Hasan Ali Polat ve Osman Akandere’nin birlikte kaleme aldıkları “İttihatçı Bir Fedakâr ve İttihatçı Bir Milli Teşkilat: Galatalı Şevket Bey Ve Karakol Cemiyeti” adlı bu kitabı bize hediye eden Konyalı Tarih Öğretmeni ve Şair Yusuf Ziya Karaoğlu’na sonsuz teşekkürler. Tarih Öğretmeni ve Şair Yusuf Ziya Karaoğlu fiili olarak Milli Eğitimde çalışırken aynı zamanda da Hasan Ali Polat Bey’in danışmanlığında Konya Selçuk Üniversitesi’nde tarih üzerine yüksek lisansını yapmakta, kalan zamanlarında da boş durmayıp, kültürel sosyal faaliyetler düzenleyen veya düzenlenmiş olan kültürel sosyal faaliyetlere iştirak eden faal bir geç arkadaşımız.
İttihat Terakki ve Yöneticileri üzerine yoğun okumalar yaparak ne olduğunu, ne yapmaya çalıştıklarını öğrenmeye çalıştığımız bir zamanda Hasan Ali Polat Bey’in yazdıkları “İttihatçı Bir Fedakâr ve İttihatçı Bir Milli Teşkilat: Galatalı Şevket Bey Ve Karakol Cemiyeti” adlı bu kitabı adıma “Kıymetli Halim Kaya Ağabeyimize başarı dileklerimle… Keyifli okumalar…” diyerek 25 Ekim 2025 tarihinde imzalamasından sonra kendi kendime söz verdiğim kitap hakkında bir değerlendirme yazısı yazacağım, düşüncesini de elimdeki okunacak kitaplar biter bitmez yerine getirmeye çalışıyorum.
Prof. Dr. Hasan Ali Polat Konya’nın Güneydeki en uç ilçesi Taşkent’in Çetmi Mahallesinde 1983 yılında doğmuş; ilkokulu Çetmi’de, ortaöğrenimini ise Taşkent’te yaptıktan sonra o zaman Ondokuz Mayıs Üniversitesine bağlı olan Ordu Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünü 2004’te bitirdikten sonra, 2008’de Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Ana Bilim Dalında yüksek lisansını, 2017’de Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalında doktorasını yapmıştır. 2008 yılında Selçuk Üniversitesi’nde başladığı görevine, doçentlik payesi ile öğretim üyesi olarak devam etmektedir.
Prof. Dr. Osman Akandere de Hasan Ali Polat gibi Konyalı. Ancak Prof. Dr. Osman Akandere 1959 yılında Akşehir’de doğmuş, ilk, orta, lise öğrenimini Akşehir’de tamamladıktan sonra1979 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Yakın Çağ Tarihi Anabilim Dalından mezun olmuştur.1982 yılında Selçuk Üniversitesinde Öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamış, 1987 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakın Çağ Tarihi Anabilim Dalında yüksek lisansını ve 1992 yılında doktorasını tamamladı. Halen Necmettin Erbakan Üniversitesinde profesör öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Her iki hoca da yakın çağ tarihi üzerine uzmandır.
Hasan Ali Polat ve Osman Akandere’nin birlikte yazdıkları “İttihatçı Bir Fedakâr ve İttihatçı Bir Milli Teşkilat: Galatalı Şevket Bey Ve Karakol Cemiyeti” adlı bu kitap Ötüken Neşriyat tarafından 316 sayfa olarak İstanbul’da 2025 yılında basılmıştır. Kitabın kaçıncı baskısı olduğu hakkında bir bilgi yoktur, ancak biz birinci baskısı olduğuna kanaat getirdik. Kitap “Kısaltmalar”, “Ön Söz” ve “Giriş”ten sonra “Fedakâr Bir İttihatçı: Galatalı Şevket”, “Mütareke’de Milli Direnişin Membaı İttihatçı Bir Cemiye: Karakol”, “İşgal, Sürgün ve Nihayet…” başlıklarından oluşan üç bölüme ayrılmış her bölüm birçok alt başlığa bölünmüştür. “Sonuç”, “Kaynaklar”, “Ekler”, ve “Dizin” kısımlarıyla sona ermektedir.
Hep tarihçilerin bir ideolojinin siyasi görüşlerini destekler mahiyette tarih yorumlamalarına karşı oldum. Tarihçi geçmişte yaşanılan olaylara ve kişilere karşı hem aynı mesafede uzak ve tarafsız olması hem sahiplenmek babından aynı mesafede yakın olması gerektiğini düşünmüşümdür. Bu yüzden de hep tarih adına yazdıklarını okuduğum araştırmacılar da ideolojik bağnazlık var mı, ya da kendi tarihlerine hatasıyla sevabıyla sahip çıkacak, ancak eleştirisini objektif olarak bilimsel verilerle yapacak bir karakterde mi diye bakarım. Bunun içinde yazarların söylediklerini imbikten süzerek kitaptan, paragrafa, cümleye nihayetinde tek bir kelimeye yüklediği manayı anlamaya çalışırım. Eğer yukarıda izah ettiğim sakıncalardan beri ise kim olursa olsun okur ve tavsiye ederim. Tıpkı siyasi görüşüm dolayısıyla bana yapılan haksızlığa “ben senin sosyal medya sayfandaki profilini inceledim, sen hak etmişsin” diyen İsmail Küçükkılınç’ın yazdığı ve okuduğum kitabı “Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihatçılık” kitabını yedi veya sekiz senedir İttihat ve Terakki hakkında yazdığım bütün yazılarımda gocunmadan “Jön Türkler ile ittihatçıların farklı olduğunu” tespit eden ilk ve en sağlıklı görüş olarak tavsiye ettiğim gibi.
