« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

15 Eyl

2025

Tarihin Kör Noktası

15 Eylül 2025

Sultan Abdülaziz’in 1867’deki Avrupa gezisi, Osmanlı tarihinde bir padişahın Batı’ya yaptığı ilk resmî ziyaret olarak büyük önem taşır. Gezi, Osmanlı’nın Batı ile ilişkilerini güçlendirmek, imajını iyileştirmek ve modernleşme sürecine hız kazandırmak amacıyla düzenlenmişti. Fransa İmparatoru III. Napolyon’un daveti üzerine yapılan bu seyahat, Kırım Savaşı sonrası Avrupa devletleriyle dostane ilişkiler kurmak isteyen Osmanlı için önemli bir fırsattı. Sultan Abdülaziz de Batı uygarlığını yakından tanımak ve teknolojik gelişmeleri yerinde görmek için bu geziye büyük önem verdi.

Abdülaziz, gezi öncesinde dindar, sade ve tasarruflu bir padişah olarak tanınıyordu. Sanata ve özellikle müziğe ilgisi vardı ve Osmanlı geleneklerini korumaya özen gösteriyordu. Buna rağmen, yalnızca iki aylık bir Avrupa gezisi bile onu derinden etkiledi. Paris, Londra, Brüksel, Berlin ve Viyana’yı kapsayan bu kısa süreli ziyaret sırasında Batı’nın askerî, teknolojik ve kültürel gelişmişliğini yakından gözlemledi. Portsmouth’ta İngiliz donanmasını incelediğinde “Donanma pek mükemmel… Bizimkiler bunun çok gerisinde kaldı” diyerek hayranlığını dile getirdi. Paris Evrensel Sergisi’nde modern makineleri gördükten sonra ise, Osmanlı’nın teknolojik açıdan geri kaldığını fark etti ve üzüntüsünü “Biz bu arayı nasıl kapatacağız” diyerek ifade etti.

Gezi sonrasında Abdülaziz’in yaşam tarzı ve politikaları belirgin biçimde değişti. Avrupa’ya hayranlığı arttı, saray yaşamında lüks ve gösteriş öne çıktı, harcamalar yükseldi ve maliye ciddi bir yük altına girdi. Modernleşme hedefleri doğrultusunda donanmayı güçlendirme isteği de arttı ve Osmanlı filosu kısa sürede dünyanın en büyük üçüncü donanması hâline geldi; ancak bu gelişme borçlanmayı da beraberinde getirdi. Aynı dönemde ülke idari, yargısal, eğitimsel ve altyapısal reformlarla modernleşmeye hız verdi. Vilayet sistemiyle ülke yeniden yapılandırıldı, Danıştay ve Yargıtay kuruldu, eğitim kurumları açıldı ve sistem Fransız modeli esas alınarak düzenlendi. Ulaşım ve iletişim altyapısı geliştirildi, modern itfaiye teşkilatı kuruldu, Osmanlı Bankası faaliyete geçti ve posta teşkilatı uluslararası sisteme entegre edildi. Mecelle hazırlanarak medeni hukukta reform başlatıldı ve kültürel kurumlar güçlendirildi.

Avrupa’ya gönderilen genç Osmanlılar, modernleşme sürecinin en kritik aktörleri oldular. Mühendislik, tıp, askerî bilimler ve bürokrasi alanlarında eğitim gören bu öğrenciler, Batı’daki parlamenter sistem, hukuk devleti ve toplumsal düzen gibi kurumları yakından tanıdılar. Çoğu kendi kültürel ve dini değerlerini koruyarak yenilikleri Osmanlı’ya uyarlamaya çalıştı. Bu dönemin genç aydınları farklı görüşler benimsediler; geleneksel değerleri koruyarak modernleşmeyi savunanlar, seküler ve Batıcı yaklaşımı benimseyenler, Batı kültürünü tüm yönleriyle benimseyenler ve nadiren din değiştiren küçük bir azınlık vardı.

