Trump, Putin ve Alaska
Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970
Tarih boyunca sistemin büyük aktörlerini temsil eden liderlerin buluşması iyi veya kötü yeni bir dünyanın kapısını aralayan zirveler olarak anıldı. Örneğin 20. yüzyılın temel düzeni pek çok tarihçiye göre “büyük dörtlü”nün liderliğindeki Versay Zirvesi ile şekillenmişti.
ABD Başkanı Woodrow Wilson, Britanya Başbakanı Lloyd George, Fransa Başbakanı Georges Clemencau ve İtalya Başbakanı Vittorio Orlando, savaş sonrası düzenin nasıl şekillenmesi gerektiğini konuşup, tartışıp anlaşmıştı. Yeni dünya, çok uluslu imparatorlukları dağıtmak ve savaşın yenilen tarafını bir daha sistemde belirleyici rol oynayamayacak kadar küçülterek zayıflatmak prensibine dayalıydı. Düzene karşı gelenler, yalnızca Osmanlı’nın genç subayları oldular. Atatürk’ün liderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bu zirvenin tasarımına karşı duran ilk direnişçi oldu. Savaşı kaybeden diğer aktörler ise 20 yıl sonra sisteme karşı büyük bir isyan hareketi başlatarak on milyonlarca insanın hayatına mal olan II. Dünya Savaşı’nı başlattılar. Yine yenildiler.
Savaş sonrası inşa edilen düzenin mottosu ‘soğuk savaş” idi. Yeni tarih, ABD Başkanı Theodore Roosevelt, Rusya lideri Joseph Stalin ve Britanya Başbakanı Winston Churchill‘in katılımıyla Yalta Zirvesi’nde başlatılacaktı. Merkez Avrupa’nın bölünmesi ve zayıflatılması temel prensipti. Doğu Avrupa Varşova Paktı, Batı Avrupa ise NATO şemsiyesi altında kontrol altına alınıyordu. Birleşmiş Milletler’in kuruluşu, küresel bir düzenin “Büyük Beşli”nin sigortaladığı bütünsel bir yapıya dönüştürülmesi hedefini yansıtıyordu. Bu hedef doğrultusunda Roosevelt idealist, Churchill temkinli, Stalin ise pragmatikti. Diğerleri ise aslında yoktular.
1989 yılında Malta açıklarında bir gemide, fırtınalı bir günde, George Bush ve Mihail Gorbaçov arasında yapılan tarihi zirve, küresel düzenin 44 yıl önce kurulan yapısının değişeceğini gösteren en ciddi sinyaldi. Malta Zirvesi’nin sonucu resmi bir anlaşma değil sembolik bir ilan olsa da iki tarafın artık birbirine düşmanlık yapmayacağını taahhüt eden, ‘soğuk savaşı’n o gergin psikolojisini dağıtarak yeni bir dönemin kapısını aralayan büyük bir adımdı. Duvarlar yıkılırken, küresel köy kucaklaşmaya hazırlanıyordu.
Trump Putin zirveleri
Dünya sisteminin her zaman en önemli özelliği değişime açık olmasıydı. SSCB’nin dağılmasından sonra bir daha asla tarih sahnesine aynı güçle dönemeyeceği düşünülen Rusya’nın, Putin liderliğinde sistemi sallamaya başlaması 2007 Münih Güvenlik Zirvesi’nde ilk sinyallerini vermişti. Pasifiğin öte yanından Çin, küresel köyün yeni devi olarak yükselirken, Rusya, saldırgan bir formda kaybettiklerini yeniden kazanma telaşını yansıtan bir politikaya yönelmişti. ABD’nin artık kürenin tek kutbu olmadığını görmesi biraz zaman aldığı gibi maliyetin de yükselmesine neden oldu.
Obama idealizminin sonu Donald J.Trump’ın iktidarı ile geldi. Putin’in karşısında artık Amerikan müesses nizamına da meydan okuyan, değişik bir tipoloji vardı. Siyasetin dili ve tarzının değişmesi herkesi hazırlıksız yakalamıştı. Trump, dünyadaki tüm topraklara emlak gözüyle bakan, diplomatik ilişkileri parasal getirileri ve potansiyelleri üzerinden şekillendiren, en ciddi güvenlik tehdidinin bizzat ABD içinden kaynaklandığını düşünen, dost-düşman ayrımı gibi psikolojik faktörleri reddeden ama bir yandan da Amerika’yı büyük yapmayı vadeden bir profildi.
Trump’ın Putin’e bakışı da doğal olarak böyle şekilleniyordu. İkili arasında 2018’de düzenlenen Helsinki Zirvesi, gergin bir atmosferde gerçekleşecekti. 2016’da ABD’de yapılan seçimlere Rusya’nın müdahale ettiği ve Trump’ı desteklediği iddiası Amerikan kamuoyunu hayli meşgul etmişti. Rusya 2014’te Kırım’ı ilhak etmiş, buna bağlı olarak doğu Ukrayna’daki sıkıntı zirveye ulaşmıştı. Çıkarlar önemli ölçüde çatışıyordu. Zirveden bu konularla ilgili somut bir sonuç çıkmasa da Trump’ın Amerikan güvenlik bürokrasisini karşısına alarak Putin’in sözlerine prim vermesi ve CIA, FBA ve NSA gibi kurumları suçlamaya varan açıklamaları sarsıcı etkiler yaratmıştı. ABD Rusya ilişkileri bir yana, Trump ile Putin ilişkileri bir başka yanaydı.
Alaska Zirvesi’nden kalanlar
Rus Çarlığı’nın 1867 yılında savaş borçlarını ödeyebilmek ve Britanya baskısını kırabilmek amacıyla 7,2 milyon dolara ABD’ye sattığı Alaska, Trump-Putin arasındaki son zirvenin de ev sahibi oldu. İki lider aynı arabayla toplantı yerine gittiler; B2 uçaklarının gökyüzündeki şovları eşliğinde oldukça yakın bir görüntü sergilediler. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savaş suçlusu ilan ettiği Putin’in, ABD topraklarında ve başkanlık araçlarıyla özgüvenli bir biçimde seyahat etmesi uluslararası hukuk kurumlarının ve normlarının çok da anlam ifade etmediğinin sembolik bir ispatıydı. Alaska Zirvesi’nden resmi anlamda somut bir sonuç çıkmasa da özel olarak Ukrayna’ya yoğunlaşılan bir zirvede, kendilerinin davet bile edilmemiş olması “aslında yoktular” felsefesinin hala geçerli olduğunu gösterdi.
Yaklaşık 2,5 saatlik zirvede konuşulan konuların ne olduğu tam olarak açıklanmasa da sadece Ukrayna ile sınırlı kalması beklenemez. Ciddi bir al-ver pazarlığı olduğu ve Suriye ile Gazze meseleleri gibi çatışmalı mikro meseleler kadar Çin’in genişleyen etki alanının ve alınacak önlemlerin de gündeme gelmiş olması muhtemeldir. Zirveler genellikle liderlerin ellerinde iğne iplik ve makasla dünya haritasını kesip biçtikleri, onu öbürüne yamaladıkları bir stratejik terzilik ortamıdır. Bakalım bu sefer kabak kimin başına patlayacak?