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere’nin henüz “Giriş” kısmında dile getirdikleri “İtilaf devletlerinin [İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Sırbistan, Yunanistan, Portekiz, Romanya] Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü hedef alan siyasi emelleri ve Osmanlı’yı bu ittifakın [İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, Sırbistan, Yunanistan, Portekiz, Romanya] dışında tutmaya yönelik kesin tavrı Türkleri, İttifak Devleti [Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan daha sonra Osmanlı] saflarına iter. Neticede dış politikada kendisi için kaçış rampalarının kapandığını gören Osmanlı idarecileri, Cihan Harbi’ne bir zorunluluk olarak İttifak Devletleri safında katılır.” (s.15) diyerek bendeki kendilerinin bilimsel bir gözle ancak kendi geçmişlerini inceleyen bir bilim adamı sorumluğu ile bu kitabın hazırlanışına başladıkları kanaatimi güçlendirdi. Hele trafikte acil durumlarda kurtuluş çaresi olan “kaçış rampası” ifadesiyle sayfalarca anlatılabilecek bir hususu edebi olarak bir benzetmeyle iki kelimeyle anlatmaları da Türkçeye olan hâkimiyetlerini gösterir. Nitekim Osmanlı devlet adamları önce İtilaf Devletleri ittifakına girmek için İngiltere ve Rusya müracaat etmiş onlar Osmanlıyı bölmek ve topraklarını paylaşmak istedikleri için kabul etmeyince savaşın dışında kalmaya çalışmış ancak nihayetinde şartlar İttifak devletleri ile birlikte olmaya zorlamıştır.
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere Galatalı Şevket Bey’in asıl kimliği hakkında “Mütareke döneminde İttihatçı kimliğiyle ‘yeni bir yüz’ olarak öne çıkan ve ‘Galatalı’ adıyla maruf Ahmet Şevket Bey, 1881 senesinde Gelibolu’da dünyaya gelir. (…) Şevket Bey’in babası İstanbul’un Koska semtinde sakin kahveci esnafından Cemil Efendi, annesi ise Hasibe Hanım’dır.” (s.23) bilgilerini vermekte olup, verilen bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki Galatalı Şevket Bey isimi ile maruf olan kişinin asıl adı Ahmet Şevket’tir. “Galatalı” onun lakabı ya da kod adıdır. Yine bu bilgilerden anlaşılıyor ki Ahmet Şevket Bey Atatürk ile aynı yılda doğmuş, yaşdaştırlar. Bu bilgilerden yola çıkarak acaba “İttihatçı kimliği ile’ yeni bir yüz’ olarak öne çıkan” ifadesinde kendisine izafe edilen “İttihatçılık” sadece geçmişte İttihat ve Terakki’de yer aldıkları için mi böyle vasıflandırılmıştır. Yoksa “ittihatçılık” gözlenebilen bir davranış ve sahip olunan bir şahsiyet ve karakter vasfı olarak kendisinde mevcuttu da onun için mi ‘ittihatçı’ vasfı öngörüldü? Ya da Galatalı Şevket Bey [Gelibolulu Ahmet Şevket Bey] ömrünün diğer dönemlerinde bizzat kendi kendini “ittihatçı” diye vasıflandırmış mıdır? Bu sorulara verilecek cevap aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetini kuran kadronun kimler olduğu hususunda günümüzdeki bazı yorumları da açıklığa kavuşturacak, belki de bazılarını hükümsüz bırakacaktır.
Galatalı Ahmet Şevket Bey 4 Ocak 1904 tarihinde yedinci ve erkan-ı harp yüzbaşısı “Kurmay Yüzbaşı” olarak 1316-Süvari 3 sicil numarasıyla mezun olur (s.24) 24 Ocak 1904’te 2.Orduya, 15 Haziran 1904’te staj için süvari 7’nci Alayın 1. Bölüğüne tayin edilir burada sekiz ay görev yapar. 1 Aralık 1904’te Edirne’deki 3.Nişancı Taburunun 3. Bölüğü kumandanlığına tayin edilir. Ancak meşrutiyet ve hürriyet yönünde çalışmalar yapmak ve süvari zabitanından bazılarıyla gizli toplantı yapmaktan dolayı tutuklanır. Edirne’de on bir gün tutuklandıktan sonra meslekten tart ve kalebent edilmek üzere irade-i seniyye üzerine Divan-ı Harb-i Mahsus’ta mahkeme edilmek üzere İstanbul’a sevk edilir. 105 gün hapsedilir. Divan-ı Harb-i Mahsusa tarafından yapılan muhakemede suçsuz olduğu anlaşıldığı için beraat ederek askerlik mesleğine iade edilir. 1 Nisan 1905’te Erzincan’da 4. Orduya tayin edilir. Bir ay kadar Erzincan’da kaldıktan sonra Seyyar Fırka Erkan-ı Harbiyesine katılmak üzere Muş’a hareket eder ve dört ay Seyyar Fırka Erkan-ı Harbiyesinde görev yapar. Daha sonra Muş Seyyar Fırka Erkan-ı Harbiyesine bağlı Cebel Topçu Taburuna tayin edilir ve beş ay görev yapar. 14 Ocak 1906’da yüzbaşı ve binbaşı arasında bir görev olan kolağası rütbesine yükselir. 23 Temmuz 1908 tarihine kadar atandığı Van’da bulunan İran Hududu İkinci Mıntıka komiserliğinde görev yapar (s.25). 3 Mayıs 1909’da Divan-ı Harb-i Örfi Heyet-i Tahkikiyesine tayin edilir. 15 Haziran 1909’da binbaşılığa terfi eder. 29 Temmuz 1909’da 1. Ordu Nizamiye 5. Alayın 4. Taburuna tayin edilir ancak 7 Ağustos 1909’da Tasfiye-i Rütbe-i Askeriye Kanunu gereğince 19 Ağustos 1909’da rütbesi tekrar kolağası rütbesine indirilir. 29 Eylül 1909 tarihinde kolağalıktan binbaşılığa tekrar yükselir. Galatalı Ahmet Şevket Bey’in görev süreleri çok kısa olmakla ve rütbe tenzili ile yükselmeleriyle beş yıla çok yer ve görev sığdırır.
