İsrail’in hedefindeki KKTC ve Türkiye’nin yapması gerekenler
Barış Doster 01 Ocak 1970
İsrail bir yandan Gazze’deki vahşetine, barbarlığına, soykırımına devam ediyor, bir yandan da KKTC’de arazi satın alarak nüfuzunu artırmaya, KKTC’nin İsrail için güvenlik tehdidi olduğu yalanını yayarak, KKTC’yi hedef almaya çalışıyor. Türkiye’ye karşı, Yunanistan’la ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’yle (GKRY) ilişkilerini geliştiren İsrail’in, Türkiye ve KKTC karşıtı hamlelerine karşı, atılması gereken önemli adımlar var.
Madde madde sıralayalım…
Birincisi, Doğu Akdeniz’de, arkasına ABD ve Avrupa Birliği (AB) emperyalizmini alan Kıbrıslı Rumların, İsrail’le gelişen ilişkileri, ABD’nin birkaç yıl önce kaldırdığı silah ambargosundan sonra daha da hızlandı. Türkiye’nin bölgedeki yalnızlığından ve Suriye’yle, Mısır’la yaşadığı gerilimden de yararlanarak, önemli adımlar attılar. Arap ülkelerinden de destek gördüler. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının zenginliği de ABD başta olmak üzere emperyalist güçlerin iştahını kabarttığından, bölgedeki rekabetin sertleşmesi, Kıbrıslı Rumlara alan açtı. Suriye’de Beşar Esad’ın devrilmesi, İsrail’in katliamlar ve soykırımlarla, Filistin’de Hamas’ın, Lübnan’da Hizbullah’ın etkinliğini geriletmesi de, Atlantik cephesinin elini güçlendirdi. Rusya ve İran ise zemin kaybeden ülkeler oldular.
İkincisi, Ege Denizi’nde Yunanistan; ana karasının 10 katından fazla deniz yetki alanı istiyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi; kabaca 5 bin 600 kilometrekare yüzölçümüne karşın, Akdeniz’de, bunun yaklaşık 30 katı deniz yetki alanı talep ediyor. Batı, Yunan – Rum tezlerini makul karşılıyor. Meşru görüyor. Türkiye’ye ise Kıbrıs Rumlarının istediğinin dörtte birinin verilmesini öneriyor. Batı, Yunanistan ve Kıbrıs Rumları, Kıbrıs Türklerini, adadaki eşit ve egemen bir devletin yurttaşları olarak değil, azınlık toplumu olarak görüyorlar.
Üçüncüsü, Kıbrıslı Rumlar; 1954 yılından beri Enosis peşindeler. Adanın tamamına, hemen, tek başlarına hakim olmak istiyorlar. Megali İdea, Helenizm, Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’ın ortak hedefi. Adada, iki farklı, iki ayrı, iki bağımsız, iki egemen, iki eşit devlet olduğunu kabul etmiyorlar. AB’ye üye olmaları, batının da Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla ve adanın tamamının temsilcisi olarak tanıması, Rumları daha da küstahlaştırıyor.
Dördüncüsü, KKTC’nin Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmaması, Orta Asya’daki Türk devletlerinin de (Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan) KKTC’yi tanımak şöyle dursun, geçtiğimiz aylarda Kıbrıslı Rumlarla ilişkilerini geliştirme yönünde adımlar atıp, büyükelçi atamaları, Türkiye’nin ve KKTC’nin elini zayıflattı. Böylesine haklı ve meşru bir davada, Türk dünyasının, İslam dünyasının desteğini alamamak, Türkiye ve KKTC açısından önemli bir sorun.
Beşincisi, Türkiye ve KKTC, adada, iki devlete dayalı egemen eşitlik ilkesinden, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünden, Türk askerinin KKTC’deki varlığından bir milim bile geri adım atamaz. Çünkü bu barışın güvencesidir. Adada, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkan, bu devletin vatandaşı olan Türklere karşı katliam yapan, etnik temizlik uygulayan Kıbrıs’taki Rum teröristlerdir. Gerçek buyken, Birleşmiş Milletlerin de çanak tutmasıyla, önünü açmasıyla, BM zeminindeki müzakereler, Kıbrıs adasının gerçekleri temelinde değil, Yunan – Rum tarafının istekleri, beklentileri doğrultusunda yürümüştür 1968 yılından beri.
Altıncısı, 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti; Rumların, Türklere yaptıkları zulümle, katliamla yıkıldığı halde, sanki bunlar hiç yaşanmamış gibi, Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılmamış gibi davranılamaz. Daha da kötüsü, güneydeki Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla, hem uluslararası anlaşmalara hem de ikili anlaşmalara aykırı olarak, AB üyesi yapılmışlardır, 2004 yılında. Dahası AB, bu kararıyla, kendi ilkelerini, kendi hukukunu da çiğnemiştir.
Yedincisi, Kıbrıs Türkleri arasında, Annan Planına destek verirken, “yes be annem” diyen, “zamanı geldi, baharda Avrupa” diyen, Türkiye’de yaşasa kesinlikle “yetmez ama evet” diyecek olan, her türlü açılımı destekleyecek olan bir kesim, ABD ve AB’nin, Kıbrıs Türküne verdiği sözleri tutmaması sonrası büyük üzüntü yaşamıştır. Annan Planı oylanmadan önce, Kıbrıs Türklerine, “Siz evet deyin, gerisini bize bırakın. KKTC’yi tanıma hariç, her türlü adımı atacağız” diyen ABD ve AB, açıkça yalan söylemiştir.
