« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

15 Eyl

2025

Bir 12 Eylül Yazısı

Ramazan Akgün 01 Ocak 1970

Her 12 Eylül bende bağırışlar, haykırmalar, çığlıklar arasında yaşanmışlıkları hatırlatıyor. Öylesine bir kaos ki, kavgalardan yorulan vatandaşın ülkenin genç kuşaklarına kulaklarını ve vicdanını kapattığı bir dönem!

Kavgaların sorumluluğunu bir avuç 15-25 yaş arasındaki gençliğe yamandığı, bugün dahi bitmeyen tuzaklardan kendini kurtarmayanların, dünün tuzaklarına düşenleri bir dönemin bütün günahlarını yüklediği bir tarih 12 Eylül 1980…

Yani 12 Eylül 1980; “çığlıklarımızın gömüldüğü toplu bir mezarlıktır”…

MHP ve Ülkü Ocakları yargılandı bu dönemde. MHP’liler ve Ülkücüler neler yaşadı? Buyurun anlatayım;

—Haydar al bunları emanete!

13 Ekim 1980’de Hatay Nokta Karakolu’na beni götüren sivil giyimli polis memurları karakoldakilere böyle hitap ediyordu.

19 Kasımda 1980’de tutuklanasıya kadar hep “Haydar” denilen kişilerce gözüm bağlı sorgulandık. Soru sorulmadı, sorgulandık!

“Anlat bakalım!” diyordu Haydar abi!

Ne anlatayım abi? Dediğimde tokat ve yumruklar patlıyordu yüzümüzde ve vücudumuzda. Konuşmamızı istiyorlardı. Ama konuşmamızı istedikleri konu, bir suçla ilgili olmalıydı!... ve biz o suçun bir yerinde bulunmalıydık! Yani kendimizi suçlamalıydık! Ya yapmalıydık, ya yapanları bilmeliydik! Yaptıklarımızı amacı ile birlikte anlatmalıydık!

1964 doğumluyum. 13–10-1980’de gözaltına alındım. 16 yaşındayım!

36 gün İzmir Emniyet Müdürlüğü siyasi şubede kaldım ve tutuklanarak Buca cezaevine konulduk. 36 gün gözaltındaydık yani. 90 gün kalıp salıverilen ve kapıda bir 90 gün daha süre başlatılarak gözaltına alınan çok arkadaşımız var. Aileleri gözaltına alınıp suç kabul ettirilen çok arkadaşımız var. Bu gözaltıların hesabı hukuk adına niye sorulmaz anlamıyorum hâlâ! 12 Eylül’de yapılan sistemli işkencenin en büyük delili bu gözaltı süreleridir. Ama hiçbir şekilde bu konu gündeme getirilememektedir.

Eli kalem tutan, bugünleri yazanların ve sinemaya aktaranların derdi hâlâ; “çatışmaların sorumlusu sensin, benim, şu, bu…” İşkencenin aslı ve delili bu gözaltı süreleridir. Sağcısıyla solcusuyla bu konu ıskalanmamalı, vurgulanmalıdır.

Cezaevinin ilk günü adli mahkûm denilen kişilerin yönetimindeki koğuşta geçti. Ancak sabah olunca anladık ki, koğuşta solcu tutuklularda var! Ne olduğunu aynı avluya çıktığımız karşı koğuştaki Bayram ağabey bize söyledi; “Karıştır barıştır diye bizleri adli mahkûmların gözetiminde bir araya getirdiler. Sizin koğuşta sadece siz varsınız ama 20 tane solcu var... Gece dikkatli olun!” dedi ve bir resim tablosu verdi. “Tablonun arka kapağını kaldırın şiş var! Saldırırlarsa hazırlıklı olun!” diye tembih etti!

Gece gözüme uyku girmedi. Her an birileri bizi boğazlayacak gibiydi. Daha sonra 2 gün içinde Balıkesir davasından tutuklanan arkadaşlarda gelesiye kadar çok uyuyamadım. Koğuşta 5 kişi olunca rahattık artık! Suç ve mahkeme aklımıza bile gelmeden, buradaki şartlarda hayatta kalabilmek daha önemli olduğunu düşünüyorduk.

Ne kadar, nasıl kalacağımızı, orada kalanların kaldığı süreleri öğrendiğimde acı acı düşünmeye başladım. 8 aydır orada kaldığını söyledi bir uyuşturucu kaçakçısı! Vay be burada 8 ay nasıl yaşanır şaşırdım. Sonra 1 senedir orada olduğunu söyleyeni takdir ettim…

Hele biri vardı, 7 sene deyince ALLAH diye daraldım. Bunca sene buralarda neler yapılabilir? Kesin kafayı yerim dedim!

