Türkiye nereye götürülüyor?
Hakan Paksoy 01 Ocak 1970
Okuyucularımız “Hep de bu konuları yazıyor. Başka konu mu yok?” diye akıllarından geçirecektir. Yazarken ben bile düşündüm. Ancak bir yerlere sürükleniyoruz. Zor günler yaşıyoruz. Bu zorluğun içindeki en önemlisi de egemenlik ve vatan meselesi. İnşallah bu badireyi atlatacağız ve güzel günler de gelecek…
Türkiye, idama mahkûm ettiği bir katille masaya oturarak egemenliğinin tartışmaya açtıracak şekilde müzakere ediyor. O caniye, cezaevinde ağırlaştırılmış müebbete dönüşen cezasını çekerken bir devlet kurdurma yoluna girdi.
Bu kadar ağır yenilgiyi örtülemek için de efsunlu bir kavramı kullanıyor, “terörsüz Türkiye”. Hani en keskin zehri altın kadehte sunarlar ya, işte öyle.
Maksat terörü bitirmekse, bedeli bir milletin başını öne eğdirmeden, teröre ve terörizme teslim olmadan olmalı. Ancak daha sonuca ulaşamadılar. Ulaşamayacaklar da. Çünkü karşılarında Türk milleti var.
Her ne kadar kimlikleri 23 yıldır ağır ve yoğun saldırı altında olsa bile varlar.
Yüz yıl sonra yine emperyalist güçlerin saldırgan politika ve projelerine rağmen varlar. Bu projelerin ortaklarının Türkiye’yi yönetmesine rağmen varlar.
Nereden nereye?
Daha önce de benzer sihirli kavramların arkasında açılmaya çalışmışlardı. Mesela “Analar ağlamasın” ya da “Çatışmasızlık” böyle kavramlardı. O zaman ağzını açıp bir şey söylemek isteyene, “Ne yani analar ağlasın mı istiyorsunuz, yetmedi mi bu kadar gözyaşı?” diyorlardı. Şimdi de “Terör bitsin istemiyor musunuz yoksa?” diye yapılacakların üzerine örtü atmaya çalışıyorlar.
Bunlarla birlikte bizler, Terörsüz Türkiye’nin ”menzili” neresi, anlamaya çalışacağız.
Bu menzili anlamak için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerine bakmamız gerekiyor. Ayrıca ittifak ortağı Bahçeli’nin söyledikleri de var ve çok önemli. Ancak Türkiye’nin yönetim sorumluluğu Recep Tayyip Erdoğan’dadır. Dolayısıyla Erdoğan’ın geçmişte ve bugün söyledikleri üzerinden bugüne bakacağız.
Bu müzakereler 28 Ekim 2022’de kamuoyuna açıklanan “Türkiye Yüzyılı” belgesinde kendisini göstermişti. Bu belge Cumhur İttifakı’nın seçim beyannamesi. Her ne kadar MHP’liler tarafından adı “Türk ve Türkiye Yüzyılı” olarak telaffuz edilse de belgenin adı “Türkiye Yüzyılı”. İçinde olanlara baktığımızda da bu net bir şekilde anlaşılıyor.
Bu beyanname okunduktan hemen sonra “‘Türkiye Yüzyılı’: Egemenlik el değiştiriyor” başlıklı bir yazıda değerlendirmiştim.
Beyannamede, “Cumhuriyetimiz … geçmişinin önemli bir kısmında, kendi içinde barışık yaşayamadı.” yazıyor. “Türkiye Yüzyılı; Kimlik siyaseti yerine birlik siyasetini, Kutuplaştırma siyaseti yerine bütünleştirme siyasetini… İnkâr siyaseti yerine kucaklama siyasetini… ikame etmenin adıdır.” da diyor.
Bölücü terör örgütünün yöneticileri zafer çığlıkları atıyor. Mesela terörist Cemil Bayık ANF’ye verdiği röportajda: “evrenselleşen bir hareket” olduklarından bahsediyor. Mesela, devletin yanında olan korucularımıza “Gelsinler çobanlık yapsınlar, işsiz kalmasınlar.” diyerek hakaret ediyorlar.
