Atatürk’ü neden seviyoruz?
Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970
Bugün cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü. Geçtiğimiz yıl Prof. Hadiye Yılmaz Odabaşı ile birlikte yazdığımız “Travmadan Zafere: Türk Ulusal Kimliğinin Psikopolitik Hikayesi” başlıklı kitabımızdaki “lider Atatürk” bölümünden bazı alıntılar da yaparak günün anlam ve önemine değinmek istiyorum. Zira Atatürk’e ve ona olan sevgiye yönelik eleştiriler çoğunlukla bu sevgiyi anlamlandıramamaktan kaynaklanıyor. Oysa sevginin bir matematiği var ve sadece maddi, somut hesaplardan ziyade duygusal ihtiyaçlara dayanıyor. Destansı liderlik dediğimiz kurum da kişilerden çok inşa edilmiş bir kimliğe, yani bir imgeye atıfta bulunuyor. Öncelikle şunu söyleyelim: Liderler kendiliklerinden ortaya çıkmıyor; nedensiz sevilmiyor; nesiller boyu sevgiyle anılmıyor. Her lider içine doğduğu ekosistemin bir ürünü. Dönemin sosyal, siyasal, ekonomik, psikolojik, teknolojik vs. koşulları liderliğin şekillenmesine zemin hazırlıyor ve liderlerle birlikte halkları da doğuyor. Yani lider dediğimiz şey boşlukta üremiyor; halkıyla simbiyotik bir ilişki içerisinde gelişiyor. Halk liderini, lider halkını inşa ediyor. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti nedir diye sorduğunuzda, “kurucu halkın lideri Mustafa Kemal Atatürk’tür” cevabı tamamlayıcı bir nitelik kazanıyor. Kanımca sadece Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Atatürk’ün biyografisini yazdığı eserindeki şu cümle bile o yıllardaki psikolojik zemini anlatmakta yeterli geliyor: “Bizim ilk gençlik yıllarımız bir kahramana hasretle geçti. Biz gözlerimizi dünyaya bir bozgun havası içinde açtıydık.”
Bir umut dağıtıcısı olarak lider
Napolyon, “lider bir umut dağıtıcısıdır” der ve devam eder “büyük felaketler büyük adamların yetiştiği bir okuldur.” 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyılın başları Osmanlı coğrafyasının büyük kayıplarla yüzleştiği, Türk ve Müslüman ahalinin varını yoğunu geride bırakıp Anadolu’ya sığınmak üzere Balkanlardan, Kırım’dan, Kafkaslardan göç yollarına düştüğü bir dönemdir. Yaşanan ağır travma, sadece ekonomik ve sosyal çöküşü değil, aynı zamanda koca bir imparatorluğun enkazının altında kalma duygusuyla büyüyen öz değerini ve öz saygısını yitirme psikolojisini de yansıtmaktadır. Ahali yalnızca yurtsuz değil, kimliksiz ve başsız da kalmıştır. Bu makus talihi ve çaresizliği durdurabilecek şey ise ancak mistik niteliklerle donanmış bir kahraman olsa gerektir. Hasta adamlık kalıbına yerleştirilmiş bir devletin öğrenilmiş çaresizliği ile boğuşan perişan haldeki insanların yeniden direniş mobilizasyona geçmesi kuşkusuz sağlam bir anlatıya ve bir kahramana ihtiyaç duymaktadır. Devrin entelektüelleri o kahramanın doğuşuna dört koldan destek verirler. Mustafa Kemal Paşa’ya Gazasını Tebrik” başlıklı yazısında Ruşen Eşref, halkın direnişini anlatmak için “ateşten bir Türk duvarı” ifadesini kullanırken, Mustafa Kemal’i ise “içimizden çıkan bir ateş” tabiriyle betimler. Yakup Kadri “her şeyin bittiğine inanan, hiçbir ümit kalmadığını zanneden şaşkın ve perişan birtakım biçarelerdik. Şimdi ise damarlarımızda yeni bir hamleye hazırlanan pehlivanların şevki kaynamaya başlamıştı” cümlelerini kullanır. Yaşanan kolektif travma ya derin bir yas duygusuyla içine kapanan, daima geçmişte yaşayarak gelecekle bağını kesmiş bir toplum yapısıyla nihayetlenecek ya da geleceğe yatırım yapan, geçmiş acıların yasını geride bırakarak “travma sonrası büyüme” modeline sarılmış bir toplumsal yapıya evrilecektir. Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte halkın kendisine seçtiği lider tipolojisi, kendi geleceği hakkındaki seçimini de yansıtır niteliktedir. Esasen konu açıktır: Osmanlı halkı, bir Osmanlı askerine, geleceğine doğru yürürken lider olma görevi vermiş; o da “emriniz başım üstüne” demiştir.
Lideri halk yaratır
Atatürk’ün kurucu, onarıcı ve koruyucu bir “baba” imgesiyle liderliğe doğru taşınması halk açısından psikolojik bir işleve de sahiptir. Toplum, liderine atfettiği olumlu değer ve özellikler üzerinden bir yandan kendisini kötülük ve olumsuzluklardan arındırmakta, diğer yandan ağır bir travmayla incinen öz saygısını projeksiyon mekanizmasıyla lideri üzerinden onarmaya çalışmaktadır. Lider, yıkılmaz, yanılmaz ve yenilmez oldukça onunla özdeşleşen halk da kendisini öyle hissedecektir. Tam da bu yüzden bir kişi olarak Mustafa Kemal’den, bir kimlik olarak Atatürk’e dönüşen kurucu lider imgesi, açılan yaraları sağaltma, incinen gururu okşama, acılara merhem olma misyonuyla halk tarafından tahayyül edilen ve sonrasında siyasi/ ideolojik olarak yapılandırılan kolektif bir tasarımdır. O artık, halkın atası, devletin kurtarıcısı, ulusun mimarı ve düşmanların korkulu rüyası olan Türk ordularının muzaffer başkomutanıdır. Aynı zamanda kadim imparatorluğun rütbelerini sivilken bile omzunda taşıyan misyoner bir Osmanlı askeri olarak geçmiş ile geleceği bağlayan yenilmez, kurtarıcı ve bayrak taşıyıcı bir komutan imgesidir. Glyptis’in ifadesiyle “Atatürk kültü Türkiye’nin milli gurur ve büyüklüğünün sembolü ve bir zaferin öyküsüdür”. Bu nedenle onun ifadesiyle iki Mustafa Kemal vardır: biri o, yani fani olan; ikincisi ise “biz”. Bizden kasıt memleketin her köşesinde çalışanlar, köylüler, uyanık, aydın, vatanperver milliyetperver vatandaşlarıdır. İşte o Mustafa Kemal hiç ölmez.
İlkini rahmetle anıyor; ikincisine aynı güç ve umutla “devam” diyoruz.
https://www.dunya.com/kose-yazisi/ataturku-neden-seviyoruz/802278