« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Eki

2025

ABD ziyaretinin ardından

Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970

Birleşmiş Milletler’in 80’inci zirvesi geçtiğimiz hafta New York’ta toplandı. Zirvenin iki önem­li konusundan Ukrayna savaşı Putin’in zirveye ka­tılmaması nedeniyle ikinci planda kaldı. İsrail’in Gazze saldırısı ise oldukça popülerdi. Filistin dev­let başkanı Mahmut Abbas vize alamadığı için zir­veye online olarak bağlanabilince, Filistin’in sözcü­lüğünü Netahyahu’nun konuşması sırasında genel kurulu terk eden devletler yaptı. Kürsüye çıkan bir­birinden farklı görüş ve rejimi temsil eden siyasi li­derler Gazze’deki soykırımı şiddetle kınayarak İsra­il yönetimini BM tarihinde pek görülmemiş bir oy­daşma ile yerin dibine soktular. Birbiri ardına gelen “Filistin devletini tanıma” haberleri ise zirve önce­sinden itibaren gündemi belirledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, beklendiği gibi en ağır konuşmalardan birini, elinde açlıktan can vermekte olan çocukların fotoğrafları ve somut örneklerle yap­tı. “Gazze’de bir savaş alanı yok; bir tarafta ordu diğer tarafta masum siviller var” diyerek oradaki durumun eşit koşullarda yapılan bir askeri çarpışma olmadığı­na dikkat çekti. İsrail hükümetini ise soykırım kad­rosu olarak tanımlayarak derhal yargılanmaları çağ­rısında bulundu. Avrupa hükümetleri, başta İspanya ve İrlanda olmak üzere kürsüden İsrail’i kınama yarı­şına girdiler ve yaptırım çağrısına katıldılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süredir “dün­ya beşten büyüktür” söylemi üzerinden gelişen BM’nin yapısına yönelik itirazı, giderek daha yaygın bir eleştiriye dönmeye başladı. Kuruma yönelik en sert tutum ise genel olarak tüm uluslararası kurum ve rejimlere olumsuz yaklaşan Donald Trump’tan geldi. Bozuk prompterden, yürüyen merdivene uza­nan aksaklıklar zinciri canını gerçekten sıktı mı, yoksa işine mi geldi bilinmez ama BM’ye karşı esti gürledi. Kurum, bu aralar oldukça zorda. En azın­dan hali hazırda İsrail tarafından “persona non gra­ta” ilan edilmiş bir genel sekreteri var. Bu da tarihte az bulunur örnekler arasında giren bir durum. (Vak­tiyle BM’nin ilk genel sekreteri Trygve Lie, Kore sa­vaşındaki tutumu nedeniyle SSCB tarafından isten­meyen kişi ilan edilmişti).

New York’tan Türkiye’ye
Belki yaşadığımız çağın, belki de yaşadığımız ül­kenin ürettiği bir garabet olsa gerek hiç kimse her­hangi bir konunun derinliğine inme, gerçekte ne ol­duğunu sorgulama arayışında değil. Herkes kendi kutbunun mecburi aksesuarı olan at gözlüğü ile ola­na bitene bakıp, basit cümleler, jestler üzerinde fi­kir üretip duruyor. Türkiye kamuoyu da her zaman­ki gibi ikiye ayrılmış durumda. Beğenmesi gereken­ler her şeyi çok beğendi, beğenmemesi gerekenlerse hiçbir şeyi beğenmedi. Şaşırtıcı bir durum yok yani.

Gözlükleri çıkartıp baktığımızda ise Türkiye’nin küresel sorun ve sıkışıklarda bir süredir anahtar rolü oynadığını ve bu nedenle de Erdoğan’ın uluslararası etkinliğinin hiç olmadığı kadar yüksek olduğunu gör­mek mümkün. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi temaların bir süredir rafa kalktığı ve otoriterli­ğin geçer akçe olduğu bu yeni dönemde, NATO’nun en güçlü 2. ordusuna sahip bir ülkenin özellikle Av­rupa’daki etki alanının genişlemesi sürpriz değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası sistemin en tecrübeli liderlerinden. Şimdilerde dış politi­kada eski günlerin popüleri “değerli yalnızlık” söy­leminden çıkarak “kalabalıklara liderlik” rolüne soyunmuş durumda. Trump ile birlikte yaptıkla­rı, Arap ülkeleri ve Endonezya’nın da dahil olduğu toplantıdaki konumu da oldukça netti. Kısaca, New York’ta yapılan Birleşmiş Milletler zirvesi istediği­miz çerçeve içerisinde gerçekleşti. Çok taraflı plat­formlarda iyiyiz; peki Washington’dan ne haber?

Washington’dan Türkiye’ye
Washington öncesi Erdoğan’ın Fox News’a ver­diği röportajda Trump’ın savaşları bitiremediğini söylemesi ve ABD’nin terör listesindeki Hamas’ı bir direniş örgütü olarak tanımlaması ilk krizi çıkarttı. Ardından gelen ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubi­o’nun “görüşmek için yalvarıyorlar” ve Tom Barra­ck’ın “meşruiyet arıyorlar” ifadeleri ise her iki ülke­deki muhalif kesimlere iyi malzeme oluşturdu. Di­ğer yandan karşılıklı jestler yapıldı, Blair House’ta kalındı; kapılarda karşılandı; sandalyeler tutuldu; bu adamı çok seviyorum, çok güçlü bir adam denil­di; dış politika kadromuzun zekâsı övüldü vs.

En önemli mesele aslında İsrail yönetimine ve­rilen 'ayağını denk al' mesajıydı. Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğu ısrarla vurgulandı; F-16 savaş uçaklarının satışında yol alındı ve yapılan ticari anlaşmalarla da bir bakıma Türkiye’nin zaman za­man dalgalanmalar yaşansa da, krizli dönemlerde ABD için önemli bir müttefike dönüştüğü içeriye dışarıya gösterildi.

Çoklu platformdan ikili aşamaya geçiş kuşkusuz pazarlık ve uzlaşmazlıkları içinde barındıran bir içeriğe sahip. ABD ile Türkiye söz konusu olduğun­da kolektif hafıza pek iç açıcı değil. Jacques Derri­da, The Politics of Friendship isimli kitabında dost­luğu mutlak uyuma dayandıran ve dostu “bir başka ben”(heteros autos) olarak tanımlayan Aristoteles’i eleştirir. Ona göre dostluk farklılığı içinde barındı­ran ve gelecek vaat etse de hep ertelenen bir bağdır. Bu yüzden dostluk, belirsiz ve asla tamamlanmayan bir süreçtir. İçinde kırılmalar, kızgınlıklar, uzlaş­mazlıklar bulunur.

Bence biz ticaret savaşlarına, krizlere, ani öf­kelere hazırlıklı olalım. Bu adam fazla dostça davranmaya başladı.

https://www.dunya.com/kose-yazisi/abd-ziyaretinin-ardindan/796048

Ziyaret -> Toplam : 228,02 M - Bugn : 100051

ulkucudunya@ulkucudunya.com