Osmanlı devletinin başkaca bir imkânı kalmadığından İttifak devletleri safında I. Cihan Harbine girmesi sonucu Ruslara karşı açılan Kafkas cephesinde Galatalı Şevket Bey, Hasan İzzet Paşa’nın kumandasındaki 3. Ordu kumandanlarından Galip Paşa’nın kontrolündeki 11.Kolordu kurmay başkanı olarak görev yaparken 4 Kasım 1914 tarihinde kaymakamlığa (Yarbay) terfi eder (s.30).
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere Galatalı Şevket Bey’in Kurmay başkanlığını yaptığı 3. Ordunun 11. Kolordusunun Kafkas cephesinde gösterdiği başarıya rağmen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın 21/22 Kasım 1914 tarihinde kötü hava şartlarına altında orduyu Hızardere-Menevürt (Küçükkonak)-Haran (Kırkdikme)- Todaveren (Kükürtlü) mevzisine geri çekmesin hakkında [Meraşal] Fevzi Paşa (Çakmak) “Görülüyor ki, muharebe, komutanların sinirleri ve askerlerin kahramanlıklarıyla halledilir… Burada, Türk askeri üstün durumdayken, bizim komutanımız, ‘Çok cephane harcanıyor, buna dayanamayız.’ diye orduyu geri çekiyor. (…) Eğer Hasan İzzet Paşa ‘Ben çekileceğimi düşman çekilsin!’ deseydi başarılı olacaktı. (…) Bu geri çekiliş, orduda güvensizlik ve hoşnutsuzluk yarattı. Çünkü, ‘Üstün gelmişken neden çekildi?’ deniyordu. Bir ordunun manen üstün iken geri çekili kötü bir durumdur.” (s.32) diyerek Hasan İzzet paşa’nın aşırı temkinli davranışının, ya da savaş alanının sağlıklı okuyup analiz yapamamasının sonucunda orduyu başarıdan mahrum bıraktığı gibi başarısızlığına da sebep olabilir.
Galatalı Şevket Bey’in 13 Aralık 1904 tarihinde 11. Kolorduya bağlı 33. Fırka Kumandanlığına (s.32) atanması ile komuta ettiği 33. Fırka Ruslara karşı büyük başarılar elde eder. Köprülü Şerif (İlden) bu başarıyı “Şevket bir avuçluk 33’üncü Tümeni’yle Rusların sağ kanatlarına o kadar sıkı bir biçim de yapıştı ki düşman bu kanadında her çekişlinde mitralyözlerini, tüfeklerini, atlarını, arabalarını bırakmaya, Şevket’e birçok esir teslim etmeye mecbur kalıyordu….” (s.24) ifadeleriyle kayda geçmiştir.
Osmanlı devleti Ruslar ve Ermenilerin Dersim’de yaptıkları propaganda neticesinde Alanlı, Haydaran, İzoli, Karsan, Kırgan, Koçuğaı, Köseoğlu, Kureyşan, Pilvenk, Resikuşağı, Seyitler, Suroğlu, Şamuşağı, Topuzuşağı, Yusufan aşiretleri tarafından başlatılan isyanı bastırmak üzere 23 Nisan 1916’da fevkalade yetkiler ile Galatalı Şevket Bey’i tayin eder (s.37). “Galatalı Şevket Bey’in Dersim İsyanı’nın bastırılmasında takip ettiği yöntem, mücadelesi ve fedakârlıkları Dahiliye Nezareti önerisiyle Üçüncü Mecidî Nişan ile taltif edilir.” (s.40) Galatalı Şevket Bey’in Dersim İsyanındaki kumandanlığından ve vatana bağlılığından dolayı taburların başında bulunmaları gerektiği Dersim Mebusu Abdülhak Tevfik Efendi (Gençtürk) tarafından Merkezi ordu Komutanlığına sitayişle bildirilse de Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere’nin 60.dipnotta belirtiklerine göre Koçgiri İsyanı ile Dersim isyanlarına adı karışmış olan Nuri Dersimi tarafından Galatalı Şevket Bey’in cani ve deli olarak vasıflandırıldığı da görülmektedir ki bu durum ülkemizde ihanet içinde olanların hiçbir zaman eksik olmadığını gösterir.
“Galatalı Şevket, Kafkas Cephesinde pek çok vazife üstlenir ve buradaki mücadelesi ve gayreti takdir toplar. Nitekim Kötek-Sarıkamış İleri Harekâtındaki gayreti münasebetiyle Gümüş İmtiyaz Muharebe Madalyası’yla taltif edilir. 11’nci Kolordu Kumandanlığı Vekaletindeki hüsn-i iradesi ve muharebelerdeki fedakârlıkları dolayısıyla Ordu Kumandanı Abdülkerim Paşa’nın önerisiyle 7 Haziran 1916’da üç sene kıdem ilavesiyle fevkaladeden miralaylığa (Albay) terfi eder.” (s.41) Galatalı Şevket Bey her ne kadar önceden rütbe tenziline maruz kalmış olsa da devletine küsmemiş, canla başla çalışmış, başarılar elde ederek hem yakın komutanlarının taltifini kazanmış hem de devletinin taltifine mazhar olarak tenzili rütbe ile kaybetmiş olduğu zamanı da telafi edecek 3 yıllık kıdem alarak Albay kadrosuna yükselmiş bir Türk subayıdır. Kafkas cephesindeki başarı ve başarısızlıklara etken olan komutanların İtthatçı olup olmamasına dayananan bu başarı ve başarısızlıklar göstermektedir ki aynı ideallerle beslenmeyen komutanların iyi niyetli olması başarı için yetmemektedir. Çünkü farklı ideallerle komuta eden bu komutanların zihniyeti anlama ve yorumlama kabiliyetlerini etkilediği için ordu ve cephede farklı uygulamalara sebep olarak ikilik çıkarmakta ve orduyu başarısızlığa sürüklemektedir.
