulüdür.

CKMP’nin faydalı ve önemli tutumlarından birisi de, büyük partilerin ekseri ihmal etmekte olduğu gençliğe sahip çıkması ve bu temiz yürekli, ak alınlı, heyecanlı kütleyi, bozguncu solun eline kaptırmamak direnişidir. Sayın Türkeş, partisinde işe <<kitap>> la başlamış, gençliği okumaya, öğrenmeye, savunduğu düşüncenin şuuruna ulaşmaya çağıran bir lider olarak görünüyor.

Bunun yanı sıra, bilhassa 18 – 22 yaş gençliğinin özlediği bazı spor, hüner, toplu iş faaliyetleri, teşkilât, izcilik, komandoculuk gösterileri onları bu partinin havası içine alıyor. Bir iktidar veya kütle partisi, bunları belki yapamaz, yaptıramaz, ama yapanlara, yaptıranlara, gençliği sokaktan çekip okumaya, spora, millî oyunlara bağlayanlara yardım edebilir. Hiç değilse gölge etmez.

Gençlik psikolojisini bilenler, onun bazı gösterilere, heyecan tatminlerine, toplu lânetlemeler, temiz ideallere ihtiyacı olduğunu görürler. Hattâ, bir kısım nurtopu gençlerimizin aşırı sola saplanarak, polisle vuruşmaya veya Amerikalılarla deniz cengi yapmaya kalkışmaları, bu anlaşılamayan ve tatmin edilemeyen ihtiyaçlarının dışa vuruşudur. İşte Türkeş’in komandoları, mehter takımları, millî oyun ekipleri, düşünce kulüpleri gençlerdeki bu taze heyecanı olumlu maceraya sokmak içindir. Bu gençler, sırasında, komünizm zorbalarına duman attıracaklardır.

Milletin bekasını isteyen zenginler, ana babalar, milliyetçi gazeteler, demokrasiden huzurdan yana olanlar CKMP’ye yaklaşmalı, onun faydasını iyi anlamalı ve daha yararlı olması için gayret göstermelidirler. Memleket topun ağzına getirilmiştir. Birleşmek zamanıdır. Parti marti düşünecek zaman değildir.



ANT, 3 Eylül 1968, Sayı 88.

TÜRKEŞ’İN KOMANDO KAMPINDA OLUP BİTENLER

* Siyasi Partiler Kanunu partilere komando eğitimini yasakladığından Türkeş partiyi kurtarmak için kampın yönetimini MTTB’ye devretti, ama ipler yine Başbuğ ile adamlarının elinde…

* Ankara civarındaki CKMP – MTTB Komando kampının uzaktan tele-objektif- ile çekilmiş resmi.

* DÜNDAR TAŞER – Komandocu başı!

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin gençlik için komando kampları kurduğu yolundaki ilk haber İzmir’den gelmişti. Bu haberi, Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir röportaj izlemiş ve kamp alay konusu olmuştu. Ta ki, CKMP Başbuğu Alparslan Türkeş’in 19 Ağustos tarihli gazetelerde <<komando kampları>> ile ilgili demeci çıkana kadar…

Başbuğ diyordu ki, demecinde:

<<- Gençlik kolları çeşitli sportif ve kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo öğretiliyor. Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz.>>

Haberi veren gazeteler, demecin ardından şu mütalâyı ekliyorlardı:

<<- Türkeş’in bu konuda verdiği bilgiye göre, bini aşkın genç, genel idare kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde Ankara ve İzmir’de bulunan komando birliklerinde her gün eğitime tâbi tutulmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı Eğridir Komando Okulu’ndaki eğitimin eşi, CKMP’li gençlere uygulanmaktadır.>>

CKMP’deki çalışmalar bununla kalmıyordu. CKMP’nin adını ve amblemini değiştirmek için yoğun bir çalışma yapan Başbuğ ve arkadaşları, amblemin <<üç hilal>> olmasında karar kılmışlardır. Partinin adı için de;

- 9 Işık,
- Milli Hareket Partisi,
- Milliyetçi Köylü Partisi,

isimleri üzerinde duruluyordu.

Başbuğ Türkeş’in, iktidarı ele geçirmek için Hitler’in yolundan yürüdüğü bu son gelişmelerle açık seçik ortaya çıkmıştı. Komando birlikleri Hitler’in kahverengi gömlekli SA’larının yerini tutacak, bir merkezden fışkıran üç hilalli amblem ise Hitler’in gamalı haçının islam âlemine adaptasyonu olacaktı!

Türkeş ve kafadarları Hitler’in yolunda kazadımları ile ilerlerken aklı eren birinin uyarısı karşısında birden bire paniğe kapıldılar.

Zira, Siyasî Partiler Kanunu’nun 107. maddesi <<askerî nitelikte parti kurulamaması>> başlığını taşıyor ve şöyle diyordu: <<Siyasî partiler, askerlik, savunma veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim ve öğretim faaliyetlerine girişemezler. Siyasî partiler üyeleri için üniforma veya hariçte takılacak kolbağı ihdas edemezler.>>

Yine Siyasî Partiler Kanunu’nun 126. maddesi bu yasağa aykırı davrananların 5 yıla kadar hapsedilmelerini öngörüyordu.

Dahası da vardı. Eğer bu yasaklar merkez karar organlarının, yani genel yönetim kurulunun, parti meclis grubunun ya da büyük kongrenin kararlarıyla ihlal edilmişse başsavcının Anayasa Mahkemesi’nde açacağı dava sonunda CKMP’nin kapatılması da mümkündü…

CKMP Karargahı kurmayları, durumun vehametini farkeder etmez kendilerini hapisten, partiyi de kapatılmaktan kurtarmak için yeni çareler aramışlar ve çok geçmeden de bu çareyi bulmuşlardır.

Başbuğ Türkeş, derhal Milli Türk Talebe Birliği İkinci Başkanı Attila Özer’i çağırtarak şu direktifi vermiştir:

<<- Komando kamplarının Milli Türk Talebe Birliği tarafından kurulduğu lanse edilecek ve kamplarla CKMP arasında ilinti kurulmamasını sağlayacak her türlü tedbirler alınacak…>>

Ayrıca, Dündar Taşer’in yönetimindeki komando kampını CKMP’nin yönetimi dışında göstermek için Dündar Taşer şeklen ikinci plana çekilmiş ve Emekli Albay Reşat Gökman ile alelacele temasa geçilerek Ankara – Eskişehir yolunun 25 nci kilometresindeki Devlet Karayolları Dinlenme Parkı yanında kurulan komando kampının komutanlığına atanmıştı. Dinlenme parkının Ankara yönünde bulunan tarlanın içine bir yarım ay şeklinde sıralanan çadırların başında komutanlık çadırı bulunmakta ve onun önünde de büyük bir tabela yer almaktadır:

<<MTTB – MİLLİYETÇİ TOPLUMCULAR>>

Yani nasyonal sosyalistler!

Dündar Taşer’in vizesiyle kampa girebilen gazetecilere verilen bilgilere göre, komando çalışmalarına yüze yakın genç katılmakta, herkes sabah saat 6’da uyandırılmakta, sabah namazı kılındıktan sonra kahvaltı yapılıp yürüyüşe çıkılmakta, yürüyüş dönüşü judo, atıcılık, boks, güreş çalışmaları yapılmakta, geceleri ise milliyetçilik üzerine konferanslar verilmektedir.

Oysa, kampta durum hiç de sağcı gazetelerin yazdığı gibi değildir. Nitekim, geçen hafta Ankara – Eskişehir yolunun 25. kilometresine giderek kampı 24 saat süre ile aralıksız göz hapsine alan bir ANT muhabiri tesbit ettiklerini şöyle anlatmıştır.

<<Kampta sabahları 7.30’da komutan yardımcısı görevini yürüten genç, elindeki düdükle yarım ay şeklinde sıralanmış çadırların ortasına gelip durdu. Uzun uzun düdük çaldıktan sonra bağırdı:

- Arkadaşlar uyanalım!

Kamp komutanı Emekli Albay Reşat Gökman gün doğarken uyanmış ve her sabah olduğu gibi Eskişehir yönüne doğru yürüyüşe çıkmıştı. Uyku tutmayan ya da ot yataklar üzerinde bir türlü uyuyamayan bir kaç kişi ise dinlenme parkının büfesinde demli çaylarını içiyorlardı. Elinde düdük olan genç, komutan çadırındaki pikaba bir mehter marşı koyduktan sonra elindeki düdüğü tekrar öttürdü.

Gene kimse aldırış etmemişti. Saat 8.30’a doğru güneş iyiden iyiye yükselmiş ve çadırların içini hamama çevirmişti. Nihayet çadırların kapıları tek tek açıldı ve gençler dinlenme kampının çeşmesine doğru yürüdüler. İçlerinden namaz kılanını göremedik.

Kampın yüz kişilik olduğunu söylemişlerdi ama içtimada sadece 40 kişi vardı. 14 çadırdan ise birinin kapısı hiç açılmamıştı. O çadırın silah deposu olduğu anlaşılıyordu.

Kısa bir yürüyüşten sonra judo oyunları üzerinde çalışıldı ve iş atıcılığa geldi… Onun için de CKMP – MTTB komandoları taa tepelerin ardına gitmişlerdi. Çok uzaktan silah sesleri geliyordu…

Öğle yemeğinden sonra ağaçların altında uzun uzun yattılar. Bir grup <<kâğıt>> oynadı, bir grup tartışmalar yaptı ve öylece akşamı ettiler.

Havanın serinlemesiyle birlikte dinlenme kampına Ankara’dan otomobiller gelmeye başladı. Otomobillerin çoğunda çiftler vardı. Akşam yemeği yenilmiş, hava kararmıştı. Sağ baştaki çadırın önünden ateşten alevler yükseliyordu.

Gençlerin bir kısmı dinlenme parkının büfesinde soğuk biralarını yudumlarken, bir kısmı da arasında kayboldu… Bu sırada karayollarının dinlenme parkına gelen otomobillerin, alışılanın aksine kısa bir süre sonra kaçar gibi uzaklaşmaları dikkatimizi çekti. Yola inip bir otomobili durdurduk. Direksiyonda genç bir adam vardı.

Gazeteci olduğumuzu söyledik ve sorduk:

- Niçin hemen gidiyorsunuz?

Genç adam:

- Ben, dedi, makine mühendisiyim. Şu yanımda gördüğünüz kadın da bir ay önce evlendiğim karımdır. Parka geldiğimiz andan itibaren izaç edildik. Hattâ içlerinden biri <<Hadi bakalım, tüyünüz kuru iken alın voltanızı>> demez mi? Baktım, başım belâya girecek. Gidiyoruz işte… Bunlar milliyetçi komando imişler… Hayırlısı olsun, ne yapalım!

Komando kampının pikabı geç saatlere kadar mehter marşları çaldı ve sabah gün doğarken parkın büfesinden çıkarılan on kasa boş bira şişesi yolun kıyısına üst üste kondu!>>

İlk bakışta komando kampı ile bira kasaları arasında bir ilişki kurmak zorsa da, Hitler’in iktidar hareketini Münih birahanelerinde tezgâhladığını bilenler için hiç de yadırgatıcı değildir.

Başbuğ Türkeş ve diğer CKMP yöneticileri, komando kampını MTTB’nin üstüne yıkmak suretiyle hapsedilmekten ve partinin kapatılmasına sebep olmaktan kurtulmuşlardır. Ama bu defa da MTTB’ni tehlikeye düşürmüşlerdir. Zira, Cemiyetler Kanunu’nun <<Memnu hükümler>> faslında yeralan 11. maddesi aynen şöyle demektedir:

<<Madde 11- Cemiyetler, askerliğe hazırlayıcı talim ve terbiye işleri ile meşgul olamazlar. Ancak, İcra Vekilleri Heyeti bu işlerden bir kısmı ile meşgul olabilmek selahiyetini münasip gördüğü cemiyetlere verebilir.>>

Milli Türk Talebe Birliği ise Cemiyetler Kanunu’na tabidir ve gençleri komandocu olarak yetiştirmesi için bu birliğe İcra Vekilleri Heyeti tarafından verilmiş özel bir yetki belgesi de yoktur…



ANT, 3 Eylül 1968, Sayı88

Gerillacı olma şartları

GERİLLACILIK
150 soru 150 cevap
Alberto Bayo

[Gerillacılık ismindeki kitap, komandoları eleştiren dergide tefrika halinde verilmektedir]



Haber, 27 Eylül 1968.

TÜRKEŞ’İN KOMANDO KURSLARI HAKKINDA TAHKİKAT AÇILDI

CKMP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş’in emriyle genel idare kurulundaki itirazlara rağmen gençlik kolları üyelerini eğitmek için açılan komando kursları, Hitler’in Almanya’da açtığı SS ve SA kurslarına benzetilmiş, yetkili makamlar, meseleyi bu yönden ele alarak tahkikata giriştiklerini söylemişlerdir.

Bir yetkili, CKMP nin açtığı komando kurslarını <<izcilik ve spor faaliyeti>> hudutlarını aştığını belirtmiş, <<Hitler de SS ve SA teşkilâtlarını kurup, bunları sadece ellerinde kürek olduğu halde eğitime tabi tutmuştu. Sonra bu kürek alınıp ellerine silâh verilince, silâhlı kuvvetler haline geliverdiler>> demiş ve sözlerine şunları ilâve etmiştir:

<<Komando kursları hakkındaki haberler üzerine faaliyete geçtik, siyasî partiler kanununa göre, partiler, askerî eğitime benzer eğitim yaptıramazlar, askerî teşkilâta benzer teşkilât kuramazlar. Tahkikat gelişiyor. Bu kurslarda yetiştirilen komandoların davranışları da bizim için önemli olacak, komünizmle mücadele, partilerin komando yetiştirmesiyle olmaz.>>

İlgililer Türkeş’in komando kurslarını komünizmle mücadele etmek amaciyle kurduğu yolundaki sözlerinin de ele alındığını belirtmişler, Yargıtay Baş Savcılığının konuya el koyduğunu söylemişlerdir.



Millî Hareket, Ekim 1968, Sayı 27.

KOMANDO KAMPLARI

TÜRKİYE’DE YENİ BİR HAREKET

Son aylar içinde komando sözü Türkiye’de oldukça sık söylenir oldu. Milliyetçi teşekküllerin ve özellikle CKMP’nin önayak olduğu ve kurulmasına yardım ettiği komando kampları bazı çevreleri tedirgin ederken, milletin büyük çoğunluğuna da güven verdi.

AMAÇ

MTTB, TMTF ve CKMP’nin patenti altında kurulan komando kampları hakkında Alparslan Türkeş şöyle diyordu:

<<Gençlik kolları, çeşitli sportif ve kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada, kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Onların anlıyacağı dilden konuşacak memleketçi, milliyetçi çocuklar vardır. Bunun için gençlerimizi, mücadeleci olarak yetiştiriyoruz. Gençlerimiz, memleket vazifelerine hazırlıklı bulunuyorlar, bulunacaklardır.>>

Bilhassa bu beyanat verildikten sonra Komünist ve Mason – Kapitalist basında çeşitli yorumlar çıkmağa başladı. Gazeteler, Ankara, İzmir, İstanbul ve Adana!daki kamplardan fotoğraflar basıyorlar, bu kamplarda yetişen gençlerin hangi işlerde kullanılacağını sorup duruyorlardı. Halbuki genel başkan Türkeş bunu daha önce haber vermiş, Komünistlerin sokak hâkimiyetlerini kırmak için bu yola gidildiğini söylemişti.

MARKSİSTLERİN TELÂŞI

ANT dergisi, komünistleri hedef alan bu kamplara karşı ilk tepkiyi gösteren yayın oldu. Gerçi Cumhuriyet gazetesi de bu kamplardan alaycı bir dille bahsediyordu ama açıkça hücuma geçen marksistlerin dergisi oldu. Hemen her sayısında savcılığa ihbar mahiyetinde haberler veren (Sanki gizli bir hareketmiş gibi) Ant, sonunda bir de düzmece röportaj hazırladı. Sözde bir muhabirleri 24 saat Ankara’daki kampı uzaktan gözlemiş ve bazı tesbitler yapmıştı. Çadırları silâh deposu olarak tanımlayan sözde röportajcı, sigaranın dahi yasak olduğu kampta, bira içildiği gibi bir yalan da savurarak, böyle bir gözetleme işlemi yaptıysa, gerçekten pek uzakta olduğunu isbat etmiş oluyordu.

Derginin garip bir tutumu da şuydu. Orta sayfasında komünistlerin uyguladıkları gerillâ taktiklerini yayınlarken, CKMP’nin komünistlere karşı yetiştirdiği gençlik kamplarını savcılığa ihbar ediyordu. Sözde partiler kanunu böyle kamplar kurulmasına cevaz vermezmiş. Tabii ki böyle beyan ve ihbarlara herkesin karnı toktu.

MASON – KAPİTALİST İŞBİRLİKÇİLER

Komünistlerin hücumlarından uykuları kaçan Mason – Kapitalist işbirlikçiler CKMP’nin komando yetiştirdiğini öğrenince iki duygunun etkisi altında kaldılar. Bir yandan komünistlerin sokak hareketlerinin son bulacağını hesap ederek memnun oluyorlar, diğer yandan milliyetçilerin böyle güçlenmekte devam ederlerse bir süre sonra iktidara gelebileceklerini düşünerek korkuyorlardı. Bunların hissiyatını, Haber Gazetesinin sahibi tanınmış Mason Cevdet Perin gazetesinde yazdı. Bu yazısında, <<Dünya siyasî tarihini iyi bilen Türkeş, acaba bu komandoları ile Hitlervari bir harekete mi hazırlanıyor?>> diye soruyordu. Ayrıca komünistlere karşı gençlerin böyle hazırlanmalarının faydasını da belirtiyor ve bu şekilde korkusunu gizlemek yoluna sapıyordu.

KURULAN KAMPLAR VE ÇALIŞMALAR

Komando ve judo çalışmaları için bu yıl İstanbul’da altmış, Ankara’da elli, İzmir’de ve Adana’da otuzar çadır kurulmuştur. Beşer kişilik bu çadırlarda yatan gençler tam bir askeri disiplin altında ve emekli subaylar tarafından eğitilmişlerdir. Günlük hayat saat 6 da başlamış, eğitim çalışmalarıyla gece 10’a kadar devam etmiştir. Akşam yemeklerinden sonra, kampa çağırılan milliyetçi yazar ve öğretmenler seminerler vermişlerdir. Ayrıca bazı geceler, gece tatbikatları yapılmış, takiplere çıkılmıştır. Gece ve gündüz kampları gençler sırayla ikişer saat nöbetle korumuşlar, yabancıları kamp dahiline sokmamışlardır. Zaten içki kullanmayan CKMP’li gençlere, bu kamplarda sigara da yasak edilmiş ve bu yasağa dikkatle uyulmuştur.

Söke’de de mahalli bir komando kursu açan milliyetçi gençler burada da elliye yakın genç yetiştirmişlerdir.

Yurdun muhtelif yerlerinde açılan kamplarda bu yıl yetişen gençlerin adedi binin üzerindedir. Gelecek yıllar bu çalışmalar bütün yurt sathına yayılacak ve komünistlerle, Mason – Kapitalist işbirlikçilerin korktukları güne onbinlerce genç hazırlanacaklardır.



Millî Hareket, M. Nedim Budak, Ekim 1968, Sayı 27.

SÖĞÜT’TE ERTUĞRUL GAZİ İHTİFALİ

15 Eylül Pazar günü sabahı Türk yurdunun her köşesinden Türk gibi düşünen insanlar, Türk yaratıcılık ve yapıcılığının en büyük ve en şerefli âbidesi Osmanlı İmparatorluğunun ilk harcının konuluşunu ve Büyük Türk Başbuğu Ertuğrul Gazi Han’ın bu harcı koyuşunun 687. yılındaki ihtifaline katılmak için iki yakadan kıvrım kıvrım yolları aşarak Millî an’anesinin yeniden ihyasına hasretini gidermeye gidiyordu. XIV. asrın eşiğinde Türk birliğini kuran, yeniden cihan hâkimiyetine mühür kazınan <<Osmân-ı rahmetu’llaah>> neslinin ilk otağına gidiyordu. Derviş-Gazilerin önderliğinde <<İ’lâyi Kelimetu’llaah>> aşkına gaza ve şehadet arayanların, <<Dârus-sulh>> mefkûresinin sahiplerinin yurduna gidiyordu.

3.000 nüfuslu kasabada o gün 15.000 kişinin bulunmasının anlamı buydu.

İhtifale mülkî erkân, ordu mensupları, Milliyetçi Parti temsilcileri ve Milliyetçi teşekküller katıldılar. Siyasî partilerden CKMP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ve beraberinde Muzaffer Özdağ, Galip Erdem, Mustafa Kaplan, Necati Uslu, Gençlik Kolları Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu, İdare Kurulu Üyeleri, İstanbul, Ankara, Adana, Çankırı, İzmit, İzmir, Bilecik, Bursa, Eskişehir il ve bağlı ilçe teşkilâtları ile Gençlik Kolları İdare Heyetleri katıldılar. AP’den bir milletvekili ile tabiî senatörlerden biri de orada idi. Diğer bütün yüksek zevat rahat koltuklarından telgraf veya Söğüt’teki kiralık efendilerinin kalemlerinden çıkmış mesaj göndermişlerdi (!).

Merasime Gençlik temsilcileri olarak TMTF Genel Başkanı Ekrem Özer, MTGT Genel Başkanı Ekrem Zeybek, SBF Ülkü Ocağı Başkanı Yılmaz Yalçıner, Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Cemiyeti Başkanı Hasan Tanrıseven, Ankara Yüksek Okullar Talebe Birliği II: Başkanı Şevket Üzün katılmışlardır.

Merasim şehir içindeki resmî geçitle başladı ve Ertuğrul Gazi Han’ın türbesi yanındaki konuşma ve gösterilerle devam etti.

Kara, Hava, Deniz kuvvetleri, İnegöl Mehter Takımı, TMTF oyun ekipleri, Bursa Kılıç Kalkan ekibi, CKMP Gençlik Kolları, Karakeçili aşireti yerlerini aldıktan sonra günün mâna ve ehemmiyetini belirten konuşmalara geçildi.

İlk konuşmayı ihtifalin geçen yıla oranla daha mükemmel geçmesini sağlayan ve şehri bir nizam, intizama koyan Kazanın yeni genç, idealist, Karakeçili aşiretine mensup Kaymakamı Afşın Noyan Türkmen yaptı. …

Kaymakam Afşın Noyan Türkmen’den sonra Bilecik Valisi Muammer Ürgen… sonra Belediye Başkanı Yaşar Ersoy. … daha sonra TMTF Genel Başkanı. … sonra Türk Milliyetçilerinin ve Türk mefkurecilerinin önderi CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş konuştu.

Alparslan Türkeş, konuşmasında özetle; <<Çok muhterem vatandaşlarım, Türk milletinin özü ve şanlı Silâhlı Kuvvetlerimizin kahraman mensupları.

Bugün Türk Milletinin kurduğu en büyük devletin kurucusu büyük kumandan Ertuğrul Gazi’yi 687. defa anıyoruz. Ertuğrul Gazi’nin dalgalandırdığı bayrak hak, iman, adalet, hürriyet bayrağıdır. Üç kıta, beş denize hükmedilişin temelidir.

Onun anılışını biz Türk Milletine hakkın, adaletin, hürriyetin, medeniyetin yeniden yükselmesi, şahlanması ve bunu vazife edinerek, başarma sayıyoruz. Biz bu topraklara bunun için geliyoruz.

Hak’ka dayanmayan kuvvet zalimdir. Biz Hak’ka dayanan kuvvet istiyoruz. Bu millet ancak bu görüşle yükselmiştir, bu görüşle yeniden yükselecektir.

Büyük Ertuğrul Gazi sana binlerce minnet, binlerce şükran, senin bıraktığın bayrak torunların olan bizim elimizdedir. Yükselecek, yücelecektir. Müsterih ol, rahat uyu.>> demiştir.

Konuşmacılardan sonra gösterilere geçilmiş, CKMP gençleri de sportif gösterilerde bulunmuştur. Daha sonra Ertuğrul Gazi’nin türbesine gidilmiştir. Türbede Alparslan Türkeş ve beraberindekiler Ertuğrul Gazi’nin ruhuna okudukları fatihadan sonra Söğüt’e dönülmüş ve merasim sona ermiştir.



Yeni Gün, 17 Ekim 1968.

Tamer CKMP den istifa etti

CKMP’nin kurucularından Kemal Tamer dün partisinden istifa etmiştir.

Tamer Genel Başkanlığa gönderdiği yazıda partinin kuruluş amacından ayrıldığı, vatandaşlarca da tasvibine imkân olmayan karanlık faaliyete yöneldiği gerekçesi ile CKMP den istifa ettiğini bildirmiştir.



Numan Esin, Bir 27 Mayısçının Anıları.

CKMP’DEN İSTİFA

Partideki görevim, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi genel başkan yardımcısı olarak, 1967’ye kadar devam etti.

Seçimden sonraki dönemde, Türkeş’le olan görüş farklılıkları beni partiden soğuttu ve hızımı yitirdim. … Sosyalist Kültür Derneği’nde verdiğim NATO ve ABD karşıtı konferansımı Yön dergisi yayımlayınca Türkeş beni ağır bir biçimde eleştirdi. Partililer arasında aleyhimde yoğun bir propaganda yapıldı. Bunun üzerine partiden istifaya karar verdim ve 1 Temmuz 1967 tarihinde istifa mektubunu Türkeş’e gönderdim. O tarihten bu yana Türkeş’le hiçbir düşünce ve fikir birliğim olmadı.

Türkeş’e gönderdiğim nazik istifa mektubu bir şeyler ifade ediyordu. Mektup “Albayım” diye başlıyordu, “yollarımız ayrıldı. Sizlere başarılar diliyorum. Ben bundan sonra kendime göre bir yol izleyeceğim.” Neydi takip edeceğim yol? Niye CKMP’den ayrılmıştım?

En başta, benim CKMP’ye girmem yanlıştı, ama Türkeş için değildi. Ben o dönemde Türkeş için de yanlış diye düşünüyordum. Fakat bir yerde değerlendirmeyi de o zaman yaptım, şimdi biraz daha geniş bir şekilde açıklayayım. Türkeş bizden on yaş ileride bir adamdı, daha tanınmış bir kişiydi. Çevresi kendisinin zaten bir an önce politikaya girmesini ve sonuç almasını istiyordu. O bu fırsatı da değerlendiremezse ne olurdu? Bir de ona bakmak lazım. Yani bu adam ihtilal lideriydi. Tasfiye oldu. Sonra yurtdışından geldi. Bir şeyler yapması bekleniyor, ama o hiçbir şey yapmıyor. Derviş gibi, evinde, köşesinde oturuyor. Toplumun bakış açısı ne olurdu? Çünkü bizler hızlı adamlar olarak biliniyorduk. Demin de anlatmaya çalıştığım şey bu. Yani Çakırcalı Efe olunca adam, artık Çakırcalı Efelik fenomenini sürdürmek istiyor. Türkeş de ihtilal lideri olarak ismi göklere çıkarılan bir adam. Gelmiş, Gaziosmanpaşa Kader Sokak’taki evinde oturacak, gelene gidene fikirlerini söyleyecek. Bana göre de doğrusu bu. Ama bir ihtilal lideri tansiyonunda bir insan bu fikirlerini ne ölçüde uygulayabilir? Nitekim Türkeş uygulayamadı. Olaylarda etkili olabilmek, öne geçmek için, mevcut partilerden birine girdi. Adalet Partisi olmadı, CKMP isteyince oraya girdi. Bu kararda, zannediyorum, 21 Mayıs’ta göz altına alınıp birkaç ay hapis yatmanın yarattığı bir huzursuzluk da rol oynamış olabilir. “Bizi rahat bırakmazlar, bir şeyin içine sokarlar. İyisi mi bir siyasî şemsiyenin altında meclise girelim de kendimizi emniyet altına alalım” duygusu rol almış olabilir. Bir de o yaşa gelmiş, kemale ermiş bir insanın siyasette milletine hizmet vermeye çalışması normal bir şey. Bizler bekleyebilirdik, biraz daha zamanımız vardı. Ama o bir an önce girmeyi tercih etti.

Ben, isteksiz, gönülsüz, bir yerde arkadaşlarımı kıramadığım ve onlardan kopmamak için partiye katılmıştım. İstifa ettiğim zaman, Türkeş’ten de, onun yanında kalan arkadaşlarımdan da ortak bir hareket konusunda umudumu kesmiştim. Çünkü CKMP sonuçta, Halk Partisi’nden ve Demokrat Parti’den dışlanmış, düşünce olarak nispeten arkaik, daha çok olumsuz bir tepki partisi yapısındaydı ve bizim sonradan getirdiğimiz güçle bile, benim düşündüğüm anlamda, ilerici bir hareket yaratması mümkün değildi. Arkadaşlarıma da güvenimi kaybetmiştim. Ayrılmak benim için doğru bir karardı. Benim ayrılışımdan iki yıl sonra Mustafa Kaplan genel sekreterlikten istifa etti. 12 Mart 1971 sıralarında da Muzaffer Özdağ ile Rıfat Baykal ayrıldılar. Türkeş’in yanında kala kala Dündar Taşer ile Ahmet Er kalmıştı. Daha sonra Dündar Taşer öldü, Ahmet Er de 1990’larda ayrıldı.

CKMP’den ayrılışım aşamalı oldu. Önce genel başkan yardımcılığından ayrıldm, partinin yönetim kurulu üyesi olarak kaldım. Daha sonra istifa ederek Türkeş’le bağımı tamamen kopardım. Haklıydım; çünkü Türkeş, benim düşünce yapıma ters gelen bir siyasî gelişmeye gitmişti. Nitekim daha sonraki dönemde, partinin Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olan adını değiştirdi, Milliyetçi Hareket Partisi oldu. MHP, gençlik içinde daha çok “vur-kır”a dayanan bir örgütlenmeye doğru gitti ve gerek 70’li, gerek onu takip eden 12 Eylül döneminde, sağ sol çatışmalarında aktif bir kavga gücü olarak çıktı ortaya. Oysa ben hep sentezden bahsediyordum düşünce olarak. Bu düşünce akımlarının Türkiye için yararlı olabileceği bir ortak nokta yakalayıp, bir senteze ulaştırmak ve oradan netice almaya gitmek istiyordum. Bu daha sonra, daha farklı bir biçimde, liberal bir düşünce içerisinde Turgut Özal tarafından gerçekleştirildi Türkiye’de.

Yukarıda, CKMP’den istifa edişimden sonra Türkeş’le hiçbir düşünce ve fikir birliğim olmadı, demiştim. İlişkimiz de tamamen koptu. Aslında benden yana bir şey yoktu. Gayet medenî bir şekilde, siyasette alışagelenin tersine, hadise yapmadan ayrıldım. Gayet kısa bir mektupla yollarımızın ayrıldığını bildirmekle yetindim. Türkeş bilmiyorum nedendir, buna gücenmiş olabilir; niye istifa ettin bile demedi. İstifamı belki bekliyor, belki de istiyordu. Sosyalist Kültür Derneği’nde yaptığım konuşma ve onun yarattığı memnuniyetsizlik, parti içindeki birtakım hoşnutsuzluklar yüzünden. Bir de bizim Türkeş üzerindeki etkinliğimizi azaltmaya çalışan bazı çevreler, Türkeş’in etrafındaki Ondörtler’in Türkeş’ten kopmasında etkili olmuşlardır, şüphe yok. Daha sonra gözaltına alındım, tutuklandım, on ay hapis yattım. Hapisten çıktıktan sonra bana geçmiş olsun bile demedi. Seneler sonra, kendisi 12 Eylül’de hapse girdi çıktı. Tesadüfen, Antalya’da aynı otelde kalmışız. Kendisiyle görüştüm, ona geçmiş olsun dediğim zaman, “Senin de başından çok şeyler geçti, sana da geçmiş olsun” demek durumunda kaldı. Bunlar çok önemli şeyler değil. Medenî dünyada ilişkilerin böyle olmaması lazım, ama oluyor demek ki. Yani ben bundan fazla alınmış değilim ve böyle şeyler benim görüşlerimde uzun boylu değişikliğe yol açmaz. Ama benim Türkeş’le esas kopuşum, onun partiye sağ militan, vurucu bir güç kazandırma eğiliminde oluşundandır.

MHP’deki başbuğluk iddiası da zaten demokrat düşünceyle bağdaşmıyordu. Demek ki içinde benim daha önce tespit edemediğim, anlayamadığım bir eğilim varmış. Veyahut da siyaset icabı öyle olmak gerekiyor diye öyle olmuş olabilir. Çünkü bazen insanlar kendi oluşlarına göre değil de, siyasetteki görüntülerine önem vermek durumunda kalırlar. Çünkü Türkeş, örneğin, son zamanlarda yine demokrat kişilik kazanmış bir hava estiriyor. Adam belki de siyasette bıraktığı izden ve bu izi derinleştirerek yaratacağı siyasal birikimden yararlanmayı düşünerek de başbuğ görüntüsünü tercih etmiş olabilir.

12 Eylül’den sonra yargılandılar. Gerçi, o yargılamalardan bir sonuç çıkmadı, ama Türk toplumundaki genel kanı, Türkeş’in yarattığı komandolar, sağcı güçlerin varlığıydı. “Türkiye’nin komünizme geçmesini önlemiştir” düşüncesiyle bunu faydalı bulanlar da olabiliyor. Ama ben öyle mütalaa etmiyorum. Ben, Türkiye’de nifakın ve kavganın her zaman karşısındayım. Daha çok barış, daha çok uzlaşma. Ama pısırık bir uzlaşma değil, dinamik bir uzlaşma. Dinamik bir barış. Her beraberliği daha ileriye götüren, dinamik yapısal değişiklikleri de sağlayabilecek bir uzlaşma. Uzlaşma deyince akla taviz geliyor. Ben taviz düşüncesinde değilim; düşüncede uzlaşmadan ve birleşmeden söz ediyorum. İnsanlar bilinçli bir şekilde bir düşünce etrafında anlaşabilirlerse, taviz vermeden inanarak uzlaşırlarsa, gerçek anlamda dinamik bir hareket olur. Türkeş uzlaşma çağrıları yaparken de yeterli olmadı. Taktik icabı söyledi bunları. Esas çizgisi havada kaldı.

27 Mayıs 1991’de Millî Birlik Komitesi üyelerinin hepsini davet ettiğim yemeğe gelenler arasında Türkeş de vardı. Orduevinde bir yemek yedik. Daha sonra da Muzaffer Özdağ’ın oğlunun düğününde karşılaştık. Eski konular ve kırgınlıklar hakkında hiç konuşulmadı. Türkeş’le baş başa konuşma fırsatı bulamadık. Yalnız Türkeş bana, “Hükûmeti destekliyoruz, ne diyorsun buna?” dedi. Ben de, “Doğru yapıyorsunuz” dedim. İnancım oydu. Hem Türkiye hem de partisi için.

Türkeş’le son görüşmemiz ölümünden ne kadar önceydi hatırlayamıyorum. Telefon ederek İstanbul’a geleceğini ve benimle görüşmek istediğini bildirmişti. Geldi ve Çırağan Sarayı’nda beni yemeğe davet etti. Yemekte kendisinin dışında on , on iki partili arkadaşı ve Münir Köseoğlu da bulunuyordu. Sağına Münir’i soluna da beni oturttu. Yemekte ülke sorunlarını tartıştık. Yorgun fakat mutlu bir hali vardı. Bizlerle bir arada bulunmaktan çok memnun olduğunu söyledi.



Vatan, 17 Ekim 1968.

CKMP’DEN GENEL SEKRETER KAPLAN DA İSTİFA ETTİ

CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan bir basın toplantısı düzenleyerek partisinden istifa ettiğini açıklamıştır.

CKMP Genel Başkanlığına gönderdiği istifa mektubunu da basına veren Mustafa Kaplan, bu mektubunda, <<bugün takip ve devam ettirilen parti politikası, programımızı ve kişiliklerimizi red ve inkâr eden bir mahiyet almıştır. Kongrece tasvip ve tescil edilen radikal, hamleci programımıza rağmen parti, yetkisiz kişilerin sorumsuz beyanları ile gün geçtikçe sağa doğru itilmekte, tutucu ve geriyi araştırıcı bir hüviyete sokulmaktadır>> demektedir.

Mustafa Kaplan istifa mektubunda <<bu duruma karşı giriştikleri hareketlerinde başkanlıktan kesin kararlar ve tedbirler beklediklerini, fakat her defasında başkanlığın ya tarafsız kaldığını ya da tavizkâr tutumu ile durumu idâre yoluna gittiğini>> kaydetmekte ve şöyle demektedir.

<<Memleketimizin koşullarını bilen ve programı ile gerçek iddialı olan bir parti, kendi bünyesinde bu çapta bir reaksiyon yaratamaz. Bugün teşkilâtta ve bilhassa gençlik kollarında başlayan bıkkınlık, tereddüt ve çelişmeler bu sapmaların ve reaksiyonların sonucudur.

Partili politikaya fiilen katıldığımız günden bugüne kadar, yapmış olduğumuz mücadelenin gayesi bu değildir. Sonucu da bu olmamalıdır.

Takip edilen bu sakat tutumu memleketimiz ve parti için faydalı bulmuyorum ve bu sebeple genel sekreterlikten ve partiden istifa ediyorum.>>

Başka Siyasî Faaliyete Girmiyecek

Daha sonra gazetecilerin sorularını da cevaplandıran Mustafa Kaplan <<şimdilik bir başka siyasî partiye girmeyi düşünmediğini>> belirtmiş ve <<27 Mayıs’tan beri çok yorulduk. Bundan sonra biraz da dinlenelim>> demiştir.

İstifaların birbirini izlediği CKMP’den bilindiği gibi bir süre önce genel başkanvekili Numan Esin de istifa etmişti.



Yeni Gazete, 17 Ekim 1968.

CKMP SAĞA KAYIYOR DİYEN KAPLAN PARTİSİNDEN İSTİFA ETTİ

Millî Birlik Komitesinin 14’ler diye isimlendirilen grubuna mensup Mustafa Kaplan, <<Kendi fikrim partimin politikasına uymuyor>> demiş ve CKMP’den istifa etmiştir.

Basın toplantısı yaparak kararını açıklayan Kaplan hâlen yürütülen parti politikasının insan kişiliğini red ve inkâr eden bir mahiyet aldığını bildirmiş, şunları söylemiştir.

<<- Parti yetkisiz kişilerin sorumsuz beyanlarıyla gün geçtikçe sağa itilmekte, geriyi araştırıcı bir hüviyete sokulmaktadır. Bu hareketlere karşı giriştiğimiz her mücadele tarafsız kalmış, veya başkanlığın tavizkâr tutumu ile idare yoluna gidilmiştir. Talip edilen bu sakat gidişi ülkemiz ve partimiz için doğru bulmuyorum.>>

Mustafa Kaplan, <<Politika bizim içimize işlemiş. Yine dönüp dolaşıp bu işe girerim. Fakat bir süre kendimi dinleyeceğim.>> demiştir.



Adalet, Başmakale, 18 Ekim 1968.

CKMP’DEKİ ÇÖZÜLME

<<CKMP gün geçtikçe sağa doğru itilmekte, tutucu ve geriyi alıştırıcı bir hüviyete sokulmaktadır... Her defasında başkanlık ya tarafsız kalmış, ya da tavizkâr tutumuyla durumu idare yoluna gitmiştir.>>

Bu sözler, bizim tarafımızdan ileri sürülen iddialar değildir. Bunları Başbuğun Genel Sekreteri Mustafa Kaplan, kendi partisi Genel Başkanı Türkeş için söylemektedir.

İhtilâlden bu yana, Türkeşten ayrılmayan ve onun sağ kolu mesabesinde olan Kaplan, bu beyanatını müteakip Genel Sekreterlikten ve CKMP den istifa etmiştir.

Biz müteaddit defa Türkeş’in tutumu ve hazırlanan komandoları üzerinde durmuş, Hitler özentisi temayüllere işaret etmiştik…

Bizim söylediklerimiz, gidişattan çıkardığımız tahminler idi.

Kaplan’ın sözleri ise, mes’ul yönetici olarak bilgiye ve hiç şüphesiz vesikaya dayanmaktadır.

GÜVENLİĞİMİZ

Türkiye’de demokrasi için aşırı sol kadar aşırı sağ da büyük tehlikelidir. İki uçtan biri komünizme, diğeri Nazizme ve Faşizme dayanır.

Kaplan’ın sözleri millî güvenliğimizle alâkalıdır.

Savcılık bu sözleri bir ihbar telâkki etmek zorundadır.

Almanya misali ortadadır: Hitler de demokrasiyi basamak olarak kullanarak Nazi diktatörlüğünü gerçekleştirmiştir.

Alârm çanlarına kulaklarımızı tıkamak, tehlikeyi sür’atle yaklaştırmaktan başka bir netice vermez.

Sağ diktatörlükler, millî gururumuzu gıcıklamak suretiyle kolay başarı yolları ararlar. Ordunun hislerini tahrik ederler, gençliği ütopik Turan hayalleriyle şahlandırırlar ve sonra da nahoş hadiseler halka halka bir zincir etrafında birleştirilir.

BAŞBUĞ

Başbuğ kuvvetli bir şahsiyete sahip olsaydı, Mustafa Kaplan’ı bile isyan ettirecek durumu yaratmazdı.

Hiç şüphesiz Başbuğ (!) bu çapta bir lider değildir. Ama onun açtığı yola baş koyacak başka insanlar böyle bir ortamda çabuk sivrilmek imkânını bulurlar.

Her şeyde bir hayır vardır. Kaplan’ın açıklaması da beliren tehlikeyi zamanında işaret etmektedir.



Adalet, 20 Ekim 1968.

SOYUYÜCE VE KÖSEOĞLU CKMP’DEN İSTİFA ETTİ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinde son günlerde baş gösteren huzursuzluk patlak vermiş ve eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden ve 14’ler diye anılan gruptan Şefik Soyuyüce ile Münir Köseoğlu partiden istifa etmişlerdir.

