« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Yusuf Yılmaz ARAÇ

09 Eyl

2024

TÜRKEŞ’İN ÇİLESİ 1967 (33)

09 Eylül 2024

TÜRKEŞ FOBİSİ VE İFTİRALAR

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ’NİN AP’DEN İHRACI,

AP’Lİ BUGÜN VE SABAH GAZETELERİNİN HÜCUMLARI

TÜRKEŞ: TÜRKİSTAN TÜRKLERİN OLACAK

TÜRKEŞ: KOMÜNİSTLERLE SAVAŞACAĞIZ VE ONLARI YENECEĞİZ

TÜRKEŞ: DÜN FATİH OLARAK GİTTİĞİMİZ YERLERE ŞİMDİ İŞÇİ OLARAK GİDİYORUZ

TÜRKÇÜLER GÜNÜNDE KONUŞAN TÜRKEŞ: BÜTÜN DÂVALARIN TEK DAYANAĞI TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİDİR

N. MUSTAFA POLAT TECAVÜZE UĞRADI!

AHMET POLAT: SAHTE BAŞBUĞ VE PİÇLERİ

TÜRKEŞ: HER ZAMANDAN DAHA FEDAKÂR VE CESUR İNSANLARA İHTİYAÇ VAR

TÜRKEŞ: EY TÜRK MİLLETİ TİTRE VE KENDİNE DÖN

TÜRKEŞ: DÂVAYA KATILIP İHÂNET EDEN HERKESİ VURUN

TÜRKEŞ: KOMÜNİSTLERE SAVAŞ AÇTIK, MUTLAKA EZECEĞİZ

PROF. OSMAN TURAN AP’DEN İHRAÇ EDİLDİ

CKMP 1967 KONGRESİ

TÜRKEŞ: HÜKÜMET, TÜRK MİLLÎ HAYSİYETİNİ KORUMALIDIR

MECLİSTE TÜRKEŞ – HAMİD FENDOĞLU

HAMİT FENDOĞLU (Malatya) – Grivas da albay, Kıbrıs’a gidip karşısına çıksana…
RİFAT BAYKAL (Mardin) – Şu adamı susturun canım, artık yeter.
ALPARSLAN TÜRKEŞ (Devamla) – Ne dediniz anlıyamadım…
HAMİT FENDOĞLU (Malatya) – Grivas’ın karşısına çıksana…
BAŞKAN – Sayın Alparslan Türkeş..
ALPARSLAN TÜRKEŞ (Devamla) – Benden evvel siz çıksanız ya? (Gürültüler).

FUAT ULUÇ CKMP’DEN İSTİFA ETTİ, AP’YE GEÇTİ



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 2 Ocak 1967.

TÜRKEŞ FOBİSİ VE İFTİRALAR

Müslümanlar arasında, iktidarın kiraladığı, menfaatlendirdiği bazı adamlar veya kendini bilmez, meselenin içyüzünü bilmiyen bazı safdiller, Adalet Partisi içindeki bu huzursuzluğu, ayrılığı yaratan “Türkeştir” diyorlarmış. “Türkeş, O, hep o, O yok mu o, her şeyin başı.” Hattâ, biz bile onun hesabına çalışıyormuşuz. Prof. Osman Turan, Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, Senatör Dikeçligil, Mukaddesatçı Mebuslarımızdan Mevlût Yılmaz, ateşli milletvekilimiz Ateşoğlu, pervasız genç mebusumuz Şadi Pehlivanoğlu. İsmini şimdi burada söylemek istemediğim bir çok değerli arkadaşlar. Hep Türkeşin hesabına, AP’yi yıkmak için çalışıyormuşuz (!).

* * *

Bu hainler, bu cahiller, bu gafiller bilmiyorlar mı ki, bu saydığımız şahsiyetler, hiç bir adamın adamı, kulu, kölesi değildirler. Onlar kendi dâvalarının adamıdırlar. Hiç bir kimsenin emrinde değillerdir. Vicdanlarının emrindedirler.

* * *

Şunun bunun emrinde olanlar, şunun bunun adamı olanlar, bunu anlayamazlar. Yalama, yatık, silik, parti pırtı lâfından başka bir şey bilmiyenler, partizanlık havası içinde, muhitlerinde bu zanları uyandırmağa çalışıyorlar. Osman böyleymiş, Hasan şöyleymiş. İftira, tezvir, çürütme, yıpratma. Tertemiz, dupduru akan suları bulandırma. İçilemiyecek hale getirme.

* * *

Be hey gafiller: Aklınızı Türkeşe takacağınıza, parti taassubunu bırakın da kendi Başkanınıza, onun ve takımının hareketlerine bakın. Süleyman Bey ve adamları geçen devre nasıldılar, bu devre nasıllar?.

Siz onları Ankara’ya hangi ümitlerle gönderdiniz? Şimdi onlar ne yapıyorlar? Siz bırakın Türkeşi? Adamlarınızın başarısızlığını da mı Türkeş’e yükleteceksiniz?

* * *

Biz Demirel’e neden karşıyız? Bunu yüzlerce defa yazdık, söyledik. Bazılarını yeniden sayalım:

Hani komünizmle mücadele edilecekti. Nerde?

Hani radyo ıslâh edilecekti. Nerde?

Hani ortalığa bolluk, bereket gelecekti. Nerde?

Hani âsâyiş sağlanacaktı. Nerede?

Hani huzur, istikrar, emniyet gelecekti millete. Nerde?

Hani işsizlik, açlık kalmayacaktı. Nerde?

Hani idealistler, milliyetçiler işbaşına geçecekti. Nerde?

Hani, af çıkacak, başta Müslümanlar affolunacaktı. Nerde?

Hani, bütün kadrolar, solculardan, komünistlerden ayıklanacaktı. Nerde?

Hani kudretli ve kuvvetli bir hükûmet kurulacaktı. Nerde?

Hani kırat zaferlerden zafere koşacaktı. Nerde?

Kırat sadece bizi, Müslümanları tekmeledi, tepti. Hani onları tepecekti. Nerde?

Hani Süleyman Demirel Mason değildi. Nerde?

Hani, İsmet paşaya, “ortanın solundasın, Moskova yolundasın” diyorduk. Biz onun yolundan gitmiyecektik. Tam tersine, şimdi biz onlardan, şunlardan çok o yoldayız. Millete verdiğimiz söz ne oldu. Nerde?

Hani A. Partisi iktidarını sağcılar sağlamıştı. Şimdi o sağcılar nerde?

* * *

Avutulan, uyutulan, aldatılan, atlatılan insanlar. Bizler. Anadolu halkı Müslüman Türk halkı. Eh biz, bunları görüyoruz. AP sini iktidara getiren zihniyeti, adaletin özünü müdafaa ediyoruz, milleti uyarmaya çalışıyoruz da karşımıza öcü gibi Türkeş’i dikiyorlar! Türkeş ne karışıyormuş bu işlere. Ne alâkası var bu işlerle.

* * *

Bugün Adalet Partisi hakkın yolundan bize rey veren halkın yolundan ayrılmıştır. Biz bunun mücadelesini yapıyoruz.

* * *

Türkeş ihtilâlci imiş. Aksini iddia eden var mı? Bana ne ihtilâlci ise. Ama şunu da hatırlatmak lâzım, Albay Türkeş geçirilen bu ihtilâl tecrübesinden sonra:

- “En kötü idare dahi, ihtilâl idaresinden iyidir.” demiştir.

Menderes ve arkadaşlarının asılmamasını, âlenen ve resmen Cemal paşaya yazdığı mektuplarla ısrarla istemiştir.

Ve Albay Türkeş bu işe karışmasaydı, o gün iktidar Halkçılara teslim edilecek, daha nice nice başlar sehpalarda sallandırılacaktı. Allahın hakkını Allaha, Sezarın hakkını da Sezara vermek lâzım.

Bugün iktidarın en yüksek kademelerini ihtilâlin juntacıları işgal etmektedir. Bunların arasında idamları tasdik ve tasvip edenler vardır. Bunları gözünüz görmüyor da, iktidarı Halk Partisine teslim ettirmek istemiyen, Menderes ve adamlarının asılmasını istemiyen, bu yüzden Millî Birlikçiler tarafından atılan, Hindi Çinî’ye sürülen Türkeş’i mi görüyorsunuz?

* * *

Yok efendim, ezanın Türkçe olmasını istemiş, Cumhuriyet gazetesi o zaman yazmış. Cumhuriyet neler yazmaz? Hadi istedi diyelim.

Eh sizin en muteber vekiliniz, Başvekilin sözcüsü Rafet Sezgin “Laiklik anlayışında tamamen Halk Partisi ile bir ve beraberiz” deyince, bundan hiç gıcık almıyorsunuz da; Cumhuriyet gazetesinin tahrif ederek neşrettiği ezana mı takıldı kulaklarınız?!.

O Cumhuriyet gazetesi ki, keçisi çalınan müftüyü, “keçi çalan, keçi hırsızı müftü” diye ilân eden gazetedir.

* * *

Halk Partisiyle lâiklikte bir ve beraber olduğunu, Büyük Millet Meclisinde ilân eden Hükûmet!.. Bunun üzerinde hiç durdunuz mu?

Halk Partisinin lâiklik anlayışında, ezanın Türkçeleştirilmesi şöyle dursun, Kur’anın Türkçeleştirilmesi var. Hattâ fırsat ve imkân bulurlarsa dinin kaldırılması var!.

Sizden olsun da ne olursa olsun. Öyle mi? İsterse ananıza avradınıza, dininize sövsün. Yeter ki Kıratlı olsun. Vah, vah, vah!.

* * *

Biz ne şu adamı müdafaa ediyoruz, ne bu adamı. Gerçekleri konuşturuyoruz.

Hakperest olunuz, hakperest! Herkesin hakkını teslim ediniz.

* * *

“Türkeş geliyor!” diye çocuk korkutur gibi milleti korkutunuz! Taraftarlarınızı kabinelerinize alınız! Milletin iktidarını beynelmilel, kökü dışarıda cemiyetlere, derneklere, localara, bunların etrafında toplanan menfaatçılara peşkeş çekiniz.

Ey millet! Taarruza uğramadık bir kulağının arkası kaldı. Kıratı eller aldı. Bil bunu, duy bunu. Anla bunu. Göster kendini. Kiralık kalemlere basmakâğıt tüccarlarına, politika esnafına, senden görünüp sana vuranlara, sana tuzak kuranlara aldanma. Allahın âyetlerini para ile satanlara, mukaddesat vergisi tarhedenlere, örtülü ödenekçi, sözde gelenekçilere inanma.

Benim hiç bir kötü niyetim yok. Maksadım, sapan, sapıtan iktidarı ikaz, sizleri uyarmak, uyandırmak. İktidarın millete yaklaşmasını, millete faydalı olmasını temin etmek. Kıratı dizginlemek.

Bugün bize Türkeşçi diyenlerin içyüzlerini açıklasak ağızlarınız açık kalır, sinek kaçar, ölür de başıma belâ olursunuz.

Türkeşçi. Sizin en muteber bakanlarınız Türkeşçi idi. Ankara’da bir kıpırdama olur olmaz, herkes Türkeş’e koşuyor, bir emir eri gibi:

- Emrinizdeyim Albayım! diyorlar. Bu ödlekleri açıklayalım mı? Durrr. Daha vakti var. Sizi gidiler sizi. Ne sandınız bizi.

Ah iftira.. Ah riyakârlık, ah dalkavukluk, ah, iki, üç, dört, namütenahi yüzlülük, daha doğrusu yüzsüzlük. Ne çektikse bunların yüzünden çektik, daha da çekeceğiz.



Yeni İstanbul, 2 Ocak 1967.

YENİ PARTİ İÇİN VAKİT ERKEN

Siyasî çevrelerde son günlerde çıkan AP, YTP, ve CKMP’li milliyetçilerin yeni bir parti kuracaklarına dair haberler AP’li milliyetçilerle yalanlanmıştır.

Dolaşan rivayetlerde bu yeni partide Adalet Partisinden ayrılacak 20 kadar milletvekili ve senatör ile CKMP, MP ve YTP milletvekillerinin yer alacağı belirtilmektedir. Ancak, bu konuda derin bir araştırma yapan gazetemiz bu yeni partiye katılacakları söylenen milletvekili ve senatörlerle görüşmüş ve bu haberlerin yanlış ve maksatlı çıkarıldığını tesbit etmiştir.

Bazı çevrelerin çıkarları için uydurdukları ve genel başkanlığına da Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’i getirdikleri bu yeni parti masalının siyasî çevrelerde yapılan yorumlarda, mevsimsiz olarak vasıflandırıldığı ve böyle bir teşebbüsün gerçekleştirilmesi için şartların henüz tahakkuk etmediği anlaşılmaktadır. Yine siyasî çevreler bu asılsız yeni bir parti kurulma haberini Adalet Partisini içeriden yıkmak için hazırlanan bir oyun şeklinde adlandırmaktadırlar.

Öte yandan yeni partiye katılacakları söylenen AP milletvekilleri de bu haber üzerine “Biz AP de kalarak mücadelemize devam edeceğiz” demişlerdir.



Vatan, 3 Ocak 1967.

KAPLAN: <<TÜRKİYE EKONOMİK SANCILARA GİRMİŞTİR>>

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Sekreteri Mustafa Kaplan, bugün basına verdiği yazılı demeçte, gıda maddelerindeki fiat artışlarına değinmiştir.

<<Türkiye ekonomik sancılara girmiştir. Hükûmetin belirli bir gıda ve fiat politikasına sahip olmayışı bu sancıları arttırmaktadır. Devlet memurlarına verilecek avanslar ve bazı maddeler üzerindeki vergi artırımları şimdiden piyasada bir fiat azgınlığına sebep olmuş ve olmaktadır.

Para gün geçtikçe değerini kaybetmekte, emek ve insan ucuzlamaktadır. Sabit ve dar gelirli vatandaş bugünden istikbâlin geçim endişesini taşımaktadır.

LÜKS MADDELER: PEYNİR VE ZEYTİN

Bilhassa gıda maddelerindeki fiat artışı yeni bir ekonomik buhranın belirli izlerini taşımaktadır. Dün, fakir halkımızın ana geçim gıdası olan peynir ve zeytin bugün lüks haline gelmiştir. Vita ve Sana yağı bundan farklı değildir. Müstahsil tarafından toptan bir liraya satılan zeytin şehirlerde 9 liraya çıkmıştır. Bununla beraber 4,5 kg zeytinden istihsal edilen zeytinyağı sekiz liradır. Yediğimiz zeytin veya zeytinyağı değildir.

Garip bir soygunculuğun akıl almaz bir vurguncu zihniyeti içindeyiz. Bu zihniyeti dağdaki eşkıyadan daha tehlikeli ve daha korkunç bulmaktayız. Eşkiya muayyen yerde ve muayyen insanları bir defa soyabilir.

SERBETS PİYASADAKİ FİAT OYUNLARI

Hükûmetin serbest piyasadaki bu akıl almaz fiat oyunlarına son vermesini bilhassa ana gıda maddelerinde taban ve tavan fiatları tesbit etmek suretiyle ekonomik müdahale ve kontrol politikasını yürütmesini beklemekteyiz.

Bu hususta Ticaret Bakanının tatbikatını İçişleri Bakanlığının tatbikatından daha önemli bulmaktayız. Aksi hal toplumu yeni ekonomik krizlerle önlenmesi imkânsız ahlâkî buhranlara sürükleyecektir.>>



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 3 Ocak 1967.

KİRALIK KALEMLER: İŞTE BUNLAR DA MÜSLÜMAN!..

Adalet Partisini hangi kuvvetin iktidara getirdiği malûm. Bu parti mensupları seçimlerden evvel ve sonra, bilhassa seçim sıralarında avaz avaz, meydanlarda, ortanın soluna karşı olduğunu haykırmış, yıllar yılı baskı altında tutulan din, vicdan hürriyetini getireceğini millete va’detmiş, Genel Başkanından genel olmıyan en küçük AP’liye kadar Allah – Peygamber nutukları çekmiş, seçim namazları kılmış, bu namazları, Halk Partisinin “cenaze namazı olarak” vasıflandırmış, halkı coşturmuş, böylece seçimleri kazanmıştır.

* * *


AP’nin Genel Başkanı, Hükûmet Reisi Süleyman Demirel de iktidarın ilk aylarında bu dinî, manevî havayı devam ettirmiş, Ankara’da Hacıbayram ve Arslanhane Camilerinde namazlar kılmış, bayramlarda hutbe üslûbunda makaleler yazmış, yahut başkası tarafından yazılan bu makalelere imzasını atmıştır.

Büyük, kuvvetli bir Mason teşkilâtı tarafından 8 – 10 gün içinde Genel Başkanlığa getirilen Demirel’in bu hareketini Masonlar tasvip etmemiş, ipini biraz çekmişler, bu sefer de İslâmköylü Süleyman “dindarların kendisine baskı yaptığından” bahsetmiştir. Bunu fırsat bilen İnönü derhal Başvekile koşmuş, bu minval üzere giderse kendisine yardımcı olacağını va’detmiştir. İlk şart olarak da şerefli, haysiyetli bir Diyanet Reisi olan Elmalı’nın makamından uzaklaştırılması gerektiğini ileri sürmüştür. Millî Şefin ve Mason localarının bu direktifi hemen yerine getirilmiş, Müslüman Türk efkârı umumiyesinin ısrarına, ricasına, binlerce, onbinlerce çekilen telgrafa rağmen, Demirel bu hususta İsmet Paşa’dan da daha sağır olmuş, Elmalı’yı atmıştır.

* * *

Biz ne Elmalı, ne armutlu derdinde, ne de bir adamın peşindeyiz. Biz Elmalı’nın şahsında bu en yüksek dinî makama indirilen darbenin karşısındayız. Mücadelemizi bunun için yaptık; yapıyoruz.

Bu da yetmiyormuş gibi, Refet Sezgin’in, 28 milyon Müslüman Türkün dinî reisine: Bu adamın benim nazarımda bir tapu memurundan farkı yok demesi, hakikaten sakal koyuvermiş, hemşehrisi bir tapucuyu, Elmalı gibi âlim, haysiyetli, makamını hakkiyle dolduran, Müslüman Türkoğlu Türk olan bir zata tercih etmesi işi büsbütün çığırından çıkarmıştır.

* * *

Artık Demirel ve adamları medeniyet yolundadırlar. Çünkü Türkiye’de medenî olmanın ilk şartı dini bırakmak, dine şeriatçılık, Ümmetçilik, nurculuk, gericilik yaftası ve maskesi arkasında sövmektir..

* * *

“Ben Kur’an okunmadan sabah kahvaltısına oturmayan bir ailenin çocuğuyum” diyen İslâmköylü hutbeci Süleyman, Falih Rıfkı’nın makalelerini okurcasına nutuklar çekmekte, “Biz ilhamımızı gaipten, gökten almadık” gibi cevherler yumurtlamaktadır.

Bilumum Mason localarına bağlı gazete ve dergilerle, Halk Partisinin, hattâ, solun da solunda, Moskova yolunda olan neşir organları kendisini alkışlamakta, geç kalmış olmasına rağmen, Demirel’i bu hareketlerinden dolayı tebrik etmektedirler.. Büyük Kongrenin ilk günü, müfrit solun naşiri efkârı olan AKŞAM gazetesi Demirel’in koskoca bir resmini basmakta.. Altına da “Halk adamı Demirel” diye kendisini övmektedir.

Dini ve mukaddesatı tutarken, elbirliği ile AP’ye, onun iktidar ve hükûmetine söven bu adamlar, bu gazeteler, bu dergiler şimdi Demirel’i ve AP’yi elbirliği ile övmektedirler.. Bu sövmelerden sonra övmeler size hiçbir şey anlatmıyor mu? Ey benim Kıratlılarım.. Ellerinizi vicdanlarınıza koyarak düşününüz, olup bitenleri şöyle bir gözden geçiriniz. İllerdeki delege seçimlerinde Demirel’e muhalif olanların seçilmemesine azamî gayret gösteriliyor. Her türlü hileye, çareye, hattâ tehdide başvurularak.. Öyle sanıyorum ki gelen delegelerin üçte ikisi Demirelci idi. Eğer Milliyetçiler birbirlerine düşmeseler de, bizim devletlû, saadetlû Sadeddin Bilgiç’imiz, son saate kadar Devlet Bakanlığını gözetlemese idi, milliyetçi mukavemeti kırmaya, dağıtmaya teşebbüs etmeseydi, delegelere partinin, iktidarın durumu, tutumu milliyetçiler tarafından iyice anlatılsaydı bu iş böyle olmazdı, olmıyacaktı..

* * *

Parti taassubu, birlik beraberlik şuuru, ihtilâl korkusu, sonra iktidar Halk partisine geçer endişesi. Kongreye hâkim olan hava bu idi. Yoksa delegeler ne kadar Demirelci, o ne kadar tekelci olurlarsa olsunlar, bir Prof. Osman Turan’ı, bir Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’i, Bağcıoğlu, Ataöv gibi adamlara tercih eder, alkışlar, bağrına basar, milliyetçiler en azından yarı yarıya Genel İdare Kuruluna girerlerdi..

Bizdeki dağınıklık, idaresizlik, başsızlık, rekabet bu netice hazırlamış, Masonlar ve onların etrafında dolanan çığırtkanlar parsayı toplamışlardır.

* * *

Mason mahfelleri ve bunların fikriyatını yayan gazete ve dergiler, solcular, bu durumdan fevkâlade memnun olmuşlar, hattâ İnönü, Varto zelzelesini bahane ederek, vaktiyle “Eşkıya” dediği hükûmeti adam akıllı övmüştür. Çünkü AP kademelerinde, Grupta, Haysiyet Divanlarında, Genel İdare Kurulunda kelimenin tam nânasiyle tek milliyetçi kalmamıştır. Başkan Yardımcısı dört kişiden üçünün Mason olduğu düşünülürse, Kıratın kimler tarafından teslim alındığı apaçık ortaya çıkar.

* * *

Daha geçenlerde Mecliste hükûmet adına, Başbakan adına konuşan Devlet Vekili Refet Sezgin, “Biz Halk Partisinin lâiklik anlayışına tamamen katılıyoruz” demiş, bu sözler CHP’liler tarafından hararetle alkışlanmıştır.

* * *

Hâl böyleyken, AP’nin idaresi tamamen Masonların ve onların hempalarının eline geçtiğini cümle âlem bilip dururken, içimizden iktidarın kiraladığı, yahut vekil olma va’diyle gayrete getirdiği bazı adamlar ve gazeteler karşımıza geçmekte, bütün bu olup bitenlerin üzerine bir kürek toprak atarak, Adalet Partisinin milliyetçileri tasfiye etmediğini, seçimlerin herkesin gözü önünde yapıldığını iddia etmektedirler. Herkes istediğini yazmış çizmiş. Güler misin, ağlar mısın?

* * *

Kongrenin nasıl bir hava içerisinde cereyan ettiğini, milliyetçilerin, nifakçılar, bozguncular güruhu olarak nasıl takdim edildiğini, delegelerin eline Demirel’in listesinin nasıl tutuşturulduğunu bilmeyen var mı?

Bu hâdiseler ve hakikatler meydanda iken sol cephe, Masonik cephe, sağcılığı tasfiye ettiği için Demirel’i alkışlarken, içimizden bazılarının “Süleyman Demirel’in sağcıları tasfiye ettiği yalandır, iftiradır, bühtandır” gibi yazılar yazması. Ramazan’da âlenen ve açıkça hanımıyla birlikte, Kosigin’le kadeh tokuşturan, Meclisteki odasında puro sigarası tüttüren Demirel’i, “Başbakanımız oruç tutuyor”, “Başbakanımız iftar sofrasında” gibi resimler ve yazılarla, artık ne olduğu iyice bilinen Başbakanı Müslüman halka takdim etmesine, koyu bir sofu gibi göstermesine ne buyrulur? Bunların bu hareketleri nasıl izah edilir? Rekabet hissi, para, bunlar, bu dâvada ne korkunç şeylerdir.

