« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

03 Kas

2025

Cemiyetin kaosu: Milliyetçi aydın

Burçin Öner 01 Ocak 1970

Durmuş Hocaoğlu, entelektüel için basitçe şöyle der: “Kendi aklı ile düşünen özgür adam”. Demokrasi, refah, huzur, adalet gibi insanın yaşam standardını yükseltecek gereklilikleri yaşayamadığımız şu dünyada, bir anlamda özgürlüğünü tırnakları ile kazanabilmiş kişi de diyebiliriz. Ancak burada içsel bir özgürlükten bahsediyoruz. Epiktetos’un tabiriyle, köleyi Roma valilerinden daha özgür kılan şeyi, yüreğinde hissetmiş olan kişiye entelektüel diyoruz.

Kendini, iç dünyasında keşfetmek; kendi aklı ile düşünmek, sadece kendi vicdanına karşı sorumlu olmak, bir entelektüelin olmazsa olmaz özelliklerindendir. Bütün bunların içinde entelektüelin başat niteliği ise akıldır. Kendi vicdanına karşı sorumlu olabilmesi için kendisinin düşünmesi ve düşünebilmesi için de kendi iç dünyasını keşfetmesi gerekir. Bütün bunları ise sadece aklı ile yapabilir.

Vasata karşı aydın
Bir aydınla, “sokaktaki adam” tipini birbirinden ayırmak gerekiyor. Bu farkın en büyüğünü de meselelere ve bunlar arasındaki ilişkilere bakış tarzında görüyoruz.

Literatürde geçen tabiriyle “vasat insan”, günümüzün kırılgan yapısı içinde biz buna “sıradan vatandaş” diyelim; meseleleri kendi hayat tecrübesi ışığında değerlendirir. Biraz da sezgilerini işin içine dâhil ederek insanları ve olayları anlamlandırır. Değerler dünyasını, yaşam pratiğindeki tavrını, siyasi ve sosyal meselelere yaklaşımını vs. nesilden nesile aktarımla şekillendirdiği bir bilinç dünyasına ve iç güdüleriyle yaklaştığı bir yorumlama biçimine sahiptir. O sebeple de sonuç odaklıdır; hatta refleksi de bir eylem gerçekleştikten sonraki sonuca bağlıdır. Olaylar hakkında bir sebep sonuç ilişkisi kuramaz, bir meselenin arkasında hangi olumlu ya da olumsuz işler var, idrak edemez; dahası bunun için çaba da göstermez. Bunu tembel olduğu için değil, zihin dünyası böyle kodlandığı için yapmaz. Amiyane tabirle aklına gelmez, bu derin düşünce perspektifini kazanmayı da kendisine vazife edinmez. Dolayısıyla olayları ve meseleleri yorumlama biçimlerinde faydacı, günlük yaşamını kolaylaştırıcı bir perspektif benimser. O sebeple vasat insan dünyayı dağ, tepe, ev, ağaç, kuş, köpek olarak görürken; bir fizikçi için dünya, gözle görülemeyen zerrelerden ve bunlar arasındaki elektrik ilişkisinden meydana gelen daha derinlikli bir yapıdır.

Aydın için durum çok farklı elbette. Başat niteliği akıldır. Onu halktan ayıran şey işte tam da burada gizli. Aydın, bir olayın gerisindeki bilgiye sahip olmaktan ibaret değildir. O bilgiye erişmek için zihnî terbiyeden geçmesi ve düşünme metodu kazanması sayesinde meselelerin ardını görüp ötekilerle bağlantı kurabilir.

Halk, bir şeyle karşılaştığında “Bu nedir?” diye sorarken; aydının o meselenin gelecekte neler olacağıyla ilgili güvenilir bir tahmin sunması için sorması gereken soru farklıdır. “Niye?” diye sorar. Tıpkı bir bilim adamı gibi… Zaten o sebeple Ali Şerîatî, aydın ve entelektüeli birbirinden ayırırken “Aydın, bir ferdin düşünme bakımından sıfatı iken entelektüel, ferdin meslek bakımından sıfatıdır, bu kurala göre bazı aydınlar entelektüel iken bazıları değildir.” der.