Damat Ferit hükümetinde Mustafa Nazım Paşa’nın Harbiye Nazırlığı döneminde milli direniş faaliyetleri gerekçesiyle tutuklanan Galatalı Şevket Bey, Ali Rıza Paşa hükümetinin kurulmasıyla kısa bir sürede serbest bırakılır. “12 Eylül 1919’da İstanbul Muhafızı Miralay Şevket Bey’in rütbesinin mirlivalığa (tuğgeneral) çıkarılması yönünde Sadrazamlık makamından kararnameler gelir. Ancak Sultan Vahdeddin ‘Bu sırada bir günde hem feriklik (tümgeneral) ve hem livalık tevcihi halka karşı münasip olmaz; zaten Şevket Bey yeni tayin edildi. Hüsn-i hizmet göstersin; ileride terfi de edilir.’ Diyerek kararnamenin iadesini irade eder.” (s.54) ancak basın bu haberi Galatalı Şevke Bey Mirlivalığa atandı diye duyurur.
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere Galatalı Şevket Bey’in aldığı vaizfeleri yukarıdan beri anlattıkları gibi aldığı madalyaları da; 10 Nisan 1907^de Beşinci Rütbeden Mecidî Nişan, 22 Mayıs 1908’de Dördüncü Rütbeden Mecidî Nişan, 13 Haziran 1916’da üçüncü Rütbeden Mecidî Nişanlarından başka Alman İmparatorluğu tarafından İkinci Rütbeden Demir Salib Nişanı, 15 Nisan 1916’da İkinci Sınıf Meziyet-i Askeriye Salib Nişanı verilmiş olduğunu, 8 Ağustos 1917’de Sultan Mehmet Reşat tarafından Gümüş İmtiyaz Muharebe Madalyası ve 1916-1917 muharebelerindeki gayretleri dolayısıyla Harp madalyası verilmesinin yanında Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından da 10 Ekim 1918’de Altın Liyakat Madalyası ile taltif edildiğini söyleyerek sıralarlar. Bu madalyalar göstermektedir ki Galatalı Şevket beyin görev yerlerindeki görev süreleri kısa olduğu gibi terfi ve madalya alma süreleri de kısa ve bir birine çok yakın zamanlarda olmuştur. Galatalı Şevket Bey 4 Ocak 1904 tarihinde yedinci ve erkân-ı harp yüzbaşısı “Kurmay Yüzbaşı” olarak 1316-Süvari 3 sicil numarasıyla mezun olup 24 Ocak 1904’te 2.Orduya, 15 Haziran 1904’te staj için süvari 7’nci Alayın 1. Bölüğüne tayin edildiği tarihten Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından da 10 Ekim 1918’de Altın Liyakat Madalyası ile taltif edildiği süre zarfında geçen 15 sene gibi kısa bir sürede yukarıdaki madalyaları almış olması Osmanlı devletinin bu süre zarfında ne kadar çok badireler atlattığını ve dolayısıyla da Galatalı Şevket Bey’in de diğer Osmanlı subayları gibi kendisinin de bu badirelerle mücadele ederek başarılı olduğunu göstermektedir.
Karakol Cemiyeti’nin kuruluşu hakkında Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere, Hüsnü Himmetoğlu’nun “Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Yardımları” adlı eserine atıfta bulunarak Galatalı Şevket’in bizzat kendi ağzından “Bu gizli teşekkül [Karakol Cemiyeti] ve mukavemetin ilk fiili tezahürü olan Karakol Cemiyeti, İtilaf devletleri İstanbul’a geldikten [işgal ettikten] sonraki taşkınlık zamanına tesadüf eden 13 Kasım 1919 [işgalin olduğu yıl olan 13 Kasım 1918 olması gerekir] sonra başlar. Adı karakol olan ihtilal cemiyeti, Kemalettin Sami, Sevkiyatçı Binbaşı Ali Rıza, Albay Kara Vasıf, Kurmay Yüzbaşı Edip Servet, Avukat Refik İsmail Beylerle Türk İslam birliğini temin etmek gayesiyle bütün Asya’yı dolaşan ve büyük bir hatip olan Teyyare müfettişlerinden Baha Sait beylerle birlikte kurduk” (s.64) dediğini aktarırlar. Ancak gizli bir cemiyet olması dolayısıyla sadece hatıralardan yola çıkarak kurucuları hakkında bilgi edinebildiğimiz Karakol Cemiyetinin kurucuları hakkında da farklı rivayetler vardır.