Biz her türlü fedakârlığı göze alarak hakikatleri olduğu gibi millete aktarıyoruz, milleti uyarmaya çalışıyoruz. Onlar Ankara’ya geliyorlar, bilmem şu kadar para alıyorlar, hakikatlere gölge düşürmeye çalışıyorlar. Sözde bunlar ve gazeteleri İslâmîdir de çok yazık. Köyünün adından başka Müslümanlıkla ilgisi kalmıyan yüzde yüz vesikalı Mason olduğu halde, sırf Genel Başkanlığı kazanmak için “Mason değilim” diyen, AP’nin yönetici kadrosunda bir tek milliyetçi bırakmıyan, “Lâiklik meselesinde biz CHP ile tamamen beraberiz” diyen bu adamı ve takımını, Hristiyanların Noel bayramlarına katılırcasına tebrik eden Diyanet İşleri Reisleriyle birlikte bu kadroyu hem de Müslümanlık adına nasıl tastik ve tasvip ediyorlar.

Eskiden en ufak bir meselede, “Dinimiz imânımız” diye âyet ve hadîslerle onların üzerine yürüyen, bu adamlara şimdi ne oldu?

Yatık, silik, yılık uslûplarıyla, üstelik hakikatleri de tahrif ederek, Demirel ve takımını, Müslümanlar huzurunda tezkiyeye, koyu dindarlar gibi göstermeye devam eder, vekil olma menfaat câzibesinden kurtulamazlarsa bu bapta daha çok söyleyeceklerimiz var.. Şimdilik bu kadar..



Yeni İstanbul, 4 Ocak 1967.

O. Y. SERDENGEÇTİ İÇİN KARAR BUGÜN VERİLİYOR,

Adalet Partisi Müşterek Haysiyet Divanı bugün saat 10.00 da toplanarak gazetemiz yazarı ve Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin savunmasını müzakere ettikten sonra bir karara varacaktır. Bilindiği gibi Serdengeçti parlâmentoya Milletvekili olarak girdikten sonra Adalet Partisine bel bağlamış bulunan halkımızın haklarını savunmaktan ve yöneticileri ikaz etmekten vazgeçmediği için parti tüzüğüne aykırı hareket ettiği iddiasiyle Haysiyet Divanına sevkedilmiştir.

Haysiyet Divanının bugüne kadar kesin bir karara varamaması AP Grupundan ve teşkilâttan gelen baskı karşısında bir emrivaki yoluna gidememesi, şimdiye kadar bir karar verilmesine mâni olmuştu.

Diğer taraftan sızan haberlere göre , Genel Başkan Demirel’in talimatı ile tenkitlerinden vazgeçmesi halinde Serdengeçti’ye partide kalabileceği bildirilmiş ancak Serdengeçti parlâmentoya halkın hakkını savunmak için geldiğini belirterek bu teklifi reddetmiştir. Bugün karar verecek olan Haysiyet Divanının nasıl hareket edeceği belli olmamakla beraber geçici bir ihraç yoluna gitmesi beklenmektedir.

Serdengeçti Haysiyet Divanından sonra savunmasının tam metnini gazetemize açıklayacak, muhtemelen bir de basın toplantısı yapacaktır



Yeni İstanbul, 5 Ocak 1967.

İHANET: DEMİREL VE MENFAATÇİ GRUBU, TEMİZ VE FAKİR ANADOLUNUN HAKLARINI SAVUNAN NAMUSLU BİR VATAN ÇOCUĞUNU PARTİDEN UZAKLAŞTIRILDILAR SERDENGEÇTİ’Yİ AP’DEN AYIRDILAR.

Adalet Partisi Müşterek Haysiyet Divanı, yedi üyenin iştirak etmemesine rağmen emrivaki bir kararla dün toplanmış, gazetemiz yazarı ve Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin partiden daimî olarak ihracına karar vermiştir. Karara oniki üye katılmış, bunlardan Hüsnü Dikeçligil ile İsmail Yeşilyurt, Osman Yüksel Serdengeçti’nin ihraç edilmemesi lehinde oy kullanmışlardır. Demirelci bilinen diğer on üye ise parti tüzüğünün 10 ve 78. Maddelerinde Serdengeçti’nin uymadığını ileri sürerek daimî ihraç kararına varmışlardır. Özellikle 78. maddeye dayanılarak ihraç kararının verildiğini bildiren Adıyaman milletvekili Arif Atalay, Serdengeçti’nin yazılarındaki tenkidlerinde şahsiyet yaptığını ileri sürmüş, bundan dolayı ihraç kararının verildiğini söylemiştir.

Buna göre gazetemiz yazarı Serdengeçti, serbest görüşlerini hiç bir taviz vermeden savunduğu için ve bilhassa Demirel ve takımının iyi yolda olmadığını söylemekten çekinmediği için “şahsiyet yaptığı” bahanesiyle Adalet Partisinden ihraç edilmiştir.


Serdengeçti Asıl AP’li Biziz Diyor

Serdengeçti , AP’den ihraç edilişiyle ilgili gerekçenin saçma olduğunu ileri sürmüş, şunları söylemiştir:

Yazılarıma alınmışlar. Biz mücadele yapıyoruz, elbette tenkit edeceğiz.. AP’yi bizler temsil ediyoruz. Teşkilâtın sesini bizler duyuyoruz. Bazı yöneticilerin sakat tutum ve kararları, AP’lilerin sesi değildir. İhraç edildim. Hiç bir partiye girmiyeceğim. Ve AP’li kalacağım. Ancak, mücadeleme de devam edeceğim.”



Adalet, 5 Ocak 1967.

KRAVATSIZ MEBUS SERDENGEÇTİ DÜN AP’DEN İHRAÇ EDİLDİ

Türkiye parlâmentosunun tarihinde bu çatı altına ilk defa kravatsız giren ve bunda direnen Antalya Milletvekili Osman Yüksel dün AP den ihraç edilmiştir.

Parti disiplinine, parti amaçlarına aykırı hareket, tutum ve yazıları üzerine Haysiyet Divanına verilmesi AP Genel İdare Kurulunca kararlaştırılan Osman Yüksel hakkındaki bu kararı dün sabah Meclis’te toplanan Ortak Haysiyet Divanı 2 aleyhte oya karşı 10 oyla almıştır. Adıyaman Milletvekili Arif Atalay başkanlığında toplanan Divan ihraç kararını tüzüğün 77 nci maddesinin ç bendi gereğince almıştır. Divan’da beliren kanaate göre Yüksel, AP tüzüğünün 10 ve 78 maddelerine aykırı hareket etmiştir.

Ortak Haysiyet Divanının bu kararına karşı, Yüksel’in tek itiraz mercii AP Yüksek Haysiyet Divanı’dır. Yüksel’in bu itirazı yapacağı sanılmaktadır.



Babıâlide Sabah, 5 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ AP’DEN İHRAÇ EDİLDİ

AP Ortak Haysiyet Divanı dün TBM Meclisinde toplanarak Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin dosyasını incelemiş ve Serdengeçti’nin yazılı müdafaasını okuduktan sonra ikiye karşı on oyla partiden ihracına karar vermiştir.



Bugün, 5 Ocak 1967.

OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ AP DEN İHRAÇ EDİLDİ

AP, TBMM Müşterek Haysiyet Divanı bugün Meclisde yaptığı 4,5 saatlık uzun toplantıdan sonra, Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti’nin partiden devamlı olarak çıkarılmasına karar vermiştir.

Genel İdare Kurulu tarafından Müşterek Haysiyet Divanına sevkedilen Serdengeçti’nin durumu görüşülmüş ve bu milletvekilinin, yazıları ile partiyi ikiye ayırır mahiyette ısrarlı faaliyet gösterdiği, parti disiplininin dışına çıktığı sonucuna varılmıştır. 19 kişilik müşterek haysiyet divanının bu toplantısına 12 kişi katılmış, iki üye aleyhte oy kullanmıştır. Toplantıda, Serdengeçti’nin yazıları da uzun uzadıya incelenmiştir.

Toplantıdan sonra açıklama yapan Müşterek Haysiyet Divan Başkanı Adıyaman Milletvekili Arif Atalay, Serdengeçti’nin karara ancak Yüksek Haysiyet Divanı nezdinde itirazda bulunabileceğini bildirmiştir.



Zafer, 5 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ AP DEN ÇIKARILDI

Can Pulak

Tutum ve davranışlarıyla partiye zarar verdiği tespit edilen Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti dün Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi Ortak Haysiyet divanının kararı ile AP’den ihraç edilmiştir.

Ortak Haysiyet Divanı yaptığı toplantıda Osman Yüksel’in altı aydan beri yazdığı makaleleri gözden geçirmiş ve bunların partiye zarar verdiği, parti sırlarının makalelerle açıklanmasının suç olduğunu tespit etmiştir. Serdengeçti’nin yazılı savunmasının da okunduğu toplantıda yapılan oylama sonucu Osman Yüksel’in ihracı çoğunlukla kararlaştırılmıştır.

Toplantıdan sonra Haysiyet Divanı üyesi İsmail Hakkı Boyacıoğlu gazetemize Serdengeçti’nin ikrarı ile ilgili bilgi vererek şunları söylemiştir. <<Serdengeçti Seçim Kanununun Meclise getirilmesi sırasında parti prensiplerine aykırı bir makale yayınlamıştı. Bunun üzerine geçen devre Grup İdare Heyeti ve Genel İdare Kurulu adı geçen Milletvekilinin ihracını isteyerek suç unsurlarını bize gönderdi. Meclisin yaz tatiline girmesi yüzünden Haysiyet Divanı uzun müddet toplanamadığından karar bu devreye kaldı. Meclisin yeni çalışma döneminde yaptığımız ilk toplantıda Genel İdare Kurulu bize ikinci bir yazı göndererek ve yeni deliller de sevkederek ihraç isteğini tekrarladı. Geçen toplantıda bu istek görüşüldü, çeşitli fikirler ileri sürüldü. Serdengeçti’nin müdafaası daha önce alındığı için ikinci bir savunmaya lüzum görülmedi. Ancak üyeler ısrar ettiler oya konuldu ve savunmasının tekrarı kararlaştırıldı. Kendisine mehil verildi. Bu süre içerisinde müdafaasını yapmıştır.>>

Boyacıoğlu sözlerine devamlar dünkü toplantıda ikinci savunmasının okunduğunu, üzerinde görüşmeler yapıldığını, çeşitli fikirler ileri sürüldüğünü bildirmiş ve şöyle devam etmiştir:

<<Toplantıda Serdengeçti’nin tutumu parti lehine görülmediği için ittifakla partiden ihracı kararlaştırıldı. Ancak bazı üyeler daimi üç, dört üye de geçici ihraç istediler. Yapılan oylamada Serdengeçti’nin partiye zarar veren yazılarının devam ettiği görülerek parti aleyhindeki tutumu dikkate alındı ve daimi ihracına karar verildi. Aldığımız bu kararı kendisine ve Genel İdare Kuruluna tebliğ edilecek ve bu tebliğden sonra Osman Yüksel Serdengeçti’nin bir hafta içerisinde Yüksek Haysiyet Divanı’na itirazı vardır.>>



Cumhuriyet, 6 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ, “AP FAKİR HALKI UNUTTU” DİYOR

AP’den ihraç edilince devletçi oldu

AP’den ihraç edilen Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti, dün yaptığı basın toplantısında Başbakan Demirelin bazı davranışları için <<münafıklık alâmeti>> deyimini kullanmıştır.

“Beygirden düşmek”

Basın toplantısında <<Bizi beygirden düşürecekleri belliydi>> diye başlıyan Serdengeçti özetle şunları söylemiştir:

<<Biz buraya alnımızın teriyle geldik. Onlar gibi garajdan ve barajdan gelmedik. Biz AP’nin özünü temsil ediyoruz. AP bugün halkın ve Hakkın yolundan ayrılmıştır. AP, hakkımda karar veren 3-5 kişinin malı değildir. Morrison şirketinin yazıhanesi hiç değildir.

YERLİ PARTİ

AP fakir fukaranın , Müslüman halkımızın oylariyle iktidara gelmiş bir partidir. Onun için AP muhafazakâr bir partidir. Bir yerli partidir. Halbuki şimdi başta Genel Başkan olmak üzere bu yerli muhafazakâr parti birtakım beynelmilel menfaatlerin, locaların, aracıların, parsacıların, borsacıların, kotacıların eline düşmüştür. AP iktidarını sağcıların sayesinde sağlamıştır. İktidara geldikten sonra, bilhassa son aylarda AP kaynağına zıt bir yolda yürümüş, fakir halkı unutmuş, özel sektör ismi altında bir sürü sömürücüye iktidarın bütün imkânlarını peşkeş çekmiştir.

<<MÜNAFIKLIK ALÂMETİ>>

Osman Yüksel Serdengeçti, Demirelin iki yüzlü bir siyaset içinde olduğunu, kendisi gibi <<milliyetçi ve mukaddesatçı bir kimseyi partiden ihraç ederken>> gidip Eyüp Sultan’da namaz kıldığını bildirmiştir ve <<Bu tam münafıklık alâmetidir>> demiştir.

YENİ PARTİ

Serdengeçti, kurulması düşünülen parti konusunda şunları söylemiştir:

<<Türk halkı yeni bir kuruluş bekliyor. Bizim de bu istikamette çalışmalarımız var. Öyle sanıyorum ki, şahsiyetli, seciyeli, imanlı kimseler tarafından kurulacak bir parti, gelecek seçimlerde AP oylarının yarısından fazlasını AP’yi dejenere eden bu adamların elinden alacaktır. Böyle bir parti mutlaka kurulacaktır. Mecliste 45 -55 parlâmento üyesi tarafından temsil edilecektir. AP’den 20-22 kişinin ilk teşebbüste geleceğini tahmin ediyoruz. Diğer küçük partilerden de gelecekler olacaktır.>>

TOPRAK REFORMUNA TARAFTAR

Serdengeçti, bundan sonra kabinede Türkçe bilmeyen Bakanlar olduğunu, Demirelin kendisini güçlü göstermek için zayıf Bakanlar seçtiğini söylemiş ve şöyle konuşmuştur:

<<Solcularla birleştiğimiz nokta sömürücülere karşı açtığımız mücadeledir. Ayrıldığımız nokta ise bizim milliyetçi ve mukaddesatçı oluşumuzdur. Toprak reformunu istemek, petrol meselesine değinmek Müslümanlığa aykırı değildir. Bir adam gecede 100.000 lira yiyor. Nerede bulmuş bu parayı? Kitap, Kur’anda yeri var mı? Antalyada Belçika kadar toprağı olanlar var. Müslümanlıkta böyle mülkiyet anlayışı yok. Osmanlı devrinde toprak devletindi. Toprak reformunun taraftarıyım. Devletçiyim.>>

Serdengeçti ayrıca müşterek haysiyet divanının ihraç kararı aleyhinde Yüksek Haysiyet Divanına başvuracağını bildirmiştir.



Yeni İstanbul, 6 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ: AP’DEN ASIL İHRAÇ EDİLEN MÜSLÜMAN TÜRKÜN DAVASIDIR

AP’den ihraç edilen gazetemiz yazarı ve Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti dün bir basın toplantısı düzenleyerek hakkında verilen kararın yersiz olduğunu belirtmiş ve mücadelesine yılmadan devam edeceğini söylemiştir.

Serdengeçti, ihraç kararına hayret etmediğini, bu neticeyi daha önce beklediğini ifade etmiş, aleyhinde oy kullanan Müşterek Haysiyet Divanı üyelerinin Demirelin emrini uygulamaktan başka bir şey yapmadıklarını açıklamıştır.

MÜSLÜMAN TÜRK’ÜN DAVASI

Serdengeçti konuşmasında aleyhindeki neşriyata da temas etmiş, AP den atılması için Mason dergi ve gazetelerin aylardan beri kampanya açtıklarını söylemiş, “Hakkında yaptıkları devamlı neşriyat locaların tazyikiyle bu kaçınılmaz neticeyi doğurmuştur. Arzu hükmün babasıdır. Onlar arzu etmişler böyle hüküm vermişlerdir” demiştir. Serdengeçti sözlerine şöyle devam etmiştir:

“Beni tüzüğün 10 ve 78. maddelerine göre ihraç ediyorlar. Benim AP Genel başkanı ve Hükûmet icraatını sert şekilde açıkça tenkit ettiğim doğrudur. Yalnız bu tenkitler iyi niyetle, ihlasla yapılmış tenkitlerdir. Yazdıklarım maalesef noktasına, virgülüne kadar bir hakikattır. Kaldı ki AP tüzüğünde, “Genel Başkan ve idareciler tenkit edilemez” diye bir hüküm yoktur. Aksine her türlü fikir ve kanaat münakaşalarına müsaade etmektedir.

Beyler, kim kimi ihraç ediyor. Ben 25 yıldır dinim, vatanım Milletim için kelle koltukta mücadele etmiş bir adamım. Türkiyedeki demokrasi mücadelelerinde bu fakirin yeri büyüktür.”

AP MORRİSON ŞİRKETİNİN YAZIHANESİ DEĞİLDİR

“Adalet Partisi, bana ihraç kararı veren üç beş kişinin malı değildir. Morrison şirketinin yazıhanesi hiç değildir.

Adalet Partisi Müslüman Türk Milletinin partisidir. Bu milletin nabızlarında akan bizim kanımız, kalbinde yaşıyan bizim imanımızdır.

Asıl Adalet Partisi biziz. Biz Adalet Partisinin esas rengini haysiyet ve hususiyetini müdafaa ediyoruz.

Onların AP den ihraç ettikleri 1.64 boyunda, 64 kilo ağırlığında ismi Osman Yüksel olan bir adam değildir. AP den tardedilen, naçiz şahsımızda şahlanan Müslüman Türk davasıdır.

Adalet Partisi iktidarını sağlayan bu memleketin öz çocukları olan sağcılardır. Demirel ve hempaları sağcıları tasfiye edip yerlerine yağcıları ikame etmişlerdir.

Ramazanda karısıyla birlikte Kosigin’le kadeh tokuşturan Demirel bu açığı kapatmak, Müslüman Türk Milletine şirin görünmek için Eyyüp Sultanda namaz kılmaktadır. Allah, aldatılan bu millete Eyyup sabrı versin. Bu millet yakın tarihimizde bu türlü hareketlerin canlı örneklerini görmüştür. Münafıkca harekettir bunlar.”

MASONLARLA YABANCILARLA İŞ BİRLİĞİ YAPANLAR

“Ben bir çokları gibi hiç bir zaman mevkiimi, vazifemi kötüye kullanmadım. Arkasında kızıl ışıklar yanan zenginlerin, ihracat ve ithalatçıların arabalarına binerek Bakanlık dolaşmadım. Adalet Partisi ve iktidarını küçük düşürücü hiç bir harekette bulunmadım. Aksine bize rey veren fakir fukaranın dertleriyle dertlendim. Üniversite gençlerini iktidara ısındırmak için elimden geleni yaptım. Hiç bir fedakârlıktan çekinmedim. Son aylara kadar, iktidarı ve hükûmeti tuttum. Fakat artık, “Su göründü teyemmüm bozuldu”. Üç beş baraj, içinde bulunduğumuz mânevi boşluğu dolduramaz. Masonlarla, yabancılarla işbirliği yapan iktidar barajlarını yıkmıştır.”

ELMALI GİBİ

“Hakkı ve halkı bırakmıştır. Nutuklarda beş on defa ”cenabıhak” demek “büyük Türk milleti” demek hiçbir şey ifade etmez. Benim ihracım, Elmalınınkine çok benziyor. Adalet Partisi yöneticileri haysiyetli, şahsiyet sahibi, fikir sahibi hiç kimse istememektedir. Adalet Partisi gittikçe bir “salla parti” haline gelmekte başını da sallayıp durmaktadır. Partiden ihracımla mücadele azmi daha da kuvvetlenmiştir.

Edirne’den Kars’a kadar bütün vatan sathını dolaşacağım. Hem gece, hem gündüz yazacağım..

“Cehennem olsa gelen göğsümüzle söndürürüz. Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz.”

YENİ BİR PARTİ HAZIRLIĞI

Serdengeçti gazetecilerin yeni bir parti kurulması yolunda hazırlık yapıldığına dair sordukları soruyu şu şekilde cevaplandırmıştır.

“AP esas gayesinden ayrılmıştır. Bugün AP’ye rey veren büyük kütle huzursuzluk içindedir. Ben bir halk adamıyım. Halkın ruhunu çok iyi bilirim. Geçen Konya’ya dâvet edilmiştim. Oraya gittim. Etrafımı öylesine bir kalabalık sarmıştı ki tarif edemem. Herkes soruyor: Nereye gidiyoruz? Ne oluyoruz? Milliyetçiler ne zaman birleşeceksiniz? Günde 60 -70 mektup alıyorum. Bunların hepsi de bu suali sormaktadır. Mektup sahipleri AP’lilerdir.

Muhafazakâr ve müslüman Türk halkı yeni bir kuruluş bekliyor. Bizim de bu istikamette bir çalışmamız var. Öyle sanıyorum ki şahsiyetli ve imanlı bir parti seçimlerde AP oylarının yarısından fazlasını alacaktır. Böyle bir parti kurulduğu şu anlarda 40 -50 milletvekili ve senatör meydana gelebilir. AP’den 17 ve 20 kişi arasında katılma olabilir. AP bünyesinden bir iktidar değişmesinin olacağını sanmıyorum. Hükûmet değişmesinde de hiç umudum yok.



Yeni İstanbul, 6 Ocak 1967.

DİVAN, İHRAÇ KARARINI NASIL ALDI?

Aslında 19 kişi olan fakat Demirel’in emriyle 12 kişi olarak toplanabilen müşterek Haysiyet Divanında Serdengeçti’nin ihracı konusunda büyük tartışmalar çıkmış, başta Kayseri Senatörü Hüsnü Dikeçligil olmak üzere Gaziantep Milletvekili Naşit Sarıca, Burdur Milletvekili İsmail Hakkı Boyacıoğlu, Serdengeçti’nin ihraç edilmesini hiç olmazsa geçici ihraç yoluna gidilmesini istemişlerdir. Dikeçligil, Serdengeçti’nin AP’nin temsil ettiği ruh ve mânayı lâikiyle savunduğunu belirtmiş, partiye ve dâvaya büyük faydası olduğunu söylemiştir. Naşit Sarıca ile İsmail Hakkı Boyacıoğlu da, Dikeçligil’e paralel olarak konuşma yapmışlar, Serdengeçti’nin partiden atılmamasını istemişlerdir.

Lehte ve aleyhte konuşmaların yapılmasın sonra Serdengeçti’nin geçici olarak ihraç edilmesi hususu oya konmuştur. Oylamada Hüsnü Dikeçligil (Kayseri), İsmail Hakkı Boyacıoğlu (Burdur), Ahmet İhsan Birincioğlu (Trabzon) ve Naşit Sarıca’nın (Gaziantep) geçici ihraç edilmesi isteklerine karşılık, Muzaffer Akdoğanlı (Kastamonu), Tahir Akman (Çankırı), Esat Kemal Aybar (Mardin), Orhan Alp (Ankara, MP’den dönme) daimî ihraç için oy kullanmışlardır. Böylece geçici ihracı ve daimî ihraç isteyenlerin dörder oy çıkarmaları üzerine Divan Başkanı Adıyamanlı milletvekili Arif Atalay da Demirelcilerin tarafına geçmiş ve denge bozulmuştur.

Daha sonra daimî ihraç için oylama yapılmış, neticede Kayseri Senatörü Dikeçligil, Burdur Milletvekili İsmail Boyacıoğlu muhalif, Nahit Sarıca, Birincioğlu, Söylemezoğlu çekimser kalmalarına mukabil, Muzaffer Akdoğanlı, Tahir Akman, Aybar, Orhan Alp, Celâl Ertuğ, Arif Atalay ve Gavsi Uçagök, Serdengeçti’nin daimî ihracına karar vermişlerdir.



