« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

30 Eyl

2025

Gezegenimize Hızla Yaklaşan ve Kimliği Tanımlanamayan Cisimler

30 Eylül 2025

İlk yazım demircilik üzerineydi ve bu konuda yazmaya devam edeceğim. Ancak Osmanlı tarihi ve yakın tarihe olan merakım, beni zaman zaman siyasi konular üzerine de düşüncelerimi istemesem de kaleme almaya yöneltiyor. Bu, gündelik siyasete doğrudan dahil olma arzusu değil; daha çok düşüncelerimi paylaşma ve zihinsel olarak deşarj olma ihtiyacının bir sonucu. Yazıda ele alınan analizler ve yorumlar, bir şey kanıtlamak veya siyasi yetkinliğimi göstermek için değil, kendi düşüncelerimi düzenleme sürecimin bir parçasıdır.

Türkiye, uzun süredir çok katmanlı bir siyasi, ekonomik ve toplumsal kırılganlığın içinde. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, uzun süreli iktidarların doğasında bulunan güç tekelleşmesi eğilimiyle birleşerek Türkiye’yi giderek daha merkeziyetçi ve otoriter bir yönetim anlayışına sürükledi. Güçlü liderlik, karar alma süreçlerinde kısa vadeli avantajlar sağladı; ancak gelinen noktada yüksek enflasyon, artan işsizlik, gelir eşitsizliği ve konut-kira krizi, geniş halk kesimlerinin yaşam standartlarını ciddi biçimde etkiledi. Orta sınıfın erimesi, yoksulluğun derinleşmesi ve gençler arasında umutsuzluğun artması, toplumsal huzursuzluğu tehlikeli seviyelere taşıdı. Sonuçta sessiz ama öfkesini içinde biriktiren, aynı zamanda yılgın ve umutsuz geniş bir kitle ortaya çıktı.

Son seçimleri kıl payı kazanan Erdoğan, yalnızca muhalefetle değil, devletin kurumsal yapılarıyla da sürekli bir pazarlık ve mücadele içindeydi. Bu süreçte öne çıkan NAS politikaları, yalnızca bir ekonomik tercih değil, Erdoğan’ın iktidarını korumak için kullandığı stratejik bir araç hâline geldi. NAS üzerinden hem rakiplerine gözdağı vermek, hem kurumsal direnci kırmak, hem de “faiz haramdır” söylemi üzerinden ideolojik bir meşruiyet zemini oluşturmak istedi. Böylece NAS, Erdoğan için hem muhalefetle hem de devletin kendi mekanizmalarıyla yürütülen stratejik bir pazarlığın sembolü oldu. Fakat bu strateji kısa vadeli siyasi kazanç sağlasa da, uzun vadede ekonomiyi yönetilemez hâle getirdi. Derinlikli siyasi analizlerde, Kahramanmaraş depremine kadar bu adımların nispeten kontrollü bir plan çerçevesinde yürütüldüğü; ancak depremle birlikte planın öngörülemeyen bir boyuta evrildiği yönünde yorumlar yapılmaktadır. Rezervler eridi, enflasyon kontrolden çıktı ve Türkiye derin bir ekonomik darboğaza sürüklendi.

Son yıllarda siyasetin geleceği giderek artan şekilde yargı mühendisliği üzerinden şekillendiriliyor. Diploma krizlerinden yolsuzluk dosyalarına, YSK kararlarından parti kapatma davalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede, hukuk artık yalnızca hukuki değil, aynı zamanda siyasi bir araç olarak kullanılabiliyor. Erdoğan, yargıyı muhalefeti baskılamak, siyaset sahnesini dizayn etmek ve kendi iktidarını korumak için yoğun biçimde devreye soktuğu yorumlanıyor. Ancak diploma meselesi, esas olarak İmamoğlu’nu etkileyen bir süreç olarak görünse de; Erdoğan’ın hâlâ tartışılan diploması ve geçmişteki bazı dosyaların gündeme taşınmasına sebep olduğu belirtiliyor. Bu durum, analizler çerçevesinde onun iç meşruiyetini tartışmaya açık hâle getirebilir.

