« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

01 Eyl

2025

JÖN TÜRKLERDEN İTTİHATÇILARA BİR KİMLİK TAHLİLİ ÇALIŞMASI

01 Eylül 2025

Osmanlı Devletinde padişah hariç mevcut yönetime ve yönetim tarzına muhalefet olmaları dolayısıyla aynı gibi algılanan Jön Türkler ile İttihatçıların aynı ekip olduğu zannı her zaman İttihatçılara karşı bir peşin hüküm oluşmasına ve milletin ittihatçıları sevmemesine sebep olmuştur. Yıllardır Jön Türklerin Masonluk da dâhil millet aleyhine çalışan fikirlere ve gruplara dâhil olmalarından, özellikle de din aleyhtarı oldukları yönünde oluşmuş bir kanaatten dolayı milletimiz nezdinde sevilmediği bilinen bir gerçektir.

Ben de İsmail Küçükkılınç’ın “Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihatçılık” adlı kitabını okuyup Jön Türklüğün İttihatçılıktan ayrı bir fikri akım olduğu öğrenene kadar daha soğuk bakarken bu kitabı okuduktan sonra bakış açım değiştiği gibi dah kendime yakın bulmaya başladım.

Hakan Burak Uz’un yazmış olduğu “Jön Türklerden İttihatçılara Bir Kimlik Tahlili Çalışması” adlı kitabını da bu farklılığa tema eden bir kitap olduğu düşüncesiyle aldım. Kitap Ötüken Neşriyat A.Ş. tarafından 2025 yılı içinde 205 sayfa olarak basılmış. Kitabın muhteviyatı “Kısaltmalar”, “Önsöz”, “Başlarken”, “Birinci Bölüm: İdarede Reform İhtiyacının Serencamı”, “İkinci Bölüm: İttihatçıların Sosyal, Siyasi ve İdeolojik Kimliğinin Tespiti”, “Bitirirken”, “Kaynakça”, “Ekler”, “Dizin” başlık ve bölümlerinden oluşmaktadır.

Hakan Burak Uz daha kitabın başında kitabı kalem almasının amacını Önsöz’de “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti olarak 1906 senesinde Selanik’te ortaya çıkan kadro hareketinin, doğru bir tanımlamayla Jön Türk yapılanmasından fikri ve eylemsel zemindeki farklılıklarını ortaya koyabilmek” (s.12) olarak açıklamaktadır.

“Müntesiplerini memnun etmekten ziyade, içtimai meselelere çözüm arayışının tezahürü olarak ortaya çıkan ideolojilerin, zaman içersinde, değişen sorunlara yönelik çözüm önerilerini gözden geçirerek yeniden şekillendirmeleri kaçınılmazdır.” (s.17) diyen Hakan Burak Uz İttihat ve Terakki hareketinin de “Osmanlı Devleti’nin son döneminde, modernleşme arayışlarının neticesi olarak ortaya çık”tığını (s.17) ve dolayısıyla da Osmanlı Devletinin problemleri değiştikçe İttihatçıların da “Bu zaruri [değişim] ihtiyac[ın]a bağlı olarak ideolojik semboller haline gelen kavramların[ın] değiş[tiğini]” düşünmektedir. Dolayısıyla bugünde geriye İttihat ve Terakki’yi inceleyen araştırmacılar “doğru bir tahlile” tabi tutamamaktadırlar.