Şefik Soyuyüce ve Münir Köseoğlu, dün basına yaptıkları açıklamada istifa sebeplerini şöyle belirtmişlerdir:

<<CKMP nin tutumu ve davranışlarının, bizim inançlarımızla bağdaşması imkânı kalmadığı için partiden istifa ediyoruz.>>

Köseoğlu ve Soyuyüce şimdilik herhangi bir partiye girmeyeceklerini belirtmişlerdir.

Bilindiği gibi bir süreden beri, CKMP den Gerek Genel Başkan Alparslan Türkeş’in partililere karşı tutumu ve gerekse parti faaliyetlerinin yürümemesi sonucu büyük bir kaynaşma baş göstermiş ve bu durum ancak son günlerde su yüzüne çıkmıştı.

Önümüzdeki günlerde CKMP’den yeni istifalar beklenmektedir.



Cumhuriyet, 20 Ekim 1968.

CKMP’Lİ KÖSEOĞLU VE SOYUYÜCE, DÜN İSTİFA ETTİLER

CKMP Genel İdare Kurulu üyelerinden eski Millî Birlik Komitesi üyesi Münir Köseoğlu ve Şefik Soyuyüce dün partilerinden istifa etmişlerdir.

Köseoğlu ve Soyuyüce yaptıkları açıklamada, <<CKMP nin tutumunu beğenmedikleri, görüşlerine tamamen aykırı bir gelişme gösterdiğini ve partinin 27 Mayıs’ın reformist ve ilerici ruhunu kaybettiği>> için istifa ettiklerini söylemişlerdir:



Ekspres, 20 Ekim 1968.

KÖSEOĞLU, SOYUYÜCE CKMP’DEN İSTİFA ETTİLER

Eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden Münir Köseoğlu ve Şefik Soyuyüce dün Anadolu Ajansı muhabirine bir açıklama yaparak CKMP’den istifa ettiklerini bildirmişlerdir.

Münir Köseoğlu, <<CKMP nin izlediği politikayı beğenmedim>> diyerek istifa nedenini açıklamıştır.

Şefik Soyuyüce ise istifa ile ilgili şunları söylemiştir:

<<Partinin başında bulunan Genel Başkan Alparslan Türkeş arkadaşlık vefasından yoksundur ve sorumsuz kişilerin tesirindedir. Bu sebeple CKMP’den istifa ediyorum.>>


Milliyet, 23 Nisan 1977.

ESKİ MİLLÎ BİRLİK KOMİTESİ ÜYELERİNDEN MÜNİR KÖSEOĞLU DÜN TÖRENLE MHP’YE GİRMİŞTİR.



Adalet, Başmakale, 22 Ekim 1968.

BAŞBUĞ’UN AKIBETİ

CKMP’den istifalar devam ediyor.

Meşhur 14 lerden Genel Başkan Vekili Numan Esin ile Mustafa Kaplan’ın istifalarını, Münir Köseoğlu ve Şefik Soyuyüce^nin istifaları takip etti.

Hatırlanacağı gibi; tesadüfün saikiyle ele geçirdikleri iktidarı, millete rağmen kendileri hesabına ebedî kılmak hayaline kapıldıkları için Ondörtler MBK nın öteki kanadı tarafından yurt dışına sürülmüşlerdir.

Bu dikta heveslileri, liderleri olan Başbuğ (!) Türkeş’le sürgünde de irtibatlarını kesmemişler, Hitler özentisinin geniş hayaliyle süslenen müstakbel iktidarlarının planını yapmışlardı.

Ancak, affedilip, memlekete avdet ettiklerinde, hadiselerin katı gerçekliğiyle karşılaştılar; Bir daha Türk Milleti macera heveslilerine müsaade etmiyecekti!..

Bu arada Talât Aydemir’in hazin sonunu da müşahede etmek imkânını buldular.

HEVESLER

Ama bir kere politikanın cazibesine kendilerine kaptırmışlardı. Kısa iktidarlarında yaşadıkları hayat bu yoldaki heveslerini besliyordu.

Bir siyasî parti kurmayı denediler; bunun mümkün olmıyacağını görünce, minnacık bir partiyi darbeyle ele geçirdiler.

Kısa bir zaman sonra gördüler ki, darbe yapmak başka, halkın sevgisini kazanmak ise büsbütün başka iştir.

Demokratik yolla iktidar kendileri için, ancak bahçelerinin süsüdür. Masal bahçesinde Başbuğ (!) herkesten ileride idi.

Keçe külâh giyecek, kımız içecek, yağız ata binecek ve kaf dağını aşarak Turan’a gidecekti.

KOMANDOLAR

Başbuğ, hayalini gerçekleştirmek için teşebbüsten de geri durmadı. Komando teşkilâtı kurmağa kalktı.

Eski arkadaşları ile görüp işiten vatandaşlar da tedirgin oldular. Başbuğ’un kapasitesi geçen zaman zarfında çok iyi değerlendirilmiştir.

Ve işte en yakın ideal arkadaşları bile şimdi terk ettiler onu…

Bu gidişle Başbuğ, meraklısı olduğu şövalye romanlarıyla başbaşa kalmağa mahkûm olacaktır. Eğer daha evvel kanunun pençesi yakasına yapışmazsa…



Yeni Gün, 27 Ekim 1968.

CEMAL TURAL: İHTİLÂLLERİ BOĞACAĞIZ

Kara Harp Okulu, 1968-69 ders yılına, bugün okulda yapılan bir törenle başlamıştır. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural öğrencilere hitaben, <<Siz, tarihte çok yüce şeyler yapmış olan bir milletin, istikbâlde de aynı şeyleri mutlaka yapabileceğinin teminatısınız>> demiştir.

Öğretim Kurulu Başkanı ve Alay komutanının disiplin ve eğitim konularını kapsayan konuşmalarından sonra Harbiyeliler hep bir ağızdan <<Harp Okulu marşı>> nı söylemiş, bunu takiben <<En büyük komutan>> olarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural, Harbiye’lilere hitabetmiştir.

<<İhtilâllerin milletleri ne hale getirdiğini hepimiz biliriz. 27 Mayıs’çıların ileri gelenlerinden birisi de ihtilâlle gelen en kuvvetli hükümetten halkın reyi ile gelen en zayıf hükümetin daha muteber ve güvenilir olduğunu ifade etmiştir. Bu bir tecrübenin de doğurduğu kanaatdır ve yüzde 100 doğrudur. Binaenaleyh artık gecekonduculuğa müsaade etmeyeceğiz. İhtilâl heveslisi sergüzeştçileri hangi kılık ve kıyafetle çıkarlarsa çıksınlar doğdukları yerde boğacağız. Halkımız buna kararlıdır. Milli irade düşmanlarına fırsat verilmeyecektir.>>



Adalet, 18 Kasım 1968.

BAŞBUĞ TÜRKEŞ <<!>> BOZKURT MARŞI İLE KARŞILANDI

Dün yapılan CKMP İstanbul İl Kongresi tamamen Türkeşvari bir hava içinde cereyan etmiştir. <<Bilge, Atillâ, Alpaslan, Türkistan>> gibi kelimelerin yazılı olduğu dövizlerle süslenen kongre salonunu dolduran üyeler, Genel Başkan Türkeş’i <<Bozkurt>> Türküleriyle karşılamışlardır.

Alparslan Türkeş saat 12.30 da salona girdiğinde gençler kendisine tezahüratta bulunmuşlar ve İkinci Dünya Savaşının meşhur <<Lily Marlen>> şarkısının bestesiyle Bozkurtların Türküsünü okumuşlardır.

Salonun duvarlarında şu dövizler göze çarpmakta idi:

<<Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.>>
<<Komünizmin ve kapitalizmin karşısındayız.>>
<<Hedef: Kuvvetli, müreffeh, büyük Türkiye>>
<<Bilge, Atila, Alpaslan – Vietnam değil Türkistan>>
<<Milliyetçilik ve Mukaddesatçılık ve ayrılmaz bir bütündür.>>

<<Bozkurtlar Türküsü>> de Alparslan Türkeş’e göre değiştirilmiş ve kendisinden <<Başbuğ (!)>> diye bahsedilmiştir. Türkünün içinde şu kıt’alar da vardır:

Semerkantlar Kerkükler
Yaslı yaralı Türkler
Artık Alparslan kükrer
Selâm sana Başbuğum

Güvendik biz sana Türkeş
Sensin Alpaslanlara eş
Milletinin gözü yaşlı
Kurtar onu Başbuğ Türkeş



Adalet, 21 Kasım 1968.

ÖZDAĞ’IN ÖNERGESİ REDDEDİLDİ

CKMP Afyon Milletvekili Muzaffer Özdağ’ın <<Hükümetin iç güvenlik konusunda ihmali, kifayetsizliği ve hatalı icraatı olduğu>> iddiası ile vermiş bulunduğu gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmaması ile alâkalı müzakerelere Mecliste dün de devam edilmiştir.

AP Grubu sözcüsü Sakarya Milletvekili Kadri Erdoğan ise asayişsizlik iddiasının kasten çıkarıldığını, küçük olayların maksatlı olarak şişirildiğini beyan etmiştir. Son olarak söz alan İç İşleri Bakanı Dr. Sükan da misaller vererek asayişsizlik iddialarını çürütmüş ve konuşmasını şöyle bitirmiştir: <<İhtilâlden çıktıktan sonra müesses nizamı yıkmak için büyük gayretler gösterilen bir memlekette normal zabıta olayları asayişsizlik şeklinde gösterilmek isteniyor.>> Konuşmaların sona ermesi üzerine oylamaya geçilmiş ve neticede önergenin gündeme alınması reddolunmuştur.



Millî Hareket, Kasım 1968, Sayı 28.

BÜYÜK KONGRE

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin olağanüstü büyük kongresi bu ayın son haftasında yapılıyor. Yurt sathında hızla yayılan partinin üst kademesinin bu yayılışa ayak uyduracak ve yayılmayı daha hızlandıracak kişilerden kurulması için yapılacak bu kongrede partinin adı ve amblemi de değiştirilecek…

PARTİLERİN DURUMU VE CKMP

Türkiye’deki fikir akımlarının itişiyle mevcut veya bu fikirleri savunan partiler ya bu fikirlerden birine sahip çıkarken veya bu fikirleri savunan partiler kurulurken partilerin durumunu bir daha gözden geçirmek yararlı olacaktır.

İktidar partisi AP bünye bakımından bir yığın partisi olmasına rağmen, üst kademelerinde bulunanlar tamamen batı tipi bir kapitalist sistemin savunucusu durumundadırlar. Mason – Kapitalist işbirlikçilerin sadece belli bir azınlığı mutlu etmeğe çalışmaları bu partinin yurdumuz için bir fayda sağlamıyacağını apaçık göstermektedir.

CHP ise gülünç ve ilmî olmayan bir <<Ortanın solu>> sloganına sarılmasına rağmen AP’den pek ayrı değildir. Menfaatçi kapitalistlerin ve sömürücü ağaların sosyal adalet masalları söylemeleri halkımızı artık aldatamamaktadır.

Türkiye’de doktrin partisi sayılabilen iki partiden TİP, tamamen marksist bir felsefenin takipçisidir. Bir yazarların deyimiyle kanunların izin verdiği nisbette solda olan bu parti milletin başına belâ olma istidadı içinde hayatiyetini devam ettirmektedir.

Yurdumuzda milliyetçiliği ilk defa ciddi olarak siyasî sahaya sokan CKMP sağcılığın doktriner savunuculuğunu yapmaktadır. Milliyetçi – Toplumcu bir tutum içinde çalışan ve millet gerçeklerinden ruh alan <<Dokuz Işık>> doktrinini halka anlatmağa çalışan CKMP’liler bu tutumlarıyla komünistlerin karşısına güçlü bir biçimde çıkmayı başarmışlardır.

ÜÇ YILLIK GELİŞME

Üç yıl evvel, bir doktrine dayanmayan, yalnızca iyi niyetli ve fedakâr kişilerin gayretiyle atakta duran CKMP’nin sadece 24 ilde teşkilâtı vardı. Türkeş’in partiye girmesi ve genel başkan olmasından sonra teşkilât hızla gelişmeğe, gençlerin ve aydınların katılmasıyla güçlenmeye başladı. Bugün CKMP, 61 ilde ve dört yüzden fazla ilçe teşkilâtını kurarken, Üniversitelerde, devlet hizmetlerinde, kışlalarda, özel ve resmî dairelerde bulunan binlerce aydının fikrî temsilciliğini de yapmaktadır.

CKMP’nin KONGRELERİ

Şimdiye kadar göstermiştir ki, CKMP’nin bütün kongreleri olaysız geçer. Milliyetçi kişilerin hizmet yarışında birbirlerini öne geçirme çabaları her zaman öteki partilere örnek olacak niteliktedir. Genel başkan seçimleri dahil, kazanamayan kazananı daima tebrik etmiş ve onun emrinde çalışmayı seve seve kabul etmiştir. Genel Kurula seçilenler ve seçilemeyenler sonucu hep aynı iyi niyet duygularıyla karşılamışlardır…

BU KONGRE

CKMP’nin bu yılki kongresi her zamankinden önemlidir. Artık parti fikir olarak ortaya çıkmış ve Dokuz Işık doktrininin ışığı altında Milliyetçi – Toplumcu bir yolda olunduğunu tam olarak ilân etmiştir. Maneviyattan mahrum iki sistem olan sömürücü kapitalizm ile milletleri ezen komünizmin tam karşısında olunduğu defalarca tekrarlanmıştır.

Türkeş’in büyük çabası ile yurt çapında teşkilâtlanan partinin şimdi yeni hamlelere girebilmesi ve yeni hüviyetini adıyla da belirtebilmesi için isminin ve ambleminin değişmesi gerekmektedir. İşte bu düşünce ile, partinin bu büyük hamleye girişebilmesi için iki yıllık kongre zamanı beklenmemiş ve olağanüstü kongreye gidilmiştir. Yurdun her tarafından bu büyük kongreye gelecek olan Milliyetçi – Toplumcular partinin adını ve amblemini değiştirecekler ve kendi dâvalarına en uyan adı ve amblemi seçeceklerdir.

TÜZÜK DEĞİŞİKLİKLERİ

Bu kongrede tüzükte önemli değişiklikler olacaktır. Kırk kişilik bir parti meclisi ile onüç veya onbeş kişilik bir Merkez Yürütme Kurulu teşkil edilecektir. Liyakatli ve çalışkan kişilerden meydana gelecek bu üyeler milliyetçi - toplumcu hareketin uzun ve meşakkatli yolunda yorulmadan ve korkmadan yürüyebilecek kişilerden meydana gelecektir..

GENEL BAŞKAN GENE TÜRKEŞ

Türk milliyetçiliğinin bayrağını başarı ile taşıyan Alparslan Türkeş gene partinin Genel Başkanı olacaktır. Başka bir adayın çıkması düşünülmezse de, belki usulen bir üye adaylığını koyacaktır.

BÜYÜK YÜRÜYÜŞ YAPILACAK

Ankara’da yapılacak bu kongrenin ilk ya da ikinci günü Başkent’te büyük bir yürüyüş yapılacaktır. Yurdun muhtelif yerlerinde yetişen komandolar ve judo ekipleri bu büyük başkent yürüyüşü için şimdiden hazırlanmaktadırlar.

Türkiye’nin hemen her tarafından, gençlik kollarına mensup üyeler, yürüyüş ve marş talimlerine başlamışlardır. Ankara’da yapılacak bu yürüyüşe Adana teşkilatının mehter takımı da gelecek ve denebilir ki bu zamana kadar yapılan yürüyüşlerin en büyüğü ve anlamlısı olacaktır.

SONUÇ

Bu olağanüstü kongre ile adını ve amblemini değiştirecek olan CKMP yeni hüviyeti ile, Genel Başkan Alparslan Türkeş’in daha önce işaret ettiği 1969 yılı taarruzuna daha hızlı ve daha imanlı bir şekilde başlıyacaktır.

Ve sonuç olarak diyebiliriz ki, bu kongre Türk Milleti ve Türk Milliyetçileri için muhakkak ki çok hayırlı günlerin müjdecisi olacaktır.



Millî Hareket, Aralık 1968, Sayı 29.

CKMP KURULTAYI ERTELENDİ

CKMP Büyük Kurultayı son yapılan Genel Yönetim Kurulu toplantısında 10 Ocak 1969 tarihine alındı. Bazı illerin kongrelerinin yapılabilinmesi için alınan bu karar, Genel Kurultaya daha çok üyenin katılmasını sağlıyacağı için çok faydalı oldu.



Haber, 31 Aralık 1968.

SAĞCI VE SOLCU ÖĞRENCİLER MEYDAN MUHAREBESİ YAPTI

Öğrenci seçimleri yüzünden Yüksek Öğretmen okulu öğrencileri birbirlerine girmiş, Türk Ocağı salonlarında başlayan kavga daha sonra okulun içinde kıran kırana devam etmiştir. Sandalya ve sıralarla birbirlerinin üzerlerine hücum eden öğrencilerden 5’i muhtelif yerlerinden yaralanmış, gece geç saatlere kadar devam eden kavga sırasında okulda 20 bin liraya yakın hasar meydana gelmiştir. Kavgacılardan 15’i birbirlerinden şikâyetçi oldukları için Adliyeye sevkedilmiştir.

NASIL BAŞLADI?

Geç saatlerde okulun içini adeta bir meydan muharebesi yeri haline getiren kavga, Türk Ocağı salonlarında yapılan Yüksek Öğretmen okulu öğrenci derneği seçimi sırasında çıkmıştır. <<Milliyetçi Anadolu cephesi>> gurubuyla solcu gençliğin kurduğu <<devrimciler>>in çekişmesi halinde geçen dernek seçimi sırasında bir aralık salonun kapıları kırılırcasına açılarak içeriye giren <<Milliyetçi Anadolu cephesi>> ne mensup öğrencilerin sempatizanları, toplantıyı sabote etmek amacıyla kavga çıkartmışlardır. Sandalyelerle birbirlerine giren öğrencilerin kavgası salonda bulunanların yardımıyla hemen bastırılmışsa, toplantıyı izlemekle görevli hükümet komiseri Firuz Demiryaşamış kavga sırasında hafif surette yaralanmıştır.

Daha sonra kongreye son verilerek seçim kararı alınmış ve seçimin okulda yapılması kararlaştırılmıştır.

Öğrenciler saat 20.30 sıralarında okulda seçimi yaparlarken gene aralarında kavga çıkmıştır. Bu defa kıran kırana birbirine saldıran gençleri ayırmak mümkün olmamış ve okul müdürü polisten yardım istemiştir. Polislerin gelmesine rağmen kavgacılar futursuzca birbirleriyle döğüşe devam etmişlerdir.

Adeta ufak çapta bir meydan muharebesi haline gelen kavga sırasında öğrenciler silâh olarak sıra kapaklarını ve sandalye ayaklarını birbirlerinin başlarında parçalamışlardır. Nihayet polis kavgacıları ayırabilmiş ve tekrar yeni bir hadisenin çıkmaması için sabaha kadar okulun içinde ve dışarıda hazır beklemiştir.

Ortada sinirli bir havanın bulunması üzerine polis olayların çıkmaması için tedbir almıştır. Bu arada birbirlerinden şikâyetçi olan 15 öğrenci adliyeye sevk edilmiştir.

Öte yandan okul idaresi maddi hasarı meydana getiren öğrenciler hakkında savcılığa şikâyette bulunmuşlardır. Polisin dün öğleden sonra adliyeye sevkettiği öğrenciler şunlardır:

Şuayip Üşenmez, İsa Geçit, Haydar Erdoğan, Aydın Demirbaş, Dursun Çobanoğlu, Mustafa Öztürk, Hüseyin Akyüz, Alaattin Akçay, Murat Demircigil, Ali Yılmaz, Mehmet Erdoğan, Ali Sönmez, Salih Çelik, Ali Bahri, Adil Tunga.



Akşam, 31 Aralık 1968.

CKMP’Lİ KOMANDOLAR GECE ANKARA FEN FAKÜLTESİNİ BASTI

Yüksek Öğretmen Okulundaki öğrenci seçimlerini kaybettiklerini anlayan Milliyetçi Anadolu Grubu Öğrencileri adını taşıyan CKMP’li komandolar gece Fen Fakültesinde ders yapmakta olan Devrimci Grup Öğrencilerine baskın yapmışlar, feci şekilde dövmüşler ve sonra da okul binası içine hapsetmişlerdir.

CKMP’li komandolar okul bahçesini ellerinde tutarken, bahçenin dışarısını da yüzlerce solcu ve FKF’li öğrenci çevirmiş, polis zaman zaman olaylara müdahale etmiş, üzerinde sopa bulunanları yakalayıp götürmüştür. Gece okul bahçesinde ve okul içinde Molotof kokteylleri atılmış, tabancalar patlamış, CKMP’li komandolar FKF lideri Gündüz Şahin ile iki arkadaşını rehin olarak almışlardır. CKMP’li gençler aldıkları rehinleri döverken okul içinde kilitlenen solcular da birkaç CKMP’li komandoyu yakalayıp rehin almış ve dövmüşlerdir. Hukuk, Siyasal ve Fen Fakültesi Dekanları saat 01.00 e kadar öğrenciler arasında arabuluculuk etmiş, ancak uzlaşmayı temin edememişlerdir. Bu arada 20 kadar öğrenci çeşitli yerlerinden yaralanmış, hastaneye kaldırılmıştır. Olayların geçtiği Tandoğan ve Beşevler arası polis kordonuna alınmış, halk sokaklara dökülmüştür. Bu arada yolları kesen yüzlerce CKMP’li komando şu parolaları kullanmışlardır:

Soru – Nereden geliyorsun?
Cevap – Ergenekon’dan.
Soru – Rengin nedir?
Cevap – A- 19 Hazırol, A-20 hücum.

Sabaha karşı 02.00 de olaylar profesörlerin ve ilgililerin gayretine rağmen devam etmekteydi.



Medeniyet, 31 Aralık 1968.

CKMP KOMANDOLARI, GECE FEN FAKÜLTESİNİ BASTILAR

Toplum polisi saldırganları değil, kendini savunanları yakaladı

Önceki gün Yüksek Öğretmen Okulu Talebe Cemiyeti sırasında çıkan olaylar dün de devam etmiş, CKMP’li aşırı sağcı bir grub öğrenci ellerinde sopa ve taşlarla Fen fakültesini ve Erkek Öğretmen okulunu basarak hâdise çıkarmışlardır.

Dün sabahtan itibaren okulda gergin hava devam etmiş ve bazı hazırlıklar içerisinde bulunan sağcı öğrenciler ellerinde sopa ve bıçaklarla okul içerisinde tehditkâr bir şekilde dolaşmışlar, okula sık sık gelen ve öğrenci olmayan bazı adamlarla görüşmeler yapmışlardır.

Saat 16 dan sonra okulun bütün giriş yerleri özel suretle yetiştirilen CKMP’ye mensup komandolar tarafından tutulmuş ve saat 17.30 a kadar sakin giden hava sağcı öğrencilerin ilahilerle karışık kurt ulumaları ile bozulmuştur. Bu arada <<Bugün solculara ölüm>>, <<Solcuların mezarını buraya kazacağız>>, <<Bundan sonra sadece imanlı müslümanların sesi duyulacaktır>>, <<Tanrı Türkü korusun>>, <<Solun ortası, ucu, başı yoktur. Bunların hepsi komünisttir. Hepsi Moskova yolcusudur>> diye gruplar halinde bağırdıkları duyulmuştur. Yükselen ilâhi ve kurt ulumaları sesleri arasında CKMP’ye mensup komandolardan biri <<Ayakkabı Düştü>> diyerek önceden kararlaştırılan bir parola ile hücum emrini vermiştir. Bu hücum emri ile birkaç sefer duyulan patlamalar olmuş ve Yüksek Öğretmen Okulunun giriş yeri olan Fen Fakültesi işgal edilmiştir. Olaylardan habersiz Fen Fakültesine giren öğrenciler ise işgalciler tarafından hapsedilmişler ve faşistler tarafından feci şekilde dövülmüşlerdir.

SALDIRGANLAR YARGILANDI

Yenimahalle Asliye Mahkemesinde önceki gün kongre basan saldırganlardan onbeşinin yargılanmasına dün başlanmıştır. Bunlar Şuayip Üşenmez, Haydar Erdoğan, İsa Geçit, Ayhan Demirbaş, Dursun Çobanoğlu, Mustafa Öztürk, Hüseyin Akyüz, Alaattin Akçay, Ali Yılmaz, Murat Demircigil, Mehmet Erdoğan, Ali Sönmez, Salih Çelik, Ali Bahri, Adil Tunga.

15 sanığın duruşma sonunda serbest bırakılması kararlaştırılmıştır.

OLAY TEKRAR ALEVLENİYOR

Yenimahalle Savcılığınca adliyeye sevkedilen gençler daha sonra serbest bırakılmışlar ve tekrar Fen Fakültesine dönmüşlerdir. Bu arada Atatürk’çü öğrenciler de okul kantininde kendilerini korumak için tedbirler almışlar ve bazı sağcı öğrencileri yakalıyarak alıkoymuşlardır.

Olaylar bunun üzerine birdenbire gelişmiş ve Fen Fakültesi bir savaş alanına dönmüştür. Türkeşçi ve <<Başbuğu>> olduklarını açıkça söyleyen saldırganlar, Molotof kokteylleri atarak hücuma geçmişlerse de istedikleri başarıyı elde edememişler ve içeride kalan 15 saldırgan sabrı taşan devrimci gençler tarafından dövülmüşlerdir. Kimya anfisinde kendilerini asit ve benzeri maddelerle savunan devrimci gençler dövdükleri komandolardan bir kısmını da rehin olarak ellerinde tutmuşlardır.

ABLUKA KALKIYOR

CKMP ne mensup komando kursu görmüş saldırganlar saat 00.3’e doğru, ablukayı kaldırmışlardır.

Sağcı grubun bir temsilcisi, Fakülte bahçesinden dışarı çıkarak, emniyet yetkilileri ile görüşmüş, çıkışlarının teminat altına alınmasını istemiştir. Toplum polisinin fakültenin önündeki Bulvarda gerekli tedbiri almasından sonra, sağcılar liderleri olduğu sanılan bir öğrencinin verdiği <<Hazır ol>> komutu ile sıra haline geçmişler, daha sonra <<Marş Marş>> komutu ile uygun adımla Bahçelievler istikametine doğru hareket etmişlerdir. Toplum polisi, bu grup dağılana kadar kendilerini izlemiştir.

Sağcı grubun fakülteyi tahliyesinden sonra, Kimya bölümünde mahsur kalan diğer öğrenciler dışarıya çıkmaya başlamışlardır. Bu öğrencilerin herhangi bir çatışma anında kullanılmak üzere laboratuvarlardaki asit şişelerini ellerinde taşıdıkları görülmüştür. Öğrenciler, olayların yatışması üzerine şişeleri yerlerine bırakmışlardır.

Öte yandan sağcıların saldırıları sırasında Kimya bölümünün kapısının bütün camları atılan taşlarla kırılmıştır. Fen Fakültesi Dekanı Prof. Rıza Çetik, saldırganların olay yerini terketmesinden sonra, bazı öğretim üyeleriyle birlikte Kimya bölümüne girerek, mahsur kalan öğrencilerle görüşmüştür.

Yüksek öğretmen okulunda dün yapılan talebe cemiyeti seçimleriyle ilgili dünkü olayın duyulması üzerine Ankara’daki bazı üniversite ve yüksek okulların öğrencileri de Fen Fakültesinin önüne gelerek, durumu izlemişlerdir. Öğrenildiğine göre, olaylara karışan iki grup arasında da Yüksek öğretmen okulu ve Fen fakültesi öğrencilerinden başka, diğer fakülte ve Yüksek okullarda öğrenim yapanlar da yer almışlardır.

Polis 20’ye yakın öğrencinin ifadesini almıştır. Bu arada bazı öğrencilerin üzerinde suç sayılacak aletler bulunduğu emniyet yetkililerince ifade edilmiştir.

KAN DÖKÜLMESİ TESADÜFEN ÖNLENDİ

Sağcı gençlerin fakülteyi terketmesinden beş dakika sonra 1000 kadar Atatürk’çü genç olay yerine gelmişlerdir. Koşarak olay yerine gelen devrimci gençler polisin himayesi ile fakülteyi terkeden saldırganları bulamamışlar ve böylece kanlı olayların meydana gelmesi önlenmiştir.

17 ÖĞRENCİ NEZARETTE

Dün geceki olaylardan sonra fakülte kantininde mahsur kalan ve CKMP li gençlerin saldırılarından kendilerini korumak için sopa ve asit gibi silahlarla tertibat alan devrimci gençlerden 35 kadarı polis tarafından yakalanmıştır. Yakalanan gençlerin üzerinde 10 sopa, 4 şişe ve 3 tornavida bulunmuş ve 17 öğrenci nezaret altına alınmıştır. Polis tarafından yakalanarak nezaret altına alınan öğrenciler şunlardır.

Kerim Kulakcı, Fuat Tatar, Ahmet Atalay, Ramazan Ceylan, Arif Kadıoğlu, Halit Yaşar, Kenan Alyörük, Kemal Bozoğlu, Mesut Odabaşı, Hüseyin İnan, Şahin Güldoğan, Sadettin İnal, Fahri Göksel, Refik Kanıç, Niyazi Balcı ve Ahmet Erdoğan..



Ulus, 31 Aralık 1968.

Y. ÖĞRETMEN OKULU BASILDI

Yüksek Öğretmen Okulunda Öğrenci Cemiyeti seçimleri sırasında önceki gece büyük bir arbede çıkmış, kongrenin yapıldığı salon ve okul sağcı gençler tarafından basılmıştır.

Öğrenci Cemiyetinin yıllık olağan kongresinin hazırlıklarına 15 gün önceden başlanılmıştır. Bu arada Ortanın Solu’nu destekleyen öğrenciler <<Çağdaş>> adı altında bir grup olarak kongreye girme kararı almışlardır. Sağcı oldukları öne sürülen öğrenciler de <<Anadolu>> grubunun etrafında toplanmışlardır.

Kongre önceki gün Türkocağı salonunda başlamıştır. Ancak daha başkanlık divanının seçimi sonunda Çağdaş Grubunun seçimleri kazanacağı anlaşılmıştır. Kongrede faaliyet raporu ve denetçiler raporları sağcıların engellemeleri arasında okunmuş ve tartışılmıştır. Nihayet seçimlere sıra gelmiş ve bu işin saat 20.30’da okulda yapılması kararlaştırılmıştır.

Sabahtan beri çeşitli kışkırtmalarla başlatılmasına çalışılan kavga, bu anda sandalyelerin havada uçması ile çıkmıştır. Bir anda ortalık karışmış, herkes önüne gelene vurmaya başlamıştır. Bu sırada sağcılar kongreyi izlemekle görevli Hükümet Komiserini de dövmüşlerdir. Kolu çıkan komiser hastahaneye götürülerek tedavi altına alınmıştır.

Dağılan gençler gruplar halinde okula gelmiş ve önceden kantine yerleştirilmiş olan sandıklarda oylarını kullanmışlardır. Saat 22.00 sıralarında seçimi de kaybedeceklerini anlayan sağcılar, yeniden kavgaya başlamışlardır. Bu sırada okula, daha sonra öğrenciler tarafından CKMP’li komandolardan oldukları ileri sürülen ve öğrenci olmadıkları ilk bakışta anlaşılan kavgacı gruplar gelmişlerdir. Bir anda çatışma, arbedeye dönmüş, öne sürüldüğüne göre üzerlerine trençkot giymiş bazı kişiler tabancalarla ateş etmişlerdir. Olaylar gelişirken telefonların sağcılar tarafından tahrip edilmiş olması ve çıkış kapılarının yine aynı şahıslar tarafından tutulmuş olması nedeni ile polis haberdar edilememiştir. Ancak, daha sonra polisin okula gelmesi ile kavga durmuştur. Kantinde bulunan sağcılar polisi görünce telâşa kapılmışlar ve sandalyelerle kırdıkları pencerelerden atlayarak kaçmaya başlamışlardır. Kaçmayanlar polis tarafından yakalanmışlardır.

Kavganın sona ermesi ile Kongre Başkanlık Divanı üyeleri sağcılarca kapatılmış oldukları yerden çıkarılmışlardır. Bu öğrenciler uzun süre ve geç vakte kadar hapis kalmışlardır.

Öte yandan, açıklandığına göre Emniyet ilgilileri olayla ilgili olarak on kişiyi dün yakalamış ve savcılığa gönderilmiştir.



Millî Hareket, Ocak 1969, Sayı 30.

KOMANDOLAR

Bu kelime bu yıl, bilhassa yaz aylarında çok kullanıldı. Milliyetçi – Toplumcuların yurdun muhtelif yerlerinde kurdukları Komando çalışma kampları bir çok çevreler tarafından çeşitli biçimlerde karşılandı. Mason - Kapitalist grup, bu çalışmaları Nazi eğitim kamplarına benzetirken, Komünistler, başlarına gelecekleri sezinliyen insanların telâşlı tutumu içinde hem savcılara ihbarlar yağdırıyorlar, hem de çalışmaları küçümsüyor görünerek alaycı ve tutarsız beyanlarda bulunuyorlardı.

Milliyetçi – Toplumcu komandolar ilk hareketi Ankara’da yaptılar. Y. Öğretmen Okulu’nda solcuların çıkardıkları hadiseyi şiddetli bir şekilde bastırarak hem emniyet kuvvetlerine yardımcı oldular, hem de ikide bir ortalığı karıştıran, anarşi çıkaran bir başıbozuk güruha gereken dersi verdiler. Diğer bazı fakültelerde de kıpırdanmak istiyen solcuları bastıran komandolar bu davranışlarıyla, Türkiye’nin meselelerine el koyduklarını açıkça ilân ettiler.

Türk Milliyetçiliğinin bütün düşmanlarına dergimizle daha önce ihtar edilmiş, komando çalışmalarının bir fantezi olmadığı hatırlatılmıştı. Son hareketler bu ihtarın fiilî biçimidir. Milliyetçi – Toplumcu kadronun iktidara doğru yürüyüşe geçeceği önümüzdeki devrelerde, bu yürüyüşü durdurmak isteyecek meşru olmayan kuvvetler bu ihtarı yeniden düşünmelidirler.



Haber, 1 Ocak 1969.

FEN FAKÜLTESİNDEKİ ABLUKA KALKTI

<<Milliyetçi>> olarak tanımlanan öğrenci grubu Fen Fakültesindeki ablukayı dün gece saat 00.03’de kaldırmıştır.

Milliyetçi grubun bir temsilcisi, fakülte bahçesinden dışarı çıkarak, emniyet yetkilileri ile görüşmüş, çıkışlarının teminat altına alınmasını istemiştir. Toplum polisinin fakültenin önündeki bulvarda gerekli tedbiri almasından sonra, <<milliyetçi>> olarak tanımlanan grup, liderleri olduğu sanılan bir öğrencinin verdiği <<hazır ol>> komutu ile sıra haline geçmişler, daha sonra <<marş marş>> komutu ile uygun adımla Bahçelievler istikametine doğru hareket etmişlerdir. Toplum polisi, bu grup dağılana kadar kendilerini izlemiştir.

<<Milliyetçi>> grubun fakülteyi tahliyesinden sonra, kimya bölümünde mahsur kalan diğer öğrenciler dışarıya çıkmaya başlamışlardır. Bu öğrencilerin herhangi bir çatışma anında kullanılmak üzere laboratuvarlardaki asit şişelerini ellerinde taşıdıkları görülmüştür. Öğrenciler olayların yatışması üzerine şişeleri yerlerine bırakmışlardır.

Öte yandan, iki grubun çatışması sırasında kimya bölümünün kapısının bütün camları atılan taşlarla kırılmıştır. Fen Fakültesi Dekanı Prof. Rıza Çetik, milliyetçi grubun olay yerini terketmesinden sonra, bazı öğretim üyeleriyle birlikte kimya bölümüne girerek, mahsur kalan öğrencilerle görüşmüştür.

Yüksek öğretmen okulunda dün yapılan talebe cemiyeti seçimleriyle ilgili bugünkü olayın duyulması üzerine Ankara’daki bazı üniversite ve yüksek okulların öğrencileri de Fen Fakültesinin önüne gelerek, durumu izlemişlerdir. Öğrenildiğine göre, olaylara karışan iki grup arasında da yüksek öğretmen okulu ve Fen Fakültesi öğrencilerinden başka, diğer fakülte ve yüksek okullarda öğrenim yapanlar da yer almışlardır.

Polis 20’ye yakın öğrencinin ifadesini almıştır. Bu arada, bazı öğrencilerin üzerinde, suç sayılacak aletler bulunduğu emniyet ilgililerince ifade edilmiştir.



Akşam, 1 Ocak 1969.

Üniversiteye saldırı yerildi

Kendilerine <<Ergenekon Aslanları>> adını veren 300 kadar aşırı sağcı, Yüksek Öğretmen Okulundaki Öğrenci Cemiyeti seçimini Devrimcilerin kazanacağını anlayınca, kendi deyimleriyle önceki gece bir <<Komando tatbikatı>> yaparak, ellerinde taş, sopa, çeşitli silâhlar ve Molotof kokteylleri olduğu halde Devrimcilerin sığındığı Fen Fakültesini saatlerce muhasara altında tutmuşlar, camları, kapıları kırmışlardır. <<Alparslan Birliği, ileri>> komutuyla fakülteye sığınmış Devrimcilere karşı harekete geçen aşırı sağcılar, fakülte bahçesini bir savaş meydanına benzettikten ve dövüşüp bir çok yaralı ve esir verdikten sonra , muhasara ettikleri fakülte binasını alamadan geri çekilmişlerdir. Gece yarısına kadar süren muhasara Hukuk, Fen ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanlarının arabuluculuğuyla esirlerin değiştirilmesiyle kaldırılmıştır. Fen Fakültesi Dekanı <<Olayı gördüm. Bütün demir kapılar kalın camlar kırılmıştır. Hasar büyüktür>> demiştir.

Olaylar sırasında saldırılanları değil, saldıranları koruyan toplum polisi 33 kişiyi nezarete alıp 17 tanesini adalete vermişlerdir.

KOMANDOLARIN REİSİ NE DİYOR

Geceki olaylar sırasında komandolara komutanlık eden Yılmaz Yalçıner, dün CKMP’de verdiği demeçte <<Polis görevini yapmıştır. Biz, yığınak yapan komünistleri enterne edip, yığınağı ele geçirmek için harekete geçtik. Bizler milliyetçiyiz. Onlara verdiğimiz ders şimdilik yeter.>> demiştir.

HÜKÜMET DE SORUMLUDUR

CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Erkin Topkaya ise, komandoların, aşırı sağcıların seçimi kaybetmesinden sonra tahribat ve saldırıya giriştiğini belirterek, CHP’li gençliğin şimdiye kadar halkın huzurunun bozulmaması ve demokratik rejimin tehlikeye düşmemesi için gerekli çabayı gösterdiğini söylemiştir. Gençlik Kolları Başkanı, bu hareketlerin, faşistlerin halk ve demokrasinin yararına aykırı davranışlarına göz yummak anlamını taşıdığını söylemiş ve olaylar sırasında polisin saldırganlarla işbirliği yaptığını öne sürerek, polisin saldırganları değil saldırıya uğrayanları yakaladığını açıklamıştır. Topkaya polisi şiddetle suçladıktan sonra bu tutum nedeniyle olaylardan hükümetin sorumlu olduğunu belirtmiştir.



Yeni Gazete, 1 Ocak 1969.

CKMP’Lİ GENÇLER SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİNİ BASTI

CKMP li gençler, dün Siyasal Bilgiler Fakültesini basarak, Fakülte binası önünde bulunan bazı panoları kırmışlardır.

Olay sırasında Basın ve Yayın Yüksek Okulu’na da girmeyi başaran <<Milliyetçi>> öğrencilerden bir grup, okulun fikir klübüne ait bir ilân tahtasını da, okulun önünde sopalarla parçalamışlardır. Milliyetçi gruba mensup bazı öğrenciler, olayın dün geceki Fen Fakültesi olayları ile ilgili olduğunu belirtmişlerdir.

KÜFÜRLEŞTİLER

Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdundaki öğrencilere taş atarak ve komünistler diyerek bağıran milliyetçi öğrenciler gösterilerine devam ederken bir kamyon toplum polisi gelmiş ve milliyetçi öğrencilerin arasına girmiştir. Bir müddet karşı karşıya hareketsiz kalan öğrenciler, <<Olay yatıştı>> zannıyla toplum polisinin olay yerinden uzaklaşması üzerine tekrar küfürleşmişlerdir.

MUNTAZAM SOPALAR

Olay boyunca Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurdunun kapısı kapalı tutulmuş ve arkasına masalar konmuştur. Bu arada yurdun camlarından bazısı atılan taşlarla kırılmıştır. Yurdun balkonlarından ve pencerelerinden olayı seyretmekte olan kız öğrencilere de ağır şekilde hakaret eden ve taş atan milliyetçi grup öğrencilerinin ellerinde muntazam kesilmiş sopalar görülmüştür.

18 ÖĞRENCİ YARGILANDI

Fen Fakültesinde yapılan talebe seçimleri sırasında fakülteyi basan aşırı sağcı komandolardan 18 öğrenci dün Suçüstü Mahkemesinde yargılanmıştır. Mahkeme, sabıka kayıtlarının incelenmesi ve şahitlerin dinlenmesi için duruşmayı 20 Ocak Pazartesi gününe bırakmıştır. Sanıklar duruşmadan sonra serbest bırakılmışlardır.

OLAY NEDEN ÇIKTI?

Fen Fakültesinde talebe cemiyeti seçimi yapılırken yönetimi ele geçirmek isteyen sağcı ve solcu öğrenciler arasında başlayan tartışma kısa zamanda kavga halini almış ve bazı öğrenciler dövülmüştür. Bir süre sonra kendilerini <<Komando>> olarak tanıtan bazı gençler fakülteyi basmışlar ve <<Solcu>> diye nitelenen 30 öğrenciyi dövmüşlerdir.

Sayıları kısa zamanda 300’e yükselen <<Komando>> lar daha sonra okul bahçesini kontrolleri altına almışlar ve bahçenin dışında bulunan solcu öğrencilerle birbirlerine taş ve Molotof kokteylleri atmışlardır. Olayların daha fazla büyümesi Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanları ile polis tarafından güçlükle önlenmiştir.



Cumhuriyet, 1 Ocak 1969.