Evet, alışıyorsunuz… Günleri saymadığınızda günler geçiyor. Ama saydığınızda, beklediğinizde gelmiyor geçmiyor… Bir şeyler yapıyorsanız, orada da dışarıda da zaman yetmiyor… Yan gelip yatıyorsanız orada da dışarıda da zaman geçmiyor. Aslında hayat yaptıklarımızla bizleri sınıyor; yapmadıklarımız (sadece başta kendimiz olmak üzere) can sıkıyor. Zaman yaptıklarınızla anlam kazanıyor. Yapılmayanlar sıkıntıları sürekli katlıyor.

Her gün tedbirli geziyorduk! Daracık koridorlarda… Her an bir sürtüşme… Her an bir kavga olabilirdi! Buradaki kavgaların bedeli kendi veya arkadaşınızın hayatı olabilirdi… Siyasi olmayan mahkûmlarda bizlerden tedirginlerdi! Ayrıca çıkacak affın önündeki en büyük engel (onlara göre) bizlerdik! Af çıkması bizlerin yokluğunda garanti olsa, hepimizi bir gecede boğarlardı!

Kimler geldi, geçti? Birkaç ay kalamam sandığım cezaevinde 8. ayı tamamlamıştım!

Bir akşam haberlerinde TV başında toplandık her zamanki gibi. İlk haber o andan itibaren dikkatimizi yoğunlaştıracağımız “MHP davası açılması” ile ilgiliydi. Pür dikkat dinlemeye başladık…

Nurettin Soyer isminde Ankara Sıkıyönetim Başsavcısının 220 sanık hakkında idam isteğinden bahsediyordu. İddianame 945 sayfaydı. Şöyle diyordu savcı Nurettin Soyer; bir numaralı sanık Alpaslan Türkeş, elini yatay bir biçimde yere paralel hareket ettirmiş, bu hareket sonucunda Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul öldürülmüştür! Sonra dikey hareket ettirmiş, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler öldürülmüş!

Anlatıyordu basın toplantısında Nurettin Soyer… Pür dikkat dinliyorduk… Yatay ve dikey hareketler!... Ve ölenler! Ve öldürülenler… Ertesi günü merakla beklemeye başladık. Acaba kimler vardı iddianamede? Tanıdık isimlerle karşılaşacak mıydık?

Sabah kalktığımda, arkadaşlar gazeteleri almış okuyorlardı! Sessizce… Tanıdık kimse var mı diye sordum? Kimse cevap vermedi. Hepsi gazetede okuduklarına dalmışlardı. Bende boşta bir gazeteyi aldım, okumaya başladım…

Savcının sözleri manşetteydi ve isimler vardı. 765 sayılı kanunun 146/1’den idamı istenenler;

1- Alpaslan Türkeş

Başbuğu asmak istiyorlardı! Canım sıkıldı bir anda, “elimiz kolumuz bağlı” ne yapacaktık!

Okumaya devam;

- Muhsin Yazıcıoğlu

- Agâh Oktay Güner

- Namık Kemal Zeybek

Bildik isimleri okumaya devam ederken ilk tanıdık isim beni çok heyecanlandırdı!

- Mehmet Ali Metin

İzmir Ülkü Ocakları başkanı. Benim köylüm, hemşerim… İsmini orada okumak nedense beni çok sevindirdi! Sanırım böyle önemli isimlerle bir arada onunda olması ve benim ona yakın olmam gururlandırdı beni. Ondan sevinmiş olmalıydım! Ama gerçekten sevindim!

Devam ettim okumaya;

—Müfit Kır (İzmir Ülkü Ocakları 2.Başkanı)

—Mehmet Aran (Pol-Bir İzmir Şube Başkanı)

Hepsini tanıyorum. Ne kadar önemli ülküdaşla birlikte olmuşum. Çok sevinçle ve hızla gazetenin iç sayfalarını açmaya başladım!

Bu arada dikkatimi çekti. Ben isimleri sesli okuyordum. Ancak arkadaşlarım hâlâ sessizdiler… Aslında onlarda heyecanlanmalı ve sevinmeliydi. Bu isimleri onlarda tanıyordu! Neden sessizler anlayamadım o anlarda! İç sayfalarda isimleri okumaya devam ettim. TCK 149/2’den idamı istenilenlerin isimleri okumaya başladım;

- Kemal Türker abi de var! Ahmet Ulu, aa… “Ergün sende varsın!” (Cezaevi koğuşundaki o anda yanımdaki arkadaşıma) seslendim. Biraz kıskanarak seslenmiştim! aa… “İbrahim sende varsın!” (koğuştaki diğer arkadaşım) Şaşkınlığım ve kıskançlığım artmaya başlamıştı. aa… “Ramazan Çimen sende varsın!”

