KÜKREYEN TÜRKEŞ: “KEPAZE BİR GAZETE VE DENÎ (soysuz, alçak, ahlâksız) BİR ADAM”
“Gazetelerden öğrendim ki, bütün gayretlerimize rağmen ve müştereken alınan kararlara rağmen, yine emrivaki yapılarak; arkadaşlarımız tek taraflı olarak, fesih kararını vermişler ve bunu gazetelere intikal ettirmişler. Bunu yaparken de Ekspres denilen kepaze bir gazete ile Attila Karsan denilen denî bir adamın kaleminden, bana karşı en çirkin tecavüzlere girişmişler.”
İNSAN TÜRKEŞ
“Ben halen, iki çocuğu üniversitede, iki çocuğu lisede ve bir çocuğu da ilkokulda bulunan bir adamım. Kabibay arkadaşımız, çocuğu bulunmayan ve içimizde en yüksek maaş alan bir kimse olduğu halde, para sıkıntısından şikâyetçi durumdayken; benim gibi kalabalık aile sahibi bir insanın, ta Delhi’den ve Özdağ gibi az maaşlı bir arkadaşımızı, ta Tokyo’dan, her keyfi istedikçe toplantıya çağırması, ne dereceye kadar isabetlidir: senin takdirine terkediyorum.”
DOST, NAZİK VE ASİL TÜRKEŞ
“Ekli mektubu ve çeki, lütfen kendisine vermenizi rica ederim. Ayrıca sizi sıkmayacak ise ve mümkün ise sizde bulunan 100 doları da kendisine lütfedebilirseniz memnun olurum. Şayet durumunuz müsait değilse, hiçbir beis yoktur, sonraya kalsın. Ayrıca İrfan Solmazer’le de temas edebilirseniz; O’ndan benim namıma 400 dolar talep ediniz ve durumu müsait ise, Özdağ’a verilmek üzere size gönderilmesini, tarafımdan rica etmenizi, rica ederim.” (Mektupların tamamı son kısımdadır)
ALTERNATİF LİDER!
“Fakat gönül isterdi ki; bu kadar tılsımlı bir sır, bu kadar muazzam bir fikir hamlesi ile memlekete dönen bu genç ve sempatik vatandaşımızın omuzları taşıdığı fikirlerin hamlesi altında biraz eğilmiş olsun. Halbuki onun gazete fotoğraflarındaki pozlarında, zengin memleketlerde rahat bir hayat yaşayan ve dolu bir bagaj, pahalı elbiselerle yurda dönüp, sefaletimize yukarıdan bakan bir hariciye memurunun hali var. Sayın Kabibay’ın bu dostça ve iyi niyetli görüşümüzü müsamaha ile karşılayacağını umuyor ve eğer bu görüşümüz yanlışsa sözlerimizi şimdiden geri alıyoruz. Ş. Süreyya Aydemir”
---
Temmuz 1962 ayındaki Brüksel toplantısı sebebiyle Ondörtler ve Türkeş konusu hemen her gün manşetlerdedir. Neredeyse bütün başyazarlar makalelerine konu etmişlerdir. Ekspres gazetesi Brüksel’e gönderdiği hususi muhabiri ile birinci elden haber verdiği için önce bu gazetenin yayını günlük sırayla verilmiş, sonra geriye dönülerek Ekspres Ankara ve diğer gazetelerden de önemli görülenler alınmıştır. Ekspres Ankara, akşam gazetesi olduğundan, öğlene kadar gelişen aynı günün haberlerini diğerlerine göre bir gün erken verebildiği düşünülmektedir. Toplantılar Ekspres’te daha teferruatlı iken Ekspres Ankara’da son birkaç gün ve fesihle ilgili haberler daha detaylıdır.
Bu bölümde aşağı yukarı Türk fikir hayatına yön veren kalemlerin ekserisinin yazıları görüldükçe, Türk milliyetçiliğinin yalnızlığı daha açık anlaşılacaktır. Milliyetçiliğin ırkçılık olmadığını pekâlâ bildikleri halde, 1944 yılında yapıştırılan bu damganın ısrarla sürdürülmesi, bunlara karşı mücadelenin de ne kadar çetin geçtiği hakkında fikir vermektedir.
Şevket Süreyya Aydemir gibi namuslu bir iki aydın nisbeten seviyeli yazılar kaleme almış olsa da, Galip Erdem, gerek üslup, gerek muhteva ve mantık yönü itibariyle hepsine galebe çalmaktadır. DP devrindeki soygunlara ortak veya seyirci olup, sürgündeki ondört eski MBK üyesinin maaşını dillerine dolayan sağ gazetelerdeki denî yazarların basitlikleri de dikkat çekici hususlardır.
BRÜKSEL TOPLANTISI
SABİHA DEREN – KABİBAY GELİŞ VE GİDİŞ YAZILARI
Yeni Sabah, Sabiha Deren, 4 Temmuz 1962.
14’ler ve Durum
Şöyle veya böyle, ama Kabibay’ın da dediği gibi, 14’ler artık politik şahsiyetlerdir. Nitekim beklenmedik zamanda içlerinden ikisinin yurda gelişi de siyasî bir çıkıştır. Bir nevi reaksiyon yoklamasıdır. Benim bildiğim bu ilk yoklamadan, yani umumî efkârın, gazetelerin, resmî makamların ve dost düşman diye iki cepheye ayrılan yakınların reaksiyonunu gördükten sonra karar alınacaktır. Varılan karara göre, ya ikili, üçlü gruplar gelmeye devam edecek veya Brüksel’de toplanılarak bir durum muhasebesi sonunda Kasım ayının beklenmesi tercih edilecektir.
Kehaneti bırakalım da, Kabibay’la Baykal’ın yurda gelişi sırasında dikkati çeken bir iki mânidar hususa işaret edelim:
Kabibay mağdur bir ihtilâlcidir ve onu, Edirnelere koşup karşılamak isteyen arkadaşları bulunması tabiîdir. Ama bunlar arasında Dündar Seyhan da varmış… Neylersiniz? Fikirleri malûm da olsa, adamın seyahat hürriyetini elinden alamazsınız ya! Hazret, Silivri yolunda beklerken hayli gevezelik etmiş. Huyudur. Bu arada Cumhuriyet ve Milliyet muhabirlerine takılmış.
- Gazeteci geçinirsiniz, ben telefon etmesem Kabibay’ın gelişi haberini atlayacaktınız.
Telefon etmediği gazetelerden Yeni Sabah’ın muhabirine sormuş:
- Sabiha Deren nerelerde?
Ve bence yenilik arzetmeyen bir yığın lâf etmiş. Soğuktan titreşen muhabirlere, <<Ne o titriyorsunuz? Hani, patronlarınız nerede? Sıcak yataklarında değil mi? Biri Erenköy’de, biri bilmem nerede… Onlar keyfine baksın, siz burada titreyin, sonra sosyalizm değil mi? Hani ya nerede sosyalizminiz?>> gibi lâflar…
Yolda, yolcu bekleyen muhabirler arasında iki gazeteci de dikkat çekmiş: Milliyet’in Yazı İşleri Müdürü Hasan Yılmaer ve Neşriyat Müdürü Abdi İpekçi. Milliyet ve bilhassa Abdi ile 14’ler arasındaki yakınlık dikkati çekmiş. O kadar ki, Abdi’nin 14’lerin Basın Yayın Vekili namzedi olduğuna kadar varan dedikodular yayılmış. Gülünçtür. Abdi, bir seri yazı için Avrupa’ya gidip 14’lerle mülâkatlar yaptığına göre, dostluk ve yakınlık izahsız sayılmaz. Kaldı ki 14’ler parti kuracağız diyorlar. Böyle bir ihtimal olsa olsa, iktisadî görüşte sosyalizme kaydıklarını ifade eder. Ama İpekçi, bana üç beş gün önce, politikadan uzak duran gazeteci kalma kararını bizzat ifade etmiştir. Demek bunlar aslı olmayan rivayetlerden ibaret.
Bir nokta daha:
14’lerin çoğu Harp Akademilerinin parlak talebeleriydiler. Kaabiliyetli, uyanık askerdiler. Ben, yurt dışında rahat imkânlarla geçen günlerini değerlendirmelerini temenni ettim. Politikaya bulaştıklarına göre, hür ve ileri memleketlerde öğrenecekleri istifadeli olabilirdi. Bu arada vaktiyle yüzbaşı iken pek sevimli bir motosiklet sahibi olan Kabibay’ın bu kere bir Mercedes sahibi olarak yurda dönüşünü de memnuniyetle karşıladım. Ama diyeceğim bu değil. Bulgaristan’da arabası asfalttan beş kere dönüp hendeğe yuvarlanmış. Bir otobüs durmuş. İçinden üniformalı bir adam inmiş, yanına gelmiş ve Türkçe sormuş:
- Siz Orhan Kabibay değil misiniz?
Onun tâlimatı ve otobüs yolcularının gayretiyle Mercedes hendekten çıkarılmış. Bulgaristanda geçen ve Kabibay’ın kolayca teşhis edildiğini (belki de takip edildiğini) gösteren bu hâdise üzerinde bütün 14’lerin ehemmiyetle durmalarını temenni ederim.
Bir husus daha:
Kabibay’ı ziyarete koşanlardan sadece ikisi var: Kadri Kaplan ve Suphi Karaman.. Bu adet biraz daha yükselebilir. Ama ziyaretçiler arasında Ataklı, Tunçkanat, Çelebi gibi isimlere rastlayamazsınız. Sebebi mi? Bir başka zaman onu da konuşuruz.
Yeni Sabah, Sabiha Deren, 15 Temmuz 1962.
14’lerin Elçileri giderken
Bir sabah, gazetelerinizde iri puntolarla okudunuz: <<Ondörtlerden Kabibay dün gece iznini geçirmek üzere yurda geldi>>… Bugün gidiyor. Türkiyede geçirdiği iki haftaya izin veya istirahat demek, biraz tuhaf olur. Kabibay bir memlekete temaslar yapmak üzere gelmiş elçi gibiydi. Geldiği zaman bahsetmiştim, gidişinde de müsaade ederseniz üç beş lâf edeyim.
Bir defa, Kabibay Türkiyeye nasıl geldi? Hani gelirler, gelemezler diye bir sürü lâf ediliyordu, sualinin cevabını verelim: Bazı arkadaşlariyle birlikte o da senelik iznini Türkiyede geçirmek istediğini, bağlı olduğu Hariciye Vekâletine bildirmişti. Cevap, iznin Temmuzdan sonraya bırakılması şeklinde çıktı. O da Temmuz’un birinci günü, yeni bir muameleye lüzum görmeden çıktı, geldi.
Geldi ve Allah için, memlekette hemen herkesten hüsnü kabul gördü. Bunu herhalde kendisi de teslim eder. Aslında iyi kabulden de öte giden bu karşılanışa geçmeden önce, küçük bir parantez açalım.
Kabibay’ın Gürsel’den, Sarıyer’in meşhur Hür Sosyalist Parti Liderine, muvazzaf bir kumandan olan Nuri Hazer’den, gazeteci Müşerref Hekimoğlu’na kadar geniş bir sahayı kaplayan temasları meyanında iki husus dikkatlerden kaçmadı.
a) İnönü, bir ihtilâl devrinin bâkiye hesaplarını da görmek zorunda bulunan bir Başvekil sıfatiyle, başında bulunduğu Hükûmetin polisleri tarafından takibi lüzumu hissedilen Kabibay ile görüşmedi. Ne o, ne de 14’lerin elçisi herhangi bir randevu talebinde bulundular. Hükûmet bu mevzudaki sondajı, Hariciye Vekili ile Kabibay’ın görüşmesi sırasında yapmaya çalıştı. Bu görüşmeden sonra ben, Feridun Cemal’de, iknâ edilmiş, mevcut endişelerin yersiz olduğu kanaatine varmış bir hal sezer gibi oldum. Ama Kabinede verdiği izahat ile Hükûmet arkadaşlarını ve Başvekilini de iknâ edip etmediğini elbette bilemem.
b) Kabibay ile temas etmemeleri dikkat çeken ikinci bir grup, bir kısım temelli senatördü. Ben size ilk gününden, bu kısmın Kabibay’la görüşmekten kaçınacağını söylemiştim. Yanılmışım. Zira bunlar, eski arkadaşlariyle görüşmek isteğini ortaya koydular ve <<Vaktim yok, kusura bakmasınlar>> diye bir cevap aldılar. Neticede görüşme vâki olmadı. Ve Kabibay iki haftalık ziyareti sırasında, temellilerden sadece yedisini ihmal etmiş oldu. Hangileriydi merak eder misiniz? Söyleyeyim: Onca meşhur sacayağı, yani ihtilâl hazırlık komitelerine Kabibay’ın tavassutuyle girmiş üç havacı. Ataklı, Tunçkanat ve Çelebi. Ve şu dört isim: Acuner, Aksoylu, Kuytak, Özkaya. Ben bu görüşme de olsun isterdim. İki sebeple: Biri temellilerin Kabibay ve Baykal’a ne diyeceklerini merak ettiğim için. İkincisi de, şu veya bu sebeple siyasî vasatta düşman kardeşlerin mevcudiyetinden artık kurtulmamız gerektiğine inandığım için.
Evet, bunların dışında Kabibay, istedikleriyle konuştu, isteyenlerle konuştu ve dün akşam temaslarını tamamlamış oldu. Bu sabah yine arabasiyle Brüksel’e doğru yola çıkacağını öğrendim. Fısıltı’nın devamlı okuyucusu olduğunu öğrendiğim Kabibay, umarım ki yolda şu satırları da okuyacaktır. İsterseniz bunu bir Kabibay – Deren mülâkatı addedebilirsiniz. Zira şuradan itibaren ben, Brüksel’e doğru yol alan şık Mercedes’in içindekilere hitap ediyorum.
Söylemekten ziyade, dinlemek, görmek, öğrenmek için geldiğiniz belliydi. Giderken de umduğundan fazlasını bulmuş, fikirlerine ve arkadaşlarına itimadı biraz daha artmış, kararı kat’îleşmiş bir haliniz vardı. Çünkü kimi görseniz <<Gelin, memleket sizi bekliyor>> diye boynunuza sarıldı, değil mi? Cin gibi genç adamlarsınız. Umarım ki, bir müddet, uzağında kaldığınız memleketinizin bir itimad ve emniyet buhranı içinde olduğunu ve bir yandan statükoyu muhafaza etmeye çalışanların, bir taraftan da muhtemel hâdiseleri kollama endişesini beslediğini farketmişsinizdir. Gördüğünüz alâkayı bu zaviyeden de değerlendirmeyi herhalde ihmal etmeyeceksiniz, etmemelisiniz.
Konuştuklarınızdan hiçbirine, yeni bir ihtilâl ümidi vermediğinizi, hattâ ihtimallerin bu en tehlikelisine bel bağlamaktan hâlâ kurtulamayanlara rastladıkça, kuvvetli mantık ve delillerle onları, demokrasinin tek çıkar yol olduğuna inandırmaya çalıştığınızı, uzaktan takip ettim. Şu satırlarda size sempati duyan bir hava varsa, sebebi budur. Biz sizi vaktiyle askerî bir dikta idaresinin taraftarları olarak tanıdık. Tanıtanlar size, bizden çok daha yakın kimselerdi, biliyorsunuz. Ve en güzeli, bu nokta üzerinde durmamak ferâsetini gösteriyorsunuz.
Bende hâsıl olan bu intibaı, Türk umumî efkârında sağlam bir kanaat haline getirmek için elinizden geleni yapınız. Bunun için de bir an önce siyasî, iktisadî, içtimaî prensiplerinizi, aktüel meseleler hakkındaki görüş ve tekliflerinizi ortaya koyunuz. Zira bugünün Türkiyesinde meçhuller, hoş ve câzip sürprizlere gebe görünmemekte, milleti ürkütmektedir.
Her Türkün kulağına haykırmak istediğim şu cümleyi, sizden rica ederim Brüksel’deki arkadaşlarınıza da ulaştırınız: <<Peşin hükümlerden, şahsî duygulardan ve en iyisini ben bilirim zaafından kurtulmadan, lütfen âmme işlerine karışmayınız!>>
Şu veya bu düşünceyle, sempatik veya antipatik tavırla, bilin ki herkes dönüşünüzü beklemektedir. Biz de bekleyenler arasındayız. Ama <<Hoş geldiniz>> diye sevinmek veya <<Gelmez olsaydınız>> diye haykırmak için açık ve samimî (ve lütfen kıraathane politikası alışkanlıklarından uzak) programınızı bekleyenlerden…
ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR
Vatan, Ş. Süreyya Aydemir, 10 Temmuz 1962.
14 Vatandaşımız Var!
14 vatandaşımız var. Bu vatandaşlar arkalarında 27 Mayıs ihtilâlinin şeref ve mesuliyetlerinden kendi paylarına düşeni taşımaktadırlar. Fakat 13 Kasım 1960 ta, bu ihtilâli yürüten Millî Birlik Komitesinin kendi yapısında meydana gelen bir değişiklik ihtilâl komitesinin bu 14 üyesini komite kadrosu dışında bırakmıştır. İhtilâl organının bir kanunu ile de bu genç ihtilâlciler 2 yıllık bir süre için yurt dışı görevlere gönderilmişlerdir. İşte 13 Kasım 1960 olayından sonradır ki komite dışı bırakılan, ordudan emekliye ayrılan ve yurtdışına gönderilen bu genç ihtilâlciler, basında ve siyasî edebiyatımızda 14 ler olarak anılırlar. Bu 14 ler konusu, şimdi gene aktüeldir, sahnededir.
Biz gerek bu sütunlarda, gerek diğer yazılarımızda, 27 Mayıs ihtilâlinin izah ve tahlilini kendi açımızdan vermeye çalıştık. Bu ihtilâlin gelişmelerini, şansını ve şanssızlıklarını, kendi görüşümüze göre ve elbette ki mutlak bir hakikat dâvâsı gütmeden işlemeye gayret ettik. Bu sebeple aynı konulara bu yazıda dönmeyeceğiz. Bugün ifadelerimizi sadece 14 ler üzerinde toplamaya çalışacağız.
Evvelâ şunu belirtelim: Bu 14 vatandaşımız genç eski askerlerdir. Kaderleri 27 Mayıs ihtilâlinin kaderine sıkı sıkıya bağlanmıştır. Mesleklerini, istikballerini, tereddütsüzce bir ihtilâlin terazisine atmışlardır. Alınlarında iyi başarılmış bir ihtilâlin hâlesini taşımaktadırlar. Fakat ne var ki bütün ihtilâller gibi 27 Mayıs ihtilâli de başladığı yerde bitmemiştir. Genç bir ihtilâlci kadronun tükenmez enerjisi ve potansiyeli ile, ihtilâlin daha ilk günden sınırladığı belirli hedefler arasında ister istemez bir çatışma başlamıştır.
Bu çatışmada, başta sayın Gürsel olmak üzere bir kısım üyeler, ihtilâlin vadettiği hedeflere sadık kalmak, yeni bir Anayasa, yeni bir seçim kanunu ve serbest seçimlerde iktidarı bir an evvel kazanan partiye terketmek yolunu savunmuşlardır. Şimdi 14 ler kadrosu içinde kalan diğer bir kısım üyeler ise, 27 Mayıs hamlesini süreli bir inkılâp hamlesine yöneltmek, bu yönde Atatürk ilkelerini de geniş ölçüde yorumlayarak, aslında tamamlanamadığını savundukları Atatürk inkılâplarını tamamlamak, hattâ büyük ölçüde reformlar, organizasyonlarla Türk toplumunun hayat ve kaderini yeniden yoğurmak eğilimini göstermişlerdir.
Milli Birlik Komitesi içinde çarpışan, fakat sayın Gürsel’in tabiri ile birer meydan muharebesi manzarası alan bu çatışmaların, ergeç taraflardan birinin siyasî sahneden çekilmesi ile sonuçlanması mukadderdi. Nitekim öyle oldu. Meşruiyet taraftarları diyebileceğimiz ve başlarında sayın Gürsel’in bulunduğu grup ihtilâlin çerçevesini genişletmek, süresini uzatmak ve onu bir millî inkılâba yöneltmek yani uzun vadeli bir dikta rejimine götürmek isteyen grubu safdışı bırakabildi. İşte 14 lerin asıl hikâyesi de ondan sonra başladı.
Fakat 13 Kasım olayına hemen öncülük eden bir tören konuşması vardır ki, bizce 27 Mayısı takibeden devrenin en ilgi çekici beyanlarından biridir. Bu da sayın Gürsel’in, İstanbul Harp Akademisindeki diploma törenindeki nutkudur. Bu nutkunda Gürsel, yeni kurmaylara hitabederek <<Ordunun hasta olduğunu, bir ordunun siyasete karışmasının ancak hüsran ve izmihlâl getireceğini, ihtilâli yapan arkadaşlarının ilk fırsatta kıtalarına dönmeleri gerektiğini, kıtalarına dönerken de arkalarına bakmamalarını ve karıştıkları olayları unutmaları lâzımgeldiğini>> kesin bir dille açıklamıştır. O zaman, Ankarada çıkan bir başyazıda da incelediğimiz bu nutuk, Millî Birlik Komitesi içinde önemli gelişmelerin kaynaştığını ve eğer bu gelişmeler sayın Orgeneralin dilediği istikamete yönelemezse bazı parçalanmaların mukadder olduğunu belirtiyordu. Nitekim öyle oldu.
Şimdi 14 lerin bir kısmı yurda dönmüştür. Mantıkın emrine göre ya siyaset dışı kalmak, ya partilere girmek, ya bir parti kurmaktan başka bir işleri yok gibi görünen bu şahsiyetlerin etraflarında çeşitli yorumlar yapılmaktadır. Kendileri de her gazetede bir başka türlü akseden beyanlarda bulunmaktadırlar. Hele bu genç şahsiyetlerin 22 Şubat olayına karışanlarla, daha Millî Birliğin ilk günlerinde işbirliği edilen bazı sivil elemanlarla devamlı temasları, kendileri üzerine dikkati fazlasıyle çekmektedir. İşte bu görüşmelere göre belirtilmesinde fayda gördüğümüz bazı noktalar var ki bunları diğer bir yazımızda özetlemeye çalışacağız.
SEFALETİMİZE YUKARIDAN BAKAN HARİCİYE MEMURU
Vatan, Ş. Süreyya Aydemir, 13 Temmuz 1962.
Bize iltihak ediniz [özet]
Bunların içlerinden bir kısmı 27 Mayıs ihtilâlinin köklerini, hazırlanışını, başarılışını kendi görüşlerine göre başka başka anlatarak, bizzat ihtilâlin ve ihtilâlci kadronun yapısı üzerinde muhtelif anlayışların doğmasına imkân vermişlerdir. Hattâ bu arada, bu hazırlığın başlarını 1942 yıllarına, yani ikinci dünya harbinin en kritik yıllarına kadar çıkaran olmuştur.
Bir kısım gazeteciler yurda gelen iki eski MBK üyesinden, sözcülük ve temsilcilik durumunda görünen Orhan Kabibay’a bu konuda sualler sormuşlardır. Kabibay’ın cevabı şudur: <<Biz her şeyden evvel müstakil siyasî bir hareketi esas tutarız. Memleketin refahı, kalkınması ve huzuru için müstakil bir görüşümüz var. Bizim herhangi bir partiye iltihakımız düşünülemez. İsteyen bize iltihak eder.>>
Bu cümlelerde, millet muvacehesinde sivrilmiş ve bir ihtilâlin öncüleri arasında yer almış bir insanın gururunu ve kendine inanışını görüyor ve bunu tabii sayıyoruz. Bu görüşüm dışında ise, ifade edilen ruh hali kısaca şudur: <<Biz kimsenin peşinden koşmayız. Hiçbir mevcut teşekküle katılmayız. Siz bize iltihak ediniz!>>
Fakat asıl mühim olan bu ifade de değildir. Mühim olan şu cümledir: <<Memleketin refahı, kalkınması ve huzuru için müstakil bir görüşümüz var.>>
Bu sözler iddialıdır. Cesur ve pervasızdır. Demek bu genç vatandaşlarımızın memleketin istikbali hakkında hazır programları var. Demek onlar dış ülkelerde geçen günlerini tarihin sayfalarına, fikrin hazinelerine, tezlerin, nazariyelerin, doktrinlerin karışık problemlerine vermişlerdir. Böylece çağımızın dünya tarihinde benzeri olmayan gelişmelerine dalıp derinleşmiş olacaklardır ki, şimdi halka ifşâ edilmeyen, fakat tatbik edildiği zaman memleketi kalkınmaya, refaha, huzura ulaştıracak olan tılsımı bulmuşlardır.