Dört haslet
Bunlara ilaveten sahip olması gereken diğer hasletlerinin başında ise “haysiyetli bir duruşa sahip olması” gelmektedir. Başlık hâlinde vermek gerekirse; bir entelektüelden bahsettiğimizde aklımıza gelmesi gereken dört kavram şunlar olmalıdır: İç-özgürlük, akıl ve o aklı kullanma metodu, ifade ve duruş!

İç özgürlük dediğimiz şey, insanın kendisini ve varlığını keşfetmesini sağlayan düşüncedir. İfadeden kastedilen de düşüncenin somutlaşmasıdır. Zira ifade, bir entelektüelin sadece sözleri değil; sözleriyle, elleriyle, yüreğiyle ve aklıyla ortaya koyduğu bir yapıt, başka bir tabirle entelektüelin eseridir. Bugün Süleymaniye Mimar Sinan’ın ifadesi iken Süleymaniye’de Bayram Sabahı Yahya Kemal Beyatlı’nın ifadesi, eseri, ruhunun dışa yansımasıdır.

Bir diğer kavram ise “haysiyetli bir duruş”. Bugün entelektüel dediğimizde başkalarının düşüncelerinden faydalanan ama taklit etmeyen, özgürlük sahibi, ifade sahibi kişidir diyebiliyorsak bunun bağlı bulunduğu zincirin kilit noktasını haysiyetli duruş oluşturur. Çünkü karakterli bir duruş; entelektüelin dik durmasını, düşmeden, yalpalamadan, destek almak zorunda kalmadan yürüyebilmesini sağlayan yegâne unsurdur. Bir anlamda haysiyet, entelektüelin omurgasını oluşturur.

Gökalp ne yaptı?
Bunun haricinde, aydın başından itibaren karşılık bulma beklentisine girmemelidir. Onun yapacağı şey, her şeye ve herkese rağmen zenginleştirmeye çalıştığı bilinç dünyasında yalnız yürümek ama bir şekilde de yol gösterebilmektir. Halka gelince, Cenap Şehabettin diyor ya “Aydınlar beğendikçe alkışlar; halk alkışladıkça beğenir.” Bu ikisinde tek ortak nokta alkış. Eğer hem alkışlamak hem de alkışlanmak isteniyorsa Gökalp gibi yapmalı. Neden, açıklayalım.

Atsız’ın aydın tarifinde bir ülkenin kurtuluşunda yahut kuruluşunda kilit durumundaki kişi aydındır ve o, milletlerin kaderini, yükselişini yahut çöküşünü aydınların birikiminin zenginliğine olduğu kadar üstlendikleri misyonu eylemleştirebilme kabiliyetlerine de bağlı görür ifadeleri yer alır. Şimdi bu ifadeye baktığımızda benim gözümde derhâl Gökalp canlanıyor.

Enver Paşa ve Rasneli Niyazi’nin eylemleri ile II. Abdülhamit, Kanun-i Esasi’yi ilân etmek zorunda kaldı. II. Meşrutiyet sonrası dönemi de Cumhuriyet’in deney sahası olarak nitelersek, milletin topyekûn aydınlanma sürecine sokulabilmesi için, sosyal ve siyasal düzeni ulusal çıkarlar doğrultusunda yönlendirecek bir entelijansiyanın baş aktörlerinden biridir Gökalp.

Üretilen fikirler, oluşturulmaya çalışılan bilinç, bir süre sonra tam da Atsız’ın dediği gibi Atatürk’te vücut bularak eylemleşmiştir. Bugün de onu yine Gazi Paşa’nın “fikirlerimin babası” dediği biri olarak alkışlanacak seviyeye getirir.

Bugünün aydın sorunu
O hâlde sorun, milletin aydını anlayamamasında değil, aydının millete ulaşmadaki yetersizliğindedir.

