Timur ve Şah İsmail
Ayşe Göktürk Tunceroğlu 01 Ocak 1970
Orta Çağlar dünyanın bütün monarşilerinde kardeş kavgaları ile doludur. Bu kardeş kavgalarının sebebi “taht”tır. Yani saltanat… Yani iktidar… Yani hâkimiyet kurmanın dayanılmaz cazibesi. Ve çağın devlet anlayışı, güvenlik anlayışı. Avrupa tarihinde de bu böyledir, Türk tarihinde de, Selçuklularda da, Osmanlılarda da. Bu uğurda tuzaklar kurulur, entrikalar çevrilir; canlar alınır, savaşlar açılır. Yirminci, yirmi birinci yüzyılda bile yeryüzünde sulh ve sükûn sağlamak, kan dökülmesini önlemek üzere o kadar milletlerarası teşkilat kurulmuşken olup bitenlere baksanıza!
Sayın Cumhurbaşkanı İstanbul GENÇFEST programında dedi ki:
“….Batıdan Haçlılar geldi, doğudan Moğollar geldi. Yaktılar, yıktılar, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmadılar ama biz vazgeçmedik. Unutmayın, Timur filleriyle, ordusuyla geldi. Anadolu’yu baştanbaşa istila etti, yılmadık, yıkılmadık. Şah İsmail içeriden dışarıdan vatanımızı sarstı, salladı ‘eyvallah’ demedik. Osmanlı Cihan devleti, Viyana önlerinden, Balkanlar’dan, Yemen’den, Afrika’dan Orta Doğu’dan çekildi. Ankara’ya kadar topraklarımızı kaybettik. ‘Bittik, tükendik.’ demedik, umudumuzu yitirmedik…”
“‘Bittik, tükendik’ demedik, umudumuzu yitirmedik” vurgusu elbette doğrudur, önemlidir ama Timur ve Şah İsmail hatırlatmaları talihsiz olmuştur, yanlış olmuştur. Hele de GENÇFEST denilen gençlerin ağırlıklı olduğu bir toplantıda. Gençlerimizin zihnine Timur ve Şah İsmail düşmanlığı aşılamanın ne faydası vardır?
Sayın Cumhurbaşkanının ağzından çıkan cümleler -metni kim yazdıysa- doğru kurulmamıştır.
Evet, Timur 1402’de filleriyle Anadolu’ya geldi, Yıldırım Bayezid’le Ankara Savaşı’nda karşılaştı. Savaşı kazandı, başka vilayetleri ele geçirdi. Bu arada, St. Jean Şövalyelerinden İzmir’i aldı. Böylece İzmir ilk defa tam olarak Türklerin eline geçmiş oldu. Sonra geldiği gibi çekilip Orta Asya’ya geri döndü. Osmanlı’nın Fetret devri başladı.
Evet, 1514’te Şah İsmail ile Yavuz Sultan Selim, Çaldıran’da karşı karşıya geldi. “Dünya iki hükümdara yetecek kadar geniş değil!” diyen Yavuz… Meydan muharebesi Osmanlı ordularının galibiyetiyle sona erdi.
Bir tane daha var. (Metin yazarı unutmuş!) Fatih Sultan Mehmed ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan. 1473 Otlukbeli Savaşı. Bu meydan muharebesini de Osmanlı ordusu kazandı.
Bütün bunlar kardeş kavgalarıydı. Türk tarihini sadece Osmanlı İmparatorluğu tarihinden ibaret sayamayız. Aynı dönemde birden fazla Türk devleti pâyidar olmuş ve ne yazık ki, birbirleriyle de savaşmışlardır. Galip gelen bayrağı taşımıştır. Savaşmayıp yumruğu bir yere vursalar elbette daha iyi olurdu. Ama yirmi birinci yüzyılın modern devletlerinde, demokrasilerinde bile iktidarın taliplisi isimler yumruğu bir yere vurabiliyor mu kolay kolay? Şimdinin deri koltukları bile, millî devletlerin iktidarı bile nasıl cazip geliyor ki kavgalar, sürtüşmeler, oyun içinde oyunlar bitmek bilmiyor. Orta Çağların murassa tahtlarını, taçlarını, devletlerin egemenlik anlayışlarını, hanedanların varlıklarını koruma ve sürdürme mücadelesini düşünün. Bırakın devletleri aynı hanedan içinde iktidar uğruna nice kıtaller yapılmıştır. Tarihî vakaları çağlarına göre değerlendirmek gerekir.
