Halim Kaya 09.07.2025
“Son Asker Alparslan Türkeş” kitabını sosyal medya tanıtımında görmüş ancak yazarı hakkında bilgim olmadığı için paylaşıp geçmiştim. Yaklaşık bir ay sonra her zaman kitap aldığım Endülüs Kitabevine uğradığım bir gün çalışan arkadaşlar “Abi bir kitap var sana göstermek istiyoruz” dediler. Kitabı orada inceledim ve eski zamanların “Mızraklı İlmihal” kitapları gibi peş peşe konuların anlatıldığı, kitabın künyesi, “Önsöz” ve “İçindekiler” bulunmayan farklı bir anlatış ve yazılış üslubu olması dolayısıyla dikkatimi çekti. Okumaya başladığımda yazarın Başbuğ Alparslan Türkeş’in özel kalem müdürlüğünü yaptığını okuyunca bizim daha önce duymadığımız okumadığımız özel bilgiler taşıyacağına kanaat getirdim.
Kitap yazarın kitabı ansına ithaf ettiği bir sayfa ile başlıyor, daha sonra kitabın ismi ve yazarın isimin yer aldığı başlık mahiyetinde bir sayfa bulunmakta, bu sayfanın arka kısmında da sonradan yapıştırılmış olarak kitabın “Matsa Basımevi” tarafından Ankara’da basıldığını ve Mehmet Aydemir’den isteneceğini bildiren 05336352753 no’lu telefon ve ISBN: 978-625-00-7535-7 numarasının yer aldığı bir etiket bulunmaktadır.
1943 doğumlu Mehmet Aydeniz, Maliye imtihanında birinci, Üniversite imtihanında ikinci olmuş zeki bir öğrenci, avukat olması yanında öğretmenlik ve üniversitede öğretim üyeliği yapmış olması dolayısıyla mesleki kariyeri ve liselerde ders kitabı olarak okutulan “Sosyal Bilgiler” ve “Yurttaşlık Bilgisi” kitaplarını hazırlamasına rağmen cümle yapısı olarak köylerde bir mevzu anlatılırken hemen başka bir konu hakkında bilgi verilmesi gibi düzensiz ve akışına bir şekilde konulara yer veren üslup kullanmış, zaman zaman cümleleri çocuk masumiyetinde saf ifadeler içermekte, hiç cümleleri derleyim toplayım düzenleyim diye uğraşmamıştır. Alparslan Türkeş’in Özel Kalem Müdür, MHP’nin İdare Amirliği görevlerinde bulunmuş ve bir dönem de MHP’nin Konya milletvekili adayı olmuştur.
“Boş durdurmazlar mevsimi gelince sırada söğüt yapraklı dallarından örünü yörük çadırı benzeri konik cergede bazen de konik çerge yerine damlı çerge kurulup yerine göre gece rüzgâr çıktığında harman savurma olsun bostan bekçiliğinde olsun gecelerdim.” (s.7) Mehmet Aydeniz’in çocukluk yıllarında köy işlerinden hangisine yetişirse ailesine yardımcı olduğunu anlatan bu cümle de onun anlatım tarzı hakkında bir bilgi verecektir. Yapraklı söğüt dallarında örerek yaptıkları çadır da gece rüzgâr çıkarsa harmandaki buğdayı savurup samanından ayırmak için beklediklerini, bazen de bostan beklediğini ifade etmektedir. Cerge; burada yapraklı söğüt dallarının yan yana dizilmesi ile oluşan deste demektir. Çingene çadırı Çerge manasına da kullanılmış olup, aynı zamanda kilime benzer dokuma manasına da gelmektedir. Günümüzde Kürtçede daire, halka, üstüne iç yağı sarılarak şişe dizilip ateşte kızartılan ciğer manasına gelmektedir.
Mehmet Aydeniz Türkiye’nin acı bir geçeğini “Okullardaki eğitim öğretimde kalite çok yüksekti. 12 Eylülcüler’in Türk Milli Eğitimine vurduğu darbeye bakınız. Yalnız Türk Milli Eğitimi mi? Her kesim aynı darbeyle göçtü. Taa öğretmen olamayanın dershane işleticisi, sonra da inşaat mühendisi Milli Eğitim bakanı oldukları Türkiye’nin acı tablosu budur.” İfadeleriyle ortaya koymuş resmi göreve atanma yeterliliği alamayanların özel okullarda öğretmen oldukları ve para ile zengin çocuklarının akıl ve zekalarını iğdiş ettiklerini ifade ediyor.
“Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç beni yazdığı bir yazı ile huzuruna çağırdı. Beni, ABD’ne GATA’ya askeri doktor yetiştirmek üzere göndermek istedi. Benim o tarihte evli ve 3 çocuğum vardı. (…) Hanımımı ve çocuklarımı anamı bırakıp gitmedim.” Genel Kurmay Başkanı, Mehmet Aydeniz’i Üniversite seçme sınavında ikinci olup 500 puan üzerinden 496,94 puan aldığı için ABD’ye okumaya göndermek istemiştir.
Alparslan Türkeş Beyşehir’i stratejik bir şehir olarak görmüş ve Mehmet Aydeniz’e “Mehmetçiğim, Türkiye olası bir işgale uğrarsa Türkiye’yi Beyşehir’den, Eğirdir’den ya da Göller Yöresi’nden savunacağız.” (s.13) diyerek önemini bildirmiş, aynı zamanda Kurmay Albay olmasının da gereğini göstermiştir. Enteresan olan Eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın’da bu hususu dile getirmiştir.
Mehmet Aydeniz ilk otuz dört sayfada önce köyünden anasından, babasından, kardeşlerinden, ilkokul, orta ve lise tahsillerinden, isim isim okul ve sınıf arkadaşlarından bahsederek kendi öz geçmişini kısa sayılabilecek bir şekilde vermiş daha sonra Beyşehir hakkında tarih eski kitaplarında geçen bilgileri derleyerek Beyşehir isminin nerden geldiğini ve Beyşehir’de kurulmuş beylikten, Selçuklu Veziri Sadettin Köpek’ten, Sadettin Köpeğin Moğol ajanı olduğunda bahis açarak, tarihçi İbn Bibi’den naklederek geçmiş tarihi bilgiler ile Konya Alaattin tepesindeki Selçuklu Sarayının restorasyonu ve Selçuklu Hazinesini bulunduğu dedikodusuna kadar günümüz tarihini iç içe vermektedir.
Cemaatin ve Turgut Özal’ın parmağı olduğunu bildiğimiz Muhsin Yazıcıoğlu’nun MHP’den ayrılışında bir de rüya etkeni varmış. “Ahmet Er ağabeyim 12 Eylül’den sonraki siyasi tabloda Muhsin Yazıcıoğlu’na ‘Seni rüyamda beyaz ata binmiş gördüm. Sen lidersin. Partini kur iktidar olacaksın. MHP’den ayrıl, ben de seninleyim diyendir.” (s.33) siyasette başkalarının akıl vermesi ile hareket edenleri olsa da rüya ile hareket edenlerin de olması hayretlik bir olay. Siyasette rüya ile hareket etmek pek başarı sağlamadığına göre pek akıl karı bir iş değilmiş demek ki.
Mehmet Aydeniz 12 Eylül ihtilalinden sonra Konya Selçuk Üniversitesinde Eğitim Fakültesinde akademisyenlik ve Konya’da Serbest avukatlık yaparken idamlıklar arasında isimi geçiyor aynı zamanda da aranıyor, hakkındaki yakalama emri TV’lerde ilan olunuyor. Ancak Mehmet Aydeniz için farklı kaderler çiziliyor. “böyle bir ortamda bir yandan bana PTT [aracılığıyla] zarf içinde gelen, göndereninin ismi olmayan bir kimlik geldi. Kimlikte çok ağır görev şartları yazılıydı. Etkinliği de oldukça yüksek bir görev. Tıpkı o günlerde Konya İl Emniyet Müdürlüğü’nden taşıma ruhsatlı silahımın ruhsatının süresi dolduğundan harcını yatırıp yenilememin [yapıldığını bildirmek üzere] tarafıma gönderilen yazı olayı gibi. Baktım, kimlikteki fotoğraf da benim fotoğrafım. Ama ben fotoğraf filan vermediğim, başvuruda da bulunmadığım halde demek ki fotoğrafım temin edilmişti.” (s.35) Mehmet Aydeniz bir yanda suçlu olarak görülürken diğer tarafta devlet adamı muamelesi görmüştür.
Başbuğ Alparslan Türkeş, Mehmet Aydeniz’e yaptığı ziyaretlerde ya da birlikte çalıştıkları anlarda verilen molalarda ailesi ve kendisiyle ilgili bilgiler anlatmaktadır. Bu bilgilerden birisi de Özel Harp Dairesi ile ilgili olandır. “Amerika dönüşü Çankırı’da ‘atış Okulu’ adı altında (Genelkurmay Başkanlığına bağlı Özel Harp Dairesi) okulunun kuruluşunda ve öğretmenliğin de görevlendirildim ve kurdum. Bu Atış Okulu (Gerilla Okulu) Öğretmeni bendim.” (s.39) Mehmet Aydeniz bu hususu 12 Eylül Cuntasının beş kişisinden birsi olan Orgeneral Sedat Celasun’unun Alparslan Türkeş’in yanındaki yüzbaşı olduğunu kaydetmektedir. Sedat Celasun sınıf arkadaşı Albay Vacit Akkor’a yazdığı mektupta “Özel Harp Dairesi Kozmik Odayı da Kırmızı Kitap isimli Kozmik Odayı da Alparslan Türkeş kurmuştur.” (s.39) diye yazdığını bizzat Mehmet Aydeniz okumuştur.
ABD’nin “12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri[ni] kullanılarak, Alparslan Türkeş’in bu Milli Ülkü’yü hayata geçirme mücadelesini ezmesi sonucu başta rahmetli Galip Erdem olmak üzere yine rahmetli Sadi Somuncuoğlu ve bu grubun başını çeken gayri memnunların ya da küskünlerin nu birbirine girme olayı olan yaratılanların etkisinde kalan çoğunluk gençlere ‘Alparslan Türkeş bizi aldattı, kandırıldık, bizlerden arkadaşlarımız öldü, bizlere ağır işkenceler uygulandı kendisine bir şey olmadı.’ Propagandası beyinlerine bir şırınga misali zerk edildi. MHP’de yarılma hareketi ve sonucu yeni bir küçük parti, kurmayı ABD başarmıştı. Kurulan parti iktidar olacağından değil sırf MHP’nin parçalanması sonucu budanmış olmasıdır.” (s.41) İlk kez bir kişi benim kadar kesin ve net olarak Muhsin Yazıcıoğlu, Galip Erdem ve Sadi Somuncuoğlu’nun BBP ile ilgili çalışmalarının manasını Mehmet Aydeniz ne ifade ettiğini ifade etmektedir.