O halde bekleyelim. Bir gün bu tılsım kendileri tarafından elbetteki halk efkârına açıklanacaktır. Fakat gönül isterdi ki; bu kadar tılsımlı bir sır, bu kadar muazzam bir fikir hamlesi ile memlekete dönen bu genç ve sempatik vatandaşımızın omuzları taşıdığı fikirlerin hamlesi altında biraz eğilmiş olsun. Halbuki onun gazete fotoğraflarındaki pozlarında, zengin memleketlerde rahat bir hayat yaşayan ve dolu bir bagaj, pahalı elbiselerle yurda dönüp, sefaletimize yukarıdan bakan bir hariciye memurunun hali var.
Sayın Kabibay’ın bu dostça ve iyi niyetli görüşümüzü müsamaha ile karşılayacağını umuyor ve eğer bu görüşümüz yanlışsa sözlerimizi şimdiden geri alıyoruz.
M. FAİK FENİK – SAĞ CENAHTAN DENÎ BİR YAZI
Son Havadis, M. Faik Fenik, 15 Temmuz 1962.
Şu 14 ler Muamması!
14 lerden iki şahıs, biri Brüksel’den, diğeri Tel-Aviv’den kalkarak mezuniyetlerini geçirmek üzere Türkiyeye geldiler. 10-15 gün çeşitli temaslarda bulundular. Basın toplantıları yaptılar. Demeçler verdiler. Bazan da vermek istemediler. Sonra yine verdiler. Ve nihayet bugün ikisi beraber bir Mercedes otomobili ile Brüksel’e gidiyorlar… Bu turistik gezilerinde yolları açık olsun.
Türkiyede bulundukları müddet zarfında ne yaptılar, bilemiyoruz. Hoş, bilmek için de bir gayret sarfetmiş değiliz. Sarfetsek de anlamaya imkân olmadığını takdir ediyoruz. Yalnız gazetelerin yazdıklarından öğrendiğimize göre, güya burada nabız yoklamışlar. Şimdi gidip Brüksel’de, Temmuzun 18 inde bütün 14 lerin iştiraki ile yapılacak bir toplantıda bulunacaklarmış: ve orada bir karar alacaklarmış.
Ne toplantısı? Ne kararı? Memur statüsüne dahil olan kimselerin kendi aralarında bir dış memlekette konferans aktedip de, merkezin bilgisi dışında kararlara vardıkları görülmüş, işitilmiş şey midir?
Zâhir, bu memlekette yerleştirilmeye çalışılan şu demokratik nizamın kaderinde bu da varmış!
Biri Kanada’dan, biri Yeni Delhi’den, öbürü Tokyo’dan, başkası Madrid’den, öbürleri dünyanın diğer uçlarından kalkıp bunca masraf ve zahmet ihtiyar ederek toplantılar tertip edebilirler, demeçler verebilirler ve kararlar alabilirlermiş!
Bu iki şahsın izinlerini geçirmek üzere memlekete geldikleri sırada da böyle şeyler olmadı mı?
Acaba sayın Dışişleri Bakanımız, bazı büyükelçilerin veya konsolosların, ataşelerin mezun da olsalar Avrupanın bir şehrinde kendi kendilerine bir konferans aktedeceklerini ve bir takım kararlara varacaklarını duysa ne der? Biz bu noktayı da pek merak ediyoruz.
Her ikisinin memlekette bulundukları müddet zarfında yaptıkları temaslar da dikkate şayandır. Müşavirlerimizi burada açıkça siyasî beyanlarda bulunmuşlardır. Siyasî bir takım temaslar yapmışlardır. Ve, ileride her şeyin açıklanacağını, beyan ederek yine siyasî hareket halinde olduklarını işrap etmişlerdir. Hattâ parti kurmak gibi bir arzudan bahis açmışlardır. Bu meyanda CHP den bir heyet kendilerine iltihaka dâvet için müracaatta bulunmuş ve anlaşılan henüz Brüksel toplantısı yapılmadığından bir karara varılamamıştır.
Bir memur, vazifesinden çekilmeden politik faaliyetlerde nasıl bulunur? Bunu da anlamaya pek imkân yoktur.
Gerçi, vaktiyle çıkarılan bir kanun 14 lerin iki seneden evvel memlekete dönemiyeceklerini âmir bulunmaktadır. Bir müsamaha ile kendilerine izin çıkarılmıştır. Fakat iki sene sonra da memlekete dönebilmeleri, dış diyarlardaki vazifelerinin nihayet bulması mı demektir? Yoksa merkeze gelecekleri zaman, Hariciyede teamül olduğuna göre, yerlerine başkaları mı tâyin edilecektir. Elbette bu müşavirlikleri memleket menfaatleri bakımından kat’î şekilde lüzumlu görülmüştür ki, ihdas edilmiştir. Yoksa, adama göre iş icat olunmamıştır. Hazinenin yüzbinlerce dolar ve dövizin bir şahıs politikası yüzünden çarçur edilmesine muhakkak ki kimse rıza göstermemiştir. Böyle olması lâzımdır. Öyle denmiştir. Muhakkak ki öyle hareket edilecektir.
Diğer taraftan, bu şahıslar Türkiyede bulundukları müddet zarfında sayın cumhurbaşkanı ile de yarım saatlik bir mülâkat yapmak şerefine nail olmuşlardır. Görüşme arzusunun da hangi taraftan geldiği, gazetelerde çıkan beyanlardan pek açık olarak anlaşılamamıştır.
Yalnız sayın cumhurbaşkanı, bu hususta gazetecilerin vâki suallerine karşı, bu şahısların kendisine dış memleketlerdeki mücadelesini anlattıklarını beyan buyurmuştur.
Deş memleketlerdeki mücadeleler?
Mücadele nedir? Bir memur, bir müşavir vazifesini yaparken mücadele mi eder? Ve sonra ne mücadelesi yapar? Müşavirin mücadele ile uzaktan, yakından bir ilgisi olmamak lâzımdır. Çünkü istişare ile mücadele arasında büyük bir mâna farkı vardır.
O halde, ya bu mücadele sözü, gazeteci arkadaşlarımızın dikkatsizliği yüzünden gazetelere yanlış aksetmiş, yahut ki, vaktiyle bizim bilmediğimiz, künhüne varamadığımız bir mücadele vazifesi de bu şahısların uhdelerine tevdi olunmuştur.
Dışişleri Bakanımızın bu noktayı herhalde aydınlatacağını ümit ederiz ama, aksi gibi, şimdi Meclis de tatildir. Belki de sayın Erkin, bu mücadelenin mahiyetini gazetecilere veya ajansa açıklamayı memleket menfaatlerine uygun görmeyip, sükûtu tercih edecektir.
Bütün bunlara bakıp, bu açık rejimde şu 14 ler meselesinin içyüzünü bir türlü kestirmeğe, anlamaya muvaffak olamıyoruz.
Bizim gibi birçokları için de bu iş muamma olmakta devam ediyor… Hele bakalım, şu toplantı yapılsın, bir karara varılsın, elbette bir haber sızacak ve bu muammanın düğümü çözülecektir.
İLLA SORUŞTURMA
Gece Postası, 18 Temmuz 1962.
14’ler Hakkında Soruşturma!...
14 lerin bugün Brüksel’de yapacağı toplantı ile ilgili olarak Dışişleri Bakanlığınca soruşturma açılmıştır. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan 14 lerin rastgele görevlerinden ayrılarak izinsiz toplantılar tertipliyemeyeceklerini belirtmektedirler. Bu konuda Dışişleri Bakanlığı Brüksel Büyükelçiliğinden bilgi istemiştir.
İLHAN SELÇUK
Cumhuriyet, İlhan Selçuk, 19 Temmuz 1962.
Ondörtler
Bir Ondörtler efsanesi dolanıyor dillerde… Kimdir, nedir, ne yapmak istiyor bu Ondörtler?
İlk bakışta göze çarpan manzara: Ondörtler 1962 Türkiyesi için belki göründüğünden çok kuvvetli, belki göründüğünden çok zayıf, ama hâlâ aktüel ve gazetelerin mutena köşelerinde mevki sahibi bir ekip olmağa devam etmektedirler.
Ondörtlerin reformist fikirler taşıdığını belirterek yarınki Türkiyenin siyasi hayatında kendilerine büyük şans tanıyanlar var. Bu reformist fikirler sözünün geniş çerçevesi içine çok şeyler girer. Zaten Ondörtler efsanesinin gittikçe dalbudak salmasının bir sebebi de budur. Bizim memlekette insanlar, bilmedikleri kelimelerle iyice tanımadıkları derhal mimlemek alaturkalığına müptelâ olduklarından, Ondörtler hakkında söylenmedik lâf kalmamıştır.
Bu fıkramızda Ondörtlerin ne olduğunu araştıracak değiliz. Cemiyet hayatında birtakım değişiklikler yapmak istedikleri muhakkak. Ve aslında Türkiyenin de değişikliğe ihtiyacı olduğu muhakkak.. Türkiye bugün öyle dâvalarla karşı karşıyadır ki, içinde yaşadığımız durumu dondurmak isteyen hiçbir idare uzun müddet ayakta duramaz. Nüfus infilâkinin hızı ve bunun zıddına istihsal nizamının yavaşlığı, gittikçe uyanan yığınlar, baştaki iktidarları ya reforma götürecek ya da direnmekte devam edenleri çürütecektir.
Bu bakımdan Ondörtlerin reformist fikirleri ile Türkiyenin ve dünyanın tarihî istikameti arasında bir paralel kurulabilir. Hattâ bu yönden Ondörtlere yeni bir şans tanıyabiliriz. Ancak…
Tarihî ve sosyal gidiş yönünde bir tavır takınmak, insanları başarıya götüren tek sebep değildir. Tarihî gidiş yönünde bir yol seçmek muhakkak ki akılcı ve gerçekçi ilk adımdır. Ama içinde bulunduğu şartları iyi hesaplıyamayan, metodlarını bu şartlara göre düzenliyemiyen kimselerin, şartlar kendilerinden yana olduğu halde, oyunu kaybettikleri az görülmüş şeylerden değildir.
Ondörtlerin bir parti kuracakları ve siyasi hayata atılacakları rivayetleri ortalıkta dolaşmaktadır. Açıkça söyliyelim ki, bugüne kadar söz ve davranışlariyle Ondörtlerin hepsinin iyi birer taktikçi oldukları, kütleleri peşlerinden sürükliyecek birer cerbezeye sahip oldukları kolaylıkla iddia edilemez. Üstelik siyasî partiler ortamında karşılaşacakları kuvvetler demagojinin her türlüsünü kullanmaktan çekinmiyen, halkın geleneklerini sömürmekten çekinmiyen pervasız kimselerdir.
Bu kuvvetler bu ülkeyi yıllarca idare etmişlerdir. Hem ne pahasına?.. Bu vatanı çöl haline getirmek pahasına, milyarlarca dolar borca boğmak pahasına, Atatürk devrimlerini satmak pahasına, bu vatanın insanlarını karanlığa gömmek pahasına… Hâlâ da aynı idarenin politikasında pazarlıkların sonu gelmemektedir.
Şimdilik demokratik düzen içinde bunları yenmek belki imkânsız gibi görünmektedir.
Ama bir büyük sabrın, bir büyük mücadelenin ağırlığını göze alamıyanlar, oyunu baştan kaybetmiş sayılırlar.
Bunun için Ondörtler, atacakları adımları iyi hesaplamalıdırlar. Acaba tarihin ve biraz da tesadüfün omuzlarına yüklediği büyük sorumluluğu taşımak gücünü gösterecekler midir? Yoksa kısa vâde içinde kaybolup gidecekler midir?
Bu sorunun cevabını olaylar verecektir. Herhalde biz çirkin politikacılara bile kredi tanımak zorunda kaldığımız şu politik ortamda, Ondörtlerin müspet adımlarını yürekten destekliyeceğiz.
EKSPRES GAZETESİ
Ekspres, 20 Temmuz 1962.
14’ler her fedakârlığa hazır. [Tam sayfa manşet]
Attila Karsan Brüksel’den bildiriyor.
Brüksel, 20 (Telefonla) - Attila Karsan Brüksel’den bildiriyor. Dün burada istişari mahiyette bir toplantı yapan 14’lerden 11’i bu sabah tekrar istişari toplantılarına devam etmişlerdir. Alparslan Türkeş ile Muzaffer Özdağ’ın yol uzaklığı, Mustafa Kaplan da rahatsız bulunması sebebiyle dolayısiyle henüz gelememişlerdir.
Bu sabah saat 9 da Konsolosluğa gittikten sonra dönüşünde istişari toplantıya katılan Orhan Kabibay, bir ara verilen istirahat sırasında gazetemize hususî olarak şu beyanatı vermiştir:
Toplantıda arkadaşlarıma Türkiye hakkındaki intibalarımı anlattım. Büyük bir memnuniyet ile karşılandı. Hayırlı bir hareketin eşiğinde olduğumuzu zannediyoruz. Gayemiz sevgili vatanımızın daima iyi gümler geçirmesi ve özlenilen mutluluğa kavuşmasıdır. Bunun için her türlü fedakârlığı göze almış bulunuyoruz. Daima Türk milletinin hizmetinde olacağız.
Toplantının başladıktan sonra bir hafta kadar devam etmesi beklenmektedir.
Ekspres, 21 Temmuz 1962.
14’ler Pazartesiye toplanıyor. [Tam sayfa manşet]
Türkeş, Özdağ, Kaplan yarın akşam Brüksel’de bekleniyor.
Hususi surette giden arkadaşımız Attilâ Karsan yazıyor.
Brüksel, 21 - Saat 9 da Brüksel’in tramvay istasyonlarından biri olan Gar de Midi’de tramvay’ın vatmanı ile artık dost olduk. Her sabah ya ben, ya o birkaç dakika birbirimizi bekliyoruz. Sonra da İstanbul’da tarihe karışan tramvay’ın kampanasını çala çala Avenue Adolf Bryl’e doğru ilerlemeğe başlarız. Avenue Adolf Bryl ve Petit hiç şüphesiz ki, Brüksel deyince benim aklıma daima gelecek iki isimdir. Çünkü biri Petit Cok’un 2 numaralı odası, benim Brüksel’deki gazetem, evim herşeyim. Diğeri ise yani Avenue Adolf Bryl, 14 lerin lideri Orhan Kabibay’ın evi idi.
Evet saat 9 dan itibaren Avenue Adolf Bryl’deki 160 numaralı evin 2 numaralı dairesinin zili çalmağa başlar. Solmazer’ler, Esin’ler, Köseoğlu’lar, Akkoyunlu’lar akın etmeğe başlarlar. Bu dairede hep memleketten söz açılır. 21 ay nerede ise bitecek, 22 ay başlayacak, kolay mı?.. Vatan hasreti bu…
Akrep ile yelkovan birbirini kovalar. Bayan Kabibay’ın hazırladığı sofra unutulur. Askerlik hatıraları anlatılır. 21 ay yaşadıkları yerlerden söz açılır. Sonra yine memleket konularına dönülür. Herkes unutmuştur saati. Sofra yine hazırlanmış ve artık gözler mahmurlaşmaya başlamıştır. Boşalmaya başlayan 2 numaralı dairede bir gece daha bitmiştir. Brüksel’de ve yine Petit Cok’un 2 numaralı dairesinde bir gün sonra İstanbul ile yapacağım telefon konuşmasının hazırlıklarına girişir ve yine kapının vurulup Eskpres’den arandığımın haberini beklerim.
***
Brüksel’de bulunan11 eski MBK üyesi dün sabahtan itibaren başlayan istişari mahiyetteki toplantılarına devam etmektedirler. İstişari toplantıda, Alparslan Türkeş Muzaffer Özdağ ve Mustafa Kaplan’ın toplantıya katılabilmeleri için esas toplantının Pazartesi günü yapılması kararlaştırılmıştır.
Ekspres, 22 Temmuz 1962.
14’ler tarihi kararlar alacak. [Tam sayfa manşet]
Dün gece geç vakit burada istişari mahiyette toplantılar yapmakta olan 11 eski MBK üyesi adına Orhan Kabibay’a Bombay’da bulunan Alparslan Türkeş’ten bir telgraf gelmiştir. Türkeş, telgrafta, geciktiğinden dolayı özür dilemekte, buna sebep olarak bazı ailevi meseleleri ileri sürerek, en kısa zamanda Brüksel’de yapılacak olan toplantılara geleceğini bildirmektedir.
Ayrıca dün Tokyo’da bulunan Muzaffer Özdağ da Orhan Kabibay’a bir mektup yazarak ilk fırsatta toplantılara katılacağını bildirmiştir.
Türkeş’in geleceği haberi burada bulunan 14 ler arasında büyük bir memnuniyet uyandırmıştır. Zira, Türkiye’de eksik bir kadro ile başlayan istişari mahiyetteki toplantılar dolayısı ile 14 ler arasında ikilik olduğu yönünde söylentiler çıktığı haberi gelmektedir. Bu telgraf ve mektup bu şekilde söylentilerin doğru olmadığını ortaya koyması bakımından çok önemli addedilmektedir. Mustafa Kaplan’dan ise henüz kesin bir haber gelmemiştir. Hasta bulunan Kaplan’ın sıhhi durumu buradaki arkadaşları tarafından merak edilmektedir.
Bu konularda bu sabah kendisi ile konuştuğum 14 lerin lideri Orhan Kabibay <<Türkeş ve Özdağ’dan gelen haberler aramızda ikilik olmadığını ortaya koyan ve bu yoldaki söylentileri tekzip esen en güzel bir hâdisedir. 14 ler arasında ikilik yoktur. Tam bir tesanüt vardır.>> demiştir.
Toplantı yarın sabah başlayacaktır. Türkeş ve Özdağ geldikleri vakit toplantılara iltihak etmiş olacaklardır. Ayrıca Mustafa Kaplan ile de temas temin edilmeğe çalışılmaktadır.
Ekspres, 23 Temmuz 1962.
14’ler bu sabah toplandı. [Tam sayfa manşet]
Bu sabah saat 10.00 da Brüksel’in tenha bir semtindeki bir pansiyonda 11 kişinin iştirakiyle 14’lerin tarihî toplantısı başlamış bulunuyor.
Alparslan Türkeş, Mustafa Kaplan ve Muzaffer Özdağ’ın bu akşam ya da yarın sabah Brüksel’e gelmeleri bekleniyor. Gelir gelmez derhal toplantılara katılacaklar.
Tarihî toplantının yapıldığı pansiyona civar odaların hepsi boşaltıldı. Pansiyona giriş kapısına merak saikasıyla da olsa yaklaşanlara gayet nazikâne ihtarda bulunuluyor.
Hava gayet sâkin. Brüksellilerin çoğu sayfiye şehirlerine göç etmiş. Geri kalanlar da işlerinde güçlerinde.
Oysa bu sabahtan itibaren Brükselliler için belki de önem taşımayan fakat memleketimiz için büyük değeri bulunan bir toplantı şu anda başladı bile.
14’lerin sözcüsü Orhan Kabibay bu sabah toplantıya girmeden önce bana şunları söyledi:
<<Bu toplantıda Türkiye’nin geleceği hakkında önemli kararlar alacağız. Aramızda tam bir fikir birliği var. Bugün başlayan ve kaç gün süreceğini şimdiden kestiremeyeceğim toplantıda alınacak kararlar hakkında şimdiden bir şey söyleyemem. Fakat güzel Türkiyemizi yeni bir istikamete götürmek için her fedakârlığı yapmaya hazırız. Bu akşam sizinle tekrar görüşeceğimizi ümit ediyorum. Şimdilik hoşça kalın…>>
Ekspres, 26 Temmuz 1962.
14’lerin bir kısmı yurda geliyor. [Tam sayfa manşet]
14 lerin teşkil ettiği komiteler dün ve bu sabah da çalışmalarına devam etmiştir. Komiteler, detaylar üzerinde daha rahat çalışabilmek ve raporları en ince teferruata kadar hazırlayabilmek için Brüksel’in dışında çalışmaktadırlar. Bu akşama kadar komitelerin çalışmalarının sona ermesi ve üyelerin en geç yarın sabaha kadar Brüksel’e dönmeleri beklenmektedir. Zira yarın sabah 2. gündemli toplantıya başlanacaktır. Bu toplantıda hazırlanan raporlar müzakere edilecektir. Cuma veya cumartesi akşamı bir açıklama yapılması beklenmektedir.
14 lerin Türkiye’ye dönüp dönmiyecekleri her ne kadar bu açıklamadan sonra belli olacaksa da 10 Ağustosa doğru bazı 14 lerin Türkiye’ye dönmeleri beklenmektedir. Şimdilik hepsinin birden bazı ailevi sebepler dolayısı ile Türkiye’ye dönmeleri imkânsız görülmektedir.
Dün kendisi ile görüştüğüm 14 lerin lideri Orhan Kabibay şunları söylemiştir:
- Çalışmalarımız her geçen gün bizi biraz daha iyiye ve güzele doğru götürmektedir. Aslında bu çalışmaların mazisi aylarca evvel başlar. Önümüzdeki bir iki gün içinde sona erecek ve sizlere sevinçli haberler vereceğiz. Türkeş arkadaşımız da bir iki gün içinde aramızda olacaktır.
Öte yandan Brüksel’e geleceği haberi şayi olan Eminsular Derneği Genel Başkanından henüz hiçbir haber çıkmamıştır.
Ekspres, 27 Temmuz 1962.
Türkeş <<Aramızda ihtilâf yok>> dedi. [Tam sayfa manşet]
Türkeş nihayet dün Münih’e geldi. Telefonla Kabibay’a tayyarenin ancak yarın (bugün) Brüksel’e kalkacağını söyleyerek yarın (Bugün) 14 lerle beraber olacağını bildirdi.
Diğer taraftan Kaplan da hastahaneden çıktığını ve en geç Cumartesi akşamına kadar Brüksel’de olacağını telgrafla Kabibay’a bildirdi.
Dün kendisi ile konuştuğum 14 lerin lideri Orhan Kabibay bana:
<<Türkeş, yarın (bugün) burada olacak. Kaplan’ın da en geç Cumartesi akşamına kadar Brüksel’e geleceğini zannediyorum. Özdağ maalesef mesafe uzaklığı ve maddi sıkıntı yüzünden aramızda bulunamayacaktır.
Buna göre yarın (bugün) başlayacak olan ikinci gündemli toplantımızda biz 14’lerin 13’ü hazır bulunacak. Dün Türkeş Münih’ten telefon ile yarın (bugün) burada olacağını bildirdi, öyle zannediyorum ki saat 13’te aramızda olacak. Kaplan da telgraf ile hâlâ iyileşmediğini ve ızdırabı olmasına rağmen aramızda bulunmak için hastahaneden çıktığını ve en geç Cumartesi akşamı Brüksel’de olacağını bildirdi.
Bu arada iç komitenin detaylar üzerindeki çalışmaları sonuçlandı. Ancak , dışarıya bazı konular üzerinde çalışmak için giden bir iki arkadaşımız dönmedi. Onlar da en geç yarın (Bugün) burada olacaklar. Buna rağmen ikinci gündemli toplantımız yarın (bugün) saat 10. dan itibaren başlayacak.>> demiştir.
14’LER TAM BİR BİRLİK HAVASI İÇİNDE
Türkiye’de bazı sabah gazetelerinin 14’ler arasında ikilik çıktığı ve dağılıyorlar diye neşrettiği bir haber üzerine Kabibay <<Bu haber tamamen maksatlı çıkarılmaktadır. Biz hayatımızı Türk milletine vakfettik aramızda en ufak bir anlaşmamazlık yoktur. Gayemiz, Türk milletine tam mânâsıyla hizmet edebilmek için mükemmel bir şekilde hazırlanmak ve bundan evvel acısını çektiğimiz bazı eksiklikleri gidermektir. Çalışmalarımız bunun içindir, hiç birimizin şahsi bir kaprisi yoktur. Hiç birimizde sandalye kaygusu yok, gayemiz sadece ve sadece Türk milletine faydalı olabilmektir.>> demiştir.