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere Karakol Cemiyetinin kuruluş amacını da “Karakol Cemiyeti de harp sonrası memlekette birlik ve beraberliği sağlamak işgal kuvvetlerine karşı memleketi müdafaa etmek, Rum ve Ermeni çetelerinin Müslüman ahaliye yönelik zulümlerini muharebe çeteleri teşkili suretiyle engellemek, İttihatçıları ve ittihatçılığı korumak için canla başla gayret gösterir” (s.65) diyerek açıklarlar. Aslında İttihat ve Terakki’nin kuruluşunu ta Jön Türklere götüren anlayış ile kıyaslayınca -Jön Türklerin ve azınlıklardan vs. katılmış ittihatçıların farklı ve dağınık fikri yapıları düşünülünce- Karakol Cemiyeti için “İttihatçılardan daha İttihatçı bir teşkilat” diyebiliriz. Çünkü Karakol Cemiyeti fikir olarak İttihat ve Terakki Cemiyetinden Talat Paşa ve Enver Paşa’nın yolundan gitmeye çalışarak fikri olarak bir bütünlük ve homojenlik sağlamayı başarmıştır. “Karakol Cemiyeti İttihat ve Terakkinin devamı mahiyetinde bir teşkilat olarak Talat Paşa’ya yakın ve kara Kemal kontrolündeki esnaf teşkilatı olarak ile Cihan Harbi’nde Enver Paşa idaresindeki Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarının bir kısmını bir araya getirir ve Enver Paşa ve Talat Paşa’yla irtibatlı bir şekilde Mütarekeden İstanbul’un resmen işgaline kadarki süreçte milli direnişin merkezi haline gelir.” (s.64)
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere Karakol Cemiyetinin lideri konusunun tartışmalı da olsa Kara Vasıf Bey’in isminin öne çıktığını ve daha sonra da Kara Kemal Bey ile Galatalı Şevket Bey’lerin isimlerinin Karakol Cemiyeti lideri olarak geçtiğini bildirmektedirler (s.76). Bu tartışmalı liderlik hususunun sebebi de Karakol Cemiyetinin gizli bir teşkilat olmasından kaynaklanmaktadır. Hatta ilk zamanlar Karakol Cemiyetinin yapılan icraatlarda hiç adı dahi telaffuz edilmez, gizliliği korunurdu. Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere, Emel Akal’ın”Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm” adlı eserine dayanarak Rauf (Orbay) Bey’inde liderlik hususunda ismin öne çıkarıldığını söyleyerek “Enver Paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa için kullanılan triumvira benzetmesi Kara Vasıf Bey, Galatalı Şevket Bey ve Rauf Bey için de yapılabilir.” (s.77) derler.
Galatalı Şevket Bey bir İttihatçı olarak Karakol Cemiyetinin kurucuları ve lider kadrosu arasında olduğu halde Harekât-ı milliye adına Mustafa Kemal Atatürk’e yazdığı telgrafta “İstanbul’daki muhaliflerin en ziyade çalıştıkları hususun Harekât-ı milliyenin İttihatçı bir hareket olduğu ve Talat ve Enver’in yakında işbaşına geleceklerine herkesi inandırmak olduğu”nu haber verir ve yine İstanbul muhaliflerinin “İtilaf devletleri temsilcilerine müracaat ederek mal ve canlarının ‘Harekât-ı milliye arkasından çıkarak hükümeti elde edecek olan İttihatçılardan’ kurtarılmalarını talep ettiklerini” (s.106) dolayısıyla harekât-ı milliye merkezi olarak bir tekzibnâme yayınlanması gerektiği belirtilmiş ve Mustafa Kemal’e bu karşı tekzibnâme yayınlamasını istemiştir. Neredeyse bu karşı tekzibnâmenin içeriğinin “[İttihat ve Terakki gibi] memlekete zarar verdiği anlaşılan zevatla hiçbir zaman teşriki mesai olunmayacağı ilanı” şeklinde olması gerektiğini de göstermiştir. Bu Galatalı Şevket Bey İttihatçı bir olarak Karakol Cemiyetini kurmuş, Harekat-ı milliyeyi korumak için İttihatçılarla ilgisinin olmadığının ilan edilmesi gerektiğini söylemiş ve İzmir suikastı dolayısıyla tutuklanıp yargılanmıştır. Bir vatansever olarak her halde vatan menfaati uğruna kendi menfaatlerini ihmal etmenin en güzel örneklerini göstermiştir.
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere Karakol Cemiyetinin “[Mondros] Mütareke[si]’nin ardından [İtilaf devletlerine ait düşman kuvvetler tarafından] geçekleşen işgaller üzerine Karakol Cemiyetinin direktifleri doğrultusunda İstanbul ve çevresinde Rum ve Ermeni çeteleriyle mücadele etmekle vazifelendirilen Bulgar Sadık, İpsiz Recep ve Yahya kaptan gibi isimlerin liderliğinde oluşturulan çeteler hem istiklali hem de İstanbul ve çevresindeki Müslüman Türk nüfusu korumak, yunan emeli ‘Megali İdea’nın önüne geçmek gayesiyle çaba sarf e[ttiğini]” (s.128) hatta bu çeteleri finanse ederek silahlanmalarına destek verdiği tespit ederler. Yani bizim anlayacağımız, Karakol Cemiyeti Kurtuluş Savaşı’na gizliden ve dolaylı da olsa iştirak ederek, fiili olarak vatan savunmasına katılmışlardır.