Yeni İstanbul, Manzara, 6 Ocak 1967.

SONUN BAŞLANGICI

Hayatının bütün cepheleri ve dünya görüşü ile AP’yi ve onun fedakâr kitlesini en iyi temsil eden Osman Yüksel Serdengeçti’yi AP den ayıran Haysiyet Divanının peşin hükümlü âzalarına verdikleri kararın mânasını idrak edip etmediklerini sormak lâzımdır. Bu bir üyeyi partiden ihraç etmek gibi dar ölçüler içinde mütalâa edilecek bir karar mıdır? Yoksa her yazısı, mazlum Anadolu halkının AP idarecilerine bir sitemi, niyazı ve şikâyeti olan namuslu bir memleket evlâdının, en çok temsile hak kazandığı bir yuvadan desiselerle uzaklaştırılması mıdır?

AP Haysiyet Divanının muhterem âzaları, ihraca sebep gösterdikleri yazılar içinde Türk milletini kendi kararları tarafına çekecek bir tek satır bile gösteremeyeceklerdir. Yazılanlar, doğru, haklı, güzel ve cesurdur. Hiç bir menfaat teklifinin satın alamıyacağı, hiç bir locanın emrine sokamıyacağı, yalnız hak ve hakikatin emrini söyleyen bir insanın yazılarıdır bunlar. Türlü gizli kapaklı oyunların ve münasebetlerin kaynaştığı, imzalı yazının arkasında şüphelerin dolaştığı Babıâli piyasasında bu yazılar değişik fikirlere sahip gruplarda bile cesareti, isabetli teşhisleri ve hakikatı haykırışı bakımından takdirle karşılanmakta, kesilip saklanmakta, günlerce konuşulmaktadır. AP Haysiyet Divanının muhterem üyeleri bu ihraçla partileri içinde hakikatlerin konuşulmasını istemediklerini, Demirel ve takımının faaliyetlerini tenkit eden, gaflarını hatalarını yazan ve söyleyenleri partide yaşatmıyacaklarını anlatmak istiyorlarsa, AP gibi halkın bağrından çıkmış tertemiz bir müesseseye en büyük kötülüğü etmiş olacaklardır.

Bir Kemal Bağcıoğlu, bir İsmail Hakkı Tekinel, bir Talât Asal ve bunlara mümasil bir takım isimler bugün AP G. Merkezinin ön saflarında olmalarına rağmen AP kitlesinde en ufak bir sevgi, saygı ve tesire malik değildirler. AP ile AP’li arasındaki rabıtada en küçük bir payları yoktur. Bu rabıtayı ve AP’ye devamlılık veren bu yakınlığı yine Osman Yüksel Serdengeçtiler sağlıyacaktır. Hem de partiden ihraç edilmelerine rağmen. Çünkü AP Haysiyet Divanının muhterem üyeleri partiden onu kayden silmişlerdir. Yoksa milyonlarca AP’linin kalbindeki yerini sarsmak hadleri değildir.



Yeni İstanbul, Yücel Hacaloğlu, 6 Ocak 1967.

BİNDİĞİ DALI KESENLER

Adalet Partisinden ihraç edildikten sonra, Osman Yüksel Serdengeçti’nin ilk sözü şu: “AP’liyim, AP’li kalacağım.”

Önce, hâfızalarımızı biraz gerilere götürelim. Adalet Partisi hangi şartlar altında ve nasıl kuruldu? Ne gibi mücadeleler sonunda Türk Milletinin sevgisine mazhar oldu? Geçmişteki tecrübeler her zaman, yarınki yol için ışık tutacak vasıf ve ehemmiyette olmalıdır.

Adalet Partisi, Türk milletinin bağrından kopmuş, fakir ve yoksul Türk insanının partisidir. Kurulduğundan bugüne kadar yapılan mücadeleler bunu göstermektedir. Ama, AP bugün, yanlış yollara doğru sürüklenmek, tehlikeli dönemeçlere itilmek istenmektedir.

Adalet Partisinin temelinde cesaret ve gözyaşı vardır. Bütün bunlar, ucuz kahramanlıklar sonunda elde edilmiş hususlar değildir. Bin bir çile çekilmiştir bu yolda.

Demokratik bir düzende tenkid hakkı kadar normal bir şey olamaz. Bir parti elbette mensuplarınca tenkid de edilecek, murakebe de edilecek. Bu, her partilinin en tabiî hakkıdır.

Peki, öyleyse niçin çıkarıldı Osman Serdengeçti? Demirel’in yanlış tutumlarını söylediği, millete verdiği vaadlerini yerine getirmediği için mi? Yoksa bir hükûmet görüşü olarak Devlet Bakanı Refet Sezgin tarafından Mecliste söylenen “Bizim lâiklik anlayışımız CHP ile aynıdır” sözüne karşı çıktığı için mi?

Demokrasilerde lider de tenkid edilir, idareciler de.. Lider yanlış bir iş yapınca ne olacak? Hiçbir itiraz sesi yükselmeyecek mi? İşte Osman Yüksel Serdengeçti bunu yaptığı için Adalet Partisinden uzaklaştırılıyor. Ne garip, herhangi bir tehlike anında arkasına bile bakmadan kaçanlar, bugün gerçek Adalet Partilileri ihraç yolundalar. Zaman onları da, menfaatçileri de iyot gibi açığa çıkarmakta en şaşmaz ölçüdür.

Kin, insanî bir duygu değildir. İnsanları felâkete götürür. İnönü’nün meşhur kini Türk Milletince malûmdur. Demek ki bu kin Demirel’e de sirayet etmiş. Yazık, çok yazık!



Yeni İstanbul, A. Sabri Türkmen, 6 Ocak 1967.

HAKİKATI İHRAÇ EDENLER

Osmanı ihraç ettiler.

Osmanı AP’nin dışında bırakmak, böylece tekrar milletvekili seçilmek imkânından mahrum etmek istediler.

Osman’ı: Kalemini Demirel’in emrine kiralamadığı için attılar.

Bu aslında Yeni İstanbula açılmış bir savaşın münafıklarca kazanılmış gibi görünen küçük bir cephesidir.

Osman Yüksel’in uzaklaştırılması, “Bizim dinî görüşümüz ve Allah anlayışımız CHP ile aynıdır” diyen Demirel Hükûmetinin böylesine sakat fikirlerinin AP’ye mal edilemiyeceğini haykıran, bütün Müslüman halkın arzusu hilâfına muhterem Elmalı’yı vazifesinden uzaklaştırmanın millete karşı yapılmış büyük saygısızlık olduğunu belirten, AP büyük kongresinde milliyetçileri, millî menfaat düşmanı kuvvetler vasıtası ile sindirmeye çalışmanın siyasî hata olduğunu yazan Yeni İstanbula Demirel’in beslediği kinin icraatından ibarettir.

Serdengeçti, en son dakikada Demirel’in vasıtalı olarak yaptığı “Yeni İstanbul’dan ayrıl, sana büyük tirajlı gazetelerde yazma imkânı vereceğiz, ihracını geri alacağız” tekliflerini reddettiği, hayır ben, “morrison şirketinin cebime koyacağı ne dolarını ne de boynuma takacağı yularını isterim” dediği için;

Mason olduğu halde, değilim diyen yalancı politikacıya “seçim sandığından çıkan biziz. Sen mason localarından dolar kasalarından çıktın” demek cesareti gösterdiği için.

Ve İnönü’nün oyununa gelme, onun karnında kırk tilki vardır, o Menderes’i bile ipe götürdü; seni de, partimizi de hem dininden, hem imanından eder; halktan uzaklaştırır dikkat et;

Amerika’ya da petrollerimizi, madenlerimizi de peşkeş çekme dediği için AP’den çıkartıldı.

Millet yararına hakikatleri savunanları ortadan kaldırmak ihanettir. Etrafına fitne fücurları toplıyarak AP’yi “Siyasî ihanet partisi” haline getirmeğe çalışanın sonu maddî ve manevî iflâs olacaktır.

Osman Yüksel Serdengeçti Türkiye’yi “yalnız hakikatin kurtaracağına” inandığı için ihraç kararına rağmen, AP’li kalacaktır.

Amma.. Demirel?..

O ise ilk tehlike anında AP’den ikinci defa kaçacaktır.



Vatan, 6 Ocak 1967.

TÜRKEŞ AP’LİLERLE TEMASTA
AŞIRI SAĞCILAR PARTİ KURUYOR

Başbakan Süleyman Demirel’le çatışma halinde bulunan AP’deki aşırı sağcılarla, CKMP lideri Alparslan Türkeş yeni bir parti kurmak için temasa geçmişlerdir. Dün AP’den ihraç edilen Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti de yeni parti haberini doğrulamıştır.

Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu seçimlerinde bir varlık gösteremeyen ve Senato seçimlerinden sonra da Parlâmento’da gruptan düşerek söz hakkı kalmayan CKMP Milletvekillerinin de birer birer istifa etmeye başlamaları üzerine dağılma tehlikesi geçirmektedir. Gençlik kuruluşlarıyla aşırı sağ hareketleri destekleyen Genel Başkan Alparslan Türkeş, Partisinin dağılma tehlikesi karşısında yeni yollar aramaya başlamış ve ilk olarak da AP’nin aşırı sağ kanadıyla temasa geçmiştir.

İHRAÇLAR BAŞLAYINCA..

Eski Diyanet İşleri Başkanı Elmalı’nın görevden uzaklaştırılmasını bir olay haline getiren ve bu vesileyle de aşırı sağdaki siyasî görüşlerini açığa vuran Ord. Prof. Ali Fuat Başgil, Prof. Osman Turan başta olmak üzere Demirel’e karşı çıkan AP lilerin yavaş yavaş tasfiye edilmeye başlanması, ilk olarak Osman Yüksel Serdengeçti’nin ihracı AP’li aşırı sağcıları CKMP liderine yaklaştırmıştır.

Gerek aşırı sağcılar gerekse Türkeş temasları kesifleştirerek yeni bir parti için anlaşmaya çalışmaktadırlar. Anlaşmaya varılabildiği takdirde CKMP kapatılacak ve yerine yeni bir adla tamamen aşırı sağ bir parti kurulacaktır.



Vatan, 7 Ocak 1967.

BAŞGİL YENİ PARTİNİN LİDERİ OLACAK

AP den ayrılmaları veya ihraçları artık gün meselesi haline gelen aşırı sağcı milletvekilleri yeni parti kurmak için aralarında toplantılar yapmaktadırlar.

ALİ FUAT BAŞGİL Mİ?

Adalet Partisinin aşırı sağ kanadına mensup milletvekilleri ile diğer küçük partilerden ayrılarak yeni partiyi kurmaları beklenen milletvekillerinin sayısının 50 yi bulacağı tahmin edilmektedir.

Yeni parti liderliği için şimdilik İstanbul Milletvekili Ali Fuat Başgil’in ismi üzerinde durulduğu söylenmektedir. Başgil liderliği kabul etmezse o zaman bu makam için tek isim CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş olacaktır. Ancak Türkeş’in kendi partisindeki milletvekillerinin bile tamamını bu yeni partiye götürebileceği şüphelidir.

BAŞKA BİR PARTİ DAHA

Öte yandan CKMP’li dört milletvekili ile YTP’li dört milletvekilinin de bir başka parti için temaslarda bulundukları söylenmektedir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 7 Ocak 1967.

İHRAÇLA İLGİLİ YANLIŞ YORUMLAR

İhracımı ve evvelki gün yaptığım basın toplantısı hakkında bazı gazetelerde yalan yanlış haberler çıkmıştır. Gûya “Serdengeçti de solcularla beraber” Serdengeçti partiden atılınca devletçi oldu.. gibi beni yakinen tanıyanlar, yazılarımı ve eserlerimi okuyanlar bilirler ki, Serdengeçti solcularla Moskofçulara tâ.. okul aralarında mücadeleye başlamış, hiç fire vermeden mücadelesini bugüne kadar şerefle devam ettirmiştir.

Ancak, milyonlarca şehidin yattığı bu toprakları beş on istismarcının babalarının çiftliği haline getirmek istiyenlere, “Bu topraklar için toprağa düşenlerin çocuklarını, kendi öz vatanlarında cahil, fakir, yoksul bırakanlara da karşıyım. İslâmiyet buna cevaz vermez, bunun kitapta yeri yoktur” dedim. Topraksız köylüyü topraklandırmanın, işsiz adama iş bulmanın, fakir fukaraya acımanın, onların yardımına koşmanın, bunları müdafaa etmenin solculukla ne ilgisi olabilir? Ben “asıl yeri yurdu, evi barkı, toprağı olmıyan, yoksul insan daha çabuk komünist olur” dedim. “Bu bakımdan toprak reformuna taraftarım” dedim.

Devletçilik meselesine gelince, ben AP’den atılınca devletçi oluvermedim. Ticarî ahlâkın alabildiğine düştüğü, kimsenin kimseye itimat edemediği, tüccarımızın boyuna vergi kaçakçılığı yaptığı, yalnız nefsini ve kendisini düşündüğü bu memlekette, devletçiliğin zaruretini belirten düşüncelerimi Yeni İstanbul’da neşrettiğim bir yazıda izah ettim. Toprak konusundaki fikirlerimi de “Toprak vatandır” başlıklı makalemde anlattım.

Ben kıratın üstünde iken başka, kırattan düşünce başka düşünenlerden değilim.

Esasen ihracımı gerektiren sebeplerden biri de budur. Bu ciddî ve gerçekçi fikirler, yalancı, bezirgân bir iktidarın işine gelmemiştir. Ben ölünceye kadar sağcıyım. İslâmiyet kul hakkına, yetim hakkına, insan emeğine değer veren yüce bir dindir. Cenabı Hak, kendine ait kusurları affediyor da, kul hakkına karışmıyor. Şu halde İslâmiyet Allahla kul arasındaki münasebetleri düzenlemekten ziyade, insanlarla insanlar arasındaki ilişkileri düzenliyen cemiyetçi bir dindir. Solcular, İslâmın hakikatlarına uygun bazı şeyler söylüyorlarsa ve yazıyorlarsa onların da bir yönleriyle bize yaklaştıklarını gösterir. Biz onlara gitmeyiz, onlar bize gelirlerse gelirler. “Bir ve beraberiz” gibi bana şaka yapan bir solcuya şu cevabı vermişimdir. Aramızda büyük, çok büyük fark var.

– Nedir o?
– Siz Allah’a inanmazsınız, biz ona inanırız.

Öyle ya Allahtan daha büyük fark olur mu?

Bütün bunlar bizi çekemiyenler tarafından çıkarılan dedikodular. Bizi yıpratmak için uydurulan maksatlı haberlerdir. Biz hâtıra defteri yazarcasına teklifsizce, samimî olarak her şeyimizi yazıyoruz. Hayatımızın ve fikirlerimizin gizli kapaklı hiç bir tarafı yoktur. Bu iftiraları örtülü ödenekçiler yapıyorlar. Bir de cebi dolarlı , boynu yularlı, beynelmilelci masonlar. Bir de cebleri rubleli, Moskova kıbleli Bolşevik ajanlar.

NOT: Partiden ihracım dolayısiyle daha şimdiden yüzlerce telgraf aldım. Bunların çoklarında derin bir anlayış var. “Gazan mübarek ola” diyorlar. Bazıları “Hayırlı olsun” temennisinde bulunuyor. Bu anlayış da güzel. İnşallah hayırlı olur. Bir kısmı da “geçmiş olsun” diyor. Üzüntülerini belirtiyor. Üzülecek bir şey yok. Cümleniz sağolun, aziz kardeşler. Bizim için parti, partili, partisiz mühim değil. Zira biz, bir çokları gibi particiliği mezhep, mebusluğu meslek haline getirenlerden değiliz. Mücadeleye devam…



Akis, 7 Ocak 1967, Sayı 655.

A.P.

Fesuphanallah!

Gömleğinin yakalarını, önünü arkasına giydiği kahverengi eski kazağının üstüne çıkarmış kısa boylu esmer adam, gazetecinin sorusunu dikkatle dinledikten sonra bir süre düşündü, sonra gayet açık ve kesin olarak, “yeni bir parti kurmak üzere harekete geçtiklerini” söyledi.

Konuşma geçtiğimiz hafta Perşembe günü Millet Meclisi koridorlarında, AP’nin milliyetçi – mukaddesatçı milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti ile AKİS muhabiri arasında cereyan etti. Serdengeçtinin tabiriyle, yapılan bu “Akis – Bilâkis” -Serdengeçti, kendisini “bilâkis” kabul etmektedir- görüşmesinde mukaddesatçı milletvekili, “partiler yelpazesinin en sağında yer alacak yeni bir parti kurulacağını ve gerek AP içinden gelecek, gerekse CKMP, YTP ve MP’den katılacak milliyetçi – mukaddesatçı milletvekillerinin bu partide toplanacaklarını” bildirdi. Önümüzdeki günlerde Kıratın gazabına uğrayarak partisinden ihraç edilmesi kuvvetle muhtemel Serdengeçti, Türk politik hayatında mevcut ve muhtemel gelişmelerin böyle bir partiyi zorunlu kıldığını ve mevcut partiler içinde tam bir milliyetçi – mukaddesatçı politikanın yürütülemiyeceği inancından hareket edilerek böyle bir karara varıldığını söyledi.

Serdengeçtiye göre ismi muhtemelen “Millî Hareket Partisi” olacak bu yeni kuruluşun genel başkanlığına milliyetçi – mukaddesatçı cephenin değişmez akıl hocası Prof. Ali Fuat Başgil getirilecektir. CKMP nin “darbeci” Genel Başkanı Alparslan Türkeş, şeklen, partinin ikinci kademesinde yer alacak ve fakat dizginler onun elinde olacaktır.

Milliyetçi – mukaddesatçı ilkelerle ortaya çıkacağı ve “suyunun suyu” bir nasyonal sosyalist dünya görüşünün hakim olacağı anlaşılan yeni parti için yapılan görüşmeler bir hayli ilerlemiştir. Hareketin öncülüğünü yapanlar -ki bu konuda kesin bir bilgi olmamakla beraber, bunların AP’nin milliyetçi – mukaddesatçı unsurları oldukları belirtilmektedir- prensip olarak anlaşmaya varmış ve üst kademede bazı toplantılar yaparak, izleyecekleri taktik ve stratejiyi tesbit etmişlerdir.

Haber, Ankara politik çevrelerine sızmış ve bazı çevreler, hareketin öncüsü olarak gördükleri kişileri kuruluşun en kısa zamanda gerçekleşmesi için sıkıştırmaya başlamışlardır.

Yeni parti haberi taşraya bile ulaşmış ve milliyetçi mukaddesatçı bazı milletvekillerine, bu arada Osman Yüksel Serdengeçtiye pek çok mektup gelmeye başlamıştır. Çoğu AP’li çevrelerden gelen bu mektuplarda yeni partinin bir an önce kurulması ve prensipleri hakkında açıklama yapılması istenmektedir. Kuvayı Milliye gibi, Milliyetçi – mukaddesatçıların hakim oldukları bazı dernekler şimdiden, yeni partiyi destekleyeceklerini bildirmişlerdir. Din adamlarının kurduğu pek çok derneğin de aynı eğilimi göstereceği tabii kabul edilmektedir. AP’den ayrılacak milliyetçi mukaddesatçı milletvekilleri ile diğer partilerden geleceklerin Mecliste şimdilik 30-40 kişilik bir grup teşkil edebileceği sanılmaktadır.

AP Antalya milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti, bu haberlerin hepsini doğrulamış ve fakat şimdilik isim veremiyeceğini bildirerek şunları söylemiştir:

“- Partinin Nisan veya en erken Mart ayına kadar kurulabileceğini sanıyoruz. Seçimlere AP’yi vurabilecek bir güçle katılacağız. AP’yi iktidara getiren ve fakat şimdi ihanete uğrayan oylar, aslında bizim oylarımızdır.”

Lider bolluğu

AKİS muhabiri, imamla konuşmasıyla ün yapmış Serdengeçtiden bu bilgileri aldığının ertesi günü, yeni partinin lideri olacağı bildirilen Alparslan Türkeşle konuşmak istedi. Fakat Türkeş “işi olduğunu ve bu görüşmeyi ancak yılbaşından sonra yapabileceğini” söyledi. Belli ki Türkeş, şimdiden havalanmıştı. Halbuki, hiç değilse şimdilik, daha alçaklardan uçması gerekmez miydi?

Aynı konuda bir başka görüşme, milliyetçi – mukaddesatçı bilindiği için bu hareketin önünde olması gereken Prof. Osman Turanla oldu. Prof. Turanı AP’den arayan muhabir, telefona çıkan odacıdan,

“- Valla, o buralara uğramaz oldu. Kongreden bu yana ortalarda yok.” Cevabını aldıktan sonra kendisiyle İsrail Evlerindeki evinde konuştu. Osman Turan haberi yarı yalanladı, yarı doğruladı,

“- Evet, bir hazırlık olduğunu işitiyorum. Fakat bu şimdilik fikrî seviyede oluyor. Daha doğrusu bir temenni mahiyetinde” dedi.

Fakat haftanın başında Pazartesi günü, Yeni İstanbul gazetesindeki bir haberi gören muhabir, hayli şaşırdı: Sağ üst köşeden çift sütun üzerine verilmiş bu haberde “Yeni parti kurmak için vakit erken” deniliyor ve AKİS muhabiri ile Osman Turanın iki gün önce konuştukları aynen yer alıyordu. Bunu gören gazeteci, mesleki bir hata yaptığını anladı. Haber alacağım derken, bir gazetenin profesör seviyesindeki muhabirine haber sızdırmıştı!

Bu, aslında bir telâşın ifadesiydi ve iki sebebi olabilirdi: Osman Turan ya yeni parti hareketinin şimdiden duyulmasını sakıncalı buluyor ya da büyük kongresinde gazabına uğradığı AP’lilerden hâlâ kendisi için bir ikbâl umuyordu. Fakat haber, yazılışındaki bütün ustalığa rağmen, yeni parti söylentisini yalanlamıyor, bilâkis doğruluyordu. Yani, aslında böyle bir partinin kurulması düşünülüyordu da, henüz eşref saat gelmediği için, bekleniliyordu.

AKİS muhabirinin aynı gün görüştüğü AP’li bazı milletvekilleri de yeni parti haberini doğruladılar.

Öte yandan, aynı gün, aynı gazetenin iç sayfalarında bir yazı daha yer alıyordu. Osman Yüksel Serdengeçti imzasını taşıyan yazıda AP’li kodamanlara şiddetle çatılıyor ve işin ilginç yanı, Alparslan Türkeş bunlara karşı şiddetle savunuluyordu. Serdengeçtinin, durup dururken böyle bir yazı yazması acaba neden icap etmişti? Olayları bilmeyenler, “düğün değil, bayram değil..” diyerek, hayretlerini ifade ederlerken, Serdengeçti ne yaptığını ve bunu niçin yaptığını gayet iyi biliyordu. Çünkü Türkeş, yeni partinin lideri olmaya hazırlanıyordu ve bazı çevrelere şirin görünebilmesi için böyle telkinlere şiddetle ihtiyaç vardı.

Serdengeçtinin, aynı yazıda, yeni kurulacak partide yer alacak AP’li milletvekillerinin isimlerini de üstü kapalı olarak ihsas ettiği görüldü. Bunlar Osman Turan, Mevlût Yılmaz, Mehmet Ateşoğlu ve Sadi Pehlivanoğlu idi. Senatörlerden ise Ali Fuat Başgil ile Hüsnü Dikeçligilin adı geçiyordu. İsimler, AKİS muhabirinin bu konudaki istihbaratını doğruluyordu.