TÜRKEŞ’İN GELİŞİ SEVİNÇ YARATTI
“Alparslan Türkeş’in bugün burada olacağı haber 14 ler arasında sevinç yaratmıştır. Brüksel’de bulunan 14 ler bu sabah Kabibay’ın evinde toplu oldukları bir sırada ziyaret ettim. Bana Kabibay, <<Türkeş ile ayrılık dedikoduları da böylece ortadan kalkmış oldu. Silâh arkadaşımız geliyor ve hep beraber aziz milletimiz için çalışmalarımıza devam edeceğiz.>> dedi.
Kabibay’a bulunduğumuz son günler içinde devamlı olarak Türkiye’de Türkeş ile aralarında fikir ayrılıkları olduğuna dair söylentilerin dolaştığını ve bunun ne dereceye kadar doğru olduğunu sorduğumda bunları kat’î surette red eden Kabibay bu sabah yukarıdaki sözlerine ilâveten, <<Sizin bazı tereddütlerinizi dün telefonla Türkeş’e söyledim. Türkeş buna sadece güldü ve aramızda asla bir ihtilâf yok dedikten sonra şu anda silâh ve fikir arkadaşları arasında olmayı iple çekiyorum demekle yetindi.>> demiştir.
Ekspres, 28 Temmuz 1962.
14’lerin tutumunu hükûmet inceliyor. [Tam sayfa manşet]
Hükûmete yakın çevrelerden öğrendiğimize göre, 14’lerin hareketleri ilgiyle takip edilmektedir. Kendilerinin son aylar zarfındaki tutumlarının bir mahzur taşıyıp taşımadığının üzerinde durulduğu da belirtilmektedir.
Bu arada 14’lerden Orhan Kabibay ile Rifat Baykal’ın izinli olarak yurda geldiklerinde siyasî bir takım temaslar yaptığı ve bir parti kurmak için faaliyet gösterdiklerine dair söylenenler de ele almış bulunmakta, <<memlekete hele bir dönelim de bakarız. Parti mi kuracağız yoksa ihtilâl mi yaparız o zaman kararlaştırırız>> sözü ile <<27 Mayıs hareketi hedefine varmamıştır>> sözü incelenmektedir. Gerektiği takdirde bu yönden bir tahkikat açılacağı ileri sürülmektedir.
Öte yandan Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin dün gazetecilerin sorularını cevaplandırmış: <<14’lerin Brüksel’deki toplantılarının tamamen siyasî olduğunu, kendilerinin bakanlıktan izin almadıklarını>> söylemiş ve <<gerekirse haklarında Memurin Kanununun ilgili hükümleri uygulanacaktır.>> demiştir.
TÜRKEŞ DE TOPLANTIYA KATILDI
14’lerin gündemli toplantıları Alparslan Türkeş’in de iştirâkiyle başlamış bulunuyor. Mustafa Kaplan’ın bu akşam Brüksel’e vasıl olması bekleniyor. Haklarında çıkan çeşitli şayiaları kesin surette yalanlıyorlar. İnkılâpçı Sosyalist Parti kuracakları şeklindeki habere de üzüldüler. Bunun tamamen asıl ve esastan uzak olduğunu belirttiler.
Kendileriyle ayrı ayrı yaptığım temaslarda 14’ler arasında tam bir fikir birliği bulunduğunu belirttiler. Nitekim nu hususu Orhan Kabibay da teyit etti ve bana şunları söyledi: <<Tam bir fikir birliğine sahip olduğumuzu her fırsatta belirtmiştim. Gene söylüyorum, aramızda fikrî bir ayrılık kat’îyen bahis konusu değildir.>>
Gündemli toplantılara şimdi Türkeş de katılmış bulunmaktadır. Toplantının yarın biteceği ümid edilmekte, bir deklârasyonun yayınlanması beklenmektedir.
Ekspres, 29 Temmuz 1962.
Kabibay’ın telgraf ile ifadesi istendi.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Brüksel Büyükelçiliğine bir telgraf çekerek, 14 lerden Orhan Kabibay’ın yurt’tan ayrılırken verdiği iddia edilen beyanat dolayısı ile bilgi istenmiştir. Bakanlıktan gelen telgraf üzerine Orhan Kabibay Büyükelçiliğe davet edilmiş ve ifadesine müracaat edilmiştir.
Bu konu ile ilgili olarak bu sabah kendisi ile konuştuğum Orhan Kabibay telgrafın mahiyeti hakkında bir açıklama yapmamıştır. Ancak, Hariciye Vekilinin dünkü beyanatında Kabibay’ın yurttan ayrılırken söylemiş olduğu sözler ile Brüksel toplantısının siyasî bir mahiyeti olup olmadığının incelendiği yolundaki sözleri hakkında şunları söylemiştir:
<<Benim söylediğim iddia edilen sözleri yazan gazeteyi görmedim. Kaldı ki, gazetelerin her yazdığı bizi ilzam etmez. Brüksel toplantısına gelince, biz bu toplantıların siyasî mahiyette olduğunu ilân etmedik. Bu toplantılar dost görüşmeleri olabilir. Kader birliği etmiş insanların toplanmaları kadar tabii bir şey olamaz. Üstelik bizler istikballeri belli olmayan insanlarız. Belki bir futbol takımı kurmak için toplandık. Belki de geçimimizi temin etmek için hastahane kuracağız. Şimdilik bu hususlarda kesin bir şey söylemek mümkün olamaz.>>
Ekspres, 30 Temmuz 1962.
14’LER TEK BAŞLARINA ÇALIŞACAK.
Birkaç günden beri burada toplantılar yapan 14 ler aldıkları bir kararla kendilerini feshetmişlerdir. Bundan böyle toplu olarak faaliyette bulunan !4’ler ferden hareket etmeye karar vermişlerdir.
14’lerin toplantıda oy birliği ile aldıkları iki maddelik kararda ezcümle şöyle denilmektedir.
1- 14’ler topluluğunu, memleketimizin içinde bulunduğu şartlar muvacehesinde her şeyden evvel millî menfaatleri göz önünde tutarak Türk tarihinin vefakâr sinesine terketmiş bulunmaktadır.
2- Bundan böyle 14’ler fikriyatını milletin sinesinde hür birer vatandaş sıfatı ile ferden taşıyacağız.
14’ler
14’ler Dönüyor
Toplantılara iştirâk eden 14’lerin mensupları bugün vazifeli oldukları memleketlere dönmeye başlamışlardır. Bu arada Münir Köseoğlu, Orhan Erkanlı ve Fazıl Akkoyunlu da bir müddet kalmak için Türkiye’ye döneceklerdir.
DİĞER GAZETELER
Ekspres Ankara, 21 Temmuz 1962.
İrfan Solmazer’in, Ekspres’e demeci: 14’lerAğustos Başında Toplu Halde Dönüyorlar. [Tam sayfa manşet]
Yarın sabah Brüksel’de toplanarak Ağustos’un ilk yarısında hep beraber Türkiye’ye dönmeyi kararlaştıracak olan 14’lerden İrfan Solmazer, <<14’ler arasında hiçbir ihtilâf yoktur>> demiştir. Dün gece yarısından sonra Brüksel’den telefonla görüştüğümüz eski MBK üyesi İrfan Solmazer, dün başlayan görüşmelerin hazırlık çalışmaları olduğunu, esas toplantının Pazar günü yapılacağını söylemiştir. İrfan Solmazer, 14’lerin dönüş hazırlıkları yaptığını teyid etmiş ve şunları söylemiştir:
<<Halen 11 arkadaş buradayız. Alparslan Türkeş ve Muzaffer Özdağ aileleriyle birlikte Belçika’ya gelmek üzere hareket etmiş bulunuyorlar. Pazar sabahı her ikisi de burada olacaklar. Bir daha geriye dönmeyecekler. Bu her şeyden evvel uzak mesafeden geldikleri için katlanılamayacak ağır masraflar yüzündendir. Zira, bir de Tokyo ve Yeni Delhi’ye dönmek bizlerin bütçesi için imkânsızdır.>>
Halen yıllık izinlerini kullanmakta olan 14’lerin görevlerinden istifa ederek mi Türkiye’ye dönecekleri yolundaki soruya, <<bunun cevabını toplantı sonundaki bildiride bulacaksınız>> cevabını veren İrfan Solmazer konuşmasına şöyle devam etmiştir:
<<Pazar günü başlayacak olan toplantımız üç gün devam edecektir. Bu toplantılarda her şeyi bir def’a daha gözden geçireceğiz. Yapılan çalışmalar ve temaslar yeniden gözden geçirilecek kesin kararlar verilecek, Türkiye’ye dönüş tarihi de bu toplantıda tesbit edilecektir. Toplantıların sonunda vereceğimiz kararları bütün çıplaklığı ile basına vereceğiz. En geç Çarşamba günü toplantının bildirisi açıklanmış olacaktır. Türkiye’ye hep birlikte dönecek ve Ağustosun ilk yarısında orada olacağız..>>
Yeni Sabah, Nezihe Araz, 21 Temmuz 1962.
Brüksel Toplantısı
Ondörtlerin Brüksel’deki gayrı resmî toplantıları başladı. Gazeteler dün, ondörtlerden üçünün henüz toplantıya iştirâk etmediğini, yolda olduklarını buna rağmen Brüksel’e gelmiş olanların hazırlık çalışmalarına başladığını yazıyordu.
Eskiler, ümit şu dağın ardında derlerdi. Bakıyorum, memlekette pek çok şahıs, pek çok zümre şimdi ümitlerini ondörtlere ve onların Brüksel toplantısında alacakları kararlara bağlamış görünüyor. Bu bir vakıadır. Siyasî hayatımızda büyük çatlaklar ve boşluklar var. İktisadî hayatımız hemen de en krizli devresinde. İçtimaî hayatımız bu iki mühim sebeple ve bunlara ilâveten maziden getirdiğimiz bir takım âmillerle tehlikeli bir kıymetler buhranı içinde.
Ve ondörtler -tamamiyle tesadüfî, tamamiyle kazayı kader denilen sebeplerle- bu karışıklıkların içinden sıyrılmış, sivrilmiş isimler aldılar. Yani bugün içinde bulunduğumuz şartlardan muhtelif yollarda faydalanabilecek bir siyasî grup on günlük misafirlikleri içinde muhtelif gazetelere verdikleri beyanlarla, kısa zaman sonra siyasî hayata atılacakları kesin olarak anlaşılan ondörtlerin hangi yollardan siyasî faaliyetlerini geliştirecekleri elbette hepimiz için bir sualdi.
Kabibay ve Baykal, Brüksel’e dönmeden bir gün evvel, kendileri ile bir defa da biz konuştuk. Bu meseleye verdikleri kat’î cevap <<siyasî hayata, oradan da iktidara giden yolu, bir yeni ihtilâlle birlikte asla düşünmüyoruz>> oldu.
Bunun üzerine, az evvel, yukarıda anlattığımız boşlukların ve şartların her hangi bir ciddî politik hareketin lehine olduğu ve farzı muhal ondörtler bir parti kursalar ve seçimlere girseler pek âlâ da kazançlı çıkacakları konuşulduktan sonra biz gazeteci olarak muhtelif suallerimizi kendilerine sıraladık. Burada, sadece suallerimizi tekrarlamak isteriz. Meselâ biz dedik ki: Böyle, fırsatlardan faydalanıp ve siyasî ve içtimaî havada mevcut boşluklara güvenip, keyfiyetten çok kemiyet esasına güvenen bir siyasî hareket mi? yoksa memleket realitelerine cevap verecek olan belli bir fikrin etrafında nüvelenecek, ağır ağır gelişen ve keyfiyet esasına dayanan bir siyasî hareket mi?
Bu sual üzerinde hayli uzun izahat aldıktan sonra biz diğer suallerimize geçtik. Meselâ dedik ki: Diyelim ki günün birinde iktidarı ele aldınız. Peki sonra? Sonra neler yapacağınızı, iktisadî programınızı, içtimaî plânınızı, maarif meselesini nasıl halledeceğinizi vs. biliyor musunuz. Çünkü bizde, siyasî teşekküller bütün barutlarını iktidara geldikleri güne kadar harcar bitirirler. İktidar ellerine geçtiği gün, artık nefessiz kalan bir futbolcu gibi iflâhları kesilmiş olur.
Muhataplarımız bu suallerimize de hayli ortalama cevap vererek asıl ciddî ve plânlı cevaplarını Brüksel toplantısı sonrasına bıraktıklarını ve her şeyin orada gün ışığına çıkacağını belirttiler.
Bir mesele daha vardı: İhtilâl hedefine ulaşmadan ana yoldan inhiraflar olmuş, tatbikatta bir takım aksaklıklar zuhur etmişti. Böyle bir vakıanın ana sebepleri üzerinde ondörtler gibi sahili selâmete çekilme fırsatını bulan bir grup ciddî şekilde durmuş, raporunu hazırlamış mıydı? Çünkü böyle bir tecrübenin neticelerinden faydalanmak hem zaruridir, hem de yapacakları nefis murakabası onların bu türlü işleri ne dereceye kadar ciddiye aldıklarını gösterecekti.
Brüksel toplantısı bu suallere ondörtlerin ikisinden dinlediğimiz cevaplara bakalım neler ilâve edecek? Ümit şu dağın ardında diyenlere mi hak veren bir istikamette gelişecek, yoksa bir kere daha <<ümitlerim hep kırıldı>> diye ağlaşanlar olacak mı? Her halde bu toplantı bize en az memleket içindeki siyasî hâdiseler kadar ehemmiyetli görünüyor. Bu bakımdan Brüksel toplantısı sonunda neşredileceği söylenen deklârasyonu merakla bekliyoruz.
Ekspres Ankara, 22 Temmuz 1962.
Kabibay’ın demeci: “iftiraları reddederiz!.” 14 ler Toplantıya Kendi Paraları İle Gittiler!.
Türkeş’ten telgraf geldi: “Yol tekniği bakımından birkaç gün gecikeceğim.”
14’lerin Brüksel’deki toplantısı bu sabah başlamıştır. Orhan Kabibay’ın evinde bulunan toplantılara, uçak durumu dolayısiyle yetişemeyen Alparslan Türkeş ve Muzaffer Özdağ’ın dışındaki üyeler katılmışlardır.
Öte yandan Ekspres’e telefonla bir demeç veren Kabibay, 14’lerin bu toplantılara katılmak için harcırah aldıkları yolundaki söylentileri şiddetle reddetmiş, <<bunlar küçük hesaplar peşinde koşan bir takım kişilerin kasıtlı yalanlarıdır>> demiştir.
14’lerin toplantısı Brüksel saatiyle saat 9.00 da açılmıştır. Orhan Kabibay, ilk olarak Alparslan Türkeş’ten gelen telgrafı arkadaşlarına okumuş ve çalışmaların başladığını bildirmiştir. Türkeş, Kabibay’ın şahsına gönderdiği telgrafta, yol tekniği bakımından birkaç gün gecikeceğiz. Siz çalışmalara başlayın. Bir iki gün içinde bizler de oradayız.>> demiştir. Kabibay, daha sonra, gazetecilere kısa bir demeç vermiş ve çalışmaların kısa zamanda sonuçlandırılması içim elden gelen gayretin sarf edileceğini ve alınacak kararların günü gününe basına verileceğini söylemiştir. Üç gün devam etmesi beklenen toplantılarda, 14’ler Türkiye’de kuracakları yeni parti üzerinde son çalışmaları yapacaklar ve partinin ismini tesbit edeceklerdir.
Kabibay’ın Demeci
Dün gece telefonla görüşen bir Ekspres yazarına Orhan Kabibay özel bir demeç vermiş, 14’lerin harcırah aldıkları yolundaki söylentileri yalanlayarak şunları söylemiştir:
<<Bunlar küçük hesaplar peşinde koşan bir takım kişilerin kasıtlı yalanlarıdır. İki yıla yakın bir zamandan beri yurt dışında bulunan bizler, her ay nafakalarımızdan artırdığımız paralarla bu toplantılara katıldık. Zaten hepimizin yılık izinlerimizi kullanmakta olduğumuzu da biliyorlar. Bunu bildikleri halde bu yalanları çıkarıyorlar. İzinli olan bir kimsenin harcırah alamayacağını bilmek kadar tabii bir şey olamaz. Ama, neylersiniz ki onlar da bildikleri halde bu yalanları uydurmaktan geri durmuyorlar. 14’ler her şeyden önce memleketlerini, vatanlarını canlarından çok seven insanlardır. Onlar, hiçbir zaman Devlet parasını şahsi işlerinde kullanacak kadar küçülmemişlerdir. Bunlar iğrenç iftiralardır. Biz, izinli insanlar olarak kendi paramızla bir araya geldik. Bundan tabii ne olabilir. Toplantı yapamayacağımızı söylüyorlarmış. Bu da garip bir iddia. Bizler kendi arzumuzla bu göreve gelmiş memurlar değiliz.>>
Kabibay, daha sonra 14’ler arasında hiçbir görüş ayrılığı olmadığını, 14’lerin hepsinin aynı fikri savunduklarını, memleketsever ve demokratik düzen taraftarı olduklarını bildirmiş, <<Ağustosun ilk yarısında canımızdan çok sevdiğiniz vatanımızdayız. O zaman daha çok konuşacağız.>> demiştir.
YİNE EMİNSULAR
Son Baskı, 21 Temmuz 1962.
Eminsular Brüksel’de.
Eminsu Derneği, 14 lerin Brüksel’de yapılan toplantısına iştirak etmek üzere aralarından seçtikleri bir heyeti bugün Belçika’ya göndermişlerdir. 7 bin Eminsu adına seyahate çıkan İstanbul Dernek Başkanı Emekli General Orhan Türkkan trenle hareketten önce kendisiyle görüşen bir arkadaşımıza şunları söylemiştir: <<Avrupa’ya çok önemli karar almak üzere gidiyorum. 14 ler sevdiğimiz arkadaşlarımızdır. Onlarla görüşüp, karşılıklı memleket meselelerini teati edeceğiz. Her şey memleket için olacağından kimsenin şüphesi olmasın.>> Yüzlerce Eminsu tarafından yolcu edilen Başkan tren kalkarken, hayırlı olsun, demiştir.
Zafer, 22 Temmuz 1962.
Eminsu’ların Başkanı dün 14’lerin randevüsüne gitti.
Eminsu Derneği Başkanı emekli general Orhan Türkkan 14’lerle temaslar yapmak üzere dün trenle Brüksel’e gitmiştir. Sirkeci garında kendisiyle görüştüğümüz Türkkan şunları söylemiştir: <<Lüzumlu ve faydalı görürsem eski bir kumandanları olmak sıfatiyle 14’lerle görüşeceğim. Eminsu dâvasını ordu hesabına tamamen hatâlı bir şekilde devam ettirmekte ısrar edenler, yapanlar kadar sorumludur.>> Türkkan, <<14’lerden davet almışsınız, parti kuracak mısınız?>> sorusuna <<olabilir>> cevabını vermiştir.
AYŞE DUYAR – SAĞ CENAHTAN DENÎ BİR YAZI DAHA
Zafer, Ayşe Duyar, 22 Temmuz 1962.
Perde Arkası
14 lerin toplantısına dair
Ben bu satırları yazarken, ondörtler de Brüksel’de toplantı halindeler! Şu sıcak yaz günlerinde, Avrupa’nın medeni ve güzel şehrinde bu nevi şahıslarına münhasır emekli subay ve zoraki diplomatlar, bilmem; memleketi kurtarmak, işsizliği kaldırmak, kardeşliği tesis etmek için ne gibi tedbirler düşünüyorlar?
Biliyorsunuz, muhtelif vesilelerle neşrettikleri hâtıralarında da okuyorsunuz herhalde! Bu ondörtlerin ekserisi; 27 Mayıs harekâtının muvaffak olmasında, daima kendilerinin köprü başlarında bulunduklarını, ve bu arada aslâ CHP.nin menfaatlerini gözetmeksizin bu işe atıldıklarını, iddia ediyorlar. Bunun doğru olup olmadığını, hakikatle ne dereceye kadar ilgisi bulunduğunu tâyin ve tesbit etmek bana düşmez! Bu böyle olduğuna göre, ihtilâlin muvaffak olmasında, Alparslan Türkeş mi daha mühim rol oynamıştır? Yoksa Sezai Okan veya Mucip Ataklı mı? Bana ne, üstüme ne vazife değil mi efendim?
Şimdi benim; asıl merak ettiğim husus: 1000 dolar, 1200 dolar gibi yüksek maaşlarla, dışarıya gönderilmeleri Halk Partililerin de pek hoşuna giden bu zevatın, dünyanın bir ucundan öbür ucuna böyle senede iki üç kerre turistik seyahat yapmalarındaki hikmettir? Ve şu; ıstırap, işsizlik, zaruret içinde kıvranan milletten alınan paraların, hem de döviz halinde ecnebi seyahat şirketlerine aktarılmasındaki israftır. Evet, bu zoraki diplomatlar ve görevsiz müşavirler, aşağı yukarı her biri bir Reisicumhur maaşı aldılar ve alıyorlar! (Resmî kurdan 10.000 lira, serbest piyasadan 15.000 lira). Elbette paralarını istedikleri gibi harcarlar! İsterlerse seyahat ederler, isterlerse Lido’da şampanya patlatırlar! Ama sevgili dostlarım! Geçen defaki seyahat harcırahlarını Hariciye Vekâletinin ödediğini hayret ve dehşet içinde duymamış mıydık? Alparslan Türkeş Yeni Delhi’den kalkıyor, Brüksel’e uçuyor. Bunun gidip gelme bilet ücreti ne kadardır? Hiç düşündünüz mü? Tam 756 dolar yâni 10 bin küsur Türk lirası! Ottawa’dan Brüksel’e havalanacak olan Orhan Erkanlı’nınki ise biraz daha ucuza mal oluyor! Bakınız bunun da fiatı 570 dolar, yâni 7694 lira.. Rifat Baykal da İsrail’den tam 406 dolar bilet parası ödeyerek arkadaşlarına kavuşabiliyor! Masraflar yalnız bu kadar mı. Ne gezer, pek tabiî ki daha bir hayli otel, yemek ve gezmek için dünyalığa ihtiyaçları var! Aşağı yukarı bir hesapla; bu zevatın; adam başına 1500 dolardan cem’an 300.000 T. lirası harcamaları lâzım! Bunlara da dayansın Türkiye Cumhuriyetinin döviz bünyesi! Ne o, CHP ileri gelenlerinin başı ağrımıyor ya!
Şu meşhur Brüksel toplantısı için harcanmakta olan dolarlar bilmiyorum, nereden çıkacak? Cepten mi? Yoksa eskisi gibi Hazineden mi? Ama öyle de olsa, böyle de, binbir emekle kazanılan ve hastalardan bile esirgenen Türk milletinin dövizleri, siyasî düşünceler yolunda yabancı diyarlarda hebâ olmuyor mu?
Tercüman, 22 Temmuz 1962.
Eminsu Başkanı Dün Brüksel’e Gitti
Eminsu Derneği Başkanı emekli general Orhan Türkkan 14’lerin toplantısına katılmak üzere dün Brüksel’e gitmiştir. Saat 13’de Sirkeci’den kalkan Simplon Ekspresi ile şehrimizden ayrılan genel başkan kalabalık bir Eminsu grubu tarafından alkışlar arasında yolcu edilmiştir. Orhan Türkkan basın mensuplarına <<Lüzumlu ve faydalı bulursam 14’lerle eski bir kumandanları olarak görüşeceğim>> demiştir.
Genel Başkan Türkkan’a hareketinden önce Eminsu adına bir mesaj verilmiştir. Mesajda Eminsu dâvasını yaratanlara çatılmakta ve şöyle denmektedir: <<Eminsu dâvâsını yaratanlarla bunun iyi bir sonuca bağlanmasını istemeyenler arasında zihniyet bakımından hiçbir fark yoktur. Bu zihniyetin mümessilleri tarih ve milli vicdanda mahkûm olmuşlardır. Münevver insanlar topluluğu olan Eminsu, bu dâvâyı azimle hedefine vardırmağa kararlı ve yeminlidir. Çünkü bu dâvâda memleketin ve demokrasimizin emniyet ve huzuru yatıyor. Size iyi yolculuklar dileriz, Muhterem Paşam>>
Resimli Posta, 22 Temmuz 1962.