Söz konusu konuşmada zikredilen iki isim de Türk hükümdarıdır. Anadolu’yu istila ve işgal eden o kadar düşman varken bu iki Türk hükümdarın ismini “düşman” olarak öne sürmek, zihinlere öyle yerleştirmeye çabalamak metni yazanın cehaleti ve şuursuzluğudur.
Timur’un kendisi bile, o kadar çetin bir savaşa tutuştuğu ve yendiği Yıldırım’ın savaştan aylar sonra vefatını duyduğunda “Yazık! Cihan bir kahraman kaybetti.” demişken, diyebilmişken bize ne oluyor da onu yeni nesle istilacı bir düşman gibi tanıtmaya çalışıyoruz. Üstelik, Türk dünyasını parçalara bölmek ve birbirinden habersiz bırakmak için çok gayret sarfetmiş SSCB boyunduruğundan kurtulan Orta Asya Türk devletleriyle yakın ilişkiler, ortak teşkilatlar kurmuşken, onların ataları olarak o kadar saygı ile andıkları Emir Timur’u kötülemek onlarla ilişkilerimize de zarar vermez mi? Şah İsmail’in İran’ı da kapı komşumuzdur.
Bu sene Taşkent Millî Basımevi’nin dükkânında bir kitap elime geçti. Emir Timur’un bir sözü ile başlıyordu:
“Biz kim Maliki Turon, Amiri Turkistonmiz…Biz kim millatlarnıng eng qadimi va eng ulugi Turkning bosh boʻgʻinimiz. Agar bizning qudratimizga shubha qilsang, biz qurgan imoratlarga boq.”
Altı yüzyıl öncesinden gelen bir Türkçe. Anlaşılmadığını düşünmüyorum ama bir de bizim bugünkü lehçemizle yazalım:
“Biz ki Turan’ın meliki, Türkistan’ın emîriyiz. Biz ki milletlerin en eskisi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz. Eğer bizim kudretimizden şüphe duyarsanız, kurduğumuz eserlere bakın.”
Ya Şah İsmail? Şah İsmail’in Hatayî mahlasıyla yazdığı şiirlerden hiç okudunuz mu?
Akıl beru gel beru
Gir gönüle nazar eyle
Görür göz işidir kulak
Söyler dile nazar eyle
Baştır gövdeyi götüren
Ayak menzile yetüren
Türlü maslahat bitüren
İki ele nazar eyle
Sofi isen alub satma
Helaline haram katma
Yolun eğrisine gitme
Doğru yola nazar eyle
İki elim kızıl kanda
Çok günahlar vardır bende
Ya ilahi kerem sende
Düşkün kula nazar eyle
Hatayi eydür ya ganî
Veren Mevla alur canu
Evvel kendi kendin tanı
Sonra ele nazar eyle
On altıncı asırda bu mısraları yazmış olana “yabancı” gözüyle bakabilir miyiz?
Tarihteki Türk devleti sadece Osmanlı İmparatorluğu değildi! Öncesi de vardı, hatta aynı zaman diliminde farklı coğrafyalarda başka Türk devletleri, hanedanları da vardı.
“Timur Anadolu’yu filleriyle ezdi geçti; Şah İsmail vatanımızı içeriden dışarıdan sarstı.” gibi cümleler basit bilgilerdir. Basit, şuursuz, ufuksuz…
Bu iki Türk hükümdarını “düşmanlarımız” gibi göstermek büyük hatadır. Bütün dünya tarihinde olduğu gibi Türk tarihinde de devletler arası güç savaşları olmuştur. Bugün, bu güç savaşlarını incelerken, Türk dünyasına sadece Osmanlı’nın penceresinden bakamayız. Hepsi bizimdir.
Bu iki hükümdar da Türktü! Onlar ve tarihteki farklı hanedanlardan bütün Türk hakanlarının yapıp ettiklerine, onların birbirleriyle mücadelesine çağlarının şartları içinde bakmak zorundayız. Hepsi biziz!
Bir Türk dünyası gerçeği vardır. Atatürk’ün 1922’de Büyük Millet Meclisi’ndeki nutkunda “…Türk milletinin saha-i arzdaki vüsati nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır.” tespiti önemlidir. Bu genişlik ve derinlik içinde ne varsa bizimdir!