Avrupa’da eğitim gören gençler arasında dinini değiştirenler çok azdı. Çoğunluk dini değerlerini koruyarak modernleşmeye çalıştı. Buna rağmen, muhafazakâr çevreler ve günümüz siyasal İslamcı anlatıları, bu gençleri “Batı hayranlığı” ve “gavurlaşma” gibi suçlamalarla hedef aldı. Bu eleştirilerin ardında yatan temel sebep, yalnızca Batı’ya özen göstermeleri değil; aynı zamanda dini ve siyasi otoritelerini kaybeden çevrelerin, güçlerini yeniden tesis etme arzusudur. Sultan Abdülaziz gibi bir padişahın bile kısa bir Avrupa gezisi sonrası Batı’dan etkilenmesi ortadayken, gençleri bu nedenle suçlamak, tarihî ve ahlaki açıdan gerçekçi değildir. Bu tutum, dönemin sosyal ve siyasal akışına uygun doğal bir etkileşimi hedef göstermekten başka bir şey değildir.

Modernleşme süreci Osmanlı içinde fikir ayrılıklarını da derinleştirdi. Reformları destekleyen saray ve yenilikçi bürokratlar ile dini otoriteyi elinde tutan muhafazakâr çevreler arasında çatışmalar yaşandı. Şeyhülislamlık makamı ve din merkezli güç odakları, Batı tarzı reformları “dinsizlik” olarak niteleyip uygulamayı yavaşlatmaya çalıştı. Zaman zaman Jön Türkler ve İttihatçılar masonluk veya gayrimüslim olmakla suçlandı, hatta II. Mahmud gibi padişahlar “gavur padişah” diye yaftalandı.

Osmanlı’daki dini otoritenin kaybettiği gücü yeniden tesis etme arzusu, günümüzde de benzer bir biçimde kendini göstermektedir. Modern Türkiye’de bazı siyasal İslamcı çevreler, devlet kaynaklarını ve iktidar nimetlerini kullanarak güçlerini pekiştirmeye çalışmış, tarikat şeyhleri ve cemaat liderleri bu süreçten büyük kazanç sağlamıştır. Ancak medyaya yansıyan yolsuzluk, lüks yaşam ve skandal örnekleri, bu çevrelerin “dini otorite” iddialarının gerçekte güç ve servet elde etme motivasyonuna dayandığını açıkça göstermektedir. Eğitim, kadın hakları ve hukuk reformları gibi modernleşme girişimlerine karşı yükselen sert eleştiriler de, tarihî örnekte olduğu gibi, kaybedilen iktidarın yeniden tesisi arzusunun günümüzdeki yansımasıdır. Böylece, geçmişteki şeyhülislam merkezli Osmanlı muhafazakâr refleksi ile günümüzdeki siyasal İslamcı söylemler arasında şaşırtıcı bir paralellik ortaya çıkmaktadır: Her iki durumda da asıl motivasyon, dini gerekçelerden çok, kaybedilen otoriteyi yeniden ele geçirip devleti etkileme ve yönetme arzusudur.

Osmanlı, bu tecrübeleri fazlasıyla yaşadı. Bu yapı ve anlayış, imparatorluğun çöküşü ve parçalanmasında önemli bir rol oynadı; tarih, reform ve direnç arasındaki çatışmanın çöküşün ana sebeplerinden biri olduğunu açıkça gösteriyor. Bugün hâlâ süren benzer tartışmalar, bilinç seviyemizin tarihî tecrübelerden ne kadar az ders çıkardığımızın da bir göstergesidir. Yeni yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nin birliğini, bütünlüğünü ve modern yönetimini sürdürebilmesi, geçmişin hatalarını tekrarlamamak ve bu tür tarihî yapıları devlet mekanizmasının üzerinde bir etki unsuru hâline getirmemekle doğrudan bağlantılıdır. Geçmişten alınacak en büyük ders, modernleşme ve toplumsal gelişmenin önünde engel teşkil eden güç odaklarının yerine, akıl, hukuk ve eşitlik ilkeleriyle hareket etmektir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 205,30 M - Bugn : 577373

ulkucudunya@ulkucudunya.com