Mondros Mütarekesinden sonra anlaşmanın 7. ve 24. maddelerini ileri sürerek Osmanlı askerinin terhisini isteyen İtilaf devletleri toplanan silahların konduğu depoları ve askeri birlikleri de gözetim altında tutmalarına rağmen Karakol Cemiyeti nizamnamesinde yer alan dördüncü maddenin gereği olarak; gönüllü, olmazsa zor kullanarak toplanacak bağışlar ile çetelerin silahlandırılıp finanse edilmesi sırasında, Karakol Cemiyetince Kemalettin Sami, Miralay Galatalı Şevket, İstihbarat Şubesi Müdürü Seyfi (Düzgören) ve İsmet Beylerin (İnönü) katıldığı bir toplantıda “Batı Trakya’da silahlı faaliyette bulunma vazifesinin Fuat Balkan’a verildiğini, İsmet Bey’in İstanbul hükümetinden temin ettiği 4000 liranın da batı Trakya Komitesine aktarıldığını ifade eder.” (s.131) ki bu ifadede geçen 4000 liranın İstanbul hükümetinden alınması ve Fuat Balkan’a verilmesi, “Karakol Cemiyetiyle Harbiye Nezareti’nin irtibat halinde olduğunu gösterir.”(s.132) Aslında bu paragrafta izah edilen husus bir şeye daha işaret eder. O da Kurtuluş Savaşı sırasında en ilgisiz ve hatta kendi rahatına düşkün olarak bilinenlerin bile bir katkı verdiği, ayrıca her ne kadar Osmanlı Devleti mütareke ile silah bıraksa bile yerel mücadelelere gizliden destek vermeye çalıştığına işaret etmektedir.
“Karakol Cemiyetinin Milli Mücadele hareketine destek gayesiyle silah, cephane ve askeri malzeme temini için yürüttüğü çalışmalarda Galatalı Şevket Bey kilit rol oynar.” (s.133) “Galatalı şevket Bey’in katkı sunduğu en önemli operasyonlardan biri de Akbaş Cephaneliği’nin basılması ve buradaki silah ve cephanenin Kuvayı Milliye kuvvetlerine aktarılmasıdır.” (s.134) Sakın bu baskınlarda elde edilen silahların sayıları küçümsenmesin, bir fikir vermesi için örnek vermek gerekirse ihtiyaç hâsıl olduğunda “Ocak 1920 ortasında Konya ve Niğde’ye otuzar [toplam 60 adet] makineli tüfek ve Niğde’ye 10.000 sürgü kolu için sevkiyat” (s.134) yapılır. Ayrıca Fransızların kontrolündeki Gelibolu civarındaki Akbaş deposundaki silahlar İtilaf devletleri tarafından Denikin Ordusuna verileme üzere Rusya’ya sevk edilecektir. Akbaş Deposundaki silahların Karakol Cemiyeti tarafından düzenlenen baskın ile alınmasıyla (s.135) hem düşmanın silahlanmasına mani olunmuş hem de Türk ordusu silahlandırılmıştır ki temin edilecek fayda kat be kat artmıştır. Ayrıca İngilizler ile Rus Bolşeviklerin arası açılmıştır. İngilizler Akbaş baskınında Kuvayı milliye ile Rus Bolşeviklerinin ortak harekete ettiği şüphesine kapılmıştır (s.138). Akbaş Deposundan temin edilen silahlar da Karakol cemiyetin temin ettiği silahların miktarının büyüklüğü konusunda bir fikir verebilir. “Akbaş Depolarında kayıtlı olan 8 bin Rus tüfeği, 40 Rus mitralyözü, 20 bin sandık cephane tamamen ele geçirilir.” (s.135)
Karakol Cemiyeti, çeteler teşkil ederek Rum, Ermeni çeteleriyle mücadele yanında, onları silahlandırmak ve finanse etmekle beraber Anadolu Hareketinin asker temin etmek ve Kuvayı Milliye’ye silah temin etmek vazifelerinin yanında tutuklanmış Osmanlı Paşalarını İngilizlerin kontrolü altındaki İstanbul hapishanelerinden kurtararak Anadolu’ya kaçırmak için de çabalamıştır. Bunlardan birisi ve belki en önemlisi Halil Paşa ile Nuri Paşanın kaçırılmalarıdır. “Karakol Cemiyeti mensupları, 9 Ağustos 1919 Cumartesi gecesi Halil Paşa’yı Bekirağa Bölüğünden alır ve meşakkatli bir yolculuğun nihayetinde Anadolu’ya geçirirler.” (s.143) Halil Paşa ve Nuri Paşa (Killigil) Enver Paşa’nın yakın akrabaları olmaları yanında “Halil Paşa, Ermeni Tehciri meselesi, Cihan Harbi’nin sevk ve idaresi ve Kutü’l-Amâre’deki faaliyetleri sebebiyle İngilizlerin dikkatini çeken bir şahsiyettir. Benzer durum[lar] Nuri Paşa için de geçerlidir.” (s.143) Halil Paşa ve refiklerinin tekrar yakalanması için beş bin lira nakid mükâfat verileceği ilan edilir. “Halil Paşa’nın Karakol Cemiyeti aracılığıyla Bekirağa Bölüğünden kaçırılması hadisesinin gerçekleştiği gün Kafkas İslam Orduları Kumandanı Nuri Paşa da tutuklu bulunduğu Batum’daki Ardahan Kışlası dan firar eder.” (s.147) Firarları hazırlayan Karakol Cemiyeti olmakla beraber Yenibahçeli Şükrü ve Nail Bey adındaki iki kardeş işlemleri gerçekleştirir. “Hem Halil Paşa hem de Nuri Paşa’nın aynı gün hapishanelerden firar ettirilmesi hadisesini bir tesadüf olarak görebilmek mümkün değildir. Nitekim biri Batum’da, diğeri İstanbul’daki iki firar hadisesini organize eden isimlerin başında iki kardeş gelmektedir: Yenibahçeli Şükrü ve Nail Bey” (s.148)