Bu noktada YSK üzerinden açılan davalar, görünürde CHP, İmamoğlu ve diğer belediye başkanlarını hedef alsa da, Erdoğan açısından dolaylı bir baskı unsuru oluşturuyor. Normal şartlarda YSK kararları tartışmaya kapalıdır; ancak CHP kurultayıyla ilgili açılan dava ve dosyanın Anayasa Mahkemesi’ne devri, bu kapalı mekanizmayı kırarak geçmişteki seçimlerle ilgili olası tartışmaları gündeme taşıdı. ABD’de Trump’ın “o seçim hilelerini iyi bilir” şeklindeki ifadeleri ve Tom Barrack’ın “Erdoğan’a ihtiyacı olan meşruiyeti verelim” söylemleri, Erdoğan’ın uluslararası boyutta da meşruiyet tartışmalarına açık bir alanla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Bu durum, devlet içi klikler, Erdoğan ve dış güçler arasındaki karmaşık ilişkilerin hem ülkemiz hem de Erdoğan açısından baskı unsuru oluşturduğunu ortaya koyuyor.

İlk bakışta anlaşılması zor olan durum, yakın tarihimizdeki sembollerle somutlaşıyor. İstanbul’da Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in masasındaki beyaz Toros maketi, sistem içindeki bir klik tarafından diğerine gönderilen sembolik bir mesaj olarak okunabilir. Buna karşılık, Ankara’da TBMM önünde yakılan beyaz Toros, karşı klikten gelen sembolik yanıt ve güç gösterisi olarak değerlendirilebilir. Kimlerin hangi klikte olduğu veya kimin kiminle işbirliği yaptığı net bilinmese de, beyaz Torosun yakın tarihimizdeki faili meçhul cinayetler ve zorla kaybettirmelerle ilişkilendirilmesi, bu sembolizmin devlet ve toplumsal hafıza nezdinde güçlü bir anlam taşımasını sağlıyor. Bu iki olay, devlet içi klikler arasındaki çatışmayı ve güç gösterilerini görünür hâle getiren simgesel birer olay olarak metin içinde değerlendirilebilir.

Erdoğan açısından tablo artık geri dönülmez bir noktaya ulaştığı söylenebilir. İktidarı kaybetmesi durumunda yaşayacağı muhtemel riskler, onu iktidarda kalmaya zorlayan en büyük baskı unsuru olarak yorumlanıyor. Bu nedenle Erdoğan’ın iktidarı ölene kadar sürdürme ve ardından yönetimi aile içindeki bir varise devretme planı, giderek daha belirgin bir strateji hâline geliyor. Ancak böyle bir geçiş, hem aile içinde hem de siyasi çevrede yeni denge arayışları ve sert çatışmalar yaratabilir. Bu planın uygulanabilmesi, demokratik kurumların işlevsizleştirilmesi gibi riskleri de beraberinde getirebilir. Erdoğan bu nedenle hem muhalefetle hem de devletin bürokratik direnciyle sürekli bir çatışma halinde bulunuyor.

Tüm bu gelişmelerin gölgesinde Türkiye hızla kritik bir eşiğe doğru ilerliyor. Bu süreci, kimliği belirsiz ama hızla yaklaşan bir cisim metaforunu kullanarak değerlendirmek mümkün. Ancak bu cismin yaratacağı etki, siyasi aktörlerin tercihlerine, toplumsal reflekslere, ekonomik gidişata ve devletin yeniden yapılanma hızına bağlı olarak değişebilir. Kesin olan tek şey, mevcut dengelerin uzun süre aynı kalamayacağıdır. Tüm bu olan bitenlerin içinde, biz daima vatanımızın, milletimizin ve devletimizin hayrına ne olacaksa onu dileyelim.

Ne diyelim,

Hakk şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif ânı seyr eyler
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse güzel eyler

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 214,11 M - Bugn : 359709

ulkucudunya@ulkucudunya.com