SİYASAL BİLGİLER YURDU BASILDI

Bir partiye mensup bir grup <<komando>> genç, dün akşamüzeri Siyasal Bilgiler Fakültesi Yurdunu basarak, fakülte önündeki panoları parçalamışlardır.

Ellerinde sopalar olan gençler topluca yurdun salonuna girmişler, burada Siyasal Bilgiler öğrencilerinin mukavemeti ile karşılaşmışlardır. Her iki taraf da, bir süre sopa ve şişelerle kavga etmiş, daha sonra <<Solcuları yuvalarında basalım>> diyen baskıncı gençler, bina dışına çıkarılmışlardır. Olayın, önceki gece Fen Fakültesinde cereyan eden olaylarla ilgili olduğu bildirilmiştir.



Cumhuriyet, 1 Ocak 1969.

ONYEDİ ÖĞRENCİ ADLİYE’YE VERİLDİ

Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği seçimleri yüzünden iki günden beri sağcı ve solcu öğrenciler arasında cereyan eden çatışmalar dün durmuş, ancak, Fen Fakültesi’ndeki olaylara karıştıkları iddiasıyla nezarete alınan 17 kişi dün ilk sorgularından sonra serbest bırakılmıştır.

Sağcı bir partinin militanları oldukları öne sürülen ve kendi aralarında parola kullanan, disiplinli ve hazırlıklı öğrenciler, Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneğini ele geçirmek için gösterdikleri çabadan doğan olaylar, dün gece Fen Fakültesinde cereyan eden kanlı bir kavgadan sonra yatışmıştır. Buna rağmen, çeşitli ihtimalleri dikkate alan polis, okulun önünde devriye gezmeye devam etmiş, okul idaresi binada ve bahçede bulunan yabancıların dışarıya çıkmaları için sürekli anons yapmıştır.

Gece Fen Fakültesi’nde cereyan eden kavga sırasında, patlayıcı maddeler dahil, sopa ve taşlar kullanılmış, Fakültenin giriş kapısının camları kırılarak, yangın hortumları sökülmüştür. Kavga sırasında 18 kadar öğrenci muhtelif yerlerinden yaralanmışlardır. Yetkililer ağır yaralı bulunmadığını söylemişlerdir.

GENÇLİK KOLLARI BİLDİRİSİ

Olaylarla ilgili olarak dün bir bildiri yayınlayan CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Ergin Topkaya, çatışmalardan iktidarın suçlu olduğunu iddia etmiş ve polisin saldıranları bırakıp saldırılanları yakaladığını ileri sürmüştür.

Öte yandan bir iddiaya göre, Fen Fakültesine yapılan sağcı baskını aynı fakültenin atom fiziği kürsüsü asistanı ve AP Gençlik Kolları Genel Başkanı Tahsin Nuri Durlu düzenlemiş ve yönetmiştir.



Babıâlide Sabah, 1 Ocak 1969.

A.Y.Ö.O.’DA SAĞCI VE SOLCULAR ARASINDA BÜYÜK KAVGA

Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri arasında evvelki gece meydana gelen çatışma, dün gece de devam etmiş, CKMP’ye mensup olduğu bildirilen ve “Millî Anadolu Cephesi” adı altında toplanan gençler, Fen Fakültesi kapılarını tutmuş, “Devrimciler” adı altındaki gençlerin dışarı çıkmalarına imkân vermemişlerdir.

Fen Fakültesindeki olaylar dün gece saat 21 sıralarında meydana gelmiş, “Millî Anadolu Cephesi” adı altından birleşen ve CKMP’li oldukları bildirilen gençler, fakülte kapılarını tutmuşlardır. Bu sırada da fakülte içinde <<Devrimciler>> adı altındaki gençlerin bulunduğu bildirilmektedir. “Millî Anadolu Cephesi”ne mensup gençler, fakülte kapısını tuttuktan sonra, fakülte çevresinde ve duvarlarında da devriye gezmeğe başlamışlar, fakülte içinde bulunduğu bildirilen “Devrimciler” adındaki gençlerin dışarı çıkmalarına ve içeri girmelerine imkân vermemişlerdir.

SİYASAL BİLGİLER BASILDI

CKMP’li gençler dün Siyasal Bilgiler Fakültesini basarak, fakülte binası önünde bulunan bazı panoları kırmışlardır.



Babıâli’de Sabah, Bugün, 2 Ocak 1969.

ÜLKÜ OCAĞININ PANOSU YAKILDI

Siyasal Bilgiler Fakültesi Ülkü Ocağı panosunun solcu talebeler tarafından yırtılması üzerine, CKMP’ye mensup 40 – 50 komando, fakülte ve yurt binasını basmış, Fikir kulübü, Ortanın Solu, Sosyal Demokrasi Derneğinin panolarını kırmışlardır



Akşam, 2 Ocak 1969.

“ERGENEKON ARSLANLARI”NA KIZLAR AYVA ATTI

<<Ergenekon Aslanları>> Fen Fakültesinden sonra önceki akşam da Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurduna baskın yaparak, iki katın tüm camlarını kırmışlardır. Aşırı sağcılar daha sonra Siyasal Bilgiler Fakültesine de girerek, koridorlardaki bütün panoları ve ilân tahtalarıyla camları yere indirmişlerdir. Dün bir basın toplantısı yapan Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Birliği Başkanı Murat Koğacıoğlu <<Yurdumuzu basarak devrimci mülkiyelileri kendi ocağında yok etmek isteyen faşistler AP’li ve CKMP’lilerdir>> demiş <<Can ve konut güvenliğinin kalmadığını>> açıklamıştır.

FAŞİZME KARŞI KOYACAĞIZ

Murat Koğacıoğlu, faşistlerin saldırısına hükûmetin seyirci kaldığını, ayrıca faşistlerin örgütünü maddî olarak desteklediğini açıkladıktan sonra son saldırı hakkında şunları söylemiştir:

<<Bütün devrimci mülkiyeliler el ele vererek saldırgan faşistlere gereken dersi vermiştir. Artık kesin olarak bilinmelidir ki, bu ülkede ne konut ne de can güvenliği vardır. Son günlerde gittikçe azgınlaşan faşizme bütün gücümüzle karşı koyacağız.>>

İKTİDAR BU KOMANDOLARI BESLEMEKTEDİR

Mal ve can güvenliği konusunda bundan böyle hükûmete güvenmeyeceklerini de açıklayan Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Birliği Başkanı <<Okulumuzu ve canımızı kendi bileğimizle koruyacağız. Çünkü iktidar bu komandoları beslemektedir. Hükûmet sürekli olarak faşist komandolara tahsisat çıkarmaktadır.>>

<<ERGENEKON ASLANLARI İLERİ>>

<<Tanrı Türkü korusun – Komünistlere ölüm>> naraları ve <<Ergenekon Aslanları ileri>> komutuyla Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurduna saldıran sağcılar, önce yurdun camlarını taşa tutmuşlardır. Binanın alt katındaki camları kırarak açtıkları gediklerden içeriye giren <<Ergenekon Aslanları>> yurdun kantininde devrimcilerle sopalı bir meydan kavgası vermişlerdir. Kavga sırasında <<Ergenekon Aslanları>> çeşitli yerlerinden yaralar alarak yüzleri gözleri kan içinde kavgayı bırakarak geri çekilmişlerdir.

KIZLAR VE ASLANLAR

<<Ergenekon Aslanlarının kaçışı>> sırasında, yurdun üst katlarındaki pencerelerden olayı izliyen öğrenci genç kızlar ise <<Aslanları>> yuhalayıp, ayva yağmuruna tutmuşlardır. <<Ergenekon Aslanları>> ise, genç kızlara çirkin küfürler ve taşlarla karşılık vermişlerdir.



Akşam, 2 Ocak 1969.

ALPARSLAN TÜRKEŞ: “ÖĞRENCİ OLAYLARINA KOMANDOLAR KARIŞMADI”

CKMP Başkanı Alparslan Türkeş son kez Ankara Üniversitesinde meydana gelen öğrenci olaylarına komandoların karışmadığını açıklıyarak <<CKMP nin gençlik kolu üyeleridir>> demiştir.

Türkeş daha sonra şunları söylemiştir: <<Bilindiği gibi özellikle üniversite gençliği arasında yapılmakta olan komünizm propagandasına, Türk milletini dünya proletarya diktatörlüğü uğruna çiğnetmemek kararında olan milliyetçi memleket çocukları karşı çıkmıştır. Komünist, Sovyet emperyalizminin ajanı ve uşağı demektir. Bunların Türkiye’den yer kazanmalarına yol açan hükümet ise bu faaliyetler karşısında ilgisiz, bilgisiz ve zayıf bulunmaktadır. Türk gençleri elbette müdahale edecektir.>>



Hür Anadolu, 2 Ocak 1969.

CKMP’LİLER SİYASAL’IN CAMLARINI KIRDILAR

CKMP Gençlik Kollarına bağlı kalabalık bir komando grubu fen Fakültesi’ne yaptıkları baskından sonra gece de Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Yurduna saldırmışlar ve taşlarla camları kırmışlardır. Kendilerini <<Milliyetçi>> olarak tanımlayan öğrenciler, olay sırasında Basın ve Yayın Yüksek Okuluna da girmişler ve okulda Fikir Kulübüne ait bir panoyu sopalarla parçalamışlardır.

CKMP’li komandolar olayın Fen Fakültesi olayları ile ilgili olduğunu belirtmişlerdir.

Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdundaki öğrencilere taş atarak ve komünistler diye bağıran Milliyetçi öğrenciler gösterilerine devam ederken bir kamyon toplum polisi gelmiş ve milliyetçi öğrencilerin arasına girmiştir. Bir müddet karşı karşıya hareketsiz kalan öğrenciler, olay yatıştı zannıyla toplum polisinin olay yerinden uzaklaşması üzerine tekrar küfürleşmişlerdir. Bu arada kapısı açık bulunan Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan içeri giren bir grup öğrenci, fikir klüplerine ait bir panoyu sopalarla parçalamıştır. Bu olay üzerine kendilerine <<Yuh>> çeken Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerine yine taşla mukabele eden Milliyetçi öğrenciler olay yerinden <<Milliyetçi Türkiye>> diye bağırarak uzaklaşmışlardır.

MUNTAZAM KESİLMİŞ SOPALAR

Olay boyunca Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Yurdunun kapısı kapalı tutulmuş ve arkasına masalar konmuştur. Bu arada yurdun camlarından bazısı atılan taşlarla kırılmıştır. Yurdun balkonundan ve pencerelerinden olayı seyretmekte olan kız öğrencilere de ağır şekilde hakaret eden ve taş atan milliyetçi grup öğrencilerinin ellerinde muntazam şekilde kesilmiş sopalar görülmüştür.



Cumhuriyet, 2 Ocak 19969.

GENÇLER KOMANDOLARA KARŞI OKULLARINI KENDİLERİ KORUYACAK

Ankara Üniversitesine bağlı Fakülteler ile Yüksek Okullarda öğrenci dernekleri seçimlerinin başlayacağı bu günlerde, bazı sağcı parti ve kuruluşlar, yoğun bir yıldırma kampanyasına girmişlerdir. Devrimci gruplar ve kuruluşlara karşı yürütülen bu kampanyaya öğrenci olmayan parti militanlarının da katıldıkları ileri sürülmektedir. Yüksek Öğretmen Okulu ve Fen Fakültesindeki kanlı kavgalara sebep olanlarla, önceki akşam Siyasal Bilgiler Fakültesi binasını ve yurdunu basan ve yönetenlerin aynı kişiler olması, bu konudaki iddiaları doğrulamaktadır. Dernek seçimlerinin yapılmasına yakın, bu olayların daha da artacağı sanılmaktadır.

KENDİMİZİ KORUYACAĞIZ

Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde önceki akşam vuku bulan baskın olayıyla ilgili olarak, dün bir basın toplantısı düzenleyen öğrenci derneği başkanı Murat Kovacıoğlu, <<Bundan sonra hiçbir hükûmet kuvvetine güvenmiyoruz. Okulumuzu, yurdumuzu, canımızı kendi bileğimizle koruyacağız.>> demiştir. Kendilerine <<komando>> adını veren ve aşırı sağ eğilimli olduklarını saklamayan kişilerin iktidar tarafından beslendiklerini iddia eden Kovacıoğlu, özetle şunları söylemiştir:

<<Şu kesin olarak belli olmuştur ki, bu ülkede ne can güvenliği, ne de konut güvenliği kalmamıştır. Şunu kamu oyuna duyururuz ki, son günlerde gittikçe azgınlaşan faşizme karşı bütün gücümüzle karşı koyacağız ve bundan sonra hiçbir hükûmet kuvvetine güvenmiyoruz. Okulumuzu, yurdumuzu, canımızı kendi bileğimizle koruyacağız. Bu komandolar iktidar tarafından beslenmektedir. Sürekli olarak tahsisat çıkarılmaktadır. İktidar eskiden devrimci öğrencilerin karşısına şeriatçıları çıkarırken bu kere de karşımıza faşist komandoları çıkarmaktadır.>>

İŞGALCİ ÖĞRENCİ TUTUKLANDI

İstanbul Üniversitesi’nin kapanmasına sebep olan olaylar sırasında Rektörlük binasını işgalden sanık olarak tesbit edilen ve hakkında soruşturma açılan Celâl Doğan dün mahkemeye sevkedilmiştir. Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi, Celâl Doğan’ın tutuklanmasına karar vermiştir.



Hür Anadolu, 3 Ocak 1969.

KOMANDOLAR: OLAYLARI KOMÜNİSTLER ÇIKARIYOR

Milliyetçi – Toplumcular adına bir basın toplantısı yapan Yılmaz Yalçıner Yüksek Öğretmen Okulu, Fen Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde cereyan eden olayların tek sorumlusunun komünistler olduğunu ileri sürmüş, şunları söylemiştir:

<<Önceden ifade edelim ki; gerek olayların patlamasından gerekse gelişmesinden tek sorumlu komünistlerdir. İşlemeyen kanunlar, rafa kaldırılan Anayasa, iktidarsız yetkililer, kısaca düzen yokluğu bunlara arzuladıkları ortamı vermektedir. Ancak bu defa hasmı yanlış seçmişlerdir. Anlamaları ise kendilerine pahalıya mal olmuştur. Yine de bugünkü gazetelerden öğrendiğimize göre anlamayanlar vardır. Onlara da anlatmak görevimizdir. Yeter ki anlamadıklarını sözlü değil, fiili olarak bize bildirmek cesaretini kendilerinde bulsunlar.

Türk Milliyetçileri ne zaman ve nerede olursa olsun, nereden gelirse gelsin mensuplarına yapılacak saldırılara fazlası ile mukabele etmiştir ve edecektir. Yüksek Öğretmen Okulunda saldırı komünistlerden gelmiş ve Ankara’daki Milliyetçi Gençlik tarafından göğüslenmiştir.

Keza Fen Fakültesinin ablukasına sebep de Fakülte kantinini adam toplamak ve yığınak merkezi yapma gayretinde bulunan komünistlerin hareketlerdir. SBF’deki hâdise orada fikrî seviyede mücadele veren arkadaşlarımızın panolarının indirilmesinden doğmuştur. Yine mesulleri komünistlerdir.

Şurası asla unutulmamalıdır. Türk Milliyetçileri daima suçsuzu, mazlumu korumuş, suçluyu saldırganı ezmiştir.

Gazeteler Milliyetçi gençliğin bir partiye mensup olan KOMANDOLAR olduğunu yazmaktadır. Böyle bir şey asla varit değildir. Anayasanın da verdiği düşünce ve kanaat hürriyeti herkesin istediği siyasal organizasyonu desteklemesine teminattır. Bizce Türk Milliyetçiliğinin o teşekkül tarafından yönetildiğini ifade etmez.

Üniversite öğretim üyeleri, yetkililerine ve bütün Türk Yüksek Tahsil Gençliğine sesleniyoruz; sizlerin ayrılmaz bir parçası olan Milliyetçi Toplumcu Gençliğin mücadelesi bir avuç komüniste karşıdır. Milliyetçiler Milletin öz malı olan Fakülte bina ve yurtlarına bir tahrip teşebbüsünde asla bulunmamışlardır ve bulunamazlar. Asıl tahrip komünistler tarafından yapılmıştır.

Unutulmasın yeni yeni hâdiselerin doğması komünistlerin hareketlerine bağlıdır.

Devleti yönetenlerin tedbir almasını istiyoruz. Kanunlar çalışmalıdır. Suçlular herhalde cezalandırılmalıdır.>>



Babıâlide Sabah, 3 Ocak 1969.

ANKARADAKİ OLAYLARIN MESULÜ KOMÜNİSTLERDİR

Ankara Üniversitesi ve Yüksek Okulları’nda meydana gelen son olaylarla ilgili olarak, dün Türkiye Milliyetçi Gençlik Teşkilâtı Genel Merkezi’nde <<Milliyetçi Toplumcular adına basın toplantısı düzenlediğini>> ifade eden Yılmaz Yalçıner adlı öğrenci, Milliyetçi Gençliğin <<Komandolar>> isimlendirilmesini tenkid etmiş ve <<böyle bir şey varid değildir>> demiştir.

OLAYLARIN SORUMLUSU KOMÜNİSTLERDİR

Yalçıner olayların patlamasından ve gelişmesinden tek sorumlu olanın komünistler olduğunu ileri sürdüğü basın toplantısında özetle şunları belirtmiştir: …



Bugün, 3 Ocak 1969.

KOMÜNİSTLERİN KAFALARINI EZECEĞİZ!..

Ankara Üniversitesi ve Yüksek Okulları’nda meydana gelen son olaylarla ilgili olarak, dün Türkiye Milliyetçi Gençlik Teşkilâtı Genel Merkezi’nde <<Milliyetçi Toplumcular adına basın toplantısı düzenlediğini>> ifade eden Yılmaz Yalçıner adlı öğrenci, Milliyetçi Gençliğin <<komandolar>> olarak isimlendirilmesini tenkid etmiş ve <<böyle bir şey asla varit değildir>> demiştir.



Babıâlide Sabah, 3 Ocak 1969.

GENÇLER HAKLIDIR

Gazete bürolarının tahrip edildiği, gizli tedhiş çetelerinin ona, buna ölüm mektupları gönderdiği ve devlet hayatiyetine kasdetmiş anarşizmin, elini kolunu sallıya sallıya sokakları arşınladığı devirlerde <<Devrimciler şahlandı>> diye gazetelerinize attığınız iğrenç başlıklar unutulmadı henüz.

Üniversite ve yüksek okullardaki boykot hareketlerinin başlamasıyla birlikte çığrından çıkması ve Castro, Che Guvera taklitçisi gençlerin <<Hedefimiz işçi iktidarıdır>> âvazeleriyle işi işgale kadar götürmeleri, tarafınızdan alkış ve tasviplere mazhar kılınmıştı.

Dün; sokak kabadayılıklarına, kızıl ihtilâlin nabız yoklaması mahiyetinde değerlendirildiği saldırılara çanak tutarken; bugün Ankara çatışmalarını dile dolayarak, demokrasi havarisi kesiliyorsunuz.

Ankara Yüksek Öğretmen Okulu, Fen Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Yurdu’nda birbirine eklenen seri hâdiseler, aslında haklı bir infialin neticesidir. Milliyetine, dinine, tarihine ve millî değerlerine sarsılmaz bir azim ve inançla bağlı bulunan Türk gençleri, <<Sosyalist Türkiye>> yaveleriyle, iyice raydan çıkan sapıklıklara kesin ihtarı çekmişlerdir. Üstelik, salon sosyalistlerini, kedi görmüş fareler misali deliklerine kaçmaya icbar eden hareket, yine bizzat onların tahrikinden doğmuştur.

O baştanbaşa küf ve küfür kokan gazetelerinizde, milliyetçi gençlerin bir siyasî partiye mensup olduklarını, komando eğitimi gördüklerini, binaenaleyh Siyasî Partiler Kanunu’ndaki yasaklayıcı hükümlerin ihlâl edildiğini ileri sürerek, savcılardan medet diliyorsunuz. Gençler, bir siyasî partiye (Ki bu parti CKMP’dir) mensup olabilirler, fikrî gelişmeleri yanında bedenî gelişmeleri için eğitim görmüş olabilirler. Fakat ne bu eğitim, ne de azgın sola karşı yapılan mukabele-i bilmisil, o partinin hükmî şahsiyetini ilzam etmez.

Gençler davalarında haklıdırlar ve bu haklı davalarını memleket sathında muzaffer kılmak için mücadeleyi bırakmıyacaklardır.

Milliyetçi Türk gençliği, artık müdafaa pozisyonunu bozmuştur.

Taarruz durumundadır!

Ve gayet yakından tanıdığı düşman cephelerini, mikrop yuvalarını mutlaka imhâ edecektir.

Bunu böyle biliniz!..



Bugün, Mehmed Şevket Eygi, 3 Ocak 1969.

İSLÂM KOMANDOLARI

Komünist gazeteciler yaygarayı basıyorlar: Faşist komandolar Ankara’daki kızıl talebeleri pataklıyorlarmış. Faşistlerin komünistleri hırpalaması anayasaya aykırı imiş! Hükûmet bunlara mâni olmalıymış.

Vay köftehorlar vay… Komünist itler sokaklarda salma gezer, mâsum insanlara saldırır, polislerin kafalarını taşla yararken niçin sesleri çıkmıyordu? Niçin onları protesto etmiyorlardı?

Protesto mu etmek? Ne münasebet! Türkiye’deki sosyalizm eşkıyalığını teşvik edenler bizzat onlar değil mi? Bizim kızıl muhafız taslakları komandoluk yaparken bu gazeteciler sadece alkış tutuyorlardı.

Şimdi kalkmışlar CKMP’li gençlerin komünistleri dövmesine yakınıyorlar.

Boşuna bu çırpınışlar. Hem haberleri olsun ki, karşılarında sadece CKMP’li komandolar yok. Hiçbir partiye, hiçbir dünyevî ve siyasî ideolojiye bağlı olmayan yüzbinlerce, milyonlarca genç Müslüman komando da var.

Komünistler unutmasınlar. Vaktiyle kendi komandoları vasıtasiyle günlük gazeteleri, parti genel merkezlerini tahrip ediyor, yakıp yıkıyorlardı. O zaman biz müslümanların komandolarımız yoktu. Fakat mecbur kaldık. Ne yapalım meşru müdafaa meselesi.

Temmuz 1968 hadiselerinde, komünist komandolar karşılarında Müslüman halk komandolarını görünce amma da afallamışlardı. Zannediyorlardı ki, 1960 da olduğu gibi meydanı boş bulacaklar… Baktılar ki, İslâm komandoları ellerinde Cennetten çıkma sopalarla bekliyorlar, hemen yüz geri ettiler.

Sosyalistliğin 10 da dokuzu kaçmaktır.

Komando meselesi bana gerillâ işini hatırlattı. Malûm ya, komünistler 5 yıldır gerillâ, yâni çete harbi tâlimnâmeleri basıp satıyorlar. Her kitapçıda var. Eh sadece onlar okuyacak değiller ya. Bir müslüman (5) lira verdi mi o da alıyor bir çete talimnâmesi. Komünist komando müslümanın kafasına Molotof kokteyli atarsa, o mukabilinde karamelâ şekeri atacak değil a!

Ne mi yapacak? O da bir Molotof kokteyli imal edecek. Alacak kiloluk bir şişe. Yarı yarıya benzin ve motor yağıyla dolduracak. Tıpasını kaparken de bir fitil sıkıştıracak. Hin-i hâcette fitili ateşler ve şişeyi fırlatır. Patlayınca infilâk eder meret. Eh, fizik ve kimya kanunları bîtaraftır. Hem müslümanlar, hem komünistler istifade ederler…

Neyse sözü uzatmayalım. Komünistlerin mademki komandoları var. Herkesin de komando teşkilâtı kurmağa hakkı var.

Biz öteki komandolara karışmayız. Fakat İslâm komandolarının sadece tedafüî mahiyette olduğunu söyleyebiliriz.

Bize ilişmezler, rahat otururlarsa ne âlâ. Yoksa işleri bitiktir.



Günaydın, 3 Ocak 1969.

Türkeş’in komando teşkilatı CKMP’nin başına dert açtı

Yargıtay Başsavcısı komandoların Cemiyetle Kanununa aykırı olduğunu bildirerek parti hakkında tahkikata geçti.

Özel kurslardan geçirilen sivil komandolar, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin başına dert açmıştır.

Geçen yaz Adana ve Ankara dolaylarında gençleri eğitmek için açılan özel sivil komando kursları ile ilgili haberler ve CKMP Genel Başkanı Türkeş’in bu konudaki demeçleri, Yargıtay Başsavcılığının dikkatini çekmiş ve sorun inceleme konusu yapılmıştır.



Ulus, Akşam, 3 Ocak 1969.

CHP bildirisinde <<Komando teşkilâtı kanuna aykırı>> dendi

Genel Başkan İsmet İnönü’nün başkanlığında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Merkez Yönetim Kurulu, dün aşağıdaki bildirinin yayınlanmasını kararlaştırmıştır:

<<29 ve 30 Aralık 1968 günleri Ankara’da, Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği Kongresi dolayısiyla, gerek bu okulda gerek Ankara Üniversitesi Fen Fakültesinde yer alan olaylar, Türkiye’de bir süredir oluşan bazı tehlikeli eğilimleri bütün açıklığı ile ortaya çıkarmıştır.

Özel komando kurslarında faşist yöntemlerle yetiştirilmiş gençler, yasaların sınırları içinde davranan ve dernek seçimlerini yapan öğretmen adaylarına karşı, 29 ve 30 Aralıkta, emniyet kuvvetlerinin gözleri önünde, açık ve kaba bir saldırıya geçmişlerdir.

Siyasî Partiler Kanununun 107. maddesinin birinci fıkrası, <<Siyasî partiler, askerliğe, savunma veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim ve öğretim faaliyetlerine girişemezler>> hükmünü getirdiği halde, 1968 yazı başlarından itibaren, Türkiye’nin değişik yerlerinde, gençler için, bu yasa hükmünü açıkça çiğneyen komando kursları düzenlendiği bilinmektedir. Yetkili makamların buna karşı hiçbir tedbir alma yoluna gitmemiş olmaları ilgi çekicidir. Yetkili makamlardan müsamaha ve teşvik, hattâ himaye görmeksizin, yasaların böylesine açıktan çiğnenebilmesi mümkün değildir. Müsamaha ve himaye olmaksızın yasalar bu ölçüde çiğnenebiliyorsa, hükümet tam bir acz içinde demektir.

Geçen yıl yoğunlaşan, huzur bozucu ve demokrasiyi, ulusal birliği tehdit edici akımların, yeni yıla girerken, faşist komando tertipleri ve saldırıları biçiminde ortaya çıkması, tehlikenin ciddî olarak artması demektir.

Hükümetin, ilerici gençliğe karşı komando tedhişçiliğine özenen çevrelerden, kendi amaçları için yararlanmağa kalkışması ve bu tür tedhişçiliğe müsamaha göstermesi, tehlikenin ciddî ölçüye varmasında başlıca etkendir.

Bu gibi tedhişçilikleri bahane olarak kullanıp, demokrasiye ve Anayasaya aykırı tasarılar hazırlamak da mazur görülemez. Çünkü yürürlükteki yasalar böyle hareketleri önlemeğe yeterlidir. Elverir ki yasalar gereği gibi uygulansın.>>



Medeniyet, 3 Ocak 1969.

YURTTA HUZURU FAŞİST SALDIRGANLAR BOZUYOR

Komandoların saldırısiyle ilgili olarak, dün ortak bir bildiri yayınlayan Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği, Ortanın Solu Derneği, Sosyalist Fikir Kulübü, Sosyal Demokrasi Derneği, Basın Yayın Yüksek Okulu Öğrenci Derneği, Fikir Kulübü ve Sosyal Demokrasi Derneği, <<Hiçbir kuvvetin Mülkiye’yi yolundan çeviremeyeceğini>> belirtmişlerdir.

Bildiride ayrıca,<<Fakülte yöneticilerinin ve bütün devrimci Mülkiyelilerin kesin tavır takınmaları gerekir. Anayasa’dan yana bütün güçlere yapılacak saldırılar karşısında bizi bir bütün olarak bulacaklardır>> denilmektedir.

Milliyetçi Gençlik Teşkilâtı Temsilcisi Yılmaz Yalçıner de son olaylarla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında, <<AP iktidarı güçsüzdür. Komünistlerin bu tür huzur bozucu davranışları da AP’nin aczindendir>> demiştir.


ÜMMETÇİ BİR GAZETE SALDIRGANLARI TEŞVİK EDİP <<MOLOTOF KOKTEYLİ>> NİN NASIL YAPILACAĞINI ÖĞRETİYOR

CKMP’li ve AP’li gençlerin Siyasal Bilgiler Fakültesini basarak öğrencileri dövmesi ve cam çerçeve kırması olayı bütün yurtta nefret uyandırmasına rağmen gerici çevrelerin yayın organı ünlü bir İstanbul gazetesi bu olayı da bugüne kadar yaptığı diğer yayınlarda gibi dine alet ederek saldırganları <<İslâm mücahidi>>, Atatürkçü Siyasal Bilgiler öğrencilerini de <<Haçlı askerleri>> gibi görerek bu saldırıyı teşvik eder mahiyette neşriyat yapmaktadır.

Ortamı bulandırıp kardeşi kardeşe düşürmekten başka bir gaye gütmeyen bu neşriyat sağduyu sahipleri arasında nefretle karşılanmıştır. Ümmetçi ve şeriatçı gazetenin bugünkü yazısından bir pasajı sunuyoruz:

<<Komando meselesi bana gerillâ işini hatırlattı. Malûm ya, komünistler 5 yıldır gerillâ, yâni çete harbi tâlimnâmeleri basıp satıyorlar. Her kitapçıda var. Eh sadece onlar okuyacak değiller ya. Bir müslüman (5) lira verdi mi o da alıyor bir çete talimnâmesi. Komünist komando müslümanın kafasına Molotof kokteyli atarsa, o mukabilinde karamelâ şekeri atacak değil a!

Ne mi yapacak? O da bir Molotof kokteyli imal edecek. Alacak kiloluk bir şişe. Yarı yarıya benzin ve motor yağıyla dolduracak. Tıpasını kaparken de bir fitil sıkıştıracak. Hin-i hâcette fitili ateşler ve şişeyi fırlatır. Patlayınca infilâk eder meret. Eh, fizik ve kimya kanunları bîtaraftır. Hem müslümanlar, hem komünistler istifade ederler…

Neyse sözü uzatmayalım. Komünistlerin mademki komandoları var. Herkesin de komando teşkilâtı kurmağa hakkı var.>>

Yukarıdaki satırlarda da görüldüğü gibi ümmetçi gazete alenen <<Molotof kokteyli>> yapmayı öğreterek halkı vurup yıkmaya düzeni bozmaya teşvik etmektedir. Bu konuda görevlileri bir kere daha uyarmayı vazife biliriz.



Ulus, Mehdi Zıt, Ankaranın Taşı, 4 Ocak 1969.

KOMANDO

Başımıza şimdi bir de bu çıktı: <<Ergenekon Aslanları>>.
Bunlar güya <<Komando>>ymuş.
Ama ben hiç böyle komando görmedim.
Bu ne biçim Komando’dur ki, her gittiği yerden bir ton sopa yiyip geri döner?..
Kendilerinin sopa yemeleri bir şey değil, <<Komando>> isimi de berbat ettiler. Böyle gidecek olursa, hakiki komandoların fena halde canı sıkılacak.
Sonra bunlar madem ki komandodurlar, Doğu’ya gidip eşkıya kovalamazlar?. Başkent’in göbeğinde ve polis himayesinde, şunun bunun camını kırmakla komando olunursa, ben de olurum. Hatta küçük kızım da olur. Polisin yanında at cama bir taş, ol Komando.

Karşına biri çıktığı vakit de, saklan polisin arkasına. Saklanamayıp yakalanınca da:

- Vallahi, billahi bir daha yapmıyacağım abi!, diye yalvar, ye sopayı otur aşağı.

Sonra da ismin gene <<Komando>> olsun.
Üstelik, <<Ergenekon Aslanı>> da..

Türk’ün geçmişi ve şerefi hepimizindir. Bir takım zibidilerin, <<Ergenekon Aslanı>> diye ortaya çıkıp, önlerine gelenden sopa yemeleri, <<Aslan>>ın da, <<Ergenekon>>un da hoşuna gitmez.

<<Ergenekon Aslanı>>nı şamar oğlanına döndürdüler!..

Böyle zibidilikler yapmakta devam edeceklerse, kendilerine yakışan başka isimler bulsunlar. Meselâ:
<<Çizmeleri ayaklarında öldüler>>…

Polis himayesinde cam taşlayarak Komandoculuk oynayanların, oynatıcılarına gelince: Enayiliğin âlemi yok!. Bu memleketi 3 – 5 sokak zibidisine bırakmazlar. Vakit varken, bu oyunu kendi evlerinin bahçesinde oynamaları daha iyi olur…



Akşam, 4 Ocak 1969.

CHP BİLDİRİSİNE CKMP SERT CEVAP VERDİ

CHP Merkez Yönetim Kurulunun parti ismi zikretmeden üniversitedeki <<Komando hareketlerini>> suçlamasına CKMP bir bildiri ile cevap vermiştir. CKMP bildirisinde de parti ismi anılmasından kaçınılarak <<Solculara>> çatılmış ve şöyle denilmiştir:

<<- Başından beri işgalci zorbalarla işbirliği yaparak, üniversite başta olmak üzere, bütün ciddî müesseselerimizi zorlamaya alışmış solun tasvip cephesi ve onun hamisi bazı çevreler, partimizi savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim yapmakla suçlamaktadır. Bu suçlamayı Türk Milleti önünde açıkça reddederiz. Sol teşekküllerin en kalabalığını teşkil eden bir parti, milliyetçi gençliğin hiyanete, gaflete ve delalete karşı çıkışından korkmuş, iftira ve isnat yoluna sapmıştır. İktidarı devrinde parti taşlatan, gerici avı düzenleten bu kimseler sol ihanetin mümessillerini teşvik, tahrik hattâ himaye etmişlerdir.

Tehlike çanları çalarak ve korkutmaya yeltenerek devlet idare etmeye alışmış olanlar, suç imalâtçılığını ve anarşist sol himayeciliğini siyaset haline getirenler bugünkü zorlukların ve huzursuzlukların gerçek müsebbibidirler.

Bu tabiî gelişmeyi anlamıyanlar ve bu sağlam engeli karşılarında görmekten hoşlanmıyanlar bilsinler ki, Türk Milleti ve onun şuurlu gençliği demokratik ve millî değerlere dayalı hayat tarzını en medenî usullerle bu tecavüze karşı ve sonuna kadar müdafaaya muktedirdir. Partimiz ancak böyle bir görüşün yanında ve başındadır.>>



Yeni Gazete, 4 Ocak 1969.

KOMANDOLAR HİYANETE VE GAFLETE KARŞI ÇIKMIŞLAR

CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kemal Erkovan CKMP’li komandoların bazı okullara saldırmaları üzerine yayınlanan bildirileri cevaplamak için verdiği demecinde <<Solun taassup çevreleri partimizi savunma hizmetlerine hazırlayıcı çalışma yaptığından dolayı suçlamaktadır.>> demiştir.

Erkovan, <<Solcu teşekküllerin en kalabalığının milliyetçi gençlerin hiyanete gaflete ve delâlete karşı çıkışından korktuğunu>> öne sürerek şöyle devam etmektedir:

<<İktidarı devrinde parti taşlatan, gerici avı düzenleten bu kimseler sol ihanetin mümessillerini teşvik, tahrik ve hattâ himaye etmişlerdir. Bu hiyanetlerin beslediği sol saldırganlığı, demokratik ve millî değerlere samimiyetle bağlı Türk gençliğini bir noktada nefis müdafaası halinde karşısında bulacaktı. Bu tabiî gelişmeyi anlamayanlar ve bu sağlam engeli karşılarında görmekten hoşlanmıyanlar bilsinler ki, Türk milleti ve onun şuurlu gençliği demokratik ve millî değerlere dayalı hayat tarzını en medenî usullerle her tecavüze karşı ve sonuna kadar müdafaaya muktedirdir. Partimiz ancak böyle bir görüşün yanında ve başındadır ve sonuna kadar bu mevkiini şerefle muhafaza edecektir.>>



Yeni Gün, 4 Ocak 1969.

<<KOMANDO>> BASKINI İÇİN TEDBİR ALINDI

Yüksek Okul ve Fakültelere ani baskınlar yaparak büyük çapta zararlara yol açan örgütlenmiş gruplara bundan sonra göz açtırılmayacağı açıklanmıştır.

Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Basın Yayın Yüksek Okulu Öğrenci Derneği yetkilileri son baskın olayından ders aldıklarını belirterek, muhtemel bir baskına karşı gerekli olan tedbirlerin alındığını söylemişlerdir. Fakülte binalarının hâkim noktalarında tahkimata girişildiğini ve her çeşit savunma araçlarının yığıldığını söyleyen öğrenci liderleri, bu araçların icabında bir <<Taarruz silâhı>> olarak da kullanılacağını belirtmişlerdir. Aralarına Kıbrıslı Mücahitleri de alan öğrenci yetkilileri, <<Komando taktiklerinin>> aldıkları tedbirler karşısında artık sökmeyeceğini, fikren çöküntüye uğramış olanları fizikî kuvvet yönünden de artık akamete uğratabileceklerini öne sürmüşlerdir.

Öğrenci Derneği Yetkilileri, Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Basın Yayın ile Fen Fakültesini basan Komandolar arasında CKMP nin özellikle yetiştirdiği Kıbrıslıların da bulunduğunu söylemiş, Alparslan Türkeş’in bunları <<Maşa olarak kullandığını>> söylemişlerdir.

TİP’in GÖRÜŞÜ

TİP Genel Sekreteri Tarık Ziya Ekinci de saldırılar konusunda şunları demiştir.

<<Adalet Partisi iktidarı, kanun dışı eylemleri teşvik edici çabalarında ısrar etmektedir. Nitekim önce Ankara Üniversitesi Fen Fakültesini, sonra da Siyasal Bilgiler Fakültesini basmak suretiyle, bir çok üniversite öğrencisini yaralıyan, eli sopalı saldırganlar, AP iktidarının himayesinde, demokratik düzeni tahribe yönelen faşist gösterilerde bulunmuşlardır. …>>



Medeniyet, 4 Ocak 1969.

KOMANDO SALDIRISI, DEVRİMCİ GENÇLİĞİN SABRINI TAŞIRIYOR

Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Nezir Semmikânlı bugün bir bildiri yayınlayarak kendilerine <<Ergenekon Aslanları>> süsü veren <<Komandolar>> ın Üniversiteye yaptıkları saldırıyı şiddetle protesto etmiş ve <<Bu davranışların devrimci ve halkçı gençliğin sabrını taşırdığını>> ifade etmiştir.

<<Son günlerde, Turan hayalleriyle beyinleri yıkanmış bir serseriler grubu Üniversiteye düzenli saldırılarda bulunmaktadırlar. Nereden ve nasıl beslenerek organize edildikleri kamu oyunca bilinmekte olan sözde Komandoların, Bozkurta benzetilmek istenen aç Kurt gibi davranışları, Devrimci ve Halkçı Gençliğin sabrını taşırmış bulunmaktadır.

Önce Yüksek Öğretmen Okuluna ve daha sonra Fen ve Siyasal Bilgiler Fakültesine girişilen bu faşist saldırıların amacı, bilinçsiz bir Milliyetçilik perdesi arkasında irticaa ve Emperyalizme hizmet etmekten başka bir şey değildir.

Dikkat çekici olan nokta, Yüksek Öğretmen okulu olaylarından sonra meydana gelen saldırıları önlemek bakımından polisin tam bir atalet içinde bulunmasıdır. Bu ataletten cesaret alarak, gerçek yurtseverleri tahrik etmek için fiili bir davranışa çağırmak ve faşist metodlarıyla yeni olaylara ortam yaratmak peşinde koşmaktadırlar.

Şunu herkesin bilmesini istiyoruz ki, Anayasa düzeni içinde Devrimci Gençlik asla saldırgan olmayacaktır. Ancak bu tip davranışlar ve sorumluların vurdumduymazlığı devam ederse, meşru müdafaa durumunda kalacak olan Üniversite Gençliği Ulusunun geleceği için her türlü tehlikeyi göze almaya kararlıdır.

Yaşasın Bağımsız ve Özgür Türkiye;

Yaşasın Anayasa düzenine bağlı, Bilinçli, Toplumcu ve Devrimci Gençlik…>>



Yeni Gün, Başyazı, 4 Ocak 1969.

SAVCILAR NE DURUYOR?

Yüksek Öğretmen Okulu, Fen Fakültesi ve Siyasal Bilgiler öğrenci yurduna yapılan baskınların CKMP üyesi veya sempatizanı <<Komando gençler>> denilen kişilerde düzenlendiği, henüz yalanlanmadığına göre, bir gerçektir. Bu konuda CHP Merkez Yönetim Kurulunun dünkü gazetelerde yer alan bildirisi de belge ve ihbar niteliği taşımaktadır.

CHP bildirisinde şu satırlar okunmaktadır:

<< Özel komando kurslarında faşist yöntemlerle yetiştirilmiş gençler, yasaların sınırları içinde davranan ve dernek seçimlerini yapan öğretmen adaylarına karşı, 29 ve 30 Aralıkta, emniyet kuvvetlerinin gözleri önünde, açık ve kaba bir saldırıya geçmişlerdir. Siyasî Partiler Kanununun 107. maddesinin birinci fıkrası, siyasî partiler, askerliğe, savunma veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim ve öğretim faaliyetlerine girişemezler, hükmünü getirdiği halde, 1968 yazı başlarından itibaren, Türkiye’nin değişik yerlerinde, gençler için, bu yasa hükmünü açıkça çiğneyen komando kursları düzenlendiği bilinmektedir. Yetkili makamların buna karşı hiçbir tedbir alma yoluna gitmemiş olmaları ilgi çekicidir. Yetkili makamlardan müsamaha ve teşvik, hattâ himaye görmeksizin, yasaların böylesine açıktan çiğnenebilmesi mümkün değildir. Müsamaha veya himaye olmaksızın yasalar bu ölçüde çiğnenebiliyorsa, hükümet tam bir acz içinde demektir…>>

Ortada gerçekten bir suç vardır. Öğrenci hareketlerinin, taşlı, sopalı baskınlar ve saldırılara dönüşüp gösteri hakkının sınırlarına taşması, şüphesiz adaleti ilgilendiren bir durum yaratmıştır. Hele bu saldırıların bir partiye mensup gençler tarafından yapılması, üstelik bunların komando eğitiminden geçmiş bulunmaları savcıları göreve çağırıcı anlamındadır. Siyasî Partiler Kanunu yönünden de meseleye Cumhuriyet Başsavcısının el koymasını gerektirmektedir.