Mehmet Aydeniz yine benim kadar net Başbuğ Alparslan Türkeş’in Ülkücü Hareketin Kurucusu, fikir babası ve lideri olduğunu “Bugün yalnız Türkiye’de değil Dünya çapında bir ülkücülük rüzgârı esiyorsa ve bu bir Dünya çapında bir ekol ise Türk Dünyası bunu Başbuğ Alparslan Türkeş’e borçludur.” (s.42) ifade ediyor ve karşı çıkanları “Bu hareketin, Alparslan Türkeş’in yanında vitrinleşmiş olmasaydınız, bugün sizin Türk Siyasi Tarihinde isminiz olmazdı. Yani sizi Büyük Türk Milletinin hiç kimsesi bilmezdi de tanımazdı da. Alparslan Türkeş’in Başbuğluk karizmasından herkes gibi sizler de payınıza düşeni almış oldunuz.” (s.42) diyerek de hakikati haykırmaktadır.
Alparslan Türkeş Alman Atom ve Nükleer Okulunu birincilikle bitirdiği için kendisine 12 adet özel imalat Alman Barebelli /Brebelli Tabanca (özel yapım piyasadaki Barebellilerden namluları uzun) hediye etmişler ancak bu tabancalardan 8 tanesi 21 Mayıs 1963 tarihinde Talat Aydemir’in ihtilal girişimi dolayısıyla tutuklandığında elinden alınmış, bu tutuklulukta 120 gün (4 Ay) tutuklu kaldıktan sonra beraat edip salınınca 8 tabanca kendisine verilmek istenmiş ancak Alparslan Türkeş gidip almaya tenezzül etmemiş (s.45).
14 Şubat tarihinde Ankara Dedeman Otel’de CKMP’nin kuruluş yıl dönümü kutlamaları çerçevesinde Alparslan Türkeş Mehmet Aydeniz’i de bir mektup ile kutlama yemeğine çağırmış yemekte Alparslan Türkeş gelen misafirlerine masalarına kadar giderek hoş geldin deyip ilgilenirken Mehmet Aydeniz’lerin oturduğu masaya gelince oturarak sohbet etmeye başladığı sırada aniden hemen Alparslan Türkeş’in arkasında peydah olan dansöz ve onu fotoğraflamaya çalışan gazeteciye müdahale eden Kıbrıslı Doktor komplo olduğunu söyleyerek fotoğrafçıyı dövüp elinden fotoğraf makinasını almış dansöz de hemen ortalıktan kaybolmuştur. “Alparslan Türkeş yemeğin sonuna doğru misafirlerin masalarını gezip hâl hatır soruyordu. Bizim masaya geldi oturdu. Sohbette konuşurken kendisi dalgındı. Tabii müzik de orta ses yüksekliğinde çaldığı için farkına ne kedisi ne de biz varmadan tam Türkeş’in arkasında bir dansöz peydah oldu. Dansöz, Türkeş’in tam arkasına geldiğinde fotoğraf çekimiyle farkına vardık. Kıbrıslı Türk Mukavemet Teşkilatı’ndan olan doktor (iyi bir gerilla eğitimi aldığından) bu bir komplo olduğundan hemen fotoğraf çekenin fotoğraf makinasını elinden alıp kendisini iyi bir dövdü. Bu arada da biz Türkeş’in etrafını sarıp üzerine abanıp görüntüsünü kapattık. Dansöz namussuzu korkusundan anında yok oldu. Fotoğraf çekenin Akşam Gazetesi’nin foto muhabir olduğu tespit edildi.” (s.61) O yıllarda akşam gazetesini en ünlü yazarının Çetin Altan olduğu düşünülürse komplonun kaynağı da ortaya çıkar.
“Başbuğ beni Bozkır PTT’den davetli telefona çağırmıştı. PTT Müdür Erzurumlu (Kemal veya Kadir olabilir) Ciranoğlu soyadlı bir Türk Milliyetçisi idi. Oğlu Tuğman Ciranoğlu’nu Başbuğ Alparslan Türkeş Isparta’ya gelip ‘Mehmet Aydeniz’i Tümen öğretmen birliğinde ara bul tanış Ülkü-Bir’in temellerini orada öğretmen birliğinde atma çalışmaları yapıyor. Bir sıkıntı var mı, kendisine yardımcı olun’ diye göndermişti.” (s.65) Mehmet Aydeniz’in bahsettiği bu Tuğman Ciranoğlu Ağabeyin Bursa’da Üniversitede okurken birkaç kere seminerlerini dinlemiştim. Hatta Türklerin Orta Asya’dan göçünün sebebini kuraklık olarak kabul etmiyor. Medeniyetin sınırları taşması olarak görüyordu. Türkler atı evcilleştirmişler, demiri işlemişler, ıslık çalan okları geliştirmişler zamanın teknolojisinde ileri gitmişlerdi. Ata hızlı binip at üstünde ok atamaları sayesinde de savaş tekniğinde diğer milletlerden ileri gitmişlerdi, derdi. Bu üstünlük de sınırları aşarak Avrupa’nın ortasına kadar gitmelerine yardımcı oldu. Kendisi Ülkü-Bir’in yönetimi esnasında Başbuğ Alparslan Türkeş ile soğuk kış gecelerinde battaniyeye sarılarak birlikte çalıştıklarını, ancak o soğu havaya rağmen Başbuğ Alparslan Türkeş’in namazını bırakmadığını, kalkıp soğuk suyla abdest alarak yatsı namazını kıldığı söyler, biz gençlere de ibadetlerimiz aksatmamızı öğütlerdi. Daha sonra Tuğman Ciranoğlu Ağabey’in Niğde ya da Nevşehir Milli Eğitim Müdür iken sürgün olarak Doğu illerinden birine tayini çıkmış, eşi ve çocuklarını Bursa’ya göndermiş, kendisi de gidip göreve başlayıp emekli olup gelmek üzere tayini çıkan ile giderken otobüs firmasının yolcu biletini iki kişiye satması dolayısıyla, aynı bileti alan diğer yolcunun bayan olduğu için kendisi şoför koltuğunun yanındaki muavin koltuğunda gitmeyi kabul ederek yolculuk yaparken, trafik kazası geçirmişler ve bu kazada sadece önde muavin koltuğunda oturan Tuğman Ciranoğlu Ağabey vefat etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum.
“Eşim Şenel Hanım’ın ayakkabılarının içerisine yürürken kar dolduğu için [ayakkabılar] ayağından çıkınca boyumuzca karın varlığında kaybolacaktı. [Eşim] mecbur ayakkabılarını çıkarıp çorapcak 4 Km yolu yürümesiyle devam ettik.” (s.69) Ülkü uğruna kendilerinin katlandığı zahmetler bir yana, aile fertleri eşleri de kışın soğuğunu çorapla çekmek zorunda kalarak ne büyük fedakarlıklar yapmışlardır.
Mehmet Aydeniz’den samimi bir itiraf geliyor. “MHP ve Ülkücülüğü kuran tabii ki Başbuğ Alparslan Türkeş idi. Mevcudumuz 100’den çok aşağıda olan ben ve benim gibileri olmasaydı Alparslan Türkeş’in yalnız başına MHP ve Ülkücü Hareketi kurması imkansızdı. Ama Alparslan Türkeş de olmasaydı yanında dişini tırnağına takıp çalışan bu mevcudumuz 100’den çok aşağıdaki bizler MHP ce Ülkücü Hareketi kuramazdık.” (s.72) Mehmet Aydeniz ülkücü Hareket’in ve MHP’nin kurucusunun Alparslan Türkeş olduğunu ve ondan gayrı var olduğunu söylediği100 kişinin bu hareketi kurmakta aciz kalacağını ifade etmektedir. “Yani hepimiz toplasak bir Alparslan Türkeş etmezdik.” (s.72) Mehmet Aydeniz MHP ve ülkücülerin MHP ve Ülkücü teşkilatları kötü yönetildiğini ileri sürerek terk etmelerini tasvip etmiyor (s.71). Hatta böylelerine “Tam Mobil partici, yani seyyar partici” (s.72) diyor.
Talat Aydemir DP hükümetine karşı ihtilal yapmak için kurduğu Cuntaya katılması için Alparslan Türkeş’i davet etmek üzere askeri birliklerinin komşu olduğu Elâzığ 243. Piyade Alayı 1. Tabur Komutanlığında makamında ziyaret eder. Türkeş bu teklifi “Ben duymamış olayım” diyerek ret eder. Ancak reddedişinin asıl gerekçesi Talat Aydemir’in “Türkiye’yi ancak İsmet Paşa kurtarır” diyerek İsmet İnönü’yü Çankaya Köşküne çıkarmak istemesidir. Halbuki Alparslan Türkeş, İsmet İnönü için “İsmet Paşa 27 yıl iktidarda kaldı. Memlekete ne kazandırdı. İktidarda olduğu dönemde memleket ne haldeydi. Bütün o geri kalmışlığın, yoksulluğun sorumlusu İsmet Paşa.” (s.82) şeklinde düşünmektedir. İsmet İnönü’nün tekrar iktidar olmasını istemiyordu. Herhangi bir ihtilal yapılacaksa tarafsız olmasını hiçbir siyasiye yakın ve taraftar olmamaları gerektiğini, ülkeyi düzeltici tedbirleri alıp tekrar sivillere demokratik bir seçim ile iktidarı devretmeyi düşünüyordu.
İsmet İnönü’nün iktidarını istemeyen Alparslan Türkeş onun şahsi için “İsmet Paşa’nın en önemli iki özelliği vardır. Birincisi, Devlet ve vatan konusunda Devlet! Devlet! Devlet! İkincisi Devletin hazinesi teslim alırken İsmet Paşa; Adnan Menderes Hükümetine 204 ton altın stokunu teslim etmesi tutanağını okuduğumda şahit olmuştum. Ben, Menderes hükümetinden teslim alırken, Amerika Marşal Yardımının geri iadesiz ve dolayısıyla faizsiz olarak Türkiye’ye aktığı bir dönemde hazinede 6 ton altın kalmış, bunu da üzerine IMF tedbir koymuş haldeydi.” (s.86) İnönü bu 204 ton altını halka hizmet olarak sunmamış, ancak hazinede biriktirmiş ancak Menderes hükümeti altınları harcadığı gibi devleti de borçlandırmış hatta IMF tarafından tedbir konulacak duruma düşürmüştür.
