Türkiye'nin aydınlanma yolculuğunda önemli bir durak olan Arifiye Öğretmen Okulu, kurulduğu ilk günlerden itibaren, cehaletle mücadeleyi ve bilginin ışığını Anadolu'nun en ücra köşelerine taşımayı şiar edinmiş, binlerce idealist gencin yetiştiği bir yuva, bir medeniyet ocağı idi.
Köy Enstitüleri'nin temel felsefesi olan "yaparak öğrenme" ilkesi gereği, okulun binaları genellikle öğrencilerin kendi elleriyle inşa ettiği, geniş bahçeler ve uygulama arazileriyle çevrili kampüslerdi. Öğrenciler, sadece dersliklerde değil, aynı zamanda tarım arazilerinde, atölyelerde ve spor alanlarında eğitim görüyorlardı. Bu fiziki yapı, öğrencilerin toprağa ve üretime olan bağlılığını pekiştiriyordu. Bu okul, mezunlarına sadece bir meslek değil, aynı zamanda memleket sevgisi, idealizm ve bir birlik ruhu aşılamıştır.
Bu tarihi mirasın bir yansıması olarak, Yusuf Yılmaz Araç ve Mustafa Topdemir ile birlikte, Akyazı Kuzuluk'ta düzenlenen Arifiye Öğretmen Okulu 1975 yılı müntesiplerinin 50. Yıl etkinliğine katılmak üzere yola çıktık. Ekibimizdeki Yasin Cemal Galata ise, rahmetli Servet Somuncuoğlu'nun asistanıydı. Yasin'in katılımının özel bir amacı vardı: Servet Somuncuoğlu da Arifiye mezunuydu ve Yasin, onun hayatını konu alan “Taşların Hakanı” belgeseli için dönem arkadaşlarıyla röportaj yapacaktı.
Bu grupla ilk temasım, Ocak Başkanlığı görevim esnasında, aynı semtte ikamet eden rahmetli Servet ağabey sayesinde gerçekleşmişti. TRT İstanbul Radyosunda prodüktördü. Muhterem eşi Nevin hanımla birlikte pazardan dönerken, Ocak tabelasını görünce heyecanlanmış, yuvası sayarak üst kata çıkmış, daha sonra hemen her gün uğrar olmuştu. Semtimizdeki kültürel ve fikri faaliyetlerin, seminerlerin düzenlemesinde çok büyük katkıları olmuştur. Yıllar içinde, özellikle Yusuf ağabey ile derinleşen bu ilişki, bir Sakaryalı olarak ve ortak tanıdıkların da çoğalmasıyla beni bu topluluğun bir parçası haline getirdi. Düzenledikleri etkinliklere zaman zaman katılarak, onların bu özel dünyasına tanıklık ettim ve kısa sürede grubun fahri üyelerinden biri oldum.
1981 mezunları için o yıllar, Türkiye'nin siyasi ve toplumsal açıdan oldukça çalkantılı bir dönemine denk gelmekteydi. Ortalama on bir yaşlarında, ailelerinden ve köylerinden ayrılarak bu okulun çatısı altında bir araya gelen gençler, değişken hükümetlerin yarattığı dengesizlikleri, ideolojik çatışmaları ve 12 Eylül ihtilalinin getirdiği kırılganlıkları bizzat tecrübe etmişlerdi.
Günümüzün boğucu ekonomik ve sosyal şartlarının toplum üzerinde baskı oluşturması ve bunun sonucunda yaşanan genel moral bozukluğuna rağmen, etkinliğin yurdun dört bir yanından gelen kalabalık bir katılımla başlaması dikkat çekiciydi. Benim tanıdıklarım arasında, eşiyle birlikte gelen reis Cengiz Albayrak, Veysel başkan, Geyve’den Ali Hoca ve Ahmet Hoca, Bursa'dan katılan Emin Yılmaz, Sadettin Salman ve Ali ağabey gibi mümtaz isimler vardı. Bu geniş katılım, o zorlu yılların getirdiği sıkıntılara rağmen, mezunlar arasındaki bağın ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne seriyordu.
Etkinliğin düzenlendiği otele vardığımızda, İstiklal Marşı'nın son bölümüne yetişebildik. Ardından, geçmişten tanıdık bir marş, mezunlar tarafından hep bir ağızdan coşkuyla söylenmeye başlandı:
Alnımızda bilgilerden bir çelenk
Nura doğru can atan Türk genciyiz
Yeryüzünde yoktur olmaz Türk'e denk
Korku bilmez soyumuz...
Marşın sözleri, katılımcılar üzerindeki güçlü etkisiyle, sadece bir ezgi olmaktan öte, bir dönemin eğitim felsefesini, aydınlanma idealini ve vatan sevgisini temsil etmektedir. Bu marşın, aradan geçen yarım asıra rağmen o ilk günkü coşkuyla söylenmesi, okulun aşıladığı ruhun kalıcılığını göstermektedir.
Bu buluşma, yalnızca bir nostalji etkinliği değildir. O zorlu yılların gençlerinin, bugün tecrübe sahibi bireyler olarak bir araya gelip yarım asırlık bir kardeşliğin gücünü ortaya koydukları bir an olmuştur. Bu birliktelikten ilham alarak, ben de kendi lise arkadaşlarımı 24 yılın ardından, 2010 yılında bir araya getirerek benzer bir etkinliği başlatmaya vesile olmuştum. O tarihten itibaren, biz de çeşitli vesilelerle sık sık bir araya geliyoruz. Bu tür etkinlikler ve buluşmalar, sadece eski anıları tazelemekten ibaret değildir. Ortak geçmişi paylaşan insanların zamanın ve mekânın ötesine geçen güçlü bağlarını gösterir. Bu birliktelikler, bireylere aidiyet hissi verir, zor zamanlarda kurulan dostlukların ne kadar değerli olduğunu hatırlatır ve yeni nesillere de miras kalacak bir dayanışma kültürünün temelini oluşturur. Bu buluşmalar, geçmişin anılarını canlandırırken, aynı zamanda geleceğe bir mirasın nasıl aktarıldığını da gözler önüne sermektedir.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.