Eminsu Derneği Başkanı 14’ler ile görüşmeğe gitti.
Eminsu Derneği Başkanı emekli General Orhan Türkkan, 14’lerle görüşmek ve yapacakları toplantıya katılmak üzere, dün Sirkeci garından trenle Brüksel’e hareket etmiştir. Türkkan’ın, görüşmelerinden sonra Ağustos ayı içinde toplu olarak yurda dönecek olan 14’lerle birlikte seyahatini bitireceği tahmin edilmektedir.
Ekspres Ankara, 23 Temmuz 1962.
14’lerin toplantısı devam ediyor. İlk toplantı 9 saat sürdü.
Eminsu Başkanını 14’ler Davet Etmedi!.
Türkeş Brüksel yolunda. Muzaffer Özdağ parasızlık yüzünden toplantıya geç kalacak. Mustafa Kaplan ise hastahanede yatıyor.
Bu sabah 9.00 dan itibaren ikinci gün toplantılarına başlayan 14 lerin birinci gün çalışmaları aralıksız 9 saat sürmüştür.
Dün gece Ekspres’e özel bir demeç veren toplantı sözcüsü Orhan Kabibay, görüşmelere 14 ler dışında kimsenin alınmayacağını bildirmiş, Eminsu derneği başkanı Orhan Türkkan’ın Brüksel’e davet edildiği yolundaki haberleri yalanlamıştır.
14 lerin toplantısı saat 9.00 da Kabibay’ın evinde başlamıştır. Alparslan Türkeş yolda olduğu için çalışmalara katılamamıştır. Türkeş Perşembe günü Brüksel’de beklenmektedir. Tokyo’da bulunan Muzaffer Özdağ, mali imkân temin edemediğinden halen hareket edememiştir. Özdağ’ın içinde bulunduğu mali sıkıntıları birkaç gün içinde halledeceği ve çalışmalara ancak hafta sonunda katılacağı sanılmaktadır. Mustafa Kaplan ise halen hastahanede bulunduğundan toplantıya katılamamıştır.
Bugünkü görüşmeyi pek çok gazeteci takip etmiş ve ilk gün çalışmaları saat 18.00 de bittikten sonra Kabibay çok kısa bir demeç vermiştir.
Kabibay’ın Ekspres’e demeci: “Buradaki toplantıya, 14’lerin dışında hiç kimse davet edilmemiştir. Sayın Orhan Türkkan’ın toplantıya katılmak üzere buraya gelmekte olduğu haberleri yalandır. Orhan Türkkan’a herhangi bir davet de yapılmış değildir. Esasen, Brüksel’e gelmekte olduğunu da yeni duyduk. Buraya gelirse, her Türk’e gösterdiğimiz ilgiyi görecek, başka hiçbir özelliğe sahip olmayacaktır.>>
Ekspres Ankara, 24 Temmuz 1962 Salı.
İkinci Gün. 14’ler Partilerinin Programını Yapıyor.
Ekonomik, sosyal ve moral komiteler kuruldu.
Türkeş Perşembeye Brüksel’de.
Alparslan Türkeş’in iştirakiyle Cuma günü yapılacak toplantıda Türkiye’ye dönüş tarihleri ve Türkiye’de çalışma programları kesin şekilde belli olacak 14 lerin dünkü toplantısında, memleketin ekonomik ve toplumsal meseleleri üzerinde tam bir fikir birliğine varılmıştır. Bu toplantı sonunda çeşitli meseleleri gözden geçirerek üç komisyon teşkiline karar verilmiştir. Ekonomik işler komisyonunda, Numan Esin, Şefik Soyuyüce, Dündar Taşer, Rifat Baykal. Sosyal konular komisyonunda, Orhan Kabibay, Muzaffer Karan, Fazıl Akkoyunlu. Moral meseleler komisyonunda, Orhan Erkanlı, İrfan Solmazer, Münir Köseoğlu, Ahmet Er görev almışlardır.
Ekspres Ankara, 25 Temmuz 1962 Çarşamba.
İftiralara cevap. Orhan Erkanlı “kanunsuz bir iş yapmadım.. yapmam” dedi.
Komisyon çalışmaları devam ediyor, yarın Alparslan Türkeş karşılanacak.
Brüksel’de yapılan 14 ler toplantısına katılmakta olan Orhan Erkanlı, bu çalışmalara devletten harcırah alarak katıldığı yolundaki söylentileri yalanlamış, memlekette bir harcırah kanunu olduğunu, hangi hallerde memurların harcırah alabileceklerinin bu kanunda gösterildiğini ifade etmiş, çıkarılan söylentilerin maksatlı haberlerden ve olayların tahrif edilmesinden başka bir şey olmadığını söylemiştir. Öte yandan, bugün de komisyon çalışmalarına devam eden 14 ler yarın buraya gelecek olan Alparslan Türkeş’i karşılayacaklardır.
Ekspres Ankara, 26 Temmuz 1962 Perşembe.
Alparslan Türkeş bugün Brüksel’de.
Numan Esin Ekspres’e demeç verdi: “27 Mayıs amacına varamamıştır!.”
Ekspres’e bir demeç veren Numan Esin, <<Türkiye 27 Mayıs devrimi ile ileri bir hamleye girişmiş ancak bu hareket amacına varamamıştır. Bu sebeple ele alınması gerekli temel konulardan pek çoğu ortada kalmış ve bunun sonucu olarak da bugünkü sıkıntılar doğmuştur.>> demiştir.
Ekspres Ankara, 27 Temmuz 1962 Cuma.
Türkeş’in de katıldığı nihaî toplantı bugün saat 13.00 de başladı.
Komisyon çalışmalarını tamamlayan 14 ler bugün saat 14 ten itibaren Alparslan Türkeş’in de katıldığı genel toplantılarına yeniden başlamışlardır. Muzaffer Özdağ ise halen para bulamadığından Brüksel’e gelememiştir. Üzerinde durulan genel temayül 14 lerin yeni bir parti kurması olduğundan daha çok bu fikir üzerinde işlenilmekte ve tüzük hazırlıkları yapılmaktadır.
ONDÖRTLER ARASINDA FİKİR AYRILIĞI BAŞGÖSTERDİ
Hürriyet, 27 Temmuz 1962.
Aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu bir grup “İnkılâpçı Sosyalist Parti” yi kuracak.
Brüksel, 26 - Bir müddettenberi burada toplantılar yapan Ondörtler ağustos ayı içinde Türkiye’ye dönmek üzere, vazifeli bulundukları memleketlere gitmişlerdir. Yıllık izinlerinin tamamını kullanmıyanlar, Avrupa memleketlerinde turistik gezi yapmaktadırlar.
Ondörtler, Brüksel toplantılarında ne karar aldıklarını açıklamamışlardır. Ancak bunların tamamının değil, ekseriyetinin politikaya atılacakları, şurada burada yaptıkları sohbetlerden anlaşılmaktadır. Kaçının yeni bir parti kuracağı, kaçının mevcut partilerden birine gireceği, Türkiye’ye dönüşlerinde belli olacaktır.
Ayrı görüşler
Burada birbirlerini, birlikten ayrılmamaya iknaa çalışmışsalar da aralarında istikballe ilgili görüşlerinde fikir ayrılıkları olduğu aldıkları kararlardan anlaşılmaktadır. Anlaşıldığına göre birkaç kişi, CHP ye girmek, diğerleri de İnkılâpçı Sosyalist Parti kurmak kararındadırlar. Ondörtlerin ekseriyetinin kuracağı partinin bu ismi üzerinde yüzde yüz kesin karar olmamakla beraber, tüzük ve programları sosyalist hüviyetli olacaktır. Parti kurucuları Türkiye’ye dönüşlerinin hemen akabinde tüzük ve programlarını ilgililere verecekler ve faaliyete geçeceklerdir. Alparslan Türkeş’in isminden dolayı ilerde partiye ırkçı isnadında bulunulmaması için, programda ırkçılık reddedilecektir.
Ümitleri
Ondörtler sosyalist partilerinin, diğer partilerin kuvveti karşısında derhal taazzuv edeceğini ümit etmekte, bunun için uzun vâdeli çalışmayı göze almaktadırlar. Eğer ümit ettikleri gibi eski Millî Birlik Komitesi üyesi olan arkadaşları tabiî senatörlerden ve diğer partilerden üye alıp Meclis gruplarını kurabilirlerse, daha kuvvetli bir siyasî mücadele yapmak imkânını bulacaklarını zannetmektedirler.
Yeni İstanbul, 28 Temmuz 1962.
Türkeş, Brüksel’deki asıl toplantıyı dün açtı.
Alparslan Türkeş ve Kabibay “İnkılâpçı Sosyalist Parti” kuracakları yolundaki haberleri kesin şekilde yalanladılar.
14 ler bugün gelen Kurmay Albay Alparslan Türkeş’in iştirakiyle asıl toplantılarına başlamıştır. Dün Hürriyet gazetesinde “14’ler İnkılâpçı Sosyalist Partisi kuruyor” haberinin doğru olup olmadığını sorduğumuzda Türkeş ve Kabibay haberi kesin olarak yalanlamışlardır. Türkeş ayrıca şimdilik bir beyanatta bulunmak istemediğini bildirmiştir. Kabibay da sözlerine şunları ilave etmiştir: <<Biz ötedenberi olduğu gibi gene bütün 14’ler tam birlik ve beraberlik halindeyiz. Aynı fikri tamamen paylaşıyoruz. Hürriyet gazetesinde çıkan haber tamamen hilâfı hakikat ve gizli maksatları istihdaf etmektedir.>> Öğrendiğimize göre: Türkeş Brüksel’de 3 gün kalacak ve toplantılara riyaset edecektir. Toplantılar sonunda bir tebliğ yayınlanması beklenmektedir.
Ekspres Ankara, 28 Temmuz 1962 Cumartesi.
Ekspres için özel Türkeş’in Beyanatı: Aramızda İhtilâf Yoktur. [Tam sayfa manşet]
14 ler arasında ihtilâf olduğu yolundaki haberleri yalanlayan Alparslan Türkeş, <<müşterek amaçları, hür bir düzen içinde yurdun mutluluğunu sağlamak, milletin kalkınmasını gerçekleştirmek olan insanlar arasında ihtilâf bahis konusu olamaz>> demiştir.
Dün saat 12.00 de Brüksel’e varan ve hemen toplantılara katılan Alparslan Türkeş bu sabah telefonla Ekspres’e özel bir demeç vermiştir. Brüksel’den telefonla konuştuğumuz Türkeş, yurdunu özlediğini ifade ederek sözlerine başlamış, bütün vatandaşlarına selâmlarının iletilmesini rica ettikten sonra şunları söylemiştir:
<<Benim buraya geç gelmem türlü söylentilere yol açtı. Halbuki, ben daha önce Tokyo’ya gidip Muzaffer Özdağ’ı ziyaret etmiştim. Özdağ, mali imkânsızlıklar yüzünden toplantılara katılamıyor. Daha sonra da Yeni Delhi’deki yol güçlükleri benim buraya geç kalmama sebep oldu. Evvelce kararlaştırıldığı gibi, toplantı tam zamanında başlamış, arkadaşlarımız bugüne kadar komisyon çalışmalarını tamamlamışlardır. Çalışmalarımız umduğumdan da başarılı geçmiştir. Hepimiz tek bir şey düşünüyoruz. Kendimizi adadığımız milletimize faydalı olmak, ona hizmet edebilmek. İşte böyle, amacı bir olan insanlar arasında bir ihtilâfın çıkmayacağı tabiidir. Bu kabil söylentiler maalesef maksatlı ve belirli görüşlere dayanmaktadır. Bizlerin ne yapmak istediğimiz, ne düşündüğümüz, pek çok kimsenin iddia ettiği veya göstermek istediği gibi bir esrar perdesi altında kalmamıştır. Dün olduğu gibi, bugün de apaçık insanlarız. Düşüncelerimiz açık, fikirlerimiz meydanda. Hiçbir zaman art fikirler taşımadık. Düşüncelerimiz ve yapmak istediklerimiz tek bir hedefe yönelmiştir. Türk Milletinin mutluluğu ve gerçek kalkınması.. Dünyanın dev adımlarla ilerlediği bir zamanda, hâlâ yerinde sayan bir Türkiye’ye bizim gönlümüz razı olmuyor. Bizler şahsi ikbal ve menfaatler insanı değiliz. Ve her şeyden önce içtiğimiz anda sadık kişileriz. Kimseye karşı bir kinimiz ve hıncımız yoktur. Geçmişin kötü olaylarını çoktan unutmuş, kendimizi geleceğe hazırlamış insanlarız. Dün olduğu gibi, vatan ve milletimizin emrindeyiz. Biz, kendilerini Türk Ulusuna adamış insanlar olarak andımıza sadıkız.. Sadık kalacağız..>>
Öte yandan, kendisine çeşitli beyanlar atfedilen Orhan Kabibay dün Dışişleri Bakanlığından bir yazı almıştır. Bunda, Kabibay’ın Türkiye’den ayrılırken, <<Dönelim bakalım parti mi kurarız, ihtilâl mi yaparız>> şeklide demeç verdiğinin iddia edildiği bildirilmiş ve gerçeklik derecesi sorulmuştur. Önümüzdeki günlerde Dışişleri Bakanlığına gereken cevabı gönderecek olan Orhan Kabibay bu konuda Ekspres’e şunları söylemiştir. <<Ben İstanbul’dan ayrılırken böyle bir soruya muhatap olmadım. Ve bu kabil bir cevap da vermedim. Maalesef maksatlı olarak yazılmıştır. Bizim, ne yapacağımızı bilmeyen artık kalmadı. Zaten gizli bir iş yapacak değildik ki. Türkiye’ye yaptığım seyahatte konuşmalarım gayet açık ve kısa olmuştur. Bundan çeşitli mânâlar çıkarmaya ve rasgele beyanlar uydurmaya kimsenin hakkı yoktur. Bizler Türkiye’de demokratik rejimi benimseyen ve bunun bütün ileri memleketler seviyesine ulaşmasını isteyen kimseleriz.>>
Ekspres Ankara, 29 Temmuz 1962 Pazar.
14’ler Topluluğu Kendini Feshetti. [Tam sayfa manşet]
13 Kasım 1960 da Birinci MBK’nın feshedilmesiyle kurulmuş bulunan 14’ler topluluğu memleketimizin içinde bulunduğu şartlar göz önüne alınarak kendisini dağıtmıştır.
1 yıl 8 ay 28 gün topluluk halinde hareket eden, faaliyetlerini daima birlikte yürüten 14’ler bundan böyle ferden çalışmaya karar vermişlerdir. 14’ler fikriyatlarını, milletin siğnesinde hür birer vatandaş olarak yaşamak kararı ile topluluklarını dağıtan 14’ler beklenen bildirilerini dün gece Brüksel’de yayınlamışlardır. Dün 9 saat süren görüşmeler sonunda, 14’ler topluluğunun dağıtılmasına dair karar ittifakla alınmış ve derhal bildiri yazılarak açıklanmıştır.
14’lerin son bildirisi
Komisyon çalışmalarından sonra Cuma günü yeniden genel kurul halinde toplanan 14’ler dünkü 9 saatlik çalışmaları sonunda saat 22.30 da kararlarını şu bildiri ile açıklamışlardır:
1- 14’ler topluluğunu, memleketimizin içinde bulunduğu şartlar muvacehesinde her şeyden evvel millî menfaatleri göz önünde tutarak Türk tarihinin vefakâr siğnesine terketmiş bulunmaktayız.
2- Bundan böyle 14’ler fikriyatını milletin siğnesinde hür birer vatandaş sıfatı ile ferden taşıyacağız.
14’ler
Karar nasıl alındı?
Saat 22.30 da Orhan Kabibay tarafından basın mensuplarına duyurulan karar, toplantıya katılanların ittifakiyle alınmıştır. Ancak, dün saat 17.00 ye kadar ısrarla birlikten ve beraber bir hareketten bahseden 14’lerin 5 saat sonra bu kabil bir kararla çıkmaları büyük bir sürpriz olarak karşılanmıştır. Kararın gerekçesi olarak bildirideki beyanlardan başka bir şey verilmemiştir.
Kararın açıklanmasından sonra Orhan Kabibay Ekspres’e özel bir demeç vermiş, memleketin içinde bulunduğu nazik şartları gözönüne alarak bu kararı verdiklerini, 14’lerin dağılmasını gerektiren bu karardan hepsinin üzgün olduğunu ifade ederek şunları söylemiştir. <<Böylece bizler her şeyden önce memleketimizi düşündüğümüzü bir def’a daha ispat etmiş bulunmaktayız. Sanırız bugüne kadar bize aksi isnatlarda bulunanlar şimdi kendilerinden utanacak, yanıldıklarını daha iyi anlayacaklardır. Biz menfaatpereset insanlar değiliz. Bizler ön plânda kendi şahıslarımızı değil, memleketimizi düşünürüz. Bir haftalık çalışmalarımızda, baş gayemiz, memlekete en iyi şekilde hizmet edebilmek, millî menfaatleri zedelememekti. Şu andan itibaren hepimiz serbestiz. Hür birer vatandaş olarak ayrı ayrı hareket edeceğiz. Herkes kendi vicdanının, fikriyatının sesine uyarak, bunların emirlerini yerine getirecektir. Biz, daima verdiğimiz söze, içtiğimiz anda sadıkız. Kendimizi memlekete adamış insanlar olarak, şahsımızı değil, milletimizi düşüneceğiz..>>
Karardan sonra 14’lerden bir grup Orhan Kabibay’ın evine gelmiş ve geç saatlere kadar süren bir sohbet toplantısı yapılmıştır. Yıllık izinli olanlar önümüzdeki günlerde Türkiye’ye geleceklerdir. Türkiye’ye gelmek kararında olanlar Orhan Erkanlı, İrfan Solmazer, Fazıl Akkoyunlu, Numan Esin, Muzaffer Karan ve Münir Köseoğlu’dur.
Hürriyet, 30 Temmuz 1962.
Ondörtler Dağıldılar
Teyit Edildi
14’lerin Brüksel’de, Muzaffer Özdağ hariç olmak üzere, yaptıkları toplantıyı müteakip bir tebliğ neşrederek 14’ler topluluğunu dağıtmaları karşısında Brüksel’de Orhan Kabibay’ın evini telefonla aradık. Telefonda karşımıza çıkan Brüksel Hükümet Müşaviri Orhan Kabibay’ın eşi Ayhan Kabibay, evvelki gece yapılan toplantıyı mütaakıp 14’lerin dağılma kararı verdiklerini teyit etmiş ve şöyle ilâve etmiştir: “Muzaffer Özdağ’ın bulunmadığı toplantıda, 14’ler memleket menfaatlerini gözönünde tutarak ferden hareket etmeye ve müstakil olarak çalışmaya karar vermişlerdir. Bu maksatla geç saatlere kadar devam eden toplantı neticesinde bir tebliğ yayınlanmış ve umumî efkâra durum bildirilmiştir. 14’lerin bir kısmı yıllık izinlerini geçirmek üzere yakında Türkiye’ye döneceklerdir.”
Yeni Sabah, 30 Temmuz 1962.
Organları olan bir gazeteye göre siyasete ayrı ayrı atılacak olan 14’ler parçalandı.
Brüksel’de toplanan 14 ler evvelki günkü son görüşmeden sonra kendi kendilerini fesh etmeye karar vermişlerdir. Bu konuda Dışişleri Bakanı Erkin hiçbir malûmatı olmadığını söylemiştir. 14 lerin kendi kendilerini fesh ettiğine dair haberi veren ve 14 lere yakın olarak tanınan bir akşam gazetesi, şu bildirinin yayınlandığını açıklamaktadır: …
Ankara’da yayınlanan gazetenin verdiği haberi tahkik etmek için dün Brüksel’den aradığımız Kabibay, telefonlara cevap vermemiş ve bugün öğleye kadar bulunmayacağına dair bir de mesaj bırakmıştır.
SERZENİŞ
Ekspres Ankara, 30 Temmuz 1962.
Türkeş Londra’da.
Türk Basını ve gazetecilik ahlâkı
13 Kasım 1960 tarihinde feshedilen eski Millî Birlik Komitesi üyelerinden 14’ünün, önceki gün Brüksel’de yaptıkları toplantıda dağılma kararı almaları, yurdumuzdaki gazetecilik anlayışı ve ahlâkına ışık tutması yönünden ayrıca önem kazandı. Bu gazete toplantının başladığı günden beri, alınacak kararın önemini kavradığından, her gün Brüksel’le temasa geçti, Solmazer, Kabibay ve Türkeş’le konuştu. Ve dağılma haberini de ilk defa yine bu gazete verdi.
Şimdi bu haberin İstanbul gazetelerinde yer alış şekline bir göz atmak gerekiyor. Hemen hepsinde aşağı yukarı manşete çekilen haber, Ankara mahreçlidir. Bazı gazeteler hiç değilse haberin bir Ankara gazetesinden alındığını yazmak vefakârlığı ve dürüstlüğünde bulunurken, bir kısmı böyle bir açıklamaya yer vermek gereğini duymamış ve sanki haber kendilerince temas edilerek alınmış gibi göstermişlerdir.
İnsan üzülmeden edemiyor. Hiç değilse, gece saat ikilere kadar telefon başında bekliyen insanların emeğini ufacık bir sözle değerlendirmek meslek ahlâkı bakımından gerekmez miydi? Bir haber doğruysa, onu bir başka gazeteden almak, hiçbir gazetenin veya gazetecinin onuruna dokunmamak gerekir. Kanımca, bir başkasının başarısından kendimize bir öğünç payı çıkarmadıkça, hoşgörür ve alçak gönüllü olmadıkça, hiçbir şeyi çözemiyeceğiz. Durmadan Batıya özenmeye çalışıyor, ama bu ahlâk fukaralığını bir türlü üstümüzden atamıyoruz.
Ancak, burada Dünya gazetesi Ankara Bürosu’nun ve İstanbul yazı işlerinin kadirşinaslığını anmadan geçemiyeceğim. Meslek tesanüdünün en güzel örneğini bir tek Dünya gösterdi ve haberin Ekspres’ten alındığını açıkça yazdı. Bu bizim unutamıyacağımız bir şeydir. Hepsine teşekkür borçluyuz.
Şimdi bir parantez açmak zorundayız. Kadirşinaslıktan falan vazgeçtik, pek sayın Safa beyefendinin Yeni Sabah’ı terbiyeli olmayı bile beceremedi. Dört sütun üzerinden manşete çekilen haber şöyle veriliyor: <<Kendilerine yakın bir gazeteye göre.>> Demek ki bir olayın üzerine eğilmek, her gün onunla ilgili bir haber vermek, Yeni Sabah anlayışında angaje olmak anlamına geliyor. Yeni Sabah’ın Ankara bürosu yöneticisinin 14’ler düşünceleri hakkındaki bilgisi nedir ve bu gazetede o düşüncelerle ilgili ve onları savunucu kaç yazı okumuştur? Sayın Safa beyefendinin Yeni Sabah’ının bir takım nedenler yüzünden 14’lerin, sadece 14’lerin değil bütün tabiî senatörlerin şiddetle aleyhinde olduğu cümle alemin malumudur. Ama gazetenin umumi politikası uğruna ve bir topluluğu küçük düşürmek için, bir başka gazeteyi harcama yoluna gitmek, en hafif deyimi ile terbiyesizliktir.
Ama biz, gazetesini bir derebeyi çalımı ile idare eden Safa Beyefendinin muhterem ceridesinden de fazla bir şey beklemediğimizi söylemek isteriz. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra, ne dense boş.