Yeni parti kurulacağı haberi, AP’ye hakim yöneticiler tarafından çoktan duyulmuş ve aşırı sağdaki doğum sancısına karşılık bunlar, gerekli tedbirleri alma yönüne gitmişlerdi. Çünkü böyle bir parti, AP için büyük tehlike olacaktır. Bir defa partinin bütün gücünü teşkil eden dinci – gerici oyları kaybetme durumu vardır. İkincisi, parti tutar da, AP içindeki bütün milliyetçi – mukaddesatçılarla Demirel muhalifleri ve hele eski DP’liler o yana meylederse, Hükümetin düşmesi mukadderdir. Nitekim yeni partinin alemdarları bunu saklamamakta, eğer mümkün olursa Bütçe oylamasında, olmazsa ilerde, Hükümeti düşürmek için ellerinden geleni artlarına koymayacaklarını söylemektedirler.

Bütün bunları bilen, hiç değilse hesaplayan Demirel ve çevresi, bir süredir yoğun bir transfer faaliyetine girmişlerdir. Meselâ Sefa Yalçuk kanalıyla YTP idarecilerine, AP’ye iltihak etmeleri için haber gönderilmiş ve fakat “elçi” eli boş dönmüştür. Çünkü şu günlerde YTP ile MP’de, birbirleriyle birleşme temayülü mevcuttur ve yapılan temaslarda, prensipte anlaşmaya varılmıştır. Lider konusu yanında bazı teferruatta da anlaşmaya varılabilirse, bu iki partinin pek yakında birleşmeleri muhtemeldir. Yani, AP için bu çevreler şimdilik umut verici değildir. CKMP de yüzvermediği için işler iyice sarpa sarmış ve AP yönetici kadrosunda telâş elle tutulur hale gelmiştir. Küçük ve etkisiz de olsa, AP’den bir grupu koparacak olan yeni parti hareketi ve küçük partilerdeki bu birleşme temayülü, AP’nin yakın gelecekte başına “türlü çeşitli” işler açacağa benzemektedir. AP iktidarını ve Demireli bu sonuçtan, “oruç keyfi” ile atılan nutukların kurtarıp kurtaramayacağı Bütçede belli olacaktır.



Yeni İstanbul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, 8 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ’YE VE BANGUOĞLU’NA DAİR…

İki partide iki Haysiyet Divanı iki ihraç kararı verdi. Sütun komşum Serdengeçti Adalet Partisinden, hemşehrim Banguoğlu Cumhuriyet Halk Partisinden çıkarıldılar.

Biri senatör biri milletvekili olan bu iki gadre uğramış politikacının dün gazetelerde yan yana çıkarılmış resimleri vardı.

Dikkatle baktım:

İkisinin de gözlerinde kaderle alay eden birer arifâne gülümseme iğnelenmiş gibiydi.

Antalyalıların milletvekili seçtikleri Osman Yüksel Serdengeçti bey de değerli bir insandır; Edirnelilerin oylarıyla Senatoya oturan Tahsin Banguoğlu Bey de değerli bir insandır.

Buna asla şüphe yok: Serdengeçti’yi seçen AP taraftarı Antalyalılar ve Banguoğlu’nu seçen CHP taraftarı Edirneliler, oylarını ustaca kullanmışlardır.

Günün halleri ve şartları içinde parlâmento kürsülerimiz için ikisi de pek lüzumlu iki ayrı renk, iki ayrı koku, iki ayrı sestir.

Bu seslere, bu kokulara, bu renklere parlâmentomuzun muhtaç olmadığı söylenemez. Memleketteki iki başka düşüncenin, memleket içinde iki başka türlü toplaşmanın oksijenini o pek ihtişamlı Kavaklı Dere sarayımıza serpen bu iki aydın sadece fazla konformist değillerdir. O kadar… Yoksa Banguoğlunun şahsiyeti tam CHP kalıbı içinde dökülmüştür ve AP’nin esası ile Serdengeçti’nin hiçbir ayrısı gayrısı yoktur.

Bu durum, taşkın AP’li Serdengeçti ile Ortodoks CHP’li Banguoğlu’nun haklarında verilen çıkış iznini kabul etmeyişlerinden ve AP’li, CHP’li kalmakta ısrar edişlerinden açıkça bellidir. Tahsin, kendisini ihraç edenlerin iktidarını meşru saymıyor. Osman da öyle.. Biri AP bayrağını, öteki de CHP bayrağını kendi utağı önüne dikmek istiyor.

AP lilik Serdengeçti’nin ve CHP lilik Banguoğlu’nun iliklerine kemiklerine kadar işlemiş, ruhlarına sinmiştir. Böyle olmasaydı; kesip atarlardı.

Neden korksunlardı? Maddî ölüm mü vardı bu kararın ardında, yoksa siyasî ölüm mü?

Ne o, ne bu!

O halde niçin bu münakaşalar, neden bu ileri geri söylenişler? Ve nihayet, partilerdeki Demokles kılıçlarını tavandan sarkıtan ince kılların kopuşu.

Basit.. Tahsin bir başka türlü CHP lidir, onun gibi olmıyanların hışmına uğramıştır. Serdengeçti bir başka türlü AP lidir ve kendisine benzemiyenlerin hışmına uğramıştır.

Bu iki ihraç kararı, aynı anlayışta olmıyanların aynı parti bayrağı altında toplanmış olmalarını belirten iki tabiî neticedir.

Serdengeçti’yi çıkarmakla AP elbette bir kuvvet kaybetmiştir. Banguoğlu’nu çıkarmakla CHP nin elbette zayıflamış olduğu gibi.

Antalya Milletvekilinin yaptığı basın toplantısının notları arasında şu iki cümle çok dikkatimi çekti:

“Gecede yüzbin lira yiyen adamlar var. Nereden buluyorlar bu parayı? Antalya’da Belçika kadar toprağı olanlar da var!”

Acaba bizde bu kadar zıvanadan çıkmış mirasyedilere rastlanıyor mu? Ama böylelerinin bu kadar parayı nereden bulduklarını soran Serdengeçti Belçika kadar toprağı olanların böyle bir krallığı nasıl ele geçirdiklerini sormuyor.

Meselâ bir zamanlar birinci meclisin, başına peruka takan dazlak kafalı on parasız bir “Rasih hoca”sı vardı ki zaferden sonra Antalya’da edindiği çiftlik kendisini tanıyanlarda umumî bir merak uyandırmıştı.

Acaba bu çeşit çiftlikleri mi murad ediyor eski AP’li?

Haydi Banguoğlu’na da bir tavsiyede bulunalım:

Parti Meclisi, Liderlik, Genel Sekreterlik müesseselerini kuran Kurultay meşru değildir diyorsunuz. Be hey birader kurultaya delege göndermiş olan ilk kongreleri meşru sayılabilirler miydi acaba? Sen asıl işin burasını eşele.



Yeni İstanbul, 8 Ocak 1967.

TÜRKEŞ AVANS ALAMAYANLAR İÇİN ZAM İSTEDİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, memur avansları ile ilgili dün bir açıklama yapmıştır. Türkeş bu konuda şöyle demiştir:

“Hükûmetin her gün artan hayat pahalılığı karşısında bir kısım memurlara teşmil edilerek bunların geçim sıkıntılarını hafifletmek maksadiyle avans namı altında dağıtmak istediği 470 milyon lira tutarındaki zamma dair kanun çıkarılmış bulunmaktadır.

Yapılmak istenen zamdan emekli, dul ve yetimlerle, iktisadî devlet teşekkülleri, belediye ve özel idare memurlarının da faydalanmaları için partimizce büyük gayret sarfedilmesine rağmen maalesef kanun iktidar ve ana muhalefet partisinin bahar havası içinde kararlaştırdıkları şekilde çıkmıştır.

Dağıtılacak paranın belli olması ve kimlere ne nisbette verileceğinin tesbit edilmiş olmasından sonra bunun adına zam yerine avans tabir edilmesi iktidarın samimiyetsizliğinin yeni bir ifadesidir. Bütçe açığını kapatmak üzere 1967 mali yılında hükûmetçe bir kısım tekel maddelerine, şekere, akaryakıta, kömüre, Sümerbank mamullerine yeniden zam yapılacağı bildirilmektedir. Yapılacak bu zamlardan sonra artacak hayat pahalılığını maaşlarına zam yapılan memurların da karşılaması mümkün olmadığı gibi maaş ve ücretlerine zam yapılmayan emekli, dul ve yetimlerle, iktisadî devlet teşekkülleri, belediye ve özel idare memurlarının durumları büsbütün kötü olacaktır.



Yeni İstanbul, 9 Ocak 1967.

TÜRKEŞ: TÜRKİSTAN TÜRKLERİN OLACAK

Türkistan mücahitlerinden M. Çokay’ı anma töreninde bulunan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bir konuşma yaparak “Türkistan Türklerin olacaktır.” demiştir.

Türkistan Yardımlaşma Cemiyeti Başkanı Tahir Çağatay ise konuşmasında, Türkistanların Sovyet Rejimi altında çürütüldüğünü belirtmiş ve “Sovyet Rusyada Türklere Üniversite tahsili yapma imkânı verilmez.” demiştir.

Türkocağı salonunda kalabalık bir milliyetçi gurup ve öğrenciler tarafından takip edilen anma gününde hamaset destanları okunmuş ve heyecanlı anlar yaşanmıştır. Çağatay, Rusların Türkistan’ı parçalayarak kukla hükümetler kurduklarını ve bu basit hükümetlerin başına da Moskovada özel surette yetiştirilmiş komünistler Devlet Başkanı olarak getirildiklerini ifade etmiştir. Çağatay daha sonra Sovyet Rusyadaki rejim hakkında da geniş bilgi vermiş ve bu rejime özenenlere bazı tavsiyelerde bulunarak “Sovyet Rusyadaki rejimi bilen ve yerinde inceleyen kimseler cehennem azabının büyüklüğüne inanırlar” demiştir. Çağatay’dan sonra konuşan Türkeş ise Doğu Blokunda bulunan ülkelerin yapacağı her toplantıya gençliğin gitmesini tenkit etmiş ve “Maalesef Doğu bloku ile ilgili her hangi bir meselede yapılan bir toplantıya gençlik, basın, akın akın gitmektedir. Kendi dâvalarımızda da aynı hassasiyeti göstermeleri en büyük temennimizdir. Gençlik bir gün kendi benliğini kazanacaktır.” demiştir.

Türkeş müteakiben Türkistandaki duruma temas etmiş oradaki ırkdaşlarımızın ızdırap içinde yaşadıklarını belirtmiş ve sözlerine şöyle nihayet vermiştir:

“Türkistan ergeç Türklerin olacaktır.>>

Daha sonra milliyetçi gençlik arasında tanınan Rafet Körüklü, Yavuz Bülent Bakiler, Enver Tuncalp, kendilerinin Türkistanla ilgili olarak yazdıkları şiirlerini okumuşlar, dinleyiciler tarafından büyük takdir toplamışlardır.



Babıâlide Sabah, N. Mustafa Polat, Sözün Özü, 9 Ocak 1967.

İŞTE HAKİKAT!

Türkeş ne der?

Dostumuz Serdengeçtinin temize çıkarmak istediği 1960 yılının Başbakanlık Müsteşarı Alparslan Türkeş DP lileri şöyle itham ediyordu.

<<….Evvelâ ezanı Arapça okutmakla buna ihanete başladılar!>>

Ve bu iddia, Cumhuriyet Gazetesinde yer almış, fakat CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından tekzib edilmemiştir!

Dostumuz Serdengeçti’ye duyururuz!



Yeni İstanbul, 10 Ocak 1967.

ÜÇ GENÇLİK TEŞKİLÂTININ MÜŞTEREK TEBLİĞLERİ:
SERDENGEÇTİ’Yİ TEBRİK, AP’Yİ İKAZ EDERİZ

Gençler: Serdengeçti gibi bu memleketin iman kalelerine hücum edeceğinize, caddelerde -biz komünistiz- diye haykıran vatansız soysuzlarla mücadele ediniz” diyor.

Halkımızın haklarını savunduğu ve prensiplerinden tâviz vermediği için Demirel’in emriyle Adalet Partisinden ihraç edilen Gazetemiz yazarı ve Antalya Milletvekili Osman Yüksel Serdengeçtiye yurdun her tarafından üzüntü telgrafları gelirken, bütün milliyetçi kuruluşlar da Adalet Partisi yöneticilerini protesto etmeye başlamışlardır. Bu cümleden olarak Serdengeçti’yi devamlı olarak ziyaret eden milliyetçi gençlik dernekleri yöneticileri dün bir bildiri yayınlayarak, Serdengeçti’nin ihracını protesto etmişlerdir. “Adalet Partisi iktidara bu türlü Serdengeçti’lerin mücadelesi sayesinde gelmiştir.” demişlerdir.

AP ÇOK ŞEY KAYBETMİŞTİR

Bildiride Serdengeçti’nin daha okul sıralarında yurt meselelerine eğildiği, haksızlıklara karşı geldiği, memleket gerçeklerini yılmadan, korkmadan dile getirdiği belirtilerek her türlü tehditlere ve hapishanelere rağmen mücadele bayrağını elinden bırakmadığı ifade edilmektedir.

Serdengeçti’nin bu haliyle kendilerine örnek olduğunu açıklayan Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilâtı Genel Başkanı İlyas Aslantur, Ankara Hukuk Fakültesi Ülkü Ocağı Genel Başkanı Atillâ Özer ve Türkiye Milliyetçi Gençlik Kolları Genel Başkanı Fahrettin Savaşkonar görüşlerini şu şekilde Türk Milletine bildirmişlerdir:

“27 yıllık bir mücadeleden sonra Meclise giren Osman ağabeyimiz, milliyetçi ve mukaddesatçı gençlerin dertleriyle, ihtiyaçlarıyla yakından meşgul olmuş, iktidarla aramızda köprü vazifesini görmüştür.

Hayretle gördük ki iktidar şimdi aramızdaki bu köprüyü yıkmış bulunuyor. Millî Cephenin ateş hattında yıllarca mücadele eden, ateşli yazılarıyla biz gençlere istikamet veren, böylesine cesur, kudretli, cefakâr, vefakâr bir vatan evlâdının Millî İradeyi temsil eden bir parti tarafından ihracı, biz milliyetçi gençlerde onulmaz yaralar açmıştır.”

FEDAİLERİMİZİ FEDA EDEMEYİZ

“Prof. Osman Turan hocamızın dediği gibi “Fedailerimizi feda edemeyiz” fakat iktidar maalesef bunu yapmıştır. Serdengeçti ağabeyimiz gerçekten bir fedaidir. Samimiyeti, kalenderliği, çok yakından bildiğimiz ahlâkı ile hepimizin gönlünü fethetmiştir. Onun dâvası ile hayatını birbirinden ayırmaya imkân yoktur. Adalet Partisi iktidara, bu türlü Serdengeçtilerin mücadelesi sayesinde gelmiştir. Biz milliyetçi mukaddesatçı gençler Serdengeçti’nin mücadelesini, her kelimesi memleket meselelerini dile getiren yazılarını tasvip ediyor, iktidarımızı ikâz ediyor. AP Osman Yüksel’i ihraç etmekle çok şey kaybetmiştir. Fakat Serdengeçti hiç bir şey kaybetmemiştir. Onun yeri yine başımızın üzerinde, onun imanı ve heyecanı kalplerimizdedir. Yine iktidarı ikâz ediyoruz. Serdengeçti gibi bu memleketin iman kalelerine hücum edeceğinize her gün hızını bir kat daha arttıran, yurtlarda caddelerde açıkça “Biz komünistiz” diye haykıran ve imansızlar, vatansızlar, sollar, beşinci kollarla mücadele ediniz, tedbirler alınız. Sanki devlet ve kanun yokmuşçasına serbestçe hareket eden bu soysuzlar karşısında hükûmetimiz hiç bir şey yapamıyor.

Milyonlarca şehidin yattığı ve bu toprakları, aziz vatanımızı yabancılara peşkeş çekenlerle, bu zihniyetle mücadele eden insanları destekleyecek yerde particilik taassubu ile köstekleyen iktidarın bu tutumunu tutmuyoruz.

Şahsında Müslüman Türkün imanını şahlandıran, emeğini, alın terini kendi tabiriyle “yalancılara, yabancılara, arsacılara, borsacılara, parsacılara karşı” müdafaa eden, kendisi de yoksul Anadolu halkı gibi yaşayan böylesine samimî bir fikir ve dâva adamının ihracı karşısında üzüntülerimizi tekrar belirtir; Allah, Millet-Vatan yolunda serdengeçercesine mücadele eden Osman Yüksel’e “gazan mübarek olsun” der, kendisini tebrik, iktidarımızı tekrar tekrar ikâz ederiz. İktidarımızın tutumu ne olura olsun biz milliyetçi, mukaddesatçı gençler, imansızlara, vatansızlara karşı kara bağrımızı siper ettik. Allah bizimle beraberdir. Millet bizimle beraberdir.”



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 10 Ocak 1967.

DEMİREL’İN AKIL HOCASINA BAKIN

Bizimkinin akıl hocası, Dünya gazetesinin dünyalık Başyazarı Bay F. Rıfkı Atay!.. 30 Aralık 1966 tarihli nüshasında “Eğitim, Yalnız O…” başlıklı yazısında bakın neler yazıyor:

“Cumhuriyet devrine girdiğimizin üçüncü veya dördüncü yılı Rusya’ya gitmiştim. O tarihlerde komünist rejimin yakında yıkılmayacağını söylemek bizde komünist olmak, batının pek geniş aydın çevrelerinde de uzağı görmemek demekti. Önce Atatürk’ün kendi gazetesinde tefrika ettiğim “Yeni Rusya” kitabında Rus ihtilâlcilerinin yeni devrimleri gençliğe ve halk yığınlarına maletmek için kullandıkları metodları övmüş, bizim hemen bu metodları benimsememiz gerektiğini yazmıştım. Ordu bir okuldu. Her devlet dairesinin bir “yığın kolu” vardı ki görevi, yaptığı işleri her yoldan halka anlatmaktı. Her köyden alınan onda bir delege, kadın veya erkek, türlü bakımdan köye faydalı olmak için yetiştirilmekte idi. Biz yalnız devrimlere karşı olmayı suç saymakta ve eski şark sistemi rejimin temelini yasağa dayamakta idik.”

Görüyor musunuz, ara sıra komünist düşmanlığı yapıp ticaret odalarından ve örtülü ödeneklerden yüzbinlerce lira sızdıran adamın marifetini, Komünist sistemin kuvvetini ve onun tatbik ettiği metotları nasıl methediyor!. Devam ediyor Bay Atay:

“İhtilâl bir toplumu ilerlemekten ve kalkınmaktan alıkoyucu asırlık ve çağlık gelenek, görenek ve kara inançları yıkarak yeni bir düzen kurmak demektir. Hiç bir ihtilâl demokratik şartlar içinde yapılamaz. Ve eğitim yoluyla halk yığınlarına (Halk yığınları tâbirine dikkat! Bu müreffeh efendi de halkı bir sürü, bir yığın olarak görmektedir. Komünistler de böyle görür halkı).

Ve yeni kuşaklara sindirilmeksizin de demokrasi şartları ile tam uyuşturulamaz.

Bu gaflet köy enstitülerine kadar sürdü. Enstitülerden yetişme uyanık halk çocuklarının, köyü eski, pasif ve köle durumunda bırakmayacağını gören bir takım sömürücüler – (Dikkat! Bunu Çetin yazmıyor. Demokrasi şampiyonu Amerika’nın piyonu, Demirel’in akıl hocası Bay Atay yazıyor! Sömürücülermiş! Acaba Ankara Palaslarda semirenler, 30 yıl milleti sömürenler kimdi, kimlerdi?) - hemen bunlara komünistlik damgası vurmuşlardır. Biz liselerimizde de, üniversitelerimizde de sol eğilimli kimseler bulunduğunu biliyoruz. Bu yüzden onları kapayıp yerlerine eski medreseleri açmayı düşünüyor muyuz? Köy enstitüleri için de yaptık bunu. Bu haltı ettik. Enstitüleri kapadık. Fakat her köyde bir nurcu ocağı açılmasına göz yumduk.”

Bak sen şu işe, mugalâtaya. Enstitüler kapanmış da sanki yerine medreseler açılmış. Bunların sadece isimleri değişti. “Öğretmen okulları” oldu. Biraz da olabildiği kadar, yapılabildiği kadar enstitü solculuğunun önüne geçilmeye çalışıldı. Hepsi o kadar.

Şimdi gördünüz mü iktidarımızın destekcisini, Başkanımızın akıl hocasını?

“Rusya’da uygulanan usulleri biz de uygulıyacaktık” diyor. “Köy enstitülerini kapattık da halt ettik” diyor.

Bunları kapattıranların sömürücüler olduğunu yazıyor.

Bu fikirler AP’nin zihniyeti, programı, gayesiyle bağdaşabilir mi? Ama Demirel iktidarının başına bu adam bağdaş kurmuştur. Oturduğu yerden emirler vermektedir. Ve Demirel bu emirleri bir emireri gibi dinlemektedir.



Babıâlide Sabah, Nükte, 11 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ OSMAN YÜKSEL DOSTUMUZLA AÇIK KONUŞMA

Osman Yüksel Serdengeçti’nin AP den ihraç edilişine ne kadar üzüldükse, O’nun birden bire AP ye karşı cephe alışına, heyecanlı muhalefet yapışına ve uluorta ithamlarda bulunuşuna da o derece üzüldük.

AP Yüksek Haysiyet Divanı Osman Yüksel’i partiden ihraç etmekle iyi bir şey yapmadı. Cesur bir elemanı saf dışı etmiş oldu. Ama Serdengeçti dostumuzun muhalefeti de iyi olmadı. Hele bilhassa solcuların slogan haline getirdikleri ithamları aynen sarfetmesi, bütün aklı selim sahiplerini müteessir etti.

Heyecan, yerinde kullanılmazsa iyi neticeler vermez; hattâ pek çok hayırlı iş ve teşebbüsleri alt üst edebilir. Politikacıda heyecan, belli bir istikamet için kullanılmaz, muayyen kalıplara sokulmazsa, menfi neticeler doğurur, hattâ sahibini politik hayattan siler süpürür.

Serdengeçti dostumuzun heyecanına hürmetimiz vardır. Fakat bu heyecan birliği parçalama, muarızlarımızın lehine puan kaydetme şeklini alınca, halk efkârını ikaz etme vazifesini de yerine getirmeyi bir vicdan borcu telâkki ederiz. Bu bakımdan, Serdengeçti meselesiyle ortaya çıkan mücadelenin istikameti üzerinde görüşlerimizi açıklamak bir zaruret haline gelmiş bulunuyor.



Babıâlide Sabah, Nükte, 12 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ OSMAN YÜKSEL DOSTUMUZLA AÇIK KONUŞMA II

Mevcud kanun ve nizamlar muvacehesinde faaliyet göstermekle mükellef olan Adalet Partisi; mukaddesatına yüzde yüz bağlı olan insanların bütün mevcudiyetleriyle destekliyebilecekleri bir parti olmayabilir; bâzı zaafları, bazı hataları bulunabilir; Lider kadrosundaki zâfiyetler çeşitli hatâların sadır olmasını netice verebilir; fakat hiç bir zaman tekmelenecek, yüzde yüz karşısına çıkılacak, her ne pahasına olursa olsun muhalefet yapılacak bir parti asla olamaz!

Milleti dağıtmak, parçalamak doğru değildir!

Bir iki kişinin kaşını gözünü beğenmemekle partiye sırt çevirmek memleket realitesine kulak tıkamak demektir.

Adalet Partisini bir iki kişi temsil edemez. Onu bir iki kişi istediği istikamete sevkedemez. Ona muhalefet edenler de ciddi bir netice elde edemez. Fakat huzuru bozar, bâzı aldanmalara sebeb olur, o kadar.

