« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

01 Ara

2025

Papa şimdi niye geldi

İbrahim Kiras 01 Ocak 1970

Katolik dünyasının ruhani lideri Papa’nın ilk yurtdışı seyahatini Türkiye’ye yapıyor olması elbette tesadüfi olamaz. Burada belirli bir amaca yönelik bilinçli bir tercihin söz konusu olduğu muhakkak. Vatikan’ın 1960’lardan itibaren uygulamaya başladığı “dışa açılım” politikası ve bu çerçevede hem farklı dinlerin mensuplarıyla hem de Hristiyanlığın farklı mezhepleriyle diyalog içinde olma yaklaşımı rol oynuyor bu ziyarette. Çünkü Türkiye hem dünyadaki en önemli Müslüman ülkelerinden biri hem de Doğu Hristiyanlığının en önemli temsilcisi Fener Rum Patrikhanesi burada. Katolikler için dini ziyaretgah kabul edilen Efes Meryem Ana Evi gibi mekanlar da ayrıca cazibe kaynağı. Nitekim uzun tartışmalardan sonra kabul edilen “dışa açılım” politikasının ilk uygulamalarından biri de Papa VI. Paul’ün 1967’de gerçekleştirdiği Türkiye ziyaretiydi.

Demek ki buradan ayakları yere basmayan birtakım komplo teorileri çıkartmaya çalışmanın manası yok. Vatikan’ın II. Vatikan Konsili sonrasında Müslümanlarla olduğu gibi Ortodokslarla da ilişkilerini geliştirmeye çalışmasının temelinde yer alan motivasyon uluslararası arenada yalnız başına hareket ederek kendi etkisini azalttığının farkına varmış olması. Bilhassa bazı küresel problemlerin çözüm istikametinin belirlenmesi konusunda siyasi ağırlığını gösterebilmesi için kendi dünyası dışında diyalog kuracağı, işbirliği yapabileceği ülkelerin de varlığına ihtiyaç duyması.

Siyasi alanın dışında da seküler modernitenin dini hayatı alabildiğine daralttığı Batı dünyasında dini değerlerin hatta din kurumunun ayakta kalabilmesi için Müslümanlar ve Yahudiler başta olmak üzere diğer dinlerin mensuplarıyla ittifak halinde olma zorunluluğu da Vatikan’ı bu yola soktu.

Vatikan’ın farklı dinlerin mensuplarıyla diyalog içinde olma yaklaşımı çerçevesinde -sonuç alınsın veya alınmasın- birçok siyasi ve sosyal konuya ilişkin birlikte veya ortak tavırlar geliştirildi.

Bütün bunlara rağmen Vatikan’ın nihayetinde Batı dünyasının bir parçası olduğu gerçeği tabii ki unutulmamalı. Ancak söz gelimi İspanya veya Almanya da Batı dünyasının ve Avrupa Birliğinin mensupları olsalar da kendi müstakil çıkar ve tehdit algılarına sahip olabiliyorsa aynı durum Vatikan için de geçerli. Bizim için dünyadaki önemli siyasi aktörlerden biridir Vatikan.

Ancak biz Türk toplumu olarak Papa’nın özellikle Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkilerinde işkilleniyoruz ve buradan birtakım komplo teorileri çıkartıyoruz. Oysa Vatikan 1960’lardan bu yana yalnızca Ortodokslarla değil Protestan kiliseleriyle de diyalog ve işbirliği geliştirmeye uğraşıyor.

Burada daha çok -maalesef- aydınlarımızın genel olarak din ve özel olarak Hristiyanlık konusundaki bilgi eksikliği rol oynuyor. Mesela Papa’nın Türkiye’ye geliş amacının Katolik ve Ortodoks kiliselerini birleştirmek olduğu yazılıp çiziliyor. Televizyon ekranlarında bunlar anlatılıyor. Katolikler ve Ortodokslar arasındaki ayrışmanın sona erdirilmesi için Papa ile Patrik bir anlaşma metni imzalayıp bunu dini bir beyanname olarak yayımlayacaklarmış!

Bir defa Fener Patriği bütün Ortodoks Hristiyanları temsil eden kiliseler üstü bir otorite değil. Payitahttaki piskoposluk olması bakımından vaktiyle Fener’e kilise hiyerarşisinde ilk sıra verilmiş, Osmanlı da bunu devam ettirmiş, o gün bugündür eşitler arasında birinci pozisyonunda yer alıyor. Ne var ki Ermeni, Süryani, Bulgar, Rus, Sırp, Kıpti ve diğer Ortodoks toplulukların üzerinde bir dini otorite değil Fener. Doğu Roma’nın ayakta olduğu çağlarda İmparatorluğun bir kurumu olarak “Konstantinopolis Patrikhanesi” şimdikine göre biraz daha fazla siyasi nüfuza sahipti ama mesele Doğu ve Batı kiliselerinin birleştirilmesi olunca İstanbul halkı bile buna isyan edebiliyordu.