Sorumlu makamların bu konuda bir soruşturma açtıklarını henüz bilmiyoruz. Eğer açılmışsa, bir umursamazlık, bir ihmal söz konusu demektir ki bu da CHP Merkez Yönetim Kurulunun suçlamasını doğrular. Ve iktidarı zan altında tutar…

Çünkü CHP bildirisinde iktidarı suçlayan <<Müsamaha veya himaye olmaksızın yasalar bu ölçüde çiğnenebiliyorsa, hükümet tam bir acz içinde demektir.>> cümlesi kesinlikle iktidarı suça ortak göstermektedir. Bu durumda hükümet <<Komando gençler>> olayı üstüne önemle, titizlikle eğilmek zorundadır. Tersi olursa, böylesi saldırı ve baskınlar devam edecek, gide gide kanlı çatışmalar çıkacak ve dolayısıyla, çok partili düzene son vermek amacında olanlar kâr edeceklerdir…



Akşam, 4 Ocak 1969.

CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI CKMP İÇİN TAHKİKAT AÇTI

Cumhuriyet Başsavcılığı Siyasî Partiler Kanununa aykırı olarak <<Komando>>lar yetiştirdiği için CKMP hakkında harekete geçmiş, Ankara Savcılığı da <<Ergenekon Aslanları>> için soruşturma başlatmıştır.



Cumhuriyet, 4 Ocak 1969.

KOMANDOLAR KONUSUNDA SORUŞTURMA YAPILIYOR

CKMP YÖNETİCİLERİ HAKKINDA TAHKİKAT AÇILDI

Komando kampları kurarak partili gençlere <<komando eğitimi>> veren CKMP yöneticileri hakkında, Siyasi Partiler Kanunu uyarınca tahkikat açılmıştır.

Ankara Savcılığınca yürütülen tahkikat sebebiyle dün, Parti Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in ifadesi alınmıştır.

İzmir ve Adana çevresinde geçtiğimiz yaz aylarında açılan komando kampları için de, mahallî savcıların soruşturma yaptıkları bildirilmektedir.

Komando kamplarının parti tarafından açıldığı tesbit edildiği takdirde, başta Genel Başkan Alparslan Türkeş olmak üzere bütün parti yöneticileri hakkında tahkikat açılacak ve Siyasi Partiler Kanununun öngördüğü işlem yapılacaktır.

Siyasi Partiler Kanunu’nun konuyla ilgili 107 ve 126. maddelerinde şöyle demektedir:

<<Siyasi partiler, askerliğe, savunma veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim ve öğretim faaliyetlerine girişemezler.

Bu fiilleri işleyenler, 5 yıla kadar hapis cezasına mahkûm edilir.>>

İNCELEME

Öte yandan, Cumhuriyet Başsavcılığının da, CKMP’nin çeşitli eylem ve bildirileri hakkında inceleme yaptığı ve bunları değerlendirdiği öğrenilmiştir. Başsavcılık gerekli görürse, Anayasa Mahkemesine başvurarak bu partinin kapatılmasını isteyebilecektir.

CKMP’LİLER NE DİYOR?

Kamplar kurarak genç militanlarına askerî eğitim yaptırdığı ileri sürülen CKMP yöneticileri ise, bu kampların <<komando>> yetiştirmek için değil, <<jimnastik yaptırmak>> için kurulduğunu iddia etmektedirler. Sabahları <<Mehter marşı>> ile başlayıp akşamları <<Tanrı Türkü korusun>> sloganıyla biten bu <<jimnastik>> hareketlerinin komandolukla ilgisi olmadığı aynı çevrelerce ileri sürülmektedir.

Ancak, geçtiğimiz yılın son günü ve hafta içinde Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Fen Fakültesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi olaylarına karışan ve bunların Genel Başkan Türkeş tarafından dahi CKMP’li oldukları açıklanan gençlerin davranışları, bunların kamplarda sadece <<jimnastik>> yapmadıklarını ortaya koymaktadır.

SORUŞTURMA

Siyasal Bilgiler Fakültesinde vukubulan öğrenci çatışmaları ve meydana getirilen hasar hakkında Fakülte Dekanı Prof. İlhan Ünat dün Savcılığa çağrılarak bilgisine başvurulmuştur. Yüksek Öğretmen Okulu ve Fen Fakültesi olayları hakkındaki soruşturmayı ise Yenimahalle Savcılığı yürütmektedir.

ERKOVAN’IN DEMECİ

CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kemâl Erkovan Ankara’da cereyan eden son Üniversite olayları ve CHP Merkez Yönetim Kurulunun bildirisiyle ilgili olarak dün bir demeç vermiş,

<<Bazı çevreler partimizi savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim yapmakla suçlamaktadırlar. Bu suçlamayı reddederiz.>> demiştir. Erkovan bu <<bazı çevreler>> i tahrikçilikle suçlamıştır.

SOPA KOLEKSİYONU

Öte yandan Ankara Emniyet Müdürü İbrahim Ural, dün bir sohbet toplantısında, son günlerde sağcı ve solcu öğrencilerin kanlı kavgaları sonunda yakalanan gençlerin hepsinin tesadüfen <<sopa koleksiyonu>> yaptıklarını öğrendiklerini söylemiştir.

Ankara Emniyet Müdürü Ural, gençlerin ilk sorguları sırasında söz birliği etmişçesine, hepsinin, sopa koleksiyonu yaptıklarını belirttiklerini söylemiş, <<Bazılarının ceplerinde de molotof kokteyli olarak kullanmak üzere hazırlanmış benzin şişeleri bulduk. Ceplerinden benzin şişesi çıkan öğrenciler de, çakmak kullandıklarını ve benzini çakmaklarının benzini bittiği zaman kullanmak için yanlarında taşıdıklarını söylediler.>> demiştir.

Ural, son günlerde <<sopa koleksiyoncularının>> sür’atle arttığını sözlerine eklemiş, <<Polis sık sık şüpheli gördüğü gençlerin üzerini arıyarak kanlı olayların çıkmasını önlemeye çalışmaktadır.>> şeklinde konuşmuştur.



Akşam, Çetin Altan, 4 Ocak 1969.

BÜTÜN ZİNDE KUVVETLER ANAYASANIN BEKÇİSİDİR

Türkiye’de devrimci hareketleri her türlü ard niyet ve küçük politika oyunları ötesinde, binbir türlü baskı ve kahra göğüs gererek savunan meslek örgütlerinin başında Türkiye Öğretmenler Sendikası gelmektedir. Bu mücadelesini çilesini onlar kadar yiğitçe ve karşılığında hiçbir şey beklemeden göğüsleyen beş örgüt daha yoktur Türkiye’de.

AP iktidarı devrinde öğretmenlerin başına gelenler pişmiş tavukların başına gelmemiştir. Çoluk çocuk oradan oraya savrulup sürülmeler, müfettiş soruşturmaları, Bakanlık emrine alınmalar, mahkemelere verilmeler, parasızlık, eşlerinden ayrı düşme ve tehdit… Hepsi hepsi onlar içindir. Ama yine de öğretmenler en küçük bir eğilip bükülme göstermemektedirler.

Daha geçenlerde bir tanesini Malatya Valisi, -İşçileri kurşunlatan eski Zonguldak Valisi-, dövmeye kalkmıştır. Zâten Türkiye demokrasisinde henüz Dördüncü Murat devrinin Yeniçeri Ağası anlayışı kaybolmuş değildir. Bir türlü artamayan ihracatın sıkıntısı ile buna bilimsel çareler düşünenlerin tenkitleri sopa, işkence ve zindan baskısıyla giderilmek istenmektedir. Vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu da, İttihatçılar da hep bu 7-8 Hasan Paşa kafası yüzünden batmış, CHP bu yüzden devrilmiş, Menderes bu yüzden asılmıştır. Ama hâlâ daha Türk demokrasisindeki yönetim, Osmanlı zaptiyesi anlayışından kendisini sıyıramamıştır.

TÖS İstanbul şubesi, öğretmelerin nasibine de büyük payların düştüğü bu baskılı gidişi protesto etmek için bugün İstanbul’da Hürriyet Alanında bir miting ve gösteri yürüyüşü düzenlemiştir..

Öğretmenler bugünkü iktidarın tutumunu onaylamadıklarını anlatmak için Türk kamuoyu önünde Anayasa’nın kendilerine verdiği hakları kullanacaklardır.

Bu arada üç yıllık AP iktidarının Anayasayla boğaz boğaza geldiğinin yeni bir belgesi de, Senato’da AP çoğunluğu tarafından dokunulmazlığı kaldırılan beş Tabiî Senatörün Anayasa Mahkemesinden aldıkları olumlu sonuçla gazete sayfalarından manşetlenmiştir. Anayasa Mahkemesi, Senato’daki AP’li senatör çoğunluğunun Anayasa’ya aykırı bir karar daha almış olduklarını ortaya koyarak dokunulmazlıkların kaldırılması kararını esastan iptal etmiştir.

Üç yıllık bir iktidarın bu kadar kısa bir süre içinde Anayasayı kaç defa çiğnemiş olduğunu araştırmak isteyenler, şimdi buna bir de Tabiî Senatörler hakkındaki senato kararının reddedilişini ekleyeceklerdir.

AP iktidarı sık sık Büyük Millet Meclisinden Anayasaya aykırı kararlar geçirtir. Bunlardan Anayasa Mahkemesine verilmiş olanlar da sık sık iptal edilir. AP iktidarının seçim işlerini bile Anayasaya aykırı yapmaya kalktığı kaç defa mahkeme kararıyla ispatlanmıştır. Ama yine de bu iktidar büyük bir pişkinlikle her ağzını açışta Anayasa’dan dem vurur.

Meclis baskınları, linç tertipleri, Konya ayaklanmaları, 200 bin kişinin orduya karşı silâhlandırılacağı nutukları zincirine son aylarda bir de özel olarak yetiştirilmiş sivil komando baskınları eklenmiştir. Elleri çarktan çıkmış sopalı birtakım kişiler, fakülte binalarını basmakta ve iktidarın üniversite özerkliğine karşı duyduğu hıncın intikamını almaya çalışmaktadırlar. Toplum Polisi bu saldırılara sadece seyirci kalmakta, ayrıca bu saldırıları desteklemektedir de..

İhracatı arttıramasak da sopayı kaptık mı herkesi sustururuz inancı iktidarın kafasına iyice yerleşmiştir. Seçim kampanyasını da bu niyeti doğrulayan bir yönde yürüyeceği ve Anayasa’yı değiştirmek için DP’lilerin siyasî hakları gibi kandırıcı formüllerle oy toplamaya kalkacağı anlaşılmaktadır. Halk kütlelerine sempatik gelebilecek sözlerle gerekli oy çoğunluğu sağlandığı takdirde Anayasa öylesine bir değiştirilecektir ki, artık bir daha ne üniversite, ne TRT özerkliği, ne de Anayasa Mahkemesi denetimi ve fikir özgürlüğü söz konusu edilebilecektir. Şimdiden AP kodamanları bunun rüyasıyla:

- Ah bir o imkân geçse elimize, diye göğüs geçirip durmaktadırlar. Ve bu hırsla yine Anayasaya aykırı birtakım baskı kanunlarını şimdiden hazırlamaktadırlar.

Ve zinde kuvvetlerin Anayasa üzerindeki titizliğini de hayâlleri bozulmasın diye hatırlamak istememektedirler.

Böyle bir unutkanlığın sonunda hâfızaları tazelemek gereğini doğurabileceğine şimdiden dikkati çekmekle yetiniriz..



Günaydın, Aziz Nesin, 4 Ocak 1969.

ÖZEL ORDU

Özel yüksek okullar, özel üniversiteler Anayasaya aykırı mı, değil mi diye tartışılıp dururken , Anayasayı savunan ilerici güçler “Özel Adliye de kuralım!”, “Özel Harp Okulu da kurulsun!” diyerek, para tuzağı durumundaki kimi özel yüksek öğretim kurumlarını alaya alıyorlardı. Özel Harp Okulu düşüncesi bile insana gülünç geliyordu. Oysa bu gülünç tasarı bile, aradan çok geçmeden gerçekleşecek, özel harp okulundan bile ileri gidilerek özel ordu kurulacakmış.

Gözümüz aydın! En sonunda Başbuğ Türkeş’in komutasında Türkiye’nin özel ordusu da kurulmuştur. CKMP’nin komandoları, gerçekte, özel ordudan başka bir şey değildir. Komando, verilen genel yön doğrultusunda kendi inisiyatifleriyle savaşan askerî birlikler olduğuna göre, Başbuğ Türkeş Türkiye’nin ilk özel ordusunu kurmuş demektir. Yalnız kurmakla da kalmamış, baskınlara, başarılı işgallere başlamıştır bile. Bu böyle giderse, delikanlı sözündeki “deli”likleri ağır basan gençlerin, bir zamanlar “Hayl Hitler” naraları yerine “Haaayt Türkeş!” diye naralar atmaları yakındır.

Judo, güreş, boks gibi idmanlarla tam bir gerilla savaşçısı olarak eğitilen, bomba vb. silâhlarla da donatılan bu özel ordu, bir modern yeniçeri görünümündedir. İyice örgütlendikten sonra kazan kaldırıp,

- İsterüüük!..
ya da
– İstemezüüük!.. diye, gelişmelerine gözyumanların karşılarına dikilmeleri de beklenmelidir. İçerisini iyice zapt ve işgal ettikten sonra, sıra dışarıya gelecek, herhalde Kıbrıslı Başbuğ Türkeş, ilk iş olarak Kıbrıs’ı fethedecektir.

Elbet koca Başbuğ Türkeş’e bir küçücük dünya dar gelecek ve sanırım önce, sınırlarımız dışında inim inim inleyen kan kardeşlerimizi kurtarmaya koşacaktır. İlk iş moskof gâvurunun işini bitirmeli, sonra Amerikan gâvurunun leşini sermelidir.

Özel ordunun özel mehter takımı da vardır herhalde. Mehter takımsız başbuğ nasıl olur? Her ne kadar Darwin denilen İngiliz, insanların maymundan geldiğini söylemişse de, bu arada Türklerin kurttan geldiğini unutmuştur… Kaynağımız Ortaasya’dan kurtlardan geldiğimiz içindir ki, izci çocuklarımıza da “yavru kurt” adını vermişizdir. Bağbuğ Türkeş’in özel orduları Ortaasya’yı şöyle bir fethettikten sonra, elbet Avrupa’nın ortasına yönelecektir. Haydaaa, Viyana kapıları… Atlarımızın nal seslerinin hâlâ çınladığı Viyana kapıları… Atlarımızın su içtiği Tuna…

- Urun bre!.. Vardım ha!...

naralarıyla saldırırken, gâvur analar, yine tarihimizde olduğu gibi, yaramazlık eden çocuklarını,

- Türkler geliyor!.. diye korkutacaklardır.

Önde Mehter Takımı… yavru kurtlar, baba kurtlar, komandolar…

- Nââ ninna nam… Nâa ninna nam…

Bir adım ileri, iki adım geri… Savulun Başbuğ geliyor.



Ulus, Özcan Ergüder, 5 Ocak 1969.

ATEŞLE OYNAYANLAR

Siyasal Bilgiler Fakültesi ile yurt binasını basanlar, iddiaya göre, CKMP adındaki siyasî partinin sırf bu çeşit zorbalıklar için örgütlendirip yetiştirdiği gençler imiş. Sözüne güvenilir gazetelerden biri, baskını yapan serseri takımının adını veriyor açık açık: <<CKMP’li Komandolar>>… Diğer bir ciddî gazete de, <<devrimci gruplar ve kuruluşlara karşı yürütülen bu kampanyaya öğrenci olmayan PARTİ MİLİTANLARININ da katıldıkları>> hakkındaki iddiaları doğrulayan deliller olduğu görüşünü ileri sürüyor.

Anayasamız ortada. Siyasî Partiler Kanunu ortada. Hakkında bu iddiaların ileri sürüldüğü siyasî partinin liderleri de ortada…

İster istemez, Weimar Cumhuriyeti geliyor insanın aklına. Hitler adında sapı silik bir eski onbaşı. Geveze, ahlâksız ve iktidar hırsıyla çılgın. Berlin’in, Münih’in birahanelerinde çektiği nutuklar, en azından deli Sait’in (yani Said-i Kürdî’nin) risaleleri kadar hezeyanla dolu Etrafında, hiçbir işte dikiş tutturamamış sapıklar, fırsatçılar, maceracılarla. Birahanelerde konuşup, sokaklarda adam dövüyorlar. Ve Weimar Cumhuriyeti -Almanya’nın o güne kadar gördüğü tek gerçek demokrasi- uyuyor!

Kabahat ne sapık onbaşıda, ne de onun cezbesine kapılan serserilerde. Hatta o serserilerden yılan aklıbaşında, fakat çaresiz insanlarda da değil kabahat. Kabahat, Weimar Cumhuriyetini yaşatmak sorumluluğunu taşıyan politika ve devlet adamlarında… 1933 yılında, Hitler İngiltere’de yaşasaydı eğer, önce Trafalgar Meydanında o nazik İngiliz polisinden bir güzel dayak yer, sonra da tımarhaneye kapatılırdı. Çünkü İngiltere’de, politika ve devlet adamları yalnız <<iyi niyetli demokratlar>> değildir. Onlar, ayrıca, rejimi korumasını da bilirler.

Siyasî rejim, o çeşit zorbalıklara karşı nasıl korunur? Evet, kanunlar vardır ve o kanunları uygulamakla görevli, yetkili makamlar vardır. İlkokuldan itibaren herkes biliyor bunu. Fakat bir de siyasî davranışlar, niyetler, hesaplar, hevesler, tutumlar vardır ki, bazen kanunlar onlarla anlam kazanır, onlarla anlamsızlaşır.

Weimar Cumhuriyeti örneğini burada unutalım. Weimar Cumhuriyetinin birinci plândaki sorumluların tek suçu, beceriksiz olmaktı. Oysa bugün Türkiye’de siyasal zorbalık ortamını yaratan unsurlara Adalet Partisi iktidarının yanlış hesapları, yanlış yorumları da dahildir. Zorbalık, nerden ve kimden gelirse gelsin, nefretle karşılanmak gereken bir şey olduğu hâlde, Adalet Partisinin kitabında bir ayırıma tâbidir: Benden yana olanların zorbalığı ve benden karşı olanların zorbalığı!

Bizzat Başbakanın, bundan bir süre önce, bir takım şiddet hareketleri karşısındaki açık tehditleri unutulmamıştır. İktidarın başı, kanunları ve devletin gücünü bir yana bırakarak, o şiddet hareketlerini yapanları, mukabi (ve benzeri) şiddetle tehdit etmişti.

Geçen yıl, Cumhuriyet Gazetesinin birinci sayfasında fotoğrafı yayınlanan <<milliyetçi genç>>i belki hatırlarsınız. Kırk yaşını çoktan aşmış, iri kıyım, pala bıyıklı, eli sopalı bir adamdı. Üniversite gençlerinin yaptığı kanunî bir mitingi basanların arasında yakalanmıştı. Daha sonra, aynı <<milliyetçi genç>>i, gene Cumhuriyet’in birinci sayfasında, Adalet Partisinin Büyük Kongresinde <<asayiş işleri>>ni yönetirken gördük.

Sonra gene hep bilinir ki, AP iktidarı <<dernek>> adı altındaki bir takım baskı ve şiddet örgütlerini besler…

Devleti yönetmek durumunda bulunan siyasî partinin tutumu bu olursa… önce bu açıdan bakmak gerekir bugünki zorbalıklara.

Siyasal Bilgiler Fakültesindeki olay, herkesi, hatta Adalet Partisi Hükûmetini dahi uyandırmalıdır artık. Doğrudan doğruya siyasî bir parti adının da karıştığı bu korkunç olayın ön plânda ele alınıp, hızla kanunî sonuca götürülmemesine razı olamayız. Hem bu kez, halk oyu, sadece bir takım serserilerin tutuklanması, yargılanması ya da mahkûm edilmesiyle de yetinmemelidir. Olaya adı karışan siyasî partiden ne haber? Halk oyu bu sorunun da cevabını almalıdır.



Babıâlide Sabah, 5 Ocak 1969.

SOLCU HOCALAR MİLLİYETÇİ GENÇLERE BASKIYA BAŞLADI

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Kâmil Turan, dün parti genel merkezinde CKMP’li gençlerle bir görüşme yapmış ve CKMP gençliğine bazı öğretim üyelerinin baskı yaptığını ileri sürerek bu tutumunu yermiştir.

CKMP genel merkezinden bildirildiğine göre, Kâmil Turan, gençlerle yaptığı görüşmede, Mete Tuncay adındaki bir öğretim üyesinin, SBF’de ders verirken, sınavlarda CKMP’li gençlere karşı objektif olamayacağını belirttiğini ileri sürmüş, adı geçen öğretim üyesinin, bu taraflı tutumunun diğer öğretim üyeleri tarafından takbih edilmesi gerektiğini söylemiştir.

<<Millî ve manevî mirasın bekası için yapılan mücadelede hiç bir engel tanınmayacağını>> da sözlerine ekleyen Turan, sözlerini şöyle tamamlamıştır.

<<- Herkese ve her şeye rağmen Türkiye, düşman fikircilerinin istilâsına karşı müdafaa edilecektir. Türk gençliği bu mukaddes vazifenin şuuru içindedir.>>



Babıâlide Sabah, A. Şeref Lâç, Başmakale, 5 Ocak 1969.

CKMP GENÇLİĞİ VE SOLCU PROFESÖRLER

Aşırı solun koyu yuvası Siyasî Bilgiler Fakültesinde, milliyetçilere karşı düşmanlık, son haddini buldu. Ve o kadar cesaretle ortaya çıktı ki bunun nereye varacağı kestirilemez.

İlmî faziletten mahrum Mete Tuncay ismindeki solcu doçent, birkaç gün evvel Siyasî Bilgiler Fakültesinde ders verirken öğrencilere seslenmiş ve:

<<- İçinizde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partili olan var mı? Ayağa kalksın. Bu adamlar imtihanda karşıma geldiklerinde bunlara karşı tarafsız davranabileceğime inanmıyorum.>> demiştir.

İçindeki kini bu derece açığa vuran solcu öğretim üyesine kızmak değil teşekkür etmek lâzımdır. Zira onun bu cesareti, imanlı Türk milletinde tedbir alma cesaretini ve lüzumunu artırmıştır. Çünkü bir irfan müessesesinde, siyasî kanaata göre talebeye not vermek hazin olmaktan ziyade uyarıcıdır. Bu hâl evvelâ büyük kargaşalığa sonra da felâketlere sebep olabilir.

Bugün Türkiye’de bir Üniversite Fakültesi bu derece felâket kaynağı haline gelirse, yüzde doksandokuzu imanlı ve milliyetçi olan Türk halkının huzura kavuşmuş bulunduğundan bahsedilemez.

Artık kat’ı şekilde bilinmelidir ki mukaddesatçı ve milliyetçi Türk genci hangi partide olursa olsun, solcu öğretim üyeleri tarafından, sırf anarşi doğurmak için imtihan notu tehdidi ile karşı karşıyadır.

Milliyetçilik mevzuunda çok hassas olan CKMP’li gençlere solcu doçent ve profesörlerin musallat oluşu, gözden kaçmayacak kadar mühimdir. Çünki sol en çok bunlardan korkmaktadır. Ama korktuğuna uğramıştır. Türkiye’de milliyetçilik şuuru beklenilenden ziyade şahlanmıştır.. Solculuk mevzuunda millî haysiyeti ve hassasiyetiyle ayakta duran siyasî partilerimiz aralarındaki diğer anlaşmazlıkları bir tarafa bırakmalı, solcuların mel’anetini dikkatle takip etmelidirler. Bu işde sen, ben olmaz. Beraber olmak şarttır. Aksi takdirde koskoca vatan elden gider.

CKMP’nin bu mevzuudaki hassasiyetini dikkatle takip etmeliyiz. Bu partinin genel sekreteri, Mustafa Erkovan partisinin hassasiyetini dün şöylece ifade etmiştir:

<<- Sol saldırganlığı, demokratik ve millî değerlere samimiyetle bağlı Türk gençliğini bir noktada nefs müdafaası halinde karşısında bulacaktı. Türk milleti ve onun şuurlu gençliği demokratik ve millî değerlere dayalı hayat tarzını, en medenî usullerle her tecavüze karşı ve sonuna kadar müdafaaya muktedirdir.>>

Evet, böyle olmak şarttır.

Türk milletinin amansız düşmanları aşırı sol, Üniversite muhtariyetine sığınarak fakültelerin içinde sağcıya, milliyetçiye alenen harp açacakta, kalbini imanlı Türk milletine dayamış olan milliyetçiler susacaklar!

Böyle şey olmaz. Olursa Türk milleti buna susmaz.



Ulus, 5 Ocak 1969.

“Komando”larla ilgili tahkikat devam ediyor

Komando Eğitimi yaptırmak üzere bir süre önce Ankara yakınlarında, CKMP ve MTTB tarafından kamp açıldığı iddiaları ile ilgili soruşturmaya Ankara Savcılığınca devam edilmektedir.

Ankara savcılığı, CKMP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer’in bu konuyla ilgili olarak ifadesini almıştır. Bu konuda bir yetkili şunları söylemiştir:

<<CKMP’nin MTTB ile birlikte, komando eğitimi yaptırmak amacıyla, Ankara çevresinde bir yerde kamp açtıkları iddiası üzerine, Ankara savcılığınca 1968 yılı Eylül ayı başlarında soruşturma açılmıştı. O zaman CKMP Genel Başkan Vekili olması dolayısiyle, Dündar Taşer’in ifadesine müracaat edilmiş, ancak seyahat ve çeşitli nedenlerle ifadesi alınamamıştı. Bu konu ile ilgili olarak ifadesi alınacak başka kimseler de var. Ayrıca, 31 Aralık’taki olaylarla ilgili tahkikata da devam edilmektedir.>>



Akşam, 5 Ocak 1969.

Komandolarla ilgili Taşer’in ifadesi alındı

CKMP ile MTTB tarafından <<komando eğitimi>> yaptırmak üzere bir süre önce Ankara çevrelerinde bilinmeyen bir yerde açıldığı iddia edilen kampla ilgili olarak savcılıkça yürütülen tahkikat devam etmektedir. Bu arada CKMP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer’in savcılıkça ifadesi alınmıştır.

CKMP, Komandolara Devam Diyor

Öte yandan CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Kâmil Turan öğretim üyelerinin CKMP li gençlere baskı yaptığını öne sürerek; CKMP li gençlere şunları söylemiştir: <<Millî ve mânevî mirasımızın bekâsı için yapılan mücadelede hiç bir engel tanımayacağız. Herkes ve her şeye rağmen Türkiye düşman fikirlerin istilâsına karşı müdafaa edilecektir.>>



Son Havadis, Orhan Seyfi Orhon, 5 Ocak 1969.

FAŞİST KOMANDOLAR

Bu tâbir Halk Partisinindir. Solcu gençlere karşı Üniversitelerini korumak isteyen milliyetçi gençler için kullanılmıştır.

Şu Halk Partisi <<Ortanın Soluyum!>> diye iddia eder, durur: Sosyalist değilim! Komünistlere karşı en tesirli çareyim! der ama, davranışlarına bakarsanız, yüzdeyüz komünistler gibi konuşur! Hattâ Sovyet Rusyanınkileri geçer. Maocuları taklid eder. Sadece kullandığı tâbirlere bakın. Bunu görürsünüz. Solcular tarafından tahrik edilen gençlerin adı, onun dilinde <<Devrimci Gençler>>dir.

Bunlara karşı üniversitelerini koruyan Milliyetçi Gençlerinki <<Faşist Komandolar>>.

– Yetmez mi bu kadar? diyeceksiniz. Hayır yetmez! Size onu biraz daha anlatmaya çalışacağım.

* * *

Bu <<Komando>> sözünün politikada kullanılışı yenidir. Hele milliyetçi gençler için <<Faşist Komandolar>> demek CHP’nin icadıdır.

Böyle şeyleri en çok sayın İnönü yapar. Bu kimindir bilmiyorum. Ecevit’in de olabilir. Fakat asıl yakışanı sayın İnönü’nün olmasıdır. [Açık rejim, kapalı rejim, yeni demirkıratlar (yâni Adalet Partisi), Nurcuların halifesi (sayın Demirel), eşkıyaların yarın ne yapacağı bilinmez (Mecliste daktilo ve teksir makinelerinin sayımı meselesi), Amerikanın bulduğu başbakan (gene sayın Demirel), patlamalar…]

Bunlar hep CHP Genel Başkanının siyasî edebiyatımıza hediyeleridir.

* * *

Bu kelimenin kullanışında hiç bir tereddüde meydan vermemek için, onu Milliyetin ansiklopedik sözlüğünden alarak aynen yazıyorum:

‘Komando – (Boer dilinde 1- Eski Boer’lerde asker birliklerine verilen ad. 2- İkinci Dünya Savaşında baskın hareketlerinde ve çıkarmalarda uzmanlaşmış birlikler için kullanılmıştır’

Halk Partisi, solcu gençlere karşı milliyetçi gençler için bunu kullanıyor. Son defa İnönü’nün başkanlığında toplanan merkez yönetim kurulu; <<Son günlerde faşist komandolar tehlike yaratıyor!>> diye karar vermiştir.

Bunu bir hukukî şekle sokmak için mevcut hukuk profesörlerinin yardımıyla: <<Komando yetiştirmenin siyasî partiler kanununa aykırı olduğu>> bildirilmiştir.

* * *

İnönü’nün başkanlığında Merkez Yönetim Kurulu bir bildiri yayınlamıştır. Faşist komandolara hükûmetin müsamaha gösterdiğine dikkati çekmiştir. Şöyle demiştir:

<<Hükûmet ilerici gençliğe karşı komando tedhişçiliğine özenen çevrelerden kendi amaçları için yararlanmaya kalkması ve bu tür tedhişçiliğe müsamaha göstermesi tehlikenin ciddî ölçüye varmasında başlıca etkendir.>>

Belki de, bu öztürkçe uydurma terimi bilmezsiniz. ‘Etken’ âmil, müessir demektir. Ben size, sayın İnönü konuştuğu zaman öztürkçe uydurma lûgatlar paralar demedim mi? İşte İnönü’nün başkanlığında toplanan merkez yönetim kurulunun bildirisinden bir misâl daha.

Bu yayınlar üzerine Savcılık Siyasal Bilgiler Yurdundaki aşırı solcularla kavga eden milliyetçi gençlere kovuşturma açmıştır.

* * *

Bir taşla kaç kuş vuruluyor, görüyor musunuz?

Bir defa elleri sopalı, toplum polislerinin kafasına tuğla yağdıranlar, ileri gençlik oluyor. Geçen gün Üniversitenin Rektörlük dairesini basıp da rektörle birlikte profesörleri kapı dışarı edenler ileri gençler’

Böylece, İstanbul Üniversitesinin bütün fakülteleri ile laboratuarları ile, kütüphaneleri ile, dershaneleri ile kapatılmasına sebep olanlar ilerici.

Ama, Siyasal Bilgiler Yurdunda toplanan solcuları taşlayan milliyetçi gençler: ‘Faşist Komandolar!’

* * *

Bu arada Halk Partisi Genel Başkanının: ‘Boykotla işgal aynıdır’ Yâni üniversitelilerin boykot yapmaya nasıl hakları varsa, buna da vardır, manâsına gelen sözü gürültüye gitmektedir.

Bu kadar değil. ’Bütün dünyada, üniversiteli gençlerin öfkeli hareketleri olmaktadır. Buna alışmalıyız.’ nasihatı da bu arada kaynamaktadır. Hakçılar, bu sözlerden sorumlu değildirler.

Bu yüzden İstanbul Üniversitesinin kapatılması da ayrı bir mesele. Politikadan uzak, çalışkan gençlere bütün fakültelerin kapatılmasını da buna ekleyin! Nelerle uğraşıyoruz, görüyor musunuz?

* * *

Fakat gene teşekkür etmeliyiz ki, üniversite senatosu açılma kararını verdi. Daha uzun sürseydi, Halk Partisi bunun için bir şey demeyecekti. Gene işgalciler, ileri gençler ona karşı davranan milliyetçiler, faşist komandolar olacaktı.

Böyle olunca lütfen söyleyin. Halk Partisinin ortanın solu, veyahut solun en başı olması ne fark eder.

* * *

Elimde İstanbul Üniversitesinin kapatılmasından şikâyetçi milliyetçi gençlerin çok mütevazı, çok haklı bir bildirisi var. Yazmaya cesaret edemiyorum. Halk Partisi, belki bunun için ‘Faşist Komandoların’ tahrikçiliği! diye yayınlar yaparak bu suçsuz çocukların başına bir mesele çıkarır, bunlar için de, koğuşturma yapılmasını ister diye korkuyorum.



Hür Anadolu, Mehmet Dinçer, 5 Ocak 1969.

KOMANDO MU, KABADAYI MI?

Komando geri ülkeler için bir güvenlik sigortası olduğu zaman sevimlidir ve saygıya değer. Yurt içinde anarşik bir öge olma yolunda gidenlere ise, adları ne olursa olsun, yurt savunucularına açılmış kredi verilmez!..

Öğrenci yurtları basılıyor, fakültelerde tedhiş havası estiriliyor… Ve bütün bunlar CKMP komandoları hüneri olarak ilân ediliyor… CKMP Genel Başkanı Türkeş’in; - Heil Türkeş!. çığlıklarına hazırlanan kulakları, kendini göreve dâvet eden bu gürültüleri işitmiyor!..

Daha açığını yazalım:

CKMP’nin sayın Genel Başkanı, susuşuyla komandolarının hünerlerini benimsediğini göstermektedir.

Yanlış anlaşılmasın… Biz Türkeş komandolarını, kriptocuların <<başımıza belâ mı olurlar>> endişeleri ile kınamıyoruz. Soldan gelmiş, sağdan gelmiş huzur bozucu kanunsuzluklar her zaman karşı durulması gereken bir olaydır bizim gözümüzde. Türkeş komandolarına da, bu görüşün çerçevesinde <<Hayır!.>> diyoruz.

Türkiye’nin çıkarlarından yana olanlarla, CKMP’li gençler arasında, antikomünist olmak bakımından bir fark yoktur. Onaylanmıyan tarafı gençlerin fikirleri değil aksiyonlarıdır. Komünizm tehlikesine set çekmek Cumhuriyet Hükûmetinin görevidir… Gayrı mesullerin, gayri kanunî hareketleri faydadan çok zarar getirir bu memlekete.

Pekiyi komünist militanlar da, Türkeş komandolarına aynı şekilde mukabele etmeye kalkarlarsa o zaman ne olacak?.. Komandolar da kazansa, militanlar da kazansa, kaybeden önce Türkiye olacaktır. Asayiş ve güvenlik dinamitlenecek…

Milliyetçilikleri ile övünen Başbuğ’un komandoları, bu davranışlarını nasıl bağdaştırıyorlar milliyetçilikleri ile?..

Milliyetçilik önce bencilliği reddeder. Milletini seven, seçimlerden ümidini kesince, egosunu tatmin uğruna anarşik olamaz.

Sayın Türkeş kurmay kafası ile değerlendirmelidir bütün bunları…

Hür ve güçlü Türkiye mi, yoksa iniltilerini, “Heil Türkeş!” çığlıkları ile ifade eden faşist Türkiye mi?

Bu ikilinin açıklık kazanmasına bağlıdır, sayın albayın milliyetçilik anlayışı da, bu anlayışındaki samimiyetin derecesini de…



Ulus, 5 Ocak 1969.

KOMANDOLAR, AP BİNASI ÖNÜNDE GÖSTERİ YAPTILAR

Demirel’in başkanlığında toplanmış olan AP Temsilciler Meclisi, seçimlerde izlenecek politikayı görüştüğü sırada, CKMP’li olduğu ileri sürülen 200 kadar <<komando>>, AP aleyhinde gösteri yapmıştır. Komandolar polis gelmeden binanın önünden ayrılmışlardır.



Medeniyet, 5 Ocak 1969.

KOMANDOLARIN SON MARİFETİ
CKMP MERKEZİNDE KARARGAH KURAN SALDIRGANLAR, DÜN GECE MÜLKİYELİLER BİRLİĞİNDEN, EVLERİNE DÖNMEKTE OLAN PROFESÖRLERE SALDIRDILAR

Kendilerine <<Ergenekon Aslanları>> süsünü veren <<Komandolar>> dün de baskın ve tecavüz olaylarına bir yenisini daha eklemişler ve karargâhları olan CKMP Genel Merkezi karşısında bulunan Mülkiyeliler Birliğinden çıkan biri profesör ikisi asistan olmak üzere 3 öğretim üyesine tecavüz ederek hakarette bulunmuşlardır.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Öğretim Üyelerinden olan Prof. Arif Payaslıoğlu ile yanında bulunan Doçent Tuncer Bulutay Asistan Cem Çakmak ve beraberlerinde bulunan iki kişiye daha tecavüz ederek kendilerini bir hayli tartaklamışlardır. Bu arada Doçent Bulutay’a da bir yumruk atan <<Komandolar>> daha sonra bundan önceki baskınlarında olduğu gibi uygun adımlarla olay yerinden uzaklaşmışlardır.

CKMP Genel Merkezinden çıktıkları ve <<Komando>> oldukları söylenen gençlerin bu tecavüz ve hakaret olayından sonra durum emniyete aksetmiştir.



Yeni Gazete, 5 Ocak 1969.

CKMP’Lİ KOMANDOLAR BİR PROFESÖRÜ TARTAKLADI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in yaz aylarında İzmir ve Ankara’da kurduğu kamplarda yetiştirdiği komandolar, dün gece bir profesör ve bir doçenti ortada hiç sebep yokken tartaklamışlardır.

Prof. Arif Payaslıoğlu yanında doçent Turan Bulutay ve asistan Cem Çakmak’la birlikte CKMP Genel Merkezinin önünden geçerken , o sırada bahçede toplu halde bulunan komandoların hücumuna uğramışlardır. Komandolar bir müddet münakaşa etmişler sonra da işi daha ileri götürerek doçent Bulutay’a bir yumruk vurmuşlardır. Bu arada profesör Payaslıoğlu ve asistan Cem de tartaklanmıştır. Olaya polisin müdahalesi üzerine komandolar hadise yerinden uzaklaşmışlardır.

AP’yi PROTESTO

Komandolar bununla da yetinmemişler ve CKMP’nin karşısındaki bir lokalde toplantı halinde bulunan AP Temsilciler Meclisine karşıdan bağırıp çağırmışlardır. Komandolar bir ara <<Bozkurtlar bu vatanı kurtaracak>> diye topluca tempolu bir şekilde bağırmışlardır. Polis komandolar hakkında koğuşturmaya başlamıştır.



Cumhuriyet, 5 Ocak 1969.

KOMANDO GENÇLER BÂZI ÖĞRETİM ÜYELERİNE SALDIRDI

Prof. Arif Payaslıoğlu, Doç. Tunçer Bulutay, Ortadoğu Teknik Üniversitesinden Asistan Cem Çakmak ve beraberlerinde bulunan iki kişi, dün gece Mülkiyeliler Birliği’nden ayrılırken, binanın tam karşısında CKMP Genel Merkezinde bulunan ve <<Komando>> oldukları ısrarla söylenen bazı gençlerin hakaret ve tecavüzüne uğramışlardır. Bu arada öğrenildiğine göre Doç. Bulutay, bir yumruk yemiştir.

<<Komandolar gelin!>>

<<Komando>> gençler, dün CKMP Genel Merkezinde marşlar söyleyerek bir toplantı yaparken; Prof. Payaslıoğlu ve yanındakiler Mülkiyeliler Birliğinden çıkmış, CKMP binası dışındaki bazı gençlerle aralarında tartışma olmuştur. Prof. Payaslıoğlu’nun anlattığına göre, Komandolar, öğretim üyelerine hakarette bulunmuş; bu arada içerdeki arkadaşlarına <<Komandolar gelin!>> diye bağırmışlardır. Tartışma büyümüş ve Doç. Bulutay, bir yumruk yemiştir. Bir Komando genç, öğretim üyelerine, <<Siz komando nedir, biliyor musunuz?>> diye bağırmıştır.

Nakipoğlu’na telefon

Olay yerinden uzaklaşan öğretim üyelerinden Prof. Payaslıoğlu, Emniyet Genel Müdürü Hayrettin Nakipoğlu’na telefonla durumu bildirmiştir. Nakipoğlu, tecavüze uğrayan öğretim üyelerinin müracaatlarını doğrulamış, <<Tahkikat yapılıyor. Tecavüzde bulunanları teşhiste bize yardım ettikleri takdirde, gerekli işlemi yapacağız.> demiştir. Olayla, Vali ve Emniyet Müdürü de meşgul olmuşlardır.

Tecavüze uğrayanlardan Prof. Payaslıoğlu, <<Silâhlanalım mı ne yapalım? Profesörlüğü bırakıp, çeteci mi olalım? Bu, ne haldir?>> demiştir.

CKMP’li gençlerin ise toplantılarını bitirdikten sonra, gruplar halinde dağıldıkları öğrenilmiştir.

<<YAŞASIN BAŞBUĞ>>

Öte yandan, CKMP Genel Merkezinde toplantı yapan gençlerin, ayrıca, Genel Merkezin karşısında bulunan <<Türk Kültürünü Yayma ve Yaşatma Derneği>> Lokalinde toplantı halinde bulunan AP Temsilciler Meclisini de hedef alarak <<Masonlar kahrolsun, yaşasın Başbuğ!>> diye bağırdıkları öğrenilmiştir.



Cumhuriyet, 5 Ocak 1969.

CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI, CKMP’YE İHTAR YAZISI GÖNDERDİ

Cumhuriyet Başsavcılığı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanlığına bir ihtar yazısı göndermiştir. Yazıda, <<Komando eğitimi ve faaliyetlerine>> son verilmesi istenmekte, aksi takdirde gerekli işlemin yapılacağı bildirilmektedir.

Öte yandan bir süre önce CKMP Genel Sekreterliğinden ve partiden istifa eden Mustafa Kaplan’ın ayrılış gerekçesini bildiren demeci, Ankara Savcılığınca ihbar kabul edilmiş ve soruşturma açılmıştır. Kaplan’ın ifadesi önümüzdeki günlerde Ankara veya İstanbul savcılığı tarafından alınacaktır. Kaplan demecinde, özellikle Genel Başkanın görüş ayrılığına düştüğünü belirtmiş ve <<Takip edilen sakat tutumu memleket ve parti için faydalı bulmuyorum.>> demiştir.

İHTAR YAZISI

Yargıtay Başsavcılığının ihtar yazısı CKMP’ye, komando kamplarının faaliyet gösterdiği sıralarda yapılmıştır. Tarihi kesin olarak tesbit edilemeyen yazıda Başsavcılık, mevzuata uyarak herhangi bir işlem yapmadan 6 ay önce, parti yöneticilerinin dikkatlerinin çekildiğini bildirmiştir.

GENÇLİĞİN TEPKİSİ

Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğrenci Derneği, son öğrenci saldırılarına değinen bir bildiri yayınlamış ve <<Sözde komandoların, Bozkurta benzetilmek istenen aç kurtlar gibi davranışlarının devrimci ve halkçı gençliğin sabrını taşırdığını>> belirtmiştir.

CKMP OLAĞANÜSTÜ KONGRESİ 8-9 ŞUBATTA ADANA’DA YAPILACAK

Ertelenen CKMP Olağanüstü Kongresi, 8-9 Şubat 1969 tarihlerinde Adana’da Atatürk Spor Salonunda yapılacaktır. Dün toplanan CKMP Başkanlık Divanı, Olağanüstü Kongre hakkında aldığı kararı bütün teşkilâtına duyurarak hazırlıkların buna göre yapılmasını istemiştir.



Hür Anadolu, 6 Ocak 1969.

KOMANDOLAR İKİ ÖĞRETİM ÜYESİNİ DÖVDÜ

Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Arif Payaslıoğlu’nun gece CKMP Genel Merkezi yakınında kimlikleri belli olmayan bazı şahıslar tarafından hakarete maruz kaldığı ve dövüldükleri iddia olunmuştur.

İddiaya göre, Prof. Arif Payaslıoğlu, gece Mülkiyeliler Birliği Lokalinden, aynı üniversite öğretim üyelerinden Doçent Tuncer Bulutay ile birlikte çıktıktan biraz sonra, bazı şahıslar kendilerine lâf atmışlardır. Bu arada, bir şahıs Doç. Bulutay’ı yumruklamıştır. Ayrıca, kimlikleri belli olmayan bu şahıslar iki öğretim üyesine de hakaret etmişlerdir.

Olayın gazetelerin Ankara büroları tarafından emniyete intikalinden sonra, ilgililer resmen şikâyetçi olup olmadığını Prof. Payaslıoğlu’ndan sormuşlardır. Prof. Payaslıoğlu’ndan bir cevap alınamaması üzerine Ankara Valisi Ömer Naci Bozkurt bir yazı ile kendisinin ilgililere <<Acilen>> müracaat etmesini istemiştir. Ankara Valisi Bozkurt’un Prof. Payaslıoğlu’na gönderdiği yazı özetle şöyledir:

<<- Akşam Mülkiyeliler Birliği’nden çıkarken bazı kimselerin tecavüzüne uğradığınız hususunda, basın mensuplarından ve diğer bazı şahıslardan, telefonla şikâyetçi bulunduğunuzu öğrendim. Bu konuda ilgili makamlara bir şikâyet ve müracaatınız tesbit olunamadığından, olay hakkında gerekli işlemin yapılması ve delillerin toplanabilmesi için acele müracaat etmeniz veya şikâyetinizin olup olmadığını yazı ile bildirmeniz rica olunur.>>



Babıâlide Sabah, 6 Ocak 1969.

Milliyetçi gençler saldırganlara hak ettikleri cevabı verdi:
KOMÜNİSTLERİ DESTEKLEYEN VATAN HAİNİDİR

* Komünistlere karşı gençliğin galeyanını CKMP’ye maledilmesinden şikâyetçi olan milliyetçi gençler, CHP’nin 1960 ihtilâlinden önce nümayişçilere eğitim yaptırdığını açıkladı.

Her türlü vasıtaları kullanarak memleketimizi komünizmin kucağına atmak amacıyla, muhtelif fakülte ve yüksek okullarda, işgal ve boykotlara girişen sosyalist maskelilerin mütecaviz hareketleri karşısında galeyana gelen Milliyetçi – mukaddesatçı Türk gençliğinin gösterileri devam etmektedir. Bu cümleden olarak evvelki gece Ankarada CKMP Genel Merkezi etrafında toplanan yüzlerce genç, kışkırtıcılık yaptığını ileri sürdükleri solcu bir asistanla doçenti de dövmüşlerdir.

Geç saatlerde CKMP Genel Merkezi önünden geçen solcu Profesör Akif Payaslıoğlu ile Doçent Turan Bulutay, bahçedeki gençlere “faşistler” diye yeltenince, gençler tarafından çevrilmişler ve bir müddet münakaşadan sonra, doçent, talebelerden birisi tarafından yumruklanmıştır.



Yeni Gün, 6 Ocak 1969.

<<KOMANDO>>LARIN SALDIRILARINI ÖNLEYECEK BİR MAKAM YOK MU?

Fen Fakültesi ile Yüksek Öğretmen Okulu ile Siyasal Bilgiler Fakültesini basarak olaylara yol açıp, <<Komando>> adı altında iş gören bir guruba mensup şahıslar, önceki gece de bazı öğretim üyelerine saldırmıştır.

Lise öğrenimini başaramıyarak atılan ve anarşi yaratmak görevi etrafında yetiştirilen ve sonra da <<Komando>> adı altında <<Saldırgan kaba güç>> haline getirildiği belirtilen <<Güruh>>a mensup bazı kimselerin, önceki gece, Mülkiyeliler Birliği lokalinden çıkmakta olan Orta Doğu Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Arif Payaslıoğlu, Doç. Tuncer Bulutay ile Asistan Cem Çalmak’ın yollarını keserek hakaret ettikleri ve bu arada Doç. Bulutay’ı yumrukladıkları tesbit edilmiştir.

CKMP’DEN ÇIKMIŞLAR

Olaydan evvel, CKMP Genel Merkezinden çıktıkları görülen şahısların, bu son saldırı hareketlerinin, Cumhuriyet Başsavcılığının CKMP’ye gönderdiği ihtar yazısına bir cevap mahiyetini taşıdığı öne sürülmektedir.

Bilindiği gibi, Yargıtay Başsavcılığı CKMP Genel Başkanlığına bir ihtar yazısı göndererek, <<Komando eğitimi ve faaliyetlerine son verilmesini istemiş, aksi halde gerekli işlemin yapılacağını>> hatırlatmıştır. Komando eğitim kamplarının faaliyet gösterdiği zamanda yapılan bu uyarmanın, geçen süre içinde etkili olmadığı, son çıkan olaylarla anlaşıldığı bazı yetkili çevreler tarafından öne sürülmüştür.

VUR KAÇ TAKTİĞİ

Asayiş kuvvetlerinin de acizliğinden yararlanarak faaliyet gösterdikleri öne sürülen Komandoların, <<Vur-Kaç>> taktiğini kırmak için gerekli görülen tedbirlerin alınması için Emniyet Genel Müdürlüğünde Ankara Valisinin de katıldığı bir toplantı düzenlendiği haber alınmıştır.

Öte yandan, önceki gün saldırıya uğrayan Prof. Arif Payaslıoğlu ile diğer öğretim üyelerinin şahsî şikâyetlerinin olup olmadığını tesbit etmek için Ankara Valisi Ömer Naci Bozkurt, önceki geceyi makamında geçirmiştir.

Vali Bozkurt, Prof. Payaslıoğlu’na aynı gece gönderdiği yazıda özetle şöyle demiştir:

<<Mülkiyeliler Birliği’nden çıkarken bazı kimselerin tecavüzüne uğradığınızı öğrendim. İlgili makamlara şikâyet ve müracaatınız tesbit olunamadığından, olay hakkında gerekli işlemin yapılması ve delillerin toplanabilmesi için acele müracaat etmeniz veya şikâyetinizin olup olmadığını yazı ile bildirmeniz rica olunur.>>

ŞİKÂYETÇİ OLMADI

Prof. Arif Payaslıoğlu, Ankara Valisi Ömer Naci Bozkurt’un gönderdiği yazıyı cevaplandırmış, mütecavizleri tanımadığını bildirerek, <<Şahsen şikâyetçi değilim>> demiştir.



Akşam, 6 Ocak 1969.

ŞİKÂYETÇİ OLMADI

Teknik Üniversite İdarî İlimler Akademisi eski dekanlarından Arif Payaslı, dün Emniyet Müdürlüğüne bir yazı göndererek önceki gece kendisini döven komandolardan şikâyetçi olmadığını bildirmiştir.



Yeni Gazete, Cumhuriyet, 6 Ocak 1969.

PAYASLIOĞLU, KENDİNİ DÖVEN KOMANDOLARI POLİSE ŞİKÂYET ETMEDİ

CKMP’li komandolar tarafından Yüksel caddesinde doçenti ve asistanı ile birlikte tartaklanan Orta -Doğu Teknik Üniversitesi Profesörlerinden Arif Payaslıoğlu olayına, bir yönden Savcılık, diğer yönden de Siyasî Polis el koymuştur.

Doçenti Turan Bulutay ve asistan Cem Çakmak ile birlikte tesadüfen CKMP Genel Merkezinin bulunduğu Yüksel caddesinden geçerken, komandolar tarafından çevrilen Prof. Arif Payaslıoğlu bir hayli tartaklanmıştır. Olay yerine yetişen polisler tarafından kurtarılan Payaslıoğlu ile doçenti ve asistanının tartaklanması hadisesine, durumdan haberdar edilen nöbetçi Savcılık ile birlikte Siyasî Polis de olaya el koymuştur. Bu arada, Ankara valisi de olayla bizzat ilgilenmiştir.

Ancak Savcının ve Siyasî Polisin olaya el koymasına rağmen, Prof. Arif Payaslıoğlu, CKMP’li komandolardan şikâyetçi olmamıştır. Bunun üzerine Siyasî Polis ve Savcılık Payaslıoğlu’ndan CKMP’li komandolardan şikâyetçi olmadığına dair bir de yazılı belge almıştır..



Yeni Gazete, 6 Ocak 1969.

JİMNASTİK EĞİTİMİ YAPIYORLARMIŞ

CKMP sempatizanı gençler, dün İstanbul’da düzenledikleri basın toplantısında son günlerde Ankara’da meydana gelen olaylara temas etmişler <<Sosyalist Türkiye avazeleriyle Türk milletine ihanet içerisinde bulunanlar kadar, onları destekleyenler de vatan hainidirler.>> demişlerdir.

Yıldız Teknik Okulu Türkçülük Derneği Başkanı Niyazi Adıgüzel’in 18 dernek adına düzenlediği toplantıda, <<Milliyetçi – Toplumcu Hareket>> lerin ergeç gayesine ulaşacağı belirtilmiş, mücadelenin yalnız Türkler ve Türkiye için olduğu kaydedilmiş, <<Bizler Doğu ve Batı emperyalizmine karşıyız.>> denilmiştir.

1960 yılının Şubat ayında CHP Beşiktaş ilçesinde 21 gün süre ile nümayişçilik eğitimi gördüğünü ve bu işin başında da Zonguldak Milletvekili ve emekli general Kenan Esengün’ün bulunduğunu ileri süren Niyazi Adıgüzel, CKMP’nin komando eğitimi değil, jimnastik dersleri düzenlediğini belirtmiş, sözlerine şunları eklemiştir:

<<- 1960 yılından beri Türkiye’de her yıl, her ay, hatta her hafta öğrenci hareketleri olmuştur. 1964 yılına kadar CHP düğmeye bastığı zaman onbinlerce öğrenci sokağa dökülmüşlerdir. Ancak 1964’den bugüne kadar, bu idare TİP’in eline geçmiştir. Nitekim üniversitelerimizdeki boykot ve işgal olaylariyle, öğretim üyelerinin tartaklanması, hep bu teşekkülün başının altından çıkmaktadır. Fakat hiç kimse bunu bir siyasî teşekküle bağlamamakta, öğrenci hareketleri diye duyurmaktadır. Ankara’da meydana gelen olaylar ise hemen bir siyasî partiye yükletilmiştir. Bir grup gencin inancı, bir partinin emri ile yapılmış bir hareket olarak gösterilmemelidir. Bizim için önce Türkiye gelir. Dünya meseleleri ikinci, hatta üçüncü plânda kalır. Bu şekildeki tahrikler devam ederse, önümüzdeki günlerde daha büyük hareketler olacaktır. Bizim mücadelemiz doktrin mücadelesidir.>>



Yeni Gün, Başyazı, 6 Ocak 1969.

<<KOMANDO>> SORUŞTURMASI

Ana Muhalefet Partisi CHP’nin Merkez Yönetim Kurulunca iki gün önce yayımlanan bildirisinde ortaya atılan iddialar, nihayet resmî makamları harekete geçirmiştir.

Bir siyasî partinin, ne sebeple olursa olsun, faşist yöntemli ve faşist eğilimli bir örgüt kurarak Anayasanın çizdiği mücadele sınırlarının dışına çıkması, demokratik hürriyetlerin çerçevesinde görülemez. Komando baskınları ve bunların tedhiş amacı taşıyan davranışları üzerine sorguya çağrılan CKMP yöneticilerinden Dündar Taşer <<Komandocu denilen gençlerin partiyle ilgili olmadığını, bunların Millî Türk Talebe Birliğine mensup bulunduklarını, ancak içlerinde CKMP’ne sempati besleyenlerin kendilerini bağlıyamayacağını>> öne sürmüştür.

Bu tür davranışların Türkiye’de kurulması istenilen ve bu yolda da büyük çabalar harcanan faşist yönetime payanda olabilecek doğrultuda gelişmeler gösterdiğini bildiğimizden, belgelere dayanarak olayları yorumlamak gerekmektedir. Nitekim, 19 Ağustos 1968 günü çıkan bazı gazeteler <<Haber Ajansı>> tarafından verilmiş şu haberi vermişlerdi:

<<CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün Haber Ajansı’na verdiği demeçte, CKMP nin, komünistlerle mücadele için komando birlikleri kurduğunu açıklamıştır. Emekli albay olan Türkeş, Ankara ve İzmir’de kurulan komando birliklerinin Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretine tabi tutulduğunu bildirmiştir. Türkeş, komando eğitimi ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

- Gençlik kolları, çeşitli kültürel faaliyette bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da sokak hakimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak memleketçi, milliyetçi çocuklar var. Bunun için, gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz. Gençlerimiz memleket vazifelerine hazırlıklı bulunuyorlar. Bulunacaklardır.

Türkeş’in bu konuda verdiği bilgiye göre, bini aşkın genç, Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde bulunan komando birliklerinde her gün eğitime tâbi tutulmaktadırlar. Bu eğitimde Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı Eğridir Komando Okulu’ndaki eğitimin eşi, CKMP’li gençlere uygulanmaktadır.>>

CKMP Genel İdare Kurulu Üyesi Dündar Taşer’in savcılıktaki ifadesi ile CKMP Genel Başkanı Türkeş’in yukarıya aldığımız demeci yüzde yüz çatışmaktadır. Haberde görüleceği üzere genel Başkan Türkeş komando birlikleri kurulduğunu açıkça söylemekte, ama Dündar Taşer, sanırız, partiyi kurtarma düşüncesiyle olacak, komandoların kendilerine bağlı olmadıklarını bildirmektedir.

Ama şu gerçektir ki, bir partiyi Genel Başkan’ın demeci bağlar. Partinin herhangi bir yöneticisinin Genel Başkan’a rağmen gerçeği örtbas çabası elbet sökmez. Resmî makamlar soruşturmayı bu açıdan ele alarak incelemelidirler. Bizce olayların başlangıcı ve gelişmesi açıktır. Olaylar, CKMP Genel Başkanı Türkeş’in 19 Ağustos 1968 de verdiği demecin doğrultusunda biçimlenmekte ve ne yazık, faşizm heveslilerine ortam hazırlamaktadır.



Yeni Gazete, Akşam, Hür Anadolu, Cumhuriyet, 6 Ocak 1969.

YILANLIOĞLU: BU MEMLEKET ERGENEKON ASLANLARININDIR

CKMP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Yılanlıoğlu dün <<Komandolar>> konusu ile ilgili bir açıklama yapmış, komandoların CKMP ile olan ilişkisini reddetmiyerek daha ziyade komandoların savunmasını yapar biçimde konuşmuştur.

<<Bu memleket Moskof uşaklarının değil, Ergenekon aslanlarınındır.

<<Haktan görünüp, hakkı çiğneyen, halktan görünüp halka zulmeden insanları Türk Milleti çok iyi bilmektedir. Zira sureti hak maskesi artık yırtılmıştır.

Milliyetçi gençlere saldıracak, üniversiteleri işgal edeceksin, uslu başlı hocaları, Üniversite Rektörlerini vazife başından alıp dışarı atacaksın. Komünizmi yayan bildiriler yayınlayacaksın. Bunların hiç birini Anayasa ve kanunlara aykırı saymayacaksın ve fakat bu türlü davranış ve tecavüzlerin karşısına duruldu mu Anayasaya sarılıp feryat edecek ve bütün vebali CKMP ye yükliyeceksin.

Millî duygularla mücehhez İslâm ahlâk ve fazileti ile Türklük gurur ve şuurunu benimsemiş olan aziz ve asil gençlerimiz kanunlara saygılı, Anayasaya bağlıdırlar. Anayasayı çiğneten, demokratik nizama yumruk sallayanın karşısında susanlar Milliyetçi Gençlerin asil ve ulvi öfkesini elbette takdir ve tasvip etmek basiretini gösteremezler. Bunu müdrikiz. Eğer bu yurdu ve bu milleti şu veya bu sapık ideolojinin yatağı ve yuvası haline getirmek istiyenler çıkarsa pek tabiî olarak karşılarında evvelâ Milliyetçi Türk Gençlerini bulacaklardır. Milliyetçi Gençler Türkiye’yi anarşiye itmek istiyenlerin daima karşısında olacak ve olmalıdır. Çünkü Türkün geleneklerine sadık yurdun maddî ve manevî değerlerine sahip olmak vazifesiyle mükelleftirler. Partimize faşist damgasını vurup komando yetiştirmekle itham edenlere evvelâ kendi durum ve tutumlarını tesbit etmelerini tavsiye ederiz. Partimiz hakkında tahkikat açıldığı doğru ise bunu sevinçle karşılarız. Zira müfterilere gerçeğin şamarı Adalet vasıtası ile vurulursa bunun acısını kolay kolay unutamazlar.>>

CKMP Başkan Yardımcısı parti hakkında tahkikat açılıp açılmadığını bilmediğini, kendilerine faşist damgası vurup komando yetiştirmekle itham edenlerin önce kendi durum ve tutumlarını tespit etmeleri gerektiğini söylemiştir.



Babıâlide Sabah, 6 Ocak 1969.

İSMAİL HAKKI YILANLIOĞLU: BU VATAN MOSKOF UŞAKLARININ DEĞİLDİR

CKMP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, partisine yapılan ithamları sert bir dille cevaplandırmış ve <<Evet, bu vatan moskof uşaklarının değil, Ergenekon arslanlarınındır>> demiştir.

Başta CHP olmak üzere bazı siyasî teşekküllerin kendisine karşı olanlara eskiden beri isnat, iftira ve tezvirle saldırdığını beyan eden Yılanlıoğlu, demecinde özetle şöyle demektedir: …



Günaydın, 6 Ocak 1969.

CKMP’Lİ GENÇLER MOTORİZE KOMANDO TEŞKİLÂTI KURDU

İzmir – CKMP gençlik teşkilâtının üyeleri “Motorize komando” olmak amacıyla motorsikletli bir teşkilât kurmaya başlamışlardır. “Çağımız sür’at çağıdır” diyen genç komandolar büyük bir gayretle motorsiklet satın alma yarışına girmişlerdir.

İlk manga’yı kuran meşin ceketli “Motorize komandolar” şimdi mesafeleri sür’atle yutarak toplantılara geliyor ve gene aynı sür’atle işlerine, okullarına dönüyorlar.

Böylesine gezmek onlar için daha fiyakalı oluyormuş. Genç komandolar “Caddelerden konvoy halinde geçtiğimizde geniş sempati topluyoruz. Ayrıca işlerimiz de daha süratli halledilebiliyor. Zaten bizim ülkemizin geri kalmışlığının sebebi bu değil mi?” diyorlar. CKMP’nin ileri gelen zenginleri de bu “Motorize komando” teşkilâtının gelişmesine yardımcı olmaktadır. Zengin partililer gençlere kefil olarak motorsiklet satın almalarını temin ediyor. Gençler, Altay dağlarında toz kaldıran atalarının hatırasına hürmeten motorsikletlerine “at” adını takmışlar.

Öte yandan dün İstanbul’da bir basın toplantısı yapan Yıldız Teknik Okulu Türkçülük Derneği başkanı Niyazi Adıgüzel “CKMP komando eğitimi değil, jimnastik dersleri düzenlemiştir.” demiştir. Adıgüzel daha sonra amaçlarının, milliyetçi toplumcu hareketlerin gayeye ulaşması olduğunu belirtmiş mücadelenin yalnız Türkiye için yapıldığını söylemiştir.



Cumhuriyet, 6 Ocak 1969.

KOMANDO GENÇLER MOTORİZE HALE GETİRİLİYOR

Son öğrenci olaylarında isimlerinden bahsettiren ve Siyasî Partiler Kanununa aykırı oldukları öne sürülen <<Komandolar>> günün konusu olmaya devam etmektedir. CKMP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Hakkı Yılanlıoğlu dün verdiği demeçte, <<Bu memleket Moskof uşaklarının değil, Ergenekon aslanlarınındır>> sözleriyle hücumları cevaplandırırken, AP Temsilciler Meclisinde konuşan Başbakan Demirel, <<Komünizmle mücadele sokak gürültüleriyle olmaz. Ekonomik tedbirler alınmalıdır.>> demiştir. Bu arada <<Çağımız sür’at çağıdır>> diyen CKMP’nin İzmir Gençlik Kolu üyeleri, yakında <<Komando>> sıfatlarının önüne bir de <<Motorize>> kelimesini ekliyeceklerini ifade etmişlerdir.

İzmirli CKMP’li gençlerden 10 tanesi, şimdiden birer motosiklet edinerek bu sıfatı elde etmişlerdir. Sırtlarına meşin ceket de geçiren gençler, mesafeleri süratle yutarak işlerine, okullarına ya da toplantılarına bu motorları ile gitmeye başlamışlardır. Gençler bunun daha gösterişli ve bir başka türlü olduğunu, önce vasıta beklemek derdinin ortadan kalktığını, sonra da caddelerden konvoy halinde gelişlerinde bir sempati yarattıklarını, bu sempatinin de önemli olduğunu belirtmektedirler.

Yakında bütün CKMP’li gençlere motör temin edileceği belirtilmektedir.



Medeniyet, 6 Ocak1969.

Saldıganlar teşvik görüyor
TÜRKEŞ, KOMANDOLARINI MOTORİZE EDİYOR



Cumhuriyet, 6 Ocak 1969.

KOMANDOCULUK OLAYLARI VE AMAÇLARI

Memleketin iç güvenliğini korumakla görevli bazı kuruluşlar, yetkili adlî makamlar, demokratik düzenin yaralanmamasından ve Anayasa ile kanunların tastamam uygulanmasından yana olanlar, şu günlerde bir konu üzerinde önemle durmak gereğini duymaktadırlar.

Konu, <<Kara gömlekliler iktidarı>> fanatizmi ve özentisinden doğduğu ileri sürülen CKMP’nin Komando birlikleri meselesidir. Geçtiğimiz yaz aylarında Polatlı yakınları ile Adana ve İzmir civarında kurulan <<Hilâl>> biçimli kamplarda yetiştirilen ve sayılarının 1000 civarında olduğu söylenen bu komandolar, <<Ergenekon aslanları>> ya da <<Kalpaklılar>> adıyla ilk önce Ankarada harekete geçmiş, öğretilen taktiklerle, kendi anlayışları dışındaki öğrencilerin bulunduğu yüksek okul, fakülte ve yurtları basmaya başlamışlardır.

Komando yetiştirme fikri, iddia edildiğine göre, CKMP’li Muzaffer Özdağ’dan gelmiş, Genel Başkan Türkeş de bu fikri hemen benimsediğinden geçen yaz kamplar kurulmuştur.

Bunlardan İzmirdeki kampın başında Dündar Taşer, Ankaradakinin başında Rifat Baykal, Adana kampının başında da yine partili emekli bir kurmay albay bulunmuştur. Malî sıkıntısı olan partinin bunu gerçekleştirmesi ise merak uyandırmıştır.

Ankara’daki kampa çoğunluğunu MTTB üyesi olan aynı zamanda CKMP gençlik kollarından olan gençler, İmam Hatip Okulu ve İlâhiyat Fakültesi öğrencileri, Adanadaki kampa çoğunluğunu yine İmam Hatip öğrencilerinin teşkil ettiği çocuklar, İzmirdekine ise, İzmir ve İstanbul milliyetçi ve mukaddesatçı gençler katılmışlardır. Böyle bir yapıya sahip komandolar, ilk icraatlarını Ankara Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği seçimlerinde göstermişlerdir.

Buradaki olayı Fen Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi ve yurduna yapılan baskınlar tâkip etmiş, her üç olayda 20’ye yakın öğrenci yaralanarak binalarda tahribat yapılmıştır.

Komando taarruzlarının şu günlerde başlamasının sebebi, üniversite ve yüksek okullarda öğrenci dernekleri seçimlerinin yaklaşmış olması, bazı kanatları şimdiden yıldırarak gençlik teşekküllerini ele geçirmek şeklinde gösterilmektedir. Bu durumdan AP gençlik kolunun da yararlanmak istediği belirtilmektedir.

Aslında, her iki taraf da, yâni AP’liler de CKMP’liler de birbirlerini maşa olarak kullandıkları fikrindedirler.



Adalet, Başmakale, 6 Ocak 1969.

MİLLİYETÇİ GÜÇLER

Biz aylarca evvel yazdık; CKMP’nin komando teşkilâtının Nazi Almanya’sında kurulan <<Hitler Jungled>> gibi, demokratik nizamla birleşemeyecek bir organizasyon olduğunu söyledik. Alâkalıları harekete geçmeğe dâvet ettik.

Gerçekleri pervasızca haykıranlara karşı bir silâh olarak kullanılan Siyasî Partiler Kanununun, sarih olan 107 nci maddesi Bay Başsavcının sanki hafızasından silinmişti.

Bu madde diyordu ki: <<Siyasî Partiler, askerliğe, savunma veya sivil savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim ve öğretim faaliyetlerine girişemezler.>>

Üç gün evvel, CHP Genel İdare Kurulu İnönü’nün başkanlığında toplanarak bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride: <<Özel komando kurslarında faşist yöntemlerle yetiştirilmiş gençler>> ibaresi yer almaktadır.

İşte bu bildiriden sonradır ki, Savcılık Dündar Taşer’i dâvet ederek ifadesini almıştır.

Okuyucularımızın hafızasını tazelemek için, CKMP komandolarını eğitime tabi tutan şahsın isminin Dündar Taşer olduğunu işaret edelim.

GENÇLİK

Bu gerçeğe bir nokta koyduktan sonra, şu hususu işaret etmek isteriz. Aşırı sol gemi azıya almıştır. İşi üniversite basmağa kadar götürmüştür.

Bunlara lâkayıt mı kalınacaktır?.

Elbette ki hayır!

Milliyetçi güçler en az solcular kadar cesur, aktif ve organize olmadığı müddetçe, Türkiye bir çok badirelerle karşı karşıya kalmağa mahkûmdur.

Onun için milliyetçi gençlik, faşist eğilimli bir siyasî parti bünyesinde değil ama, millî hassasiyete sahip teşekküller halinde birleşerek bu gidişe de son vermek mecburiyetindedir.

Basın olarak, devlet olarak, bu konuda hiçbir siyasî gaye gütmiyen memleketçi partiler olarak, velhasıl millet olarak teşkilatlanmanın zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir.

TEŞKİLÂT

Gençliğimizi yetiştiren, ona istikamet veren en büyük kuvvet öğretmen kadrosudur. Milliyetçi öğretmenler, memleketteki sol akımların tehlikesini çok önceden görmüşlerdir. Bu görüşle Milliyetçi Öğretmenler Konfederasyonu halinde birleşerek güçlenmişlerdir.

Demek ki böylece aşırı sol ile mücadele için teşkilâtlı bir nüve vardır.

Sadece bir teklif olarak ileri sürüyoruz: Bütün güçler pekâlâ bu nüve etrafında büyük bir federasyon veya konfederasyon halinde birleşip, gayri siyasî bir kültür teşkilâtı meydana getirebilirler.

Hem milliyetçilik mefhumu, Başbuğ (!) un tasallutundan kurtulur, hem de sol cereyan mukadder akıbetine doğru sür’atli bir tempoyla gider.



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 6 Ocak 1969.

TÜRK’TEN KORKUYORLAR

Bu adamların adı – Türk, ama esasta çoğu Türk’ün kanlı bıçaklı düşmanı. Bu adamlar kâh <<halkçı>>, kâh <<sosyalist>> geçinir. Ama halktan gelecek her hareket ödlerini kopartır. Çünkü onların mezhebinde <<halk>>, ezilmek, sömürülmek, soyulmak, uyutulmak içindir. Bu adamlar Müslüman da görünürler. Ama hakikatte haçlılığın ve altı köşeli yıldızcılığın dışarıdan yapamadığını içerden yapmak, gerçek Müslümanlığın kökünü kazımak görevi almışlardır.

Bu adamlar HUKUK derlerse, biliniz ki kendi saltanat, şer belâ ve vurgun hukuklarını gözetiyorlar. İKTİSAT derlerse, kaçak ve soygun yahut beytülmal yağmacılığı tutamağı arıyorlar. GENÇLİK adı altında vurguncu ve komünist kırması veletlerini tutarlar. TARAFSIZLIK bunların sözlüğünde Utanmazlık demektir.

Bölgecilik, sınıfçılık, mezhepçilik gibi âdi, süflî, iptidaî yollara giderler. Sırf Türk’ü parçalamak içindir. Dilimizi kargacaya, soysuzcaya, ipsizceye çevirirler: Milliyetimizi çökertmek, kültürümüzün dibine darı ekmek içindir. Basında, partilerde, üniversitelerde türlü devlet kademelerinde bu adamlar, korkunç bir teşkilât, bir şebeke, bir şirkettir. Her şeye gücü yeter görünen, demokrasiyi, adaleti bile dejenere etmeye kalkan bir gizli kuvvettir. Ama vakit erişmiştir.

Türk Milleti, gerçek ve medenî KURTULUŞ SAVAŞI’nı bunlarla yapacaktır. Millet şuurlanmakta, kurtuluşun zafer cepheleri gençlikte, basında, Mecliste, Üniversitede atılmaktadır. İşte bunu sezmişlerdir; işte bu Türk korkusu ile son hünerlerini pazara dökmektedirler. Kaçarken vahşileşip köyleri yakan Türk boğazlayan Yunanlılar gibi bunlar da can havliyle son zulümleri son yıkımları beceriyorlar.

Son misallerden biri: Bugüne kadar <<işgal>> ler yapan, <<fiilî durum sovyeti>> kuran, Rektör masasında bilmem ne evleri safası süren, üniversite duvarlarını Lenin, Stalin, N. Hikmet <<vecizeleri>> ile karalayan… Daha sonra Rektör öldürmeye kalkan, Senato’yu basıp dekanları yaka paça evlerine gönderen <<komünist militan>>larına çatmak şöyle dursun, onları <<İlerici gençler, Atatürk gençliği>> payeleri ile göklere çıkaran, Radyolara getirip konuşturan, <<Boykot ve işgal aynı şeydir.>>, <<Bu gençliğin haklı bir patlamasıdır.>> diye ahkâm çıkaran yedi suratlı (ama yedi suratı da kızarmaz) kalem ve politika esnafı… Bunlara bağlı beşinci kollar, şehvet taciri, çıplak kadın satıcısı, kapitalizm – sosyalizm sahtekârları… Hep bir ağızdan milliyetçi gençliğe hücum ve hakaret salvosu açmışlardır. Aman ne hayasız kıyamet:

- Bunlar KOMANDO’larmış. CKMP yönetiyormuş bunları. Türkeş’in adamları imiş. CKMP’li eski subaylar, bunlara Komando eğitimi gösteriyormuş.

<<Biraz insaf>> desem, hayır beklemeyin. Düşmanda insan olmaz, iman olmaz, tarafsızlık olmaz, vatan sevgisi olmaz. Benim aziz okuyucularım, şunu iyi belleyin:

<<Komando, faşist, kara gömlekli>> diye ihbar ve yok edilmek istenen bu gençler memleketin öz çocuklarıdır. Bunlar, okumak isteyenler, nizam isteyenler, kısacası Türklüğün yaşamasını isteyenlerdir. Ne CKMP’ye bağlı ne de Komando’lardır. Ama bunlar, yukarda vasıflarını saydığım zümrelerin keyfini kaçırmaya başlamış millî kuvvetlerimizdir.

Savcılar, Yargıtaylar bunlara karşı ve Türkün büyüklüğünü, millî değerlere bağlılığını, ilmi, namusu, şerefi, dini, Türkçeyi koruyup temsil etmekten başka suçu olmayan CKMP fikriyatına karşı tahrik edileceklerdir. Onların basını, bu keyif ve saltanatı sürdürmek için her edepsizliği yapacaktır. Ama hiçbir şey başaramayacaklardır. Türklüğün öz değerleri ve büyüklüğü içinde milyonlarca yıl yaşama, kalkınma, öbür Türk kardeşlerine öncü olma gayreti söndürülemeyecektir.

Bizlere karşı belki bütün partilerin soysuz, çıkarcı kanatları güçbirliği edecektir. Belki zulümler, <<tabutluk>> işkenceleri, alçakça yıldırımlar yağacak üstümüze. Ama eğer <<Komando>> ise komando her ne ise… Biz hep onlardan olacağız. Türkün düşmanlarını, Türklüğün <<harimi ismetinde>> kültür, iman, medeniyet gücüyle boğacağız. Ancak bu sayede komünizmin ve onun yoldaşı akımlar bu ülkeden defolacaklardır.



Babıâlide Sabah, 7 Ocak 1969.

ORTADOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİNDE DÜN AMERİKA B. ELÇİSİ ROBERT W. KOMER’İN ARABASI YAKILDI



Tercüman, 7 Ocak 1969.

MİLLİYETÇİLERİN SOLCULARLA MÜCADELESİ DEVAM EDECEK

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Turan “Savcılık komandolar için Partiye ihtar göndermedi” dedi

CKMP Genel Sekreter Yardımcısı Kâmil Turan dün verdiği demeçte, <<Büyük Türkiye ideali gerçekleşinceye kadar milliyetçilerin solcularla mücadelesi devam edecektir>> demiş Cumhuriyet Savcılığının partiye komandolar için ihtar gönderdiği haberlerini yalanlamıştır. Turan ayrıca şunları söylemiştir:

<<Milletimizin yegâne ümit ışığı olan milliyetçi Türk gençliği, çeşitli perdeler arkasında, çeşitli isimler altında asırlardanberi kozmopolitizmin çevirdiği dalaverelerin kaidelerini bozacağını anlamıştır.>>



Akşam, 7 Ocak 1969.

CKMP, KOMANDOLAR İÇİN BİLDİRİ YAYINLADI

CKMP Genel Merkezi dün milliyetçi – toplumcu gençler ve üç hilâlli komandolar için şu bildiriyi yayınlamıştır:

<<Milliyetçi Türk Gençliğinin gücü, ihanet içinde bulunan bütün çevreleri korku ve bozgun havası içine düşürmüştür. Yıllardan beri keyiflerince millet adına konuşmayı alışkanlık haline getiren, ama millete karşı olan ve milletin ızdırapları üzerinde iktidar oyunları oynıyanlar, sonlarının geldiğini anlamışlardır. Hainlerin telâşı, suçlarının ağırlığını bildikleri içindir.

Cumhuriyet Başsavcılarının partimize ne eskiden, ne de son günlerde herhangi bir ihtarda bulunmadığını millete duyururuz. Korku ve telâşları tarihî inkişafı durduramıyacaktır.>>



Yeni Gün, 7 Ocak 1969.

“KOMANDO” SORUŞTURMASI SAVCILIK BİR ALBAYI ARIYOR

Ankara savcılığı dün bir açıklama yaparak son günlerde saldırılara girişen CKMP’li <<Komando>>lar için CHP’nin bildirisinden sonra değil, geçen yılın eylül ayından itibaren soruşturmaya giriştiklerini bildirmiştir. Savcılık kursları yönettiği bildirilen emekli Albay Reşat Gökmen’in ifadesini almaya çalışmaktadır. Öte yandan dün bir demeç veren CKMP’nin Genel Sekreter yardımcısı Kâmil Turan <<Komando>> lara açıkça sahip çıkmış <<CKMP’ nin önderlik ettiği milliyetçilik cereyanı bütün gücüyle sahnededir>> demiştir.

SAVCILIĞIN AÇIKLAMASI

Ankara Savcı Yardımcılarından Zeki Turan <<Komando>>larla ilgili olarak yaptığı açıklamada da özetle şunları söylemiştir:

<<Savcılık olarak 1968’in Eylül ayı başlarında tahkikata giriştik. CHP’nin geçenlerde yayınladığı bildiriden sonra değil, <<Komando>> kamplarının kurulduğunu anlar anlamaz konuyu ele aldık. Birçok şahısların ifadelerini almak için çalışıyoruz. Bu arada Dündar Taşer’in ifadesini aldık. Bazı şahıslar Ankara’da bulunmadığı, bunlardan MTTB İkinci Başkanı Atillâ Özer ile bu kursları yönettiği ileri sürülen emekli Albay Reşat Gökmen’in ifadelerini alacağız.>>

Öte yandan dün bir demeç veren CKMP Genel Sekreter yardımcısı Kâmil Turan Başsavcılığın kendilerine ihtar yazısı gönderdiği yolundaki haberleri yayınlamış ve özetle şunları demiştir:

<<CKMP nin önderlik ettiği Milliyetçilik cereyanı bütün gücüyle sahnededir. Hainlerin telâşı suçlarını bildikleri içindir. Korku ve telaşları bu tarihi inkişafı sindiremeyecektir. Milliyetçi Gençlik memleketin yegane ümit ışığıdır.>>

CHP Zonguldak Milletvekili ve Emekli General Kenan Esengin’in dün bir açıklama yaparak İstanbul’da bir takım gençlerin <<1960 Şubat’ında CHP’nin Beşiktaş ilçesinde yirmi gün süre ile <<Komando>> kursu açtığını ve bunu kendisinin yönettiği>> yolundaki iddialarını cevaplandırmış şunları demiştir:

<<Bu maksatlı ve kuyruklu bir yalandır o tarihte ben orduda muvazzaf General idim. Birinci Ordunun harekat başkanı idim ve aynı zamanda Millî Savunma Akademisine devam ediyordum.>>



Ant, 7 Ocak 1969, Sayı 106.

CKMP KOMANDOLARI TERÖR REJİMİ İÇİN ORTAM HAZIRLIYOR!

CKMP’nin komando kursu görmüş gençleri Yüksek Öğretmen Okulu Öğrenci Derneği kongresini bastığında, tarihler 29 Aralık 1968’i gösteriyordu…

Yıllık olağan kongre başlamadan 15 gün önce Yüksek Öğretmen Okulu öğrencileri iki gruba ayrılmıştı. Devrimci ve Atatürkçü öğrenciler <<Çağdaş>> adı altında bir araya gelirken, CKMPlilerin çoğunlukta olduğu sağcı öğrenciler ise <<Anadolu>> adlı grubu kurmuşlardı. Pazar sabahı Türk Ocağı salonunda başlayan kongre açılıp da, başkanlık divanı seçimleri sonuçlanınca, seçimleri Çağdaş Grubu’nun kazanacağı belli olmuştu. Delegeler arasında dağılmış CKMP’li komandoların çeşitli engellemelerine rağmen, çalışma ve denetçi raporları okunmuş ve sıra seçimlere gelmişti. Verilen bir önergenin kabulü ile seçimlerin okulda yapılması karar altına alınmıştı. Fakat seçimleri yapmak mümkün olmamıştı. Çünkü, CKMP’li komando kursu görmüş öğrenciler kavga çıkarmış, havada sandalyeler uçmuş, camlar kırılmış ve bir anda ortalık karışmıştı… Dayak yiyenler arasında hükümet komiserinin de bulunması, işin eğlenceli yanı olmuştu. Hükümet komiseri hastaneye götürülürken, öğrenciler dağılıp küçük gruplar halinde okulun yolunu tutmuşlardı. Kantine yerleştirilen sandıklara oylar atılırken, seçimi kaybedeceklerini sezen sağcılar, komandoları okula davet etmişlerdi. Böylece günün ikinci kavgası başlamış, okulun telefonları kesilmiş, eşyaları tahrip edilmişti… Kapıların tutulup, telefonlara el konulmuş olması olaya polisin müdahalesini geciktirmişti. Kongre başkanlık divanı üyelerini de bir odaya hapseden sağcılar ancak polis okula girdikten sonra çekilip gitmiş ve bu arada on kadar öğrenci de polis tarafından yakalanmıştı. Ancak, yakalanan öğrenciler, daha sonra serbest bırakılmışlardı…

PAZAR GÜNÜ

Pazar’ın kavgalarla sona ermesinden sonra, pazartesi sabahı on – on beş kadar sağcı genç, bir öğrenciyi okulda dövünce hava yeniden elektriklenmiş ve taraflar karşılıklı hazırlıklara girişmişlerdi. CKMP’li komandoların her an kavga çıkarmaya hazır olduklarını gören öteki öğrenciler, hava kararıncaya kadar okuldan çıkmamış, havanın sakinleşmesini beklemişlerdi. Okulu abluka altına alan komandoların, sık sık otomobillerle gelen bir takım kimseler tarafından denetlenmesi de gözden kaçmamıştı. Olayların gelişmesi ve olup bitenler akşama büyük bir kavganın çıkarılacağını göstermeye yetmişti. Nitekim saat 16 sıralarında Yüksek Öğretmen Okulu’nun İktisadi ve Ticari İlimler Akademisine bakan yüzü, ellerinde kağıtlara sarılı özel sopalar, bıçaklar ve başka yaralayıcı ve öldürücü aletler bulunan öğrenciler tarafından tutulmuştu.

