PKK’nın silah bırakma sürecine dair
Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970
PKK’nın silah bırakma ve fesih kararının ardından tartışmalar akla hayale gelmeyen boyutlara ulaştı. Fesih bildirisindeki her satır ayrı bir endişenin tetikleyicisi oldu; ülke yeniden iyimserler ve kötümserler arasında bölündü.
Olayı anlamaya çalışanlar ile temkinli iyimserler ve endişeli kötümserler, sahneyi aktif mutlulara ve reaktif mutsuzlara bıraktılar. PKK’nın feshedilmesinin Sevr Antlaşmasına geri dönüş beyanı olduğuna dair sosyal medyaya yansıyan ufuk açıcı (!) tartışmaların ardından İstiklal harbi X (Twitter) platformunda yeniden başlatıldı.
PKK’nın feshedilmesine destek vermek Sevrci olmakla özdeşleşince bunun doğal karşıtı da Lozancılığın PKK’nın silah bırakmasının önüne geçerek terörü yeniden başlatmak tanımlanmasına sokulması oldu.
Peki, Lozan’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin temel kuruluş belgesi ve ulusal kimliğimizin inşasında kullanılan bir zafer sembolü olduğunu düşünen, bu konuda kitap bile yazmış, uzun yıllardır çatışma çözümü ve uluslararası uzmanlarla politik psikoloji alanında çalışan benim gibi birisi ne yapmalıydı?
PKK’nın silah bırakmasının ardından karalar mı bağlamalıydım? Hemen silahlarınızı geri alın, örgütü sakın dağıtmayın filan mı demeliydim? Ne olmuştu da PKK silah bıraktı diye memnun olmuşken kendimi bir anda Sevr antlaşmasını imzalayan hainlerin tarafında bulmuştum?
Trajikomik bu durumun geri planında daha önce yaşanmış ve başarıya ulaşamamış girişimlerin yanı sıra hem PKK kanadına hem de iktidar cenahına yönelik bir güvensizliğin olduğunu biliyoruz.
“Acaba bir pazarlık mı yapıldı? Fesih karşılığında ne verildi” gibi sorular fazlaca zihin kurcalıyor. Bunun tamamlayıcısı ise “başarırlarsa onların hanesine artı yazar; en azından kitle psikolojisini fazla zafer havasına sokmadan odağı değiştirelim” gayreti. Bu kadar kritik bir meselenin bile partiler üstü algılanmasına izin veremiyoruz. İçtiğimiz kahveden, bankamıza, yediğimiz tavuktan oturduğumuz eve kadar her şeyimiz artık politik. Bence bu işin şirazesini biraz kaydırmış durumdayız.
Tamam temkinli ve endişeliyiz de ortada silaha veda ettiğini söyleyen bir terör örgütü var. Neden ve nasıl bu noktaya gelindi dersek şöyle bir analiz yapalım derim.
1- İdeolojik zeminin kaybı: PKK’nın doğduğu ve beslendiği koşullar, ortaya çıkış amacı ve süreci bugünkü dengeleri açıklamıyor. Dünya artık iki ideolojik kutup arasında bölünmüş değil. Çin’in de dahil olduğu Avrasya merkezinin dışına taşan çok kutuplu bir küresel denge var ve silahlı güç olarak vekaleten kullanılan aparatlar bir elden öbür ele kolayca transfer oluyor. Politik çıkar tanımları hızlı değişiyor ve jeopolitik düzlemde çok akışkan bir zemin var. İdeolojik açıdan PKK artık kendisini tanımlayıp konumlandıramayacak durumda. Ne için var oldukları, gerçekte neyi savundukları belli değil. Sosyalist başladıkları yolda mikro milliyetçi bir damara hapsolmuş durumdalar.
Talep olarak ortada kalan somut tek konu anadilde eğitim. Böyle bir konunun değerlendirilmesi içinse sivil siyaset çok daha elverişli bir mecra. Kaldı ki bu dönemde zamanın küresel ruhu özgürlük, demokrasi veya haklar kalıbında değil, istikrar ve güvenlik eksenli olarak şekilleniyor. Örgüt olarak PKK’nin sadece teknik ve eylemsel değil düşünsel olarak da demode hale geldiği ortada. Zaten Öcalan çağrısında tam da bu nedenle örgütün zamanın koşullarına uyum sağlayamadığını söylüyor.