Alparslan Türkeş kitabın yazarı Mehmet Aydeniz’e günümüz bilgilerine ters olacak üç farklı bilgi vermektedir. Birincisi Kurtuluş Savaşını başlatma görevini vermek için Osmanlı hanedanı Sultan Vahdettin’in de bulunduğu ve başkanlık ettiği bir toplantı yapar. “Vahdettin 40 adet yarış atını satarak bunu[n parasını] Samsun’a harekette kendilerine (Mustafa Kemal Atatürk’e) verdiği”ni söyler. İkinci bilgi ise Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasından hiç söz ettirmediğini ve Türklüğün uhdesinde bulunan İslam Halifeliğini de dış güçlerin bütün ısrarlarına ve baskılarına rağmen İngilizlere vermediğini, üçüncü olarak verdiği bilgi de “[Mustafa Kemal Atatürk’ün] kendi maaşından Vahdettin’e her ay para gönderdiği” bilgisi de Mehmet Aydeniz tarafından “Bunu doğruluk derecesi kesin mi?” diye teyit edildiğinde “Bütün akademisyenler biliyorlar” diyerek cevapladığını aktarmaktadır (s.111). Mehmet Aydeniz Atatürk’ün Vahdettin’e maaşından para gönderdiğini Muharrem Şemsek’in de bildiğini ve bu konuyu konuştuklarını da eklemektedir.
5 Mayıs 1977 seçimlerinde MHP’nin Konya milletvekili adayı da olan (s.120) Mehmet Aydeniz Esenboğa Havalimanında karşılaştığı Prof. Dr. Münir Derman Almanya’da Münih Üniversitesi Tıp Fakültesinde İnsan Anatomisi dalında hoca olarak görev yapan sivil birsi olarak “Türkiye büyük bir felaketin içine hızla gidiyor. Alparslan Türkeş’i ihtilal için ikna edemediler. Türkeş ben demokrasi yoluyla iktidara gelmek istiyorum diye diretti. Alparslan Türkeş istemeyince Türkiye’de ihtilaller kesinlikle olmaz, başarısız olur. 16 milletvekili çıkardı. Ne zamana kadar demokrasi yoluyla büyüyüp iktidar olacak. Devletin iktidarı ayağına gelmiş. Tamam demiş olsaydı Devletin başında idi.” (s.121) iktidar gelmenin yolunu ihtilal olarak görürken Alparslan Türkeş gibi bir asker demokratik yollardan iktidar olmak istemektedir. Amerika 12 Eylül ihtilalinden önce yapılacak ilk seçimde MHP’nin en az 150 milletvekili çık aracığını öngörüyordu. Bu yüzden “Bizim çocuklar- Our boys” dediği işbirlikçilerine ihtilal yaptırmış ve Ülkücülere Mamak ve C5 denilen işkence hanelerde zulmetmiştir.
1960 ihtilalinde ülkeyi komünist Madanoğlu cuntasının eline bırakmamak ve Derin Devletin de ısrarcı olduğu için ihtilale karışan Alparslan Türkeş, Menderes, Bayar ve DP’lileri kurtarmak için nasıl çabaladıysa 12 Eylül 1980 ihtilalinde de tutuklu bulunan Türkeş için Celal Bayar Kenan Evren ile görüşmüştür. Bu konuyu da Mehmet Aydeniz “Alparslan Türkeş 12 Eylül 1980 hareketi sonrası tutuklu iken Celal Bayar [Alparslan Türkeş’in] kendisinin tahliyesi için Kenan Evren ile Alparslan Türkeş’in aracı[sı] olarak araya girer miydi?” (s.143) ifadeleriyle tarihe kayıt olarak düşmüştür.
Cemal Gürsel Kara Kuvvetleri Komutanı iken Başbakan Adnan Menderes’e “Halk seni seviyor ihtilal yapalım sen cumhur başkanı ol.” diyerek mektup yazmış, böylelikle ordudaki kıpırdanmaları da durduracağını düşünmüştü. Ancak ihtilalden sonra “Cemal Gürsel’in Adnan Menderes’e mektupla yaptığı iyilik kendisini dönüp vurmuştu. Kadere bak ki, Adnan Menderes’in idamını kendisini öven ve Cumhurbaşkanı ol ve kendine bir başbakan tayin et diyen Cemal Gürsel imzalamış oldu.” (s.154) Ne var ki Adnan Menderes avukatının kendisini kurtaracak mektubun tahrifat yapılmamış aslını Yassıada Yüksek Adalet Divanı’na vermesini engellemiştir.
Mehmet Aydeniz kitapta birçok kez tekrarlara düşmekte, tekrar ettiği konuları her seferinde farklı bir noktasından girerek anlatmakta ve dolayısıyla konu bütünlüğünün kaybolmasına sebep olduğu gibi anlaşılmasını da zorlaştırmaktadır. Ayrıca anlatım dili olarak ifade etmek istediği yargıyı bitirmeden cümleleri bitirmekte, cümle içinde bitmemiş yargıyı bırakıp başka bir konuyu ve yargıyı anlatmaya gitmektedir.
“Adnan Menderes’in özel kalem Müdürü ile Milli savunma Bakanı Ethem Menderes İhtilal cuntasının içindedirler ama Başbakan Adnan Menderes bu ihanet durumundan haberi yoktur.” (s.161) hatta İhtilali ses kaydı alarak haber veren Binbaşı Samet Kuşçu ordudan atılıyor ve uzun yıllar hapis yatıyor yine Kara Kuvvetleri Komutan Cemal Gürsel ihtilal yapalım sen cumhur başkanı ol diye mektup yazıyor, Etmen Menderes tarafından elinden emeklilik dilekçesi alınarak emekliye sevk ediliyor. Aydın Menderes kendisine candan yardım etmek isteyenlere sahip çıkmıyor, mevzulardan haberi olmadığı için çıkamıyor.
Hürriyet gazetesinin 27 Mayıs 1990 tarihli nüshasında Sedat Ergin’in yaptığı bir habere göre ABD Dış İşleri Bakanlığının Gizliliği sona eren 27 Mayıs İhtilali’nden bir yıl sonra hazırladığı raporunda ihtilal soldan ya da CHP’den geldiği, Ordunun üst düzeye Generallerinin Kapitalist Ekonomi ve ABD’den yana olduklarını açıkladığı (s.161) ve Cemal Gürsel, İstanbul Sıkıyönetim Komutanı ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Fahri Özdilek, Tümgeneral Cemal Madanoğlu, harp Okulu Komutanı Tümgeneral Sıtkı Ulay, Sami Küçük gibi Amerikan yanlısı oldukları haber yapılıyor (s.162).
Mehmet Aydeniz “Devletin elinde [Moskova’daki] ihtilal pazarlığını anahtar deliğinden kravat iğnesinden, dolma kalemden, ceket düğmesinden mikro filmlere alması …” (s.167) ifadelerinde geçen Moskova’da Kremlin sarayına girilerek (s.168) bu önemli istihbarat işini kimin yaptığını “MİT mi bu çalışmaları yapmış, sorusu akla gelebilir.” (s.168) diyerek irdeliyor ve cevabını da “MİT de devletimizin tıpkı Türk Silahlı Kuvvetleri gibi göz bebeğimizdir. Ben buna kanaat etmiyorum. Daha da derini var kanaatindeyim. Benim de bildiklerim var. Yakinen de yüksek rütbelilerden dinlediklerim var.” (s.168) diyerek Türk Derin Devletinin varlığını ima ediyor. Hatta daha ileri giderek kendisi adını koymasa da kendisinin Türk derin Devletine çalıştığını ima ediyor. “Bir seyahatimde bana tembih edildiği gibi Almanya’nın Düsseldorf şehrinde bir yere uğradım. Oradan Kuzey Kutbu’na kadar gittim. Arabamı da kendim kullanıyorum, kar kış tipi, yollarda kar/buzuldan ilerlenemiyor araba, ancak 20-30 km hızında kadar düşüyor. (…) İşlerimi tamamladıktan sonra gidişteki aynı risk altında geriye dönüş başladı. Hamburg’a oradan Köln’deki bir meşhur ses sanatçısının eşine davetliydim, oradan Frankfurt’a bizim Ülkücü [Türk] Federasyonu yetkilisine uğradım, oradan da Almanya Stuttgart Sindelfingen ilçesinde Mercedes fabrikasının karşısındaki ofisime geldim. O gün ofisimde yorgunluk halimle dinlenmeden bütün belge ve evrakların fotokopilerini çekip çalışmalarımı sürdürüp bütün işlerimi tamamladım.” (s.168) ancak Türkiye’ye dönüp evinde henüz bir gece kalmıştı ki “Sabahleyin kapımın zili çaldı. Baktım saat on. Kapıyı açtım. Ama uyku sersemiyim. Kapıdaki tanımadığım üç sivil kişi bana ‘Mehmet Abi hoş geldin. Sabah kahvesini içmeye geldik.’ dediler. Anladım, bu yiğitler benim hiç görmeyip ilk karşılaştığım ‘Özel harp Dairesi’ mensupları idiler.” (s.169)
Alparslan Türkeş 27 Mayıs 1960 ihtilalinde Başbakanlık Müsteşarı olması hasebiyle Sovyetler Birliği Başkanı Kruşçev’in Ankara Büyükelçisi Rijov sefarethanede Türkeş’e bir yemek veriri. Bu Büyükelçinin Türkeş’e “NATO’dan çıkın, her yıl size 500 milyon Dolar yardım yapalım. Ayrıca size istediğiniz bütün silahları verelim.” dediği ve yemekte devamla “Sayın ‘Müsteşarımız’ başlayıp Devlet başkanları Sayın Kruşçev’in özel selamını getirdiğini, beni çok sevdiğini, Türkiye’yi çok sevdiğini, beni Moskova’ya davet ettiğini, Kafkaslarda 250 km derinliğinde [bir alanı] askerden arındıracaklarını söyleyip Sayın devlet başkanımız Kruşçev’in kendisinden haber beklediğini, zira yeni bir durumda (İhtilal ile iktidarın değiştiğini ima ediyor), yeni teklifle Türkiye’nin karşısına çıktıklarını anlatmış oldu.” (s.176) şeklinde hitap ettiği ancak Türkeş’in bu teklife cevabının “Biz Sovyetlerin dostuyuz, düşmanı değiliz. Bu dostluğu Atatürk kurmuştur. Bizim NATO’ya girişimizin sebebi Stalin, bizden toprak istedi, boğazları istedi,
Marksist bir idare kurmamızı istedi. Bize olan tehditleri karşısında biz NATO’ya üye olduk. Biz NATO’dan çıkmayız, sizinle de komşu olarak Atatürk’ün kurduğu kadim dostluğu da devam ettiririz.” (s.176) şeklinde hem net hem de diplomatik olmuştur. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra ABD 15 milyon dolar borç vererek yardım etti. Bu para ile ödenememiş olan yurtdışındaki ülkelerde bulunan dış temsilciliklerimizde çalışanların maaşları ödenebilmiştir (s.177). Ülkemiz borç batağında teslim alınmış hazinede bulunan 204 ton harcanmış kalan 6 ton altın da IMF tarafından üzerine tedbir konuşmuştur.