*

Serdengeçti dostumuz her şeyden evvel bunlara dikkat etmeli, millî hassasiyete kulak vermelidir. Devir, ucuz kahramanlık, heyecan, bağırıp çağırarak meşhur olma devri değildir. hesaplı kitaplı hareket etme, hadiselerin kıymet hükmünü salim bir düşünce ile ortaya koyma mes’elesi ideal politika tarzıdır.

*

Biz, Serdengeçti şöyle bağırdı, böyle kafa tuttu.> gibi kuru övünmeler, dövünmeler yerine, <<Serdengeçti şu fitnenin önüne geçmek, şu zararı telâfi etmek, şu grubu kazanmak için şu fedakârlıkları yaptı.>> denilmesini istemekteyiz.

*

Meselâ bir müddet evvel Serdengeçti dostumuzdan Ayasofya’nın cami haline getirilmesi için Meclisde bir konuşma yapması istenmişti. O zaman bu telifte bulunanlara verdiği cevabda, <<hükûmetin başı dertte, şimdi zamanı değil>> diyebilmiş ve muhataplarına itidal tavsiye etmişti. Ama bugünkü Serdengeçti, Ayasofya’nın cami haline getirilmemesi hususunda hükûmeti çok ağır bir lisanla, hem de gazete sütunlarında, tenkîd ederken, Meclisteki çekingenliğini unutmuş gibi görünüyor.

*

Meselâ geçen Ramazan ayında Meclisde alenen orucunu yiyen CKMP Lideri Alparslan Türkeş’in bizzat şahidi olduğu bu hareketini teşhir etmiyor da, solcu gazetelerin Demiral hakkındaki ithamlarını tazeleyip tazeleyip öne sürüyor.

*

Ve meselâ kendi namazsızlığını örtbas ediyor da, Başvekil Demirel’in Eyüp Sultan’da kıldığı
sabah namazını münafıklık alâmeti olarak gösteriyor.

Acaba dostumuz fetvayı nereden alıyor? Müslümanlığın düdüğünü çalıyor?

<<Mason, münafık>> diye taarruz ettiği Demirel, Hacıbayram, Aslanpaşa, Eyüp Sultan camilerinde sık sık secde-i rahmana başını koyarken; Serdengeçti dostumuz nelerle meşguldü? Ve meselâ alnı kaç defa secdeye vardı?

Türkeş’in samimiyeti ve AP den milliyetçiliğin tasfiye edildiği iddiası üzerinde de bayram ertesi duracağız.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 12 Ocak 1967.

BİR ADAM Kİ!

Bir adam ki Mason olduğu halde – Bu katî ve maddî vesikalarla sabittir- koskoca bir kongrenin, koskoca bir milletin huzurunda yalan söyler, “Ben Mason değilim” der; işe yalanla başlar..

O adamdan hayır gelmez!

* * *

Bir adam ki, yine Mason olduğu halde, halkı aldatmak için birkaç defa camiye gelir, namaz kılanların arasına karışır, iftar zamanı oruç tutanlarla bir oluverir, sair zaman odasında püro sigarası tüttürür..

O adamdan hayır gelmez.

* * *

Bir adam ki, nutuklarında, sık sık “Cenabıhak” der, sonra da “Biz ilhamımızı gökten, gaibden almadık” der. Vahyi ilâhiyi inkâr eder..

O adamdan hayır gelmez!

* * *

Bir adam ki; din, imân gayretiyle iktidara gelmiş, ortanın soluna karşı mücadele etmiş bir partinin başında olduğu halde, Orta Solculariyle, Moskova yolculariyle iş birliği yapar, Bakanlık emrine alınan solcu öğretmenleri serbest bıraktırır, İnönü’nün emriyle sağcı öğretmenleri Bakanlık emrine aldırır..

Bu adamdan hayır gelmez.

* * *

Bir adam ki; AP’nin, Halk Partisinden en çok ayrıldığı nokta, lâiklik olduğu halde, kendi sözcüsü, Mecliste “Biz Halk Partisinin laiklik anlayışı ile aynı anlayıştayız” der, bunu tasdik ve tasvip eder.

İşte bu adamdan hayır gelmez.

* * *

Bir adam ki, Müslüman Türk Milletinin gözünde ve gönlünde yer tutmuş bir din büyüğünü, yüzlerce, binlerce, onbinlerce çekilen telgraflara rağmen, bir tapu memuru gibi kolundan tutar atar.

İşte o adamdan hayır gelmez!

* * *

Bir adam ki, AP’nin idareciler kadrosunda, haysiyet divânlarında, idealist, şahsiyetli, milliyetçi insan bırakmaz.

İşte o adamdan hayır gelmez!

* * *

Bir adam ki, hükûmeti ehliyetsiz Türkçe dahi bilmeyen insanlardan kurar, bütün ısrarlara rağmen bu kadroyu değiştirmez..

İşte bu adamdan hayır gelmez!

* * *

Bir adam ki, fakir fukaranın oylarıyla iktidara gelmiş bir partinin başına oturduğu halde, fakir fukarayı unutmuş, iktidarın bütün imkânlarını Mason biraderlere, yabancı şirketlere, dalkavuklara peşkeş çekerse.

Bu adamdan hayır gelmez!..

* * *

Bir adam ki; dostluk perdesi arkasında dara düşen iktidarı biraz ferahlatmak, sandalyede biraz daha kalabilmek için yabancılarla tehlikeli alâkalar kurar, vatanın âkıbetini düşünmez, tarih şuurundan mahrumdur.

O adamdan hayır gelmez!

* * *

Bir adam ki, sözü – özü – yüzü bir değildir..

İşte o adamdan hayır gelmez! Gelmez vesselâm!



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 15 Ocak 1967.

ŞU BİZİMKİLERE BAKIN!

Halkçılar, solcular, Masonlar yazacak; aleyhimizde yazacak.. Bu gayet tabiî.. Ben bizimkilere kızıyorum.. Evet bizim sözde Müslüman gazetecilerimize.. Meselâ şu Sabah’a bakalım.. Benim ihracım bu gazetede dört satır.. Serdengeçti, partiden, bir “den” daha.. ihraç edildi. Halbuki bu gazetenin sahipleri -altın gibi- Müslüman.. Amma, iyi Müslüman olmak, zekât dağıtmak, kumaş fabrikası idare etmek başka, bu iş başka.

Her halde İslâmî görüş, mücadele ve mücahede bu olmasa gerek. Adı değmez hariç, gazete baştan aşağı Buharî, Baharî kadar kısmetle dolu.. Bu kadar sermaye, bu kadar emek.. Çok yazık.. Ve sonra Başbakanımız Eyüp Sultan’da namaz kıldı.. Ve sonra bilmem kaç milyonluk kota.. İthal müsaadesi.. Oldu mu ya bu.. O kâğıtlara, neler yazılmaz? O imkân ve servetle neler yapılmaz.. Ağırbaşlılık.. Öküzler, mandalar da ağırbaşlı. Ağırbaşlılık, meselesizlik, hareketsizlik, siliklik, yılıklık değil ki.. Geçelim bunu. Bu muhterem zatlar gazetecilikten anlamazlar diyelim.

Ya çekirdekten yetişme, derhal bir çekirdeği bir hafta içinde ağaç haline getirmek hünerine sahip, “Bugün” gazetesinin sahibi delikanlıya ne oluyor.. AP Genel Kongresinde başta, mıhafazakâr milliyetçi muhitlerin çok sevdiği ve saydığı Prof. Dr. Osman Turan olmak üzere, bütün sağcılar tasfiye olunuyor, ses yok.. Elmalı atılıyor! İlkin biraz, sonra yine ses yok.. Demirel, “Biz ilhamımızı gökten, gaipten almadık “ diyor, yine ses yok.. Elmalı’nın yerine getirilen adam, apuk – supuk, türlü – çeşitli beyanatlar veriyor, Hristiyanların Noel bayramlarını kutluyor, yine ses yok.. Refet Sezgin Mecliste alenen ve resmen “Biz laiklik anlayışında CHP ile beraberiz” diyor, yine ses yok. İnönü ile Demirel anlaşmasından sonra bakanlık emrine alınan solcular bırakılıyor, Müslüman muallimler Vekâlet emrine alınıyor (Adıyaman Lisesinde olduğu gibi= yine ses yok. Yok, yok, yok. Eskiden bunların binde biri olsaydı, bu becerikli efendi kıyametleri koparırdı.. Şimdi ne oldu? Başbakanlığın merdivenlerini tesbih gibi, inip çıkan “Bugün”ü çıkaran arkadaşımız tam bu günün adamı imiş!..

Bu gazetenin ihracımızı haber verişi de çok enteresan.. Aynı, bizi ihraç edenlerin niyetine, zihniyetine uygun.. Hayret!

Yahu beni bu adamlar, Ümmetçi, gerici, milliyetçi, mukaddesatçı diye atıyorlar. Parti disiplini, falan filân bahane. Meclise girdiğim gündenberi Mason ve Yahudi çevreleri, Halkçılar, Solcular kıravatımı bahane ederek gazete ve dergilerinde hemen her hafta, her gün bana hücum etmiş durmuşlardır.

Partiden atılan şu 1.64 boyunda, 65 kilo ağırlığında, ismi Osman Yüksel bir adam değildir. Bu adam fikirlerinden dolayı atılmıştır.

Şimdi bizim havamızda, bizim yanımızda yetişen, bizim dâvamızı savunan bu adamlara ne olmuştur ki, birdenbire sus pus oluveriyorlar..

Efendim O, Serdengeçti ikilik yaratıyor öyle mi? Siz de maşaallah servet yaratıyorsunuz cici bey. 6 yılda bir milyon liralık tesis ve ben 26 yılda.. bir sürü mahkûmiyet, mahrumiyet!

Birlik.. Çok güzel etrafında toplanalım.. Baksana Hz. Süleyman Eyüp Sultan’da..

Ama aynı Süleyman, Kosigin karısını getirmediği halde, hanımıyla birlikte, Ramazanda yoldaşlarla kadeh tokuşturuyor. O başka, o başka değil mi? Tıpkı para gibi iki yüzlü.. Yazı – tura.. yazı – tura..

İslamköylü Süleyman namaz kılıyor. AP Genel Başkanı Süleyman bilgi locasındadır. Masonların gayretiyle Genel Başkan oluyor. Başvekil Süleyman, Kosigin’le kadeh tokuşturuyor.. Sizin tuttuğunuz hangi Süleymandır Şevketli kardeşimiz.. Herhalde İslamköylü Süleyman değil.. O, olsa olsa Yeni İstiklâl’e abone olur, işte o kadar. Siz Bugün’ünüzü kurtarmak için Başvekil Süleyman’ı Mason olduğunu bile bile tutuyorsunuz. Çünkü bunun ucunda para var. Yazı var, tura var.. Ümit ederiz ki bu geçici bir siyaset ola.. Yoksa.. çok acı..



Babıâlide Sabah, Nükte, 15 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ OSMAN YÜKSEL DOSTUMUZLA AÇIK KONUŞMA III

Serdengeçti dostumuzun da işâret ettiği gibi bu memlekette bir Türkeş fobisi meydana gelmiştir. Neden gelmiştir, nasıl gelmiştir? Bunun sebepleri üzerinde durmayacağım. Nasıl gelirse gelsin. O’nun beni alâkadar eden tarafı, gayri samimi oluşudur

Zaman zaman partizanlar tarafından <<Müslümanların yıllardan beri beklediği lider>>, <<Büyük kurtarıcı>> gibi sloganlarla takdim edilen <<büyük Türkçü>> ünvanı yakıştırılan Alparslan Türkeş’i ben ihtilâlin kudretli albayı olarak da, 14 kazazededen biri olarak da ve nihayet CKMP lideri olarak da tanıdım.

Meselâ onun 17 Temmuz 1960 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan beyanatını ise hiç unutmam. Kendisi zamanın Başbakanlık Müsteşarı idi ve Cumhuriyet muharriri Cevat Fehmi Başkut’a verdiği beyanat, kendisinin bu makamda bulunduğu günlerde neşredilmişti. O zaman tekzibe uğramadağı gibi, son Milletvekili seçimlerinde CKMP Erzurum mitinginde de kendisine Erzurum’da yayınlanan Hür Söz Gazetesi tarafından hatırlatıldığı halde tekzip etmedi.

Başvekil Demirel’i beğenmeyip Türkeş’e iltica edenleri ikaz için, Cumhuriyet Gazetesinin 17 Temmuz 1960 gün ve 12914 sayılı nüshasında yer alan bu beyanatın <<inkılâplar>> faslını aynen aşağıya alıyorum: …

Demirel beğenilmiyebilir. Demirel’in çeşitli hataları ve zaafları olabilir, fakat hiç bir zaman Demirel, Türkeş’e feda edilemez, Türkeş için Demirel’e lânet okunmaz!



Babıâlide Sabah, Nükte, 16 Ocak 1967.

SERDENGEÇTİ OSMAN YÜKSEL DOSTUMUZLA AÇIK KONUŞMA IV

AP’li delegeler, kendilerine mukaddesatçı süsü verenlere rey vermeyip, onların karşılarında görünenleri seçtilerse, bunun kabahati delegelerde, yahut AP liderlerinde değil, ittihad ve ittifak temin edemiyenlerdedir.

Kanaatımız odur ki, AP de milliyetçiliğe karşı bir cereyan yoktur. Fakat birbirlerini yiyen milliyetçiler vardır! Amerikan ültimatomu, yahut Mason localarının talimatı masalları ise sadece bir kuruntudan ibarettir.

Osman Yüksel Serdengeçti dostumuzla esasta beraberiz. Ve aynı zamanda kendisini samimi surette sevenlerdeniz. Bunun için de kendisini istismar edenlere kat’iyyen müsamaha etmeyiz.

Dostumuz bilmelidir ki, O’nu Türkeş istismar ediyor; Gazetesi istismar ediyor; şu anda kendisiyle dost görünen sahte milliyetçiler istismar ediyor; O’nun samimi heyecanını, sert ve zamansız çıkışlarını hususî maksadlarına basamak yapıyorlar. Konuşmamızı şimdilik bitirirken, Serdengeçti dostumuza itidal tavsiye ederiz.



Babıâlide Sabah, 16 Ocak 1967.

OSMAN YÜKSEL

Osman Yüksel, bizim gözümüzde, imanı ve bu imana bağlı öfke ve aşırı hassasiyeti ile mümtaz bir insandır. Kusurdan salim insan bulunamayacağı ölçüsüne göre de bu hassasiyetini bazen haddi aşıracak ve davaları espirilere kurban edecek kadar iletiye götürmekten başka suçu yoktur. Esasta bizden olan Osman Yüksel’e, müştereken çarpıştığımız Kızıl cephesine karşı aykırı bir gözle bakmaktan kaçınıyor ve kalemimizi ona hücum etmekten alıkoymak kararını almış bulunuyoruz. Allah Müslümanları doğru yoldan ayırmasın. SABAH



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 16 Ocak 1967.

BU SABAH

Sabah gazetesi, hafif tertip bizim aleyhimize veriştirmeye başladı. Eskiden bizim ismimizi teklifsizce kullanan dostumuz bir taraftan, Erzurumun Polat delikanlısı bir taraftan…

* * *

Hele bu sonuncusu. Bu çocuğa ne oluyor. Yazılacak konu mu bulamadı?..

* * *

Ben “meydanı onlara mı bırakalım” diyen bir arkadaşımıza, “Yahu hangi meydan? Bütün meydanlara onlar hâkim. Kızılay Meydanını “Hürriyet Meydanı” adıyla onlar teslim aldılar. Beyazid Meydanını da öyle. Kala kala bize bir Hergele Meydanı kaldı.” demiştim. Hergele Meydanını da eski Ankara’da at alıp satılan yer. Bizimkilerin alameti farikası da Kırat, hayvan ya..

Ben demek istemiştim ki: “Biz mücadele etmiyoruz. Hükûmet komünizmle mücadele etmiyor. Adalet içinde AP iktidara geleli komünizm almış, yürümüştür. Yalan mı?

* * *

Bu espriyi anlamayan zekâdan münezzeh mahlûkuasil şöyle diyor:

“Bütün AP’liler gibi Serdengeçti dostumuz da o meydandan geldi.”

Bak sen şu hayvana… Ben ne demek istiyorum, o ne diyor.

İnsan Erzurumdan gelince, tebdili mekân eyleyince, tebdili iman, tebdili vicdan da mı eylemesi lâzım?!.

Yüzde sekseni Mason olan bir kadroyu, “Biz ilhamımızı gaipten gökten almadık” diyen bir adamı, hem de din namına müdafaa etmek, bu yolda herşeylerini feda edenleri kötülemek, bundan korkunç bir şey olamaz!..

* * *

10/Ocak/1967 tarihli Sabahta, yine aynı adam, mal bulmuş mağribi gibi, “İşte Hakikat!” diye koskoca koskoca bir manşet altında şunları yazmış.. Hem de çerçeve içinde “Tenakuz” serlevhalı bir hamakat, habaset, yobazlık örneği.

Bu adamların sığlığını göstermesi bakımından aynen alıyorum.

“Nizameddin Nazif Tepedelenlioğlu, Yeni İstanbul’da “Serdengeçti ve Banguoğlu’na dair” başlıklı bir makale yazmış. AP ve CHP’den ihraç edilen bu zatların mukayesesini yapıyor. Ve ikisinin yayana çekilmiş resimleri üzerine sözü getirerek şöyle diyor.

“İkisinin de gözlerinde kaderle alay eden birer ârifâne gülümseme iğnelenmiş gibiydi…”

Banguoğlu için bir şey diyemeyiz amma, Serdengeçti için en acayip bir eda. Kaderle alay etmeye kimin haddi var.

Sözü İslâmın hakikatını dile getiren zâta bırakalım:

“Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar. Rahmete itiraz eden, rahmetten mahrum kalır.”

İşte bizim Mustafa Polat arkadaşımızın ilân ettiği hakikat (!) yakaladığı tenakuz (!). Ben güya kaderle alay etmişim. Tepedelenlioğlu fotoğraftan o mânâyı çıkarmış. O mânâdan da Polat bey, benim küfrime kanî olmuş!.. Müslümanlara bunu açıkça ilân ediyor. Kötü niyetliliğin tezvirin bu türlüsü görülmüş müdür?

Nizamettin Nazif bey benim gözlerimde kadere meydan okuyan bir mânâ okumuş ve onu yazmış.

İşte bizim Müslüman kardeşimiz de bunu yakalamış. Bizi tekfir ediyor. Bir kerre benim gözlerimde öyle bir mana yok! İkincisi ben kadere meydan okuyorum diye bir şey de yazmadım. O halde, o halde bu isnat neden, nereden?

* * *

Milletin oylarına ihanet eden CHP’nin izinden giden, beynelmilel menfaatlara hizmet eden, münafıkları müdafaa cezbesi içinde bu çocuklar ne hale geliyor yarabbi!..

Başkası bende olmayan birşeyi bana yakıştırıyor. Sonra da hücuma geçiyor. Din adamlarını da imdada çağırarak, küfrüme fetva çıkartıyor.

Bunlar da Müslüman ha.. Bunlarla bu dâva yürüyecek ha.

Bu akılsız bir de benim devletçiliğime takılıyor “Sende mi Brütüs?” diyor.

A Polat! Ona senin aklın ermez.. Devletçiliği Müslümanlığa zıt sanıyorsan bunda da aldanıyorsun.

Beni kâfir ilân etmene tekfir etmene rağmen seni affediyorum. Yalnız, aklının, kültürünün müsaade etmediği şeylere burnunu sokma, karışma. Bu türlü partizanlıktan da vazgeç.. Ne deyip, ne koduğunu bildiğin yok. İnsanca, Müslümanca, erkekçe yaz, konuş!

Erzurumluya yakışan budur!..



Durum, 19 Ocak 1967, Sayı 119.

YENİ PARTİ HAZIRLIKLARI

Yeni parti kurulması konusunda özellikle AP içersinde başlayan çalışmalar, partiden ihraç edilen Osman Yüksel Serdengeçti’nin basın toplantısındaki sözleriyle su yüzüne çıktı ve şimdiye kadar gizli olarak yapılan hareketler aydınlanış oldu.

Bilhassa, 3. AP Büyük Kongresinde umduklarını bulamayan aşırı gerici ve muhafazakâr çevreler, daha önceki tasavvur hâlindeki düşüncelerini tatbik mevkiine koydular ve gizli toplantılar düzenliyerek, yeni bir partinin kuruluş hazırlıkları üzerinde çalışmaya başladılar. Onların kanaatine göre; şeriatın geri getirilmesi, dinin devlet işlerine karıştırılması yani yozlaştırma hareketi AP’nin iktidara gelmesiyle mümkün olacaktı. Mademki, kendilerini tutan çevreler bu hususların gerçekleşmesi için oy vermişti. Öyleyse AP de istediklerini yapmalıydı.

Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı ve bu gibi düşüncelere AP’nin kat’iyen müsaade etmiyeceği Büyük Kongrede Devlet Bakanı Refet Sezgin tarafından bildirildi.

HAREKETE GEÇİLİYOR

AP’nin bu tutumu üzerine, AP içersindeki muhafazakâr ve mukaddesatçı grup hemen harekete geçti ve Genel Başkan Süleyman Demirel’e gözdağı vermek ve adetâ onu tehdit etmek maksadiyle yeni parti kurmak üzere toplantılar yapmağa başladılar. Tabiî bu işin düzenleyicisi Osman Turan’dı ve bir zamanların ünlü Profesörü olan Ali Fuat Başgil’i de kandırmıştı.

İlk yapılan toplantılarda ileri sürülen fikirlere sempati duyan bazı AP milletvekilleri de harekete geçtiler ve kıyıda, köşede adam kandırma işine koyuldular.

Vatandaşlar, yeni parti kurarlarsa hemen oylarını kendilerine vereceklerdi ve il seçimde iktidara geleceklerdi. Ondan sonrası ise çok kolaydı. İş Mecliste Grup kurmaya bağlıydı ve imanlı arkadaşların yardımıyla bu sakınca da en kısa zamanda ortadan kalkabilirdi.

MALUM KİŞİLER

İlk harekete geçenlerin ve propagandaya girişenlerin öncülerin sayısı, sadece iki elin parmakları kadar dahi olmuyordu ama, ortada dolaştırdıkları şayialara göre, 40-50 kişi olabileceklerdi. Yalnız AP’den yeni partiye geçecek milletvekili sayısı 22’yi buluyordu. Partiye özellikle CKMP’den, YTP’den ve MP’den ve hattâ CHP’den geçecekler bile vardı.

Temaslar yapıldı, sözler verildi ve partinin tüzüğünü hazırlamak üzere Başgile görev dahi verildi.

Ali Fuat Başgil Genel Başkan olmalı, kendisiyle birlikte Alparslan Türkeş de Genel Sekreter yapılmalıydı. Ondan ötesi çok kolay olacaktı. Ne kadar Eminsucu, 21 Mayısçı, 22 Şubatçı, Nurcu, Süleymancı, dinci, muhafazakâr, mukaddesatçı varsa oylarını kendilerine verecek ve Millî Hareket Partisini iktidara getirecekti.

İPLİKLERİ PAZARA ÇIKIYOR

Fakat, gizli yapılan bu çalışmalar Haber Gazetesiyle kamu oyuna duyurulunca her şey altüst oldu. Yeni yılın birinci günü yayınlanan haber üzerine, Yeni İstanbul Gazetesinin kodamanları telâşlandılar. Bu haber tekzip edilmeliydi. Ali Fuat Hoca böyle istiyordu. Uydurma bir haber yazıldı ama yine yeni parti konusundaki çalışmalar itiraf edildi. Durumu böylece atlatacaklarını zanneden ve İspanya’da şato kuranların hesabı bir kere daha gerçekleşmedi. Çünkü, AP’den ihraç edilen Osman Yüksel Serdengeçti, partiden atıldıktan sonra düzenlediği basın toplantısında bu hususu bir daha ve bu sefer tekzip edilmeyecek şekilde itiraf etti ve resmen açıklamada bulundu.