Brüksel Boşalıyor
14’ler topluluğunun dağılmasından sonra ferden harekete karar veren eski MBK üyelerinden bir kısmı Türkiye’ye dönmek için yol hazırlıklarına başlamışlardır. Cuma günü Brüksel’e gelmiş olan Alparslan Türkeş de buradan ayrılmış ve kısa bir dinlenme tatili yapmak üzere Londra’ya gitmiştir. Orhan Kabibay <<asıl olan fikirdir. Bu fikrin topluluk halinde veya ferden ferde taşınması önemli değildir. Son karar14’ler fikriyatına yeni bir hayatiyet verecektir. Bundan böyle fikriyat yaşatılacak ve üyeler ayrı ayrı da olsa bu fikriyatı taşıyacaklardır. Biz, aldığımız kararın memleketin hayrına olduğuna inanıyoruz. Şu veya bu sebeple gruplaşmalar olduğu veya bir bölünmenin tamamen yok olmak demek olduğu yolundaki tahminler tamamen sakat ve hatalıdır.>> demiştir.
Ekspres Ankara, 31 Temmuz 1962.
Kabibay ve Arkadaşları Buluştular
Dün saat 13.00 Türkiye’ye gelmek üzere Brüksel’den otomobille ayrılan Orhan Erkanlı, Fazıl Akkoyunlu ve Münir Köseoğlu, Liege’den geri dönmüş ve gezilerini birkaç gün tehir etmişlerdir. Üç üyenin tekrar Brüksel’e dönmesi dikkat çekmiştir. Kabibay’ın başkanlığında yapılan görüşmelere Londra’ya gitmiş olan Türkeş ve Brüksel’den ayrılan Ahmet Er ile Rifat Baykal’dan başka bütün üyeler katılmışlardır. Bu görüşmeler hakkında herhangi açıklama yapılmamıştır. Ancak, görüşleri birbirine uyan üyelerin bundan böyle yapılacak çalışmalar üzerinde fikir teatisinde bulundukları öğrenilmiştir. Bundan sonraki faaliyetleri beraberce yürütecekleri sanılan bu üyeler, belirli noktalarda hareket noktalarını tesbit edecek ve buna göre çalışacaklardır.
Resimli Posta, 30 Temmuz 1962.
14’lerin dağılması müsbet karşılandı.
Bu sabah görüştüğümüz 22 Şubatçıların lideri Talat Aydemir, kendileriyle yüz yüze gelip konuşmadan hiçbir şey söyleyemeyeceğini belirtmiş, tabii senatörlerden Mehmet Özgüneş ise <<Benim için bir sürpriz olmadı. Kendileri hakkında en iyi kararı elbette kendileri alacaktı. Bundan daha tabii bir şey olamaz, karar normaldir.>> demiştir. YTP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Ekrem Alican: <<Memleket lehine vardıkları bir karar varsa, memnuniyetle karşılarım.>>Turhan Feyzioğlu: <<Memleket için hayırlı olsun.>> CKMP’li Başbakan Yardımcısı Hasan Dinçer: <<Memleket şartları ve vatanseverlik duyguları içinde hareket etmiş olduklarından dolayı memnuniyet duyuyorum.>> 14’lerin “İdeal Arkadaşı” olan tabii senatör Sami Küçük: <<Çok sevdiğim bu arkadaşların, gerçekçi yolda en iyi şekilde hizmetlerini devam ettireceklerine inanıyorum. Bundan hiç şüphem yok.>>
ABDİ İPEKÇİ
Milliyet, Abdi İpekçi, 30 Temmuz 1962
14’ler ve 22 Şubatçılar
Gerek 13 Kasım tasfiyesinin, gerek 22 Şubat teşebbüsünün gerisindeki olaylar, umumî efkâr tarafından bütün açıklığıyle bilinmediği için esrarlı niteliğini muhafaza etmekte ve 14 lerle 22 Şubatçılara karşı tereddütler, şüpheler duyulmaktadır.
Bugüne kadar anlaşılan hususlara dayanıp durumu şu noktalarda özetleyebiliriz:
1 Her iki grup, memleket problemlerinin mevcut politikacılar tarafından çözülemeyeceğine inanmaktadırlar. Parlamentoda temsil edilen partilerin statükocu olduğunu, taviz dağıtmaktan başka bir şeye yaramadığını, Türkiyeyi kalkındıracak reformları gerçekleştirmekten âciz bulunduğunu düşünmektedirler. Memleket idaresinin reformcu bir iktidarın elinde bulunmasını dilemektedirler.
2 Böyle bir idareyi kendilerinin gerçekleştireceğine inanmakta, iktidara gelmeyi tasarlamaktadırlar.
3 İktidara geliş şekli için bir çoklarının zannettiği gibi ihtilâlci metodu seçmeyeceklerini belirtmekte, böyle bir yolun hem memleketi felâkete sürükleyeceğini, hem de kendilerini iktidara ulaştıracağı hususunda bir garanti taşımadığını herkesten iyi bildiklerini ifade etmektedirler.
4 Tasarladıkları reformların mahiyeti kesinlikle, açıklıkla ve tafsilâtıyle bilinmemektedir. Bununla beraber kendilerine atfedilen aşırı sağ ve aşırı sol doktrinleri reddetmektedirler.
14 lerle 22 Şubatçılar arasında bu noktalarda tam bir eşlik olduğu söylenebilir. Ancak hareket bakımından aralarında evvelden bir anlaşma mevcut olmadığı gibi bugün dahi gelecekteki teşebbüsler konusunda varılmış bir mutabakat yoktur. Bununla beraber taşıdıkları düşüncelerin ve amaçların aynı oluşlarına bakılırsa, iki grubun bir araya gelmelerini tabiî bir sonuç görmek mümkündür. Nitekim Kabibay ve Baykal’ın son ziyaretleri ve temasları ile ortaya çıkan yakınlaşmanın gelecekteki bir birleşmenin hazırlıkları oldukları anlaşılmıştır.
Şimdi 14 ler Brüksel’deki toplantılarında kendi aralarında belirmesi muhtemel ihtilâfları halledip böyle bir birleşme için karara varırlar ve ileri sürülebilecek şartlarda anlaşma olursa, aynı fikri temsil eden, aynı amacı güden eski subaylardan mürekkep yeni bir teşebbüs doğacaktır.
İhtilâl metodunu reddettiğini söyleyen ve hedefi iktidar olan bu hareket nasıl gelişecektir?
İlk hamlede siyasî bir parti hüviyetini almanın hazırlıksız girişilecek ve dolayısıyle başarısızlıkla sonuçlanacak bir teşebbüs olduğu kabul edilmektedir. Anlaşıldığına göre birleşme gerçekleşirse esaslı bir hazırlık kampanyasına girişilecektir. İlk teşkilatlanmanın bir Cemiyet hüviyetinde olması ve faaliyetin bu Cemiyet vasıtasıyle yürütülmesi bir ihtimaldir. O zaman müteşebbisler bütün yurda yayılarak yapacakları propaganda ile taraftar toplamaya, kadro kurmaya çalışacaklar, memleket ölçüsünde teşkilâta sahip olma durumuna geçtiklerini gördükleri zaman parti şekline inkılâp edeceklerdir.
Anlaşıldığına göre bu işin ilk Genel Seçimlerden evvel tamamlanacağı tasarlanmakta ve gelecek Parlâmentoda kuvvetli bir kadroya sahip olunacağı umulmaktadır.
Bu ümidin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şimdiden bilinmez. 14 ler ve 22 Şubatçılar gerek kendi aralarında, gerek bir birleşme halinde çıkabilecek liderlik meselesini halledip güvenilir bir kadro ve esaslı bir teşkilât kursalar dahi karşılarında kendilerine kuvvetli bir mücadele açacak grupları bulacaklar, üstelik bugüne kadar yaratılan şüphe ve tereddütleri kolay kolay yenemiyeceklerdir. Buna mukabil memlekette mevcut partilere güvenini kaybetmiş, yeni bir kuvvetin doğmasını bekleyen genişçe bir kütle de vardır. 14 ler ve 22 Şubatçıların benimseyecekleri tutum bu kütlenin desteğini kazanabilecek müsbet bir yönde gelişirse muhtemel teşebbüsün başarı şansına sahip olduğu düşünülebilir.
Not: Bu yorum Brüksel toplantısı sonucu belli olmadan ve bildiri yayınlanmadan kaleme alınmıştır.
Milliyet, Abdi İpekçi, 31 Temmuz 1962.
14 ler arasındaki ihtilâfın içyüzü
14 lerin Brükselde yaptıkları toplantıların sonucu bilinmeden yaptığımız dünkü yorumda, eski MBK üyelerinin gelecekte girişecekleri teşebbüsleri incelerken, aralarında belirmesi muhtemel ihtilâflardan bahsetmiştik. Alınan haberler ve 14 ler tarafından yapılan açıklama ihtimalin gerçekleştiğini ve çıkan anlaşmazlığın halledilmediğini ortaya koymaktadır. 13 Kasımdan beri 14 ler olarak anılan eski MBK üyeleri birbirlerinden ayrılmakta, 14 ler ismi tarihe karışmaktadır.
14 eski MBK üyesinin aslında tam bir mutabakat halinde olmadıklarını ortaya çıkaran olayın içyüzü nedir?
Hâdise, aylardan beri 14 lerin ikiye ayrıldığı, Avrupa grubu ile Türkeş grubu olarak anılan iki kliğin teşekkül ettiği yolunda yapılan söylentileri doğrulamaktadır. Bu grupların meydana gelişinde en önemli rolü liderlik meselesinin oynadığı anlaşılıyor. Bazıları öteden beri bağlı oldukları ve bir çok çevreler tarafından daha 27 Mayıstan itibaren gerçek lider olarak görülen Türkeş’in etrafında toplanmayı arzulamışlar, diğerleri bunu benimsememişlerdir. Çatışan temâyüller zamanla keskinleşmiş ve 14 lerin yurda avdetleri arifesinde halli zarurî bir ihtilâf haline gelmiştir.
Brüksel’de alınan münferit hareket etme kararı liderlik meselesinin çözülememesinden doğan bir sonuçtur. Ancak ihtilâfın Türkeş’in liderliğinden evvel, davranışlarından, temasta bulunduğu çevrelerden ve etrafında çıkan dedikodulardan çıktığı anlaşılmaktadır.
Türkeş’in liderliğine taraftar olmayanların görüşlerini şu noktalarda toplamak mümkündür.
1 Aklı başında herkes gibi Türkeş’in de ırkçı ve turancı hayaller peşinde koşmadığına inanılmaktadır. Ancak eski MBK üyesinin, gençliğinde kapıldığı bu fikirleri elân taşıdığı bilinen kimseler ve çevrelerle yakın temasını muhafaza etmesi, şüpheler ve tereddütler yaratmaktadır.
2 Türkeş’in 27 Mayıs hareketinin yıkmak istediği zihniyete sahip zümrelerle flört ettiğinin bilinmesi de bu grup tarafından hoş karşılanmamaktadır.
3 Türkeş’e karşı kasıtlı olarak cephe alanların yanında tarafsız aydınların da ona alerji duydukları bilinmektedir. Bu bakımdan Türkeş’in liderliğinde girişilecek hareketin en büyük destek olarak baktıkları kütleler tarafından da benimsenmeyeceğini düşünmektedirler.
Kısacası 14 ler arasında Türkeş’in liderliğine muhalif grup, onun temas ettiği çevreler ve kullanmak istediği vasıtalara taraftar değildirler. Tasarladıkları teşebbüsün aşırı sağcılıkla damgalanmasını istememekte, ırkçılar veya eski DP liler tarafından istismar edilecek bir vasıta hâline getirilmesine taraftar olmamaktadırlar.
Türkeş’e muhalif grubun endişelerini destekleyen olaylar mevcuttur. Gerçekten de eski ırkçıların 27 Mayısın hemen akabinde Türkeş’in etrafında toplandıkları, kendisiyle temasa geçtikleri görülmüştür. Bu çevrelerin son zamanlarda yaptıkları muhtelif neşriyatla Türkeş’in propagandasına giriştikleri, onu lider olarak tanıtma gayretlerini arttırdıkları dikkatten kaçmamaktadır. Türkeş’in özellikle DP yi desteklemiş olan kütlelere de sempatik gösterilmeye çalışıldığı bilinmektedir. Bütün bunların yanında Türkeş’i destekleyenlerden Rifat Baykal’ın geçenlerde yurda izinli olarak geldiğinde bu çevrelerle yakından temasta bulunması mânidar karşılanmıştır.
Bu gelişmeler neticesinde Türkeş’in temas ettiği çevrelerde değişiklik isteyen, onun kullandığı vasıtaları hoş karşılamayan ve liderliğine râzı olmayan bir grubun arzuları uygun karşılanmayınca 14 ler MBK devrinde edindikleri tecrübeye dayanarak ilerde ortaya çıkması kaçınılmaz bir ayrılığı tahribata meydan bırakmadan şimdiden gerçekleştirmeyi doğru bulmuşlar ve münferit hareket etmek kararına varmışlardır. Aslında bu karar münferit hareketten ziyade iki grup halinde çalışmanın başlangıcı olacaktır. Şimdi 14 lerden 9 lar ve 5 ler doğmaktadır. Rifat Baykal, Numan Esin, Ahmet Er ve Muzaffer Özdağ, Türkeş’in etrafında toplanmakta, diğerleri en kıdemlileri olan Kabibay ile birlikte çalışmaya hazırlanmaktadır.
Bu bölünmenin gelecekteki muhtemel sonuçlarını yarınki yorumumuzda incelemeye çalışacağız.
Milliyet, Abdi İpekçi, 1 Ağustos 1962.
14 ler arasındaki ihtilâfın içyüzü (2)
9’lar ve 5’ler
Dünkü yorumumuzda belirttiğimiz gibi gelecekteki faaliyetleri sırasında işbirliği yapacakları çevreler ve kuvvetler bakımından çıkan anlaşmazlık sonunda 14 ler olarak anılan grup tarihe karışmış, yerini 9 lar ve 5 lere bırakmıştır.
Türkeş’in liderliği etrafında birleşen 5 ler’in (Baykal, Esin, Er, Özdağ) girişecekleri siyasî mücadeleyi bağımsız yeni bir parti ile başarıya ulaştıramayacaklarına inandıkları anlaşılmaktadır. Bunların memleket ölçüsünde yayılabilmiş, taraftar toplayabilmiş bir partinin teşkilâtından faydalanmayı düşündükleri söylenmektedir. Bu parti Adalet Partisinden başka bir parti değildir.
Dikkat edilecek olursa seçimler arifesinde çok kısa bir mâzisi olan ve şuurlu bir şekilde teşekkül edemeyen Adalet Partisinin içerisine mâzilerinde ırkçı veya aşırı milliyetçi olarak tanınan bâzı elemanların sızdıkları görülür. Bunların bir çoğu seçimlerde aday listelerine girmişler ve milletvekili, senatör seçilmişlerdir. Sistematik bir çalışma gösteren bu grup, seçimlerden sonra çıkan ihtilâflardan faydalanmış ve son olarak partinin kilit noktalarını ellerine geçirebilmişlerdir. Bu şahısların Adalet Partisini, aşırı milliyetçi ideallerini gerçekleştirmek üzere bir vasıta olarak kullanmayı tasarladıkları söylenmektedir. İddialara göre bu grup eski ideal arkadaşları Alparslan Türkeş ve taraftarlarının Türkiyeye avdetini beklemekte, Türkeş’i partinin başına getirecek hazırlıkları düzenlemektedirler. Adalet Partisi içinde bu cereyanın temsilciliğini yapanların yayınladıkları gazetenin bilhassa son günlerdeki neşriyatı bu iddiaları doğrulamaktadır.
Türkeş’in yukarda belirtilen grupla öteden beri temas halinde bulunduğu bilinmektedir. Nitekim geçenlerde izinli gelen Rifat Baykal’ın da daha ziyade bu çevrelerle temasta bulunduğu gözden kaçmamıştır. Ayrıca geçen sonbaharda Türkeş Avrupada bulunduğu sırada Adalet Partisi kurucularından Cevdet Perin ile temas edip kendisine yukardaki iddiaları doğrulayan beyanlarda bulunmuştur.
Bu ve bunlara benzer diğer vâkıalar, Türkeş grubunun siyasî mücadelelerinde eski ideal arkadaşları ile birlikte Adalet Partisini bir vasıta olarak kullanacakları yolundaki iddiaları haklı gösterebilecek niteliktedir. Esasen Brükseldeki son kararın sebebi de bu olmuştur. Türkeş ve taraftarları diğer arkadaşlarının AP deki aşırı milliyetçilerle temas edilmemesi ve AP yi kullanmak temayülünden vazgeçilmesi, mücadelenin bağımsız ve yeni bir teşkilât kurarak yapılması konusundaki ısrarlarını uygun bulmamışlar ve onlardan ayrılmak zorunda kalmışlardır.
Bu bölünmeden sonra 5 ler ve 9 ların gelecekteki âkıbetleri ne olabilir?
Adalet Partisinin kilit noktalarını ellerinde bulunduran aşırı milliyetçi grubun bütün hazırlıklarına rağmen parti teşkilâtının Türkeş ve arkadaşlarını derhal benimseyip onun liderliğini kabul edeceklerini beklemek mümkün değildir. Nitekim Adalet Partisinin aşırı milliyetçi kanadının dışında kalan kısmını temsil eden gazetelerin yayınlarına dikkat edilecek olursa bu çevrelerin Türkeş ve arkadaşlarını desteklemedikleri, bilâkis aleyhinde bulundukları görülecektir. Bu tutumun AP teşkilâtının çoğunluğu tarafından benimsendiği düşünülebilir. Binaenaleyh Adalet Partisinde liderlik edebilmeleri kolay kolay gerçekleşebilecek bir iş olmayacak, bu konuda eğer bir mücadele açılırsa parti içinde yenir bir bölünmeye gidilecektir.
Türkeş’i destekleyebilecek kimselerin sadece AP deki aşırı milliyetçilerden ibâret bulunduğunu düşünmek hatâlı olabilir. Eski MBK üyesinin, genç çevrelerde taraftarlarına rastlanmaktadır. Ancak AP ile işbirliği iddiası gerçekleşirse gerek bu gibilerin, gerek eski 14 lerle birlikte hareketleri bahis konusu olan 22 Şubatçıların Türkeş grubuna karşı menfi bir tutum belirlemeleri kuvvetli bir ihtimaldir.
Bütün bu ihtimallerden başka Türkeş’e karşı haklı veya haksız olarak duyulan tereddütlerin yarattığı yaygın alerji de hesaba katılırsa, 5 lerin girişecekleri yeni mücadelede başarı şanslarının büyük olmadığını kabul etmek gerekir. Bununla beraber her şey Türkeş ve taraftarlarının memlekete avdetinden sonra güdecekleri tutuma ve gelişecek olaylara bağlıdır.
9 ların durumuna gelince…
Bu grup yeni bir parti, memleket ölçüsünde bir teşkilât kurmanın güçlüğünü takdir etmekle beraber faaliyetlerini yürütebilmek için mevcut partilerin herhangi biriyle işbirliği yapmak veya onlardan birini gayeye erişinceye kadar kullanmak formülüne taraftar değildirler. Tasarladıkları reformları aşırı sağ veya aşırı sol unsurlarla işbirliği yaparak gerçekleştirmeyi de düşünmemekte, kabul etmemektedirler. Onlar mevcut partilerin statükocu davranışlarından memnun olmayan, köklü reformları itidal ile başaracak ilerici ve batılı bir harekete memlekette ihtiyaç duyulduğuna inanmakta, bu ihtiyacı duyanları tatmin edebilecek bir teşebbüsün başarı kazanabileceğini tasarlamaktadırlar. Bu bakımdan en iyi yolu, aydınların ve tarafsızların desteğini kazanacak bir partinin kurulmasında buldukları anlaşılmaktadır.
FALİH RIFKI ATAY – DENÎ BİR YAZI DAHA
Dünya, Falih Rıfkı Atay, 31 Temmuz 1962.
14 lerin Dağılışı Üzerine
14 ler içinde kültürlü, iyi görüşlü şahsiyetler olduğunu yakından biliyorduk. Uzun müddet Batı memleketlerinde kaldıklarından araştırma, inceleme ve çalışmadan da başka işleri olmadığından daha da olgunlaştıklarını tahmin ediyorduk. Kabibay son Türkiye’ye gelişinde:
Biz Atatürk milliyetçiliği ve medeniyetçiliği dışında memlekete faydalı olunabileceği inancında değiliz, diyordu.
Acaba 14’lerin hepsi mi böyle düşünüyorlardı? Partizanlarının gazetelerinde 14 lerin lideri gibi ileri sürülen ve övülen Türkeş’in ırkçılıktan ve Nazi sistemi diktacılığından caydığına inanılabilir mi idi? Eski 27 Mayıs’ın hemen ertesi günlerinde Atatürk düşmanlığı ile tanınmış sicilli ırkçıları Başbakanlık kadrosuna ve çeşitli hizmetlere yerleştiren bu zat kolay ayılmış olabilir mi idi?
Nihayet 14 ler Brüksel’de toplanmışlardır. Ve Türkeş ve onun kafasınca düşünenler yüzünden dağılarak, hepsi beraber artık bir grup olmaktan çıktıklarını ve ferd olarak çalışacaklarını bir bildiri ile yayınlamışlardır. 14 ler arasındaki değerlerin böylece millî faaliyetlere mal olmasını sevinçle karşıladık. Türkeş, bütün partizanları ile, daima bir millî tehlike olarak kenarda tutulmak lâzımdır. Türkiye aydınlarının yüzde doksanı onun temsil ettiği ırkçılığa ve Nazi sistemi diktacılığa karşıdırlar. O da, Nâsır gibi, nihayet mukaddesatcılar ve mürtecilerle birleşecek, eğer muvaffak olursa koyu baskı havası memleketi zindana çevirecektir.
Türkiye’de profesyonel koltuk ve ikbal politikacılarının idare-i maslahatcılığı ile, Atatürk devrimciliği çerçevesi içinde hızla kalkınma ve gelişme dâvası çarpışıyor. Bütün oportünistler ve tavizciler birleştikleri gibi, bütün Atatürkçüler birleşmelidirler. Tek cephe olmalıdırlar. Zafer ergeç devrimci ve islahatcı Atatürk cephesinindir. Türkiye’nin kurtulması ondadır.
AHMED EMİN YALMAN – DENÎ YAZILARA DEVAM
Hür Vatan, Ahmed Emin Yalman, 31 Temmuz 1962.
Ondörtler’in kararı
Ondörtlerin toplu bir rol oynamak iddialarından vazgeçmeleri ve milletin sinesinde birer fert olarak erimek yolunda bir karara varmaları; bir gaile ve macera ihtimalini daha yolumuzun üstünden kaldırmış, normale doğru olan akışı kuvvetlendirmiştir.
Millî Birlik Komitesinden kopan ve resmî bakımdan maaşlı memur mevkiinde olan ondört kişinin Brükselde bir toplantı yapmaları, tâli komisyonlar halinde birtakım esrarlı çalışmalara girişmeleri elbette ki garip ve üzücü bir manzara arzediyor, müfrit bir dikta rejimi tasarlamanın havasını taşıyordu.
Böyle bir tasarlamanın netice vermiyeceği muhakkaktı. Fakat muvakkat rahatsızlıklar yaratabilirdi. Mühim bir kısmının dinamik şahsiyetleri, kendilerine göre değerleri olan ondört vatandaşın müspet hizmet imkânlarından da memleketi mahrum düşürebilirdi, onları gaflet yolunun yolcuları hâline koyabilirdi.
Çok şükür memleketteki huzur ve istikrar istidadı tesirini göstermiş, Ondörtler, her türlü toplu hareket arzu ve iddialarını terketmek ve birer fert halinde milletin sinesinde yer almak karariyle her şeyi tatlıya bağlamışlar, açık gibi duran bir sahifeyi akıl ve basiret yoluyla kapamayı bilmişlerdir.
Öyle umarız ki, siyasî hayatta ve basında birtakım sabit fikirlere saplanan ve demokratik düzeni arkadan vurmağa çalışan ifrat ve ihtiras adamları, Ondörtlerin ortaya koydukları örnekten ibret alacaklar ve ham emellerinden vazgeçmek yolunu tutacaklardır.