Sekizincisi, Kıbrıs Cumhuriyeti, 3 yıl, 4 ay, 5 gün yaşamış, Rumlar tarafından yıkılmıştır. Adanın iki tarafında, birbirinden din, dil, ırk, kültür olarak farklı iki ayrı halk, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bu yana 51 yıldır kendi bölgelerinde yaşamaktadır. Bu süre zarfında kimsenin burnu kanamamıştır. Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra, adanın iki tarafındaki iki halkı tekrar birlikte yaşamaya zorlamak, Rumlar tarafından yıkılan devleti yeniden canlandırmaya çabalamak, adadaki gerçeklere de, hayatın doğal akışına da, tarihin, siyasetin, diplomasinin yasalarına da aykırıdır.
Dokuzuncusu, adada ne federal ne de konfederal bir çözüm mümkündür. Dünyada değil federasyonların, değil konfederasyonların, ulus devletlerin bile emperyalizmin saldırılarıyla yıkıldığı bir dönemde, adada federal bir yapı önermek, iyi niyetli bir tutum değildir. Türkiye Cumhuriyeti’ni feodalizm üzerinden federalizme taşımak isteyen de ABD ve AB’dir. İki toplumlu, iki kesimli federasyon öneren Annan Planı’nı yüzde 75 hayır oyu verip reddeden Rumları, bir kez daha memnun edecek formüller arayan BM’nin, 1960 yılından bu yana hem genel sekreterleri hem de bu sekreterlerin Kıbrıs özel temsilcileri, hep Yunan – Rum tezlerini savunmuşlardır.
Onuncusu, adada, Türkiye ve Yunanistan ile birlikte üç garantör devletten biri olan İngiltere de, adada kalıcı ve adil bir çözüm istemez. Böyle bir çözüm, Londra’nın adanın iki tarafı üzerindeki yüksek nüfuzunu azaltacağından, mevcut durumun devamını tercih eder. AB’nin öne çıkmasını istemez. Adanın güneyindeki iki büyük İngiliz üssüyle, Doğu Akdeniz jeopolitiğinde etkili olmayı önemser. ABD’yle birlikte hareket eder.
Onbirincisi, AB; kendi üyeleri olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’tan yana taraftır. Onların tezlerini sahiplenmektedir Türkiye’ye karşı. Bu nedenle Türkiye; Kıbrıs konusunda, AB’nin gözlemci olma talebine usulden ve esastan karşı çıkmalıdır.
Onikincisi, Kıbrıslı Rumlar; adanın tamamına, tek başlarına, bir an önce sahip olmak isterken, onların bu hırslı, hınçlı, hırçın siyasetini ve geçmişte yaptıkları katliamları görmemek, yeniden Kıbrıs adasının iki tarafını birleştirmeye çalışmak, Türkleri bir kez daha Rumların insafına terk etmek demektir. Rumların hedefi, sanki Türklerin de hedefiymiş gibi yansıtılamaz. BM Güvenlik Konseyi’nin 1980 yılından itibaren, adada iki toplumlu, iki kesimli federasyon ısrarı yanlıştır. Adanın gerçeklerine aykırıdır. Rumların hırslarını tatmin edecek bir formül yoktur. Bu yalın gerçek, aradan geçen onca yılda defalarca görülmüştür.
Onüçüncüsü, 2004 yılında adanın iki tarafında Annan Planı oylanmış, Rumlar yüzde 75 hayır, Türkler ise yüzde 65 evet demişlerdir, hem de plan, açıkça Rumlar lehine çok sayıda madde içerdiği halde. Rumlar, evet de deseler, hayır da deseler, AB üyesi yapılacaklarını bildiklerinden, küstahlıklarını sürdürmüşledir. Buna karşılık KKTC, ulusal kahraman, kurucu cumhurbaşkanı Rauf Denktaş karşıtlığıyla bilinen iki cumhurbaşkanı, yani Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı döneminde, teslimiyetçi bir çizgi izlemiştir. Annan Planı’na, Türkiye de destek vermiştir. Denktaş yalnız bırakılmıştır. Medya ambargosu uygulanmıştır. Meramını anlatmak için Kurtlar Vadisi dizisinde konuk oyuncu olarak rol almıştır. TBMM’de konuşmak istediğinde, dönemin başbakanı tarafından, kamuoyu önünde, “Gitsin kendi meclisinde konuşsun” sözleriyle azarlanmıştır. “Söyleyin ona danışmanlarını gözden geçirsin” sözleriyle, kamuoyu önünde eleştirilmiştir. (Denktaş’ın, üçü de hocam olan danışmanlarından Mümtaz Soysal ve Erol Manisalı’yı rahmetle anıyor, Şükrü Sina Gürel’i selamlıyorum). Üçü de Kıbrıs davasını çok iyi bilen, bu konuya kendilerini adeta adamış, seçkin bilim insanları, devlet adamlarıdır. O dönem Türkiye; ekleriyle birlikte 9 bin sayfa tutan ve 4 gün içinde Türkçeye çevrilmesi amaçlanan Annan Planı’ndaki boşluklar için, “Biz Annan’a güveniyoruz. Boşlukları Annan doldursun” demişlerdir. Dünya diplomasi tarihinde görülmüş değildir bu tutum.
Ondördüncüsü, Kıbrıs’taki gelişmeleri ele alırken, adanın jeopolitik konumu, ada etrafındaki zengin enerji kaynakları, adada etkili olmak için verilen büyük güç mücadelesi, bölgesel rekabet, ABD ve AB’nin hesapları iyi bilinmelidir.
Sözün özü, Kıbrıs, toprak değil, vatandır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece ikmal yollarımız tıkanır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir” şeklindeki sözlerini hiç akıldan çıkarmamak gerekir.