Dünün o allak bullak devrinde bile bir milleti yeniden ayağa kaldırabilecek düşünce sistemi oluşturulmuş ve hatta ona eylem kazandırılabilmiş, devamında da halktan karşılığını bulabilmişti. Ama 21. yüzyılı yaşadığımız bu zamanda, milliyetçi aydınlarla ilgili böyle bir sorgulamaya giriyorsak sorun ne halkta ne aydın kavramında ne de milliyetçiliktedir. Sorun düpedüz ben milliyetçi aydınım diye ortada gezenlerdedir.

Dikkat ederseniz az önce anlatmaya çalıştığım tarihi olaylar bir zincir hâlinde birbirini etkileye tetikleye gerçekleşti. Bugün ne oluyor? Kimilerince milliyetçi aydın olarak tanımlanan isimler, Enver Paşa ile Atatürk’ü kavga ettiriyor; kimileri tarihî ve sosyolojik gerçeklerle çelişircesine çözüm süreci destekliyor, ön açıyor, sürece ortak oluyor. Böyle bir milliyetçilikten böyle bir aydınlıktan bahsedebilir miyiz? Belli ki bilinç dünyalarını pantolonlarının cebinde taşıyorlar ki böyle pervasız laflar edebiliyorlar.

Aydın kim?
Aydın çok düşünen insandır, özgür düşünen insandır. Aydın ile vasatı ayıran şey, aydının nereden geldiği değildir. Zamanında köy görüp, koyun güden birinden de aydın olur. Esas mesele, yaptığı yolculukta geliştirdiği perspektif, olaylara ve bunların birbirleri ile ilişkisine getirdiği bakış açısıdır. Bu bakış açısını kazanırken belli bir düşünme metoduyla yaklaşmış, zihnini terbiye etmiştir. Bu terbiyeye ulaşamamış insanların aydın zümrede kendine yer bulması da sanaldır, halka ulaşma çabası da…

Gökalp, döneminde halk ve aydın/devlet arasında bir ikilik olduğundan yakınıyor; bu ikiliğin ortadan kalkması gerektiğini savunuyordu. Bu ikilikten kurtulmak için başlıca çareyi de “halka doğru” gitmekte buluyordu. Türkçülüğün Esasları’nda halka gidişi iki amaca dayandırıyor: Birincisi, o kaynaktan yararlanarak millî benliğimize kavuşmak, ikincisi de halka uygarlık götürmek. Milliyetçi aydının esas hedefi de bu olmalıdır; günlük politikalara göre fikrine ve zikrine elim sende oynatmamalıdır.

Bilinçli milliyetçilik
Milliyetçilik, milletin varlığı ve milliyetin nitelikleri üzerine inşâ edilmiş bir bilinçtir. Bu bilinç, insanın kendisini ön plâna koyduğu bireysel bilinçten farklı bir şey. Kendinin dışındaki anlamlara da kendisini ait hissetmesi gerekir. Ve kendini parçası olarak gördüğü bu ortamın ortak değerler alanında meseleleri ve dahi kendini anlamlandırması gerekir. Bu milliyetçilik bilinci 3 yönlü. (1) Varlığını temellendirdiği kültüre karşı duyulan hassasiyet, (2) Bağlı bulunduğu milletin bekası, selameti için kurduğu idealler ve (3) Mevcut varlığını korumaya yönelik aldığı tavırlar.

Bu bağlamda değerlendirdiğimizde, milliyetçiliğin bir aydın hareketi olduğunu seziyoruz ve zaten tarihî olayları gözlediğimizde de bunu kanıtlıyoruz.

Bugüne geldiğimizde ise milliyetçi entelektüelimiz, aydınımız yok değildir elbette. Çok kıymetli isimlerimiz var; yeni nesilden kendini ispat etmiş kişiler var. Ama bir birleşememe ya da sürekli gruplaşma, homojen olma arzusu da var. Alfred Weber, aydın için ya olduğundan önemsiz görülür ya da haddinden fazla anlam yüklenir diyor ya, sanırım bizdeki de bunun bir yansıması. Kime, hangi açıdan bakacağımızı bilemiyoruz ya da bize hangisi güzel geliyorsa bizim aydınımız odur diyoruz. Bir anlamda aydını da taraftarlığı yapılacak biriymiş gibi konumlandırıyoruz zihnimizde.

