« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

06 Eki

2025

Başbuğ Türkeş

06 Ekim 2025

"Milliyetçi Hareket bir Amerikan projesidir, Alparslan Türkeş ise ABD'nin adamıdır." Bu ifade, Türk siyasetinin en büyük iftiralarından biri, sağından soluna, sekülerinden dindarına, zihni bulanık tiplerin yıllardır ısıtıp ısıtıp kamuoyuna sunduğu zehirli bir yalandır. Bu sözleri durmaksızın tekrarlayanlar, en masum ifadelerle, tarihi kayıtları ya hiç incelememiş ya da kasıtlı bir siyasi körlükle hareket etmektedirler. Oysa Türkiye Cumhuriyeti'nin siyasi tarihindeki hiçbir liderin, Türkeş kadar küresel güçlerin hedefine konulmadığı, kendisinden bu denli çekinilmediği ve onun hakkında hakarete varan ifadelerle raporlar düzenlenmediği gerçeği, yabancı arşivlerin tozlu sayfalarında mevcudiyetini korumaktadır. Türkeş'in davası, yabancı bir senaryonun figüranlığı değil, tam tersine, bağımsızlık uğruna ödenen ağır bir bedelin hikayesidir.

27 Mayıs 1960 darbesi, Türkeş'in ABD ile olan ilk ve en keskin çatışma alanını yaratmıştır. Darbeci ekibe sonradan katılmasına rağmen, o, gücünü hızla bağımsızlık yönünde kullanmış, kafası karışık ekibi bu yöne sevk etme çabasıyla ve güçlü kişiliğiyle liderliği ele geçirmiştir. Türkeş'in ilk hamlelerinden biri, iktidarın bir oldubittiyle eski gücüne kavuşmaya çalışan CHP'ye devredilmesine karşı çıkmak olmuştur. Amerikalılar da dahil olmak üzere herkes, onun DP yandaşlarını temsil edecek yeni bir siyasi zemin oluşmadan yapılacak göstermelik seçimlere karşı olduğunu biliyordu. Onun bu tavrı, demokrasiye değil, iktidarın teslimiyetçi bir zümreye peşkeş çekilmesine karşı duruştur. Asıl kırılma ise, devletin kalbindeki yabancı sızmaya karşı yapılan o unutulmaz harekettir: İçişleri Bakanlığı'ndaki kilitli odaya baskın. Anahtarı yabancı bir misyonda tutulan o gizli birliğe kapı kırılarak girilmesi, Amerika’ya "bu topraklarda sadece Türk milletinin egemenliği geçer" ihtarını vuran şanlı bir eylemdir.

Türkeş'in bu konudaki net duruşu hatıratında sabittir: "Bir Türk devlet binasında, yabancı bir gücün gizli bir faaliyet merkezi olamazdı. Derhal talimat verdim ve odanın kapısı kırılarak içeri girildi... Buranın tamamen [Amerikan] gizli servisinin bir dinleme ve gözetleme merkezi olarak çalıştığı anlaşıldı. Oradaki bütün malzemeye el koydum." Aynı dönemde, Amerikalı yetkililerle yapılan bir kredi görüşmesinde Türkeş, ihtiyaç duyulan finansmanı ABD vermezse "herhangi bir yerden" bulabileceklerini söyleyerek, muhataplarını Sovyetlerle yakınlaşmakla tehdit etmiştir. Bu, ulusal çıkarlar için şantaj yapmaktan çekinmeyen, tavizsiz bir vatanseverin cesaretidir. ABD Büyükelçisi Warren’ın, Türkeş'in hazırlayacağı eylem planının "ABD'nin menfaatlerini düşünmeyen tek taraflı bir plan" olacağını raporlaması ve Türkeş'i "fanatik heveslere sahip, aşağılık kompleksli ve derin duyguları olan" biri olarak nitelemesi, onun Amerika’nın boyunduruğuna alamayacağı bir adam olduğunu ispatlar.

Nihayetinde bu tavizsiz milli duruşun bedeli ağır oldu. Tam bağımsızlık adına atılan bu radikal adımın karşılığı tasfiye oldu. Türkeş, hatıratının devamında bu durumun nedenini şöyle tespit eder: "Bu olay, benim '14'ler' olarak adlandırılan grupla birlikte komiteden tasfiye edilerek sürgüne gönderilmemin en önemli ve tetikleyici sebeplerinden biri oldu." Darbe hareketinin önde gelen isimlerinden Cemal Madanoğlu'nun CIA'in 27 Mayıs işine "sonradan el attığı" yönündeki açıklaması, Türkeş'in içeriden edindiği bilgi karşısında eksik kalmaktadır. Türkeş'in İçişleri Bakanlığındaki Amerikalıların konuşlandırıldığı odaya müdahalesi, yabancı tesirin çoktan devletin kalbine sızdığını ispatlamıştır. Dolayısıyla Madanoğlu, eksik söylüyordu. Tasfiyenin ardındaki asıl neden, Cemal Gürsel önderliğindeki ılımlı kanadın yabancı baskıya teslim olmasıydı. Tasfiye, sadece Türkeş'i devre dışı bırakmak değil, aynı zamanda darbeci ekibin üzerindeki Milliyetçi ağırlığı kaldırarak, ABD'nin MBK üzerinde tam hakimiyetini sağlamlaştırma operasyonuydu. Türkeş, pasif ve korkak Batı yanlılarının kurbanı olmuştur.