Saatler 17.30’u gösterirken, kurt ulumaları, ezan sesleri, ilahilerle nümayiş yapan komandolar <<Bundan sonra yalnız iman ve müslüman sesi duyulacak – Tanrı Türk’ü korusun>> diye bağırmış ve onbeş dakikalık bir susuştan sonra <<Ayakkabı düştü>> parolası ile saldırıya geçmişti. Bu sırada dinamit ve silah sesine benzer patlamalar olmuş, havai fişekler atılmıştı. Devrimci gençleri kovalayan komandolar, Fen Fakültesi’ne sığınan öğrencileri tam bir ablukaya almışlardı. 30 - 40 kişilik bir grup Fen Fakültesi Kimya Anfisine girerek kendilerini korumak için hazırlık yapmaya başlamıştı.

Fen Fakültesinin giriş ve çıkışlarını kontrol altına alan komandolara olay yerine gelen toplum polisi müdahale etmemiş ve böylece saldırıyı tasvip eder bir tutum takınmıştı. Kimya anfisinde kendisinden on misli daha fazla sayıdaki CKMP’li komandolara karşı cesurca bir savunma gösteren gençlerin içinde bulundukları durum kısa zamanda Ankara’daki bütün fakültelerde duyulmuştu.

FEN FAKÜLTESİNDE

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden otobüslerle yola çıkan öğrencilerin yolu polis tarafından Bahçelievler’in girişinde kesilmişti. Bu arada, Cebeci ve Yıldırım Bayazıt alanındaki fakültelerden de, gruplar halinde gençler Fen Fakültesine doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Fen Fakültesini işgal altında bulunduran komandoların çevresini öteki fakültelerden gelen öğrenciler tarafından çevrilince, duruma toplum polisi müdahale etmiş ve öğrenci gruplarını coplayarak dağıtılmıştı… Fen Fakültesi kapısını tutan komandolar önceden kararlaştırılan <<Nereden geliyorsun?>> sorusuna <<Ergenekon’dan>> cevabını veren arkadaşlarını içeri alarak güçlenmeye çalışmışlardı. Bu arada fakülte içinde muhasara altında kalan öğrenciler arasındaki kız öğrencilerin çığlıkları, taa dış kapıdan duyulmuştu…

Devrimci gençlerin giderek artması karşısında polis, CKMP’li komandoları dağıtmak için formüller aramaya başlamıştı. Polis çaresizlik içinde kıvranırken, Fen Fakültesi giriş kapısını tutanlar arasında bulunan ve kendinin komandoların lideri ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Ülkü Grubu’nun başkanı olduğunu öne süren Yılmaz Şahiner adlı genç, ayak üzeri bir basın toplantısı yapmıştı. Şahiner dövülen arkadaşlarının intikamını aldıklarını, ablukanın sabaha kadar devam edeceğini, sosyalistleri yok edeceğini söylemişti. Komandolardan üçünün rehin olarak alınması karşısında, devrimci gençlerden de rehinler alınarak konu pazarlık masasına yatırılmıştı. Sonuç olarak, Fen Fakültesini çeviren binlerce öğrencinin saldırıya geçmesinden korkan CKMP’li komandolar gruplar halinde ve gayet talimli şekilde bölgeyi terketmeye başlamışlardı. Devrimci gençlerin harekete geçmesi karşısında Toplum Polisi, Komandoları himayesine alıp dayak yemekten kurtarmıştı.

Pazartesi gecesi olup bitenlerle, olaylar durulmuş değildi. Çünkü, 1968’in son günü CKMP’li komandolar bu sefer Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne karşı saldırıya geçmişlerdi.

Öğrencilerin büyük bölümünün yılbaşı dolayısıyla okulda bulunmamalarından yararlanan komandolar, ellerinde kalın ve özel olarak hazırlanmış sopalarla Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurdunu basmıştı. Saat 16.30’da yurdun kapılarını tutarak işe başlayan sağcı komandolar, camları kırmış, yurttaki öğrencileri sopadan geçirmeye başlamışlardı. Bu sırada olay yerine polis gelmiş ve komandolar tahrip hareketini durdurmuşlardı. Polisin olay yerinden çekilmesinden hemen sonra komandolar, Fikir Kulüplerinin ilan tahtalarını parçalamış ve kız öğrencilere küfretmişlerdi…

FAŞİZME KARŞI

Bütün bunlar Cemiyetler ve Siyasi Partiler kanunlarının açık hükümlerine rağmen kurulan komando kursundan geçmiş sağcı gençlerin artık kendilerini eylemde göstermeye başladıklarını ortaya koymaktadır. Olaylar bitmiş değildir, çünkü CKMP’li ve komando olduklarını söyleyen gençler son olaylarda polisin kendilerini himaye etmesinden cesaret alarak, yeniden saldırılara girişecek ve Ankara’da büyük olaylar çıkacaktır.

Çarşamba günü bir basın toplantısı yapan Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanı Murat Koğacıoğlu, son olaylara iktidarın dikkatini çekerek şöyle demiştir:

<<- Son günlerde gittikçe azgınlaşan faşizme karşı bütün gücümüzle karşı koyacağız.>>

Koğacıoğlu, saldırgan faşist grupların AP’li ve CKMP’li gençlerden meydana geldiğini belirttikten sonra son duruma teşhisini şöyle koymuştur:

OYUNUN İÇYÜZÜ

<<- Artık şu kesin olarak açıktır ki, bu ülkede ne konut ve ne de insan güvenliği vardır. Şunu kamu oyuna kesin olarak duyuruyoruz, son günlerde gittikçe azgınlaşan faşizme karşı bütün gücümüzle karşı koyacağız ve bundan sonra da hiçbir iktidar kuvvetine güvenmiyoruz.>>

Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci derneği başkanı, sağcı saldırgan komandoların iktidar tarafından beslendiklerini, asıl amacın devrimcileri tahrik etmek olduğunu da söylemiştir.

Artık bir merkezden yönetildikleri kesin olarak anlaşılan sağcı komandolar, hiç yeri yokken saldırıya geçerek AP iktidarının düşüncelerini gerçekleştirecek ortamı hazırlamaktadırlar. Çıkarılması tasarlanan yeni terör kanunlarına gerekçe hazırlama amacı güden son tahrikçi olaylarda, eğer devrimci gençler kendilerini savunurlarsa, iktidar sözcüleri millet meclisi kürsüsünden, getirecekleri terör kanunlarını daha rahatlıkla savunabileceklerini sanmaktadırlar. Fakat, çok denenen bu oyuna Türk ulusu artık bir daha gelmek niyetinde değildir.

Fikir olarak CKMP’den, para olarak AP’den beslenen sağcı öğrenciler, seçimler yaklaştıkça daha aktif duruma getirilecek ve bu yolla CKMP’ye oy sağlanmaya çalışacaktır. Fakat, çok zaman evdeki hesapların çarşıya uymadığı da bilinen bir gerçektir..



Bugün, Refik Özdek, 7 Ocak 1969.

KOMANDOLAR

Nice zamandan beri gençleri sokağa döküyor, sopalarla, taşlarla, polise ve sağcılara saldırtıyor, <<millî>> olanı yıkmak, <<milliyetçi>> olanı sindirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Onlara göre, Rus donanmasının Akdeniz’e yerleşmesini alkışlamayan, memleketimizi ziyaret eden Amerikan denizcilerine saldırmayan, fakülteleri gün aşırı işgal edip anarşiyi körüklemeyen herkes gerici idi. Hoşi Min’e, Mao’ya tebrik telgrafı çekmeyen, Moskova veya Pekin’i asıl başkent saymayan, yıkıcılığı son haddine vardırmak için <<tüm gücü ile eyleme katılmayan>> herkes düşmandı. Azınlığın azınlığı oldukları halde kendilerini bütün milleti arzusuna göre hareket ediyor gösteren bozguncuların bu taşkınlıkları karşısında gerçek milliyetçi, gerçek vatansever olan gençler <yeter artık!>> demek mecburiyetini duydular ve tektir ile yola gelmeyenlere sağ ellerinin tersi ile hafif bir sille indiriverdiler.

Şimdi, bugüne kadar daima saldıranlar, saldırtanlar ve onlara şak şak tutanlar basıyorlar yaygarayı: <<Komandolar fakülteyi bastı, solcuları dövdü, bu davranışları anayasaya – babayasaya aykırıdır.. Bunlara komando dersleri veren siyasî parti kapatılmalı, CKMP yöneticileri sorguya çekilmelidir..>>

Birden huzurları kaçtı. Onların düştüğü huzursuzluğun gerçek milliyetçileri, milletin tümüne yaklaşan büyük çoğunluğunu ne kadar huzurlu ettiğini bilseler, bu ilk ciddî ihtardan sonra, süklüm püklüm olur, hiç ses çıkarmazlardı. Ama, dilleri uzun, idrakleri kısadır onların.

Solculara ilk ciddî ihtarı yapan gerçek milliyetçileri çok iyi tanıyorum. Gönüllerinde vatan ve millet sevgisi, ideallerinde güçlü, müreffeh bir Türkiye vardır. Demokratik ve millî değerlere samimiyetle bağlıdırlar. İlmin de, ilim adamının da bir haysiyeti olmak gerektiğini bilir, herkeste ve bilhassa ilim adamlarında bu haysiyetin mutlaka bulunmasını isterler. Çalışkandırlar, şefkatlidirler ama haysiyetsize boyun eğmez, haksızdan yana olmaz ve hakkı çiğnetmezler. Mete Tuncay gibi öğretim üyelerini de, solcu olmayanlara geçer not vermediğini kendisi de itiraf ettiğine göre, bir gün kulağından tutup, lâyık olmadığı mevkiden kovarlar.

Gerçek milliyetçiler, gerektiği zaman kimin haklı, kimin güçlü, kimin uyanık ve doğru yolda olduğunu göstereceklerdir. Son hâdise gerçek milliyetçileri tanımayanlar için bir sürpriz olabilir, fakat onları bilenler için pek tabiidir. Çünkü sol saldırganlığı onları bu noktaya, nefs müdafaası noktasına getirmiş bulunuyor.



Ant, 7 Ocak 1969, Sayı 106.

SAĞCI BASIN KOMANDOCU ZORBALARI KIŞKIRTIYOR

Geçen hafta Ankara’da <<komando>> adı altında harekete geçen zorbaların kimler tarafından kışkırtıldığı ve kimler hesabına çalıştıkları, olaydan bir kaç gün sonra sağcı basının yaptığı yayınlarla meydana çıkmıştır.

Savunulacak hiçbir yanı olmayan bu zorbalık hareketine sağcı basın derhal sahip çıkmış, meselâ Babıâlide Sabah Gazetesi <<Gençler haklıdır>> başlığı altında aynen şunları yazmıştır:


<<Ankara Yüksek Öğretmen Okulu, Fen Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Yurdu’nda birbirine eklenen seri hadiseler, aslında haklı bir infialin neticesidir. Milliyetine, dinine, tarihine ve millî değerlerine sarsılmaz bir azim ve inançla bağlı bulunan Türk gençleri, <<Sosyalist Türkiye>> yaveleriyle iyice raydan çıkan sapıklıklara kesin ihtarı çekmişlerdir. Üstelik, salon sosyalistlerini, kedi görmüş fareler misali deliklerine kaçmaya icbar eden hareket, yine bizzat onların tahrikinden doğmuştur.

O baştanbaşa küf ve küfür kokan gazetelerinizde milliyetçi gençlerin bir siyasî partiye mensup olduklarını, komando eğitimi gördüklerini, binaenaleyh Siyasî Partiler Kanunu’ndaki yasaklayıcı hükümlerin ihlal edildiğini ileri sürerek, savcılardan medet diliyorsunuz. Gençler, bir siyasî partiye (Ki bu parti CKMP’dir) mensup olabilirler, fikrî gelişmeleri için eğitim görmüş olabilirler. Fakat ne bu eğitim, ne de azgın sola karşı yapılan mukabele-i bilmisil, o partinin hükmî şahsiyetini ilzam etmez.

Gençler davalarında haklıdırlar ve bu haklı davalarını memleket sathında muzaffer kılmak için mücadeleyi bırakmıyacaklardır. Milliyetçi Türk gençliği, artık müdafaa pozisyonunu bozmuştur.

Taarruz durumundadır!

Ve gayet yakından tanıdığı düşman cephelerini, mikrop yuvalarını mutlaka imhâ edecektir.

Bunu böyle biliniz!..>>


Bugün Gazetesi’nde Mehmet Şevket Eygi de <<İslam Komandoları>> başlığı altında yazdığı yazıda şu kışkırtmada bulunmaktadır:

<<Şimdi kalkmışlar, CKMP’li gençlerin komünistleri dövmesine yakınıyorlar.

Boşuna bu çırpınışlar. Hem haberleri olsun ki, karşılarında sadece CKMP’li komandolar yok. Hiçbir partiye, hiçbir dünyevî ve siyasî ideolojiye bağlı olmayan yüzbinlerce, milyonlarca genç Müslüman komando da var.>>


Diğer sayfalarımızda da açıkladığımız gibi, fanatik gruplar tarafından kışkırtılan bu <<komando>> namındaki zorbalık grupları aslında Türkiye’de bir terör havası yaratmak için iktidar tarafından kullanılmaktadır.



Akşam, 8 Ocak 1969.

KOMANDO KAMPINI YÖNETEN BAYKAL AÇIKLAMA YAPTI

Son günlerde günün konusu haline gelen CKMP’nin komando kampları hakkında geniş bir açıklama yapan Mardin Milletvekili Rifat Baykal, iktidarı ve CHP’yi şiddetle suçlamış <<Koparılan yaygara sebepsiz değildir. Gençliği ülkücü bir eğitim altına aldığımızdan yakınıyorlar>> demiştir.

CKMP’li gençlerin geçen yaz Gümüldür’deki kamplarını yöneten CKMP Mardin Milletvekili Baykal bu konuda şunları söylemiştir:

<<- Kamp arazisi benimdi. Kampta büyük bir disiplin hâkimdi. Kamplardan gaye, gençliğin parti programı içinde yetiştirilmesidir. Gençlere boks ve judo öğretilmiş, ancak gerillacılık, molotof kokteyli yapımı gibi şeyler öğretilmemiştir. Gençler kampta disiplinli bir şekilde eğitildiler.>>

İhtilâl öncesi ve 1968 devresinden önce CHP’nin gençliği daha sert şekilde eğittiğini belirten Baykal <<Politikacıların dümen suyunda robot bir gençlik istemiyoruz>> demiştir.



Yeni Gün, 8 Ocak 1969.

CKMP’Lİ BAYKAL KOMANDOCULARI SAVUNUYOR

CKMP Genel İdare Kurulu üyesi ve Mardin Milletvekili Rifat Baykal yayınladığı bir bildiri ile CKMP’li komando gençleri savunmuştur.

Baykal’ın bildirisinde özetle şöyle denilmektedir:

<<Komando adı basının verdiği bir addır. Benimsenmiş ve kullanılmıştır. Benimseyen halk, kullanan basındır. Gençlik kamplarında beden eğitimi ve fikri eğitim yapılmıştır. Bu ordu kurmak mıdır.

Patimizden aldığı direktifle değil, milleti ve yurdu için çarpan yüreğinden aldığı güç ve ilhamla, anarşistlerin azgın sokak gösterilerine karşı çıkan milliyetçi toplumcu Türk gençliğinin davranışları halkın büyük tasvibi ile karşılanmıştır.

Türk ülkesinin sokakları, anarşist, komünist ve bozguncuların hâkimiyetine terkedilemez. İktidar sorumlusunun <<Sokaklar eskimez>> zihniyeti ise aczin ifadesidir. Türk milleti huzur istiyor.>>



Babıâlide Sabah, 8 Ocak 1969.

RİFAT BAYKAL’IN MÜHİM AÇIKLAMASI

CKMP Genel İdare Kurulu üyesi ve Mardin Milletvekili Rifat Baykal dün yayınladığı bir bildiri ile CHP yayın organlarında, CKMP’li gençlere yöneltilen tenkitlere cevap vermiştir.

Baykal, CHP’nin gençler üzerindeki hakimiyetini yitirmesi sonucu milliyetçi ve toplumcu gençlere karşı çıktığını ileri sürerek partisinin görüşlerini maddelerle özetlemiştir. Bildiride, özetle şöyle denilmektedir:

<<Komando adı basının verdiği bir addır. Benimsenmiş ve kullanılmıştır. Benimseyen halk, kullanan basındır. Gençlik kamplarında beden eğitimi ve fikri eğitim yapılmıştır. Bu ordu kurmak mıdır? CHP politikacıları, ordu gibi çok önemli ve millî bir konuyu bu kadar hafife almakla Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kuruluş ve çalışmalarını küçümsemiş duruma düşmemiş midir? Bilmeden de olsa ordumuzu tezyif eden bu anlayışın sahiplerini kutsal asker ocağının eski bir mensubu olarak uyarırım.

- Partimizden aldığı direktifle değil, milleti ve yurdu için çarpan yüreğinden aldığı güç ve ilhamla, anarşistlerin azgın sokak gösterilerine karşı çıkan milliyetçi toplumcu Türk gençliğinin davranışları halkın büyük tasvibi ile karşılanmıştır.

- Türk ülkesinin sokakları, anarşist, komünist ve bozguncuların hâkimiyetine terkedilemez. İktidar sorumlusunun <<Sokaklar eskimez>> zihniyeti ise aczin ifadesidir. Türk milleti huzur istiyor.

– 27 Mayıs CHP militanlarının tahrik ve yeraltı çalışmalarıyla yurdun sürüklendiği kardeş kavgasının önlenmesi amacıyla yapılmıştır. 27 Mayıs olmasaydı, CHP’nin hazırladığı bir sivil kargaşalık çıkarılacaktı. Bir iç kargaşalığı engelliyen gerçek 27 Mayısçıları 13 Kasım suikasdı ile yurd dışına sürdüren oyunlar bu sebeple düzenlenmiş ve ihtilâl yolundan saptırılarak CHP’ne iktidar kapıları aralanmıştır. Bu, Türk Silâhlı Kuvvetlerinin asil hareketine bir ihanet idi.

– Yıllar yılı gençliği politik çıkarları için kullanmaya çalışan ve militanları örgütleyen, hırçınlığı, iftiracılığı, jurnalcılığı ve bunalımı, gençlik tarafından her geçen gün biraz daha terkedilmiş duruma düşmesindendir.

1963 yılında CHP iktidarda ve iç işleri bakanı bir CHP’li iken gazete idarehanelerine ve siyasî parti merkezlerine yapılan baskınları CHP’li militanlar düzenlemiştir.

Yine aynı tarihlerde üniversite kantinlerinde, iktidardaki CHP’nin müsamahasına sığınan solcu militanlar halk mahkemeleri kurmuşlar, bu yurdun öz çocuğu milliyetçileri <<gerici avlıyoruz>> sloganları ile yargılayıp dövmüşlerdir. Bu günün anayasa savunucusu hak ve hürriyet aşığı görünen bu efendiler o zaman nerede idiler?

Gençliği ülkücü bir eğitim altına aldığımızdan yakınıyorlar, ya ne yapmamızı isterlerdi?

– Ne isterlerse istesinler, Türk gençliği şahlanmış ve milliyetçi toplumcu yolda birleşmiştir.>>



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 8 Ocak 1969.

MEMLEKET DÜŞMANLARINA LÂNET

CKMP Genel Başkan Yardımcısı İ. Hakkı Yılanlıoğlu’nu tebrik ederim.

<<– Evet bu memleket Moskof uşaklarının değil <<Ergenekon arslanlarınındır.>> (yani bu sıfatla kötülenmek istenen yurtsever gençlerindir.) Halktan görünüp halka zulmedenlerin maskesi artık yırtılmıştır… Milliyetçi gençlere saldıran, üniversiteleri işgal eden, hocaları ve rektörleri vazife başından alıp dışarı atan, emekçi sınıfını iktidara getireceklerini açıkça beyan ederek komünizmi yayıcı bildiriler dağıtanlara neden tepki gösterilmiyor?>>

18 milliyetçi kuruluş adına konuşan, Yıldız Teknik Okulu Dernek Başkanı, bugün milliyetçi, nizamcı, faziletçi Türk gençliğini <<komandolar, faşistler, CKMP’nin organize, motorize Ergenekon Arslanları>> diye casuslamaya ve söndürmeye kalkışan sosyetik, iğrenç, kapitalist ve orta solcusu çevrelerin pis oyunlarını eleştirerek ağızlarını yemlemiştir:

<<- CHP Zonguldak Milletvekili ve emekli general Kenan Esengin 1960 Şubat ayında, CHP Beşiktaş ilçesinde, topladığı gençlere 21 gün nümayiş ve tahrip eğitimi göstermiştir.>> Aynı gencin tahliline göre:

<<1960 yılındanberi Türkiye’de her yıl, her ay, hattâ her hafta öğrenci hareketleri olmuştur. 1964 yılına kadar CHP düğmeye bastığı zaman onbinlerce öğrenci sokağa dökülmüştür. Ancak 1964 den bu güne kadar bu idare TİP’in eline geçmiştir. Nitekim üniversitedeki boykot ve işgal olayları ile öğretim üyelerinin tartaklanması hep bu teşekkülün başının altından çıkmaktadır. Fakat hiç kimse bunu bir siyasî teşekküle bağlamamakta <<Öğrenci hareketleri>> diye duyurmaktadır. Ankara’da meydana gelen olaylar ise hemen bir siyasî partiye (CKMP) yükletilmiştir.>>

Aynı gün âdi ve yalancı organlar: <<korkunç Türkeş’in komandoları>> ndan, <<Komandoların şimdi de motorize hâle getirildiğinden>>, <<Üç hilâlli komandolar>> dan söz etmişlerdir. Komünistler kadar renksiz, salipçi ve altı köşeli çevrelerin bilhassa da CHP’nin (İsmet Paşa öncülüğünde) bu milliyetçi gençlere tecavüzleri, onları <<faşist> göstermeleri, çok dikkate lâyıktır. Çünkü hepsi dine, halka, Türk birliğine olduğu kadar milliyetçiliğe de düşmandırlar. Hepsi, can düşmanları olan <<İktidarı>> bile unutarak CKMP’nin fikriyatına, bu milliyetçi partinin varlığına ve yurtta gelişen nizamcı, memleketçi aydın hareketine dinamit koymaya başlamışlardır.

Komünist militanların dört beş yıldan beri, memleketi mahveden, üniversiteyi içine girilmez hâle koyan rezil taşkınlıklarını, kaba zorbalıklarını, polise, adalete, kanuna karşı zibidiliklerini alkışlayan CHP, arsız bir buluşla:

<<Türkeş’in komandoları>> sıfatı verdiği öz gençlerimizin, bu komünist taşkınlıklara mâni olmak istemesi üzerine, birdenbire cuşa gelmiş, Demirele ve AP milliyetçilerine hıncını da karıştırarak bu gençlere veryansın etmiştir. İsmet Paşa’nın başkanlığında yazılan son bildirileri, yüz kızartıcıdır:

<<Son günlerde faşist komandolar tehlike yaratıyor. Hükûmetin ilerici gençliğe (!) karşı komando tedhişçiliğine özenen çevrelerden kendi amaçları için yararlanmaya kalkması ve bu tedhişçiliğe müsamaha göstermesi tehlikenin ciddî ölçüye varmasında başlıca etkendir.>>

Diyebilen, CHP ve İnönü’dür. <<İlerici gençlik>> dedikleri, üniversiteyi basan, rektörü, dekanları sokağa atan ihtilâl ve emekçi sınıfı iktidarı isteyen komünist militanlardır. Bunlar, şimdiye kadar sırtlarını CHP ye dayadıkları için ceza görmemişlerdir. Şimdi melânetlerini yürütmeleri ve hocalara saygı, üniversitede nizam ve ders isteyerek bunları önlemek isteyen gençliği <<Faşist Komandolar>> diye ezmeye kalkan yine – İsmet Paşa’dır.

Şeksiz şüphesiz bu milliyetçilik düşmanlığı ve komünist yardakçılığıdır. İkiye ayırdıkları bu gençlik, yarın milliyetçiliğin zafer marşını söylerken, memleketi bir zaman böyle meflûç hâle düşürmek için çalışmış komünistlere onların yardakçılarına ve cümle memleket düşmanlarına lânetler de yağdıracaktır



Bugün, 8 Ocak 1969.

CKMP İSTANBUL İL GENÇLİK KOLUNUN BİLDİRİSİ

CKMP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı tarafından dün bir bildiri yayınlamış, Ankara hâdiselerinin tamamen sol tahrikler neticesi husule geldiği ve bir nefis müdafaası halinde başlayıp devam ettiği açıklanmıştır.

Hâdiseleri dallandırıp budaklandırarak, bir komando gösterisinin yapıldığını ileri süren Türklük ve mukaddesat düşmanlarına karşı, başlatılan Millî Hareket’in durmayacağını, çığ gibi büyüyeceğini ifade eden CKMP’li gençler özetle şunları söylemişlerdir:

<<Biz, milletimizin büyük köprü başlarına oturmuş yahudi ve rum kapitalistler ile onların uşakları olduğunu biliyoruz. Ve biz bunlara karşı olduğumuz kadar millî mukaddesatımıza kastedenlere de karşıyız…>>



Akşam, 5 - 10 Ocak 1969.

ÜÇ HİLÂLLİ KOMANDOLAR

YAZAN: Altan ÖYMEN

Komandoların hocası Dündar Taşer

1

CKMP li fedailer, sosyalist gruba karşı hazırlanıyor

Bundan dört buçuk ay önce, 19 Ağustos 1968 günü, gazeteler, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in bir demecini yayınladılar. Demeci Türkeş’ten bir haber ajansı almış ve şu metinle nakletmişti:

<<CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün Haber Ajansına verdiği bir demeçte, CKMP’nin, komünistlerle mücadele için komando birlikleri kurduğunu açıklamıştır. Emekli albay olan Türkeş, Ankara ve İzmir’de kurulan komando birliklerinin Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, her gün sıkı eğitime tabi tutulduğunu bildirmiştir. Türkeş, komando eğitimi ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

- Gençlik kolları, çeşitli kültürel faaliyetlerde bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretiliyor. Komünistler, memleketi sahipsiz sanıp da, sokak hakimiyeti kuramazlar. Onların anlayacağı dilden konuşacak memleketçi, milliyetçi çocuklar var. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak yetiştiriyoruz. Gençlerimiz memleket vazifelerine hazırlıklı bulunuyorlar. Bulunacaklardır.

Türkeş’in bu konuda verdiği bilgiye göre, bini aşkın genç, Genel İdare Kurulu üyesi Dündar Taşer’in nezaretinde, Ankara ve İzmir’de bulunan komando birliklerinde her gün eğitime tabi tutulmaktadırlar.

Bu eğitimde Türk Silâhlı Kuvvetlerine bağlı Eğridir Komando Okulundaki eğitimin eşi, CKMP’li gençlere uygulanmaktadır.>>

Türkeş’in bu demeci, hemen sonra patlayan Çek olaylarının etkisi altında, fazla akis yaratmadı. Yalnız bir gazete ile dergide bu komando tatbikatı ile ilgili birer röportaj yayınlandı. Röportajlarda gençlerin boş arazide nasıl çadır kurup geceledikleri ve tam bir askeri disiplin altında dövüşmeyi öğrendikleri anlatılıyordu.

Sonra araya başka olaylar girdi. Üniversitelerin açılışı… Öğrenci boykotları.. Önce CHP nin, sonra AP nin gürültülü kongreleri… İktisadî durum tartışmaları…

Ve CKMP nin komandolarından bir daha bahseden olmadı.

Komandoların tekrar hatırlanması, daha doğrusu kendilerini hatırlatmaları, geçtiğimiz hafta içindedir. Önce Yüksek Öğretmen Okulu ile Fen Fakültesinde, sonra Siyasal Bilgiler Fakültesinde çıkan taşlı sopalı kavgalarla.

Gazeteler, bu kavgalar sırasında komandoların ellerinde yontulmuş sopalar taşıdıklarını, <<Nereden geliyorsun? – Ergenekondan>> gibi parolalar kullandıklarını, kurt gibi uluduklarını, manga nizamı içinde savaştıklarını yazdılar. Onları <<Ergenekon aslanları>> <<Ergenekon kurtları>> <<Başbuğcular>> gibi isimlerle andılar.

KOMANDOLAR NEREDE?

Önceki gün Cumhuriyet Halk Partisi Merkez İdare Kurulu, İnönü’nün başkanlığında bir toplantı yaptı. Yayınladığı bildiride, olayları çıkaranları <<Özel komando kurslarında faşist yöntemlerle yetiştirilmiş gençler>> diye nitelendirdi. Bunları yetiştiren siyasi partinin, Siyasi Partiler Kanununu açıkça çiğnediğini, yetkililerin ise hiç bir tedbir almadığını ileri sürdü.

CHP nin işaret ettiği Siyasi Partiler Kanununun 107 nci maddesinde şöyle deniliyordu: <<Siyasi partiler, askerliğe, savunma veya sivil savunması hizmetlerine hazırlayıcı eğitim ve öğretim faaliyetine girişemezler.>>

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Sekreteri Mustafa Kemal Erkovan, CHP nin bildirisine hemen bir karşı bildiri ile cevap verdi. <<Bazı çevreler, partimizi savunma hizmetlerine hazırlayıcı eğitim yapmakla suçlamaktadırlar. Bu suçlamayı Türk milleti önünde açıkça reddederiz.>> dedi.

Bu açıklama, Türkeş’in dört buçuk ay önceki açıklamasıyla tam bir tezat teşkil ediyordu. O zaman komando birliklerindeki gençlere <<Türk Silâhlı Kuvvetlerine bağlı Eğridir Komando Okulundaki eğitimin eşinin uygulandığını>> göğsünü gere gere ilân eden Türkeş’in partisi, bu defa, ne komando, ne judo ne eğitim lâfını işitmek istiyordu. Yüksek Öğretmen Okuluyla Fen Fakültesinde olaylar çıkaran gençlerin yaptığı, - Erkovan’ın cümleleriyle- <<demokratik ve millî değerlere dayalı hayat tarzını en medeni usullerle müdafaa etmekten>>, daha doğrusu <<Nefis müdafaası>> yapmaktan ibaretti. Bu gençler de komando filan değildi.

Peki, Türkeş’in bahsettiği komandolar neredeydi?.

Diyelim ki Erkovan’ın dediği gibi böyle bir şey yoktu: Türkeş dörtbuçuk ay önce söylediklerini şaka olsun diye söylemişti. O zaman, o gazetelerde çıkan boy boy resimler kimin resimleriydi?

Erkovan’ı telefonla arayarak bunu sorduk?

– O gençlere uygulanan, komando eğitimi değil, beden eğitimidir, dedi.
– Pekâla, o beden eğitimi yapan gençler sizin partinizin üyesi midir?.

Erkovan bu soruya cevap vermek için vakit istedi.

– Ben o zaman yoktum. Soruşturayım. Size sonra cevap veririm, dedi.

CEBECİ’DEKİ YEŞİL BADANALI BİNA

Şu satırları yazdığımız sırada, henüz bir cevap gelmiş değil. Ama biz CHP nin deyimi ile komando eğitimi, CKMP nin deyimi ile beden eğitimi gören o gençlerle görüştük.

Zaten kendilerini gizlemiyorlar. Cebeci’de Siyasal Bilgiler Fakültesinin tam karşısına rastlayan yeşil badanalı binada <<Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı>> adı altında toplanıyorlar. Orada, geçen yaz içinde nasıl komando ya da eğitim kampları tertiplemişlerse, şimdi de sosyalistlere karşı saldırı ya da nefis müdafaası tertipliyorlar.

CKMP’ye bağlı mıdırlar, değil midirler?

Söylediklerine göre, parti teşkilâtı ile organik bağları yoktur. Ama hemen hepsi, CKMP nin sempatizanıdırlar. Bu partide ve onun başkanı Türkeş’te, Türkiye’nin kalkınma ve kurtulma ümidini görmektedirler.

* Üç hilâlin altında üç komando: Şenol Demiröz, Yılmaz Yalçıner ve Mehmet Nedim Budak


2

Komandolar mehter marşı ile uyanıyor

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı yetkilileriyle üç hilâlli bir bayrağın süslediği başkanlık odasında konuştuk. Hilâller, mavi zemin üzerine kırmızı ile işlenmişti. Yanyana değil, birbirlerine geçmiş halde bir daire meydana getiriyorlardı.

Teşkilâtın İkinci Başkanı Yılmaz Yalçıner bu bayrağı şöyle anlattı:

- <<Bu teşkilâtın amblemi değildir. Bir arkadaşımız tarafından, Osmanlı bayrağındaki hilâllerden ilham alınarak yapılmıştır. Ama hilâller burada statik değil, dinamiktir. Biz bunu güzel bulduk; benimsedik; buraya astık. İçeriki salonda da duvara işledik.>>

Yılmaz Yalçıner, esmer, orta boylu, yakışıklı sayılabilecek bir gençti. Traş olmağa vakit bulabilmiş olsa, daha da yakışıklı görünecekti. Ama:

<<- Üç günden beri iki saatlik uykum var.>> diyordu. <<Başımı kaşıyacak vaktim olmadı.>>

Anlattığına göre 23 yaşındaydı. 1946 da Kalecik’de doğmuştu. Sonra Ankara’ya gelmişlerdi. Babası memur, annesi ev kadını idi. İlkokuldan sonra, Ankara Atatürk Lisesinde okumuş, bu arada siyasi cereyanlarla meşgul olmaya başlamıştı. O zaman idealindeki parti Adalet Partisi idi. 18 yaşını bitirir bitirmez, bu partinin gençlik kollarına üye olmuştu. 1965 – 65 yıllarında Atatürk Bulvarındaki Sosyalistler – Milliyetçiler kavgalarına karışmış, sosyalistlerin <<Dönüşüm>> dergisine karşı <<Kuvayı Milliye>> dergisini çıkarmıştı. 1965’te Sadettin Bilgiç’in, Süleyman Demirel karşısında AP başkanlığını kaybetmesi, onun için hayal kırıcı olmuştu. Kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla birlikte bu partiden ayrılmış, CKMP sempatizanları arasına katılmıştı.

Okula gelince. O alanda da işler iyi gitmemişti. Yalçıner, son sınıfta bir dersten üç yıl beklemek zorunda kalmıştı. Nihayet, geçen yıl liseyi bitirmeye muvaffak olmuş, üniversiteye giriş imtihanlarını da kazanarak, Siyasal Bilgiler Fakültesine girmişti.

Milliyetçi idi; Türkçü idi; Türkiye’de komünistlerin tehlikeli işler çevirdiğine inanıyordu. Onlarla sonuna kadar mücadele etmek azmindeydi.

Yılmaz Yalçıner’e önce kamp işini sorduk.

– Bu kampların gayesi gençliği tüketici olmaktan, sayfiye yerlerinde vakit öldürmekten kurtarıp, fikrî faaliyete yöneltmektir>> dedi. <<Ama bu fikrî faaliyetin yanında spor çalışmaları da yapılmaktadır.

<<- Hangi spor çalışmaları?>>.
<<- Judo, güreş, boks…>>

Kamp Organizatörü

Yalçıner’in iki yanında iki arkadaşı var. Biri Mehmet Nedim Budak. Yalçıner’den daha kısa boylu, şişmanca, gür bıyıklı bir genç. Ankara’da bu yaz açılan kampın başlıca organizatörü o imiş. Hayat hikâyesini şöyle özetledi:

<<- 1944 te Kırıkkale’de doğduk. 7 yaşından sonra bir yandan ilkokulda okurken, bir yandan matbaada çalıştık. O zaman Kırıkkale’de Göktürk Gazetesi çıkardı. Milliyetçi bir gazete idi. Matbaada çalışırken, hem bu gazeteyi okuyarak, hem Türk romanlarını, milliyetçi kitapları okuyup milliyetçi fikirleri benimsemeğe başladık. Sonra Ankara’ya geldik. Lisede okurken tahsile ara verdik. Önce Bayındırlık Müdürlüğünde, sonra Kültür Müsteşarlığında çalıştık. Kültür Müsteşarlığında milliyetçilik düşmanlığı başlayınca, buradan ayrıldık. Şimdi Türk Yurdu dergisinde teknik sekreterlik yapıyoruz.>>

Mehmet Nedim Budak, dergideki işinden arta kalan zamanını teşkilâta ayırıyordu. Yaz aylarında da Ankara kampının büyük yükü, onun omuzlarına yüklenmişti. Bu bakımdan, Yalçıner’in kampla ilgili açıklamalarını, o da, yetki ile tamamlıyordu.

Bu açıklamalara göre, Ankara kampına Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtının 480 üyesinden 125 i katılmıştı. Gençler Ankara – Polatlı yolunun 25 inci kilometresinde boş bir sahaya çadır kurarak yerleşmişlerdi. 15 çadırları vardı. Bir çadırda 10 kişi kalıyor, iki çadır da depo olarak kullanılıyordu.

10 kişinin bir çadırda gecelemesi, tabiî güçtü. Otlar üzerine battaniye sererek sırt sırta uyuyorlardı. Mehmet Nedim Budak, bunun faydasını şöyle anlattı:

- Böylece gençler en güç şartlar altında yaşamağa hazırlanıyorlar. Her şekilde uyuyabilmeğe, çabuk hasta olmamağa alışıyorlar.

– Kamp sırasında hiç hasta olan olmadı mı, diye sorduk.
– Oldu. İki kişi üşüttü. Ama orada kendi imkânlarımızla tedavi ettik. Doktorumuz yoktu.

– Yemek işini nasıl hallediyordunuz?
– Orada, kazanda pişiriyor, karavana usulü yiyorduk.

– Bütün bunların, çadırların, yemeklerin parasını nereden buldunuz?

Bu soruyu Yılmaz Yalçıner cevaplandırdı.
– Beş kişilik bir komisyon kurduk. Bu komisyon, tüccardan, esnaftan yardım topladı. Onlardan malzeme aldı. kerestecilerden direk, bakkallardan makarna, kasaplardan et…

- Bakkallar, kasaplar tanıyorlar mıydı sizi?
- Biz geceler tertip ediyoruz. Onlar da geliyorlar. Tanışıyoruz. Münasebetlerimizi devam ettiriyoruz. Sonra böyle organizasyonlarımız olunca, bunu duyuruyoruz. Bize yardım ediyorlar. Kendilerine gerçekten teşekkür borçluyuz.

- Size Millî Türk Talebe Birliğinin de yardım ettiği söyleniyor.
- Millî Türk Talebe Birliği yöneticileri, bizim arkadaşlarımız. Elbette bizim ihtiyaçlarımızla ilgilenecekler.

24 saatlik kamp programı

Yalçıner ve Budak’ın anlattıklarına göre, kampta geçen 24 saatin programı şöyle idi:

Sabah namazı saati: Mehter müziği ile uyanış (Bu müzik bir banttan çalınıyor ve hoparlörle bütün kampa yayılıyordu.). Yıkanma, ezan, toplu namaz.

6.30 – 8.30: Beden eğitimi: Judo, güreş, boks, yakın döğüş, kültür fizik.
8.30: Kahvaltı
8.30 – 12.00: Serbest zaman, okuma, sohbet.

Öğle namazı saati: Ezan, toplu namaz, sonra öğle yemeği.

14.00’e kadar: Dinlenme.
14.00 -16.00: Beden eğitimi: Judo, güreş, boks, yakın döğüş, kültür fizik.

İkindi namazı zamanı: Ezan ve toplu namaz
Akşam namazı zamanı: Ezan, toplu namaz, sonra akşam yemeği.

18.30 – 20.30: Seminer. Arada saatine göre yatsı namazı, bazı akşamlar müzik.
21.00: Uykuya yatış.


Silah Var mı?

Bu programı öğrendikten sonra, çeşitli maddeleri üzerinde aydınlanmağa çalıştık:

- Kamp sırasında bir gazete sizin silah kullandığınızı yazmıştı. Sizin programınızda silahtan bahis yok?
– Silahı tehlikeler karşı gece nöbetlerinde kullanırdık. Bizde dört av tüfeği, bir mavzer vardı. geceleri ikişer saat arayla nöbet tutardık. Nöbetçi arkadaşlar, nöbeti, bu silahlarla tutarlardı.

– Silah tutanın silah kullanmasını bilmesi lâzım değil mi? Yoksa ne işe yarar silahlı nöbet?
– Biz hep Anadolu çocuklarıyız. Anadolu çocuklarının her biri, eline iyi kötü bir silah alıp kullanmıştır. Nasıl olsa bilirler.

– Silahları nereden buldunuz?
– Arkadaşların kendi silahları idi.

Mehmet Nedim Budak, o silah meselesiyle ilgili gazete haberini izah etti:

- Kampı kurduğumuz yerin ötesinde ağaçlıklı bir yer vardı. Oraya birtakım otomobilli <<Burjuvalar>>, kadınlarla gelir, gayri ahlâkî hareketlere tevessül ederlerdi. Bazen otomobillerin içinde, bazen ağaçların arasında. Biz buna mâni olduk. O zaman bir gazeteye, adamın biri müracaat etmiş, <<Sevgilimle Polatlı yoluna gittim. Bir takım silâhlı kimseler yolumu kesti>> demiş. Gazete de bunu yazdı. Bunu yazacağına o adama sorması lâzımdı. <<Orada o saatte kadınla beraber işin ne?>> diye.

Budak ilâve etti.
– Kamp sırasında bölgenin ahlâkî durumu düzeldi. Bu gibi ahlâksızların oradan ayağı kesildi.