Osmanlıda idari dönüşüm sürecinde liberal siyasi düşüncenin hedeflediği “hürriyet, anayasa, halk hâkimiyeti, bireyin devlet organizasyonu karşısında sahip olduğu hakların hukuk teminatına kavuşturulması beklentileri” (s.20) kapsamında ortaya çıkan “Yeni Osmanlılar” denilen siyasi grup “Osmanlı tarihindeki birinci kuşak örgütlü modern siyasi hareket” (s.20) olarak “Osmanlı idari yapısını bozmadan Batı’da modernizasyon hareketinin lokomotif gücünü teşkil eden siyasal kurumların transfer edilmesini” ve “idare erkini saraydan daha güçlü kullanmaya başlayan Bâb-ı Âli bürokrasisinin aşırılıklarına mani olmak amacına matuf bir tedbir” (s.21) alınmasını savunmaktadır. Örgütlü ilk siyasi muhalefet olması dolayısıyla Jön Türklere ve İttihatçılara öncülük etmiştir, ancak Jön Türkler ile örgütlü olmaları ve muhalefet olmaları dışında pek ortak yönleri yoktur. “Teorilerini kısmen İslami kaynaklara dayandıran Yeni Osmanlılar, … Jön Türkler ve İttihatçılardan, ideolojik doktrin temelinde, İslami muhtevanın etkisi bakımından ayrılmaktadırlar.” (s.21) Daha çok İttihat ve Terakki “Yeni Osmanlılar”ın siyasi kodlarını teşkil eden fikirlerini tevarüs etmişlerdir. Jön Türklerin Türkiye siyasetinde günümüzde yer edinemediğini ancak Jön Türk teriminin dünya genelinde siyasi merkeze karşı radikal bir politika benimseyen hizipleri nitelemek için kullanılan bir siyasi terim haline geldiği sanat alanında da bu ifadenin İngilizce karşılığı olan Young Turks kullanıldığını hatta 1981 yılında Rod Syewart’ın Young Turks diye rock bir şarkı bestelediği (s.22), 2002’de Amerika’da Cenk Uygur ile Ana Kasparian’ın The Yong Turks /TYT adlı çok izlenen bir haber programı yaptıklarını (s.23) örnek olarak sunmaktadır.

Yenileşme hareketi ile ismi özdeşleşmiş olan III. Selim’in ordudaki yenileşmeler dolayısıyla yeni kurduğu orduya verdiği ‘Nizam-ı cedid’ ismin ilk kullanıcısının İbrahim Müteferrika olduğunu “III. Selim ile özdeşleştirilen nizam-ı cedid ifadesini ilk olarak, III. Selim’in tahta geçmesinden yaklaşık elli sene kadar önce İbrahim Müteferrika’nın “Usûl-ü Hikem Fî Nizami’l Ümem” isimli eserinde kullanıldığı görülür.” (s.38) diyerek ifade eden Hakan Burak Uz “Osmanlıdaki yenileşme hareketlerini yenileşme ile maruf III. Selim’in tahta çıkışı olan 7 Nisan 1789 yılından elli sene geriye götürerek 1739 yılından başlatmış olmakta ve hala ülkemizde yenileşme konuşulduğuna göre 286 yıldır meselemiz olmaya devam etmektedir.

Hakan Burak Uz, Hans Lukas Kieser’in “Talat Paşa, İttihatçılığın Beyni ve Soykırımın Mimarı” adlı kitabında İttihatçıları “İttihat ve Terakki Cemiyet ideolojik bakımdan … Etno-dinsel çatışmanın sınıf mücadelesiyle ve modernleştirici bir siyasi ajandayla harmanladığı, liberalizm karşıtı moren, sağ-kanat bir devrimin öncülüğünü yaptı” diyerek tariflediğini Faroz Ahmad’in de bu durumu “Cemiyet’in modern ama Batıcılık ve liberalizm karşıtı bir devrimin öncülüğünü yaptığını ifade ederken modern kavramını ‘Batıcılık ve liberal’ ifadeleri ile tezat teşkil edecek şekilde kullanmaktadır.” (s.44) şeklinde yorumlayarak Hans Lukas Kieser’in İtthat Terakki’yi modernleşmeyi sunduğunu ancak Batıcılık ve Liberalizm karşıtı olduğunu düşündüğünü ifade etmektedir.

