« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Eyl

2025

Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak

Nazif Tunç 01 Ocak 1970

O zamanki adı İstanbul Üniversite Basın Yayın Yüksek Okulu’ydu. İletişim Fakültesi’nde kader bizi sınıf arkadaşı olarak buluşturdu. Güzel memleketimin kara çocukları olarak daha ilk günde, öğle sıcağında bir ağacın gölgesinde bir birine sokularak toplanan koyun ve koçlar gibi hemen bulduk birbirimizi.
Ruhlarımız zaten ezelde, kâlu belada tanışmış olduğumuzdan hemen ısındık. Kastamonu, Tekirdağ, Urfa, İstanbul, Nevşehir, Erzurum, Eşkişehir, Antakya’lılar bir dağın bir dağa omuz verdiği gibi sıralandık. Nedense üniversite öğrenci yurdunda kalmaya uygun görülmemiştik. Belki 12 Eylül’den taze çıkmış kurumlar mazimizi ufaktan araştırdıklarındandır dedik, durmadık üstünde. Yorganlarımızı, döşeklerimizi omuzlayarak Fatih Sultan’ın fetih sedalarıyla girdiği Topkapı’dan, İstanbul’a gelecekte ağır yumruklar indirmek üzere biz de o fetih ruhuyla girmiştik ama pek kimimiz kimsemiz yoktu.
Daha ilk adımda var olmak kavgası, barınmak, başımızı sokacak bir yer derdiyle karşılaşmıştık. Kanadı kırık bir kuş gibiydik. Bilmediğimiz, kökümüzün dalımızın olmadığı bir hengame. Çaresiz, Rabbimizden medet bekliyoruz. Nihayetinde, mezun olduklarından öğrenci evine boşaltacak bir memleketlim imdada yetişti. Evi devir aldım. Ev demeye bin şahit istese de bizim için hem öğrenciliğimizde, hem hayata başladığımız ilk zamanlarda birbirimizin nefesiyle ısındığımız ocağımız olmuştu. Okuldaki bütün ülkücü arkadaşların mutlaka uğradı, yurtta sıcak yataklarını terkedip yerde yatmayı göze alıp gecelemeye geldiği, Vatan Millet Sakarya nutuklarıyla sabahladığı, her öğün menemen yendiği mahâfilimizdi orası.
Sermayesi fikir ve heyecan olan hayallerimizin sönmek üzere olduğu bir zamanda yine Kemal Çapraz’ın öncülüğüyle Babıali’de, muhabirlik mesleğine adım atabildik. Hepimiz aynı gazetedeydik. Kimimiz adliye, kimimiz ekonomi, kimimiz sanat muhabiri. Bir yandan okuyor, bir yandan çalışıyorduk… Memleketin kara çocukları olarak nefes almaya başlamıştık.
Kemal’in ailesi İstanbul Tuzla’da yaşıyordu. Gece son vapurla da olsa her akşam Tuzla’ya gidip, sabahları da gelme zorluğuna bütün ısrarlarımıza rağmen direniyordu. Bazı geceler Sirkeci’den Tuzla’ya kalkan son vapuru kaçırdığı olurdu. Bekar ocağına doğru yönlenirdi. Gece yarısına doğru kapıyı açtığımızda bir güneş sıcaklığıyla mahâfili ısıtır. Sabaha kadar davamız, ülkümüz, bozkurt, Türk dünyası, dış Türkler, Musul Kerkük, Kırım konuşulur; konular bitmezdi.
