Netanyahu’nun dilindeki emperyalist yalan ve Türk dış politikası
Barış Doster 01 Ocak 1970
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, katıldığı bir podcast programında, 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıdığını söyledi. Filistin’de soykırım yapan İsrail’in başbakanının sözünün elbette değeri, önemi, ağırlığı yok. Fakat İsrail başbakanı, bu emperyalist yalanı, kendi başına, hele de ABD’den habersiz edemeyeceğine ve ABD’nin önceki başkanı da (Joe Biden) sözde soykırım iddialarını tanıdığına göre, Türkiye’nin konuyu emperyalizmle mücadele zemininde ele alması gerekiyor.
Dahası var, İsrail başbakanı, bu emperyalist yalanı, Ermenistan ile Azerbaycan’ın, ABD’nin arabuluculuğunda ilişkilerini normalleştirmek için adım attığı dönemde, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, 24 Nisan 1915’le ilgili olarak, “soykırım” yerine, “büyük felaket” ve “kırım” kelimelerini kullandığı, bu nedenle de ülkesinde sert eleştirilere maruz kaldığı süreçte yaptı. Öyle ki Paşinyan soykırım demeyince, Batıda şaşkınlık yaratmıştı. Onun bu tutumu, en çok Türkiye’de, “özürdiliyoruz.com” ekibini, “yetmez ama evet” güruhunu, “Türkiyeli aydınları”, “Türkçe şiir”, “Türkiye sineması”, “Türkiyeli mutfak”, “yerli edebiyat” sevdalılarını, DEM Parti ve çevresini, İletişim Yayınları ve Birikim dergisi grubunu boşa düşürmüştü. FETÖ’nün Taraf gazetesinin yazarlarını, T 24 ve Serbestiyet çevresini de eklemeliyiz bu listeye. Yolu Radikal, Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl, Birgün, Evrensel gibi gazetelerden geçen kimilerini de unutmayalım. Çokturlar. Her zaman söylediğimiz üzere cehalet, örgütlüdür siyasette, akademide ve medyada.
Unutmayalım, Batılı emperyalistlerin ötekisi Türklerdir. Bunlara göre, Anadolu ve Rumeli, eski Yunan topraklarıdır. Eski Roma topraklarıdır. Türkler sonradan gelmişlerdir. Geldikleri yere, Asya steplerine sürülmeleri gerekir. Türklerin Anadolu ve Rumeli’deki izlerinin silinmesi gerekir. Nihayetinde, Şark Meselesi, Doğu Sorunu dedikleri, Türkleri geldikleri yere gönderme sorunudur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, yıllar önce İngiliz ordu müzesinin anketinde, İngilizlerin en sevmediği lider olarak seçilmesi, İngilizlerin ünlü politikacısı Winston Churchill’in karısının, “Kocam ölene kadar bir hayaletle yaşadı, bu hayalet Türklerdi” demesi, boşuna değildir.
Konumuza dönelim. Belli ki dünyada emperyalizmin, diplomasinin, istihbaratın kitabını yazan İngilizlerin ve devlet şeklinde örgütlenmiş haydutluk olan ABD emperyalizminin de desteğiyle ediyor İsrail Başbakanı bu sözleri. Zaten bu üç devlet arasındaki ilişkinin stratejik boyutunu, derinliğini, yakınlığını biliyoruz. O nedenle de pek şaşırmıyoruz.
Biliyoruz, İsrail; uluslararası hukuku umursamaz. Uluslararası hukukun temel kaynakları arasında anılan Birleşmiş Milletler kurucu şartına, uluslararası antlaşmalara, Cenevre Konvansiyonu, Roma Statüsü, Viyana Konvansiyonu gibi temel metinlere uymaz. Bir kısmına taraf olmaz, imza atmaz. İmza attıklarını da sürekli ihlal eder. Yıllardır Filistin’de, Gazze’de açıkça savaş suçu, soykırım suçu, insanlığa karşı suç işlediği halde, en büyük desteği ABD’den, Almanya’dan, Fransa’dan, İngiltere’den aldığından, Filistin halkını, insan olarak bile görmediğini söylemekten hiç çekinmezler İsrailli sivil ve asker yöneticiler.
Filistin sorunu, İslam alemi ve Arap dünyasının da etkisizliği, ilgisizliği, güçsüzlüğü sonucu, başlangıçta Arap – İsrail sorunuyken, sonra Filistin – İsrail sorununa indirgenmiş, son olarak da Hamas – İsrail sorununa dönüşmüştür. Çok boyutlu bir sorun olduğu halde, Arap – İslam dünyasında eskisi kadar öne çıkan bir sorun da değildir artık. Sorunun kimlik boyutu vardır, güvenlik boyutu vardır. Tarih, siyaset, din, kültür, coğrafya boyutu vardır. Dış politika, uluslararası hukuk boyutu vardır. Ekonomi, enerji boyutu vardır. Jeopolitik, stratejik boyutu vardır.