Yahya Kaptan Karakol Cemiyeti mensubu olarak Kocaeli mıntıkasını teşkilatlandırmak üzere görevlendirilir ve Gebze’de ki kuvvetlerin başına getirilir ve Tavşancıl’ı kendisine üs olarak tutar ve karargâhını kurar. Kendisinin Bağdat’ta kazandığı 1000 altını milli düşüncelerle bu uğurda harcar (s.150). Yalnız zamanla gücünün tesiriyle karakol Cemiyetinin kontrolünden çıkar, Mustafa Kemal Paşa’ya yanaşır. Islah edilmeye çalışılırken Osmanlı Hükümeti’nin görevlendirdiği jandarmanın ablukasıyla bir er tarafından öldürülür. Karakol Cemiyeti ve Galatalı Şevket’e bu Yahya Kaptan hakkında gelen şikâyetlerden dolayı ıslah edilmesini ya da öldürülmesi gerektiğini düşünmektedirler ve bu hususta Umum Jandarma Kumandanı Muavin Hilmi Bey’den yardım talep etmişlerdir. “Yahya Kaptan’ın öldürülmesi hadisesi Karakol Cemiyetiyle Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa’yı karşı karşıya getiren bir hadise ve milli teşkilatlar içersindeki bir ‘iç hesaplaşma’ gibi telakki edilir.” (s.156) Ancak burada Yahya Kaptan’ın öldürülmesi için önceden habersizce sevk edilmiş Osmanlı Hükümetine bağlı jandarma müfrezesinin aninden kuşatma yapıp yakaladığı Yahya Kaptan’ın arkadan kafasına sıkılan kurşunla öldürülmesi hadisesin de İstanbul Hükümetinin sırf milli teşkilatların arasını açmak için organize ettiği şeklinde de düşünülebilir. Karakol Cemiyeti’nin İstanbul çevresinin kendisine bırakılmasını istemesi, Atatürk’ün de Yahya Kaptan’ı bu bölge için Heyet-i Temsiliye adına görevlendirilmesi rekabetin başka bir veçhesidir. Mustafa Kemal Nutuk’ta Yahya Kaptan için “Şehid-i merhum beni dinliyordu, benden emir alıyordu. Verdiğim emre göre hareket ediyordu.” (s.157) diyerek sahiplense de aynı amaca hizmet edenler arasındaki iki başlığın ya da iç mücadelenin zararını göstermesi bakımından örnek bir olaydır.
“Bolşevik Rusya’yla kişisel temaslar olsa da teşkilat düzeyinde ilk bağlantı Karakol Cemiyeti tarafından [8 Temmuz 1919 tarihinde] kurulmuş” (s.159) olsa da Karakol Cemiyeti’nin 11 Ocak 1920’de Bolşevik Ruslarla yaptığı anlaşmaya Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir Paşa karşıdırlar. Hatta Kazım Karabekir hatıratında “Baha Sait Bey’in akılsızca cür’etine ve bunu gönderen ve vekâlet verenlerin idrakine hayret” (s.163) diyerek anlaşmayı yapanları akılsızlıkla itham eder.
İttihatçılar “Modros Mütarekesinin hemen öncesinde 20 Ekim 1918’de Karakol Cemiyeti teşkil eder” (s.164) Kara Kemal’in “İngilizler İttihatçıları baş düşman telakki ederler. En kısa bir zamanda bizi yok etmelerini bekleyebiliriz. Bu itibarla hiç zaman kaybetmeden milletin büyüklüğüne, hürriyet ve istiklal aşkına, tarihi şuuruna dayanarak harekete geçmek zaruridir. Teşkilatı İstanbul’da teksif etmek hatadır. İstanbul’da bir teşkilat mutlaka lazım olmakla beraber asıl işe Anadolu’da başlamak, orada çalışmak muvafıktır.” (s.165) demesi üzerine Anadolu’da bir lider arayışına giren Karakol Cemiyeti Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya bu teklifi yapar, Paşa Anadolu’da silaha sarılma fikrini uygun bulmasına rağmen para yokluğundan bahisle görevi kabul etmez, kendisine bu görevi Mustafa Kemal’e sunacakları fikrini açarlar Ahmet İzzet Paşa “Çok muvafık. Yalnız çok haristir (hırslı, çok istekli), bunu frenleyebilecek misiniz?” der. Mustafa Kemal ordular üstü bir müfettişlik ve para verilmesi karşılığında kabul eder. “Netice itibarıyla İttihatçıların gayretleriyle Mustafa Kemal Paşa’nın ordu müfettişi olarak Anadolu’ya gönderilmesi sağlanır.” (s.165) Nitekim daha önce okumuş olduğum Emel Akal’ın “Millî Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm” adlı kitabında da Mustafa Kemal’in Anadolu’daki Hareketin başına geçirilmek için İttihatçıların liderleri Enver, Talat ve Cemal Paşalar yurt dışına çıkmadan önce istişareler yapıldığı ve bizzat Talat Bey’in buna taraftar olduğu savunulmaktadır.
“Heyet-i Temsiliye ve Karakol Cemiyeti, her ne kadar milli direniş mevzusunda müttefik olarak hareket etseler de içten içe rekabet halindeydiler.” (s.171) Bu da gösteriyor ki Kara Vasıf Bey tarafından kurucularının ve kumandanlarının Mustafa Kemal olduğu bizzat kendisine söylense de Enver Paşa’nın liderleri olduğuna inandığı Karakol Cemiyeti’nin iktidarı ele geçirmek düşüncesinde olduğuna inanan Mustafa Kemal (s.170) ile bir rekabet yaşanmıştır. Buna rağmen Karakol cemiyeti Anadolu Kurtuluş hareketine yardım etmekten geri durmayarak vatanperverliğini göstermiştir.