Hakan Burak Uz “Jön Türklerden İttihatçılara Bir Kimlik Tahlili Çalışması” adlı kitabında tercih ettiği anlatım tarzı ile yoğun bilgi içeren kitabının anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Bu zorlaştırmanın sebebi Türkçeyi kötü kullanması ya da kelimeleri manalarından farklı alanlarda kullanması falan değildir. Kullandığı cümle yapısı ve kelimelerin kullanılış tarzı tamamen dilbilgisi kurallarına uygundur, hatası bir cümle yapısı vardır. Ancak bu hatasızlık anlaşılmayı kolaylaştırmıyor aksine zorlaştırıyor. Okurken beyni ayrıca anlamaya çalışmak üzere yoğunlaştırarak yoruyor. Belki yoğun bilgiyi çok iç içe ve sınırları tam belli olmadan birbirine girmiş vaziyette sunması okuyucuyu anlatmak istediği bir önceki anlatılmak istenen mananın devamı mı yoksa yeni bir mevzuun anlatımına mı başladı diye devamlı teyakkuzda tutması zorlamaktadır. Jön Türklerden mi, Yeni Osmanlılardan mı yoksa ittihatçılardan mı bahsettiğini anlamak için aşırı dikkat gerektiriyor, cümlenin hatta paragrafın başından sonuca gidişi takip etmek gerekiyor.

Hakan Burak Uz Jön Türkler ile Yeni Osmanlılar ve İttihat ve Terakki arasında ayrım yapılmamsının sebebini “Yeni Osmanlılar Hareketinin Jön Türk hareketine temel teşkil eden başlangıç noktası olduğu genel kabulüne karşın bazı çalışmalarda ise ‘Yeni Osmanlılar’ ya da ‘ İttihatçılar’ kavramlarına müstakil bir anlam atfetmeden tüm modern yönetim arayışındaki hareketleri ‘Jön Türk’ kavramı içersine hapseden bir anlayışın olduğunu gördük” (s.48) ifadelerinde bahsettiği üç hareketin de ortak noktalarının ‘modern yönetim’ arayışı olduğu ancak ittihatçıların bunlardan ayrıldığı noktanın yukarıda izah edildiği gibi Batıcılık ve Liberaliz taraftarı olmadığı ya da modernliğe Batıcılık ve Liberaliz dışında farklı mana yüklediği şeklindedir.

Hakan Burak Uz, Türkiye’de ‘Çağdaşlaşma’ üzerine yazdığı eserinde Niyazi Berkes’in ‘Jön Türk’ kavramının yol açtığı karışıklığı izah etmek ihtiyacı hissettiğini bu izahı da “siyasi fikirlerin eğitim görmüş gençler arasında yayılmasının gençliği (Jeune’lüğü) Avrupa’nın birçok ülkesinde ilk kez görülen bir devrim gücü durumuna getirdiğini … jeun ifadesinin Avrupa’da ulusçuluk, meşrutiyetçilik hatta cumhuriyetçilik anlamına gelmesine rağmen Türkiye’de hem din hem devlet düşmanlığı olarak”(s.48) şeklinde yaptığını ortaya koyduktan sonra Niyazi Berkes’in Jönk Türk kavramının din ve devlet karşıtlığı olarak algılanmasından dolayı Avrupa’ya giden gençlerin ‘Jeun/Jön’ ve ‘Türk’ kelimesine itibar etmeyerek ‘Yeni Osmanlılar’ adını tercih etiklerini düşündüğünü ifade etmektedir.

Hakan Burak Uz, Jön Türkler ile İttihat Ve Terakki arasındaki bir başka farklılığında teşkilatlanma başlangıçlarının yurt içinde veya yurt dışında olduğuna bakarak ortaya koymaktadır ki “İttihat ve Terakki hareketi Lewis’in ‘istibdat ve aydınlanma’ olarak tanımladığı bu dönemde Batı tarzı modern eğitim veren Mekteb-i Tıbbiye-i Askerî bünyesinde bir öğrenci hareketi olarak” yurt içinde teşkilatlanmaya başlarken “idare sürecinin iyi işlemediğine dair tezlerini kamuoyuyla paylaşabilme daha açık ifade ile aktif siyaset yapma şansı bulamayan Jön Türk muhalefetinin, Osmanlı toprakları dışında ve bilhassa Avrupa’da basın marifetiyle faaliyette bulunan” (s.51) bir hareket olarak yurt dışında teşkilatlanmış olduklarını ifade etmektedir.