Bu minvalde, daha önce başka bir vesileyle de aktardığım, tarihî bir anekdotu tekrar hatırlatmak isterim: Osmanlı’nın Doğu Roma’yı tarihten silecek olan son hamlesi öncesinde, Bizans yöneticileri ve ahalisi yaklaşmakta olduğunu gördükleri bu tehlike karşısında nasıl bir tutum takınılması gerektiği konusunda ikiye ayrılmışlardı. (Bu politik görüş ayrılıklarını aslında büyük ölçüde farklı zümrelerin sosyal durumları ve ekonomik çıkarları belirliyordu.) Bu iki gruptan biri Avrupa’nın yardımını ve desteğini sağlayarak Osmanlı gücü karşısında direnmenin -hatta Türkleri yenip eski topraklarına yeniden sahip olmanın- mümkün olacağını düşünenlerdi. Yöneticilerin ve zengin ailelerin çoğu bu grup içinde yer alıyordu.

Diğer bölüm ise “Türkler şimdiye kadar ele geçirdikleri Hıristiyan şehirlerinde ahaliye iyi davrandılar, ne dinlerine karıştılar ne de ticari işlerine” argümanını ileri sürerek Türk imparatorluğuna katılmayı savunanlardı. Bu grup da çoğunlukla büyük tüccarlar ve din adamlarından oluşuyordu. 13. yüzyılda gerçekleşen Latin işgalinin acı hatıraları hala hafızalarda tazeliğini koruduğu için ahalinin büyükçe bölümü de bu ikinci gruptan yana tavır alma eğilimindeydi.

Ancak, başta İmparator olmak üzere yönetici sınıfın mensupları ilk grupta yer aldığı için devletin resmi politikası bu istikamette oluştu ve Avrupa ile bu bağlamda temaslara başlandı. Muhatap ise Papa’ydı. (Yani Bizans ahalisini dinî bakımdan sapkın sayan, aynı şekilde Ortodokslarca sapkın kabul edilen, Katolik dünyasının ruhani -ve politik- lideri.)

Papalık temsilcileri Avrupa’nın Bizans’ın yardımına koşması için öncelikle “aradaki dini farklılıkların ortadan kaldırılması” gerektiğini bildirdiler İmparator Paleologos’a. İmparator çaresizdi. “Kiliselerin Birliği” görüşmelerine başlanması talimatını verdi adamlarına. İki büyük konferansın ardından yürütülen uzun müzakereler sonucunda Bizans temsilcileri “Papa’yı bütün Hıristiyanların başı olarak tanımayı ve itikadî konulardaki farklı görüşlerinden vaz geçmeyi” kabul ettiler. Bunun anlamı Ortodoks inancını bırakmak ve Katolik hâkimiyetini benimsemek demekti.

Ortodoks Kilisesi -tabii olarak- buna şiddetle karşı çıktı. Halk ikiye ayrılmıştı. “Birlik yanlıları” ve “birlik karşıtları” diye. “Kiliselerin Birliği”ni savunanlar “Şehri Müslümanlar ele geçireceğine İsa’ya ve Meryem’e inanan Latinlere verelim” diyorlardı. Bu sözlere cevaben, karşı cephenin liderlerinden Lukas Notaras “Bu şehirde Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim” şeklindeki ünlü sözünü söylemişti.

Hasılı kelam, o gün bile topluma kabul ettirilemeyen bir projenin bugünkü çok daha girift şartlarda hayata geçirilebileceğini varsaymak için elimizde yeni bir gerekçe görünmüyor.

İdris Savaş

01 Ara 2025

Kimsenin okumadığını bile bile neden yazar insan? Her şeyden öte yazmak, insanın kendisiyle konuşması, dertleşmesidir aslında. Benimki biraz öyle.

Nurullah KAPLAN

17 Kas 2025

Halim Kaya

17 Kas 2025

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

03 Kas 2025

M. Metin KAPLAN

29 Ağu 2025

Efendi BARUTCU

25 Haz 2025

Yusuf Yılmaz ARAÇ

04 Nis 2025

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 247,51 M - Bugn : 71450

ulkucudunya@ulkucudunya.com