Meclis-i Mebusan’ın İstanbul veya Ankara’da mı toplanacağı, meclis başkanının kim olacağı, Yahya Kaptan’ın öldürülmesi, Bolşevikler ile yapılan anlaşma, Sivas’ta toplanan kongrede milli kuvvetler arasında kurulan birliğe Karakol Cemiyetini iştirak etmemesi gibi nedenler Mustafa Kemal ile Karakol Cemiyeti arasındaki ilişkileri geriyor (s.179).
Karakol Cemiyeti Anadolu’ya silah ve insan nakletmek için “Üsküdar Grubu” adını verdiği bir ekip ve “Menzil Hattı” adı verilen bir teşkilat güzergâhı kurar. Bu Üsküdar Grubu adlı teşkilatta “Yenibahçeli Şükrü Oğuz, Topçu İhsan, Naci Hoca (Şer’iye Mahkemesi Başkâtibi), Tevfik Sükûti (Askeri Tekaüt Sandığı memurlarından), Kalender Hasan, Ahmet Halim, Adliyeci Talat, Jandarma Tabur Kumandanı Binbaşı Remzi ve Tabur mülhakı Âtıf” (s.190-191) bunuyordu. Bu isimlerden oluşan Üsküdar Grubu Anadolu’ya geçireceği silah ve insanları “Üsküdar’dan Merdivenköyü’ne, Kurnaköy’den Tepeviran’a, Köseler’e, Kırçali’ye, Sakallar’dan, Ulupınar’a, Çalı köyüne, Demirciler’e, Şabanlara, Arifiye, Çarcama ve Lefke’ye doğru uzanarak Bolu’dan Ankara’ya” (s.193-194) ulaşan “Menzil Hattı” denilen bir güzergâh takip edilerek geçirilirdi. Menzil teşkilatının ilk kademesi Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi’ydi. Tekkenin şeyhi “Şeyh Ata Efendi” ve bendeleri de bu uğurda hizmet ediyorlardı.
“16 Mart 1920’de İstanbul’u resmen işgal eden” İngilizler tarafından Misak-ı Milli kararını alan Meclis-i Mebusan üyeleri ile Karakol Cemiyeti’nden “Kara Vasıf, Miralay Galatalı Şevket, Rauf Bey ve Milli Kongre lideri Göz Doktoru Esat Paşa gibi isimler” (s.197) tutuklanır. “Baha Sait Bey’in Bakü’de oluşu, Rauf Bey, Kara Vasıf ve Galatalı Şevket Bey gibi isimlerin tevkif edilmesi ve Malta’ya sürgün edilmesiyle birlikte İstanbul’daki İttihatçı bir milli teşkilat olan ve milli direnişe çok ciddi katkılar sağlayan Karakol Cemiyeti’nin merkez komitesi dağılır.” (s.197) “Mütarekeye giden süreçte ittihatçılar tarafından 1918 senesi Ekim ayında kurulan Karakol Cemiyeti, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali akabinde Zabitan Grubu ve Yavuz Grubu adlarıyla işgal kuvvetlerine karşı mücadelesine devam etse de 1921 sonlarında faaliyeti sona erer.” Emin Ali Bey, Kaymakam Hüsameddin Bey, Muğlalı Mustafa Bey Zabitan Grubunun liderliklerini yapmışlar daha sonraki Yavuz Grubunun kurucusu ve lideri de Muğlalı Mustafa Bey’dir.
Malta’ya sürgün edildikten sonra birkaç kere serbest bırakılması için Malta’nın İngiliz Valisine itiraz etmiş olsa da Galatalı Şevket’in serbest kaldıktan sonra Anadolu’ya geçerek Kurtuluş Hareketine katılacağı ve askeri faaliyet göstereceği düşüncesiyle serbest bırakılmaz. “Nihayet milli faaliyetleri sebebiyle dikkatleri üzerine çektiğinden tevkif edilerek Malta’ya gönderilen Galatalı Şevket’in esaret hayatı 22 Mart 1920’den 25 Ekim 1921 tarihine değin sürer.” (s.219) Galatalı Şevket Malta’da 20 ay sürgün hayatı yaşar. Malta sürgününden döndükten sonra her ne kadar gazeteler Galatalı Şevket Bey’in Bolu 6. Kolordu Kumandanlığına atandığını yazsa da Galatalı Şevket Bey 19 Şubat 1922’de emeklilik talebinde bulunmuş ve 10 Ekim 1922 tarihinde de emekli edilmiştir. Anlaşıldığına göre Malta sürgününden döndükten sonra hiç görev almamış, 30 Eylül tarihinde yazdığı hal tercümesinde ifade etiğine göre de bundan sonraki 5 yıl boyunca komisyoncu olarak çalışmıştır (s.224).
1935-1945 yılları arasına denk gelen bilinmeyen bir tarihte Bursa Kız Muallim Mektebi Emekli Müdiresi Şekibe Ögel ile evlenen Galatalı Şevket Bey (s.237), 6 Şubat 1956 tarihinde İstanbul’da vefat eder (s.238).
Prof. Dr. Hasan Ali Polat ve Prof. Dr. Osman Akandere öyle bir kitap hazırlamışlar ki her satırda verdikleri bilgileri neredeyse kelimesine varana kadar dipnotlarda verdikleri belgelere dayandırarak sanki okuyucuyu yoğun bir belgelere dayalı tarihi bilgi bombardımanına tutuyorlar. Bilgi yoğunluğundan ve belgelere dayalı bilgi olmasından dolayı okurken okunan cümleler üzerinde düşünme fırsatı vermeyen ancak kabul edilecek belgesel bilgi veren bir kitap olmuş, “İttihatçı Bir Fedakâr ve İttihatçı Bir Milli Teşkilat: Galatalı Şevket Bey Ve Karakol Cemiyeti” adlı bu kitap.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.