Bunlar ne istiyorlar? Demokrasi düzeninin ve bilhassa nisbî temsil sisteminin çaresiz kıldığı uzlaşma ve işbirliği gidişinin terkedilmesini, inkılâpları yüzde yüz yürütmek bahanesiyle müphem, karanlık, maceralı bir münevver istibdat sistemine doğru gidilmesini… Halbuki Anayasaya dayanan meşrû demokrasi rejiminden her nevi ayrılık bizi huzur ve istikrardan, Batı hür âlemi ile işbirliğine devam etmekten ve plânlı kalkınma imkânlarından uzak düşürür, korkunç macera ihtimalleriyle ve uçurumlarla karşı karşıya getirir. Yumruk kuvvetine dayanarak sivrilecek keyfî ve başıboş juntaların bizi selâmete kavuşturacaklarına kim teminat verebilir? Bunların arasında politikacılar arasındaki iktidar kavgalarından daha kötü kavgalar kopmayacağına, başgösterebilecek kardeş kavgasının bizi Moskova boyunduruğuna doğru sürüklemiyeceğine kim kefil olur?
Dikta sevdalarına Atatürk’ün adının karıştırılmasının, büyük millî liderin ve kurtarıcının ruhuna eza verdiğine şüphe edilemez. Atatürk, gerçek demokrasinin samimî bir âşıkı idi. … Demokrasi ve plânlı kalkınma çerçevesindeki huzur ve istikrar akışını arkadan vurmağa ve sarkıntılık etmeğe çalışanlar, emellerine varamayacaklardır, küçük düşmeğe mahkûmdurlar. Ondörtlerin vatanseverce jesti, bu gibilerin de, dış düşmanların da ihtiyaç duydukları bulanık havayı ortadan kaldırmağa ve itidal iklimini kuvvetlendirmeğe elbette ki hizmet edecektir.
Hür Vatan, Turan Güneş, 31 Temmuz 1962.
Ondörtlerin sonu
Bizim siyasî hayatımız hurufilik gibi rakamlar ve harflerle doludur. Otuzbeşler, Altmışüçler, Ondokuzlar gibi bir takım mistik deyimler siyasî eğilimlerimizi kavgalarımızı belirtir. Batı ülkelerinde olsa bilginler belki de bu deyimlerle din tarihimizi edebiyat tarihimizi dolduran kırklar yediler, rum abdalları gibi olaylar arasında bir ilgi kurarlar. O zamanlardan beri toplum olarak batıl itikatlarımızın din alanından siyaset alanına aktarıldığını ortaya koyar.
Her neyse, diyeceğim o değil. Bu hurufiyata son zamanlarda bir de ondörtler eklenmişti. Bu değerli ve dinamik ihtilâlcilerimize böyle mistik bir numara da verilince, siyaset alanımız ve ruhlarımız onlarla dolup taştı. Türkiyenin kalkınması için reçetesi olan herkes bu tarifenin Türkiyeye dönmesi ile neticesini uygulamak imkânına kavuşacağı umuduyla yaşadı. Doğrusu ya bu kadar propagandanın etkisinden insan kendini kurtaramıyor. Bakalım neler göreceğiz diye merak edip duruyor.
Son Brüksel toplantısı gösterdi ki, aslında Otuzbeşler gibi, Ondokuzlar gibi Ondörtler de olayların bir araya getirdiği heyecanlı ve iyiniyet dolu ama birbirleriyle pek düşünce ortaklığı olmayan genç ve dinamik vatandaşlarımızdır. Ne indirler, ne cindirler, sizin benim gibi birer âdemdirler.
Bildirilerinden anlaşıldığına göre bir konuda oybirliğine varmışlardır. Bu oybirliği gerçekte hiçbir konuda birlik olmadıklarını yayınlamaktan ibarettir.
Öyle sanıyorum ki bu aldıkları karar kendilerine bu ülkede büyük şeref kazandıracak bir karardır. Gençliklerinin ve vatanseverliklerinin heyecanı içinde bir hareket yaratmaya çalıştılar. Fakat illâ her birimiz bu ülkenin başına geçeceğiz, baş olacağız diye sonuna kadar tutturmadılar, inat etmediler. Oysa bir parti kursalar büyük fikirlerimiz var deseler, peşlerinden gidecek, kendilerini evliya sanacak epeyce adam bulunurdu. Ondörtler bir zamanlar kendilerini bu umuda kaptırmış görünüyorlardı. Sosyalistiz dediler, devrimciyiz dediler, içlerinde milliyetçiyiz diye de tutturanlar oldu sanırım. Bir doktrin bulmak için epeyce uğraştılar. Ama önce amaç -iktidara gelmek- çizilip sonra doktrin bulunmaz. Biz hiç birinin gerçek fikirlerini öğrenemedik, çünki yoktu. Her birinin elbet toplumumuzun geleceği için bir takım düşünceleri vardı. Tabii bu boşluğu sonuna kadar bize yutturmağa kalkmadılar. Her halde biraz da yabancı ülkelerin verdiği olgunlukla böyle büyük iddiaları bir kenara bırakıverdiler, samimi davrandılar, çok iyi iş yaptılar.
Bu arada bir gerçeği de her halde kavramışlardır. O da Devlet ve toplum yönetiminin pek öyle bir hükûmeti alaşağı etmek kadar kolay olmadığı. Devrimcilik iyidir hoştur ama, belki de en derinlemesine bir düşünceye, en geniş bir bilgiye dayanması gerekir. Her Devrimci cesur olmak gerekir ama her cesur olan da ihtilâlci olmaz.
Şimdi ondörtler konusunda hurufilik yönü bittiğine göre, bu değerli kişilerin her birinin Türk politikasında alacakları yerler vardır. Toplumumuzun dertleri üzerine gönülden eğilen, bunu kendine dert edinen siyaset adamımız çok azdır. Bu bakımdan ben ondört kişiyi bekleyen görevler olduğuna gerçekten inanıyorum. Siyaset alanımıza her biri kendi açısından bir ışık bir nefes getirebilirse ne mutlu kendilerine.
Yeni İstanbul, 31 Temmuz 1962.
A. Türkeş: <<Zaten anlaşmamıza imkân yoktu>> dedi.
14’lerin Bruxelles’deki son toplantısı çok tartışmalı geçti, Kabibay ve Erkanlı yeni parti kurulması için ısrar ettiler. Türkeş’in milliyetçi çevrelerle temasını tenkide kalkıştılar.
Daha ilk gün, 13 eski ihtilâlcinin bir kısmı Alparslan Türkeş’in etrafında, bir kısmı da Erkanlı ve Kabibay’ın etrafında olmak üzere ikiye ayrıldıkları görülmüştür. Kabibay ve Erkanlı, 14’lerin İnkılâpçı Sosyalist Parti adında bir siyasî teşekkül içinde toplanmalarını, Türkiye’deki 22 Şubatçılardan bir kısmı ile, Aydın – Sosyalistlerin de parti kadrosuna alınmaları tezini savunmağa başlamışlardır. Türkeş ve arkadaşları ise bunun sayılması zor mahzurlar doğurabileceğini ileri sürmüşler neticede iki tez arasında bir uyuşma temin edilememiş ve kısa bir tebliğ yayınlanması kararlaştırılmıştır. …
Brüxelles toplantısının en dikkate değer taraflarından biri de bilhassa Erkanlı ve Kabibay’ın, Alparslan Türkeş’e yönelttikleri tenkitler olmuştur. Orhan Erkanlı, Türkeş’in Türkiye’deki milliyetçi çevrelerle yakından temasını mahzurlu gördüğünü söylemiştir. Kabibay da bu görüşe iştirak etmiş ve Türkeş’in geniş vatandaş kütlesi tarafından sempati ile takip olunan tutumunu, kendi fikriyatları için zararlı gördüğünü söyleyecek kadar ileri gitmiştir.
Alparslan Türkeş, 14’ler grubuna dahil arkadaşlarından bazılarının siyasî görüşlerini ve Türkiye’de kimlerle temasta bulunduklarını bildiği için, bu tenkidlere geniş ölçüde cevap vermemiş ve inandığı yol üzerinde yürümekte devam edeceğini belirtmekle yetinmiştir. Alparslan Türkeş, tebliğin neşrinden sonra kendisiyle görüşenlere “böyle olduğu iyi oldu. Bunlarla zaten anlaşmamıza imkân yoktu” demiştir.
GALİP ERDEM
Yeni İstanbul, Galip Erdem, 1 Ağustos 1962.
14’lerin Sonu
14’lerin Brüksel’de yaptığı toplantılar, birkaç günden beri, dikkatle takip edilmekte idi. Kulaktan kulağa bir takım söylentiler dolaşıyor, iki grupa ayrılan 14 eski MBK üyesinin anlaşıp anlaşamıyacağı üzerinde çeşitli tefsirler yapılıyor, herkes kendi hesabına uygun bir neticeye varılması için münasip telkin ve tesirlerde bulunmağa çalışıyordu. Merakla beklenen tebliğ nihayet yayınlandı. 14 lerin artık müşterek hareket etmiyecekleri, bundan böyle her türlü faaliyetlerinin sadece şahıslarını ilzam edeceği bildiriliyor, sebep olarak da, âdete uygun bir şekilde memleketin yüksek menfaatleri gösteriliyor.
14 ler meselesinin tarihe karıştığı, iki yıla yakın bir müddet zarfında memleketi sık sık meşgul etmiş kimselerin herhangi bir vatandaş hüviyetine büründüğü şu günlerde, bu konuya dokunmağı hiç istemezdim. Fakat basının tavrını görünce, başyazarından muhabirine kadar eline kalem alan cümle yazıcıların isabetsiz hüküm ve tefsirlerini okuyunca, bu mesele üzerindeki kanaatimi belirtmeği muhterem okuyucularıma karşı bir vazife saydım.
14 ler adı ile meşhur olan topluluk, aslında tabiî bir birlik değildi. Müşterek bir fikirleri yoktu. Ne 27 Mayıs’tan, ne 13 Kasım’dan, ne de Brüksel’deki son toplantıdan önce muayyen temellere dayanan bir dünya görüşüne bağlılık hususunda anlaşamamışlardı. Onları birleşik görünmeye zorlayan yegâne nokta haksızlığına inandıkları bir muameleye müştereken maruz kalmış olmaları idi. Böylesine zoraki bir topluluğun pek fazla devam etmiyeceği, mukadder akibetin er geç hükmünü icra edeceği aşikârdı.
Çok kimsenin kabul etmek istemiyeceği bir gerçek var: 14 ler arasında bir fikir ihtilâfı doğmamıştır. Çünkü, bir kısmının, yanlış veya doğru, belli bir nizama inanmaları ve ölçüsünün münakaşası bir yana, inandıkları nizamın ne olduğunu bilmelerine mukabil, diğerlerinin hiçbir fikri olmadığı bir vakıadır.
14 ler topluluğunun şu anda 9’lar diye adlandırılan ve doğru yolun temsilcileri gibi gösterilmek istenen kanadı, 27 Mayıs’tan ve bilhassa 13 Kasım’dan sonra öğrendikleri malûm sloganların peşine düşmüştür. Söyleyebildikleri tek şey memleketin kalkınması için köklü reformlar yapılmasının şart olduğu idi. Amma, köklü reformlardan ne anladıklarını açıklayamadılar. Çünkü bu sihirli formülü kendi bilgileri ve araştırmalarının sonunda bulmamışlar, sık sık görüştükleri bâzı malûm çevrelerden hazır kalıplar halinde almışlardı. Memleketin ana dâvaları konusunda yanlış zanlara sahip kılındıkları yetmiyormuş gibi, milletin gerçek arzu ve temayülleri konusunda da doğru bir teşhise muvaffak olamadılar. Mütemadi telkinlerin ve hatâlı istihbaratın da tesiri ile, müstakil bir parti kurarak siyasî bir maceraya atılmak cazip geldi. Bunun yanında, 14’lerin Alparslan Türkeş tarafından temsil edilen diğer bir kanadı, askerlik mesleği dışındaki konularla 27 Mayıs’tan önce de ilgilendikleri, imkânları nisbetinde okudukları ve bu vasıfları sebebi ile halkı daha iyi tanıdıkları, yanlış veya doğru, belli bir fikrin sahibi oldukları için malûm çevrelerin tesir sahasına girmedi. 14 ler hikâyesinin bitmesindeki asıl âmili bu noktada aramak lâzımdır.
Fikri bir yakınlıkları olmayan insanların sonuna kadar beraber kalmakta ısrar etmeleri zaten hatâ idi. Hatâya devam etmemek basiretinin gösterilmiş olması hem kendi hesaplarına, hem de memleket hesabına hayırlı bir neticedir.
ÇETİN ALTAN – YARI ENTELEKTÜEL, YARI DENÎ BİR YAZI
Milliyet, Çetin Altan, 2 Ağustos 1962.
Bir tuhaf 14 kişi…
27 Mayıs hareketinden sonra gelişen olaylar arasında en dikkat çekenlerden biri Ondörtlerin yurt dışına sürülmeleri oldu.
Bu olayın tahlili basittir. 27 Mayıs bir düzen değişikliği ihtiyacından patlamış, fakat hiçbir fikrî hazırlığı olmadığı için bir hükûmet darbesinden öteye gidememişti. 27 Mayısı yapanlar, yaptıkları ihtilâlin hangi sosyal ve iktisadî faktörlerden hız aldığını dahi aydınlık şekilde bilmiyorlardı. Onlar bir tabancayı patlatmışlardı. Ancak bu tabanca nasıl olmuştu da patlayacak hâle gelmişti. Bunu sadece Menderes’in şahsî politikasındaki hatâlarda aramak doğru değildi. Sebepler daha derinlerdeydi. O sebepler kökünden değişmedikçe Menderes tipi politikacıların her fırsatta ortaya çıkması önlenemeyecekti. Nitekim 27 Mayısta iktidar değişmiş, fakat o iktidarı çürüten düzen ve zihniyette herhangi bir değişiklik olmamıştı İhtilâl sonrasının ilk seçimlerinde devrilenlerin en yakınlarını aday gösterme ihtiyacı bundan doğdu.
Çünkü 27 Mayısçılar sosyal ve iktisadî şartların kendiliğinden kurduğu tabancayı havaya sıkmışlardı. Herhangi bir köklü değişikliği başaracak çapta ve hazırlıkta olmadıkları için, ister istemez kendileri de, göstermeliği yıkılmış, fakat temeli olduğu gibi kalmış olan eski düzene yavaş yavaş intibak ettiler.
Ondörtler bu râm oluşu benimsemeyenlerdi. Onlar ihtilâlin bir hükûmet darbesinden ibaret kalmasını istemiyorlardı. Köklü değişikliklere doğru yönelmek niyetindeydiler. Fakat itiraf etmek gerekir ki bu değişikliğin hangi yöne doğru yapılması gerektiğini onlar da bilmiyorlardı. Aralarında bir tek iktisatçı yoktu. Meseleleri iktisadî açılardan yorumlamakta ve yeni iktisadî ölçüler getirmekte acemiliklerini hissediyorlar ve güçlük çekiyorlardı.
Üniversiteden 147 öğretim üyesinin atılmasını Üniversiteyi kurtarmaya yeter zannedecek kadar kolay ve çocuksu bir eğilimdeydiler. Ayrıca politikacıların içindeki köhne kurt onların da içine girmeye başlamıştı. Prensipleri konuşacaklarına, gitgide demagojiye uzanan demeçlere kayıyorlardı. Bâzılarının içindeki ferdî ihtiras, ihtilâlci heyecanlarının da ötesine geçiyordu.
Meseleleri eski düzene sâdık kalarak halletmeyi daha uygun bulanlar, bu düzenin insanları tarafından alkışlanıyor ve massediliyorlardı. Ondörtler ise kestane fişeği gibi sağa sola patlamakta, fakat ne bir teşkilât kurmakta, ne de bir istikamet çizebilmekteydiler. Onları bir gecede sürüvermek kolay oldu.
Ondörtlerin birkaç tanesiyle konuştum. Kendi aralarında da anlaşamayacakları çok belliydi. Yılların içinde dövüle dövüle pişmiş bir görüş ve inanışları yoktu. Samimiydiler; fakat aynı zamanda fazla kulaktan dolmaydılar. Beylik klişelerden kurtulamıyorlardı. Hattâ bunlardan Rifat Baykal’ı yazdığım zaman, bana kızmıştı. Neden kızdığını anlayamadım. Çünkü ben doğruyu yazmıştım. Tarihî değişikliklerde rol oynayacak ve toplumların kaderini değiştirecek kadrolarda yer alacak bir çapı yoktu. Benim konuştuklarım arasında bir Numan Esin, düşünce olarak keskin ve sağlam çizgiliydi…
Bu arada bir de Türkeş ismi çıkmıştı ortaya. Bu adamın niyetini hâlâ bilemiyorum. Yıktığı tarafın kalıntılarına en fazla kur yapan oydu. İhtilâlci miydi, ırkçı mıydı, politikacı mıydı, yoksa sadece dinamik ve haris bir insan mıydı hâlâ anlamış değilim. Fakat bildiğim bir şey varsa, o da ne olduğu kolay anlaşılmayan kişilerden memlekete fazla bir fayda gelmeyeceğidir.
Şimdi Ondörtler birbirlerinden ayrılmış bulunuyorlar. Türkeş, Baykal, Özdağ, Er ve Esin’in AP ile iş tutacakları söyleniyor. Numan Esin’in böyle bir siyaset oyunundan medet umması benim için gerçekten sürpriz oldu.
AP nin temsil ettiği <<Çoğunluğu istismar etmek için çoğunluğu tavlamak>> fikrini yıkmak amaciyle ortaya çık, bunu yıkamayınca da onlarla birlik ol. Bu, ihtiras sahipleri için kurnaz bir yol olarak gözükse de, tarihî gelişme içinde müsbete ulaşacak bir yol değildir.
Kabibay’ın grubu çok daha medenî davranmakta, çok daha zoru seçmektedir. Memleketin muhtaç olduğu sosyal ve iktisadî muhalefeti şuurlandıracak bir parti kurabilirlerse güçlerini isbat ederler. Kuramazlarsa yine de şerefli ve çıktıkları noktaya ihanet etmemiş olmanın güzelliği içinde kalırlar. Hiç değilse güçsüzlüklerini bir takım siyasî kurnazlıklarla payandalamak zavallılığına düşmeden yaşamanın asaletini tadarlar.
Yirminci yüzyılda gaye için her yol mübah değildir. Her gayenin yolu bellidir çağımızda. Türkiye’de oportünizmin her çeşidini gördük. Ancak şu var ki ihtilâlcinin oportünisti gerçekten kusturucu oluyor. Önümüzdeki aylarda bu isimlerden sık sık bahsedilecek. Kimlerin çürük, kimlerin sahte olduğu o zaman daha iyi anlaşılacak
CEVDET PERİN
Milliyet, 2 Ağustos 1962.
Cevdet Perin’in Açıklaması
Türkeş bana AP ye girmek istediğini söylemişti…
Türkeş Perin’e AP de köprübaşı kurmuş olduklarını da bildirmiş.
YTP Milletvekili Cevdet Perin, 9 ay önce NATO Parlâmentolarının toplantısına katılmak üzere bir heyetle Paris’e gittiği sırada, Alparslan Türkeş’le yaptığı iki saatlik hakkında açıklamalarda bulunmuştur.
O sırada AP milletvekili olan Perin şunları söylemiştir: <<Parlâmentolararası toplantıya Cihat Baban, Muhlis Ete, tabiî senatör Haydar Tunçkanat, Nurullah Esat Sümer ve Mahmut Vural ile katıldım. Paris’e vardığımızın ertesi günü sabah Alparslan Türkeş telefonla benden görüşme talep etti. Hey’et arkadaşlarımdan muvafakat alarak kabul ettim. Görüşmemiz iki saat sürdü. Kendisiyle ilk defa karşılaşıyordum. Karşılıklı suallerimiz ve cevaplarımız oldu. Bana, 6 lar adiyle yaptıkları basın toplantısının yanlış aksettirildiğini, iyiniyetli olduklarını söyledi. Memleketten haberler istedi. Kendisine Parlâmento açılmasından evvelki ve sonraki hâdiselerin tablosunu çizdim. Bana Türkiye’de bir Cunta’nın mevcudiyetinden bahsetti. Merkezi Polatlı’da olan bu Cunta’nın, Türkiye’yi aşırı bir solcu rejimine götüreceğini ve 25 yıldanberi plânları bulunduğunu söyledi. Ben de Türkeş’ten sordum: Bunlar dikta rejimi kurmak istediklerine ve siz de bunları tasvip etmediğinize göre niçin bir deklârasyon neşretmiyorsunuz? Size, Irkçı, Turancı, Faşist diyorlar. Faşist olarak mı bunların karşısındasınız, yoksa demokratik rejime inanıyorsunuz da mı mücadele etmek istiyorsunuz? Bana, Yeni Delhi’ye gider gitmez, arkadaşları ile bir deklârasyon neşredeceğini ve bunun 15 güne kadar elimizde olacağını söyledi. 9 ay geçmiş bulunuyor. Hâlâ bekliyorum.
Memlekete döndüğünüz zaman yeni bir parti kuracak mısınız? soruma da, “Lüzumu var mı? Bizi AP ye kabul etmez misiniz” diye cevap verdi. Bu arada kendi tâbiriyle arkadaşlarının da AP ye sızıp köprübaşlarını ele geçirmiş olduğunu da bildirdi.
Türkeş’in, halen AP de bulunan arkadaşlarından bir Milletvekili gazeteci, Türkeş’ten bir çok defalar müstakbel Başbakan olarak bahsetmişti. Bu gazeteci, seçimlerden evvel AP ye verdiği Milletvekili kontenjanı listesi başına Nihal Atsız’ın ismini koymuştu. Ben bu ismi listeden çıkardığım için aramız açıldı. Türkeş’in bu ve ayni gazetede bulunan diğer fikir arkadaşları ile sıkı bir irtibatta bulunduğunu anladım. Benimle eskiden çalıştığım gazetenin yöneticilerine şu tavsiyeleri yolladı:
<<Beklenen adam diye ikide birde resmimi neşretmesinler. Bu işlerde çok gizli ve kurnaz çalışmak lâzımdır.>>
DP kitlesine bir baş lazım olduğunu söyliyen Türkeş, MBK içindeki mücadeleleri hakkında da bana şu izahatı verdi:
<<Biz seçimlerin üç ay sonra değil, daha ileriye bırakılmasını bunun için istedik. İstifa edip sizin gibi eski demokratlarla birleşerek bu kitlenin başına geçecek ve CHP ye haddini bildirecektik.>>
Perin, Türkeş’in DP kitlesinin başına geçmesi yolundaki plânın eskiden çalıştığı gazetenin ölmüş olan başyazarı ile hâlen Milletvekili olan iki yazarı tarafından 27 Mayıs’tan hemen sonra plânlaştırdığını da açıklamıştır.
BURHAN APAYDIN – KİMİN BAHSE DEĞER OLMADIĞINI TARİH GÖSTERİR
Milliyet, 3 Ağustos 1962.
Ege bölgesindeki AP ilçe kongrelerini takip eden Burhan Apaydın, gazetecilerle yaptığı görüşmede, Alparslan Türkeş’in AP nin kapısından içeri giremeyeceğini söyledi.
Gece Postası, 3 Ağustos 1962.
Burhan Apaydın: <<Evvelce de açıklamıştım. A. Türkeş, AP nin kapısından içeri giremez. Hem bahse değer bir insan değil ki…>>
GÖKHAN EVLİYAOĞLU
Yeni İstanbul, Gökhan Evliyaoğlu, 4 Ağustos 1962.
İftira Ediyorlar!
Alparslan Türkeş ve ona bağlı sembolik bir rakam ifadesinden başka bir şey olmayan Ondörtler konusu muhtelif bakımlardan günün konusu olmaya devam ediyor.
Ondörtlerin, Brüksel’de yaptıkları son toplantıdan sonra neşrettikleri kısa bir tebliğ, sanki başka bir netice beklenilirmiş gibi bazı çevreleri şaşırttı.
Neticeyi sürpriz olarak karşılayanlar bu ondört rakamının ifade ettiği grupu fikrî bir beraberlik zanneden sathî müşahitlerdir.