İKİ KUMRU BAŞBAŞA

Günlerden, Serdengeçti’nin basın toplantısı yaptığı Perşembe günüydü. Osman Turan basın toplantısı haberini duyunca acele olarak Meclise geldi ve hocasını aradı. Nitekim çok geçmeden de buldu. Ali Fuat Başgil ile Osman Turan kulis salonlarında başbaşa verdiler ve uzun süre konuştular. Başgil’in kulağı işitmediği için, Turan hocasına iyice sokulmuş, Serdengeçti’nin basın toplantısında açıkladığı hususları bir bir dikte ediyordu. Konuşma bağıra bağıra olduğu için yanlarından geçenler de duyuyor ve şu sözleri işitiyorlardı:

<<Osman Yüksel bugün basın toplantısı yapmış ve her şeyi açıklamış. Biz kendisine açıklamada bulunma demiştik ama kim dinliyor. Bir de üstelik aynı konuda Akis Dergisine beyanat vermiş.>>

TÜRKEŞ’İN İLİŞKİSİ

AP içersindeki bu hareketi duyan CKMP Lideri Alparslan Türkeş de etkilenmiş ve bu şahıslarla temas imkânları aramaya başlamıştı. Kendisi parti yönetiminde görev dahi istemiyordu. Sadece bu hareket gerçekleşsindi. Bu dahi kâfiydi. Lider kim olursa olsun, bahis konusu değildi.

Tabiî Türkeş, CKMP’de olduğu gibi hazıra konmaya alışmıştı. Millî Hareket Partisi de kurulduktan sonra, yaşını başını almış olan Başgil’le mücadele etmek ve onu devşirmek hiç de zor bir iş olmayacaktı. O CKMP’nin ne gençleriyle başa çıkıp partiyi ele geçirmişti ama elinde şimdi sadece yedi kişi kalmıştı. İstediği gibi hareket edemiyordu. Eğer bu yeni parti işi gerçekleşirse ve umulduğu gibi gelişirse, o zaman partinin asıl adı da konacaktır: Nasyonal Sosyalist.

DURUM GENİŞLİYOR

Yeni parti hazırlığı su yüzüne çıkınca, taraftar toplamakta gecikmedi. TİP dışındaki bütün partilerde, partilerinden memnun olmayan şahıslar vardı. Bu şahıslar, yeni partinin öncüleriyle temas etmeye başladılar. AP ve CHP’deki Ortanın Solu’na karşı bir güç birliği kurulmalıydı. Tabiî bu teklif özellikle CHP’li üyelerden geldi. Eğer CHP içersinde Ecevit’e mağlûp olurlarsa yeni partide seve seve görev alabilirlerdi. Fakat bu görüşü ileri sürenler, 8’ler değildir.

Yapılan ilk hesaplara göre, yeni parti 150 parlâmento üyesinden meydana gelebilecekti; fakat bu arada başta Türkeş’in CKMP’si olmak üzere bir iki parti de tarihe karışacaktır. Aslında Türkeş’in, yeni parti uğruna CKMP’yi kapatmaya dahi razı olduğu söyleniyor.

DENEME BÜTÇE OYLAMASINDA

Yeni parti kurulmasını veya güçbirliğinin gerçekleşmesini istiyenler ilk tecrübelerini bütçe oylamasında yapacaklar ve bütçe tasarısına kırmızı oy vereceklerdir. Aksi hususunda grup kararları olsa dahi, vaziyet değişmiyecek. Eğer, oylama yaklaşınca, vaziyet daha gelişir ve işler rastgiderse AP Hükûmeti düşürülecek ve iktidara ortak olmak gibi bir durum dahi hâsıl olacaktır. Sadece bu sözler ve düşünceler o şahıslara aittir ve gerçekleşmesi kat’iyyen beklenmemektedir.

* ALİ FUAT BAŞGİL – Yeni Partinin liderliği için biçilmiş kaftan
* SERDENGEÇTİ – Kravatsız parti kurucusu
* ALPARSLAN TÜRKEŞ – Hazıra konmak için şimdilik susuyor



Yeni İstanbul, Serdengeçti, Gülünç Hakikatler, 20 Ocak 1967.

GÜNLÜK

Bugünün adamı, Müslüman geçinen birisi, sanki her gün, her saat Başbakanın yanında, kalbinde, midesinde imiş gibi; “ Başbakan orucunu bugün uçakta bozdu”, “Başbakan orucunu hurma ile bozdu” gibi her Allahın günü gazetesinin birinci sayfasında haberler veriyor.

250 bin liralık kâğıt bir o kadar da maddî yardım temin edince insan işte böyle Başbakana oruç bozdurur. Tabiî arkasından binlikler, yüzbinlikler de bozulacak. Allah ıslâh eyleye!...



Bugün, Mehmed Şevket Eygi, 20 Ocak 1967.

BAY OSMAN SERDENGEÇTİ’YE BİRİNCİ CEVABIM

Kişinin şahsî ihtirasları, kıskançlık ve haset gibi bencil duyguları onu hem kendi kendine, hem de mensup olduğu camiaya zararlı bir hale koyuyor. Hele bu kimse bir de siyaset bataklığına yuvarlanmış olursa, yapmıyacağı ölçüsüzlük, revâ görmiyeceği insafsızlık, irtikâb etmiyeceği haksızlık yoktur.

Sayın dostumuz bay Osman Serdengeçti’nin, nâçiz şahsım ve gazetem hakkında bir müddetten beri, yazılı ve şifahî olarak devam ettirdiği dedikodu ve iftira kampanyasını görüp, işitince önce kulaklarıma inanamadım. Öyle ya, Serdengeçti’nin benimle ne alıp vereceği olabilirdi? Aleyhinde bir şey mi yazmıştık? Hayır… O halde, bizimle niçin uğraşmağa başlamıştı? Niçin Çetin Altanlarla, Metin Tokerlerle, İlhan Selçuklarla, Abdi İpekçilerle, Nadir Nadilerle mücâdeleyi şimdilik tatil etmişti de, Şevket Eygi’ye hücuma başlamıştı?

Hazretin 15 Ocak 1967 tarihli Yeni İstanbul’daki fıkrasına bakarsanız bize çatmasının iki sebebi vardır:

1- Kendisinin AP’den ihraç edilmesi dolayısiyle feryad u figan koparmayışımız. Bu haberi sadece ajansların verdiği şekilde aksettirişimiz.

2- Süleyman Demirel’den bir kere Eyüp Sultan’a, bir kere de Süleymaniye’ye namaza gittiğine dair yine ajanslardan aldığımız haber ve resimleri neşr etmemiz.

İşte Osman Serdengeçti beyi çileden çıkaran neşriyatımız bundan ibarettir. Ne olmuş yâni! Lâik Türkiye Cumhuriyetinde 40 yıldan beri bir başvekil ilk defa câmiye gider, ve ben müslüman bir gazeteci olarak bunu yazarsam kıyâmet mi kopar? Yine bugünkü şartlar altında bir başvekil velev ki, bütün Ramazan boyunca olmasa bile, oruç tutar ve ben bunu bir iki satırla yazarsam sizin incileriniz mi dökülür? Amerika Reisicumhurunun İncil’e el basarak yemin ettiğini, kiliseye gittiğini yazan ben, nasıl olur da Türkiye başvekilinin namaz kıldığını, oruç tuttuğunu yazmaz, sükûtla geçiştirebilirdim?

Ama, bu yazdıklarım sizin şahsî hesabınıza, politik manevralarınıza uygun değilmiş. Bu beni ilgilendirmez. Ben size değil, İslâmiyete bağlıyım. Çok şükür ne maddî menfaat, ne de siyasî nüfuz dalavereleriyle bir alâkam yok.

Size gelince, bana çatmanıza vesile olan zahirî sebeplerin ardında, gerçek sebep olarak bir çekememezlik olduğu açıkça bellidir. İsbatını mı istiyorsunuz. Buyrun millet hakem olsun:

Yazımın başında mevzubahis olan fıkranızdaki bir <<sürç-i kaleminiz>> duygularınızın içyüzünü gün ışığına koyuyor: Diyorsunuz ki:

<<Serdengeçti ikilik yaratıyor, öyle mi? Siz de maaşallah servet yaratıyorsunuz cici bey! 6 yılda bir milyon liralık tesis ve ben 26 yılda.. bir sürü mahkûmiyet, mahrumiyet…>>

Gördünüz mü, bay Serdengeçti’nin tasasını? Biz meğer 6 yılda milyoner olmuşuz, o ise 26 yılda bir sürü mahkûmiyet ve mahrumiyetle karşılaşmış.. Öyleyse al kalemi eline, yaz yazabildiğin hakareti, iftirayı…

Yanılıyorsun Osman bey, yanılıyorsun. Belki bazı sâf okuyucuları aldatabilirsin ama; ne beni, ne kendini, ne de herşeyi bilen ve gören Ulu Allah’ı aldatabilirsin. Pekâlâ biliyorsun ki, ben altı yılda milyoner değil, yüzbinlik bir adam bile olamadım. Benim dikili bir ağacım bile yok; ne evim, ne apartman dairem, ne arsam, ne tarlam, ne otomobilim, ne bankada param var.. Sadece gazete çıkarmak için tamamını <<kredi>> ile aldığım iki adet yazı dizme makinem var. O kadar… Altı yılda tesis ettiğim ve şu güne kadar kimsenin bir kuruşunu bile dolandırmadan alnımın akı ile yürüttüğüm mütevazi bir neşriyat evim var. Borçlarımı ve alacaklarımı tasfiye edecek olsam, bana bir tek kurşun kalemin bile kalacağı şüpheli olan küçük bir müessese…

Bütün bunları sakın şikâyet için söylediğimi zannetme. Ben hayatımdan memnunum. Servet budalası, mal kolleksiyoncusu, para istifçisi değilim ki, halime üzüleyim.

Ya sen, ya sen…

Beni âleme milyoner olarak göstermeğe yeltenirken, kendini fakir göstermene, acındırmana gülesim geldi doğrusu! 26 yılda bir yığın mahrumiyet ha!... Peki Ankara’daki apartman dairesi, İstanbul’da geçen sene Lâleli’de aldığın ev, bankadaki paralar, meb’usluktan aldığın 5 bin lira aylık, Yeni İstanbul’dan aldığın telif ücretleri ve diğer bilmediğimiz gelir ve tasarruflar.. Bunlar ne oluyor böyle?... Ben altı yılda koskoca bir haftalık gazeteyi tam 280 sayı çıkardım; bazıları 700 sayfalık 50 küsur kitap bastırdım, gece gündüz çalıştım, didindim, yine zengin olamadım. Zenginlikten vazgeçtim, iki yakamı bir araya getiremedim. Peki sen 20 yılda -bazan birer sene ara ile- çıkardığın 40 küsur sayılık Serdengeçti mecmuası ve bir o kadar risâle ile nasıl sahip oldun bu mallara?

Yanlış anlama, gözüm yok malında mülkünde. Sen bana, muhayyel ve mevhum milyonluk mal için hesap soruyorsun, ben de sana cevap veriyorum. Hem çok görmüyorum senin için onları. Azdır bile bunca mahrumiyete, mahkûmiyete karşılık! Hak sana çok mal, mülk, servet versin; zengin ol, paraya doy diye temenni ediyorum.

Bay Serdengeçti, benim çıkardığım Yeni İstiklâl gazetesi Türkiye’deki İslâm matbuatı içinde hem baskı adedi, hem de devamlılık ve tesir bakımından, kendi çapında mütevazi bir rekor kırmıştır. Zengin olsaydım buna kimsenin şaşmağa hakkı olmazdı.

<<6 yılda milyonluk tesis>> diye jurnalciliği bırak., elinden geliyorsa sen de çalış, her hafta Serdengeçti’ni çıkar… Biz Yeni İstiklâl’le kazanamıyoruz, ama belki sen, daha tutumlu ve hesaplı hareket edersin de milyonluk tesislere kavuşursun.

Bak, ben açıkça mal beyanında bulundum. Tamamını borçla aldığım iki dizgi makinesi hariç menkul-gayrimenkul malım, birikmiş param, servetim yok dedim. Millete hesap verdim. Haydi sen de mal beyanında bulun bakalım. Sırasiyle yaz hepsini ki, okuyucuların öğrensinler şu 26 senelik mahkûmiyet ve mahrumiyetlerinin semeresini…

*

Ya, böyle bay Serdengeçti. Bizim veremiyeceğimiz hesabımız yoktur. Hesap defterlerimizin, kasamızın ve mâlî vaziyetimizin gizli tarafı yoktur. Her müslümanın murakabesine açıktır. Biz bu neşriyat hayatına meb’usluk, masa – kasa, şan – şeref, şöhret – nüfuz v.s. temin etmek için atılmadık. Çok şükür, Allah’tan başka kimseye kulluk ettiğimiz de yok. Ne Süleyman Demirel’in, ne Alpaslan Türkeş’in, ne İnönü’nün, ne de şunun bunun dümen suyundan gidenleriz. Doğruya doğru, eğriye eğri deriz. Senin keyfin için, Süleyman Demirel’e durup dururken çamur atamayız. İki kere namaz kıldı dedik, o kadar. Methetmedik, evliyadır, ehl-i takvâdır, ehl-i tertiptir, bu devirde Hz. Ömer’in bir eşidir demedik. Sana ne oluyor da böyle terter tepiniyor, bizi suçluyorsun. Kendine gel, itidal ve mantık dairesinde yaz çiz. Zaten şurada bir avuç müslüman gazeteciyiz. Öyle her aklına geleni yazmakla hizmet olmaz. Söylediklerine başlangıçta inananlar olur ama, bir müddet sonra asılsız oldukları meydana çıkınca sen kaybedersin.

*

Bu yazıyı seni ve beni yakından tanıyanlar için yazmadım. Gerçeği bilmedikleri için, aleyhimdeki iftiralardan üzülen bazı müslüman kardeşlerim okusunlar diye kaleme aldım. Söyliyeceklerim bitmedi. Gelecek yazılarımda da, şu ağzınıza sakız ettiğiniz masonluk mes’elesi ile, hükûmetten para aldığım yalanına cevap vereceğim.



Vatan, 20 Ocak 1967.

TÜRKEŞ: “YERLİ SANAYİ EZİLİYOR”

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün yazılı olarak gönderdiği bir bildiride hükümetin ekonomik konulardaki tutumunu yermiş, yerli sanayiin gelişmesini sağlamak temel vazifesi ihmal edilmekte, komisyon, murabaha ve spekülâsyon himaye görmekte, yerli sanayi ezilmektedir>> demiştir.

Bildiride, haberleşme sanayiinin ve muharebe sisteminin geliştirilmesi için bir Kanada firması ile yapılan anlaşmanın millî yararlara darbe vurduğu belirtilmekte, şöyle denilmektedir:

KANADA İLE YAPILAN ANLAŞMA

<<- Bu anlaşmaya göre kurulacak tesisin yüzden 51 hissesinin yabancılara ait bulunması ve bu nisbetteki oy hakkının Türk hissedarlara devredilmemesi, kapitülâsyonların gafil bir davranışla ihyasıdır.>>

Türk Ordusunun sefer görevi dış kontrol verilemez. Anayasanın 17. maddesindeki <<Muhabere emniyeti>> santralcıların kontrollarine ebediyen terkedilemez. Demode sistemler pahalı fiatlarla ortaya konulamaz. Mevcut şebeke ömrü dolmadan iptal edilemez. Yerli sanayi spekülâsyonculara feda edilemez.

Hükümetin bu gaflet, ihmal ve lâkaydiden çıkmasını, bu zararlı ve sakin tatbikatı terketmesini bekliyoruz.>>



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 21 Ocak 1967.

BİR DÖNEĞE CEVAP

Türkeşe, daha dün bir emireri gibi bağlı bulunan, Erzurum Delegesi olarak son CKMP kongresine iştirak eden, Albayın Genel Başkan olması için var kuvvetiyle çalışan, bu dönek, şimdi, iktidar haline gelen bir mason kadrosunu arkasına alarak dünkü efendisine saldırıyor, hem de bunu Müslümanlık namına yapıyor!..

* * *

Türkeş, Ezanın Türkçe olmasını istemiş, bunu kim yazmış? Şu meşhur solcu Cevat Fehmi Başkurt yazmış, Cumhuriyet’e.

Cumhuriyet, şu Cumhuriyet!.

Keçisi çalınan Reyhanlı müftüsünü “Keçi hırsızı deye” ilân eden Cumhuriyet!. Şu 40 yıldır, dindarları ve mukaddesatçıları çürütmeyi kendisine meslek edinen Cumhuriyet! Bunu bir hüccet olarak alıyorsunuz!

* * *

Sonra kim demiş bizi gazetemizi, Serdengeçti’yi Türkeşe alet oluyorlar deye? Bizde alet olma, kula kul olma, bu kul Başvekil de olsa.. Böyle bir şey yok. Onu siz kendinizde arayınız.. Hem mazinizde , hem halinizde arayınız, bay dönek!

Döneklikte kal bari. Dönmeliğe doğru gitme…



Babıâlide Sabah, N. Mustafa Polat, 23 Ocak 1967.

KUYRUKLU YALAN!

Küfürlerine mukabele etmek istemediğimiz bir yazar var. Bu şahsın yalanlar zincirinden birisinde, benim CKMP Genel kongresine delege olarak gittiğimi, sonra da bu partinin aleyhine döndüğümü ve böylece döneklik yaptığımı ileri sürdüğünü hayretle gördüm.

Bu da yalanın kuyruklusu…

CKMP Genel kongresiyle uzaktan yakından bir irtibatım olmadığı gibi, döneklik de yapmadım. Hem hatadan dönmek de bir fazilettir.

Ya siyasî ihtiras yüzünden yalana kucak açmış olanlara ne demeli?

Bizden yine dua: Allah ıslah eylesin!



Bugün, Sinan Omur, 21 Ocak 1967.

MİLLİYETÇİLİK, MUKADDESATÇILIK BU MUDUR?..

Osmancığım, sana pek şaştım ve pek de üzüldüm. Ne oldu yine böyle sana!... Doğru yanlış, haklı haksız, bilir bilmez, habire kuru sıkı sağa sola pala çalıyorsun. Bu çalapa gidişinle, ne iman kalelerini, ne ihlâs burçlarını zedelediğinin, hattâ tahribine kadar gittiğinin farkında mısın!...

Hele şu birkaç gün içinde karaladığın yazılarla, Müslümanların gönüllerini öylesine kırdın, öylesine yıktın ki, ne târifi mümkün, ne de telâfisi…

Bu ne acı ve üzücü bir ruh hâletidir ki, fikirlerimi tatbik etmiyorlar, düşüncelerime iştirâk etmiyorlar diye, sapına kadar mukaddesatçı ve milliyetçi Sabah ve Bugün gazetelerine karşı, ne İslâmiyete, ne insanlığa, ne ahlâka ve irfâna yakışmıyacak bir şekilde taarruzlarda, hattâ iftiralarda bulunuyorsun. Bu hâline bir müslüman olarak üzülmemek elden gelmiyor.

Sen başbakana bir defa kancayı takmışsın, artık onun her hâli senin yanında hatâlıdır. Adamcağız oruç tutar, <<İnanmayın, odasında fosur fosur piposunu tüttürür>> dersin. Namaz kılar, <<Gösteriştir, kanmayın, akşama rakı sofrasındadır>> dersin. Bu kerametlerine, bu gaaibden haber vermene inanmamışlarsa kabahat mı etmişlerdir? Ah sağı solu belirsiz dostum

Başbakanın Eyüp’de sabah namazı kıldığını, akşama da tertiplediği büyük iftar sofralarında iftar edildiğini <<Bugün>> gazetesi niçin yazmış? Neden Demirel’i müslümanlara dindar bir başbakan diye göstermiş? Neden Osman Efendinin yazıklarının aksini yazıp da onun garazkâr, hilekâr foyalarını meydana çıkarmış, hiç olur şey mi bu?..

Bu mukaddesatçı gazeteler de Osman Efendi gibi:

<<- İnanmayın Müslümanlar Demirel’in namaz kıldığına, oruç tuttuğuna!.. Hep sizi aldatmak için yapıyor. Sakın kanma, aldanma, bunlar mason taktikleri…>>

Diye yazacak, Osman Efendi ve hempaları da <<Dâva dâva>> diye müslüman halka yutturmak istedikleri yalancı dolmaları, rahat rahat bu aziz millete yutturacaklar ve gizledikleri korkunç emellerini tahakkuk ettirecekler. Yağma yok azizim! Biz komünizm macerasından kaçarken faşist tuzağına düşmek istemeyiz.

Şimdi Osman’ın Demirel aleyhinde yaptığı neşriyatın tam mânasiyle garazkâr olduğunu söylerken, şu hususu da belirtmeden geçemiyeceğim:

İnönü’nün 42 yıl evvel Lozan’da Yunanistan’a verdiği ve her sene Yunanlılara 9 milyon lira haraç ödediğimiz Dedeağaç – Pityon demiryolunu Demirel sessiz sedasız Yunanlılardan geriye almış ve kendi topraklarına girmek için 42 yıldan beri verdiğimiz milyonlarca liralık haraçtan Türk milletini kurtardığı gibi, bağımsızlığın yüz karası olan lekeyi de silmiştir. Tarihe geçecek olan Demirel’in bu büyük muvaffakıyetini, rica ederim kim yazdı? Niye demokrat yazarlar, bunu belirtmediler? Belirtemezler, çünkü serde çekememezlik ve koltuk dâvası vardır!

Osman’ın kötülediği ve iftira ettiği Şevket Eygi’ye gelelim:

Evvelâ şunu söyleyeyim ki: Eğer Osman Yüksel Şevket Bey’in durumunda bir kimse olsaydı Bâbıâlinin semtine uğramak şöyle dursun, aklının kenarından bile neşir hayatını geçirmezdi.

Şevket Bey, Galatasaray Lisesinden çıkmış, Siyasal Bilgiler Fakültesinin siyasî bölümünden mezun olmuş ve iki lisan bilen mütefekkir, bilgili, kafası işleyen genç ve dinamik bir iman cevheridir. Her zaman için hariciye memuru olmak hakkına sahiptir. Eğer isteseydi ve Osman’ın dediği gibi paraya pula, servete tapsaydı o da emsâli gibi Avrupalarda binlerce lira alarak zevku sefâ içinde yaşardı. Gelip de, İslâm dâvasının çorak dikenli yollarında eza ve cefa çekmezdi. Lâkin onun imanla dolu ruh ve mânası bu fedakâr kardeşimizi bu yollara sevketmezdi. Kimin harcına düşmüş ki bu kadar imkânsızlık içinde, bu kadar yokluk arasında günlük böyle bir gazeteyi çıkarabilsin. O emsalinden çok farklı ve çok mükemmel bir gazete çıkarabilecek kabiliyettedir.

Amma gel gelelim para mes’elesi bu… İnşaalah Cenâb-ı Hak onu da, o imkânı da bu iyi kalbli tertemiz kardeşimize lûtfedecektir.

Bunlar vaktiyle de henüz filizlenmeye başlayan milliyetçiliğe verdikleri zarar gibi bugün de henüz ter ü tâze meyvelerini vermek üzere olan mukaddesatçılara yaptıkları kötülüğün farkında mıdırlar?.. Biraz hazımlı olun efendiler.

Yazımı yine Osman’ın şu kitabının ismiyle bitireyim: <<Bu Millet Neden Ağlar>>



Bugün, Mehmed Şevket Eygi, 22 Ocak 1967.

MÜFTERİ

Bir müfteri benim Başvekilden 250.000 liralık kâğıt ve bir o kadar da maddî yardım temin ettiğimi iddia ediyor. Bu suretle de -aklınca- beni menfaat karşılığı satılabilir bir insan olarak jurnal etmeğe yelteniyor.