Türkeş’in tasfiyesi, CIA’in ÇOK GİZLİ notlarında sevinçle karşılanmıştır. Raporlarda, Gürsel’in cunta içindeki "radikal" grubu ortadan kaldırdığı ve geriye kalan 23 kişinin "sıkı Batı yanlısı" olduğu vurgulanmıştır. Türkeş liderliğindeki 14’ler, "Uzlaşılması Zor Üyeler" başlığı altında ele alınmış ve Amerikalılar, onların görevden alınmasının, milli politikalar izlenmesi ihtimalini ortadan kaldırdığı için kendilerini rahatlattığını not etmişlerdir. İktidar, açıkça Washington’ın olumlu yaklaştığı grubun elinde kalmıştır. Darbe hareketinin içindeki bu operasyon, Türkeş'in liderliğindeki milli kanadın bir Amerikan projesi değil, Amerika'nın tasfiye etmeyi öncelediği bir milli direniş odağı olarak tarihe kaydeder.

Türkeş'e olan bu düşmanlık, onun siyasi hayatının hiçbir döneminde değişmemiştir. Bir liderin, sadece ABD'nin değil, Soğuk Savaş'ın diğer kutbunun da hedefi olması, onun milliyetçiliğinin çapını gösterir: Sovyetlerin yayın organı Pravda dahi Türkeş'i Dış Türklerle yakından ilgilendiği için "tehlikeli bir siyasetçi" olarak ilan etmiştir. 1978'de Türkiye'de görevli Rus askeri ataşe yardımcısı Albert Valenski, Moskova’ya, Türkeş’in "Türk çoğunluğunun bulunduğu ülkeleri tek çatı altında birleştirmek ülküsüne sahip" olduğunu ve "son derece tehlikeli biri" olduğunu bildirmiştir. İngiliz İstihbaratı onu "netameli bir kişilik" olarak görmüş, Wikileaks belgeleri ise onu "tavizsiz bir vatansever" ve "NATO Karargâhında Türkiye’nin menfaatlerini ısrarla savunan" lider olarak kaydetmiştir. Bir liderin, hem ABD'nin hem SSCB'nin hem de İngilizlerin aynı anda tehlikeli ve uzlaşılmaz görmesi, onun sadece ve sadece kendi milletinin davasını taşıdığının en açık delilidir.

Bu tavizsiz milli duruşun bedeli, ironik bir suçlamayla doruğa çıkmıştır. Bugün dahi siyasal İslamcıların zaman zaman laf sokmaya çalıştığı Türk milliyetçilerinin Başbuğu, 12 Eylül Mahkemelerinde "Şeriatçı" olarak suçlanmıştır. Bu suçlama, Necmettin Erbakan gibi bir siyasetçiye dahi yöneltilmemiştir. Sebebi çok açıktır: Türkeş, Arap-İsrail çekişmelerinde Batı'ya rağmen açıkça Arap dünyasına destek veren tek siyasetçiydi. 1967'deki Arap-İsrail savaşında Hükümet ve muhalefet sessiz kalırken, Türkeş ve Bölükbaşı'nın Araplardan yana tavır aldıkları raporlanır. Onun bu, sadece Türkiye'nin değil, tüm İslam dünyasının menfaatlerini gözeten siyasi aksiyonu, 12 Eylül cuntasının onu siyasi yelpazenin en "kontrol dışı" ve "tehlikeli" radikal unsuru olarak görmesine yol açmıştır. Türkeş, ne Erbakan'a ne de Ecevit'e benzeyen, gözünü budaktan sakınmayan bir adamdı.

1970’ler boyunca CIA raporları, MHP'yi sürekli olarak "neo-faşist" liderin yönettiği bir yapı olarak damgalamıştır. Koalisyon döneminde dahi MHP, MSP'den bile "daha radikal bir grup" olarak nitelendirilmiş; NATO ve AET'ye karşı olduğu, Kıbrıs'ta tavizsiz bir tutum sergileyeceği raporlanmıştır. En önemlisi, terörist yapılanmaları inceleyen ABD belgelerinde, Marksist ve Kürtçü örgütlerin dış destek aldığından bahsedilirken, ülkücülerin aldığı herhangi bir dış destekten bahsedilmemiştir. Aksine, Bozkurtlar'ın temel hedefinin Türk birliğini amaçlayan Pan-Turanizm olduğu ifade edilmiştir.

Bu tarihi gerçekler, tüm ithamları yerle bir etmektedir. Türkeş'in davası, yabancı güçlerle iş birliği yapmayı reddetmiştir. Ülkücü hareket ve onun Başbuğu, en zorlu fırtınalarda dahi bir tek Allah'a iman ederek ve mücadelelerini, sırtlarını sadece Türk milletine dayayarak verdiler. Bu onurlu duruş, Türkiye siyasetinde nadiren rastlanan, milli ve bağımsız bir destandır. Fakat ne yazık ki, yeni nesil bu destanı gerektiği gibi bilmez. Zihinleri mühürlü, kalpleri Türk’e kapalı tiplerin, Başbuğ Türkeş’e ve Türk milliyetçilerine yönelttiği alçak suçlamalara karşı gerekli donanıma sahip olamadıkları için etkilenmeleri tehlikesi mevcuttur. Bu hakikatlerin gür sesle söylenmesi bir zorunluluktur. Çünkü bilinmelidir ki, bir Türkeş daha gelmeyecektir! O, sancağı en yükseğe dikmiş ve tavizsiz milli duruşun ne olduğunu yabancı arşivlere dahi zorla yazdırmıştır. Bu kutlu mücadelede artık görev, genç nesillerin çelikleşmiş omuzlarındadır. Tarihe tanıklık eden bu sayfalar, onlara hem rehber hem de düşmana karşı kalkandır.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 218,01 M - Bugn : 694765

ulkucudunya@ulkucudunya.com