<<Beden eğitimi>>

Kampın bölgenin ahlâkî durumuna etkisini öğrendikten sonra, <<Beden eğitimi>> çalışmaları üzerinde konuştuk.

- Dersleri kimler veriyordu?
– Aramızdan judocu, yakın döğüşçü arkadaşlar.

– O zaman <<Komando öğretmeni>> olarak, CKMP den Dündar Taşer’in, Rıfat Baykal’ın isimleri dolaşıyordu.
– Hayır, onlar yoktu. Bizim bu işleri iyi bilen arkadaşlarımız vardı.

– Öteki kamplarda da yok mu idiler?
– Onu bilmiyoruz. O kamplar Ankara’nın dışındaydı. İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da… O kampları mahallindeki arkadaşlar tertiplediler.

– Beden eğitiminde manga nizamına göre mi çalışılıyordu?
- Arkadaşlar gruplara ayrılıyorlardı.

3

Komandoların idealindeki toplum modeli

Mehmet Nedim Budak’a, kamptaki mangaların ya da grupların isimlerini sorduk.

– İsimleri yoktu, dedi. Harfleri vardı. a, b, c, d, e diye.

- Son olaylarda gazetelerin yazdığı A-19, A20 gibi işaretler bu gruplardan mı geliyor?
- Aramızdaki işaretleri açıklayamayız. İlerideki faaliyetlerimiz bakımından gizli tutmamız gerekiyor.

– Beden eğitimi çalışmalarında sopa kullanılıyor muydu?
– Hayır. Sopaları son olaylarda kullandık.

– Son dövüşlerden sonra gazetelerde sopa resimleri çıktı. Torna edilmiş sopalardı onlar. Nerede yaptırdınız onları?
– Bizim sopalar, torna edilmiş olanlar değil. Bizimkiler köşeli. Yalnız, alt kısmı, elle tutulabilsin diye yontulmuştur. Onu da biz yonttuk.

Bu sopa konusu üzerinde daha iyi bir fikir edinebilmek için, beraberce gazetede çıkan resimlere baktık. Gerçekten iki tip sopa vardı. Birinciler yuvarlak, ikinciler köşeli idi. Yalçıner köşelileri gösterdi:

- Bizimkiler bunlar, dedi.
Budak ilâve etti:
- Bizim fakirliğimiz buradan da belli. Adamlar para verip tornalattırıyorlar. Biz kendimiz yapıyoruz.

– Sopaların tahtasını nereden buluyorsunuz?
– Ortalıkta odundan çok ne var?

– Sopalar nerede şimdi?
– Arkadaşlarda.

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı merkezinin üç hilâlli odasında, teşkilâtın kullandığı sopaların yuvarlak değil de, köşeli olduğunu öğrendikten sonra, biraz da müzik üzerinde konuştuk.

- Kampta hangi müziği dinlerdiniz, diye sorduk.

Yılmaz Yalçıner:

- Tabiî Türk müziğini, dedi. Halk türkülerini, Azerbaycan, Türkistan havalarını. Bunları sazla çalan arkadaşlarımız da vardı. Ama bazen müziği teypten dinlerdik.

– Batı müziğini hiç mi dinlemesiniz?
– Bizce batı müziği, Batı emperyalizminin Türk gelenekleri üzerinde kurduğu baskı unsurlarından biridir. Batı müziği radyolardan kaldırılmalıdır. <<Diskotekten seçmeler>> gibi programlar, büyük şehirlerde okuyan üç buçuk <<Burjuva çocuğu>>na hizmetten başka bir şey değildir. Anadolu çocuğunun müzik sevgisi halk türkülerinde vücut bulmuştur.

- Klâsik Batı müziğine de karşı mısınız?
– San’atın <<İlmî>> olan kısmına karşı değiliz. San’atın ilmini yapmış insanların ortaya koyduğu klâsik Batı müziğine saygılıyız.

- Hafif Batı müziği radyodan kalktı diyelim. Ya çaylar, balolar, gece klüpleri, dans edilen yerler ne olacak?

Bu soruya Yılmaz Yalçıner’in öteki arkadaşı Şenol Demiröz cevap verdi:

- Onlara da karşıyız. Bunlar bizim geleneklerimize tamamen aykırıdır.

Şenol Demiröz, ötekilerden daha genç gösteriyordu. Daha uzun boylu, daha zayıftı. Kendi verdiği bilgiye göre, 1949 yılında Adapazarı’nda doğmuştu. Çocukluğunu orada geçirmiş, sonra Ankara’ya gelmişti. İyi bir öğrenci sayılırdı. Sene kaybetmeden okumuştu. Milliyetçi fikirleri benimsemesinde, Osman Yüksel Serdengeçti’nin yazılarının etkisi vardı.

<<Liseden sonra Siyasal Bilgiler Fakültesine bağlı basın yayın Yüksek Okuluna girmişti. Orada ikinci sınıfta okuyordu. Aynı zamanda Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtının Siyasal Bilgiler topluluğu içindeki kolunu teşkil eden 30 üyeli <<Ülkü Ocağı>>nın başkanı idi.>>

Ona bu konuda bir de özel soru sorduk:

- Siz hiç dans ettiniz mi?
– Etmedim. Öğrenmedim de.

Aynı soruyu Yılmaz Yalçıner’le Mehmet Nedim Budak’a sorduk. Aynı cevabı verdiler.

Konu <<Dans>> tan <<Kadın erkek ilişkileri>> ne geldi.

Kadın erkek ilişkilerinin normal yürümemesinin insanda kompleksler yaratacağını, bu komplekslerin onun bütün hayatına tesir edeceğini Şenol da, Yılmaz da, Mehmet Nedim de kabul ediyorlardı. Ancak erkeklerle kadınların birbirlerini tanıması, birbirleriyle arkadaşlık kurması için, illâ danslı çaylı toplantılar yapılmasına lüzum yoktu. Bu iş, başka türlü bir düzene kavuşturulmalıydı.

Bugün Türk toplumunda, öteki alanlarda olduğu gibi, bu alanda da tam bir düzensizlik vardı. Fakültelere gelen kız ve erkek öğrencilerin çoğu aralarında normal bir arkadaşlık kuramadığı gibi, her türlü cinsel bilgiden de mahrumdular.

Yılmaz Yalçıner, bu konudaki fikrini şöyle özetledi:

- Gençlik seksüel bir bunalım içindedir. Gençlik, bugün, kendilerine belirli yaşlarda bir cinsî eğitim verilmediğinden dolayı be yapacağını, nasıl davranacağını bilmemekte, kızlarla erkekler arasındaki arkadaşlık münasebetleri de, çoğu zaman kötü yollara, gayrımeşru yollara sapmaktadır. İstanbul Üniversitesi rektörü de, bu noktayı belirtmiştir. Ama ona düşen, bunu teşhis etmek değil, tedavi yollarını aramak, bulmak uygulamaktır.

– Bu tedavi yolları neler olabilir? – Önce gençlere liseden itibaren seksüel dersler verilmelidir. Kızlara ayrı, erkeklere ayrı. Japonya’da bunu yapıyorlar ve iyi neticeler alıyorlar. Liselerden sonra ise bu problem kültür kentlerinde halledilecektir.

Kültür kentlerinin neler olduğunu Şenol Demiröz anlattı:

- 18 yaşını bitirmiş olan gençler, yurdun belirli yerlerinde kurulacak kültür kentlerinde, bütün masrafları devlete ait olmak üzere eğitim görecektir. Onların giyimlerini, kuşamlarını, eğlencelerini hep devlet karşılayacaktır. Bu kentler, şehirlerden uzakta küçük bir şehir halinde kurulacaktır. Öğrenci, dört yılını, memleketine gitmek için izin alacağı günler dışında, tamamen burada geçirecek, aynı zamanda da üretime katılacaktır. Kızlarla erkeklerin arkadaşlığı da burada olacak, birbirleriyle anlaşan gençler, meselâ 20 yaşında evleneceklerdir.

– Peki kız sayısı az olur da, erkek sayısı fazla olursa?
– Dışarıdan evlenmek de serbesttir. O zaman genç, meselâ kendi memleketinde tanıdığı bir kızla evlenir. Gene devletin kültür kentinde tahsis edeceği evde kalır. Ama tabiî normal olan, aynı kültür seviyesinde olan insanların evlenmesidir.

– Tahsilden sonra ne olacak?
– Yüksek tahsili bitiren her genç için iş yerini devlet hazırlayacaktır. Bu iş yeri, önce yurdun gelişmemiş bölgelerinde olacaktır. Ayrıca üstün yetenekli memurlar için bir Bilimler Akademisi kurulacaktır. Bu akademiler âlim yetiştireceklerdir.

– Devlet bütün bu işlere el attığına, ayrıca herkese iş bulacağına göre, özel teşebbüsün, sizin düşündüğünüz toplumdaki yeri fazla olmıyacak?.
– Hayatî önemi haiz her sektörde devlet hâkim olmalıdır. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz devletin elinde olmalıdır. Bankalar, bugünkü sömürü düzeninden kurtarılıp devletleştirilmelidir. İthalât ihracat devletin yönetimi altında kooperatifçilik yoluyla olmalıdır. Ama bunun dışında devletin uğraşamıyacağı küçük işler vardır. Meselâ iplikçilik, çorapçılık, sigara, içki imali de özel teşebbüse devredilebilir.

Böylece iktisadî konulara girmiş olduk. Yalçıner, bu iktisadî politikanın <<Üçüncü yol>> teşkil ettiğini söyledi ve bunu şöyle anlattı:

- Ne kapitalizm, ne komünizm! İkisine de hayır! Bu, Türkün Türkü idare edeceği bir millî iktisat politikasıdır.

<<Bu millî iktisat politikasının bir başka unsurunu da esnaf koncaları teşkil edecektir. Esnaf, mesleklerine göre teşkilâtlandırılacak ve gerek iktisadî, gerekse siyasî meselelerini bu teşkilât içinde halledecekti. Siyasî iktidar organlarında, meslek temsilcilerinin rolü ve ağırlığı olacaktı. Dış ticaret politikası da bu yoldan düzenlenecekti. Ama her halde Ortak Pazar’a <<Hayır>> demek lâzımdı. Ortak Pazar Anlaşması, <<Türk ekonomisinin idam fermanını teşkil ediyor>> zaten mevcud olmayan Türk sanayiini, Türk tarımını, Türk işçisinin emeğini batıya peşkeş çekiyordu.>>

Dış siyasî ilişkilere gelince…

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı üyeleri, ikili anlaşmaların ve NATO’nun bugünkü şeklinin karşısında idiler.

Yılmaz Yalçıner, teşkilâtın bu konudaki görüşünü şöyle izah etti:

- Devletler birbirleriyle anlaşma yaparlar. Fakat liyakatsiz, beceriksiz ellerde bu anlaşmalar, güçlü devletin lehine işler. Türkiye de Batı devletleriyle yaptığı anlaşmalarda bu duruma düşmüştür. Bugünkü şekliyle NATO’ya karşıyız. Ama NATO Sovyet Emperyalizminin sonucudur.


4

Hitlerciliği hatırlatan bir beyanname

Bu yazı serisinin buraya kadarki kısmında, Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtının çeşitli meseleler üzerindeki görüşlerini anlattık. Bunu yaparken notlarımıza tamamen sadık kaldık ve konuştuğumuz gençler ne söyledilerse, onları olduğu gibi nakletmeye çalıştık.

Şimdi yazdıklarımızla ve yazacaklarımızla ilgili notlarımıza bakıyoruz ve teşkilât mensuplarının görüşlerinden bir sonuç çıkarma imkânı araştırıyoruz. Ama hayli güç bir iş bu.

Kullandıkları deyimlere bakılırsa onlara <<Aşırı solcu>> diyeceğiniz gelir:

<<Üç buçuk burjuva çocuğunun keyfi için…>>, <<Sömürü düzeni içindeki bankalar…>>, <<Batı emperyalizminin baskı unsurları…>> ilh…

İktisadî ve sosyal alanlardaki görüşleri, birbirine hayli zıt renkteki taşlardan meydana gelmiş bir mozaik’i andırmaktadır.

Esnafın loncalar halinde ekonomide ve siyasette söz sahibi olması fikri, biraz Ziya Gökalp’te, biraz Mussolini’de vardır.

<<Hayatî önemi haiz her sektörde Devlet hakim olmalıdır.>> görüşü, 1945 ten önceki CHP devletçiliğinin sloganıdır.

İhracatta kooperatifleşme, CHP nin, Ortanın Solu hareketi içinde şimdi benimsemeğe başladığı bir görüştür.

<<İçki ve sigara imalini özel teşebbüse devretme>>nin havasını, AP’nin şu sıradaki liberal ekonomi şampiyonları yapmaktadır.

18 yaşından yukarı gençlerin bir arada yaşayıp eğitim görecekleri, şehirlerden uzaktaki <<kültür kentleri>> ise, bir bakıma, Amerikan metodlarıyla çalışan Ortadoğu Teknik Üniversitesini hatırlatmakta, bir yandan da, tamamen orijinal bir mahiyet taşımaktadır.

Bütün bu çeşitlilik yüzünden, Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtının görüşlerini, ana hatlarını ve yönünü tespit edip özetlemeyi, biz beceremedik. Böyle bir özetlemeyi yapmak, herhalde CKMP’nin genel başkanı Alparslan Türkeş’in yetenekleri içinde olsa gerektir. Çünkü bu görüşlerin bir kısmının savunucusu, bir kısmının mucidi odur ve zaten konuştuğumuz gençler de, onun görüşleriyle beraber olduklarını açıklamakta tereddüt etmemektedirler.

HİTLER’İ HATIRLATANLAR

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı, bir şeyi kabul etmemektedirler: Görüşlerinin ve çalışma tarzlarının yabancı menşeli bir teşkilâtın görüşlerine ve çalışma tarzına benzediğini…

Görüşleri bir yana ama, çalışma tarzlarının, meselâ Hitler’in Nazi hareketini andırır tarafları olduğunu işaret etmek istedik.

Kullandıkları sembol ve isimler birtakım çağrışımlar yapıyordu. Meselâ birbirine geçmiş üç hilâl, AKŞAM’ın ressamına olduğu gibi, çok kimseye de gamalı haç işaretini ilham etmişti. Meselâ kendileri için kullandıkları <<Milliyetçi toplumcular>> deyimi, <<Nasyonal sosyalistler>> deyiminin pek yakın bir tercümesiydi. Sistemli bir şekilde dövüşmeyi öğrenmeleri, Nazi Almanyasındaki SA Teşkilâtının hazırlıklarını hatırlatıyordu.

Osmanlı Bayrağından alına üç hilâli gamalı haça benzetmenin münasebetsiz bir yakıştırma olduğunu, Milliyetçi – toplumcular deyimini düşünürken, nasyonal sosyalistleri hatırlarına bile getirmediklerini söylediler. SA Teşkilâtı ise onlara büsbütün yabancı idi…

ŞİİR GİBİ BİR AFİŞ

Nasyonal Sosyalistleri hatırlatan bir faaliyetleri daha vardı. Onun üzerinde de konuştuk.

Bu, Siyasal Bilgiler Fakültesinin alt katındaki camekânlara, ülkü ocakları adına bir afiş asmış olmalarıydı. Sonradan kaldırılan bu afiş, şimdi teşkilât merkezine alınmıştı. <<Rum – Yahudi – Ermeni; mutlu azınlık burjuvasının sömürüsü>> başlığını taşıyordu. Metninde şunlar yazılıydı:

<<Adı: Türk Ansiklopedisi.
Yöneticisi: Ermeni
Adı: Türk Dil Kurumu
Yönetenlerden biri: Agop Dilaçar
Azınlıklar, edebiyata ve kültüre el atmakta ve yozlaştırmaktadır.
Mülkiyeliler;
Kıbrıs’ta atılan her kurşunun parası Anadolu insanının alın teridir, Türk’ündür.
Fakat yine Türk’ü mücahidi, mazlumu vurur.
İstanbul’daki adaların zengin sakinleri Rumdur.
Telâviv’deki her çivide yine Türk’ün alınteri vardır.
Vardır ama bunları söyler,
Yazarsanız <<Irkçı>> olursunuz.
Çünkü;
Azınlıklar herşeyimizde
Olduğu gibi <<Eğitimimiz>>de de hâkimiyet kurmuşlar
Beyinleri Hümanizm ile yıkamışlardır.
Fakat susacak mıyız?
Hayır .>>

Bu serbest vezinle yazılmış şiire benzeyen afiş metni üzerinde konuştuk ve teşkilât mensuplarına, bu ifadeleri ırkçılık işareti sayanların haklı olup olmadığını sorduk.

Yalçıner şöyle dedi:

- Kutsal olan varlık Türkün kendisidir. Türk dışındaki kimseler, bizim için daima şüpheli olmuştur. Tarihte örneği çok. Venizelos’u alkışlayanlar bunlardır. Keza Siyasal iktidarları yabancı dış kuvvetleri de kullanarak uzaklaştıran bunlardır. Biz Batı Emperyalizminin arkasında bu şahısları görürüz. Ve bu şahısların bağlı olduğu devletleri görürüz. İsrail, Yunanistan gibi. Türk olmak başka şey, Türkiye Cumhuriyeti nüfus kâğıdını taşımak başka şeydir. Biz, Türk’ü Türk devletine vefa ile, sadakatle bağlı olan, gönlünde başka bir milletin ve devletin özlemini duymayan kimse olarak anlarız. Bu bakımdan nüfus kâğıdıyla Türklük anlayışına karşıyız. Ancak bizim için esas olan kafatası değil, kafanın içindekidir. Bu bakımdan bize ırkçı değil, Türkçü denilebilir.

5

Komando parolası: Ergenekon’dan gelip Turan’a gidiyorum

İsteyen istediği kadar benzetsin, Milliyetçi Toplumcuların, Hitler’in Nasyonal Sosyalizm hareketi ile şekil bakımından da hiçbir ilgisi yok.

Bir kere beğendikleri işaret, gamalı haç değil, birbirine geçmiş üç hilâl… Törenler için hazırladıkları ve Söğüt’teki Ertuğrul Gazi töreninde giydikleri gömleklerin rengi kahverengi değil, mavi… Taktıkları palaskaların rengi de kahverengi değil, siyah…

Afişlerinde, memleketin sömürülmesinde ve kültürünün yozlaşmasında, sadece Yahudileri değil, Ermenileri ve Rumları da suçluyorlar. Onları suçlarken de Hitler’in 1934’ten sonra yaptığı gibi ırk esasına dayanmıyorlar. 1934’den önceki devrede, Hindenburg’un itirazı üzerine Hitler’in kabul etmeğe mecbur olduğu biçimde yapıyorlar. Yâni millî şuura sahip olarak devlete hizmet etmiş olan azınlıkları, bu suçlamaların dışında tutuyorlar… Ve nihâyet <<Heil Hitler>> gibi bir selâmlama usulleri yok, inandıkları insanı çok çok <<Heil>>siz, <<Yaşa>>sız <<Başbuğ… Başbuğ>> diye selâmlıyorlar.

Başlarını örtüş şekillerini de nasyonal sosyalistlere benzetmeğe imkân yoktur. Onlar, üst tarafı yassı bir silindir gibi, bir takım biçimsiz kasketler giyerlerdi. Bizimkiler, çoğunlukla kahverengi kalpak giyiyorlar.

Yalnız söylediklerine göre, son günlerde kalpak bulmak hayli güçmüş, bu kalpaklar Hacıbayram’da bir dükkânda bulunurmuş, fakat herhalde talep fazlalaşmış olacak ki, dükkândaki stok tükenmiş. Bu yüzden kalpak almak isteyenlerin çoğunun başı açık kalmış.

Bunlarla beraber biz yetkililerle konuşurken, odaya girip çıkanlardan birkaçının başka bir başörtme usulü bulduklarını gördük. Uzun, geniş birer atkı almışlar, başlarını efe biçimi dolaya dolaya sarmışlardı. İçlerinden bir, bunun aslında oyun ekibi başlığı olduğunu, ama soğukta kalpağın yerini tuttuğunu söyledi.

Yılmaz Yalçıner’in belirttiğine göre, Milliyetçi toplumcuların bu başörtme ve giyinme şekillerinde müşterek bir prensipleri yoktu.

Meselâ kendisi klâsik giyiniyor, kıravatı boynundan eksik etmiyordu. Bazı arkadaşları ise, kravattan hoşlanmıyorlar, kapalı yakalı gömlekler giyiyorlardı. Bununla beraber teşkilât, tarihî Türk kıyafetleri üzerinde araştırmalar yaptırıyor, bağlayıcı olmamak kaydıyla projeler hazırlatıyordu.

PAROLALAR

Dövüş meselesine gelince… Son dövüşlerde kullandıkları taktikleri bize açıklamadılar.

-<< Elbette bir hücumun, bir dövüş taktiği, parolası vardır. Ama bunların hepsi açıklanamaz, ileride tekrar kullanılmaları gerekebilir>> dediler.

Fen Fakültesindeki olayları takip eden gazeteciler, komandoların kullandıkları parola hakkında bazı bilgiler vermişlerdi.

Bunlardan AKŞAM Muhabiri Behzat Akgün, bu parolayı nasıl duyduğunu bize şöyle anlattı:

<<Akşam saat 19.30’da Fen Fakültesine, gazeteci arkadaşım Şeniz Yurtman’la birlikte gittik, bahçe duvarına yaklaşıp da, bir kapıdan içeriye girmek isteyince karşımıza yerden biter gibi dört beş karaltı çıktı ellerinde sopalar vardı. Parola sordular.

– Biz gazeteciyiz, dedik.
– Öyleyse giremezsiniz, dediler.

- İçeride ne oluyor, diye sorduk.

İçlerinden biri:
- Binanın içindekiler komünistlerdir. Onları ezeceğiz, dedi.

Biraz detaylı bilgi isteyince de:
- Bizim konuşmağa yetkimiz yok, dedi. Sonra yetkili arkadaşımız size açıklama yapacak.

Onların yanından ayrıldık, ama uzaklaşır gibi yaptıktan sonra duvarın dibine sokularak yürüyüp, gene kapının yakınına geldik. Yere çöküp bekledik.

Biraz sonra karşı kaldırımdan bir başkası geldi, kapıya doğru yürüdü.

Onun da önüne çıktılar biz seslerini işitiyorduk. Biri:
- Nereden geliyorsun, diye sordu.

Öteki cevap verdi:
- Ergenekon’dan.
– Nereye gidiyorsun?
– Turan’a.
– Rengin, ideolojin ne?
– A-19 hazırol, A-20 hücum.
– Geç.

Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı yetkilileri ise, parolanın o gece böyle olmadığını söylüyorlardı. Y. Yalçıner’in bildirdiğine göre, parola <<Amca>> kelimesi idi. Stratejik mevkii tutan yeni gelene <<Ne arıyorsun>> diye soracak, o da <<Amcamı>> diyecekti.

6

Komando akını başkanın dayak yemesi ile bitti

İster <<Ergenekon>> ve <<Turan>> ister <<Amca>> olsun, komandolar parola kullanmağa özel bir önem veriyorlardı. Aksi halde, sayıları 400 ün üzerinde olduğu için, birbirlerini tanımaları kolay olmazdı.

Toplu halde hücum ederken, hücum emrinin nasıl verileceği hususunda ise, gazeteci arkadaşların bize verdiği bilgi ile, milliyetçi toplumcuların açıklamaları, birbirini tutmuyordu. Gazeteciler, a-20 sözünün hücum emri olduğunda ısrar ederken, Yalçıner, bu emrin çoğu defa sözle değil, işaretle verildiğini söyledi. Hücum emrini veren, bunu ya elini saçına götürerek ya da benzeri bir işaretle yapıyordu. Bu işaret her defasında değişiyordu.

Hücum sırasındaki plânlarının dört kola ayrılmak, bir hilâl gibi açılmak, sonra <<Düşman>> larını daire içine almak olduğu yolundaki bilgileri de, Yalçıner teyid etmiyordu. Söylediğine göre, bu bilgiler yanlıştı. Onların hücum plânları her seferinde değişir, başka başka olurdu.

Ama sopa kullanırken, sopaların hücumdan önce paltoların içine sokulduğu, son ana kadar orada tutulduğu, ancak hücum emri ile, birden çıkarılarak sallandığı doğru idi.

Böylece son günlerde Ankarada geçen <<Savaş>> ların parolaları, hücum emirleri, hücum taktikleri hakkında, biraz değişik de olsa, bir takım bilgiler edinmiş olduk

Savaşların amacı ise belli idi. Gerek Milliyetçi toplumcular, gerekse CKMP yöneticileri, bunu resmi bildirilerle açıklamışlar, bu amacın <<Sosyalizm maskesi altındaki komünizm>> in ve <<Sosyalist maskesi altındaki komünistler>> in etkisini ortadan kaldırmak olduğunu bildirmişlerdi.

Savaşların sonucuna gelince, bunun şimdiye kadarki geçici bilançosu şöyledir:

Yüksek Öğretmen okulunda ve Fen Fakültesinde kırılan camlar 15.000 lira.
Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenci yurdunda kırılan camlar 3000 lira. Yekün: 18.000 lira.

Bu arada <<Sosyalizm maskesi altındaki komünizm>> in ve <<Sosyalist maskesi altındaki komünistler>> in etkisinin ne dereceye kadar ortadan kaldırıldığı belli değildir ama, ortadan kaldırıldığı kesin olarak bilinen, işte bu 18.000 liralık camlardır.

Siyasal Bilgiler Fakültesinde önceki günkü olaylar, yukarıdaki bilânçonun, gerçekten geçici bir bilânço olduğunu gösterdi. Karşı gruptaki öğrenciler tarafından kıyasıya dövülen Yılmaz Yalçıner, verdiği demeçte:

-<< Gereken cevap kendilerine verilecektir. Hastaneden çıkmamla beraber bu cevabın uygulanmasına başlanacaktır>> dedi.

Şimdi Cebecide Siyasal Bilgiler Fakültesinin karşısındaki Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı merkezinin kapıları, ziyaretçilere kapalıdır. Anlaşıldığına göre, içerde toplanan Milliyetçi Toplumcular, şu sırada bu <<cevabı>> hazırlamaktadırlar.

Karşıdaki Siyasal Bilgiler Fakültesinde ise, öğrenciler sopalarla nöbet tutmaktadır.

Ankara’da Cebecide oturanlara bu semtten geçerken, bu iki düşman karargâhın ikisine de yaklaşmamalarını tavsiye ederiz. Yeni bir muharebenin nerede, ne zaman patlayacağı ve iki tarafın elindeki, kimi köşeli, kimi yuvarlak sopaların önce kimin başına ineceği hiç belli olmaz.

Muhakkak olan şey, bölgedeki camcıların, yeniden kârlı günler beklediğidir.
- SON –

*

Akşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürlüğüne
İSTANBUL

6 Ocak 1969 tarihli gazetenizin 3. sayfasında <<Üç Hilalli Komandolar>> başlığı altında yayınlanan Altan Öymen imzalı röportajın <<Silâh var mı?>> arabaşlıklı bölümünde gerçeğe aykırı hususlar vardır.

Yazarınız, bence meçhul bir gayeye hizmet uğrunda, asla söylemediğim şeyleri yazmış, açıkçası uydurmuştur.

Kamp sırasında nöbet tutulduğunu söyledim fakat silâhlı nöbet tuttuğumuzu söylemedim zaten söyleyemezdim. Çünkü, böyle bir şey yoktu. Silâhla ilgili diğer ifadeler de yalandır. Altan Öymen’in böyle şeyleri nasıl uydurduğunu anlamadım. Çalışmanız, boş zamanlarımızı değerlendirmek, fikren ve bedenen gelişmemizi sağlamak içindi. Silâhla, mavzerle yürütülecek bir işimiz olmadı.

Yazarınız, gerçekleri çiğnememeli hayal hanesinin icatlarını değil, duyduklarını yazmalıdır.

Yılmaz YALÇINER

*

Komandolar ve silâh olayı..

<<Üç Hilâlli Komandolar>> başlıklı yazı serimizin <<Silâh var mı>> arabaşlıklı bir bölümü için, Yılmaz Yalçıner’in gönderdiği açıklama dünkü AKŞAM’da yayınlandı. Yalçıner, kamp sırasında silâhlı nöbet tuttuklarını söylemediğini bildiriyor.

Bu beyanı doğru değildir. Yazı serisinde kendisine ve arkadaşlarına atfen yazılanlar, kendisinin ve arkadaşlarının gözü önünde cümle cümle not alınarak nakledilmiştir. Verilen cevaplardan yazılması istenmeyenler de gayet tabiî olarak, nakledilmemiştir.

Bu silah meselesinin gazete sütunlarına geçmesinin <<Milliyetçi Toplumcular>> için olumlu bir sonuç yaratmıyacağı ve bunun tekzib edilmesi gerektiği, Yalçıner’in aklına sonradan gelmiş olabilir. Ama o zaman kendisine tavsiye ederiz: Eğer hukukî bakımdan zaman geçmediyse, Cumhuriyet, Demokrat İzmir ve Ant Gazetelerinin, geçen Temmuz ayında yayınladıkları, kamplarla ilgili röportajları da tekzib etsinler. Çünkü o röportajlarda, silahların sadece nöbet sırasında elde tutulduğu değil, talim için veya parola vermek için sık sık patlatıldığı da yazılı idi.

Altan ÖYMEN



Babıâlide Sabah, A. Şeref Lâç, Başmakale, 8 Ocak 1969.

ÜÇ HİLÂLLİ KAMP

27 Mayıs ihtilâlinden bugüne kadar aşırı solcular, fikir, vicdan ve düşünce hürriyetini daima yalnız kendileri için, müktesep hakları imişcesine savundular. Soldan, ortanın solundan sosyalizmaya, sosyalizmadan komünizmaya kadar fikir namına ne varsa, ne kadar fiil varsa, ne kadar tertip varsa, ne kadar yeraltı faaliyeti varsa ortaya döktüler. Cesaretlerini ve savunmalarının esasını anayasamızdaki sosyal devlet tabirine dayadılar. Bu tabirin, bütün kapıları, yalınız kendileri için ardına kadar açtığını söylediler:

<<- Anayasa, sosyalizmaya açıktır. Ama sağa, sımsıkı kapalıdır.>>

Ve ilkokuldan üniversiteye kadar bu açık kapıdan girdiler. Solcu hocaları, aşırı solcu asistanları, doçentleri, proflarıyla el ele, kol kola verdiler, diz dize oturdular, rahatça solcu, aşırı solcu yetiştirdiler. At bizim, meydan bizim, dediler. Yüzlerce sosyalist klüp açtılar. Komünist sergiler, kıpkızıl komünist köşeleri kurdular. Komünist şarkılar söylediler. Kızıl ihtilâl metodlarını alenen tedris ve teşhir ettiler. Şairleriyle, sazlariyle komünist destanlar besteleyip söylediler. Sonra kalktılar, fakülteleri, üniversiteleri, senatoları işgal ettiler. Rektörleri kovaladılar. İşgal ettikleri üniversitelerin içinde, erkekli kadınlı, şaraplı rakılı yediler, içtiler ve bütün bunlara üniversite özgürlüğü dediler. Onlara kimse karışmadı.

Sonra sokaklara da döküldüler. Dağlarda, bayırlarda, kırlarda ovalarda, şehirlerde, caddelerde, denizlerde, motorlarda, kayıklarda, sandallarda Che Guevara şarkıları söylediler, mest oldular. Mukaddesata, dolu ağız sövdüler şâd oldular. Bütün bunları, Adalet Partisi iktidarının sağladığı fikir ve vicdan hürriyetinden istifade ederek yaptılar. Ama, hürriyeti yalınız kendileri için var zannettiklerinden, bir seher vakti, Beyazıt camiinde, topluca sabah namazı kılan Müslümanları görünce ödleri patladı:

<<- İrtica (!)>> diyerek sarhoş naraları attılar. Kendilerine fikir özgürlüğü temin etmiş olan iktidarın başı Demirel’i bir bayram sabahında Eyüp Camiinde, secde-i rahmanda gördükleri vakit, perişan oldular ve yine:

<<- Laiklik gitti (!)>> diyerek, komünist figanları kopardılar.

Onların bu sahte telâşı, açık olan kapılarını, daha çok açmak, bu suretle istedikleri her köşeye kolayca sinmek içindi. Bir taraftan arkalarına bakmadan tehditler savurdular, diğer taraftan yollarına serbestçe devam ettiler.

Memleketin dört bir köşesi, sosyalist fikir kulübü, striptiz bataklığı, inek gecesi, taverna yatağı, komünist ithal malı esrarkeş hipi batağı kesildi. Ne ders, ne okul, ne üniversite, ne hoca, ne profesör umurlarında oldu, ne memleket. Yediler, içtiler, karma karışık yattılar, kalktılar, bağırdılar, haykırdılar, saydılar, sövdüler, yaktılar, yıktılar, dost demediler, düşman demediler, vurdular, kırdılar, dövdüler, boğdular, denize attılar ve … hocalarını bile öldürdüler..

Bütün bunlar, düşünce özgürlüğü namına yapıldı.

Ve nihayet sayın Abdi İpekçi bile dayanamadı da itiraf etti:

<<- Adalet Partisi iktidarı, bu güne kadar düşünce özgürlüğüne dokunmadı, zaten Demirel’in üç yıllık iktidarı devrinde aldığı iyi puvanlar da, bu davranışlardan olmuştur.>> dedi.

Ama, sayın sosyalistlerin takdir ettiği hürriyet, yalnız kendileri için olursa hoştur. Başkaları için oldu mu, irtica olur.

Bakın şimdi, pek çok aşırı solcu her günün 24 saatini, resmen ve alenen şöyle programlamıştır:

1- Sabah vakti:
Saat 5-13 leş gibi uyku

2- Öğle vakti:
Saat 13 yarı ayılma, şarap ve kebap. Saat 15, tam ayılma ve 15-21 arası sosyalist eğitim. Propaganda fizik, kandırma, aşılama, muhabere, boykot, işgal, Amerikan elçisinin otomobilini yakma, hoca, rektör kovalama.

3- Gece vakti:
Saat 21-05 arası klüp, meyhane, şov, içki, kadın kız hora, sosyalist nara.

Tamam mı?

Kimsenin bir şey dediği var mı? Düşünce özgürlüğü bu!


Bir de Milliyetçi Türk Gençliği Teşkilâtı’nın, Akşam gazetesinin yazdığına göre, genç arkadaşları için açtığı bir kültür kampında tatbik edilen günün 24 saatı programına göz atalım:

1- Sabah vakti:

Mehter müziği ile uyanış, abdest alma, Ezan-ı Muhammedî , Cemaatla sabah namazı. 6.30 – 8.30 beden eğitimi, judo, güreş, boks, yakın döğüş, kültür fizik. 8.30 kahve altı, 8.30 – 12.00 serbest zaman, okuma, sohbet.

2- Öğle vakti:

Ezan, cemaatla öğle namazı, saat 14’e kadar yemek ve dinlenme.

3- İkindi vakti:

14-16 arası, zamanı gelince ezan ve cemaatla ikindi namazı, beden eğitimi, judo, güreş, boks, yakın dövüş, kültür fizik.

4- Akşam vakti:

Ezan ve cemaatla akşam namazı, sonra akşam yemeği, 18.30’a kadar.

5- Yatsı vakti:

18.30-20.30 seminer. Zamanı gelir gelmez ezan ve cemaatla yatsı namazı. Namazdan sonra bazı akşamlar müzik, 21 uykuya yatış.

Nasıl mükemmel mi? Enfes mi?

Bunun kadar medenî, insanî, sıhhî ve ahlâkî kamp var mıdır?

Yoktur, da sosyaliste ve komüniste göre bu kamp çok tehlikelidir.

Çünkü, bu kampta ezan vardır. Namaz vardır, içki yoktur, kadın yoktur, bu kampta judo vardır, boks vardır, yakın dövüş vardır, bu kampta CKMP’li veya CKMP sempatizanı gençler vardır.

İşte sosyalistin korkusu budur.

Pekiy ama, beyler, bu kampta, sizin bol bol istifade ettiğiniz düşünce özgürlüğünden, her türlü kanunî haklardan başka bir şey var mıdır?

Yoktur. Olamaz. Gelin insaf edin söyleyin: Bu derece millî, namuslu, faziletli, ahlâklı bir başka kamp şimdiye kadar hiç görmediniz, değil mi? İşte Türk Milletinin hasretini çektiği GENÇLİK KAMPI budur.

Size ne oluyor?



Babıâlide Sabah, İsmail Oğuz, 8 Ocak 1969.

KOMANDOLAR…

Solcu ve aşırı solcu partilerin gençlik kolları tarafından yapılan tahriplere kimse ses çıkaramaz. Bunların adına <<Gençlik hareketi>> yahut <<Gençliğin bunalımları sonucu>> ismi verilir ve işin içinden çıkılır. Ama, bu gençlerin tahriklerine ve tecavüzlerine mâni olmak isteyen muhafazakâr gençlerin hareketlerine, tutum ve davranışlarına bin bir isim uydurulur ve ihtilâl tehditleri ile memleketin asıl sahibi olan bu ter ü tâze gençler susturulmak, yıldırılmak istenir.

Hele bu mevcuda sesini çıkaramamak durumunda bulunan bir parti, bir Cumhuriyet Halk Partisi vardır, ki hemen feryâdı basmakta gecikmedi. Pabucun pahalıya malolacağını görünce bastı vaveylâyı… Gazete idarehanelerinin, parti binalarının, kitapçı dükkânlarının basılıp, yağma edildiği devirlerde, Başvekillik sandalyesinde İsmet Paşa oturuyordu ve sanki hiçbir şey olmamış gibi, bu habasetleri işleyenleri müsamaha işe seyretmekle de kalmıyor, teşvikkâr tebessümlerle adetâ onlara kuvvet veriyordu. O tarihlerde oyuncağı haline getirdiği gençlere, muhafazakârların yollarını kestiriyor, muhafazakâr vatandaşları âlâmeleinnas sopasından geçirttiriyordu. Şimdi, böyle bir kanunsuzluk, böyle bir eşkıyalık olmadığı halde feryâdı basmak niye?.. Durup dururken lüzumundan çok hürriyet taraftarı olmak neden?..

Ve böyle olunca da Komandolar <<Bu memleket Moskof uşaklarının değil, Ergenekon arslanlarının yurdudur>> derler. Ve böylece de zaten kuşkulu, zeten tedirgin olanlara boylarının ölçüsünü daha kat’i bir lisanla hatırlatırlar… Ya ne zannettilerdi? Bu millet mahşere kadar onların zulmü, tahakkümü altında mı kalacaktı? Ve elbette artık, bir siyasî partinin kapatılması ile bile bu işin altından çıkılamaz. Böyle bir fikri zihinlere yerleştirmek ve ondan sonra da aksiyon haline geçirmek lâzımdır. Bu, oldu işte… Ve bu gerçekleştikten sonra, işin altından CKMP’yi kapatmakla elbette sıyrılmak kabil değildir. Nasılki solcu partileri kapatmakla veya kapatmak tehdidi sol cereyanın önüne geçilemediği gibi… Elbette bu memleket Moskof uşaklarının değil, Ergenekon arslanlarınındır! Ve artık o arslanlar, elbette ki Moskof uşaklarına gerektiği zaman hadlerini bildirecek, tam tabiriyle onları <<adam>> edeceklerdir…

Zulmün ilânihihaye pâyidar olduğu bir ülke ve devir asla gösterilemez. Şüphesiz, zalimlere hadlerini bildirecek, onları hizaya getirecekler çıkacaktır! Tarih, bunun sayılamayacak kadar misalleri ile doludur. Her Firavun’un karşısına bir Musa çıkmasaydı dünya, zulmün ve işkencenin ilelebet payidâr olduğu bir cehennem manzarasını arzederdi. Zulüm ve işkencenin hâd bir safhaya geldiği zaman, yerden biter gibi, kendiliğinden bir komando teşkilâtı zuhur eder ve gaddarlara hadlerini bildirir elbet…

Bizden kucak dolusu selâm ve muhabbetler ve pâk yürekli Ergenekon arslanlarına… Kuru gürültüye pabuç bırakmayan bu Müslüman Türk çocuklarına…



Yeni İstanbul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, 8 Ocak 1969.

CKMP MATRAKLARI!

Bir Dr. Reşid Galib bey vardı… Allah rahmet eylesin.

Pek genç yaşta öldüydü. Roma’da, Londra’da, Moskova’da devletimizi temsil etmiş bir Cumhuriyet Büyük Elçisinin, Râgıp beyin kardeşiydi. O da sizlere ömür… Hemen Allah ikisine de rahmet eyliye.

Dr. Reşid Galib, benden biraz yaşlıydı. Eski Türk Ocağı arkadaşlarımızdandı. Tarsus’ta yahut Mersin’de Hükûmet Tabibi iken Sayın Dr. Tevfik Rüştü Aras’ın tavsiyesi ile, günün birinde mebus oluvermişti.

İstiklâl mahkemelerinde sert hükümler vermiş olanlardandır. Bir ara da İsmet Paşa kabinelerinden birinde Maarif Vekilliği yapmıştı. Hitler’in şerrinden kaçan Almanyalı profesörleri hizmetimize alıp başardığı ilk Üniversite reformu ileri bir adım olmuştu şüphesiz…

Bu Dr. Reşid Galip, Bin dokuz yüz otuz yılında Serbest Fırka kurulurken, bir ara müteşebbisler arasına katılacakmış gibi bir eda takınmıştı.

Bir gün, <<Yarın>> gazetesinde, rahmetli Arif Oruç’un odasında, öteden beriden konuştuğumuz sırada çıka geldi. Şapkasını bastonunu bir kenara bıraktıktan sonra gülümseterek bir

– Selamün Aleyküm!

Çaktı… Sonra sol kolu altına kıstırdığı uzun bir beyaz torbayı çekip Arif’in hârikulâde lüks bir marangozluk şâheseri olan meşhur maun bürosu üstüne koydu.

Susmuştuk. Ona bakıyorduk. Hiç acele etmeden, yavaş yavaş torbanın ağzını açtı; içinden yeni torna edilmiş, bilek kalınlığında, altmış yetmiş santim uzunluğunda dört tane matrak çıkardı. Sonra süzgün bakışlı elâ gözlerini bize dikerek ârifâne gülümsedi.

