Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesini anlamak için Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerine bakmak gerekir. İmparatorluk dağılma sürecindeyken, farklı etnik ve dini grupları bir arada tutmak amacıyla Osmanlıcılık ve İslamcılık gibi siyasi akımlar ortaya çıktı. Ancak bu çabalar, yükselen milliyetçilik hareketleri karşısında etkisiz kaldı.
Kurtuluş Savaşı'nı yöneten kadro, Türk milliyetçiliğinin ortak bir ulusal kimlik oluşturarak milleti bir araya getirebileceğini ve bağımsız bir devlet inşa edebileceğini gördü. Bu nedenle, kurulan yeni devletin temelinde etnik üstünlükten ziyade, birlikte yaşama iradesi ve ortak vatan aidiyeti esas alındı. Anadolu'nun tarihsel egemenlik dönemlerinde Türkler asli unsur olsa da, anayasal tanımda eşit vatandaşlık ve kültürel bağlar ön planda tutuldu. Bu felsefe, Türkiye Cumhuriyeti'nin bekasının teminatı olarak görüldü.
Türkiye Cumhuriyeti'nin birliği, kuruluşundan bu yana PKK terörü gibi iç ve dış tehditlerle sınanmıştır. PKK, 1978'de Abdullah Öcalan tarafından, Türkiye'den toprak koparmayı hedefleyen bağımsız bir Kürt devleti kurma amacıyla kuruldu. Stratejisi, Kürtleri Türk milletiyle eşit bir ulusal kimlik olarak göstererek Türkiye'nin üniter yapısını parçalamaya dayanıyordu. Bu yaklaşım, baştan itibaren Türkiye'nin kurucu değerleriyle çelişiyordu.
PKK, ilk dönemlerinde hak talepleri üzerinden meşruiyet kazanmaya çalışsa da esas hedefi her zaman Türkiye'den toprak talebi ve ayrılıkçılık olmuştur. Bugün gelinen noktada, Abdullah Öcalan'ın önerdiği "demokratik konfederalizm" bazı çevrelerce "barış ve demokrasi projesi" olarak sunulsa da, esas amacı PKK'nın fiilî özerklik elde etme stratejisidir. Bu taktiksel manevra, milli irade ve devletin bekası açısından dikkatle değerlendirilmelidir. Bu nedenle süreci "Kürt halkının talepleri" üzerinden tartışmak, PKK'nın stratejik manevralarına hizmet eden bir tuzak anlamına gelir. Türk milliyetçileri açısından bu tuzaklara düşmemek hayati önemdedir.
Türk milliyetçilerinin lideri merhum Alparslan Türkeş, terörle mücadelede tavizsiz ve güvenlikçi bir duruş sergilemişti. Onun bakış açısında, Türkiye'de bir etnik sorun değil, bir PKK terörü sorunu vardır. Türkeş, Kürt kökenli vatandaşları Türk milletinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul ederek terörle müzakereye kesinlikle karşı çıktı ve bölgesel kalkınma ile sosyal refahın artırılması gibi kapsamlı çözümler önerdi.
2009'da başlatılan "Çözüm Süreci" sırasında dönemin hükümeti, bazı açıklamalarıyla Türk milliyetçilerini ve milli değerleri hedef alan bir ortam yaratmış, PKK'nın söylemsel stratejileriyle bazı paralellikler göstermiştir. Örneğin, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kimse bize Türklükle gelmesin. Biz milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız." sözleri; bayrak indirme olayları, resmi kurumlardan "T.C." ibaresinin kaldırılması ve kamuoyunda tartışma yaratan diğer açıklamalar, Cumhuriyet'in kurucu değerlerinin hedef alındığı algısını güçlendirmiş ve milliyetçilerde ciddi rahatsızlık yaratmıştı.
Artık Türk toplumunun PKK'ya ve "Kürt sorunu" tartışmalarına tahammülü kalmamıştır. Bu meselenin gündemden çıkarılması, Türk milliyetçilerinin de arzusudur. "Türk-Kürt kardeştir" söylemi de milliyetçilere ait olup, toplumsal birliği ve kardeşliği koruma perspektifinden doğmuştur. Bu dönemde en büyük rol milliyetçilere düşmüştür; süreci yönlendiren ve toplumsal bilinci şekillendiren temel güç milliyetçilerdir. Şartların değiştiği dönemlerde rollerin de değişeceği muhakkaktır. Artık coğrafya eskisi gibi değildir; Irak ve Suriye parçalanmış, İran benzer bir süreçle karşı karşıyadır. Bu gelişmeler, Türkiye'nin milli güvenlik ve ulusal birliğini koruma stratejilerini yeniden şekillendirmiştir.
Türk milliyetçileri, PKK'nın silah bırakmasına ve terör ortamında mağduriyet yaşayan, hak ihlallerine maruz kalan Kürt kökenli vatandaşların gönüllerinin alınmasına, birlik ve beraberlik içinde eşit ve kardeşçe yaşamaya yönelik atılacak adımları destekler. Ancak devletin kurucu değerleriyle oynanmasını, şehit ve gazilerin hatıralarının rencide edilmesini asla kabul etmez. Kalıcı barış ve huzur, Türk milli kimliği ve Cumhuriyet'in sarsılmaz değerleri korunarak sağlanabilir. Bu nedenle her türlü arayış, bu temel ilkeler üzerine inşa edilmelidir.
Süreci yürüten Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'na Türk milliyetçilerinin hassasiyetleri her ortamda hatırlatılmalıdır. Sonuç ne olursa olsun, bu süreç Türk milliyetçiliği için yeni bir dönemin başlangıcı olacak ve sosyal ve siyasi alandaki yeni konumlarının belirleneceği bir dönemin kapısını aralayacaktır.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.