Aslında, bütün teferruatiyle aynı görüş birliği içinde bulunanlar Ondörtler değil, Yirmiüçler’di. Bu sebeple bu Yirmiüçler yani şimdiki Temelli Senatörler, farklı mizaçlar ve ayrı görüş sahipleri olan Ondörtleri tasfiye ettiler. Bu sebeple Yirmiüçlerle her meselede anlaşamıyan Ondörtlerin topunu birden aynı fikrî kadro içinde mütalâa etmek imkânı yoktur.
Ondörtler sun’î bir grupmandı ve Brüksel’de bu sun’îliği devam ettirmenin imkânsızlığı meydana çıktı.
Nitekim bu Ondörtler grupu içinde bulunan meselâ Orhan Erkanlı gibi lüzumsuz derecede sert, aşırı ihtilâlci, yalnız itham etmekten hoşlanan ve hiç sempatik olmıyan bir adamla, Türkeş veya Muzaffer Özdağ veya Ahmet Er gibi, müşfik, sempatik, kafasında fikirler bulunan içli kimseler nasıl bir araya gelebilirlerdi.
Bu Ondörtlerin içinde bulunan bir iki düşünen kafadan yalnız Ondörtler değil, Yirmiüçler de pek nazik zamanlarda istifade ettiler.
İnkılâbın ilk taahhütlerini ilân ve tefsir edenler, konferanslar verenler ve beyanatlarda bulunanlar, 27 Mayıs’ın mes’ut bir millî kardeşlik getireceğini, tamiri ve telâfisi kabil olmıyan hatâlardan, kin ve husumet doğuran hâdiselerden kaçınılacağını ifade edenler, kısaca, inkılâbın fikrî motör kuvvetleri işte o bir iki kişi idi. Bu arada Kabibay gibi, Erkanlı gibi isimler pek yer tutmamıştı.
Esasen Ondörtler tabiri yerine Türkeş ve Arkadaşları tâbirini kullanmak daha yerindeydi ve böylece sun’î bir birlikten ziyade, ne yapmak istedikleri belli birkaç adamı kasdetmek mümkündü. Biz de bu hususa dikkat ediyorduk.
Fakat niçin Ondörtler değil de Türkeş ve arkadaşları? Daha kısa bir ifadeyle, niçin Türkeş?
Bu sualin cevabı ve bu cevabın mânası bizce kısaca şudur:
Çünkü 27 Mayıs, bir vakıa olarak tecelli etmeden önce, içinde bulunduğumuz siyasî buhran bahsinde, memleket nüfusunun en az yarısı ve bir siyasî kadro tarafından, beklenmeyen bir hal şekliydi. Yalnız bizim siyasî tarihimiz bakımından değil, başka bir çok memleketlerin siyasî tarihleri bakımından mı buhrana sürüklenen demokrasilerin tedavisi için başvurulan bir formül değildi. Demokrasimizin hastalığa sürüklendiğine belki bütün millet müttefik idi. Fakat bunun mes’uliyetinin bir siyasî kadroya, yalnız iktidara yükletilmesi ve bu hastalığın mutlaka bu neticeleri doğuran bu tarz bir ihtilâlle tedavi edileceğine herkes inanmıyordu. İnanılmadığı için, beklenilmiyordu da.
Fakat 27 Mayıs tecelli edince bu başkalıklar taşıyan inkılâp hareketi üzerine, yeraltı ve yerüstü her türlü cereyanın mümessilleri ve bu arada aşırı solcular bu hareketi istismar etmek istediler. O zaman bir Milli Birlik Komitesi üyesi “Bizi kendisine yakın hisseden herkes bizi kendisinden yana zannediyor” demekle bu durumu özet olarak izah etmiş oluyordu.
Filhakika, aşırı solcular 27 Mayıs hareketini aşırı sol cereyanlar hesabına istismar etmek için ne lâzımsa yapıyorlar. Kore’de, Laos’da, Küba’da cereyan eden hâdiselerle bizimkini de izah etmeğe ve 27 Mayıs ihtilâlcileriyle Kastro’yu bir hizaya getirmeğe çalışıyorlardı. Bu arada 27 Mayıs hareketinin en yüksek rütbeli siması, hürriyet anlayışının genişliğini ifade için, Türkiye’de bir komünist partisinin de kurulabileceğini ihsas edince aşırı solcular, kızıl yıldızlı papaklarını göklere attılar.
İşte o sıralarda Albay Alparslan Türkeş’in bir beyanatı komünizm ve komünistler aleyhine bir bomba gibi patladı. Türkeş, endişeleri gideriyor, hareketin metodunu ve felsefesini izah ediyor, konferanslarında ve beyanlarında 27 Mayıs’ın ruhunu ve rengini ifade etmeğe çalışıyordu. Esasen bulunduğu mevki ve elindeki yetkiler de buna imkân veriyordu. Onun sözcülüğü sayesinde 27 Mayıs hareketi bozguncuların velvelesine rağmen, tereddütleri izale edebiliyordu.
Halkın hoşuna giden bu sesi ve bu tutumu benimsiyorduk. Tarafsız bir gazete olarak, inkılâp kadrosunun Başvekâlet Müsteşarlığını tevdi ettiği bu simayı biz de o kadro içinde, o kadro gibi, itimada değer buluyorduk. Bu sebeple onun, başka kasıtlı gazeteler ve sol cereyanların mümessilleri tarafından kısılmak istenen sesini, aynen halka aksettirerek, tarafsız milliyetçi gazetecilik vazifemizi yapıyorduk.
Arkadaşlariyle birlikte tasfiye edildikten sonra da güçsüze yüklenmeği şiar edinen gazetelerin ve politikacıların yaptıkları gibi yapmadık. Aleyhinde bulunmadık. Bilemediğimiz sebeplerden dolayı, gelenin keyfi için gidenin arkasından konuşamazdık. Bu bizim ahlâkımızdır.
Alparslan Türkeş ile bizim gazeteci ve politikacı şahsiyetimiz arasında kurulmak istenen sun’î münasebetlerin kaynağı işte bu tutumumuzdur.
Bir takım yalanlarla, iftiralarla, güya Türkeş’in veya bizim ağzımızdan çıkmış gibi uydurulan fısıltılarla, aramızda, bir sun’î münasebet tesis etmek için büyük gayretler sarfediyorlar.
Aslında, eğer bir gün Türkeş’e her şeyi rahatça konuşabilmek imkân ve hürriyeti verilse, onunla kimlerin, hangi politikacıların ve yazarların ne akla hayale sığmaz siyasî münasebetler kurmak için müracaat ettiklerini ve fakat red cevabı alınca nasıl ona düşman kesildiklerini öğrenmek mümkün olacaktır.
Alparslan Türkeş lehine bir takım siyasî imkânlar hazırlamakta olduğumuzu, onu Adalet Partisine lider yapmak için gayretler sarfettiğimizi, gülünç fakat aynı zamanda alçak bir taktik icabı iddia edenler öyle zannediyoruz ki yakında, iftiralarına karıştırdıkları bütün namuslu adamlardan cevaplarını alacaklardır.
Sanki Türkeş Adalet Partisine girmek istediğini izhar etmiş gibi, liderlik muhterislerinden biri de kongre kongre dolaşıp “onu AP’ye almıyacağız” diye gülünç oluyor. Evvelâ kendisi Adalet Partisinin içinde bu ihtirasların kölesi olarak daha fazla kalabilir mi, onu düşünsün?
Durup dururken, Türkeş’le bizim ve Adalet Partisinin arasında sun’î siyasî münasebetler tesisine çalışanlardan biri de şimdi YTP burçlarından, çıkar sağlıyamadığı eski partisine iftira ile hücum eden zavallı Cevdet Perin..
Vaktiyle başka türlü anlatıp, AP’de yer tutmağa çalışan bu adam da bugünkü iftiralarına mesned yaptığı hâdisenin içyüzü bizzat hâdiseye ismini karıştırdığı zevat tarafından açıklanınca acaba ne yapacaktır?
Türkeş’le 27 Mayıs’tan sonra sadece bir defa görüştüm. Birbirimize hiçbir vaadde bulunmadık ve hiçbir siyasî temas kurmadık. Sırf, tarafsız bir gazeteci olarak beyanlarına gazetemiz sütunlarını açık tuttuk. Türkeş’in 27 Mayıs ve sonrası hakkında olduğu kadar, öncesi için de söyleyeceği enteresan ve tarihî kıymeti haiz şeylerin bulunduğuna, bir müddet için sır olarak muhafaza ettiği bilgi ve müşahedelere sahip olduğuna, inkılâbın ne olduğu ve fakat ne olması beklenirdi konusunda bir şeyler bildiğine hâlâ kuvvetle inanıyorum. Bu bilgiler ve geçirdiği tecrübe onu politika sahasında şans denemeğe zorlar mı? Yahut bu bilgiler ve sırlar bir gün belki yakın bir gelecekte Türkeş’in ve bir iki arkadaşının etrafında siyasî bir efkâr-ı umumiye yapar mı? Bu efkâr-ı umumiye onları siyasî bir aksiyona sürükler mi?
Bunları zaman gösterir. Ancak biz şu kadarını ifade edelim ki, böyle bir neticenin istihsali için ne Türkeş’in bize ihtiyacı vardır, ne de bizim Türkeş için hususî niyetlerimiz. Bizim gizli kapaklı hiçbir işimiz yoktur.
KABİBAY
Ekspres Ankara, 2 Ağustos 1962.
Kabibay: “Cemal Gürsel ile hiçbir zaman gerçek bir fikir ayrılığımız olmamıştır.”
Orhan Kabibay, gazetecilere verdiği demeçte, Başkan Gürsel’le aralarında bir ihtilâf olmadığını söylemiştir. 14’ler topluluğunun dağıtılması kararı dünya basınında geniş yayınlara sebep olmuş ve hemen hemen bütün gazeteler büyük başlıklarla bu haberi duyurmuşlardır. Topluluk dağılıncaya kadar 14 lerin lideri durumunda bulunan Orhan Kabibay gazetecilerin çeşitli sorularını cevaplandırmış ve şunları söylemiştir:
<<Cemal Gürsel ile 14 ler arasında hiçbir zaman gerçek bir zıtlaşma olmamıştır. 1 ile 15 Temmuz arasında Türkiye’yi ziyaret ettim. General Gürsel ile 3,5 saat görüştüm. Kendisi ile geçmişten bahsettik Son iki yılda Türkiye’de pek çok şeyin değişmiş olduğuna dair kanaatlerimizde birleştik.>>
Kabibay, daha sonra 14’ler arasında gruplaşmaya lüzum olmadığını ifade ederek, <<Artık gruplaşmamıza hiçbir lüzum ve sebep kalmamıştır>> demiştir.
Öte yandan Tokyo’da bulunan ve yol parası bulamadığı için Brüksel toplantılarına katılamayan Muzaffer Özdağ da önümüzdeki ay başında Türkiye’ye dönmeye karar vermiştir. Tokyo’da gazetecilerin sorularını cevaplayan Özdağ, arkadaşları ile arasında bir görüş ayrılığı olmadığını, bir aya kadar memlekete döneceğini söylemiştir.
Ekspres Ankara, 3 Ağustos 1962 Cuma.
Otomobille yola çıkan Erkanlı, Akkoyunlu ve Köseoğlu Pazartesi günü Türkiye’deler.
Ekspres Ankara, 5 Ağustos 1962 Pazar.
Erkanlı, Akkoyunlu ve Köseoğlu döndüler.
Fazıl Akkoyunlu “Türkeş lider değildir” dedi.
Orhan Erkanlı, Fazıl Akkoyunlu ve Münir Köseoğlu dün Türkiye’ye varmışlardır. Daha önce, Pazartesi günü Türkiye’ye gelecekleri bildirilen üç eski ihtilâlci otomobille yaptıkları gezilerinde Avrupa şehirlerinde kalmadıkları için dün Türkiye’ye varmışlardır. Çocukları ile birlikte seyahat etmekte olan üç Devlet müşaviri, yıllık izinlerini geçirmek için geldiklerini söylemişlerdir.
Edirne Kapıkule gümrük kapısında, arkadaşları adına gazetecilerle konuşan Fazıl Akkoyunlu, Türkeş’in 14’lerin lideri olmadığını belirtmiş ve şunları söylemiştir: <<Şimdiye kadar aramızda bir lider seçmiş değildik, bundan sonra da seçecek değiliz. Esasen aktif siyaset yapmak fikrinde değiliz. Uğrunda mücadele ettiğimiz fikirleri her dem taşıyacağız. Binaenaleyh Türkeş’in veya 14 lerden herhangi birinin bir tanesinden başka bir mevkiî yoktur. Müşkilat içinde bulunan Hükûmeti kösteklemek değil desteklemek faydalı olur kanaatindeyiz.>>
MEKTUPLAR
TÜRKEŞ TOPLANTIYA NEDEN GEÇ KATILDI
ALPARSLAN TÜRKEŞ’TEN MUZAFFER ÖZDAĞ’A
Yeni Delhi, 14 Ağustos 1962
Sevgili Kardeşim Özdağ,
12 Ağustos’ta Avrupa’dan Yeni Delhi’ye döndüm. Geldiğim zaman 8 Ağustos tarihli mektubunu bularak pek memnun oldum. Şimdi sana kısaca geçmiş olan olayları anlatayım.
Kabibay’ın imzası ile 18 Temmuz’da Brüksel’de toplantıya davet mektubu almış olmakla beraber bazı sebep ve düşüncelerle toplantıya gitmedim. Niyetim de hiç gitmemekti. Fakat 20 Temmuz’da Brüksel’den Ondörtler imzalı bir mektup aldım. Burada arkadaşlar “En geç 23 Temmuz akşamına kadar Brüksel’de bulunmaklığımın şart olduğunu” bildiriyorlardı ve nihayet imza yerine Kabibay yerine Ondörtler yazmaları durumu kavradıklarını gösteriyordu.
Kendilerine cevaben 23’ünde değil, ancak 27 Temmuz’da orada bulunabileceğimi bildirdim. Fakat kendim, 23 Temmuz’da Yeni Delhi’den hareket ederek Roma’ya ve oradan da Milano’ya, daha sonra da Münih’e geçtim. Buralardaki arkadaşlarımızla temaslarda bulunarak: birçok hususlar hakkında bilgi aldım. Kabibay’ın Türkiye’deki temasları, kimlerle ne şekil ve pozlarla görüştüğü hakkında ve nihayet Brüksel’de karşılaşacağım hava hakkında pek çok şeyler öğrendim. Bunlara göre toplantıda takip edeceğim hareket tarzının plânını, kesin olarak tesbit ederek; 27 Temmuz günü, Brüksel’e hareket ettim.
Tesbit ettiğim plân şu idi:
Sükûnetle, nezaket ve samimiyetle, arkadaşlarımıza hakiki durumu anlatmak, benim şahsım hakkındaki her zaman tekrarlanan Turancılık-Irkçılık propagandasına dair tekrar izahat vermek ve bunun biz parçalamak için bu şekilde ileri sürüldüğünü izah etmek. Fakat bunun dışında hiçbir taviz kabul etmemek ve bir milim dahi fedakârlık kabul etmemek. Brüksel havaalanında beni Kabibay, Karan, Akkoyunlu, Soyuyüce karşıladılar. Erkanlı, Köseoğlu, Baykal Paris’te idiler ve o akşam geldiler. Esin ve Er de Bonn’a gitmişlerdi, onlar da akşam geldiler. Kaplan böbreklerinden hasta olduğu için o gelmemişti, ancak ertesi akşam gelebildi. Taşer benim gelişimin gecikmesini protesto ederek ve yetkilerini Erkanlı’ya bırakarak Bern’e dönmüştü.
Havaalanından otomobile kadar bavulumu, Karan taşıdı. Bunu, daha sonraki hareket ve sözlerindeki tezadı belirtmek için kaydediyorum. Yoldaki konuşmalardan, sahnenin hazırlanmış olduğunu, kesin şekilde sezdim.
Akşam, Akkoyunlu’nun kaldığı pansiyonda toplandık. Erkanlı toplantıya kongre başkanı seçilmiş imiş. O sıfatla toplantıyı açtı. Ve bana ilk olarak evvelce hazırlanmış olup, bütün arkadaşlar tarafından müzakerelere girişilmeden peşin bir şekilde imzalanmış bir protokol vererek görüşmelere başlamadan önce bunu imzalamaklığımı rica etti. Protokol’ün metni şu idi:
“Bundan sonraki görüşmelerde ve ilerde Ondörtler tarafından her ne karar alınırsa alınsın, bunları kabul edeceğimi ve hiçbir şekilde Ondörtler topluluğunu terk etmeyeceğimi taahhüt ederim.”
Bunu okuyunca, plânlarını daha iyi anladım. Tabii çok çürük bir plân… Seçim yaparak Kabibay’ı reis yapmayı kulis faaliyeti ile garantiledikleri için, seçim neticesine itiraz ederek ayrılmaklığımı böyle bir protokolle önlemek istiyorlardı. Kendisine cevap olarak, böyle bir protokolün imzalanmasına lüzum olmadığını, her şeyden önce teşkilât meselesini müzakere ederek görüşmekliğimiz gerektiğini söyledim.
Bunun üzerine, müzakereye girişmeden önce benden, şahsım hakkında izahat vermekliğimi, Turancı ve Irkçı olup olmadığım hakkında bilgi istediler. Bunlar üzerinde uzun uzun izahat verdikten sonra Münir ve Şefik çok memnun kalarak beni kucaklayıp öptüler. Karan da tatmin olduğunu beyan etti.
Tekrar müzakereye geçilince benim ileri sürdüğüm görüş herkes tarafından sükût ve tasviple karşılandı. (Kendi liderliğimin zarureti hk.) Fakat bu hâl Erkanlı ile Kabibay’ı çok sinirlendirdi. Erkanlı, arkadaşlara hitaben “Türkeş Albay yokken hepiniz konuşuyordunuz. Şimdi o geldi, hiç biriniz ağzınızı açmıyorsunuz. Bizi ortada yalnız bırakıyorsunuz” gibi tahrik yollu sözler söyledi ve oturuma bir süre ara verilmesini, kendisinin yapacak bazı özel işleri bulunduğunu, söyledi.
Bir süre oturuma ara verildikten sonra yani kulis yapıldıktan sonra tekrar toplandık. Bu defa Karan söz alarak benim niyet ve maksatlarımı bilmediğini, bunlar hakkında izahat vermekliğimi istedi. Ben de gereken izahatı verebileceğimi, fakat kendisinin benim sınıf arkadaşım olması dolayısıyle beni çok eskiden beri tanıdığını, Komite’de iken de benimle birlikte parti kurmaya razı bulunduğunu, bu maksatla meşhur Adana-Mersin seyahatlerini yaptığını söyledim.
Bunun üzerine bana çirkin bir tarzda hitap etti ve “Bunlar hep senin düzenbazlığından olmuştur” dedi. Bunun üzerine kendisine sert bir şekilde hitap ederek toplantıyı terk ettim. Böylece o geceki toplantı kesildi. Ertesi günü saat onbirde tekrar toplanıldı. Liderlik meselesi konuşularak, benim şahsım hakkında Kabibay tarafından aynı mahzurlar ileri sürüldü ve bana kendisi bir kenarda kalmaklığımı tavsiye etti.
Ben de milletlerin siyasî efsanelerle yaşadıklarını, CHP’yi seçim kazanamadığı halde bugün iktidarda tutan şeyin İnönü Efsanesi olduğunu, binaenaleyh benim hakiki hüviyetim ne olursa olsun, halk arasında adımın etrafında bir şöhret teşekkül etmiş olduğunu, bunun bize büyük bir siyasî kudret verebileceğini, bunu ihmal etmememiz gerektiğini söyledim ve aksi yola gidildiği takdirde bana, bir kenara çekilmek düşeceğini ilâve ettim.
Bunlar üzerinde kavga halini alan sert konuşmalar oldu. Baykal, Esin, Er güzel teklifler ileri sürdüler. Meselâ benim reis ve Kabibay’ın reis vekili olmasını ve yetkilerimizin bir talimatla tesbit edilmesini söylediler. Fakat Erkanlı’nın bozgunculuğu ile teklifler hep suya düşürüldü. Ve yine kendisi tarafından 14’ler Birliği’nin feshedilmesi teklif edildi. Buna ben ve Baykal, Esin, Er muhalefet ettik. Özet olarak dedik ki:
“Şimdi bir uzlaşmaya varamamış isek de, bu ayrılmaklığımızı veya 14’leri feshetmekliğimizi gerektirmez. Böyle bir karara gitmek cinayet olur. Durumu olduğu gibi devam ettirelim, stratejk intişar kararı alarak; bir süre daha böyle devam edelim, Aradan geçecek zaman görüşlerimizde değişiklik ve yumuşama yapabilir ve bir anlaşmaya varabiliriz.”
Fakat bütün çabalarımıza rağmen kulis sayesinde dört muhalife karşı geri kalanlar fesih kararı verilmesi lehinde oy kullandılar. Böylece tarihî Ondörtler feshediliyordu. Bu bizi çok müteessir etti. Yemekten sonra gece Esin’le beraber Kabibay’ın evine gittik. İrfan da oradaydı. Arkamızdan Erkanlı ile Akkoyunlu da geldiler. Sabaha kadar kendilerini fesih kararından vazgeçirmek için uğraştık. Neticede statükoyu devam ettirmeyi kabul ederek şöyle bir karara vardık:
“Mevcut durumu devam ettireceğiz. Erkanlı, Akkoyunlu, Köseoğlu ve bunlara katılacak bir veya iki arkadaştan meydana gelecek bir ön heyeti Türkiye’ye göndereceğiz. Bu ön heyet, bizim namımıza temaslar yaparak bize bilgi verecek. Sonra hepimiz Türkiye’ye dönünce yeniden toplanarak duruma göre karar vereceğiz.”
Ertesi günü bunun üzerinde bir hayli tartışmalı müzakereler oldu. Erkanlı’nın talimatıyla Soyuyüce bir ara “Türkiye’de yapılacak toplantıda her ne karar alınırsa alınsın herkesin bunu kabul edeceğini ve arkadaşlardan ayrılmayacağını yeminle temin etmesini” ileri sürdü. Bu da ortalığı karıştırdı. Bunun üzerine Şefik’le Karan öfke ile toplantıyı terk ettiler. Geri kanlar akşamki karar üzerinde oybirliğine vardılar. Saat akşamın yedisine geldiği için toplantıya son verildi ve o gece ben de o uğursuz Brüksel’den ayrılarak uçakla Londra’ya geçtim.
Londra’da iken bir de gazetelerden öğrendim ki Kabibay, Abdi İpekçi ve Ekspres gazeteleri vasıtasıyla 14’lerin fesih kararı verdiğini bir tebliğle yayınlamış ve direktifle bizim aleyhimizde kampanyayı açtırmış.
Bu güne kadar hiçbir gazeteye beyanat vermedim. Durumu senin de işaret ettiğin gibi sabırla takip ediyorum, işte sana toplantıyı özetledim. Ben şimdi kendimizi çok daha sağlam ve kuvvetli hissediyorum. Genç ve zinde kuvveti biz temsil ediyoruz. İhtilâlin motor ve beyni bizim grubumuzdur. Sabır ve soğukkanlılıkla hareket ettiğimiz takdirde muvaffak olacağımıza eminim.
Londra’dan sonra Madrid’e giderek orada Kaplan, Baykal, Esin ve Er’le görüştüm. Bu görüşmede Kaplan, gazetelerin kendisini Kabibay’ın grubunda göstermelerine üzüldüğünü ve bunu gazetelere açıklayacağını bildirdi. Yaptığımız görüşme neticesinde Baykal ve Esin’le Er’in Eylül sonuna doğru yurda dönmelerine karar verdik. Sen de onlara katılabilirsin. Veyahut arzu edersen, beraber çıktığımız gibi yine birlikte döneriz.
Ben dönüşü, Kasım ayı sonunda veya Aralık ayı başında, olarak düşünüyorum. Araba işini ne yaptın? Satış hususunda acele etmeni ve bu yüzden ucuza satılmasını uygun görmüyorum. Yeni gelen Ataşemiliterle bir anlaşma yapılabilir mi? Ben üç bin memlekete ve ayrıca Avrupa seyahati için de bin iki yüz dolar sarfettim. Şimdiki halde imkânım yok; fakat eşyayı satınca sana sekiz yüz dolar gönderebilirim. Tokyo’da söylediğimi yapamadığım için müteessirim. Fakat Delhi’ye dönünce acele yardım isteyen bir mektup aldım. O sırada Delhi’ye gelmiş bulunan bir arkadaşla derhal gönderdim.