Bu iftiraları onun suratına çarpıyorum. Şöyle ki:

1- Şartlarını yerine getirdikleri takdirde günlük gazetelerin sağcısı da solcusu da kredi ile kâğıt alabilir ve nitekim hâlen alanlar da vardır. Bunun şartı ikidir:

a- Krediyle aldığı kâğıda % 13 faiz ödemek.
b- Çektiği kâğıt miktarı kadar banka teminat mektubu vermek.

Son derece sıkıntı içinde bulunduğum ve kredili kâğıt almak imkânına sahip bulunduğum halde almadım. Çünkü İslâm Şeriatının yasak ettiği faizi ödemek istemiyordum. Buna Kâğıt Fabrikasının Umum Müdürü Aziz Bey şahittir ve hayli de hayret etmiştir.

2- Karşılıksız hibe olarak, değil 250 bin liralık, bir kilo bile kâğıt almadım.

3- Gazetemi küçük bir sermaye ile bin türlü güçlük içinde çıkarıyorum. İmkânlarım o kadar az ki, kâğıdımı ancak günü gününe alabiliyorum. Bu yüzden de işim aksıyor, nakliye masraflarım artıyor.

4- Maddî ve nakdî 250 bin liralık yardım palavrasına gelince: Vicdansızca bir iftiradır. Bazı hususî ve dost müslüman şahıs ve müesseselerden bono karşılığında aldığım ve en fazlası (10) bin lirayı geçmiyen krediler dışında, herhangi bir yerden on para bile kabul etmiş değilim. Bu yalanları ve iftiraları uyduranlar hased kurbanı zavallılardır. Ateş odunları nasıl yeyip bitirirse, hased ve kıskançlık duyguları da onları için için yeyip bitirecek, birer hiç hâline getirecektir.

*

Müfterinin bize saldırmasının gerçek sebebi şudur:

Bu adam siyasî ihtiraları uğrunda bir parti kurmak, o parti sâyesinde şan, şeref, menfaat ve devlet kazanmak peşindedir. Kendisini desteklemediğimiz, siyasî emellerine âlet olmadığımız, hesabına gelmiyen gerçekleri yazdığımız için de bize düşman kesilmiştir.

Kendisini hakikî müslüman, işine gelmiyenleri de münafık ve sözde müslüman olarak ilân eden çamur atma şampiyonu müfteriye bir çift nasihatimiz var. – Sana bir namaz hocası gönderelim de elinin yüzünün çamurunu yıkayıp namaza başla... Öyle bedavadan mücahidlik olmaz.

*

Okuyucularıma: Müfterî belki yaptıklarından utanır da susar diye tam on gün bekledim, cevap vermedim. Halbuki o işi iyice azıttı. Cevap vermem artık vâcip oldu. Benim karakter ve terbiyem galiz lâflar sarfetmeğe, iftira etmeğe, yalan söylemeğe müsait değildir. Sâdece meşru müdafaa yapıyorum. Müfterinin ipliği iyice pazara çıkıncaya kadar da yazmakta devam edeceğim.



Bugün, Mehmed Şevket Eygi, 23 Ocak 1967.

BAY SERDENGEÇTİ VE MASONLUK

Süleyman Demirel’le arası bozulduktan ve AP den ihraç edildikten sonra sık sık masonluktan bahseden Serdengeçti’ye, tam 8 ay önce, 22 Mayıs 1966 tarihinde yazdığı bir fıkradan parçalar alarak cevap vereceğim. <<Hâfıza-i beşer nisyân ile mâlûldür…>> diye bir söz var. Çok şükür ki, gazetelerde yazılanlar kaybolmuyor. Zamanı geldi mi ortaya çıkarması kolay oluyor.

Serdengeçti, Necip Fazıl Kısakürek’in Yeni İstanbul’dan ayrılması ile ilgili söylentilere cevap olarak, mezkûr fıkrasında diyordu ki:

* İŞTE BİZİMKİLER BÖYLE:

<<Masonluk hakkında şimdiye kadar çok şey şeyler söylendi, çok şeyler yazıldı. Bâzı adamlar âdeta bunu meslek hâline getirdiler. Hristiyan teslisi gibi (Mason – Dönme – Siyonist), (Siyonist – Mason – Dönme), yahut (Dönme – Siyonist – Mason) çevir çevir, aynı şeyi tekrar tekrar söyle. İşte bizimkiler böyle.>>

İşte siz de şimdi böyle yapmıyor musunuz sayın Serdengeçti.

* HEZİMETLERİMİZ ÖRTBAS ETMEK İÇİN BAHANE:

<<Eski filozofların tabiatı izah ederken Su – Toprak – Ateş üçlemesine başvurdukları gibi, bütün felâketlerimizi, beceriksizliklerimizi, hezimetlerimizi izahta Siyonist – Dönme – Mason teslisine müracaat ediyoruz.>>

* BİZ HASIMLARIMIZDAN ÇOK BİRBİRİMİZLE UĞRAŞIYORUZ:

<<Esefle şunu belirtelim ki, bizim başarısızlığa, hezimete uğramamız için, biz bize kâfiyiz. Biz, hasımlarımızdan çok birbirimizle uğraşıyoruz. Yoksa, biz adam olsak, bir ve beraber olsak, bize ne masonlar bir şey yapabilir, ne farmasonlar.>>

Çok doğru söylüyorsunuz Osman Bey, çok doğru. Ama ne yazık ki, aynı şeyi, hem de insafsızca, izansızca bir tarzda kendiniz yapıyorsunuz. Sizin bize yaptığınız şiddetli iftira, isnad ve taarruzları komünistler bile yapamıyor. Bu ne hırs, bu ne gayız böyle!... Evet doğru söylemişsiniz. Bize ne zarar gelirse, hep sizin gibi ölçüsüz, itidalsiz, muvazenesiz kimselerden gelmiştir.

* VİCDANLARI TİTREMEDEN ÇAMUR ATANLAR

<<Bir takım mason imalâtçısı, kolonya derecesi söyler gibi derecelerini de söyleyen ve bunu geçim vasıtası haline getiren, bu suretle zavallı Müslümanlardan bir nevi, mücahidlik, mukaddesatçılık vergisi tarheden adamlar; vicdanları titremeden ona buna çamur atmakta, güya Müslümanları uyarmaktadırlar. Seciyelerini, ahlâk ve iman derecelerini yakından bildiğimiz bu adamlar; ağızlarını biraz tutsalar iyi olur.

Uğrunda bir ömür harcadığımız bu dâvayı, bu dâvanın adamlarını, rahat bıraksalar daha iyi ederler.

Kendi hırlarını, nefsî ve süflî duygularını bir nevi ilâhî duygu gibi, halka aktarmaya kalkanlar; ak kâğıtları, iftira, isnat, beylik, basma kalıp tekerlemelerle kirletenler, bu dâvaya sahip çıkmasınlar.

Zira; komünizm Slâv emperyalizmi ile birleşerek Türkiyemizin üzerine yürümektedir ve Moskof sürülerine Türkiyede alkış tutan alçaklar vardır. Beşinci kollar vardır, Türkiye’den Moskova’ya çıkan yollar vardır.

Büyük Âkif ne söylüyor, bakın:

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez!>>

*

Ya sayın bayımız, bundan sekiz ay önce elâleme yaptığınız nasihatleri ne çabuk unuttunuz? Vicdanınız titremeden bize nasıl çamur attınız? Süleyman Demirelle aranız bozulduktan sonra, başladınız bir masonluk türküsüne… <<Masondur da, masondur…>> diye. Arabın <<yâ lel>> leri gibi, Süleyman Demirel’in yediği hurmaların çekirdeği boğazında mı kaldı ki, böyle bağırıp çağırıp etrafa çamur atıyorsun?

Cevap ver bakalım. Sen İslâm âleminde bir papa rolü mü oynamak istiyorsun? Yok yalancıktan oruç tutuyor, yalancıktan namaz kılıyormuş.. Yok sözde müslümanmış, yok münafıkmış…

Bütün bunlar boşuna çırpınmalar. Baklayı ağzından çıkar bakalım. Bütün bu gürültü, bütün bu çamur atmalar hep yeni kurulacak siyasî parti için değil mi? Bırak şu oruç, namaz, hurma , mason lâflarını da mertçesine söyle gerçeği. <<Ben bir siyasî parti kurmak istiyorum. Kendim bizatihi bir kuvvet olmadığım için bütün ümidim Süleyman Demirel’i dinsiz ve mason olarak göstermekte…>> deyiver millete.

Aklını başına topla, Müslümanlarla uğraşmaktan vazgeç. Sen bize iftira etmeseydin, bütün bunları yazıp çizmiyecektik. Kendi düşen ağlamaz.

Serdengeçti, iyi bil ki, ben Müslüman bir gazeteci olarak, hangi devlet büyüğü namaz kılar, câmiye gelirse resmini basarım. Sen sansür memuru musun ki, bize mâni olmaya çalışıyorsun?

İnönü de namaz kılsa yazarım. Demirel de kılsa gene yazarım.

Elhamdülillâh ben Allah’tan başka kimsenin kulu değilim. Ne Demirel’in, ne Albay Türkeş’in, ne Bilgiç’in, ne şunun bunun…

Bu zevat iyi işler yaparlarsa alkışlarım, kötü işler yaparlarsa tenkid ederim. O kadar.

Kullara kul olmadığım için, kulların kullarına yaranamıyorsam ne çıkar… Allah bize yardım etmez mi?



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 22 – 23 Ocak 1967.

İÇİMİZDEKİ ŞEYTANLAR

I

Bayram sabahı namazdan sonra, iki gazete aldım. Yeni İstanbul ve Sabah! Herkesin sevinç içinde olduğu, dargınların barıştığı bu bayram sabahında, vaktiyle benim imzamla yazı yazan, böylece benim imzamın yardımiyle gevşek, sarsak, korkak yazılarını herkese okutmaya kalkan bu adam <<Serdengeçti Osman Yüksel dostumuzla açık bir konuşma” başlığı altında bir yığın hezeyan kusuyor. Bakın şunun yazdıklarına:

“Meselâ bir müddet evvel Serdengeçti dostumuzdan Ayasofya’nın cami haline getirilmesi için Meclisde bir konuşma yapması istenmişti. O zaman bu telifte bulunanlara verdiği cevapta “Hükûmetin başı dertte, şimdi zamanı değil” deyebilmiş, muhataplarına itidal tavsiye etmişti. Ama bu günkü Serdengeçti, Ayasofya’nın câmi haline getirilmemesi hususunda hükûmeti çok ağır bir lisanla, hem de gazete sütunlarında, tenkît ederken Meclisteki çekingenliğini unutmuş gibi görünüyor.”

* * *

Görüyor musunuz şu sahtekârlığı, ithamı? Ben Ayasofya dâvası için kollarına zincir vurulmuş, yedi ay hapishanede yatmış bir adamım. Bunu ne zaman, nerede, kime söylemişim?.. Yalnız şöyle bir şey oldu. O sıralarda Kıbrıs meselesini görüşmek üzere Hariciye Vekilimiz Birleşmiş Milletler asamblesine katılmak üzere Amerikaya gitmişti. Birleşmiş Milletlerde karar alınacaktı. Amerikanın da Ayasofya üzerinde hassasiyetle durduğu söyleniyordu.

Başta Amerika olmak üzere, Hristiyan dünyasını gücendirip kararın aleyhimizde çıkmasını önlemek için, “şimdilik” kaydiyle Başvekil bir mühlet istemişti. Grupta yan yana oturuyorduk. “Ama” dedim “toplantı bittikten sonra, netice ne olursa olsun Ayasofya câmi olacak.. Daha fazla bekleyemeyiz…

Bir hâdise daha: Başbakanlıkta Yeni Diyanet İşleri Reisinin tayini konuşuluyordu. Din görevlileri temsilcileriyle 3 – 4 Milletvekili vardı. Hocalardan biri “Ayasofya meselesini soralım mı?” deyince, Başbakanla aramızda geçen konuşmaları anlattım.. “Zamanı değil, biraz daha bekleyeceğiz” dedim. Bende yalan yok, riyâ yok. Daha Başbakan.. Yalnız bunu bana soran hocanın ismini hatırlamıyorum.

Elin sarhoşu, kraldan çok kralcı geçiniyor. Süleyman’dan ziyade Süleyman’cı. “Meselâ” diyor, bu ısmarlama adam: “Meselâ kendi namazsızlığını örtbas ediyor da, Başvekil Demirelin Eyüp Sultanda kıldığı sabah namazını münafıklık âlameti olarak gösteriyor. Acaba dostumuz fetvayı nereden alıyor, Müslümanlığın düdüğünü çalıyor. “Mason, münafık” diye taarruz ettiği Demirel, Hacıbayram, Aslanpaşa, Eyüp Sultan camilerinde sık sık secdeyi rahmana başını koyarken; Serdengeçti dostumuz nelerle meşguldü? Ve meselâ alnı kaç defa secdeye vardı?”

İşte insanı, para, menfaat böyle çileden çıkarır. Ben devamlı olarak orucumu ve cuma namazımı kılan bir adamım.. Vakit namazlarımı ara sıra kaçırdığım olur onu da bazı geceler, sabahlara kadar namaz kılarak tel3afiye çalışırım.. Cenabıhak kusurumu affetsin. Öyle anlarım olur ki, üç gece uyumam. Neyse. Hepsini ve her şeyi Allaha havale ediyorum..

* * *

Demirel gibi ramazandan ramazana, sırf gösteriş olsun diye, namaz kılmam. Bu doğrudur. Evinde kılsın efendim. Amma o zaman kim görecek? Nasıl bu yemlenenler, çimlenenler, onu Müslüman olarak gösterecekler?.. O zaman nasıl oy toplayacak, nasıl iktidara gelecek?

Alenen ve resmen “Biz ilhamımızı gökten, gaipten almadık” diyen, böylece ilâhî vahyi inkâr eden, âlenen ve resmen, hükûmet sözcüsüne Devlet Bakanına; “Biz Halk Partisinin laiklik anlayışıyla tamamen biriz ve beraberiz” dedirten…

Alenen ve resmen Milliyetçileri parti kademelerinden, Genel İdare Kurulundan, haysiyet divanlarından tasfiye eden,

Alenen ve resmen, Kosiginle karısı yanında olduğu halde ramazanda kadeh tokuşturan,

Alenen ve resmen, ezelî ebedî düşmanımız Moskoflara, Anadoluda iş, faaliyet sahaları bağışlayan, Bolşevikleri harimi ismetimize kadar sokmaya hazırlanan,


II

Alenen ve resmen, örtülü ödeneği, iktidarın bütün imkânlarını kendisini tutan dalkavuk gazetecilere, ulufe dağıtılır gibi dağıtan, Halkevlerine, Mason Derneklerine hattâ Komünist teşekkül ve derneklere yağma ettiren, bu adamı ve adamlarını hem de Müslümanlık, Türklük adına tutuyorsunuz ha. Tuuu size. Yazık, yazık, yazık. Keşke Demirel, o parti ve iktidar namazlarını kılmasaydı da, Milliyetçilerin, Müslümanların faaliyetlerine imkân verseydi.

Meselâ Nurcuları hapse attırmasaydı,

Meselâ Milliyetçi Öğretmenleri Bakanlık emrine aldırmasaydı,

Meselâ, gerçekten komünizmle mücadele etseydi,

Meselâ Mason olmasına rağmen hiç olmazsa Mason olmayanlara da vazife verseydi.

Meselâ fakir fukarayı düşünseydi. Gerçekten İslâmköylü Süleyman olsaydı.

* * *

Ben tam sekiz ay onu denedim. Her haline tavrına baktım. Tetkik ettim. Ayık kafa ile. Uyanık bir kalple. Anladın mı? Sen, siz, kiralık adamlar, bir kadeh rakıya makale yazanlar. Siz kim oluyorsunuz?

Ben dinim, vatanım, milletim için 27 yıldır mücadele ediyorum. Bu yolda katlanmadığım ızdırap, görmediğim felâket kalmamıştır.

Başkaları gibi mukaddesat ticareti de yapmıyorum.. Üçüncü sınıf, kanaatkâr sade bir hayat yaşıyorum. Artırdığım imkânları, memleketimin, fakir, yetim çocuklarına veriyorum. Onları okutuyorum. Onları, memlekete, vatana yararlı gençler olarak yetiştirmeye çalışıyorum. Onu bile istismara kalkıyorlar. Göz yaşında dahi kirli maksatlar arayan bir rezil, bu sefil yaratıklar. Bu eyyamperest terestler.. Gazeteci güruhu. İyi gün dostları. Bize iftiraların en şenisini, en denîsini yapıyorlar.

* * *

Benim burada anlamadığım husus, Sabahın sahipleri. Evet bu temiz, bu mümin adamlar, b türlü herifleri gazetelerine nasıl alıyorlar? Kendileri hakkında hiçbir şey söylemediğimiz, yazmadığımız halde, bu densiz bu sarhoş heriflerin bizim gibi bağrıyanık, bu yolun fedâisi olmuş insanlara saldırmalarına nasıl müsaade ediyorlar?

* * *

Bunlar kiralanmış adamlardır. Bizi çürütmek için emir almışlardır. Amma güneş balçıkla sıvanmaz. Bu çürümüş, kokmuş adamlar bizi çürütemeyeceklerdir. Çürüsek bile, bu toprakta bir tohumun çürümesi gibi olacaktır.

Tohum çürüyünce yeni filizler, yeni taneler verir.. Biz partiden kovulmayı, herkesin can attığı mebusluğa bir daha dönmemeyi göze alarak bu mücadeleyi, sırf Allah rızası için yapıyoruz. Maksadımız bağırmak, çağırmak, kuru gürültü değildir. İsim yapmak da değildir. Hamdolsun biz böyle zaaflardan kurtulmuşuzdur. Biz her insana bulunan nefsaniyetin “Ben”in üzerine düşmanımıza yürürcesine yürümüş, onu sindirmişizdir. Cemiyet plânında, “Ben sen yoğuz biz varız”; mâna ve hakikat plânında yalnız “O” var. Biz ona bağlıyız. Ve her şeyi ona havale ediyoruz… Bu iş bu kadar!..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 26 Ocak 1967.

BİR YARDAKÇI DAHA

Demokrat Parti devrinde bir kuruşluk gazetesiyle Müslümanlardan iane toplamaya kalkan, “şirket kuruyoruz yevmî gazete çıkarıyoruz” diye çıkardığı hisse senetleriyle milleti bir uçtan bir uca dolandıran, bir zamanlar yazıhanesinde Hz. Ali ismini Allahın isminden daha büyük ve yüksek yere asan, bir taraftan Müslümanlık taslarken, bir taraftan rafiziliği de bırakmıyan, -Bu hususu Sebilürreşad mecmuasında Eşref Edip ispat etmiştir- işbu adam, eski Hür Adam’cı işporta gazetecisi Bay Sinan OMUR:

Seni Bugün’de bu günün adamlarının bana niçin saldırttıklarını ve bunu senin niçin yaptığını biliyorum.

Vaktiyle Hür Adam’da benim yazılarımı takdirlerle iktibas eden, bana kasideler yazan zavallı.. Efendim, efendim, evet efendimci dalkavuk.. Seni iyice teşhir edeyim ki ne mal dolduğunu bir görsünler.

* * *

Bundan 2 - 3 ay kadar evvel mâlî darlık yüzünden matbaanı bugün göklere çıkardığın Şevket’e bilmem kaç bin liraya satmadın mı? Saçı bitmemiş yetimlerin, herkesin malı olan o Matbaayı.. Hattâ makinalar sökülmüş, taşınmaya bile başlamıştı. Tam o sırada, Ankaraya gelerek, Başbakanla görüşüp bilmem kaç yüz bin lira kredi sağlayınca, Matbaayı satmaktan vazgeçmiştin. Bunu bizzat, Beyazit’teki Marmara Lokalinde Şevket Eygi anlatmıştı. Bir sürü şahitleri var bu hâdisenin..

Bunu inkâr edebilir misin? Milletin kanını omur iliğini emen sayın bay Omur!..

Ve sen inkâr edebilir misin bay Şevket?!

Sizi gidi menfaatçılar.. Sizi gidi Örtülü Ödenek gelenekçileri. Kredi Müslümanları..

* * *

Ben iman kalelerine, burçlarına durmadan saldırıyormuşum (!).

İmân kalesi, baş Mason ve onun Masonlardan teşkil ettiği kale.. Saçı bitmemiş yetimlerin haklarını, Mason klüplerine, goy goycu ve hey heycilere, Medine fukaraları gibi, Başbakanlığın merdivenlerini eskitenlere dağıtan ulufeciler başı.. İmân kalesi bu.. öyle mi? Ramazandan Ramazana iki, Bayramdan Bayrama bir, iktidar ve itibar, oy namazı kılan AP Genel Başkanı ve Ramazanda inadına domuz eti yiyen yardımcıları..

İşte bizim saldırdığımız imân kalesi bu.. Onları müdafaa edenler de bu ücretli müstemleke askerleri.. Efendilerine sadakatla yardım ediyorlar. Ben ne garazkârım , ne hilekârım. Bütün bu “kâr”lar size aittir. Size yakışır.

Bizim gizli, korkunç emellerimiz varmış. Onu tahakkuk ettirmek için çalışıyormuşum. Benim bile haberim yok bundan. Vay beyim vay!.. Asıl gizli emelleri olan sizsiniz. Gizli kitaplar neşreden, onu el altından nakde tahvil eden sizsiniz! Tahsisatı mesturelerden, Örtülü Ödeneklerden faydalanan hazine fareleri sizsiniz.

Faşizm, komünizm, bilmem ne izim bunlar sen ne anlarsın.. Sen ancak iktidar Meddahcılığı yaparsın..

Kırat iktidarından nasibini, ulufeni, yemini almadığın zaman, geçen sene Kırat’a eşek diyen ve onun mensuplarını ondan da alçak gösteren sen değil miydin!..

Matbaana kadar gelmiş, bir hayli dertleşmiştik..

Ben Müslüman gazetelerinin bir, iki, üç değil, bütün Babıâliyi kaplamasını candan, gönülden isterim. Zerre kadar kıskançlığım da yok. Ama gerçekten Müslüman gazeteleri.. İslâmiyeti fisebilûllah müdafaa eden gazeteleri.. Sizinkiler öyle mi?..

* * *

Bu işportacı gazeteci, Şevket beyi göklere çıkarıyor.. O benim gibi olsaymış Babıâliye uğramazmış. Galatasaray’dan mezun olmuş Siyasal Bilgiler okulunu bitirmiş. İki lisan bilirmiş.. miş, miş, miş.. Biz Şevket beyin yalnız biraz Fransızca bildiğini iyi biliyoruz. Belki son zamanlarda hâmisi Süleyman’dan kuş dili öğrenmiştir.

Şevket bey bu işe girişmeseydi, bu yaşta, bu başta yüzbinlerce liranın sahibi olabilir miydi? Onu Babıâliye atan iman cevheri mi? Dâva heyecanı mı? Yazı tura heyecanı mı? Orasını Allah bilir..

* * *

Ben, sizler gibi ne garazkâr, ne hilekâr, ne riyakârım. Mertoğlu merdim.. Her şeyim meydandadır..

Gerçekten Müslümansanız siz Matbaa kuracağız diye, zavallı Müslümanlardan topladığınız paraların hesabını veriniz.

* * *

Siz gerçekten Müslümansanız, hazineye uzattığınız ellerinizi çekiniz. Orada saçı bitmemiş yetimlerin hakkı var.

* * *

Çünkü kul hakkına Allah bile karışmıyor. Cenabıhak dilerse kendine ait bütün hakları, kulun işlediği günahları, ibadet noksanlarını affediyor da, kul hakkını affetmiyor.. Siz onu düşününüz.

Siz gerçekten Müslümansanız, “Biz ilhamımızı gökten ve gaibten almadık” diye vahyiilâhiyi inkâr eden AP Genel Başkanını, “Biz laiklik meselesinde tamamen Halk Partisi ile beraberiz, biz Ümmetçi değiliz, biz Şeratçı değiliz” diyen bir siyasî iktidarın müdafaasını yapmayınız..