Hakan Burak Uz’un Ayten Alkan’ının Jön Türklerin fikri farklılık ve ayrılığını çeşitliliğini ve çokluğunu ortaya koymak için alıntıladığı pasajda ifade edilenler zimmi olarak bu kişilerin Türk fikir hayatının temellerini atan kişiler olarak Türkiye cumhuriyetinden geriye baktığımızda çoğunun fikirlerinde devlet ve millete sıkı ve ölümüne bir bağlılığı olmayan, fikri bir ileri safhada bölünmek fikri veya Türk devlet ve milleti için sakınca oluşturacak fikirleri savunmaya yönelmiş insanlar olduğunu ortaya koyan bir alıntı olmuştur (s.53).

“Jön Türk üst kimliği altındaki muhalefet hareketinin; birbiri ile temelde çelişecek ideoloji ve yöntemleri benimseyen farklı gruplardan müteşekkil, heterojen bir yapı haline gelmesine bağlı olarak kısa zamanda çok yoğun bir entrika, itham ve siyasi dedikodu atmosferinin etkisinde kaldığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, içinde yaşadıkları toplumun temel ilkeleri ile düştükleri değer uyuşmazlığının Jön Türklerin başarısızlığa iten” (s.60) ve “Jön Türklerin Müslüman Osmanlı kitlelerinden yalıtılmaları sonucunu doğurduğu” (s.61) ifadeleriyle Hakan Burak Uz Jön Türklerin Anadolu’da halk arasında yaygınlaşamadığını vurgulamaya çalışırken aksine ve zimmî olarak İttihat ve Terakkinin halktan yankı bulduğunu da söylemiş olmaktadır.

İttihat ve Terakki Cemiyetinin Jön Türkler’in devamı olduğu yönündeki kanaate sahip olanların bu düşüncelerini Paris Merkezli Terakki ve İttihat Cemiyeti ile Selanik’te kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin 27 Eylül 1907’de gerçekleşen ittifakı sonucunda Cemiyetin yeni adının Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti olarak belirlenmesinin ve Dr. Nazım ve Dr. Bahaeddin Şakir’in her iki cemiyete üye olmalarını ve her iki cemiyetin de Merkez-i Umumisinde yer almalarına dayandırmaktadır. İsmail Küçükkılınç “Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihatçılık” adlı kitabında Jön Türkleri ve Terakki ve İttihat Cemiyeti’ni İttihat ve Terakki Cemiyetinden ayrı görmekte, Dr. Nazım ve Dr. Bahaeddin Şakir’in İttihat ve Terakki Cemiyetine girmesinin de Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin felsefesinden farklı olduğunu, Dr. Nazım ve Dr. Bahaeddin Şakir’in Cemiyete girmesiyle de İttihat ve Terakki’nin takip etmiş olduğu hükmi şahsiyetine tesir etmediklerini savunur (s.70-72). İnsanları, İttihatçıların Jön Türklerin devamı olduğu kanaatine iten başka bir sebep de Talat Bey’in Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kurucuları arasında olması ve İttihat ve Terakki Cemiyetinin de kurucuları ve merkez-i umumisinde olmasından dolayı “her iki yapı arasında bir süreklilik” (s.72) algısına yol açtığını vurgulayan Hakan Burak Uz zaman zaman Terakki ve İttihat Cemiyetinden mi, İttihat ve Terakki Cemiyetinden mi bahsettiği pek net anlaşılmamakta, Jön Türklerin Terakki ve İttihat Cemiyeti ile mi yoksa İttihat ve Terakki Cemiyetiyle mi birleşerek Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adını aldığı muallâkta kalmaktadır. Hata bazen Jön Türkler ile İttihat ve Terakki arasında da net bir ayrım yapmamakta, birbirlerinin devamı olduğunu çağrıştıracak muallâk cümleler kurmaktadır.