Londra’dan, Muammer’in mektubunu da atarak, en geç 7 Ağustos’ta Münih’te Grand Hotel Continental’da beni bulmasını bildirdim. Ve orada, 9 Ağustos’a kadar kaldım. Fakat herhalde Muammer’e mektubumu, sansür zamanında ulaştırtmadı. Hâlbuki görüşebilseydik çok iyi olacaktı. Ne ise inşallah yurtta görüşeceğiz.
Tokyo’dan ayrıldıktan sonra Sefaret mensuplarına ayrı ayrı mektup yazmıştım; protokol icabı eksik kalan bir şey varsa, beni aydınlatmanı rica ederim.
Son evcek mahsus selâmlar ederek en iyi dileklerimizi sunarız. Ümit’in gözlerinden sevgi ile öperiz. Gönül Hanım kardeşimize mahsus selâmlarımızı ve en iyi dileklerimizi sunarız. Ben seni hasretle kucaklar gözlerinden öperim. Ayrıca yine yazacağım. Senden de bilgi ve havadis beklerim.
Alparslan Türkeş
ÜLKÜCÜLER ÜLKÜSÜZLERE ÜSTÜN GELECEKTİR
Alparslan Türkeş’ten Altılar’a
Yeni Delhi 14 Ağustos 1962
Sevgili Ülküdaşlarım, Yüce Altılar,
Tarihi Ondörtler ismi, eski arkadaşlarımızın kör ihtirasları ve gafletleri yüzünden, kendisinden beklenenleri yapamadan bağlanmış olan ümitleri paramparça ederek gömüldü. Daha doğrusu diğer sekiz arkadaşımız tarafından kasten gömüldü. Bizler, onu kurtarmak için, son âna kadar fesih kararına da parçalanma kararına da muhalif kaldık ve dâima mutedil bir uzlaşma yolu teklif ettik. Baykal, Esin, Er arkadaşlarımızın şahsen şahit oldukları üzere bütün bu iyiniyetli teşebbüslerimiz bilhassa Erkanlı’nın sabotesi neticesinde verimli olamadı. Bugün altı kişi halindeyiz. Fakat grubunuz, benim eskiden beri İdealist Grup olarak adlandırdığım ve 27 Mayıs’ın hakiki hazırlayıcıları, plâncıları olmuş, 27 Mayıs’tan sonra da ihtilâlin motoru ve beyni olan gruptur. Altılar bugün gençliği ve hakiki zinde kuvvetleri temsil etmektedir.
Arkadaşlar: Yolumuz uzun ve çok çetindir… Sizlere bugün gelecek hakkında yorgunluk ve üzüntüden başka bir şey vaad edebilecek durumda değilim… Karşımıza dikilen güçlükler ve düşman kuvvetler çok büyüktür. İşin daha hazin tarafı, bunlar ahlâksızlık ve alçaklıkta hiçbir sınır tanımayan kuvvetlerdir… Fakat ben, ülkücülerin, ülküsüzlere ahlâklının ahlâksıza, hayrın şerre mutlaka üstün geleceğine inanıyorum. Eski arkadaşlarımızın el altından yaptıkları telkin ve fitnelerle başlamış olan iftira ve yalan kampanyasının da bizi zayıflatmak şöyle dursun, daha da kuvvetlendireceği şüphesizdir. Basının susarak bizden bahsetmemesi, bizim için asıl büyük kaybı teşkil eder. Onun için bugünkü iftira kampanyasından da endişe etmemek lâzımdır.
Sevgili Arkadaşlarım… Henüz yeni bir yolun başında bulunuyoruz… Millete hizmet yolu kolay değildir. 27 Mayıs’ta elde ettiğimiz nisbeten kolay başarı bizi yanıltmamalıdır… Yukarıda bahsettiğim gibi yolumuz uzun ve çetindir. Benimle beraber batmaya veya çıkmaya kesin olarak kararlı olmayan arkadaşlar şimdiden ayrılabilirler. Zaman zaman başgöstermesi muhtemel aksilikler ve karşılaşacağımız sinsi, kalleş ithamlar, eski Ondörtlerde olduğu gibi birbirimizi suçlamaya ve ithama yol açmamalıdır. Her felâket bizleri daha sıkı bir şekilde birbirimize kenetlemelidir, bağlamalıdır…
1. 22 Şubatçıları destekleyen bize bağlı gruplar, son olaylar üzerine onlarla olan münasebetlerini kesmişlerdir. Seyhan ve diğerleri de bu durumdan çok müteessir olmuşlar ve Kabibay’ın Brüksel’de durumu gereği şekilde idare edemediği için tenkid ve serzenişlerde bulunmaktadırlar. Ayrıca Seyhan, Kemâl Satır’ı ziyaret ederek, “Bugüne kadar Türkeş’in şahsı dolayısıyla ileri sürdüğünüz itirazlar artık mesnedini kaybetti. Şimdi Dokuzlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunları bir kuvvet olarak memleketin başında görmeyi, CHP için de faydalı saymanız icâp eder.” şeklinde müzakerelerine girmiştir. Elde edilecek tafsilât ayrıca bildirilecektir.
2. Cumhuriyet, Hür Vatan, Dünya, Milliyet, Vatan gazetelerinden başka diğer gazetelerin hiç birinde aleyhimde yazı ve havadis yayınlanmamıştır. Bu gazeteler bütün basın demek değildir…
3. Eski Arkadaşlarımız, tekrar birleşmek yolunda kapıyı açık tutmaktadırlar. Fakat bu birleşme nasıl bir birleşme olabilir? Onların yaptıkları teklifler daha ziyâde bizi dağıtmayı hedef tutacak teşebbüsler olabilir. Ben şahsen İkinci Onüç Kasımcılar’a karşı hiçbir tâvizde bulunmayı kabul etmem. Bir gövdede ancak bir tek baş bulunur… Bir gövdenin iki veya daha ziyâde başı olursa, o gövde hastadır, anormaldir… Bugün Türkeş’e karşı Kabibay, yarın Kabibay’a karşı Erkanlı, öbür gün Erkanlı’ya karşı Soyuyüce çıkar ve ilânihâye bu çirkin, âdî oyun sürerse, o topluluk hiçbir işe yarayamaz… Nitekim bizim Ondörtlerde olduğu gibi…
4. Henüz ben şahsen hiçbir gazeteye bir açıklamada bulunmadım. Durumun duyulmasını bekliyorum. Times gazetesinden mektup aldım, benden tafsilatlı yazılar rica ediyor.
5. Hepinize çok selâm ve sevgiler sunarak gözlerinizden öperim.
ALPARSLAN TÜRKEŞ’TEN DÜNDAR TAŞER’E
Yeni Delhi, 31 Ağustos 1962
Sevgili Kardeşim Taşer,
Mektubunu alarak, sağlık haberlerinize çok memnun olduk. Daha evvel gönderdiğin mektupları da biraz geç olmakla beraber almıştım. Yalnız, bizim evin numarasını yanlış yazdığın için, mektupların gelmesi güçlüğe uğramaktadır. Ev adresim şudur:
Diplomatic Enclave 180/48 Lst Floor New Delhi, India; sefaret adresi ise; 27 Jor Bagh, New Delhi, India. Fakat sen, ev adresine yazarsan daha iyi olur.
Aziz kardeşim, güzel mektubunu alaka ile okudum. İyi niyetli teşebbüsünü, iyi niyetlerle karşıladım. Şimdi zaten, 14’leri feshetmek için ısrar etmiş olan arkadaşlarımızın isabetsizliği, çok daha iyi meydana çıkmış bulunuyor. Fesih kararından dolayı, düşmanlarımız bayram etmiş, dostlarımız ise, çok üzülmüştü. Brüksel’deki toplantıda bulunmayışına pek müteessir olmuştum. Bana söylediklerine göre, benim geç gelişimi protesto etmek üzere, Brüksel’i terk etmiş; gitmişsin. Eğer hakikat böyle ise, cidden senden beklenemeyecek bir tefsir ve kıymetlendirme hatasına düşmüşsündür. Sana, evvela benim gelişimin gecikmesi ile ilgili meseleyi izah etmek isterim. Senden bu izahımı, gerektikçe diğer arkadaşlarımıza da bildirmeni rica ederim. Bana Kabibay tarafından, 18 Temmuz’da, Brüksel’de, bir toplantı yapılacağı ve bütün arkadaşların hazır bulunması emri geldi. Ben, kimseden emir kabul etmeyeceğim gibi, böyle emrivaki şeklinden ve daha önceden her arkadaşa toplanılması gerektiği ve hangi tarihte gelebilecekleri sorulup bir fikir birliği yapılmadan, böyle caffelkalem toplantılar tertip edilemez. Özdağ Tokyo’da, ben Delhi’de bulunuyorum. Yalnız geliş gidiş yol masrafımız 1200 dolar tutmaktadır. Bu kadar uzun mesafeden, rastgele her davete koşup gitmekliğimize imkân yoktur. Liderlik iddiasıyla ortaya atılan bir adamın bu kadar basit bir şeyi hesaba katamaması, şaşılacak bir şeydir. “Ben Özdağ’ı, Türkeş’i toplantıya çağırıyorum ama bunların acaba yol paraları var mı? Durumları nedir? düşünmesi icap etmez mi?
Geçen yıl da ben yine, böyle incir çekirdeğini doldurmaz bir davet üzerine, büyük külfete girerek, kalktım Brüksel’e gittim. Bu defa da 14’ler imzası ile çekilen telgrafı alınca, yine tereddüt etmeden, arkadaşların hatırını sayarak, hemen gittim. Böyle olduğu halde, arkadaşlarca, durumun yanlış tefsir edilmesi, beni üzmüştür. Ben halen, iki çocuğu üniversitede, iki çocuğu lisede ve bir çocuğu da ilkokulda bulunan bir adamım. Kabibay arkadaşımız, çocuğu bulunmayan ve içimizde en yüksek maaş alan bir kimse olduğu halde, para sıkıntısından şikâyetçi durumdayken; benim gibi kalabalık aile sahibi bir insanın, ta Delhi’den ve Özdağ gibi az maaşlı bir arkadaşımızı, ta Tokyo’dan, her keyfi istedikçe toplantıya çağırması, ne dereceye kadar isabetlidir: senin takdirine terkediyorum. Bunu burada keserek; şimdi, yeniden birleşmekliğimiz meselesine geçeyim.
Brüksel toplantısında anlaşmaya varılamayınca ben, şimdilik acele bir karar almaktansa, statükoyu olduğu gibi devam ettirelim; bir süre sonra, tekrar memlekette toplanırız ve o zaman durumu yakında görerek, herhalde daha kolay bir anlaşmaya varırız; demiştim. Fakat bazı arkadaşlara söz dinletmek kaabil olmadı; illa da fesih diye tutturdular. Bunların başında maalesef, Erkanlı bulunuyordu ve siz de ayrılırken, kendisini, vekil bıraktığınızı söyleyerek; sizin reyinizi de fesih yönünde kullandı. Biz sadece 5 kişi; sonra Kaplan’ın da katılması ile 6 kişi, fesih kararına muhalif olarak, rey kullandık. Fakat ekseriyet, karşı tarafta kaldı. Bundan sonra da, bunun vahametini düşünerek, gece yarısından sonra, Esin’le beraber kalktım; Kabibay’ın evine gittim. İrfan da oradaydı. Arkadan, Fazıl’la Erkanlı da geldiler. Sabaha kadar kendilerini, böyle bir kararı uygulamanın, vahameti üzerinde iknaa çalıştım. Neticede, yeniden toplanarak; şimdilik bir karar almadan, eskisi gibi statükoyu devam ettirmek üzerinde, tam anlaşmaya varmıştık ki, Erkanlı’nın bozguncu tahriki ile işler yine karıştı. Tekrar, rica ve yalvarma ile bunun üzerinde anlaştık; yani, 14’ler yaşatılmaya devam edilecek ve fesih kararı alınmayacak. Aradaki anlaşmazlıklar ilerdeki görüşmelerde çözülmeye çalışılacak.
Bu arada Erkanlı, Fazıl ve Münir’den müteşekkil bir ön heyet, bizi temsil ile temaslar yapmak üzere, memlekete girecekler. Bundan sonra ben, ayrılarak Londra’ya gittim. Orada, bir de gazetelerden öğrendim ki, bütün gayretlerimize rağmen ve müştereken alınan kararlara rağmen, yine emrivaki yapılarak; arkadaşlarımız tek taraflı olarak, fesih kararını vermişler ve bunu gazetelere intikal ettirmişler. Bunu yaparken de Ekspres denilen kepaze bir gazete ile Attila Karsan denilen denî bir adamın kaleminden, bana karşı en çirkin tecavüzlere girişmişler. Ben, bunlara da aldırmadım. Ve hiçbir gazetede, hiçbir arkadaşım aleyhine tek kelime yayınlatmadım. Bu arada Madrid’e geçerek, sadık ve sonuna kadar benimle beraber yürümeye kararlı olup olmadıkları hususunda arkadaşlarımla tekrar görüştüm. Fakat memlekette bize ümit bağlamış olanlar, perişan ve alt üst olmuşlardı.
İlk iyi teşebbüs senden ve İrfan’dan geldi. Birleşme için giriştiğimiz bu teşebbüsün önemini takdir etmemeye imkân yoktur. Bizler de zaten mutlaka yeniden bir araya gelmekliğimiz gerektiğine kani bulunmaktayız. Bunun için ben; İrfan’a, Esin ve Kaplan’a, hemen teşebbüse geçmeleri için talimat gönderdim. Sana da, biraz aşağıda onlara yazdığım hususları tekrarlayacağım. Yalnız ondan önce, mektubunda bahsettiğin bir mesele üzerine eğilmeyi, faydalı görmekteyim. “Liderlik Meselesinin benim için artık, bir izzetinefis meselesi haline geldiği, fakat buna münasip bir hal şekli bulunabileceği” mütalaasını ileri sürüyorsunuz. Bence, işi bu açıdan mütalaa ettiğiniz takdirde, yeniden birleşmekliğimizin imkânı olmaz.
Ben, bizim Harp Akademisi’ni bitirdiğim gibi; Amerikan Piyade Okulu’nda ve Amerikan Harp Akademisi’nde de tahsil yaptım. Ayrıca, Almanya’da, Atom ve Nükleer Okulu’nu bitirdim. Daha sonra Waşington’da, Enternasyonal Ekonomi tahsili yaptım. Genç yaşımdan beri, çeşitli faaliyetlere katıldım ve tecrübeler geçirdim. 14’ler içinde rütbe ve kıdemce en büyük olduğum gibi yaşça da büyüğüm. Bugüne kadar da hiçbir isabetsiz karar ileri sürmedim. Eğer arkadaşlar, mahviyetli (alçakgönüllü, fedakâr) olsalar, disiplin ve itaat gösterselerdi; bugüne kadar başımıza gelenlerin hiç birisi meydana gelmez ve memleket bu hale düşmezdi. Kabibay arkadaşımızın ise, hiçbir isabetli kararı gösterilemez. Emniyet Grubu Başkanı olduğu halde, hepimiz evlerimizden kümesten tavuk toplanır gibi toplandık. Ve Emniyet Grubu’nun, en küçük bir şey bile sezdiğini işitmedik. Geçenlerde gazetelerde çıkan beyanatını okudum: Gürsel ile aynı ideallere sahip olduğunu; O’nun emrinde ve O’nunla beraber bulunduğunu, ilan ediyor… Peki, liderlik bu mudur?..
Şu halde 14’ler ilim, tahsil, tecrübe, rütbe, şöhret, prensiplere bağlılık ve mücadelecilik gibi şeylere göre değil de, neye göre, lider seçmeye çalışıyorlar? Falih Rıfkı ve Ahmet Emin Yalman’ın, Akis sahibi milli damadın görüş ve tavsiyelerine göre mi? Bunların yalan ve iftiralarını ve böyle yalanları yazmakla güttükleri gayenin ne olduğunu, kaç kereler, arkadaşlarımıza izah ettim. Fakat herkesin içine bir fitne girmiş; gözleri perdelenmiş; etrafı seçemiyor.
Bu gün Türkeş’e karşı Kabibay, liderlik iddia ve hevesi ile ortaya sürülecek; yarın başka maksatlarla Kabibay’a karşı Erkanlı çıkacak, bir müddet sonra Erkanlı’ya karşı Kaplan ileri sürülecek ve biz, bu çirkin âdî oyunun, oyuncuları olarak devam edip gidecek miyiz?.. 37’ler bu çeşit entrikalarla parçalandı. 14’ler, aynı akıbetin kurbanı… Peki aziz kardeşim, bu ne gaflettir?.. Herkesin feragatle bir başın emri altında çalışması gerektir.
Bir mağazanın bile mutlaka, bir menejeri bulunur. Bir sinemanın dahi bir müdürü olur. Biz oldum olasıya, bir 1/14’dür tutturmuşuz. Dünya, bize gülüyor. 1/14 demek; biz aramızda bir teşkilat kuramadık; bir iş bölümü, yapamadık demektir.
İrfan’a, Esin ve Kaplan’a verdiğim talimatta şunları bildirdim. Kaplan’ın başkanlığında, Taşer, Esin, Solmazer’den müteşekkil geçici bir sekreterya kurunuz. Bu sekreteryaya ben, ikinci bir emir verinceye kadar, Genel Sekreter sıfatıyla Kaplan, başkanlık edecektir. Bu dört arkadaş, ya Paris ya başka bir merkezî yerde toplanarak; 14’lerin yeniden doğuşunu saptamak üzere, bütün arkadaşlara hitaben yazılmış, bir Birliğe Çağrı yazısı hazırlayacaklardır. Bu yazıda, şu hususlar, münasip şekilde ve fakat hiç bir şüpheye yer bırakılmayacak tarzda belirtilmelidir.
a- 14’ler topluluğunun ve girişilecek bütün faaliyetlerin lider ve nazımı Alparslan Türkeş’tir. Kabibay ve Erkanlı’nın başkanlığı veya başkan muavinliği veya genel sekreter gibi herhangi bir unvan veya görev almaları şimdilik bahis konusu edilemez. İş bölümünü ve görev tahsisini, aramızda tam anlaşma olduktan sonra, liderimiz ve başkanımız sıfatiyle Türkeş yapacaktır. Bundan sonraki çalışmalarımız, geçici sekreterya tarafından, her arkadaşın teklifi sorularak düzenlenecek ve Lider’imizin nihai tasvip ve tasdikinden sonra hiçbir arkadaş, liderimizin direktifi dışında ve O’nun tasvibini almadan, siyasî konuşma yapmayacak ve beyanat vermeyecektir.
b- Arkadaşlarımız arasındaki münasebette, itimad ve güven esas olacaktır. Dedikodulara ve iftiralara, kulaklarımız tıkanacaktır.
c- Birleşme tarihinden önceki olaylara ait konuşma ve ithamlar yapılmayacak, eski şeyler münakaşa konusu edilmeyecektir. Her arkadaş, birbirini yeniden, en samimi duygularla kabul edecek; geçmiş, unutulacaktır.
İşte bu esaslar dâhilinde hazırlanacak bir Birliğe Çağrı’yı, bütün arkadaşlara gönderiniz. Aynı zamanda birleşmeyi kabul ettikleri takdirde, 14’ler imzası ile yayınlanacak beyannamede neler bulunmasını düşündüklerini de bildirmeleri, istenmelidir. Bu beyannamenin ihtiva edeceği hususlar hakkında ben, ayrıca sekreteryaya direktif vereceğim.
Sevgili kardeşim, hemen diğer arkadaşlarla da temasa geçerek hazırlık ve çalışmaya başlayınız. Şanlı ve tarihî Ondörtleri, yeniden dünyaya getirelim ve dostlarımızı sevindirelim.
Evcek sizlere, mahsus selamlar eder, sevgilerimizi ve en iyi temennilerimizi iletiriz. Hanımefendiye hürmetler eder, kızımızın gözlerinden öperiz. Ben, seni candan kucaklar, hasret ve sevgi ile gözlerinden öperim. Mektuplarını beklerim.
Not: Esin, sizin evde, Seyhan ve Kabibay’a: “Ayrılmak istiyorsunuz. İhtilâl yapacaksınız; buyrun, sizi takip edenleri alın gidin.” demişti.
Alparslan Türkeş
ALPARSLAN TÜRKEŞ’TEN DÜNDAR TAŞER’E
Yeni Delhi, 28 Aralık 1962
Sevgili Kardeşim Taşer,
Size, birkaç gün önce mektup yazmıştım. Şimdi tekrar yazıyorum. Özdağ’dan aldığım mektupta, bu günlerde sizin yanınıza geleceğini yazıyordu. Her halde bu mektubum geldiği sıralarda, O da oralarda bulunacaktır. Ekli mektubu ve çeki, lütfen kendisine vermenizi rica ederim. Ayrıca sizi sıkmayacak ise ve mümkün ise sizde bulunan 100 doları da kendisine lütfedebilirseniz memnun olurum. Şayet durumunuz müsait değilse, hiçbir beis yoktur, sonraya kalsın. Ayrıca İrfan Solmazer’le de temas edebilirseniz; O’ndan benim namıma 400 dolar talep ediniz ve durumu müsait ise, Özdağ’a verilmek üzere size gönderilmesini, tarafımdan rica etmenizi, rica ederim. Ben La Hay’de bulunup bulunamayacağımı bilmiyorum. Kendisine ayrıca mektup yazdım. Fakat siz, telefonla, kendisi ile temas edebilirsiniz diye, sizden rica ediyorum. Şayet, O’nun için mümkün değilse, zararı yok; başka zamana kalabilir. Sana, büyük zahmetler veriyorum. Fakat aramızdaki samimi yakınlık dolayısı ile bunları yazıyorum.
Nasılsınız? Sıhhatiniz iyi mi? Yengemiz ve kızımız nasıllar? Biz, yakında Hindistan’dan ayrılacağız. Ben, Ocağın 12 veya 18’inde Zürih’te olmak niyetindeyim. Oradan telefon ederek, sizinle temas edeceğim.
Ailece, yeni yılınızı kutlar; sağlık ve esenlikler dileriz. Ben, ayrıca seni, hasretle kucaklar öperim.
Alparslan Türkeş
ALPARSLAN TÜRKEŞ’TEN MUZAFFER ÖZDAĞ’A
Yeni Delhi, 28 Aralık 1962
Sevgili Kardeşim Özdağ,
21 Aralık tarihli mektubunu bugün aldım. Sağlık haberlerinize çok memnun olduk. Verdiğin bilgiler gayet enteresan görünüyor. Benim merkeze tayinim çıktı ve harcırahım da geldi. Bu durumda burada daha fazla kalmaklığımıza imkân yoktur. Hanım biraz rahatsızlandı; hastaneye yatırdık. Bir operasyon geçirdi. Bugün eve getirdim. Bizim hesabımıza göre, 16 Ocak’ta buradan ayrılacağız. Beyrut’tan ben çocukları Türkiye’ye göndererek; kendim, Avrupa’ya geleceğim. Bilmem sen, benim gelişimi bekleyebilecek misin? Kabil olursa çok iyi olur. Avrupa’dan bir araba alarak, karadan araba ile 2 veya 9 Şubat günü sabahı, Türk hududundan içeri girmek niyetindeyim. Senden tafsilatlı mektup bekliyorum. Sana, 1500 dolarlık bir çek gönderiyorum. Aldığını bildirmeni rica ederim. Ayrıca durumun hakkında da bilgi vermeni rica ederim. Taşer’e yazdığım mektupta kendisinde bulunan 100 doları, şayet mümkün ise sana devretmesini, ayrıca İrfan Solmazer’le temas ederek O’nun da daha önce almış olduğu 400’ü size vermesini rica ettim. Bilmem kabil olacak mı?
Siz nasılsınız? Gönül hanım ve Ümit iyiler mi? Ailece hepimiz, mahsus selamlar ederek sevgilerimizi ve en iyi dileklerimizi sunarız. Yeni yılınızı da kutlar; sağlık ve esenlikler dileriz.
Alparslan Türkeş
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.