2- Uluslararası sempati ve lojistik desteğin çöküşü: Bölgesel dengeler özellikle 2010lu yıllardan bu yana olağanüstü değişime uğradı. Arap baharının çöküşünün ardından Irak ve Suriye’deki gelişmelerle birlikte IŞID’in ortaya çıkışı ilk başlarda PKK’nın elini güçlendirerek uluslararası destek sağlasa da, IŞID tehlikesinin bertaraf olmasıyla bir istikrarsızlık unsuruna dönüştü. Antitez olarak kurgulanan her hareket gibi o da tezin ortadan kalmasıyla sorgulanır hale geldi. PKK var ama niye var? Hizbullah, Hamas, DAESH, El Nusra vs. gibi örgütler zayıflarken, onlar ne işe yarayacak? Devlet olmayan aktörler bu bölgede varlığını etki bir biçimde sürdürebilir mi? Suriye’de istikrar sağlanırken; ABD ve hatta Rusya kademeli olarak bölgeden çıkmaya hazırlanırken; İran Hizbullahı yediği darbeler sonrasında kendi köşesine çekilmişken, silahlı Kürt gruplar lojistik desteğe nasıl ulaşacaklar? Finansörlerin tehdit olarak gördükleri ne kaldı; neye karşı savaşıp da destek bulacaklar?
3- Bölgesel güç dengesi: Başkan Trump, bölgedeki ABD politikasını kökten değiştirmeye başladığı gibi Netanyahu hükümeti için de zorlayıcı bir faktör haline geldi. ABD’nin başkanı, İsrail’in Türkiye ile ilişkilerini dengelemek zorunda olduğunu ve makulleşmesi gerektiğini bizzat Netanyahu’nun yüzüne söyledi. Hatta Hamas ile görüşerek Gazze’nin geleceğinin ABD liderliğinde belirlenmesi konusunda Filistinlilerle anlaşmaya bile vardı. Bu, İsrail’in bölgedeki dengeleri bozucu faaliyetlerinin ve PKK ile ilişkisinin de sınırlanması sonucunu doğuracak bir gelişme. Türkiye ile aralarındaki gerilimi düşürmek zorundalar. Avrupalılar ise kendi dertlerine düşmüş durumdalar ve Ortadoğu’ya değil Ukrayna’ya konsantreler. Rusya’dan ölümüne korktuklarından Türkiye’yi yanlarına almak ve kaynaklarını da esas tehlike olarak gördükleri kuzey doğuya doğru aktarmak zorundalar. PKK artık Avrupalıların gözdesi değil.
4- Dönüşümün bulaşıcılığı: Dünyada benzer koşullarda doğan ve kitlesel desteğe sahip olan PKK türevi 3 örgüt de silahlı mücadelelerine son vererek kendilerini feshetmiş bulunuyor. IRA; ETA ve FARC’tan sonra sıranın PKK’ya gelmesi beklenen bir durum. Bu tip örgütler organik ömürlerini tükettiler. Başlarken de biterken de bulaştırırlar.
5- Askeri ve operasyonel çöküş: Gerek çevreden gelen lojistik destek imkanlarının azalması, gerekse, Emniyetin, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ve Türk ordusunun savaş teknolojisi konusundaki ani sıçraması, PKK’nın ülke içerisindeki eylem kapasitesini neredeyse yok etti. Teröre karşı verilen askeri mücadele son 10 yılda teknolojik olarak farklılaştı, kurumsal olarak tüm ilgili kurumlarla bütünleşik hale getirildi ve sınırımızın kilometrelerce ötesinden başlayan bir savunma hattı inşa edildi. Anavatanın savulması sınır ötesine taşınarak kayıpları azaltan insansız teknolojiler devreye sokuldu. Örgüt çok büyük kayıplar vermeye başladı; eleman devşirme imkanları azaldı.
6- Liderlik faktörü ve dönüşüm: PKK’nın kurucu kadroları başta Abdullah Öcalan olmak üzere yaşlandılar; çatışmadan ve başarısızlıktan yoruldular. Türkiye Cumhuriyeti devletinin taviz vermeyeceğini ve gittiği yere kadar savaşma niyetini 40 yılda test ettiler. Ölmekten ve öldürmekten başka bir yere çıkmayan bu yoldan dönme konusunda yıllardır İmralı’da tutulan örgütün kurucusunun talimatlarına uymayı tercih ettiler. Öcalan’ın silahları bırakma çağrısı bugüne kadar PKK’ya dönük olarak yapılan en ağır özeleştiri metniydi. Kısacası PKK’nın gidecek yolu zaten kalmamıştı.
Şimdi ne olur derseniz, siyasette provokasyon, kriz ve tuzak bitmez derim. PKK biter ama bir başkası bıraktığı yerden başlayabilir. Ancak öyle bir durumda bile tekrar aynı hataları yapmaktan kaçınmalı, zehirli fikirlerin toplumda kök salmasını, geniş kitlelere ulaşmasını ve evlatlarımıza kastetmesini önlemek zorundayız.
İntikam duygusu ve paranoyalarla beslenen düşmanlaştırma stratejilerini bir kenara bırakıp, akılla ve şefkatle yönetilen demokratik bir devlet mekanizması inşa etmeliyiz. Bu halkın dağılmış bir imparatorluktan arta kalan ölüsü bile Sevr antlaşmasını yırtıp atmayı başardı; 100 yıllık cumhuriyetimize yeni bir Sevr'i dayatmaya kim cüret edecekmiş bir de onun boyunun ölçüsünü görelim.