“Em. Orgeneral hava Kuvvetleri eski Komutanı Emin Alpakaya, Em. Tuğgeneral Alparslan Demirel, Kasım Gülek, Turgut Özal birkaç kişi daha vardı isimlerini hatırlamıyorum. MHP’ye törenle gireceklerdi.” (s.179) ancak törene bir gün kala tören iptal edildi. Çünkü aynı gün “İstanbul’da hırkayı Saadet’in törenle açılışı vardı. Başbuğ beyaz bir takım elbise giyip bu İstanbul’daki törene gitti.” (s.179) 12 Eylül İhtilalinden sonra parti kurup iktidar olan Özal’ın siyasi yasakların kalkması konusunda takındığı olumsuz tavır ile Alparslan Türkeş karşı sergilemiş olduğu menfi davranışların sebebinin kökeninde bu iptal edilen tören ile siyaset girişinin engellenmiş olmasının intikam hırsının yatmadığını söylemek pek doğru olmasa gerek. Washington’da vefat eden, cenaze namazını da Fetullah Gülen’in kıldırdığı sırlar yumağı Kasım Gülek’in MHP’ye katılamaması da hayırlı olmuş. Yeni Şafak Gazetesi ve Oda Tv internet sitelerinde (21 Temmuz 2025 girişi ile tespit edildi) yer alan habere göre CHP’li Kasım Gülek Fetullah Gülen’in
Mason Localarına, Moon Tarikatına ve CIA ile tanıştıran kişidir.
Alparslan Türkeş’in partiden ayrılanlara karşı tutumu nasıl oluyordu? “MHP’den ayrılıp da geri gelmek isteyenler için aracı arkadaşlar kendileri korkup huzuruna girip söyleyemiyorlardı. Bana: ‘Müdürüm sen durumu söyler misin.’ diyorlardı. Mesela çok sevdiğim Muzaffer Özdağ (Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın babası)’ın partiye dönmesine Alparslan Türkeş’in tepkisi ya da tavrı ne olacak diye Muzaffer Şahin ve bir iki arkadaşımız devreye girdiler. (…) Ben bunu Genel Başkan Alparslan Türkeş’e söyledim. Kendisi bana şöyle dedi: ‘Muzaffer Özdağ’a ben partiden git demediğim için gel demem. Kendisi gitti. Gelmek isterse kendisi gelir. Geldiğinde de benden beklentisi olamaz.” (s.188)
1960 İhtilalinde 14’ler olarak bilinen Alparslan Türkeş ve arkadaşlarından Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Numan Esin ve İrfan Solmazer siyasete hep Alparslan Türkeş’in karsısında yer almışlardır. Bunlardan Numan Esin Aydınlık grubunda Doğu Perinçek ekibinde yer almıştır (s.191). Hatta bu 14’ler grubundan bazıları “[İsmet Paşa] Benim tahmin ettiğim ya da sezdiğim gibi nasıl AP’yi ve CKMP’yi parçalamışsa 14’leri de parçalamak için ‘Tabii Senatörlük’ ve birtakım imkanlar sağlama yeşil ışığını yakıyordu. (…) [Hindistan Yeni Delhi ve diğer ülkelere yapılmış olan] sürgün dönüşü bizden ayrılıp [14’lerden] TİP ve CHP’ye girenler de olmuştu.” (s.226) “… zaman içersinde 14’lerin 5 üye[si] ayrılıp [Bunlardan] İşçi Partisine, CHP’ye gidenler oldu” (s.229) 14’leri değerlendirirken bugünkü fikri bakış açısıyla değerlendirmemek gerekir. Bugünkü bakış açımızı oluşturan Ülkücü Dünya Görüşü ve Türk İslam Ülküsü o günlerde henüz oluşmamış, 14’ler de sadece olaylara ve devlete millet bakış açılarına göre ortak hareket tarzı geliştirmiş kişilerdir. Tek ortak noktaları askeri eğitimlerinin ortak olmasıdır. Yani 14’ler bizim anladığımız manada ülkücü kişiler değillerdi.
Alparslan Türkeş, Orhan Erkanlı, Orhan Kabibay, Numan Esin ve İrfan Solmazer İstanbul Üniversitesinin öğretim yılı açılış törenlerine katılmak için geldikleri İstanbul’da gizliden bir otomobilin içinde Bebek sahilde toplanıp ihtilale karşı Ankara’ya döndükten bir hafta sonra gerçekleştirecekleri bir ihtilal karı alırlar. Ancak diğer dört kişi “Gürsel Paşa’ya bu husustan bahsetmeyin” dendiği halde gidip iyi niyetli olarak Gürsel Paşaya “MBK dağıtmasını isterler” bazı isteklerinin kabul edilmesini talep ederler. Yeşilköy Askeri Havaalanında Ankara’ya dönmek üzere Türkeş ile buluştuklarında da saf saf yaptıklarını bir başarı gibi Türkeş’e anlatmışlardır. Gürsel Paşa bunlara Ankara’ya dönünce isteklerini yerine getireceğini söyler. Ama Ankara Merkez Garnizon Komutanı General Cemal Madanoğlu’na telefon ederek gerekli tedbirleri almasını ve bu beş kişiyi iner inmez Ankara havaalanında diğer 14’ler mensuplarını tutuklayıp Erzurum Kalesinde hapsetmesini emreder. Cemal Madanoğlu “14 kişiyi tutuklayıp Erzurum Kalesinde hapsetmeyi değil Atatürk’ün inşa ettiği Çankaya Köşkünün yeraltı mahzenlerinde öldüreceklerdi.” (s.191) Ancak bu durumu haber alan Ruzi Nazar’ın Çankaya Köşkü koridorlarında Cemal Gürsel Paşanın kulağına “Alparslan Türkeş’in öldürülmesini önle yoksa sonu sizin içinde beraber hareket ettiğiniz ekibin de sonu olur haaa!” demesiyle 180 derece çark edilerek sürgüne gönderildiler (s.191).
Tıp doktoru, tasavvufçu, Milli Nizam partisi Kurucularından ve Erbakan’ın Bursa milletvekili “Rahmetli Dr. Emin Acar ağabeyimiz vardı. O Türkçü idi, Devlet’e çalışırdı.” ve Osman Yüksel Serdengeçti’nin Mehmet Aydeniz’e dediğine göre Adıyaman Besni’de doğan şair siyasetçi Milli Nizam Partisinin kurucularından milletvekili “Süleyman Arif Emre rahmetli de Devlete çalışırdı. Bu şahsiyetler Erbakan’ın Partisinden millet vekili de olmuşlardır.” (s.203) Ruzi Nazar, Enver Altaylı, Bay Mirza Hayit, Dr. Aziz Alpagut gibi Türk olan ve çeşitli ülkelerin istihbaratlarında çalışan Türkçüler vardı.
“27 Mayıs 1960 ihtilalinin Lideri ve gerçekleştiricisi Alparslan Türkeş” (s.205) bundan önce sayfalarca ihtilalin nasıl yapıldığını anlatan Mehmet Aydeniz’e göre ve Başbuğ Alparslan Türkeş’in anlatımlarına dayanarak söyleyebiliriz ki 1960 ihtilalini İsmet İnönü’nün isteği ile ihtilal komitesine giren ancak ısrarla Liderliğini ele alan Alparslan Türkeş gerçekleştirmiştir. Başbuğ Alparslan Türkeş’in TRT Ankara Radyosundan ihtilal yapıldığını halka duyuran konuşmayı yapması bir tesadüf veya baskın olma değil ihtilalin lideri ve gerçekleştiricisi olmanın gereğidir.
Mehmet Aydeniz CKMP’nin MHP olduğu Adana Kapalı Spor Salonunda “Açılıp bakılmasına Alparslan Türkeş’in izin vermediği fiyonklu kurdelenin bağlayıp, çevrelediği paket” ile Alparslan Türkeş’e Türk Dünyasının Başbuğu olduğuna işaret eden kutsal emanetlerin verildiği “Alparslan Türkeş’in paketi alıp üç defa öpüp başı üzerine ( Kur’an-ı Kerim verildiklerinde olduğu gibi) koyduğu bu büyükçe ve genişçe kabaca paketi” (s.207)vererek “Başbuğ” görevini de vermişlerdir. Dündar Taşer’in ve Başbuğ Türkeş’in anlattıklarına göre27 Mayıs İhtilalinden sonra 13 Kasım 1960 gecesi iç darbe ile Hindistan Yeni Delhi’ye gönderildiği zaman, burada Orta Asya Türklerinden biri Türkeş’e “Bizim gelinlik kızlarımızın çeyiz sandığında Kur’an-ı Kerim, Türk bayrağı, Atatürk’ün Fotoğrafıyla siz Alparslan Türkeş’in fotoğrafı bulunur.” (s.207) demiştir. Bu durumun Irak Türkmenleri arsında Kerkük Musul’da da uygulaması bulunuyordu. Bu durumu Türkiye’den Bağdat’a okumaya giden Türk öğrencilere Irak Türkmenleri bizzat göstermişlerdir. Alparslan
Türkeş’in de fotoğrafın kendi fotoğrafı olduğunu teyit ettiği bu durum için Türkmenler “Bizim her gelinlik kızlarımızın çeyiz sandığında Kur’an-ı Kerim, Türk bayrağı, Atatürk’ün fotoğrafıyla siz Alparslan Türkeş’in fotoğrafı bulunur.” (s.207-208) demişlerdir.