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ BAŞARISIZLIĞI
İsrail başbakanının emperyalist yalanı dillendirmesi, Türk dış politikasının başarısızlığıdır aynı zamanda. Evet, İsrail başbakanı küstahtır, arkasında büyük bir emperyalist destek vardır. Evet, iç siyasette sıkışmıştır. Evet, dünyada tepkilerin odağındadır. Bunların hepsini biliyoruz.
Fakat tüm bunlara karşın, İsrail – Azerbaycan ilişkilerinin bu kadar güçlü olduğu ortadayken, Azerbaycan – Ermenistan ilişkileri normalleşme yolundayken, Türkiye ve İsrail arasındaki ticaret çok yakın zamana dek hayli yüksek seviyede seyrediyorken, İsrail başbakanının bu sözleri söyleyememesi gerekir. Eğer söylemiş ise bu sadece onun küstahlığı, şımarıklığıyla açıklanamaz. Türkiye’nin caydırıcılık ve yaptırım kapasitesi anlamında eksikleri olduğunu da gösterir.
Dış politikada kuraldır, baştan tedbir alınır, önlem alınır, bir söze ve eyleme karşı. Buna rağmen engel olunamaz ise güçlü yaptırımlar, müeyyideler devreye sokulur. Ama bunlar yapılmaz ve her seferinde “tanımıyoruz, ciddiye almıyoruz, bizim için yok hükmündedir” gibi sözler edilirse, buna yaptırımı olmayan diplomasi anlamında, dişsiz – güçsüz diplomasi denir (diplomacy without teeth – force) literatürde.
Avustralya merkezli Lowy Enstitüsü’nün, 66 ülkeye ilişkin verileri incelediği Küresel Diplomasi Endeksi raporunda, Türkiye’nin, Çin ve ABD’nin ardından, diplomatik ağı en geniş üçüncü ülke olması, demek ki, beklediğimiz etkiyi, arzuladığımız caydırıcılığı yaratmamıştır. Anadolu Ajansı’ndan Ayşe Şeyma Asan’ın haberine göre (Rapor: Türkiye diplomatik ağı en geniş 3. ülke, aa.com.tr, tarih: 28. 02. 2024), Türkiye’nin dünya çapında 252 dış temsilciliği bulunmaktadır. Diplomatik ağının yaklaşık yüzde 40’ı Avrupa’dadır. Çin, ABD ve Türkiye’yi sırasıyla Japonya, Fransa, Rusya, İngiltere, Almanya, İtalya ve Brezilya izlemektedir. Türkiye’nin 2002’de 163 olan faal dış temsilcilik sayısı 2024’te 261’e yükselmiştir.
Diplomatik misyon sayısı yanında, dünyada en fazla dış yardım yapan ülkeler arasında olmakla da övünen Türkiye; Orta Asya Türk devletlerinin (Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan), KKTC’yi tanımak şöyle dursun, Güney Kıbrıs’la kurdukları yakın ilişkileri engelleyememişse, KKTC’yi tek bir devletin tanımasını sağlayamamışsa, dış politikada en yakın olduğumuz ülke olan Azerbaycan’ın İsrail’le gelişen ilişkilerine rağmen, İsrail başbakanının bu sözleri söylemesini engelleyememişse, şapkayı önümüze koyup düşünmek gerekir.
Türkiye; coğrafi konumu gereği, iktidarda hangi parti olursa olsun, dışişleri bakanı kim olursa olsun, zaten dış politika ajandası en yoğun olan ilk 10 ülke arasındadır. Ama önemli olan dışişleri bakanının çok seyahat etmesi, ikili veya çok taraflı zirvelerde boy göstermesi değil, atılan adımların sonuç alıcı olmasıdır. Bu da bakanın karakteriyle, partisiyle, dünya görüşüyle değil, son kertede Türkiye’nin devlet kapasitesiyle, ölçeğiyle, hacmiyle, güç unsurlarıyla ilgilidir.
Dış politikada, tipik bir orta büyüklükteki devletin, kısa sürede ölçek büyütmesi de o denli kolay değildir. O devlet elinden geleni fazlasıyla yapsa da, bu konuda ulusal bir uzlaşma olsa da kolay değildir. Çünkü pek çok dış dinamik vardır bu alanda. Konjonktür gibi, ittifak ilişkileri gibi, bölgesel gelişmeler gibi, hasımların ve müttefiklerin bu konuda ne düşündüğü gibi…
Türkiye örneğine dönersek, bu yalın gerçek, ABD’yle ilişkilerde de görülmüştür, Suriye’de yaşanan gelişmelerde de. Bu somut gerçek dışındaki tüm sözler, vaatler iç siyasete yönelik çıkışlardan ibarettir. İçeride alıcısı vardır, fakat dışarıda etkisi yoktur.
https://www.veryansintv.com/yazar/baris-doster/kose-yazisi/netanyahunun-dilindeki-emperyalist-yalan-ve-turk-dis-politikasi