– İşte, bütün mesele, artık bunları iyi kullanacak <<zağlı>> delikanlılar bulmaktadır. Üç dört bin idealist genç edindik mi Halk Partisini karşımızda susta durdururuz.

Arif Oruç sol elinin iki parmağı ile pens gözlüğünü düzelterek o pek miyop şaşı gözlerini bana dikti… Ben ona baktım. İkimiz de bir tuhaflaşmıştık.

Yarın gazetesinin bu başmuharrilik odası o günlerde yeni kurulacak partinin umumî karargâhı halindeydi. Dr. Reşid Galib’in mutlaka bir cevap beklemekte olduğunu hissedince Arif, sinirli sinirli atağa kalktı:

- Azizim Doktor… dedi. Toparla şu sopalarını bakalım. Biz halkı bunlardan kurtarmak için parti kurmağa kalkıştık; sense getirmişsin sopalarını, burnumuza sokuyorsun!

Reşid Galib, masaya bir yumruk indirdi:

- Bu iş sopasız olmaz!

Arif sesini yükseltti

:- Olursa olur, olmazsa olmaz. Hem yalnız sopayla değil benim istediğim şey seninle de olmaz. Toparla matraklarını, al torbanı git!

Evet, Yarın başmuharriri, Dr. Reşid Galib’i açıkça odasından kovmuştu.

Ve doktor, en ufak bir kabadayılığa kalkışmadan aldı sopalarını, çıktı odadan. Önceden adı çok geçmişken sonradan Serbest Fırkayla bu doktorun hiç ilgilenmeyişinin işte sebebi…

Sopa! Doktor sopayla işe girişmek istemişti.

Sopa, bizim siyasî partiler tarihimize Reşid Galib’den çok önce, İkinci Meşrûtiyetin ikinci mebus seçimlerinde İttihatçılar tarafından sokulmuştu. Ve İttihatçı sopası ile seçilmiş olan o meclis yüzünden koskoca Avrupa Türkiyesi elimizden çıkmıştı.

Ama sopalı politika ve sopalı seçim elbette İttihatçı patenti değildir. Yunan Krallığının kuruluşundan bu asrın başına kadar bütün Grek seçimlerinde en dinlenen siyasî hâkîyle dâima sopa hazretleri olmuştu.

Mussolini faşizminin mayası da, bilindiği gibi sopa olmuştu. Hitleri o insafsız diktatörlük tahtına oturtan kavgalarda sopa az mı rol oynamıştı? Almanya’nın komünist lideri hammal Toelmanın kızıl muhafızları ile Hitler’in vurucu kadroları Berlin’in Tiergarden’inde yıllarca pek kanlı bir çelik çomak oyunu oynamış değiller miydi? İkinci Dünya harbinden önce salgın Fransayı da sarmıştı. Kolonel de la Rocgue (Rok) un sopalı Lejiyonları Paris’i az karıştırmamıştı.

Şimdi İttihatçı partizanlardan altmış yıl sonra, Reşid Galib’den otuz sekiz yıl sonra, Hitlerle Taelman’dan kırk, Mussolini’den kırk altı yıl ve Fransa albayı <<dö lâ Rok>> tan otuz iki yıl sonra sopa’yı gençlerimizin ellerinde görmekteyiz.

İyi alâmet değil bu.

CKMP’li aydın gençlerin komando talimlerini, her ne kadar hayra yormak istiyorsam da… Gene de sakat bir tutum, gene de pek sakat bir tutum bu!

Bu yaz solcu oldukları haykırılmış olan bir takım gençlerin matrakları kimse tarafından beğenilmemişti. Onlara karşı bir korunma tedbiri sayılabilse bile CKMP markalı sopaların da geniş halk tabakaları tarafından bir huzur garantisi sayılabileceğini sanmıyorum.



Tercüman, Ahmet Kabaklı, 9 Ocak 1969.

KOMANDOLAR DEĞİL

<<Üç Hilâlli Komandolar>> değil, sayın Türkeş’e bağlı oldukları şirretçe iddia edilen <<Ergenekon Arslanları>> yani nizam, ahlâk ve ilim savunucusu öz çocuklarımız değil… Bunlar, her seferki anarşistler, kanuna, devlete ve her şeye düşman <<sokakçı takımı>>. Onların tâbiriyle:

<<- Atatürk gençliği, ilerici güçler, dipten doruğa reformcular, düzen değiştiriciler…>> sözün doğrusu: <<Mao’nun kızıl muhafızlığı>> na özenen, bizde sol partiler ve sarı basınca desteklenip beğenilen <<heragil-i süfliyye>>.

Son ettikleri derseniz, evet şenlik:

Orta-Doğu Teknik Üniversitesinin onları bu hâle getiren <<özgürlükçü ve daha bilmem neci>> Rektörü bay Kurdaş, Amerikan Büyükelçisi Mr. Komer’i, bu Maocuların kol gezdiği <<dükalık malikânesi>> ne yemeğe davet ediyor.

Yaman Rektörleri’nin iki ata birden oynadığını ve çokluk Amerikan kadehiyle Sovyet votkası içtiğini pek bilemeyen, bu inceliğe akıl erdiremeyecek katılıkta yetiştirilen solcu militanlar:

- Fırsat bu fırsat, diyorlar. Şimdi it oyununu tilki izine karıştırarak Rektör hem Kurdaşımızı, hem İsmet Paşa efendimizi, hem de Sovyetçi, Maocu ağabeyleri hoşnut etmenin zamanıdır.

Hepsi kırk elli kişi nihayet. Bir ıslıkla toplanıyorlar. İçeride Kurdaş hazerâtı ile hemhâl ve de can ciğer kuzu sarması olan Büyükelçi Komerin arabasını devirip, sırtüstü getiriyor, sonra dökülen benzinlere, ateş veriyorlar. Araba yanarken, bildiğimiz yamyamlar gibi birtakım acaib sesler çıkarıyor, zıplıyor, kalçalarını dövüyor, tam tam’lar çalıyor <<Kahrolsun emperyalizm ve Go home!>> çığlıkları atıyorlar.

Yaklaşmak ve bu vahşi âyinini fotoğraflarla tesbit etmek isteyen gazetecileri bir güzel dövüyor, itip kakıyorlar. (İlerici bir gazete bu meslektaşların sivil polis sanıldığı için dövüldüğünü yazarak militanları yine koruyor ve <<düşün özgürlükçüsü = fikir hürriyetçisi>> gösteriyor.) Sonra yangını söndürmek isteyen itfaiyeciler de bu moskviç arslanlar tarafından püskürtülüyor.

Bu vandalizmi, pencereden seyreden Kurdaş rektörün aklı başından gidiyor. Öyle ya hep <<özgürlük>> istediği şu üniversitede Orak – çekiç’le Amerikan meşalesini bir türlü dengeye getiremedi. Canım sofrada, Sam Amca pastası üzerine sürülmüş Lenin kreması cıvıdı, yüzüne gözüne bulaştı. Komer elden çıkabilir, atın biri boş kalabilir. Yahu şu kapitalizmle komünizm ne uyuşmaz şeylermiş! Fakat yaman adam bu Kurdaş. Kızıyor ve bir nutuk, iki nutuk çekiyor ki Ulay – Yıldız – Ataklı, Esengin gibi öfkeyi yele gibi boyunlarında taşıyan kabadayılarımızı, dörde çarpıp bir araya toplasanız yine bu kadar gürleyemezler.

<<- Olay son dereceee üzücüdüüür! En şiddetli tedbirleriii alacağııım.. Zorbalığa tesliiim olmayacağım! Ezeceğiiim! Tepeleyeceğiiim!>> diyor. Yaman adam! Bunu bir punduna getirip başbakan yapmalı. Yahut da cevherini harcamayıp kılıç imâl etmeli. En azından bunu, Gölbaşı karakoluna komiser dikmeli canım.

<<Özerk dükalığı>> nda her yıl Nazım Hikmet Köşe’leri açtıran, ilim adamı ve milliyetçi hocaları harcıyan, solcu bir dekanın miyadını doldurup ayrılması üzerine, işbu araba yakıcı Mao gardiyanlarını toplatıp nutuk çekip kıyama ve boykota kışkırtan, üniversitenin sınırları içine Türk dilini sokmak istemeyen, Amerika ve Rusya gibi İnönü ve Demirel’i de ustalıkla idareye çalışan bu yaman adam daha neler söylemiyor ki canım!

<<- Bu, üniversiteye gerçek ihanettir. Türkiyede fikir özgürlüğünün tutunması için inatla savaşmış insan olarak… Zorbalık, yalnız memleketimizin değil üniversitemizin de gerçek düşmanlarının eseridir. (Aman beyefendiciğim hepsi sizin ve benzerlerinizin eseridir.) Zorbalıklar devam ederse üniversite fikir yuvası olmaktan çıkar (vah vah!). İş zorbalığa döküldü mü ÖTEKİ TARAFTAN KOMANDOLAR DENİLEN TOPLULUK FAALİYETE GEÇİYOR. Yalnız şu <<öteki taraf>> sözü bile Kurdaş gibilerin nasıl tarafgir biz zihniyet ve sol militanlarını koruyucu haysiyet içinde olduğunu göstermektedir. Bu adamlar ettiklerini çekecek, bu otomobil iş değil Dükalık saltanatlarının bir cayır cayır yandığını göreceklerdir.



Bugün, M. Şahap Tan, 9 Ocak 1969.

ELÇİNİN ARABASI

Ankara’da Rektöründen malzemesine kadar Amerika’da yetişmiş veya Amerika’dan gelmiş Orta Doğu Teknik Üniversitesinde müessif bir hâdise oldu. Bazı münafık öğretim üyelerinin kışkırttığı sapık ruhlu gençler Amerikan Büyükelçisi Ekselâns Robert Kommer’in resmî otomobilini <<Go Home Kommer>> çığlıkları arasında sadis bir hırsla yaktılar. Ondan sonra da yaptıklarından memnun aptal, âlevler içinde kavrulan otomobili seyrettiler.

Hiçbir medenî memlekette, Yüksek tahsil talebesi dediğimiz gençler tarafından böyle gayrîmedeni bir hareket yapılacağını zannetmiyoruz. Vatanımızda bir hukuk nizamı vardır. Devletimiz üç beş senelik yeni acemi bir devlet değildir. Asırlara hükmetmiş, İmparatorluklar kurmuş dünyanın en eski medenî büyük devlerinden birisidir. Memleketimizdeki her yabancı devlet mümessili misafirimizdir ve kanunlarımızın himayesi altındadır. Devletler hukuku ve Diplomatik teamüllere göre Diplomatların dokunulmazlıkları vardır. Konsolosluk ve Elçilik binalarına bulundukları memleketin emniyet kuvvetleri bile onların müsaadesi olmadan giremezler. Suç işleseler kanunî muamele yapılamaz. Ancak hükûmetlerinden geri almaları talep edilir.

Bu hususları gençleri tahrik edenlerin bilmesi lâzımdır.

Sonra biz misafirperver bir milletiz. Diplomatik bir kisvesi olmasa da; sayın elçi memleketimizin bir misafiridir. Üstelik o gün üniversiteye de davetli olduğu için gitmişlerdir. Hem davet edip, hem de otomobilini yakmak, tam tabiri amiyanesi ile bir kalleşlikten başka şey değildir. Böyle entrikalı hareketler eski çağlarda feodaliteler devrinde yapılırdı. Medenî devletlerde tekrarı, çirkin bir hâdisedir.

Tarihde devletler arasındaki bazı müessif buna benzer hâdiseler çok fena neticelere, üzücü ihtilaflara yol açmıştır. Gençler dediğimiz bu anarşist ruhlu güruhun memleketimizin yüksek menfaatleriyle oynamaya hakları yoktur.

Böyle bir şeyi Avrupa’da veya Amerika’da bizim Büyükelçimize yapsalardı nasıl karşılardı, bu sapık gençler? Herhalde <<iyi yaptınız elleriniz var olsun>> demezlerdi. Fikirlerin müdafaası yakmakla, yıkmakla gayrimedenî hareketlerle olmaz. Bu gençlere üniversite talebesi demek için bin şahit ister. Anadolu’da güzel bir ata sözü vardır. <<Karpuz kesmekle kürek soğumaz>> derler. Otomobil yakmakla da istenilen gayeye ulaşılmaz.

Milliyetçi Ergenekon aslanlarının bu sapıkları biraz daha okşaması icap ediyor galiba? Akıllı şuurlu komandolar denilen evlâtlarımızın elleri var olsun. Bu vatanı üç beş kara cüppeli karganın, bir güruh serserinin emrine verecek değiliz ya!

Sayın elçi müsterih olabilirler. Bu anarşist gençler bir azınlıktır. Asıl bu vatandaki ekseriyet dostunu düşmanını iyi bilen, kadirşinas, vatansever Müslüman Türklerdir. Bu millet otomobilinizi yakan serserilerin ellerini muhakkak kıracaktır.



Bugün, Refik Özdek, 9 Ocak 1969.

ANKARADAKİ KIZIL MUHAFIZLAR!

Mao’nun kızıl muhafızları ne yapmışsa, ne yapıyorsa, buradaki gölgeleri de onu yapmak istiyor: İşgal etmek, yıkmak, yakmak… Şimdilik yapmadıkları bir şey kaldı: Öz babalarını ve dedelerini sakallarından tutup sokaklarda sürüklemek. Bunu da yapacaklardı ama, milliyetçi gençlik nefs müdafaasına başladı. Bunun üzerine <<Komandolar geliyor!.>> diye yaygarayı bastılar, kuyruklarını kıstılar. Fakat ele geçirdikleri bir fırsatı, barbarlıklarına yakışır bir tarzda değerlendirmekten geri kalmadılar: Orta Doğu Üniversitesi rektörüne bir nezaket ziyaretinde bulunan Amerikan Büyükelçisi Robert Kommer’in otomobilini devirip üzerine benzin döktüler ve yaktılar! Böylece Pekin’deki ve Moskova’daki yoldaşlarından kocaman bir <<âferin>> i hakkettiler.

Yoldaşlarından <<âferin>> hakkettiler, Türk milletinden de ezici bir darbeyi.

Fakat bu barbarlar yabancı bir elçiye saldırır ve otomobilini yakarlarken, rektörlük olaya seyirci kalıyor da, emniyet makamlarının müdahale ve yardım tekliflerini reddediyor. Üniversitenin muhtariyeti, Üniversitenin iç işlerinde, derslerle, eğitim programı ile, iç disiplin ve ilmî çalışmalarla ilgili davranışlarındadır. Üniversite, 34 milyonun zararına, devlet otoritesinin kökünden sarsılmasına yol açacak fiilî bir tecavüzde, yıkıp yakma olayında, devletin malına ve itibarına zarar vermede muhtar olabilir mi? Demokrasinin kökleştiği ve tam teminat altında bulunduğu ülkelerde bile üniversite idarecileri böyle bir durumda Üniversite muhtardır diye, asayiş kuvvetlerine <<İstemem, git!>> diyemiyorlar.

Rektör Kurdaş, bu olayda emniyet makamlarının müdahalesini istememesi hatalıdır. Çılgın solcular Amerikan Elçisinin otomobilini yakmakla kalmaz, cinayet de işleyebilirlerdi. Bu suçu işleyenler cezasız kalmamalıdır. Madem ki rektörlük emniyet mensuplarını Üniversiteye sokmamıştır, şimdi suçluları bulup ilgili makamlara teslim etmelidir. Bu gibi hallerde muhtariyet prensibini ters anlamak, devlet otoritesinin üstüne çıkmak olur. Üniversite, devlet içinde devlet değildir. Üniversite içinde küçük bir azınlığın her türlü suçu işlemede muhtar olması demek, Üniversite muhtariyetine indirilen en büyük darbe olur. Çünkü sağduyu sahipleri, millet, bilhassa milliyetçi gençlik, devlet otoritesini bu bir avuç çılgına çiğnetmemek için gerekirse Üniversiteyi işgal ederler ve bu işgal pek meşru bir işgal olur.



Yeni Gazete, 9 Ocak 1969.

ÖĞRENCİLER KOMANDO REİSİNİ LİNÇ EDİYORDU

Birkaç günden beri Ankara’da Fen Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesine baskınlar düzenleyen CKMP’li komando gençlerin reisi Yılmaz Yalçıner dün Siyasal Bilgiler Fakültesinde öğrenciler tarafından döğülerek hastanelik edilmiştir. Prof. Muammer Aksoy Yılmaz Yalçıner’i öğrencilerin elinden güçlükle kurtarmıştır.

Olaydan sonra toplanan Siyasal Bilgiler Fakültesi Yönetim Kurulu, dersleri bir gün süreyle tatil etmiştir.

Siyasal Bilgiler Fakültesi 1. sınıf öğrencisi olan Yılmaz Yalçıner dün fakülteye gelmiş ve derslere girmiştir. Ancak diğer öğrenciler ikinci dersin sonunda Yılmaz Yalçıner’in üzerine sopalarla saldırmışlardır. Yalçıner o sırada dersten çıkmakta olan Prof. Muammer Aksoy’un arkasına, oradan da kürsünün içerisine girmiştir. Etrafını çeviren öğrenciler burada Yalçıner’i tekmelemişlerdir.

BASKIN İHTİMALİ

Daha sonra fakülte dekanının müdahalesi ile öğrencilerin elinden alınan komando reisi, dekanın odasına götürülmüş, çağrılan doktorların tedavisinden sonra Ankara Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılmıştır.

Dekanlık derhal Yönetim Kurulunu toplayarak polisten fakülte etrafında bir komando baskınına karşı emniyet tertibatı almasını istemiştir.

Öte yandan bütün kapıları kapatılan Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri ellerinde sopalar olduğu halde nöbet tutmaktadırlar.

Öte yandan kendisiyle görüştüğümüz Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. İlhan Onat, <<Biz olay üzerine idarî tahkikat açmış bulunuyoruz. Bugünkü olay da, daha önce fakülte binası ve öğrenci yurduna yapılan baskınla ilgili dosyayla birleştirilmiştir. Olay üzerine ikinci dersten sonra bugün için derslere son verilmiştir. Biz idarî tahkikatı devam ettirirken savcılık da tahkikata başlamıştır. Tahkikat sonunda, idarî ceza verilecektir.>> demiştir.



Hürriyet, 9 Ocak 1969.

FAKÜLTE BASAN KOMANDOLARIN LİDERİ MEYDAN DAYAĞI YEDİ.

Dün sabah, bir süreden beri okula gelmeyen ve Fen Fakültesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesinin basılma işine adı karıştığı söylenen Yılmaz Yalçıner, Fakülteye gelmiş ve Anayasa dersine girmiştir. Prof. Muammer Aksoy’un Anayasa dersi verdiği bir sırada, sol eğilimli öğrencilerden 50 kadarı, dershaneye girerek Yılmaz Yalçıner’i feci şekilde dövmüşlerdir. Aksoy, öğrencilerin hareketlerine mâni olmak istemişse de muvaffak olamamış ve Yılmaz Yalçıner’i arkasına alarak daha fazla dövülmekten kurtarmıştır. Öğrencilerin bir kısmı da bu kavga sırasında Dekan’ın odası etrafını sararak Dekan’ın dışarıya çıkmasını engellemişlerdir. 200 kadar öğrencinin katıldığı kavga daha sonra öğretim üyelerinin araya girmeleriyle güçlükle önlenebilmiş ve sabahki dersler Fakülte İdaresince olayları önlemek için tatil edilmiştir.

Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneğinden bir ilgili, “Yılmaz Yalçıner, okulumuza karşı önceki gün yapılan baskın işini yürütmüştür. Kendisi Ülkü Ocağı Genel Başkanıdır.. CKMP eğilimlidir. Komando eğitimi görmüştür” şeklinde konuşmuştur.

TÜRKİYE’NİN KURTULUŞU

Bir grup öğrenci tarafından yaralanan komandoların Lideri Yılmaz Yalçıner de dün hastanede gazetecilere, olay hakkında bilgi vermiş bu arada, Prof. Muammer Aksoy’un döven öğrencilerin tarafını tutar şekilde hareket ettiğini ileri sürerek, “Ona vuracağınıza bana vurun” demiştir. Ancak, bunların sanki böyle söylemem icabeder, siz yine de vurun) der gibi söylemiştir.” Şeklinde konuşmuştur. Yalçıner, kendisini döven öğrencilerden dâvacı olacağını açıklamış, şunları söylemiştir:

- “Şunu söylemek isterim ki birkaç gün önce yaptığım basın toplantısında, lâfı bırakmalarını ve fillî harekete geçmelerini söylemiştim. Onlar, fiilî harekette bulunmuştur. Artık iş Türkiye’nin kurtuluşuna kadar gidecektir. Dâvamızı sonuna kadar devam ettireceğiz.”



Cumhuriyet, 9 Ocak 1969.

SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİNİ BASANLARIN LİDERİ SINIFTA DÖĞÜLDÜ

Bundan bir süre önce Siyasal Bilgiler öğrenci yurdunun <<öğrenci komandolar>> tarafından basılması olayında elebaşılık yaptığı belirtilen Yılmaz Yalçıner dün Siyasal Bilgiler Fakültesindeki bir anfide bir grup öğrenci tarafından dövülmüştür. Yalçıner önce kendisini korumaya çalışmış, daha sonra kürsüde bulunan Anayasa Profesörü Muammer Aksoy’a <<Hocam beni koruyun>> diyerek kürsüye koşmaya başlamıştır. Aksoy, öğrencileri yatıştırarak dayak yiyen öğrenciyi Dekan’ın odasına getirmiştir. Yaralı öğrenci daha sonra hastaneye kaldırılmıştır.

Muhtemel bir karşı harekete karşı SBF’li öğrenciler, Yurdun salonlarında ellerinde sopa ve taşlarla tertibat almışlardır.

Öte yandan Ankara Toplum Polisi, davet üzerine, Siyasal Bilgiler Fakültesi ile Basın Yayın Yüksek Okulu çevresinde güvenlik tedbirleri almışlardır. Emniyet kuvvetleri, SBF Dekanı Prof. İlhan Onat ile BYYO Müdürü Prof. Feyyaz Gölcüklü’nün müracaatları üzerine öğrenciler arasında muhtemel çatışmalara karşı görevlendirilmiştir.



Babıâlide Sabah, 9 Ocak 1969.

KOMÜNİSTLER SBF’DE ÜLKÜ OCAĞI BAŞKANINI LİNÇ EDİYORLARDI

Siyasal Bilgiler Fakültesi Ülkü Ocağı Başkanı Yılmaz Yalçıner, dün bir kısım komünist talebeler tarafından komaya girinceye kadar dövülmüştür. Bu arada solcu güruhunun arasında bulunan Prof. Dr. Muammer Aksoy da araya girmek isterken bazı talebelerin yumruklarına maruz kalmıştır. Ankara Tıp Fakültesi hastanesine kaldırılan Yılmaz Yalçıner’in tedavisi yapılmıştır.

Ülkü Ocağı Başkanının dövülmesinden sonra fakültede tansiyon birden yükselmiş, sosyalist maskeli talebeler fakültede ve yurtta barikatlar kurmaya başlamış, sopalar ve taşlar stok edilmiştir. Ankara toplum polisi, vaki davet üzerine Basın Yayın Yüksek Okulu çevresinde güvenlik tedbiri almıştır.



Hür Anadolu, 9 Ocak 1969.

AND İÇTİK CEZALARINI VERECEĞİZ

Siyasal Bilgiler Fakültesinde Milliyetçi Toplumcu Gençliğin lideri Yılmaz Yalçıner’i kalabalık bir grup öğrencinin taş ve sopalarla ağır şekilde yaralaması üzerine Milliyetçi Türk Gençliği adına Turgay Yılmaz bir bildiri yayınlamıştır. Bildiri aynen şöyledir:

“Aziz Türk Milleti,

Komünist kışkırtması ve saldırısı devam etmektedir. Bugün de Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Komünist tetipçilerin meydana getirdiği 150 kişilik bir grup iki Milliyetçi öğrenciye saldırmış ve ağır şekilde yaralamıştır.

Bu kızıl salyalı köpeklerin ne ilk ne de son tecavüzleridir. Millî bütünlüğümüze yönelen bu satılık tecavüzler kanunun yolu ile önlenememekte ve hainler kollarını sallıyarak ortalıkta dolaşmaktadırlar.

Aziz Türk Milleti,

Senin öz evlâdın olan bizler, bu saldırgan, satılık üçbuçuk Moskof uşağının cezasını vereceğiz. Hem de hiç bir zaman unutulmayacak bir şekilde.

Buna and içtik…”

8.1.1969
Milliyetçi Türk Gençliği adına
TURGAY YILMAZ



Yeni Gazete, 10 Ocak 1969

ANKARADA DÖVÜLEN KOMANDO SERT KONUŞTU

Siyasal Bilgiler Fakültesinde evvelki gün dövülerek Ankara Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırılan komandoların reisi Yılmaz Yalçıner ile yaptığımız görüşmede Yalçıner <<Düşmanlarla dâvacı olunmaz, Siyasal Bilgiler Fakültesi bizim ebedî düşmanımızdır. Biz kendimizi cephede kabul ediyoruz. Mücadele sonuna kadar devam edecektir.>> demiştir. Komandoların reisi ile görüşmemiz sırasında eski CKMP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer ile bir takım CKMP idarecileri hastanede yatan Yılmaz Yalçıner’e bir buket çiçek getirerek geçmiş olsun demişlerdir. CKMP’liler fotoğraflarının çekilmesine engel olmuşlardır.

Etrafı mosmor olan sol gözü kan içerisinde, sağ gözü ve kaşı şişmiş, yüzünün çeşitli yerlerinde sıyrıklar ve çizikler olan komandoların reisi <<Ben CKMP’liyim bunu hiçbir zaman saklamıyorum, arkadaşlar içerisinde de CKMP’li vardır. Ancak bu CKMP adına hareket ettiğimizi göstermez.>> demiştir.



Yeni Gazete, 10 Ocak 1969.

TİP MİLİTANLARI İLE CKMP KOMANDOLARI HUZUR BIRAKMADI

İstanbul Üniversitesinde son birkaç ay içerisinde sayıları gittikçe artan ve hususî eğitimle yetiştirilen Türkiye İşçi Partisinin <<Militan>> ları ile Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin <<Komando>> ları yüzünden üniversite öğretim üyeleri ve tarafsız öğrencilerin huzurları kaçmıştır.

Üç dört seneden beri bağlı oldukları partilerden aldıkları direktifler üzerine, siyasî teşekküllerle, talebe cemiyetlerinin seçimlerini, açık oturum, konferans ve benzeri faaliyetlerini basarak kaba kuvvet kullanan ve bu yolla bilhassa üniversite çevrelerinde hâkimiyet kurmağa çalışan TİP’li ve CKMP’li gençler, son zamanlarda sayıca daha da artmış ve çok daha tehlikeli olmağa başlamışlardır.

Belli merkezlerden idare edilen ve ekseri eski subaylar tarafından eğitime tabi tutularak mükemmel birer kavgacı yetiştirilen bu gençler, gerek bağlı bulundukları kendi teşekküllerinin ve gerekse karşı teşekküllerin organize ettikleri faaliyetlerde toplu halde hazır bulunmakta ve yerine göre taş, sopa ve silâhlarla kavga çıkarmaktadırlar.

Eskiden oldukça gizli şekilde teşkilâtlanan ve yaptıkları baskınlardan sonra ele geçmemeğe çalışan <<Militan>> ve <<Komandolar>>, artık üniversitede belli şekilde ortaya çıkmış, yaptıkları kavga esnasında tanınmak için giydikleri hususî kıyafetlerle dolaşmağa başlamışlardır. TİP’in militanları, arkadaşları tarafından tanınmak için kendilerine üniforma olarak haki renk kışlık kalın Amerikan parkalarını (Komando ceketi) seçmişlerdir. Buna mukabil CKMP’li komandolar da kavga sırasında kollarına aynı örnek bant takmakta ve <<Şimşek>>, <<Alparslan>> gibi parolalar kullanmaktadırlar. Artık komando ceketlerini günlük kıyafet olarak giymeye başlayan TİP militanlarına üniversitede her gün ve bol sayıda rastlanmaktadır. CKMP komandolarının ise henüz belli bir üniformaları yoktur. Ancak bu gençler de üniversitede <<Cop>> suz ve silâhsız dolaşmamaktadırlar.

Üniversitede sayıları tahminen üç dört bin civarında bulunan bu gençlerin baskın ve yıldırma hareketleri ile etrafta yaratmış oldukları korku öğretim üyeleri ve tarafsız öğrencileri tedirgin etmektedir. Hükümeti ikaz ederiz. YENİ GAZETE



Bugün, Refik Özdek, 10 Ocak 1969.

TÜRKÜN KENDİNE DÖNÜŞÜ

Amerikan elçisinin otomobilini yakanlara <<aferin>> diyenlerle onları kınayanlar belli olmuştur. Orta Doğu Teknik Üniversitesinin dışındaki bazı sol kuruluşlar, solcu yazarlar, bir sürü dolambaçlı lâflar ederek <<oh olsun, ne işi var Amerikan elçisinin üniversitede?>> demeye getiriyorlar. Bir kısmı da, yabancı bir elçinin otomobilini yakmayı <<Kurtuluş Savaşının devamı>> olarak göstermek gibi bir hamakat örneği veriyorlar.

Gerçekte bir savaş başlamıştır, ama bu savaş, Türkiye’yi peyk haline getirmek, kendinden uzaklaştırmak, kökünden koparmak, benliğinden sıyırıp yozlaştırmak isteyen komünistlere karşı milliyetçi gençlerin harekete geçmesiyle başlayan bir savaştır. Nefs müdafaası için savaşa başlamak zorunda kalan milliyetçilere, Türkiye’yi her alanda yüceltmek, hiç kimseye uydu olmayan, baş eğmeyen fakat baş olan bir ülke yapmak isteyenlere karşı çıkanlar da, onun dostuna, kendisine saldırıp, düşmanını dâvet edenlerdir. Milliyetçiler, bunların anlayışı, bunların tarzı ile hareket edip yabancı elçiliklere, meselâ Rus elçiliğine saldıracak olsalar, bunlar derhal Rusya’dan yana olup müdafaaya ve hücuma geçerlerdi. Milliyetçiler, onlar gibi hunharca hareket etmezler, ama artık hiçbir hücumlarını karşılıksız bırakmamaya ve Türk düşmanlığı yapanları Türk’ün yumruğu ile ezmeğe azimlidirler. Çünkü onlar bu vatanın gerçek sahipleridir ve ona Türk’ten başkasının sahip olmasına müsaade etmeyecek, imkân vermiyeceklerdir.

Şimdiye kadar, hürriyet düzeninden faydalanarak ortalığı karıştırmak isteyenler, hürriyetsizlik düzenini getirmek için anarşi hazırlayanlar, yakanlar, yıkanlar, haklarını savunmak için kendilerine karşı çıkanları görünce <<faşizm geliyor!>> yaygarasını basıyorlar. Bütün komünistlerin saldırılar için ortaya attıkları uyduruk sebep budur zaten. Kendileri <<komünist fikir kulüplerini>>, <<Türk Solu>> merkezlerini, <<Marksist Ekolü>> nü kurarlar, Türkiye’ye Moskova veya Pekin’i başkent yapmak isterler de ve bu faaliyetleriyle yasaları ihlâl etmemiş olurlar da, bunlara karşı çıkılınca <<faşizm geliyor>> diye bağırırlar.

Gelen faşizm değil, Türk’ün kendine dönüş devridir. Geçmişine saygı, geleceğine güven duyarak, Türkiye’yi yüceltme yarışında, ileri, daha ileri gitme devridir.



Babıâlide Sabah, 10 Ocak 1969.

SOLCU TALEBELER ORMAN FAKÜLTESİ YURDUNDAN ATILDI

Orman Fakültesine mensup yüz kadar talebe, dün okulun Bahçeköy Erkek Talebe Yurdunu basmış; talebe cemiyetinde bulunan ve kendilerine yabancı ideolojilere girmeleri için propaganda yaptıklarını iddia ettikleri 30 öğrenciyi döverek yurtdan kovmuşlardır.

Öğrenciler, akşamüstü yurd binasına gelmişler, fakat yurdu basacaklarını daha önceden haber alan cemiyete mensup öğrenciler, yurdu terketmişlerdir.

Ellerinde sopalarla yurda gelen talebeleri 30 - 40 kişilik bir grup karşılamış ve aralarında kıyasıya bir kavga cereyan etmiştir. Daha sonra kendilerine <<Milliyetçi Toplumcu Gençler>> adını veren çoğunluk, duruma hakim olmuş ve cemiyete mensup talebeler yurdtan kaçmıştır. Kavgada 10 - 15 öğrenci muhtelif yerlerinden yaralanmışlardır. Yurdta hiçbir tarafa mensup olmadıklarını söyleyen 50 kadar talebeye dokunulmamıştır.

Öğrenciler, daha sonra bir bildiri yayınlayarak <<Milliyetçi Toplumcu Gençler olarak cemiyeti teslim aldık>> demişlerdir.

Baskını yapanlar, hareketlerinin iki sebebi olduğunu ve cemiyetin gayelerinin dışında, Marksist düşüncelerin okulda propagandasını yaptıklarını, öğrencileri peşlerinden sürüklemeye çalıştıklarını söylemişlerdir. Öğrenciler, ikinci sebep olarak da, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesindeki son olaylara bir tepki olarak hareketin yapıldığını ifade etmişlerdir.



Yeni Gazete, 10 Ocak 1969.

KOMANDOLAR İSTANBUL ORMAN FAKÜLTESİNİ DE İŞGAL ETTİ

Yüz kadar komando eğitimi görmüş genç, Orman Fakültesi kantinine ellerinde uçları çivili sopalarla hücum etmiş, kantinde bulunan elli öğrenciyi safdışı ettikten sonra öğrenci yurdu ile kantini işgal etmiştir.

Genç komandoların saldırısı sırasında onlara karşı çıkan öğrencilerden Metin Sarıbaş, Vural Atılgan, Bahtiyar Ergen, Nüsret Bilgin, İsmet Yılmaz çeşitli yerlerinden sopalarla yaralanmışlardır.

İşgali, Üniversite Senatosunun toplantısı sırasında öğrenen Orman Fakültesi Dekanı derhal Büyükdere’deki Fakülteye gitmiş ve işgalcilerle görüşmüştür. Dekanın gençlerle görüşmesi olumlu sonuç vermemiştir. İşgali duyan jandarma okulun etrafında tertibat almıştır.

İşgali duyan jandarma (Fakülte jandarma mıntıkasındadır) okulun etrafında tertibat almıştır. Ancak Dekanlık tarafından yardım talep edilmediği için jandarma olaya müdahale etmemektedir.

Ayrıca, saat 23 sıralarında otobüs ve minibüslerle Orman fakültesine giden 500’ün üstünde CKMP’li kalabalık bir grup, Fakültenin dış tarafında ağaçların arasına girerek, muhtemel bir kavga için hazır durumda sabaha kadar beklemişlerdir.

Bu arada, Büyükdere Jandarma Kumandanı ile Fakülte Dekanı, dövülerek yurttan atılan 50 kadar öğrencinin yurda gidip yatmaları için telkinde bulunmuş ve iki grubun arasını bulmağa çalışmışlarsa da bundan olumlu bir sonuç alınamamıştır.



Babıâlide Sabah, 10 Ocak 1969.

SOLCULARI ADIM ADIM TAKİP EDECEĞİZ

Evvelki gün Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde, Ülkü Ocağı başkanı Yılmaz Yalçıner’in solcular tarafından feci şekilde dövülmesi Başkentteki gerginliği had safhaya getirirken, İstanbul Yüksek Tahsil gençliğinde de infiale sebep olmuştur. Dün İstanbul Üniversitesinin Hukuk, Tıp, Edebiyat, Fen ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinin Talebe Cemiyetlerine mensup gençler tertipledikleri basın toplantısında hadiselere sola taviz politikasının sebep olduğunu belirtmişlerdir. Bu arada batı emperyalizminin memleketimizi sömürüp komünist emperyalizmine müsait zemin hazırladığını iddia eden talebeler, 141 ve 142 nci maddelerin yanısıra önleyici tedbirlerin alınmasını istemişler ve Marksizmin muvaffak oluşunun Türklüğün ve İslâmlığın kalkışı olacağını, ifade etmişlerdir.

Kendilerini milliyetçi toplumcu gençler olarak tanıtan talebeler <<büyük Türkiye idealine kim karşı çıkarsa ezilecektir. Ankara’daki hadise şahsa yapılmış değildir. Solcuların sebebiyet verdiği tecavüz olayı milliyetçi toplumcu hareket’e karşıdır, gerekirse aynı olaylar burada da başlayabilir>> dedikten sonra ezcümle şunları söylemişlerdir.

<<- Son hadiseleri 3 – 5 anarşist gencin, birkaç milliyetçi, toplumcu arkadaşla çarpışması olarak görmek yanlıştır. Aslında bu hadiseler maddeci dünya görüşüne sahip Marksistlerle Türk milliyetçilerinin çarpışmasıdır.

Şimdiye kadar gizli faaliyetlerini yeraltından köstebekler gibi yürüten komünistler, Hükümetin gevşek tutumlarından istifade ederek gerçek yüzlerini göstermekten çekinmemektedirler. Marksizmin muvaffak oluşu, Türklüğün ve İslâmlığın ortadan kalkması demektir.

Kavgamız milliyetçilik kavgasıdır, kavgamız toplumculuk kavgasıdır, kavgamız büyük Türkiye İdeali’nin kavgasıdır.

Bunlar eğitim görmüş komandolar değildir, millî değerlere karşı çıkanlara tepki gösteren gerçek milliyetçilerdir.>>

Ankara (Hususi)

Siyasal Bilgiler Fakültesinde bir öğrencinin solcular tarafından linç edilmek istenmesi üzerine hadiseyi görüşmek üzere toplanan profesörler kurulu bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride, mevcut kanunlarımız, her türlü şiddet hareketlerini önliyecek güçte ve yeterliliktedir. Kanunları uygulamakla görevli bulunan bütün sorumlular, hür ve demokratik düzeni korumakla mükelleftir denilmektedir. …

HADİSELER YATIŞTI

CKMP’li ülkü ocağı başkanının linç edilmek istenmesi dolayısiyle fakültedeki hava bir hayli elektriklenmiş, fakat akşama doğru taraflar birbirlerine kaba kuvvetle karşı koyacaklarını ifade etmişlerdir. Böylece Fakültedeki elektrikli hava biraz yatışmış ve dün de normale dönmüştür. Öğrenciler derslere devam etmeye başlamışlardır.



Akşam, 10 Ocak 1969.

“KOMANDOCULUK İHTİLÂL GETİRİR”

Komandolar konusunda dün kendisiyle görüştüğümüz Hukuk Fakültesi Anayasa Profesörü Bülent Nuri Eren, şunları söylemiştir:

<<Komando ve buna benzer göz boyayıcı isimler altında kuvvet hareketleri bir yarışmayı kamçılamaktan başka bir işe yaramaz. Kuvvetlerarası çatışmalarda, en sonunda en güçlü olan ötekileri tepeler. Bir devlette en üstün maddî kuvvet de Ordu olduğuna göre, bütün öteki kuvvetleri Ordu yener. Bu da askerî bir ihtilâlin patlaması demektir. Komandoculuk oynamağa heveslenenlerin bu noktayı unutmamalarında kendileri yönünden fayda vardır.>>

EMPERYALİZMİN OYUNU

Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörler Kurulu dün yaptığı toplantıda fakültede önceki gün meydana gelen olayları görüştükten sonra yayınladığı bildiride <<Düşünce hürriyetine ve demokratik rejime yöneltilecek her kaba kuvvetin karşısında olduklarını>> bildirmiştir. Profesörler Kurulu <<Ergenekon Aslanlarının>> Siyasal Bilgiler Fakültesi yurdunu basmaları olayını da kınamıştır.

SBF Öğrenci Birliği Başkanı Murat Koğacıoğlunun bildirisinde şöyle denilmektedir:

<<Son oyun ise üniversitelerdeki devrimcileri tasfiye etmektir. Emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri şunu iyi bilsinler ki, tezgâhladıkları bütün oyunlar her zaman olduğu gibi devrimciler tarafından bozulacaktır. Kurdaş devrimci kardeşlerimizi cezalandıracağına oynadığı oyunun hesabını vermelidir. Ve zaten hiç kimsenin devrimcileri cezalandırmağa gücü yetmeyecektir.>>

KOMANDOLARIN BİLDİRİSİ

Ülkü Ocakları Birliği Başkanı da bir bildiri yayınlayarak Siyasal Bilgiler Fakültesi profesörler kurulunu suçlamıştır.

Bildiride profesörler kurulunun yayınladığı bildiri için <<Utanç belgesi>> denilmiş, <<Milliyetçilerin suçsuz oldukları>> anlatılmıştır.

DAYAK YİYEN TABURCU OLDU

Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin dövdükleri genç ise dün hastahaneden taburcu olmuştur. Ülkü Ocaklarının bu konuda yayınladıkları bildiride <<Dayak olayı>> anlatılmıştır. Bildiride dayak yiyen gencin, kendisini Prof. Muammer Aksoy’un arkasına atarak <<Hocam beni kurtarın bunlar beni öldürecekler>> diye bağırdığı nakledilmiştir.

Öğrenci çatışmaları üzüntü yaratmıştır.

KOMANDOLAR TEK TİP ELBİSE GİYECEK

İzmir’de Gümüldür Kampında eğitilen CKMP’li komandolar, Ankara olaylarını cevapsız bırakmıyacaklarını ifade etmişlerdir.

Motorize hale gelen İzmir’li komandolar önümüzdeki günlerde birbirlerini tanıyabilmek için tek tip elbise giyeceklerdir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Halim Kaya

26 Kas 2024

Süleyman Eryiğit’in yazdıklarından daha önce hiçbir yazısını okumadım. Mümtaz Turhan, Sabri F. Ülgener, Ömer Lütfü Barkan, Mehmet Genç gibi hocaları okuyup Osmanlının geri kalışının sebepleriyle ilgilenmeye başladığımdan ve özellikle de Mehmet Genç’in iki ciltlik “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabını okuduktan sonra “Osmanlı ve Kapitalizm” konusu daha dikkatimi çekmeye başladı.

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

26 Kas 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

28 Eki 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 128,88 M - Bugn : 38213

ulkucudunya@ulkucudunya.com