İşte aradığımız net cevabı Şükrü Hanioğlu veriyor. Hakan Burak Uz Şükrü Hanioğlu’ndan yaptığı alıntıda Jön Türklerin devamı olan ve Prens Sebahattin’in liderliğini yaptığı biyolojik materyalizmi savunan “İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin oluşum süreci ve bu sürece etkide bulunan unsurlar incelenirken belirtilmesi gereken önemli bir nokta da bu Cemiyet’le ‘İttihat ve Terakki’ Cemiyeti arasında –Özellikle 1906 senesinden sonra- üyelerinin bir kısmının yeni Cemiyet’te de çalışmaları dışında düşünsel boyutlar açısından hiçbir ilgi bulunmamasıdır.” (s.78)

Hakan Burak Uz’un anlaşılmasını zorlaştıran sebeplerden bir de Hakan Burak Uz kitabını hazırlarken sadece İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Jön Türklerin devamı olmadığını destekleyen bilgi ve belgeleri sunarak tezini anlamamasıdır. Hakan Burak Uz farklı kaynaklardan farklı tezlere delil olacak bilgi ve belgeleri, farklı görüş ve düşünceleri alarak kitabında tartıştırmakta ve tartışma sonucuna göre bir neticeye varmaya çalışmaktadır. Bu tartışma sırasında kelimelerin ve isimlerin tekrar tekrar yazılması zaman zaman okuyucunun anlamasını zorlaştırmakta, sanki insanı tekerleme okur bir vaziyet döndürmektedir.

Hakan Burak Uz en sonunda bütün bu belirsizliğin sebebini ortaya koymakta ve sanki herkes ortadaki pastadan pay almak isteyince bütün cemiyetler kendisini İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bir şekilde irtibatlandırmakta olduğundan da ortalık karışmakta demektedir. Yani Hakan Burak Uz göre “1908’de Meşrutiyet’in ilan edilmesini sağlayan, böylece Yeni Osmanlıların, sonra da çeşitli Jön Türk gruplarının uğrunda yarım yüzyıldır mücadele ettikleri idealleri gerçekleştirenler”den (s.81) biri olmak düşüncesi bu belirsizliğe sebep olmaktadır.

Nihayet Hakan Burak Uz 1906 yılında kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin Jön Türklerin bir devamı olmadığını dolayısıyla da daha sonra Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile birleşen İttihat ve Terakki Cemiyeti ile de irtibatı olmadığını ifade etmektedir (s.82-83).

Hakan Burak Uz ikinci bölümde “İttihatçıların Sosyal, Siyasal ve İdeolojik Kimliğinin Tespiti” (s.85) başlılığıyla İttihat ve Terakki Cemiyetinin zamanında ülkemizde yaşanan gerçek olaylardan hareketle İttihat Ve Terakkinin ülke hakkındaki düşüncesini ve uygulamak istediği programının oluşumunu Prens Sabahattin’in kurmuş olduğu fırkanın fikri ve siyasi görüşlerinden Sultan II. Abdulhamit’in uygulamış olduğu İslamcılık anlayışından ve ülkede yaşanan işgaller, göçler, kapitülasyonlar, azınlıkların istiklal istemeleri gibi gerçekliklerden hareket ederek üniter denebilecek bir merkezi yönetim tarzını benimsemek, milliyetçi bir fikri düşünceye sahip olmak, göçler ve azınlıkların özellikle Ermenilerin isyanlarıyla tehcir olayına yaklaşımlarının olgunlaşıp netleştiğini sanki Osmanlı’nın ekonomik ve sosyal yapısını anlatan bir metin olarak ortaya koymaktadır.