Alparslan Türkeş’in Hindistan Yeni Delhi’de sürgünde iken 7 Eylül 1961 tarihinde Devlet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’e yazdığı (s.208) Adana menderes ve arkadaşlarının asılmamasını isteyen mektubundan sonra Cemal Gürsel’in fikrinin değiştiği ve Menderes’i asmakla görevli ekibin Askeri Komutanı 1.ordu ve sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Cemal Tural’a Hücum Bot ile idama götürülen Adnan Menderes’in önünde telefon ve telsizle “İdam infaz edilmesi! İdamı Durdurun!” diye emir verdiği ancak Hücum Bot Komutanı Orgeneral Cemal Tural’ın “Sayın devlet başkanım, Komutanım, Adnan Menderes’in İdamı infaz edildi!” (s.210) dediğini yoksa Alparslan Türkeş’in istihbar ederek; Hücum Bot Komutanı Orgeneral Cemal Tural’ın Cemal Gürsel’i nasıl atlatıp emrini boşa çıkardığını bilip bana bunu nasıl anlatabilecek diyerek Mehmet Aydeniz hayret etmektedir. Neticede Mehmet Aydeniz Adnan Menderes’in idamı hususunda “Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in emrini aşmışlar ve benim 48 yıllık bir Hukukçu olarak kanaatim odur ki BU BİR YASA DIŞI CİNAYETTİR!” diyerek kanaatini ortaya koymaktadır. Adnan Menderes, Polatkan ve Zorlu’nun Cemal Gürsel’in “İnfaz durdurulsun!” emrine rağmen idamları cinayet olmakla birlikte DP’li Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’in ifadesinde İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında “Pencereyi açtı, Allah diyerek kendisini kattan atıp intihar etti.” (s.214) dediği. Ancak Mehmet Aydeniz’i Namık Gedik’in Harp Okulunda hapis tutulduğu odanın kapısında nöbet tutan Muhafız Alayı Çavuşlarından Mevlüt Duran adlı bir askerin anlattıklarına göre “Ben askerde Muhafız Alayında çavuş idim. Harp Okulunda Namık Gedik’in kapısında nöbetçi idim. Üç Genç teğmen geldiler Namık Gedik’in kaldığı odaya. Öyle bir dövdüler ki Namık Gedik’i, et yığını haline geldi. Pencereyi açıp kattan aşağı attılar. İntihar etti diyeceksiniz dediler. Valizini açtılar her şeyini aralarında bölüştüler. Tavşan tüyünden dokunan bu fötrü de bana verdiler.” (s.214) diyerek olayın intihar değil bilakis bir cinayet ve işkence olduğunu anlatmış ve farkında olmadan bu kişilerin asker değil nebbaş (ölü soyucu) olduklarını da tescillemiştir.
Mehmet Aydeniz kitapta Başbuğ Alparslan Türkeş’in anlattığı anlatımlarla kendisinin şahit olup gözlemlediklerinden elde ettikleri bilgilerden anlattıklarını karıştırmış yazılanlar okunurken eğer dikkati bir şekilde okuyup anlatım tarzından çıkaramazsan anlatılanlar kimin verdiği bilgiler olduğu ayırt edemezsin, hepsi sanki Mehmet Aydeniz’in anlattıkları zannediliyor. Anlatım farklılığını yazı şekilleriyle de ayırması ve Başbuğun anlattıklarının kendi anlatımlarından farklılığı yazılışıyla anlaşılabilecek farklı bir sunumu olmalıydı.
12 Eylül ihtilal olunca Kasım Gülek, Osman Bölükbaşı, Celal Bayar Alparslan Türkeş’in tahliyesi için Kenan Evren ile görüşüp “Alparslan iyi çocuktur serbest bırakacaksın!” dedikleri ve bu sert davranışlardan cesaret alan Genel Kurmay başkanı da restini çekmişti (s.224). Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’dan yazılı taahhüt alarak serbest bırakılmışlar, Türkeş’ten de “Bize yazılı taahhüt verip taahhüdünde Türk Milliyetçiliği faaliyetlerini durdurup Türklerin şuurlanmasının yolunu açmazsan böylece Türk Dünyasını uyandırmazsan, sana Başbakanlık istersen veririz, Cumhurbaşkanlığı istersen veririz” (s.224) istediler. Ancak Alparslan Türkeş “Ben şerefli bir Türk Milliyetçisiyim, bu davadan dönmem” (s.224) diyerek hiçbir taahhütte bulunmamıştır.
21 Mayıs 1963 Talat Aydemir ihtilal hareketinden dolayı Alparslan Türkeş’te yargılanmış, bu yargılama sırasında İsmet İnönü Askeri Hakimler Heyetine “Şu Alparslan Türkeş’i bir idam edemediniz.” diyerek sitem etmiş, Askeri Hakimler Heyeti de kendisine “Paşam, iğne deliği kadar bir açığını bulabilseydik, bu iğne deliğinden deveyi geçirirdik. Hiçbir açığı yok, açık bulamadık. Üstelik aksine adam ihtilali Hükümetinize haber vermiş.” (s.229) diyerek cevap vermişler.
Mehmet Aydeniz’in Talat Aydemir hakkında Mehmet Serhan Tayşin’nin hatıralarından aktardığı bir bölümde “Talat Aydemir, Harp Okulu Komutanıyken emrindeki Harbiyelileri kullanıyor. Tabii kavgayı kaybedince de idam ediyorlar. ‘Aydemir, Çerkez Ethem’in kız kardeşinin oğluydu. Çerkez Ethem kimdi? İnönü’nün baş düşmanı’… O kadar ihtilal oldu, başkalarını neden hiç asmadılar.” (s.242) bilgilerini aktararak İsmet İnönü’nün düşmanının yeğenini hem kullanma kurnazlığı gösterdiğini hem de farklı bir sebep ile onu asarak Çerkez Ethem’den intikam alçak kadar kinci olduğunu ifade etmektedir. Nitekim Alparslan Türkeş’te ismet paşa için “İsmet Paşa bunu unutur mu [Cemal Gürsel’i devlet başkanı yapmasını] sanıyorsunuz? İsmet Paşa çok kindardır. Çok Kurnazdır.” (s.247) diyerek teyit etmektedir.
Mehmet Aydeniz, Alparslan Türkeş’in 12 Eylül 1980 ihtilalinde uzun süre tutuklu kalmasının nedenini bir CHP’linin ağzından Cihanbeyli’li CHP milletvekili Hüseyin Keçeci’nin ifadeleriyle “Yahu Alparslan Türkeş üç kişi bulur bunlarla bir ihtilal yapar. İhtilal tekniğini Ortadoğu’da en iyi bilen bu konuda Türk Genelkurmayı’nın ABD’de eğitimini aldırıp yetiştirdiği iyi bir Dünya Kurmayıdır. Bunu 12 Eylülcüler iyi biliyor. Tabii tahliye etmezler.” (s.249) diyerek açıkladığını ortaya koyuyor.
1-) 27 Mayıs 1960 ihtilalinin sarsıntısız yumuşak iniş ile fiili liderliği, 2-) 1974 Kıbrıs savaşının Başkomutanlık fiili idaresi, 3-) Susurluk Projesinin yapımcı ve uygulamaya koyucusu olsun, 4-) İsmail Cem İpekçi’nin TRT Genel Müdürlüğüne Danıştay Kararı ile dönüşünü istismarındaki Kızıl İhtilal Girişimi, 5-) Kıbrıs’ta topografya ve diğer haritalarının hazırlanmasında ve tahkimatın yapılarak (TMT) Türk Mukavemet Teşkilatı (Yani Gerilla Teşkilatının) kurulmasında, 6-) Kerkük Türkleri gerilla Teşkilatının kurulması, 7-) Kuzey Suriye Türkmenlerinin teşkilatlanmalarında, 8-) Amerika’daki, aslı Türk Soydaşlarımızı olarak adlandırılan Kızıl Derililerin Türklük Şuuruna kavuşması, 9-) Azerbaycan Ordusunun kurulması (s.258), 10-) Türk Dünyası Türk Birliği Kurultaylarının kuruluşunda, 11-) Diğer Türk Birliği Birimlerinin temellerinin atılmasında (s.259), 12-) Kozmik Odanın Kurulmasında, 13-) Kırmızı Kitap’ın ilk oluşturulmasında (s.272) Alparslan Türkeş’in müspet veya menfi kurucu ya da önleyici tehlikeyi savuşturucu olarak katkısı olmuştur. Bu hususu Mehmet Aydeniz “Devlet Sırrı olduğu dan açıklayamadığım daha birçok kurum ve kuruluş, iş ve işlemelerinde olsun hep Emekli Kurmay Albay MHP Genel başkanı Alparslan Türkeş hep Devletin görevlendirmesiyle hakkıyla Başbuğ Unvanı ile işin başında vardı.” (s.259) diyerek açıklamaktadır.
Mehmet Aydeniz Alparslan Türkeş’in özel kalem Müdürlüğü ve MHP İdare Amir olarak görev yaptığı gibi “1975-1976 yıllarında … Ben de o dönemde Ülkü Köy Genel başkan idim.” (s.264) diyerek Öğretmenlik, Üniversitede Öğretim Üyeliği, serbest Avukatlık yanında ülkücü bir teşkilat olan Ülkü Köy genel başkanlığı da yaparak ülkücü hareket hemen hemen her alanda hizmet etmiştir.
Her ne kadar CKMP’in ismin ve ambleminin değiştirilmesine karşı çıksalar da Bursa’daki Otobüs Firması Kâmil Koç’un sahibi olan Kâmil Koç (s.264), daha sonra ANAP’tan Ankara Belediye Başkanı da olan Mehmet Altınsoy, Meşhur Leflef Kundura Boya ve Cilaları adıyla tanınmış fabrikanın sahibi Nuri Leflef, Ülker Bisküvileri Firmasının sahibi Sabri Ülker (s.265) CKMP’den beri MHP’lidirler ve MHP’yi maddi manevi desteklemişlerdir. Kâmil Koç Bursa’dan Ankara’ya gidecek Ülkü Ocakları yöneticilerini ücretsiz götürür, Sabri Ülker de Başbuğ gönderdiği zamanlarda Mehmet Aydeniz’e yüklü bir çek yazar verirmiş, tıpkı 12 Eylül’den sonra Ülkücü mahkumlara mektup adı altında maddi yardım yaptığı gibi.
Kâmil Koç’un evinde yenen yemekte alınan karar sonrası 31 Mart 1965 tarihinde CKMP’li Seyfi Öztürk, Mehmet Altınsoy, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, bakanlar ve milletvekillerinin de bulunduğu bir heyet Alparslan Türkeş’i CKMP’ye katılmaya davet eder. Alparslan Türkeş “Bir şartla kabul ederim. Bu şartım; benden 20 yıl seçim kazanma ve iktidar beklemeyin ve istemeyin. Ben en az 20 yıl kadro yetiştireceğim. Kadrosuz Parti yaşamaz. Sonunda eriyip yok olacağı için olmaz. Hedef 100.000 Türk gencinin teşkil ettiği CKMP’yi iktidara taşıyacak ve Türkiye’yi çağlar üzerinden sıçratarak atom çağına ulaştıracak bir büyük kadro.” (s.265-66) diyerek cevap verir ve derdinin de iktidar olmak değil Türkiye’de sağlıklı bir yönetimin devamlılığını sağlayacak yetişmiş kadro temin etmek olduğunu deklare eder.