Erdoğan’ın 28 Ekim’deki çağrısına cevap 1 Kasım’da DEM Grup Toplantısında geldi. Pervin Buldan, “İlerlemenin yolu bu meseleyi demokratik siyasetle, diyalog ve müzakereyle çözüme kavuşturmaktan geçer.” demişti.
Hafıza hep taze tutulmalı
Bölücü terör örgütünün 12. Kongresi sonrasında yaptığı açıklama gereksiz bir şekilde tartışılmaya başlandı. Lozan Antlaşması da bunlardan birisi. Ama teröristlerin konuşmalarında fazla yer almadığı görülüyor. Oldukça dikkat çekici.
Cumhurbaşkanı da tartışmalardan rahatsız olmuş olmalı ki Arnavutluk’tan dönerken (16 Mayıs 2025) gazetecilere dağıtılan açıklamalarda “Ben hiçbir konuşmamda bu gelişmelerin Lozan’la ilişkisinin olup olmadığına dair en ufak bir ifade kullanmadım.” cümleleri vardı.
Peki, Lozan niye gündeme geldi, yaşananlarla ne ilgisi var? Epeyce bir ilgisi var.
Cumhurbaşkanı PKK açıklamasındaki Lozan konusuyla ilgili hiç konuşmadı. Ancak 2017 Aralık ayında Yunanistan seyahatinde Erdoğan kameralar önünde “Lozan güncellenmeli demiş, Yunan mevkidaşı “Güncellenemez.” cevabını verince tartışmışlardı.
O dönemin Yunan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias da Yunan meclisinde, “Erdoğan’ın, ‘Lozan güncellenmesinden’ esas kastettiği şey, ‘Türkiye’nin doğu sınırları ile alakalı…” diye konuşmuştu. Bu sözlere Türkiye’den hiçbir ses çıkmamıştı.
“Lozan öncesi” ifadesi masum değil. Lozan tartışmaları da. Lozan Antlaşması’yla Türkiye Cumhuriyeti Devleti tanındı, Türk millî egemenliği ve sınırlarımız tescil edildi. Yani, Lozan öncesi ifadesinin önü çok açıktır. Sınırların değişmesi demektir. Kurulacak devletçiklerin Türkiye katılması demektir. Ki o devletlerin denize açılmaya ihtiyacı var.
Tehlike yaklaşıyor
Bölücübaşı, yanına giden DEM Partisi heyeti ile gönderdiği mesajda (17 Mayıs 2025), “Kardeşlik hukuku üzerinde bir yeni sözleşmeye ihtiyaç var. Yaptığımız şeyler büyük bir paradigma değişikliğini ifade ediyor.” cümleleri var. Yeni anayasa ve yeni bir vatandaşlık tarifini işaret ediyor.
“Türkiye Yüzyılı” belgesindeki, Cumhurbaşkanının devamlı tekrar ettiği, “Türk, Kürt, Arap… Alevi, Sünni” birlikteliği daha anlamlı hâle geliyor.
“İnşallah yanılırız. Ancak bu şekliyle görünen o ki, bütün bu anahtarlar, Türkiye’nin taşıyıcı anneliğiyle, Irak ve Suriye’nin bölünmesiyle dört parçalı yeni bir devletin kapısını açacaktır. Bu ise; bölgenin daha da büyük kaosa sürüklenmesini doğurur. Türkiye’nin egemenliğini ve bütünlüğünü tehlikeye sokar.” Bu satırlar Türkiye’nin Rotası kitabımın 125-126. sayfalarından. Kitapta yer alan makale, 11 Haziran 2018’de yazıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ABD seyahatini değerlendiriyor!
Anlaşılan o ki konu sadece yeni bir anayasa ya da anayasa değişikliği meselesi olmanın çok ötesinde. Sanıyorum turpun büyüğü heybeden çıkarılmaya çalışılıyor. Bu da Türkiye Cumhuriyeti’nin Türklerin devleti olmaktan çıkarılıp ortaklık devletine dönüşmesi olarak görünüyor. Yeni Sevr ve çatışmasız bir şekilde BOP uygulaması. Ama beyhude gayret.
Son söz Türk ve dünya tarihinin en büyüklerinden Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün: “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez… Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır.”