Hakan Burak U kitap metinin haricinde koyduğu sık dipnotlar ve bu dipnotlarda uzun uzun anlattığı meseleye ışık tutacak metinleri vermesiyle sanki kitabın ana gövdesine paralel ilerleyen ayrı bir metin, ayrı bir gövde, arı bir kitap varmış gibi bir durumun oluşmasına sebep olmuş sanki bir kitapta iki ayrı kitap ya da bir kitabın yarı yarıya dipnotlardan oluştuğu bir durum yaratmıştır. Bu dip notları kitap içersinde eriterek konu akıcılığını bölmeden daha yeknesak bir metin oluşturabilirdi.

İttihatçıların en fazla suçlandığı bir konu olan masonluğu ele alan Hakan Burak Uz, Emel Akal’ın “Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat ve Terakki ve Bolşevizm” adlı kitabında ifade ettiği gibi İttihat ve Terakki Cemiyetinin kuruluşunda “mason teşkilatlarının kuruluş esaslarını örnek almıştır” deyip çıkmamış, İttihatçıların ileri gelenlerinin masonluğunu tek tek ele alarak mason olmadıklarını ispatlamaya çalışmıştır. İttihatçıların masonluğu hususunun bu kadar dikkat çekici olmasının arkasında yatan sebep olarak da “Özellikle muhafazakâr-İslami kesimlerin masonluk yapılanmasını Sabatayizm ve Siyonizm’le özdeşleştirerek, bu oluşumu Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve akabinde Filistin topraklarını ele geçirmek gayesi güden bir örgüt, İttihatçıları ise bu örgütün yerel işbirlikçileri olarak” (s.117) görmelerinin yattığını ifade eder. Hakan Burak Uz İttihatçı kadroların masonluğu üzerine yapılan çalışmaların kahir ekseriyetinin araştırmacının objektif kriterlerden uzak olması, dini ve siyasi görüşlerinin tesirinde kalan çalışmalar yapmış olmasından kaynaklandığı şeklinde değerlendirir (s.118). Doktor Nazım’ı mason olarak yazan Dumont’un söylediğinin aksine 7 Kasım 1907 tarihinde Fransız Maşrık-ı Azamında bir konuşma yapan Doktor Nazım konuşmasına “Masonluğa dâhil olmak gibi önemli bir onura erişememiş olsam da …” (s.118, 81 numaralı dipnot) diye başlayarak mason olmadığını yüzlerine söylemiştir.

Hakan Burak Uz, İttihat ve Terakki’nin İran ve Hindistan Müslümanlarına yönelik İngiltere karşıtı Panislamist bir propagandaya karşı tedbir alması gerektiği yönündeki Arnold Joseph Toynbee, Gerald Lowther gibi ajanlarının raporları neticesinde el altından “İngilizlerin sahneye sürdüğü ‘Yahudi-Siyonist-Masonik’ senaryolara dayanan komplonun, İttihat ve Terakki’nin Türk siyasetindeki etkisini zayıflatmak ve bu amacı meşrulaştırmak için kullanıldığı”nı (s.126) ortaya koymaktadır. Hakan Burak Uz, İttihat ve Terakki Cemiyetinden mason olanların sırf istibdattan ve takipten kurtulmak için mason localarına üye olduklarını ve toplantılara katıldıklarını “masonlarla olan ilişkilerinin fikir ya da ideolojik bir beraberlik olmadığı” (s.128) yönündeki kanaatini güçlendirdiğini ifade etmektedir.

Hakan Burak Uz, ülkemizde farklı bilinen bir konuyu ele almış ve “Rothschild ailesi, Yahudileri iskân etmeyeceklerine dair söz vererek Sultan Abdülhamit döneminde Filistin’de geniş kapsamlı araziler satın alırlar. Ancak Sultana verdikleri sözlere rağmen, satın alınan araziler üzerinde kurulan kolonilerde Yahudiler iskân edilmiş, burada ikamet edenlere hizmet etmek üzere okul ve hastane gibi binalar inşa edilmiş, hatta bu kolonilerde yurt dışına ihraç edilecek zirai ürünlerin işlendiği tesisler faaliyete geçirilmiştir. Bu süreçte, 1882-1891 yılları arsında, Yafa, Hayfa, Safed ve Gazze’de içlerinde mirî araziler de olmak üzere Rothschild’lerin satın aldığı toplam arazi miktarının altmış dokuz bin dönüm olduğu, 1908 senesine kadar II. Abdülhamit idaresinin iskân alanındaki tüm yasaklarına rağmen Filistin’de yerleşik Yahudi sayısının ise seksen bin kişi civarına ulaştı”ğını (s.130-131) söyleyerek tarihe bir ışık tutmuş yanlış bilgili düzeltmiştir.