Adam yokluğundan il ve ilçelerde CKMP parti teşkilat açamayan Alparslan Türkeş bunu aşmak için “Kadro yetiştirmek gerekir. İl ve ilçelere CKMP’nin teşkilatını açamıyorsak memurun, öğretmenin, esnafın, halkın da gelebileceği, yer alabileceği dernek şubeleri açalım.” (s.271) diyerek çözüm sunuyor.
“Ahmet Er de sonunda ihtilal mahkemesinde tutuklularken Türkeş ile konuşmayıp, belli zaman geçtikten sonra Muhsin Yazıcıoğlu’na ‘Ben rüyamda seni beyaz bir atın üstünde gördüm, Fatih olacaksın!’ diye parti kurdurmuştu.” (s.277) ve Tahsin Ünal’ın Mehmet Aydeniz’e anlattığına göre “Tutukluyken tahliye olduğunda Ahmet [Er]’in kendisine Türkeş beye çık vedalaş da öyle git dedim. Yapmadı, tahliye olup çekip gitti.” (s.277) Alparslan Türkeş’in Mehmet Aydeniz’e anlattığına göre “Mamak Askeri Mahkemesinde Alevi kardeşlerimize karşı olduğumuz iftirası üzerine ‘Ahmet [Er] sen Alevisin, bakın ben Aleviyim, olamaz böyle bir şey de.’ Dedim hiç seslenmedi, ilgilenmedi. Ve söz alıp söylemedi.” (s.277)
1969 seçimlerinde Erbakan MHP’nin güçlü olduğu illerde bağımsız adaylar çıkararak MHP’nin oy ve milletvekili sayısını düşürmüştü ancak “Kendisi de Müslüman olan yakın arkadaşlarının da bana söylediğine göre ramazan ayında oruç da tutan Atsız Hoca, Adana Kongresinde kurduğumuz MHP’nin amblemi Üç Hilal olacaktı, olmaz Bozkurt olacaktı kavgasına kinlendiğinden midir? [Konya’da Erbakancıların çıkardığı] Oku Mecmuasının kendisine ders vermesine kalkışmasına ‘Sen İslam’ı ne bileceksin!’ anlamında meydan okurcasına kızan ve adeta çıldıran sinirleriyle mi? Hz. Peygamberimize hakaret etti? Hem de seçim sathi mailindeyken!” (s.279) ifadelerinde de anlatıldığı gibi Nihal Atsız’ın Ötüken dergisinde Hz. Peygamber efendimize hakaret eden yazısının yayınlandığı Ötüken derginin o sayısının tıpkı basımını yaparak dağıtan Erbakancılar, tıpkı 1995 yılında yapılan seçimde DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) Emekli Başkanı Nusret Demiral’ın ODTÜ’de verdiği bir konferansta hiç yeri ve zamanı değil iken “Ezan Türkçe okunmalıdır” diye açıklama yapması sonucu MHP’nin meclis dışında kalması gibi sabote edilmişti.
“AP, YTP, CHP, Anavatan; DYP, AKP, İP gibi partileri, milletvekilliğini, bakanlığını tercih etmediğimin nedeni bu şeref ve mutluluğa değişmek istemediğimdendir.” (s.287) Mehmet Aydeniz isimleri sayıl siyasi partilerin kendisine milletvekilliği ve bakanlık teklif ettiklerini ancak kendisinin ülkücü olmanın şerefini başka partilerin milletvekilliğine ve bakanlığına değişmeyip ülkücü kalmayı tercih ettiğini ifade etmektedir. Benzer bir olayı da ben yaşadım. Bendeniz bu fakire de AKP’nin sendikası Memur Sen adı Harun A. olan bir imamı görevlendirerek 2003 yılı mart ayında daha 3 aylık hükümet iken kendi taraflarına geçmemi istediler. Hata “Eğer geçersen Seni İl Sağlık Müdür yapacağız” dediler. “Ben de kendilerine Benden İl Sağlık Müdürü olmaz, ancak genel müdür olur, bunu bile bilmiyorsunuz. Ben kurum kurum gezip sizin aleyhinizde çalışmıyorsam bu da sizin için bir kazançtır. Ben 12 Yaşımdan beri ülkücüyüm eğer birisine tesir ederek ülkücü olmasına vesile olmuşsam, onun vebalini omuzlarımda hissederim.” deyip geri çevirmiş ve sade bir ülkücü olarak kalmayı tercih etmişti. Çünkü 2011 yılında İl Sağlık Müdür Yardımcılığı idari görevimden de almışlardı. Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanlarından merhum Ali Metin Tokdemir’in dediği gibi “Ülkücülük bazen; evinin bir köşesine çekilip, lekesiz ve onurlu bir şekilde yaşamaktır.”
Mehmet Aydeniz kitabın üç yüzü sayfasında anlattıklarını buradan sonra tekrar anlatmaya başlıyor. İlk anlatılanlarla buradan sonra anlatılanlar birlikte ele alınıp tek metin halinde düzenlendikten sonra daha vurgulu ve net bir anlatım tarzı ile yeniden düzenlenmesi kitabın etkisini daha da artıracaktır. Neredeyse üç kere yapılmış olan tekrarlar çıkarıldığında kitap hacimce küçülecektir, belki o zaman sayfa sayısı 100-150 civarında azalır.
Sabri Ülker 12 Eylül’den önce MHP’ye yardım ettiği gibi 12 Eylül’den sonra da yardım etmeye devam etmiştir. “[Sabri Ülker] 12 Eylül 1980 hareketinden sonra da tutuklu fakir gençlere kesintisiz yardım ederdi. Bunun gibi Devlet Bahçeli de bu tutuklu gençlere kesin sessiz sedasız yardım edenlerden biriydi.” (s.331) Yiğidi öldür hakkını teslim et. Devlet bahçeli günümüzde de yaptığı yardımların bilinmesini istemez. Cem evi için arsalar, cami için yüklü miktar para hem de seçim geçtikten sonra gelin diyerek vermek suretiyle, öğrenci bursları vs. kendisi dışında yakın çevresini söyledikleridir. Bugüne kadar bu cezaevlerindeki ülkücülere yaptığı yardım da bilinmiyordu. O kadar 12 Eylül’de tutuklanan ülkücülere yardım eden kişilerin hikayelerini okuduk ki, ama içlerinde Devlet Bahçeli’den bahseden yoktu. Bahçeli’nin yardım ettiğinden bahseden bir kişiyi okumadım ve de duymadım.
MHP’nin CKMP’nin ad ve terazi olan amblemini değiştirme işinde şimdiye kadar okuduğumuz hatıratlarda Alparslan Türkeş’in değiştirme taraftarı olmakla birlikte pek etkisi olmadığı gibi sunulan mevzuyu Mehmet Aydeniz bizzat Alparslan Türkeş’in kontrolünde ve isteğiyle olduğunu anlatımlarıyla göstermektedir. Nitekim daha çok BBP’si etrafında bölünen grubun partideki değişimi hazırlamış gibi sunulan tarafgir anlatımların aslında öyle olmadığı, her ne kadar bu grubun o zaman bu ad ile hareket edecek şekilde olgunlaşmadığı halde birbirleriyle daha irtibatlı oldukları görülse de Nihal Atsız’ın grubu ile bir rekabet yaşanmış ve Alparslan Türkeş kazanmıştır.
Ülkücü Hareketin ilk yıllarındaki mücadele azminin büyüklüğünü ve imkansızılığı, ekonomik olarak yetersiz olmanın mücadeleyi etkilemediğini gösterecek bir not olması bakımından Mehmet Aydeniz’in ağzından “Matbu bastırılan [Mehmet Aydeniz’in ilgilendiği ve ilgili gördüğü öğrencilere vereceği Alparslan Türkeş’in] resimleri çok azdı ve basılanlar kaliteli değildi. Zira kaliteli ve ihtiyacı karşılayacak basım için para yoktu. Bu nedenle fotoğrafçıya fotoğraf çektirip çoğalttırdığı bu fotoğrafları imzalıyor ve bana veriyordu. Ankara dışından bulduğum böyle [Alparslan Türkeş seminerlerine katılacak] arkadaşların yol giderleri vs. masraflarını da tek maaşlı bir öğretmen olarak ben çekiyordum. Çünkü CKMP’de kaloriferi yakmak için odun, kömür, aydınlanma vs. giderler için para yoktu. Kışın kaloriferler yanmadığı zamanlarda Alparslan Türkeş’in siyah, kalın paltosu ve ayağında kalın botlarıyla makamında oturduğu bile oluyordu. 9 Işık henüz kitap olarak bastırılmamıştı. 20 veya 30 sayfayı bulmaz broşür halinde Alparslan
Türkeş bana ‘Kendileriyle ilgilendiklerine ver okusunlar’ diyordu.” (s.352) Rahmetli Tuğman Ciranoğlu Hoca da bu maddi imkansızlıklardan bahseder, Alparslan Türkeş ile Ülkü-Bir’in lokalinde birlikte soğukta çalıştıklarını söyler Alparslan Türkeş’in bu soğuk ortamda kalkıp soğuk su ile abdest alıp yatsı namazını kıldığından da bahsederdi. Demek ki mücadele etmek için maddi imkân çok önemli değil yeter ki samimi bir inanç olsun gerisi gelir. Nitekim fakir çocukları maddi imkânsızlık ve hayatın zorlukları içinde daha başarılı olurken zenginlerin sunulan bütün maddi imkanlara ve ailenin sağladığı hayatı kolay kılacak yardımlara rağmen pamuklara sarılı şımarık çocuklarının aynı başarıyı gösteremedikleri bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.
Bir kesim Alparslan Türkeş’i sadece yönlendirilen pasif bir genel başkan durumuna indirmek ve silikleştirerek Ülkücü Hareket’in banisi olmaktan çıkararak unuturmak çabalarının aksine Mehmet Aydeniz “Alparslan Türkeş Üç Hilal’in Türk bayrağındaki Hilal gibi olması her Hilal’in de aynı istikamette ya da dünkü Osmanlı’nın Üç Hilal’i [gibi olmasını istedi], şimdiki MHP’nin Üç Hilal’i Alparslan Türkeş’in fikri oldu. (…) ‘Milli’ yerine ‘Milliyetçi’ ‘Hamle’ yerine de ‘Hareket’ yani Milliyetçi Hareket yani şimdiki Milliyetçi Hareket Partisi [ismini almasında] Alparslan Türkeş’in ağırlıklı yaklaşımı oldu.” (s.356) ifadeleriyle Alparslan Türkeş’in etkin ve yetkin bir lider olduğunu ortaya koymaktadır.