Bahsettiğimiz şey, toplum. O da sosyal bilimlerin konusu, yani yorumlar bütünü. Hâliyle farklı farklı görüşler ortaya çıkacak ki zenginlik ve gelişme sağlansın. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye zengin bir ülke. Buradaki mesele, milliyetçi aydının yorum farkı ya da milliyetçiliğe katkısı değil. Asıl problem aydının duruşunda. İnsanların milliyetçiliğini sorgular hâle geldik. Burada suçladığım da yine milliyetçi aydın. Sorgulatmayacak. Ama bunu “Sen benim milliyetçiliğimi nasıl sorgularsın veya milliyetçiliği sizden öğrenecek değiliz.” şeklinde bir çıkışla değil, söylemleri ve eylemlerindeki tutarlılıkla, duruşundaki sağlamlıkla. Ülke şartları içinde kendisine üretim yapabilmek için hangi boyutta özgürlük sağlanırsa sağlansın veya hiç sağlanmasın; milliyetçi aydının benimsediği duruş çok önemli. Âdeta bir turnusol görevi görüyor. Zaten aydının, aydınlığı da bu ortamda belli olur.

Tarafını seç!
Haydi bu sefer ölüleri değil de dirileri masaya yatıralım. Bugün milliyetçi entelijansiya dediğimizde, ister olumlu ister olumsuz bakalım; zihnimizde canlanan belli isimler vardır.

Türk tarihinin dönemleri arasında inanışlara göre büyüklük küçüklük sıralaması yapan da var, Cumhuriyet’in kuruluşunda bütün farklılıklarına rağmen tek bir gaye etrafında toplanabilmiş ve bütün bir milletin saygıyla söz ettiği isimleri yarıştıran da… Milliyetçiyim derken sadece analar ağlamasın diyerek 40 senedir gözünde yaş kalmamış nice Türk annesinin yanan bağrını hiçe sayıp çözüm sürecini destekleyenlere de “milliyetçi aydın” diyoruz; “Anayasa’dan Türklük tanımı çıkarılamaz, millet ırklara ve mezheplere bölünemez, millî devlet yapısı zedelenemez!” diyen ve bu uğurda çalışmalar yapanlara da milliyetçi aydın diyoruz. Yetmiyor, bütün bu farklılıkları bir de sayılarla, oranlarla tescilliyor, sözde bilimsel boyut kazandırıyoruz. Bir anlamda bu benzemez, uzlaşmaz farklılıkları aynı pota altına toplayarak meşrulaştırıyoruz.

Şimdiye kadar aydının da entelektüelin de niteliklerinden bolca bahsettik. Milliyetçilikle bağlantısını kurduk. Öyleyse zihnimizde canlanan isimlerden kaçı mevcut tariflere uyuyor, kaçı uymuyor kolayca bulabiliriz. Bu sayede Türkiye şu an milliyetçi aydın sıkıntısı mı çekiyor yoksa milliyetçi aydının sıkıntısını mı çekiyor karar verebiliriz. Kimler ülkenin kurtuluşunda rol oynuyor, kimler çöküşüne katkı sunuyor karar verebiliriz.

Özetle aydının, aydınlığı zor zamanda belli olur. Özgürlüğün kısıtlandığı bir ortamda haysiyetli duruşunu bozanlar olduğu gibi bozmayanlar da var. Bu gelecekte de böyle olacaktır. Aydın olmak isteyen insan, şu kararı verdiği takdirde aslında böyle bir sıkıntımız olacak mı olmayacak mı anlayacağız: İktidar postu mu yoksa idealler mi?

Ziyaret -> Toplam : 235,82 M - Bugn : 328686

ulkucudunya@ulkucudunya.com