Ya inanamadım kendime isimleri okudukça? MHP yargılanıyor, 220 kişi idam edilmek isteniyor! Ve ben bu 220 önemli kişiden 40 tanesini tanıyorum!

Solcuların asılanları vardı ve sokaklarda onların isimleri ile geziyorlar, onların türkü ve marşlarını söylüyorlar, onların hikâyelerini yazıp, onların sloganlarını atıyorlardı. Bizden hiç asılan yoktu! Onlara bu anlamda vereceğimiz bir cevabımız yoktu!

Ama artık “asılan” olmasa da “asılacak” olanlarımız vardı(!) Gururdan etrafımı süzmeye başladım. Gazeteye bir müddet bakamadım… Arkadaşlar bu arada sessizce gazete satırlarını tarıyorlardı.

Hepsinin bu önemli davadan idamı isteniyordu, aldırmıyorlardı. Bu kadar vakur karşılamaları beni bir kat daha gururlandırdı. Çok önemli bir çevrem vardı; asılsalar hatıraları, asılmazlarsa dostlukları bir ömür yeterdi artık bana… Arkadaşlarıma biraz gurur ve biraz da kıskançlıkla baktım bir müddet… Sonra isimleri tekrar okumaya başladım. Kaldığım yerden ilerlerken birkaç tanıdık isimden sonra, defalarca okumak zorunda kaldığım bir isim ile karşılaştım;

- Ramazan Akgün!

Kendi ismim miydi acaba? Olmamasını istedim! Beni asacaklar mıydı? Ne suçum vardı MHP davasında yargılanacak?! Yok yok isim benzerliğiydi kesin!

Arkadaşlara sorayım bakıyım kim olabilir!

Ya dedim. Burada Ramazan Akgün yazıyor.

Evet dediler koro şeklinde.

Kim bu? derken sesim titriyordu.

Senin adın Ramazan Akgün değil mi? diye sordu İbrahim

Evet diye cevap verdim umudum kırılarak.

İyi işte sensin o! dedi İbrahim.

İsim benzerliği olamaz mı yani diye direndim.

Sessizliklerini yavaş yavaş anlamaya başlamıştım…

Neden olsun? Diye sordu İbrahim.

İyide benim ne işim var MHP yargılanma davasında?!

Bizim ne işimiz var? Hepsi koro şeklinde seslerini yükseltmişlerdi. Ya sahi aklıma geldi o anda; biz emniyet sorgulamalarında suç ortağı olarak ilişkilendirilmiştik buradaki arkadaşlarla! Ne suçları olabilirdi ki MHP davasında yargılansınlar?!

İyide dedim sizin ne işiniz var gerçekten orada?

Çok canı sıkkın bir tonla fısıldayarak konuşabildim.

“Davet ettiler gideceğiz” dedi bir ses... Kimin olduğunu anlayamadım sesin! Sessizliğe bende karıştım…

Tevazu!.. Vakar!… Korku!... Sabır!... Hüzün!... Kahramanlık!..

Ben kimlerde hatıra olurdum asılsam!

Gururla anacaklardı geride kalanlar beni!

Hüzünle yaşanacaktı birçok an, benden sonra yaşayanlar için…

Ben asılmalı mıydım gerçekten?

Anılarıma dalmaya çalıştım. Çokta kalabalık olmayan anılarıma…

16 yaşında yolun sonu görünüyor gibi…

Anılarım çabuk geçiyor gözlerimin önünden…

Hayal kuracağım, beceremiyorum!

Sürekli darağaçları göz kapaklarımda! Başka bir şey görünmüyor…

Gözlerim kurudu… Veya karardı mı?

Ağlayamıyorum…

Hava karardı gibi veya duvarlar mı daraldı?

Nefes alamıyorum.

Gömdüler mi beni?

Abdestim var mıydı acaba? Abdestsiz cennete gidiliyor mu?

Kahramanlığın çok zor olduğunu o anda fark ettim… Başkalarının kahramanlığı ile arkadaşlık daha kolay…

Ziyaret -> Toplam : 205,42 M - Bugn : 7793

ulkucudunya@ulkucudunya.com