Kemal Çapraz, kalabalık gezerdi. Gittiği yere yalnız gitmezdi. Adeta Gaspıralı, Elçibey, Sadık Ahmet, Denktaş, Cemiloğlu, Cengiz Dağcı, tekmil Türk büyükleri onunla birlikte dolaşırdı. Kemal’in yanında manevi olarak dolaştırdığı ulu Türk dostlarının yanında bir de yolda belde rastladığı misafirleriyle geldiği de çok olurdu. Türk Cumhuriyetlerinden İstanbul’a gelmiş, gelir gelmez de aldığı selamları iletmek üzere Kemal Çapraz’ı bulmuş Türk ırkdaşları kaldıkları süre ne kadar uzun olursa olsun, yeme içme konaklama, giyim kuşam da dahil Kemal Çapraz’ın misafirseverliği, cömertliği himayesinde olurlardı. Gazeteden aldığı maaşı hep Türk Dünyasından kopmuş olan konukların ağırlanmasına, ihtiyaçlarına harcanırdı. Bir o kadar da borç içine girdiğinin her zaman şahidi olmuşuzdur.
Gece yarısı ne zaman kapımız çalsa, anlarız ki sevgili Kemal Tuzla’ya kalkan son şehir hatları vapurunu kaçırmış ve Sirkeci’den Aksaray’a kadar gecenin o vaktinde yürüyerek gelmiştir. Özellikle kış aylarında ayazda gecelemek mecburiyetinde kalan gurbetçileri, garibanları bulur; “Anadolu’nun yiğit yörük Türkmen kardeşlerimizden.” diye takdim ederdi birlikte geldiklerini. Belki bir saat önce tanıdığı, bu meçhul misafire kırk yıllık tanışı, akrabası gibi yakın davranır, bu güveni bizi şaşırtırdı. Hemen hemen her gelişinde Sultanahmet meydanından, Beyazıt’tan, Cağaloğlu’ndan bulduğu Türklerle gelmeyi adet edinmiş. Boşu yoktu. O kardeş istediği kadar ocağımızda konuk olarak ağırlanır. Barındırılır, yedirilir içirilir, hatta bazen Kemalciğimin kendi paltosu giydirilerek uğurlanırdı. Gelen misafirler nereden gelirlerse gelsinler, kim olursa olsunlar, hangi fikir ve şekille gelirse gelsinler Türkçü olarak ve Kemal Çapraz’ın ebedi dostu, kardeşi, ülküdaşı olarak ayrılırlardı. Hep böyle ördü dostluk, insanlık halkasını…Kemal için, Türk dendi mi akan sular dururdu.
Yine bir gece dışarıda bele kadar kar var. Bıçak olup eti kesen ayaz var. Kapımız çaldı. Gelen Kemal’di. Ama üzerinde paltosu yok. Kaşkolu ile sıkıca sardığı suratında ağız burun soğuktan darmadağın. Arkada bir adam var. Her zaman alışık olduğumuz bir konuk değil bu. Uzun boylu, zebella bir zenci. Kemal’in paltosu da sırtında ceket gibi duruyor. Kollar dirsekte. O derece küçük. Kemal bu kar mahşerinde son vapuru kaçırınca yönünü yine mahfele çevirmiş. Laleli de zenciyi titrerken görünce paltosunu sırtından çıkarıp giydirmiş. Kar ve ayaz çekilinceye kadar bir süre barınması için mahfele getirmiş… Hep Türk bir misafir getirmesine alıştığımızdan Kemal’e takıldık. “Kemal ne iş? Bu zebella Türk değil?” Kemal boylu postlu Afrikalı zenci kardeşini tepeden tırnağa bir süzdükten sonra, biraz da gururla; “O Türkleri seviyor, dedi. Türkleri seviyor olması zenci kardeşimizi başımızın üstünde misafir etmeye değmez mi?” Ey Kemal; biz o an anladık ki o Afrikalı zenci kardeşimiz, o geceye kadar Türk kelimesini duymamış olsa bile, bir daha ne seni, ne Türkü unutamaz. Sonsuza kadar Türkleri sevecektir. Mahşerde ulu Türklüğünle, güzel insanlığınla ve gök ekini dostlarınla haşrolunacaksın inşallah. Hep iyilerle ol…

Ziyaret -> Toplam : 205,42 M - Bugn : 6200

ulkucudunya@ulkucudunya.com