Zaman zaman İttihat ve Terakki karşıtlığı dolayısıyla hükümetlerde yer alan Kamil Paşa Hayfa’da satın aldığı bir araziyi Aydın Valiliği zamanında aldığının çok üstünde bir paraya Musevilere sattığı tarihi kayıtlarda mevcut olduğunu ifade eden Hakan Burak Uz yine de iyi niyet göstererek “Kamil Paşa’nın [bu davranışını] içersinde bulunduğu hükümetlerin programı ya da siyasi bir tercihi olmaktan ziyade bireysel bir tercih gibi değerlendirilmelidir.” (s.133) “Aydın Valisi Kâmil Paşa’nın Hayfa’da vaktiyle 400.000 kuruşa aldığı araziyi 10.000 liraya” (s.132, 120 numaralı dipnot) [(1.000.000 kuruşa) ya da (4000 liraya aldığını 6000 lira karla satıyor 10.000 liraya)] Musevilere satmak için hususi kâtibini gönderiyor ve sattırıyor.

Bir teşkilatı kuranlar hedef birliği ederler, ancak henüz her konuda fikri birlikleri tesisi edilmediği için bir fikri birlik içinde oldukları söylenemez. Teşkilatın kurulduğu andan itibaren bir hukuki bir de tüzel kişiliği vardır. Tüzel kişilik kurucularının tüzükte öngördükleri ve hep birlikte kabullendikleri ortak yönleridir diyebiliriz. Teşkilat yeni kurulduğunda geçmiş bir tecrübesi olmadığından tüzel kişilik ve tüzükteki amaçlarıyla uyumlu geçmiş, bir tecrübesi birikmediğinden kimliğini teşhir edecek bir durumdan söz edilemez. Tüzel kişilik ve tüzükteki amaçlarıyla uyumlu geçmişi ve tecrübeleri teşkilatın kimliğini oluşturur. Ancak her kurucunun bu tüzel kişilikten farklı olarak da başka başka fikirleri vardır. Yıllar geçer teşkilatı kuran yetişmiş kişiler teşkilatın tüzel kişiliğini oluşturan fikir çerçevesinde kadro yetiştirirler ise bu fikir ile yetişen insanlar ancak aynı fikirde aynı düşüncede insanlar olurlar. Hakan Burak Uz bizim bu düşüncemizi İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları için “Cavid Bey’in Sabetayist olması ya da Sait Halim’in İslamcılığı Cemiyetin İdeolojik ya da siyasi çizgisini tek başına şekillendiremediği gibi Cemiyet’in, bünyesinde barındırdığı tüm isimleri kendi kimlerinden uzaklaştırarak İttihatçılık üst kimliğinde birleştirdiği bu hadiselerden yola çıkarak daha da belirgin hale gelmektedir.” (s.134) ifadeleriyle ortaya koymaktadır. Cavid Bey’in Sabetayist olması ittihat ve terakkiyi etkilemediği gibi bugünden geriye bakarsak onun sabetayistliğini de yok etmemiştir. Aynı mantık İslamcı Sait Halim için de geçerlidir. İttihat ve Terakki’nin Tüzel kişiliği ve tüzükteki amaçları onların sadece bir yanını ifade eder. Eğer İttihat ve Terakki devam edip bugünde süren bir cemiyet olsaydı bugünkü mensupları biz İttihatçıyız diyebilirler, her baktıklarında da yetiştirildikleri fikrin bakış açısıyla bakarak bir yorum getirebilirlerdi. Tıpkı bugün Ülkücü Milliyetçilerin yaptığı gibi, çünkü günümüz Ülkücü milliyetçileri Alparslan Türkeş ve arkadaşlarının tedrisatından geçmişlerdir, meselelere onların öğrettiği merkezden bakarlar. Başka milliyetçiler daha farklı bir açıdan bakabilir.