Bernard Lewis “Demokrasinin Türkiye Serüveni” adlı kitabının 16.sayfasında, içinde Alparslan Türkeş’in de bulunduğu 27 Mayıs 1960 ihtilalinde Türk Ordusundan 260 generalden 235’nin, ve 5000 subay’ın emekli edildiğini bu subayların emekli edilmesinin sebebi olarak da “[İhtilal yapan] Komite yine de ikinci bir askeri darbeye karşı kendini korumaya aldı.” gerekçesini ileri sürmektedir. Türk Ordusundaki bu emeklilik işlemlerine ‘EMİNSU’ adı verilmiş ve MBK emeklilikler için orduyu gençleştirmek ve modernize etmek gerekçesini ileri sürmüştür. Alparslan Türkeş ve 14’ler olarak biline MBK üyeleri 13 Kasım 1960 tarihinde her biri bir ülkeye olmak üzere Hindistan ve diğer ülkeler sürgün gönderilmiştir. ‘EMİNSU Kanunu ise 2 Ağustos 1960 tarihinde 42 saylı kanun olarak yayınlanmıştır. Yani Alparslan Türkeş sürgüne gitmeden ‘EMİNSU’ işlemini gerçekleştirmişti. Ve gerekçe olarak da Türk ordusunu gençleştirmek ve modernize etmek olduğunu Mehmet Aydeniz de Alpaslan Türkeş’ten dinlediği hatıralarda dile getirmiştir. Bernard
Lewis’in bu yorumu dışarıdan bakan ve olaya içeriden bir kişi kadar vakıf olamayacak birinin yorumudur demek daha doğrudur. Ancak Türkeş de karşı devrim tehlikesini her zaman dikkate almış bir Kurmay albaydır ki bunu sık sık Mehmet Aydeniz’de vurgulamıştır.
Mehmet Aydeniz Ülkücü bazı teşkilatların kurulmasında görev aldığını ifade ederken ortaya koyduğu teşkilat isimlerini 9 Işık Doktrininde ön görülen Türkiye’nin sosyal yapısıyla ilgili olduğunu ve sınıfsız Türk toplumunu mesleklere göre teşkilatlandırmayı amaçladığını da itiraf etmektedir. “Benim [de] ilk kurucular[ı] asasında bulunduğum üniversitelere ve öğretmenlere hitap eden ÜLKÜ_BİR, Dokuz Işık’taki altı sosyal dilimin her birine hitap eden mühendisleri ve teknik aydınlar için ÜLKÜ-TEK, ÜLKÜCÜ ESNAFLAR [için ÜLKÜ ES (s.402)], İŞÇİLER [için ÜLKÜCÜ İŞÇİLER], ÜLKÜCÜ MALİYECİLER, Memurlar için Ülkücü Memurlar olan ÜLKÜM, Anadolu’nun tamamına hitap eden benim de kurucusu ve ilk genel başkanı olduğum ÜLKÜ KÖY, halen benim kurucusu ve genel başkanı olduğum TÜRKAY VAKFI Türkiye’nin her köşesinde hızla teşkilatlanıp harıl harıl çalışmalara yoğun bir şekilde devam ediyordu.” (s.360) Burada 12 Eylül’den önce Başbuğ Türkeş’in talimatıyla kurulmuş Büyük Ülkü Derneği (s.404) ile işçi sendikası olan Milliyetçi İşçi Sendikaları MİSK’ide unutmamak gerekir. Bugün bu teşkilatlardan bazısı faal bazısı ise kapatılmış vaziyettedir. Başbuğ Türkeş’in hatırası olarak ve geçmişin hatırına bu teşkilatlar açık olmalı ve alanlarında Türkiye’nin sorunlarına çözüm üreterek yayınlamalıdırlar. 12 Eylül’den sonra da Başbuğun talimatlarıyla açılan teşkilatlar TÜRKAV Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı Ülkücü memurlara hitap etmek ve teşkilatlandırmak için açılmıştır. Görülen lüzum üzerine Türkav daha sonra “TÜRKİYE KAMU SEN” Türkiye Kamu Çalışanları Sendikasına dönüştü. Her iş kolunda Türkiye Kamu Sen’e bağlı bir sendika kuruldu. TÜRK EĞİTİM SEN, TÜRK SAĞLIK SEN, TÜRK HABER SEN, TÜRK ULAŞIM SEN, TÜRK YEREL HİZMET SEN, TÜRK İMAR SEN, TÜRK TARIM ORMAN SEN, TÜRK KÜLTÜR SANAT SEN, TÜRK DİYANET VAKIF SEN, TÜRK ENERJİ SEN, TÜRK BÜRO SEN Türkiye Kamu Sen’e bağlı on bir iş kolundaki sendikalardır. Ben de Bursa TÜRKAV ve daha sonra Türkiye Kamu Sen’in kuruluşunda görev almıştım. Yine Başbuğ Türkeş’in gayretleri ve talimatı ile kurulan “Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı- TÜDEV” (s.431) Görüldüğü gibi Alparslan Türkeş MHP ve ÜLKÜ OCAKLARI dışında sivil toplumun teşkilatlanmasına önem vermiş ve kurduğu teşkilatlarla Türk halkını organize etme, yönetme ve harekete geçirme konusunda ne kadar teşkilatçı bir lider olduğunu da göstermiştir.
“12 Eylül’ün “Bizim Çocukları” Ülkü Ocaklarını kapattığında 2600 Ülkü Ocakları Şubeleri vardı.” (s.361) Türkiye’de bu sayıya ulaşmış başka bir sivil toplum kuruluşu yoktur. Neredeyse her ilçeye ve her köye, her semte her mahalleye ülkü ocağı açılmıştı. Yoksa Türkiye’nin il sayısı şu an 81 iken o zaman 67’ydi. İlçe sayısı 922 ancak bu 1980’den sonra Özal’ın yaptığı ilçelerle bu sayıya ulaşmıştır. Samsun’un 12 Eylül’den önce 7 ilçesi varken şu an Salıpazarı, Ayvacık, Yakakent, Tekkeköy, Canik, Atakum, Ondokuzmayıs ilçelerinin de eklenmesiyle 14 ilçesi bulunmaktadır.
“[12 Mart 1971 muhtırası sırasında] O günlerde 4. Kolordu ve Sıkı Yönetim Komutanı Korgeneral Semih Sancar Paşa idi. ‘1974 Kıbrıs Savaşına’ komuta etmesi için Alparslan Türkeş’e emir verdiğinde bana [Alparslan Türkeş] ‘Semih Sancar Paşa benim Harp Akademisinde hocam olurdu.’ demişti.” (s.374) 1974 yılı MHP’nin kurulup Alparslan Türkeş’in de Genel Başkan olduğu ve Türkiye’de siyasi çatışmaların zirveye çıktığı her gün birkaç ülkücünün öldürüldüğü günlerin, dönemlerin yaşandığı yıllar. Alparslan Türkeş emekli ve sivil hayatta bu Kıbrıs savaşını yönetme görevini üstlendi mi bilmiyorum. Ancak Kıbrıs doğumlu olması dolayısıyla araziyi bileceği için belki danışmalık mahiyetinde vatanını ve milletini seven bir milliyetçi olarak yardımcı olmuştur. Ama detay vererek daha sonraki sayfalarda anlattığına göre bu danışmanlıkla kalmamış bizzat komuta şeklinde gerçekleşmiştir. “1974 Kıbrıs Harekatının en iyi yönetecek olanın ben olduğuma Orgeneral Semih sançar paşa karar veriyor ve 74 harekâtı başlamadan saatler öncesi genelkurmay başkanlığı Başkomutanlık Maka çağırdı. Gece sessizliği diken üstünde bir tedirginlik ve gerginlik havasına bürünmüştü. (…) Paşa bana ‘Alparslan, Kıbrıs’taki topografya ve diğer haritaları sen hazırlamıştın. Yunan eliyle Rumların beton kurganlarını ve müstahkem mevkilerinin durumun sen daha iyi biliyorsun. Kıbrıs gerilla Teşkilatını (Türk Mukavemet Teşkilat adıyla) sen kurmuştun. Geç Başkomutanlık telsizinin başına Savaşın sonucunu Zaferle Sonuçlanıncaya kadar Savaş Komuta edip Savaşı sevk ve idare et’’ dedi.” (s.392) Mehmet Aydeniz’in bu sayfada bahsettiği diğer bir husus da, daha Türkiye’de Bakanlar Kurulu karar almadan Semih Sancar ve Türkeş’in Kıbrıs’a çıkarma harekâtını başlatmış olmalarıdır.
Alparslan Türkeş’in “Bana altı ay süre verin PKK’yı ortadan kaldırayım ya da terörün kökünü kazıyayım” (s.379) dediği ve bunu da “Yüz bin sosyolog, yüz bin din adamı … vs.” (s.380) kuracağı altı yüz binlik bir ordu ile bitireceğini söylerdi. Hatta Apo Şam’da ikamet ettiği evden Türk İstihbaratına çalışan ülkücü bir ekip tarafından alınacakken son anda operasyonun iptal edilmesi ile kurtulduğu da bilinen gerçeklerdendir. Alparslan Türkeş’in Abdullah Çatlının Susurluk kazasında ölümü hususunda ise söylediklerini aktaran Mehmet Aydeniz’in verdiği bilgilerden kamuoyu tarafından bilinmeyenlerini “Hüseyin Kocadağ, Sedat Bucak, Abdullah Çatlı ve devlet hizmetinde Gonca Us Hanım (benim kanaatim Devletin hanımının yanlarında bulunması, Apo’nun metresleriyle irtibat olabilir). Gonca s Abdullah Çatlı’nın sevgilisi değildir. Abdullah Çatlı, bildiğim kadarıyla hovarda [birisi] değildir. İşleri tehlike olan bu ekip bir de Adapazarı’nda kendileri ile buluşup birleşeceği ikinci bir eki[p var. Bu iki eki]bin içinde [mevcut] o kadar erkeğin içinde aşkı olacak kadını taşıyacak [Abdullah Çatlı] olacak iş değil. Bu ekip İzmir’den yola çıkınca EFİOPİYA (EFPİYA) [doğrusu FBI ef bi ay olmalı] ile MOSAD (İsrail Milli İstihbaratı) birlikte bizimkilerin peşlerine takılıyorlar. Kaçmaca kovalamaca yoğun yağmur altında bizimkiler Mercedes’in Km’sinin ibresi sona dayanarak çok hızlı gidiyorlar. Arkadan kendilerini takip eden FBI ile MOSAD ortak ekip bizimkilerin Mercedes’inin ABS Fren sistemini uzaktan kumanda ile boşaltıyorlar. Bizimkilerin aracı frensiz son hızla yol alıyor. Önlerine akaryakıt istasyonundan bir kamyon çıkıyor. Freniz olmayan bizimkilerin aracı son hızla kamyona çarpıyor. (…) Amerikan ve İsrail istihbarat teşkilatları bizimkilerin arka bagajındaki silahları alıp, yerine İsrail suikast silahlarını bırakıyorlar. (…) Abdullah Çatlı ile Gonca Us Hanım henüz korkunç sadmeden şok halinde ölmemişler, bunlara da birer kurşun sıkıp çekip gidiyorlar. (…) Suriye Şam’a gidip, Apo’yu kaldığı villadan alıp Diyarbakır’daki Meydanda bulunan çınar ağaçlarına gayri nizami olarak asacaklar, Apo ölmüş diye duyan PKK dağlardan dökülüp inecek ve dağılıp gideceklerdi. (…) Siyasi bölücü Kürtler devleti suçlayacakları tabii idi. Ama Devletin bundan haberi olmadığı için Devlet de bilmediğinden cevap olarak iç hesaplaşma deyip geçeceği bir gerçekti.” (s.380-81) aktardık. Burada asıl bilinmesi gereken o günlerde bu ekibe yakıştırılan bütün olumsuz ifadelerin anlamsız olduğu, devletin evlatlarının bir operasyonunun ihbar edildiği ve FBI ile MOSAD’ın bizimkilerin oyununu bozduğu gerçeği vardır. İhbar edenleri de Mehmet Aydeniz “Benim gerçek ise kanaatim ve aynı zaman da duyumum Y.T.T. adamı olan Y.O.na ağzından kaçırıyor. O da babaannesi Ermeni olan M.ye iletiyor. M. de FBI ile MOSAD’a ihbar ediyor ve Apo kurtuluyor.” (s.381) şeklinde şifreli bir şekilde veriyor. Bu üç isim kimdir şimdi daha da merak uyandırdı.