Hakan Burak Uz Jön Türkler ile İttihat ve Terakki Cemiyeti arasındaki farklardan birisini de teşkilatlanma yapısının oluşturduğunu ifade etmektedir ki “Avrupa merkezli Jön Türk hareketi, içersinde geliştiği soysal ve siyasal çevrelere hâkim olan felsefi tartışmaların etkisiyle şekillenen ve entelektüel aktivizmi temsil eden bir kimliğe sahip” (s.154) olduğunu söylerken İttihat ve Terakki Cemiyetinin “[Faaliyet gösterdiği zaman sırasında] ekonomik, siyasi, idari, içtimai, diplomatik gibi birçok başlık altında sayabileceğimiz tehditlerin tesiriyle, mücadele anlayışının daha pragmatik ve askeri yapıyı ön plana çıkartan bir kimliğe evrildiği bir dönem içersinde ortaya çıkan İttihatçıların, tercih ettikleri teşkilatlanma ve mücadele modeli de Jön Türklerden farklılık gösterecek, dönemin ruhuyla uyumlu bir seyir izleyecektir” (s.154-155) diyerek ittihatçıların pragmatik ve askeri bir yapılanma içinde olduklarını söyler ki bazıları zaten ittihatçıları ağzına aldıklarından hemen komitacı, çeteci derler ki sanki vatan ve millet uğrunda komitacılık yapmak kötü sayılmaktadır. “Hazır ol cenge eğer ister isen sulh ü salah” barış ve kurtuluş istiyorsan savaşa hazır ol.

Hakan Burak Uz’a göre Jön Türklerin “Ahmet Rıza, Mizancı Murat ve Prens Sabahaddin Beylerin riyasetinde bir lider örgütü şeklinde yürütülmüş” (s.158) olduğu halde ittihatçılar “Cemiyeti yok olma tehlikesinden korumak maksatlı kolektif bir yönetim anlayışı[nı] tercih” (s.159) etmişlerdir. Hatta İttihatçılar yazdıkları yazılar da “Merkez-i Umumi” mührünü bir nebze olsun lider kadroyu gizlemek üzere kullanmıştır.

Hakan Burak Uz yazmış olduğu “Jön Türklerden İttihatçılara Bir Kimlik Tahlili Çalışması” adlı kitabının hemen başında önsözde İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘Yeni Osmanlılar’dan ve ‘Jön Türkler’den farklı olduğu ifadesini kulanmış ancak kitap boyunca buna çabaladığı halde konunun çok girift olması ve neredeyse bütün tarihçilerin Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki Cemiyetini birbirinin devamı saymalarının da tesiri ile de olsa gerek birbirlerinden net bir şekilde ayrıştıramamıştır. Belki ortak yönlerini ele almadan sadece farklılıklarını ortaya koysa ve kurulu zamanları ile kurucularının bu cemiyetleri kurarkenki sosyal ve toplumsal durumlarından bahsedilse okuyucunun farklılığı algılaması kolaylaşabilir.

Hakan Burak Uz bu çalışması yine de Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki Cemiyetini birbirinin devamı sayanların çok olduğu bir ülkede farklı olduğunu söyleyen İsmail Küçükkılınç’ın “Jön Türklük ve Kemalizm Kıskacında İttihatçılık” adlı kitabından sonra ilk kitap olması dolayısıyla başarılı ve bir nefes mesabesinde bir kitaptır bu yüzden yazarı Hakan Burak Uz’u kutlar kaleminden çıkacak daha nice kitaplara ulaşım umudumuzu diri tutmasın dilerim.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 197,08 M - Bugn : 437778

ulkucudunya@ulkucudunya.com