“Avrupa’da da henüz Ülkücü teşkilatlanma tek tük ve yardıma değecek bir destek de yoktu. Ülkücü üniversite Gençleri kan yardımı yapıyorlar, daha açık bir söz ile kanlarını satıp partiyi ayakta tutmaya devam ediliyordu. Hâkim Albay Baki Tuğ komutanımız dahi kendisine canıyla bağlı olan 350 subayın aybaşlarında aldıkları maaşlarından belirli bir oranda paraları toplayıp Partiyi ayakta tutmaya gayret ediyorlardı.” (s.390) Hâkim Albay Baki Tuğ emekli olduktan daha sonra AP milletvekili olmuştur bu yüzden olsa gerek MHP’ye yaptı para yardımları kamuoyu tarafından bilinmeyen bir husustur.
Ülkü Köy’ün Genel Sekreteri Bülent Özsoyuyüce’nden öğrendiği Abdullah Çatlı’yı getirmek için Alparslan Türkeş’e Ülkü Köy’ün başına bir Genel Başkan buldum diye söylemek için giden Mehmet Aydeniz Başbuğ Alparslan Türkeş’ten aldığı cevap “Başbuğ [Çatlı’yı] kendisini Ülkü Ocaklarının Genel başkanlığına getirmeyi düşündüğünü söyleyip bana Ülkü Köy’ün Genel Başkanı seni yapıyorum sen kurdun bu teşkilatı temellerini sen oturtacaksın dedi” (s.404) Her ne sebepten ise Abdullah Çatlı Ülkü Ocakları genel başkanı olmamıştır, Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun Genel başkan Yardımcısı olarak devam etmiştir. Belki bu değişikliğe 12 Eylül 1980 ihtilal fırsat vermemiştir.
Mehmet Aydeniz’in vermiş olduğu “Devlet Bahçeli, 1989 yılında ‘Kamu Çalışanları Vakfını’ kurdurup 1997 yılı ortalarına kadar çalıştı.” (s.425) ve Alparslan Türkeş’in kendisini ABD’den arayarak “Elini çabuk tut, hızlandır, diğer Kamu Çalışanları Vakfı’nın kuruluşu bizden önce tamamlayıp önü alırsa biz arkada kalırız.” (s.426) ve “Kamu çalışanları Vakfı (TÜRKAV), hem benim hem de Türk-İslam medeniyeti İlmi Araştırmalar ve Sosyal Yardım Vakfı (TÜRKAY) vakfımızın aleyhinde faaliyetlere başlayıp bir yerimizi koymadılar. Bilhassa Konya’da çok samimi geçmişimiz olan, sevdiğim ve saydığım, benden yaşlı bir ziraat mühendisi vardı ki o ve herkes, hatta Ülkü Ocağı Başkanı olmak üzere ‘TÜRKAY Vakfına gitmeyiniz, bu vakıf Mehmet Aydeniz’in vakfıdır.’ Propagandası yapıyorlardı.” (s.426) gibi bilgilere Ben Ali Işıklar ve yönetimiyle görüşmeler yaptığım, Bursa TÜRKAV’ın kuruluşunda yer aldığım, Samsun TÜRKAV’ın her kademesinde yöneticilik yaptıktan sonra Başkanlığını yapmış olduğum halde Mehmet Aydeniz’in TÜRKAY Vakfı aleyhine olduğuna dair anlattığı bilgilerin hiçbirine hiçbir yerde şahit olmadım. Türkiye kamu çalışanları vakfının Kuruluş emrini de bizzat Başbuğ Alparslan Türkeş vermiştir. Biz üye çalışmaları sırasında vakfın kuruluş iznini Başbuğ’un verdiğini bunu özellikle belirtirdik. Kısaca bu konuda, Mehmet Aydeniz’in bahsettiği Türkay aleyhinde söylenmiş hiçbir sözlü emare duymadım, hiçbir faaliyet görmedim.
Mehmet Irmak cezaevinde yaşadıklarını bir kısmını “Alparslan Türkeş’ten önce banyoyu kapıyorlardı ve sıcak suyu bile bile tüketiyorlar, banyo sırası Türkeş Bey’e geldiğinde su soğuk oluyordu. Amaçları soğuk suda banyo yapsın, hastalansın idi. Ben de sıcak su var iken sıramı Türkeş Bey’e veriyordum, kendim de soğuk su kaldığında banyoya girebiliyordum.” (s.443) şeklinde anlatarak muhtemeldir ki Namık Kemal Zeybek ve Yaşar Okuyan’ı kastetmektedir.
Mehmet Aydeniz bu kitabın 425.sayfasında Alparslan Türkeş’e “Özal askeri birliği şortla selamlıyor.” diye sorunca Alparslan Türkeş’in kendisine “Mehmetciğim, millet seçti. PKK ile olan gelişmeler öne sürülse, Dünya Uluslararası kamuoyu, bize ‘Bunu seçen halk ne b…an milletmiş?’ derler. TSK ne gelince, ABD bizi birbirimize düşürse, Balkan Harbinde Edirne’nin elimizden çıktığı ‘Büyük Bozguna’ düşeriz diye generallerin ödleri kopuyor. Kıpırdayamıyorlar. Özal Türkiye ve etrafında ki C… nı, Adnan Kahveci de yardımcısı’ demişti.” (s.425) bilgilerini verdiğini aktardıktan sonra aşağıdaki bilgiyi vermesi de aklılarda soru işareti oluşturuyor.
Alparslan Türkeş Turgut Özal’ın cenazesini olduğu gün partiye gelen Mehmet Aydeniz’le yaptığı sohbette “Adam (Turgut Özal’ı kastediyor) CIA’nın Ortadoğu Bölge başkanı, trafik kazasında hayatını kaybeden birisi de yardımcısı idi. Kürt devletini kurdurabilmenin çarelerini arıyordu. Bizden şunları… Aydın Menderes’in DP’inden 6 milletvekili, ANAP’tan da 35 kadar milletvekilini ve başka partilerden de olanları alıp 60 milletvekiliyle bir parti kurarak Türkiye’nin parlamentosunu feshettirip Türkiye’yi erken seçime götürüp, seçimde iktidar olup Başbakanlığı eline alıp Kürt Devletini kurduracaktı.” (s.443) olduğunu anlatıyor.
Ecevit hükümetin Marksist Komünist Siyasi Kürtçüler okullarına giremediler yalanıyla 3 aylık ‘Hızlandırılmış Eğitim’ adı altında lise mezunlarını üniversiteden mezun edip eğitimi felç etmesinin “Arkasından 12 Eylül 1980 Kenan Evren ve dört arkadaşı “üç ay çok olur, 15 gün yeter bunları mutlaka mezun edin gitsinler” diyerek Milli Eğitim tamamen yerle bir oldu. Ben o zaman Selçuk Üniversitesinde Öğretim Görevlisi idim. 2. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel’in Kurmay Başkanı Tümgeneral Nihat Paşa bizzat üniversiteye gelip, hepimiz konferans salonuna toplayıp okula giremeyip bekleyenleri 15 gün içinde mezun edeceksiniz emrini verip gitti.” (s.455) Türkiye’de milli eğitimin canına ot tıkamışlardır.
Mehmet Aydeniz kendisini Alparslan Türkeş ile olan yakınlığını “Ben 12 Eylül 1980 hareketinde Alparslan Türkeş’in Özel Kalem Müdürlüğü görevimden idamla yargılandığım Mamak Askeri Cezaevi B Blok 9. Koğuşta tutuklu bulunduğum” (s.249) zamana kadar Özel Kalem Müdürlüğünü yaptığını ifade ederek açıklamaktadır. Bu yakın ilişkileri 12 Eylül’den sonra da Mehmet Aydeniz Konya’dayken de devam etmiş, onun ifadesiyle 34 yıl farklı pozisyonlarda birlikte mesai yapmışlardır.
Kitap yeni baskısında gözden geçirilerek “Önsöz” ve “İçindekiler” kısımlarının eklenmesi gerekir. Kitabın içinde kullanılmış olan başlıklar sayfa sayılarına göre sıralansa içindekiler kısmı halledilmiş olur ve böylelikle kitap hakkında daha girişte okuyucunun bir kanaat edinmesini sağlamış olurlar. Ayrıca kitap Kültür Bakanlığı kayıt sistemine kaydettirilerek Bandrol alınmalı ve ISBN numarasıyla literatüre girmesi sağlanmalıdır.
Son olarak, yaşanmış olaylara dair hatıratlar üzerinden zaman geçtiği için bazen yanlış hatırlanırlar bazen yanlış yorumlanmış olabilirler. Bunun için hatıratlardaki bilgileri farklı kaynaklardan teyit etmek, belgelerle doğrulamak gerekir. Her anlatılanı doğru olarak kabul edemeyiz. Dolayısıyla da Mehmet Aydeniz’in anlattıklarının hepsinin doğru olması mümkün olmayacağı gibi üzerinden geçen zaman ve yaşının ilerlemiş olması dolayısıyla eksik veya genelin hatırladığından farklı hatırladıkları, zaman zaman karıştırdıkları da olabilir. Bu bilgilere temkinli yaklaşmak gerekir.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.