* * *

Bizim hiçbir siyasî ihtirasımız yok.. Şef, lider de olacak değiliz. 27 senelik mücadelede 8 defa hapse düştük, bir defa da Meclise.. Bir buçuk sene sonra da çıkıp gideceğiz.. Ama bu millet bir gün sizin yakanızdan yapışacak. Yediğiniz haramları kusturacak. Her şeyin sahtesi o gün meydana çıkacak.

Bu, bu dünyada olmazsa öbür dünyada mutlaka ve muhakkak olacak.. Küçük hesapları bırakalım.. Her şeyi, büyük hesabı yapacak olana, ona bırakalım.



Milliyet, 23 Ocak 1967.

TÜRKEŞ, ÇAĞLAYANGİL’İN MISIR GEZİSİNİ ŞİDDETLE TENKİD ETTİ

CKMP Genel Başkanı Türkeş, dün bir demeç vererek iktidarın dış politikasını yermiş ve <<Hükûmetin dış siyaseti jeopolitik gerçeklere aykırı ve Türk menfaatlerine bigâne bir yönde zikzaklar çizmektedir>> demiştir.

<<Bizimle işbirliği yapmak istek ve gayretini gösteren İslâm memleketleri ihmâl edilirken, bütün politikasını Türkiye’nin itibarını tüketmeye yönelmiş olan Nâsır’ın kaybettiği prestijini ihyâ için Hariciye Vekili Çağlayangil tarafından ziyareti yersiz ve zamansız olmuştur.

Sayın Çağlayangil’in Arap dostluğundan bahsederken İsrail dostluğunu da ilâvedeki telâşı anlaşılmaz bir haldir. Bütün bu gayretlere rağmen Türkiye Dışişleri Bakanının Mısır seyahatinde Abdülnâsır tarafından sekiz gün bekletildikten sonra kabul edilmesi Türk haysiyetine indirilmiş bir başka darbedir.

On milyar liralık Türk vakfına ve on milyar liralık Türk mülküne hileli yollar ile elkoymuş olan Mısır’ın devamlı olarak Makarios’u desteklemesi ise ayrı bir konudur.

Devlet adamlarının dış seyahatlara çıkmaları, heves ve tecessüs saikleri ile tertiplenemez. Dünya görme arzularını mütenenkiren yapacakları seyahatlar ile tatmin etmeleri şayanı tavsiyedir.>>



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 27 Ocak 1967.

SUÇÜSTÜ

İçi ihtiras, fesatlık, dedikoduyla dolu bay Eygi, Eyiki bende bir suç daha yakalamış.. Mal bulmuş mağribi gibi ona yapışmış!.

23 Ocak 1967 tarihli “Bugün” gazetesinde bugünün genç milyoneri “Bay Serdengeçti ve Masonluk” başlığı altında bakın neler söylüyor:

“AP’den ihraç edildikten sonra sık sık masonluktan bahseden Serdengeçti” diye başlamış söze.

Bir kerre bu yazının başında yalan söylüyor bu çocuk. Ben partiden atıldıktan sonra yazmadım Süleyman Bey ve AP yöneticileri aleyhindeki yazılarımı. Tam aksine bu yazıları daha evvel yazdığım için partiden atıldım. Bunu bilmeyen var mı? Ben AP’nin çıkardığı af kanununda Nurcuların affedilmemesi, 26 dosyalı 99 sanıklı bir grubun, çoğu üniversite gençlerinden ibaret olan bu sözde sanıkların, affın şumülü içine alınmaması yüzünden giriştim bu mücadeleye.. Demirel ve zihniyetine karşı muhalefetim o zamandan başlar. Gerek grupta, gerek mecliste, gerek gazete sütunlarında yaptığım bu mücadeleyi bilmiyen var mı?

Benim ihracım, 5 Ocak 1967 tarihini taşır. Halbuki af kanununun AP grubundaki müzakeresi, o malûm ve mahut kavgalar olalı beş ayı geçiyor. Ama insanın gözünü hırs bürüyünce, Türkiye’de tek başına İslâm mücahidi geçinme sevda ve dâvasına düşünce, böyle hatalara düşer işte.

* * *

Masonluk meselesine gelince:

Necip Fazıl, imkânları daha bol, sahibi ile daha sıkı dost olduğu için Yeni İstanbul’dan ayrılmış, Sabah’a geçmişti. Ben böyle biliyorum.

Esasen ilkin Yeni İstanbul’da idi. Bir ara ayrıldı. Sonra tekrar geldi. Birlikte uzun müddet yazı yazdık. Bu giriş çıkışlar esnasında ben tesadüfen İstanbul’da bulunuyordum. Gazetenin sahibini, tutumunu, bu işteki samimiyetini yakinen biliyordum. Beyazıt’taki Marmara Lokalinde bazı gençler ve particiler bunun münakaşasını yapıyorlardı. Bunun üzerine Şevket beyin bulup çıkardığı -gûya ben masonları ve masonluğu methetmişim gibi- yazıyı kaleme aldım.

Bu gazetenin baş yazısını yazan Prof. Dr. Osman Turan tam bir mason düşmanı, yerli, muhafazakâr bir mütefekkirimizdi. Gazetenin genç ve idealist sahibi, tam bir Yahudi düşmanı, mason, komünist düşmanı idi. Gazetenin neşriyat müdürü, yazı işlerine bakan Yücel Hacaloğlu, Ergun Kaftancı gibi öteden beri yakınen tanıdığım gençler imanlı, milliyetçi çocuklardı.

Yeni İstanbul’un ilgilileri bana “İstediğin gibi komünizme, masonlara, Yahudilere, TİP ve CH Partisine vurabilirsin” diyorlardı. Dostlarımız ve düşmanlarımız hususunda da birleşiyorduk.

Nitekim Türkiye’de Türk gazetecileri içinde komünizme ve masonluğa en ağır darbeyi indiren Yeni İstanbul’dur.

Ben aslı astarı olmayan bu dedikodulara karşı yazdım o satırları.. Doğrudur.. “Bir yalan üzerine birleşip birbirimizi yıpratmıyalım” dedim.

Dönme – Siyonist – Mason tekerlemesini kendisine meslek edinmiş, bu işin bezirgânlığını yapan bazı insanlardan bahsettim. Tertemiz insanlara çamur atıldığından bahsettim.

Hemen her günkü neşriyatım masonların, komünistlerin aleyhine tahsis eden böyle bir gazeteye böyle bir iftiranın yapılmasını yerdim.

* * *

Amma, Süleyman Demirel’e gelince, onun hakikî yüzünü bu genç mukaddesatçı milyoner, aldığı kâğıtlarla, çektiği banknotlarla ne kadar saklamaya, örtmeye çalışırsa çalışsın, gazetesinin birinci sayfasına “Demirel iftarını hurma ile yaptı”, “Demirel uçakta iken oruçlu idi” gibi attığı manşetlerle milleti kandırmaya ne kadar çalışırsa çalışsın, Ramazan’da Kosigin’le tokuşturulan kadehler milletin ve objektiflerin gözünde kaçmamıştır. Bay Eygi ve velinimetinin bu durumunu örtülü ödenekle dahi örtemeyecektir.

* * *

Bana “Demirel’in yediği hurmaların çekirdeği boğazında mı kaldı? diyorsun. Hayır Şevket bey. Ne Demirel’in hurması, ne Kıratın burması (Bizde hayvanlara verilen kuru ota burma derler) benim bunlarla ilgim yok. Hurma haberini bir mucize imiş gibi, gazetenizin birinci sayfasında veren sizsiniz, sensin! Benim boğazımda kalacak bir şey yok.

Ben haram lokma yiyenlerden, dalkavukluk, riyakârlıkla devlet kasasından para çekenlerden değilim. Asıl boğazda kalacak bunlardır. Sizin aldıklarınızdır. Milletin hakkı, yetimlerin hakkıdır.

Bu mevzular bana diyor ki: “Sen İslâm âleminde bir papa rolü mü oynamak istiyorsun? Yok yalancılıktan oruç tutuyor, yok yalancılıktan namaz kılıyormuş. Yok sözde Müslümanmış!..”

Behey gözde, sözde Müslüman. Asıl bunu yapan sizsiniz, sizlersiniz. “Alnı bir defa secdeye gelmeyen adam” deye beni tekfir eden, “sana bir namaz hocası gönderelim de elinin, yüzünün çopurunu yıka, namaz kıl” diyen sizsiniz, sensin.

* * *

Müslümanlığı “Ben beş vakit namaz kılıyorum” diye inhisar altına alan sensin. Sanki bir Müslümanın beş vakit namaz kılması, yahut birinin Hacı Bayram’da, Eyüp Sultan’da namaz kılması kahramanlıkmış gibi, bunu mesele haline getiren gazetelere yazan sensin. Seni istismarcı, sahte fetvacı seni. Seni mukaddesat tüccarı genç milyoner seni..

Bana “mertçe söyle gerçeği” diyorsun. Senin şu mertliğine, “mertçe söyle gerçeği” deyişine bittim doğrusu.!.. Mertliğini sevsinler senin emi.. Benim Galatasaraylı, Mülkiyeli cici beyim.

Hiç olmazsa bu halinle mertliğe sahip çıkma güzel oğlum.. Şevketçiğim.

Amma şimdi görüyorsunuzki bu nazik bey, gittikçe yozlaşmış. Horozlaşmış. Evet, tavuk yemi fazla bulunca, bazan horozlara bile kafa tutmaya kalkar. İktidardaki Kıratın yeminden bu yem. Boru mu?



Bugün, 27 Ocak 1967.

Bir Mektup

20-1-1967

Kardeşim Şevket Bey,

<<Osman Serdengeçti’ye Birinci Cevabım>> başlığı altındaki güzel yazınızı zevkle okudum.

Serdengeçti’yi Meclise girinceye kadar yazıları ile tanıyor ve seviyorduk. Meclise gelince sevindik ve bağrımıza bastık, müslüman bir kardeşimizin câmimiz cemaatını arttıracağını sanmıştık. Hak yolda halka hizmet eder ümidi ile kendisine sevgi ve hürmetlerimizi esirgemedik. Ne yazık ki, aradıklarımızdan hiç birini maalesef Serdengeçti’de bulamayıp mahzun olduk.

Serdengeçti’de kendi tâbiri ile <<kimi takıyorum ki kravat takacağım>> sözünün tahakkukuna şahit olduk. Hakikaten kendisinden büyük ve küçük imânlı kardeşlerini de takmadı ve kendisini yücelerde gördü. Nev’i şahsına münhasır bir hâli vardır diye düşündük. Günler, aylar geçti. Cumalar da dâhil camimize uğramıyordu. Ramazan geldi belki gelir dedik. Câmimizde onu görmek bize nasip olmadı. İmânlı bir arkadaşımla bizzat kendisini ziyaret ederek, müslümanlar arasında tefrika sokucu yazılardan içtinap etmesini, hak yolda halka hizmetini rica ettik. Bizi başından savdı, üzüldük.

Yazınızdan sizi de üzmeğe çalıştığını öğrenmiş bulunuyorum. Cenab-ı Hak sizin yardımcınız olur. Serdengeçtilerin kim olduğunu halka tanıtmanızda faydalar olacaktır. Allah’tan muvaffakiyetler diler, sevgilerimle gözlerinizden öperim.

Not: Milletvekili üç ayda 10.800 lira civarında para almaktadır.

İsmi bizde mahfuz bir Meb’us



Yeni İstanbul, 27 Ocak 1967.

TÜRKEŞ, YARIN İSTANBUL’A GELİYOR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile Muzaffer Özdağ ve Mustafa Kaplan, Pazar günü yapılacak olan Eyüp İlçe Kongresinde hazır bulunmak üzere yarın İstanbul’a geleceklerdir.

Türkeş, Özdağ ve Kaplan kongrede konuştuktan sonra teşkilât meseleleri üzerinde Parti İl Merkezinde yapılacak toplantıya katılacaklardır.



Bugün, Sinan Omur, 28 Ocak 1967.

İMAN CEPHESİNİ PARÇALAMAK İSTEYEN BİR MÜFTERİYE CEVAP

Dinle yalancı müfteri!

Şimdi sana, aleyhimde reva gördüğün, şenî iftiralara aziz Müslüman Türk milletinin hakemliği önünde, şahitli isbatlı, vesikalarla cevap vereceğim. Böyle bir cevabı verirken de sana diyorum ki: Yazdıklarını isbat ettiğin takdirde dünyanın en rezil ve namussuz adamı olduğumu ilân edeceğim. Ya sen.. yaptığın iftiraları, hatta bir tanesini bile, isbat edemezsen namussuz bir müfteri olduğunu kabul eder misin?...

İşte er meydanı buyurun:

1- Evvelâ ben senin bir müfteri, bir İslâm bozguncusu, müslümanların arasına nifak sokucu, masonların ve komünistlerin ekmeğine yağ sürdüğünü, emellerine arzularına nasıl hizmet ettiğini isbat edeceğim.

2- Dinle mukaddesat simsarı; durup dururken, fol yok, yumurta yokken, kimse kaşın üstünde gözün var demezken; ne diye iki mukaddesatçı gazeteye çattın? AP den ihracını iki satırla veriyorlar diye, bu iki müslüman kıymete; <<İktidar partisinin ithalât kotaları, döviz işleri, bunları düşündürüyor. Zekât vermek, kumaş dağıtmakla müslümanlık olmaz. Bunlar servete bunaldılar. Bugün gazetesi sahibi Şevket Eygi Başbakandan 250 bin lira aldı>> diye tertemiz fedakâr müslüman kardeşimize iftira edecek ne vardı. Söyle bakalım namuslu müslüman, bu yaptığın iftiraları isbat edebiliyor musun?... Hayır! Edemedin, edemezsin, edemiyeceksin. O halde…

3- Yahudi protokollarının, komünist programlarının birinci maddesi der ki: <<Ne yapıp yapacaksın, nasıl bir kılığa bürünürsen bürüneceksin, çevrenin ve hükûmetin gidişine göre nasıl bir renge girmek lâzımsa o renge, o kisveye gireceksin ve nihayet maskelerin her türlüsünü kullanıp müslümanları birbirine düşüreceksin, daima aralarını açacaksın ve hiçbir zaman birlik ve düzenlik bağlarını kurdurmayacaksın…>>

Ey halk hakemleri! Elinizi vicdanınıza koyarak kararınızı verin. Müslümanları birbirine düşürüp düşmanların bundan âzamî istifade edeceğini bildiği halde müslüman geçinen bir yazarın, müslümanları parçalamasının, aralarına nifak sokmasının hangi vicdana yakışacağını lütfen söyleyiniz.

Yine hangi müslümana yakışır ki; gözüyle görmediği, kulağıyla işitmediği bir şeyi görmüş ve işitmiş gibi göz göre göre yalan söyleyebilir, iftira edebilir.

Gelelim bana yaptığın şenî iftiraya:

4- Çıkardığım bir kuruşluk Hüradam gazetesiyle yaptığım fedakârlık ve hizmet meydanda. Bu bir kuruşluk gazete ile kimden iane aldığımı söyle bakalım. Kimden iane toplamışım. Haftada iki defa çıkarmak suretiyle beş ay bedava Türkiye’nin en hücra köşesine kadar gazete dağıttım. Tam on beş bin lira sarfederek imanımın, vicdanımın emrettiği vazifeyi yaptım. Gizli kalmış bütün hakikatleri müslüman kardeşlerime duyurarak onları uyandırdım. 40 sayı devam eden o, tek yapraklı bir kuruşluk gazetede neler yazılmamıştır neler.. İnönü’nün kardeşi Hasan Rıza’nın nasıl milyoner olduğunu, Ali Şükrü’nün nasıl öldürüldüğünü, Deli Halid Paşa’nın Meclisde nasıl vurulduğunu, Topal Osman’ın nasıl can verdiğini, bu millet bu bir kuruşluk gazeteden öğrendi. İsmet Paşa ve şürekâsının tarihi de bu bir kuruşluk gazetede başladı. Bu yazılarla mı iane topladım. Allah’dan korkmaz. Sen bu hizmetin acaba binde birini yapabilecek fedakârlığı göze alabilir misin? Toplu Basın Mahkemesinin bir numaralı dosyası benimdir. Kanbur Rıza Nasıl Milyoner Oldu tefrikasından dolayı 7 aya mahkum oldum. Yine bu bir kuruşluk gazetede yazdığım <<Adliyede Demokrasi Muaşeretinin Bir An Evvel Gelmesini Bekliyoruz>> yazısından 950 de mevkufen muhakeme edildim. İane topladım ha!.. Seni on parmağı kara müfteri.. Namuslu adam isen isbat etsene!..

Ben dolandırıcı öyle mi? Dinle müfteri; dinle mukaddesat simsarı, dinle İslâm gönüllerinin hırsızı, dinle İslâm birliğinin bozguncusu? Bakalım kim dolandırıcı?

Koltuğunun altındaki haçı çıkaracağım, gözü dönmüş para hırsını bütün vesaikiyle önüne sereceğim.

Dinle namuslu müslüman!

Her yazının arasına temcid pilâvı gibi sokuşturduğun 27 seneden beri mukaddesat dâvası için çalıştığını öğünerek müslümanların sevgisini kazanmak istiyorsun ha!.. Seni beni bilmez yaratık seni! Hangi mukaddesatçılık, hangi İslâmcılık. Milliyetçiliği Halk Partisine mahvettirip ortada kaldıktan ve Tarih – Coğrafya Fakültesinden de kovulduktan sonra ne yapacaktın? İlim yok, tahsil yok <<nihayet bir lise derecesinde kültür>> servet yok, lisan bilmezsin. Nasıl bir baltaya sap olabilecektin. En ucuz ve en kolay kazanç Halk Partisinin vicdan hürriyetine yaptığı baskıyı istismar edip müslümanların iman hazinelerini kemirip ziftlenmekten başka ne çaren, ne imkânın vardı. Senin mukaddesatçılığın da, milliyetçiliğin de, vatanseverliğin de hepsi para vurmak içindir.

Ben bunu böyle söylerken isbatını da yapar, vesikasını da beraber veririm.

27 senedir mukaddesatımız için çalıştığını böbürlenerek söyleyen bu namuslu müslüman, 27 senede kırk sayı dergi çıkarmıştır. Çıkardığı bu dergilerin beherini on kuruşa mal ettiği halde yüz kuruşa satmıştır. Bire dokuz kâr. Yâni yüzde dokuz yüz kâr. Görüyor musun mukaddesatçıyı..

Daha dur, bu kadar değil; 25 – 30 kuruşa mal ettiği kitapları da 2,5 ve 5 lira fiyatla satarak 50 - 60 bin lira servet yaptığını ve bir matbaa açacağını kendisi söylemiştir. Hadi yalan de bakalım da o senin kara zebani suratına vesikaları çarpayım.

Ben dolandırıcı ha!

Menfaatin, paranın zebunu yaratık ben dolandırıcı ha!

Biz bir kimseye menfaatçi, paranın düşkünü derken onun isbatını da beraber yaparız. İbretle dinle; Şevket Eygi çıkardığı Hür Demokrat gazetesine Osman’ın eskiden yazdığı Serdengeçti dergisinde çıkan Ayasofya hakkında bir yazısını koymuş. Aman efendim; sen misin bu yazıyı koyan, ver bakalım yazı parasını diye Şevket Bey’in yakasına yapışmış. Verdiği parayı az bularak kıyameti koparmış, nihayet birkaç yüz liraya sulh olmuşlar. İşte bu müslüman dâvasının müdafii, ahlâklı (!) müslümanın elinden zor kurtulmuş.

Ben dolandırıcı öyle mi?

Sen bir liraya mecmuanı satıp zavallı halkı soyarken ben aynı eb’addaki Hüradam gazetesini 25 kuruşa sattım. Bayilere 15 kuruştan verdim ve 500 nüsha çıkardım. Her sayıdan da 82 bin gazete bastım ve sattım. Sen ne yaptın a madrabaz. 950 den 957’ye kadar ayda bana 500 kilo kâğıt verdiler. Karaborsadan 40 liraya top kâğıt alarak yedi sene haftada iki defa olmak üzere gazete çıkardım. Eşimin Ebussuud Caddesindeki evini yetmiş bin liraya Cemal beye sattım, gazetenin çıkmasına sarfettim. Şekerci sokağında iki dükkanını sattım yine bu gazeteye sarfettim. Matbaa binam gitti bu yüzden. İçerenköyündeki arsamı daha geçen sene Kadıköy İcrası 45 bin lira kıymet koydukları halde on bin elli liraya sattılar. Beş defa hapse girdim. İhtilâlde beş buçuk ay ölümle her gün karşı karşıya kaldım. Ben bütün malımı mülkümü bu dâva uğruna feda etmiş, kendim de illetli olmuşumdur. Bugün dikili ağacım olmadığı gibi kafamı sokacak bir kulübem dahi yoktur.

Bize dolandırıcı diyen sen namuslu adam ne yaptın? İhtilâlden bir zarar gördün mü?

İstanbul’da üç katlı ev almışsın. Ankara’da da bir kat almışsın. Bunları babanın çiftliğinin hâsılatından mı aldın? Hangi tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedin kim bilir.. Ben yetim hakkı yemişim ha!.. Seni haram helâl bilmez yaratık seni. Herkese verir telkini, kendi yutar salkımı?

Seni Allah’dan korkmaz, kuldan utanmaz seni, ben yetim hakkı yiyorum ha; bu iftirayı yaparken insan biraz düşünür. Kendi hâline bakar da ondan sonra herkese çamur atar.

Sen her ay aldığın beş bin lira milletvekili ödeneğini hangi hakkın karşılığı diye alıyorsun? Bir seneden beri hangi memleket dâvasını savundun. Millî Eğitim, iktisat, ticaret, maliye, iç işleri hakkında bir gün Millet Meclisi kürsüsünden bir lâf ettin mi? Hangi müvekkilinin işini yaptın?. Ben hazine faresi ha! Seni beni bilmez haksız yaratık seni. Asıl hazine faresinin daniskası sensin. Ayda beş bin lirayı hazineden hiç hak etmediğin halde nasıl tırtıklıyorsun. Hele o onbeş bin lira avansı nasıl aldın. Helâlün minallah, ha.. Vebebtüke kabultüke. Katmerli helâl. Bu yetim malı değil, millet malı deniz, yemiyen domuz. Allah’dan korkmadıktan sonra patlayıncaya kadar ye!..

Ben Demirel’den para aldım ha; yüzünü bile görmedim. Bir bardak suyunu içmedim. Hadi bakalım namuslu müslüman isbat etsene… İnşaallah yakında Allah’ın gazabına uğrayacaksın. İki sene evvel delirdin, bu sefer tımarhaneden hiç çıkmayacaksın. Seni müfteri seni.

Allah bana hazineden bir kuruş nasip etmiş değildir. Kimseye de evet efendim, münasiptir efendim demedim. Ama sen, sayın Demirel’i genel başkanlığa masonların getirdiğini bugünlerde yazıyorsun. Neden öyle ise masonların getirdiği genel başkanın partisinde kaldın? Neden genel başkanı mason olan bir partinin listesine girerek onun partisinden mebus oldun? Kıratın kuyruğunun altına kene gibi yapışıp kaldın? Ayda beş bin papel. İki bin de gazeteden yedi bin lira hiç kaybedilir şey mi bu, oh kekâ!...

Vaktiyle Demirel’e mason diyenlere nasıl cevaplar verdiğini dört gün evvel Şevket Bey paçavra gibi suratına çarptı. Senin dönekliğinin şâheserini ortaya koydu. Amma sende utanmak, arlanmak duygusu olmadığı için hiç hayıflanmadın bile…

Sen mi beni teşhir edeceksin, sen mi bana dolandırıcı diyeceksin ha!... Ah ne olurdu, Büyük Millet Meclisinin mânevî şahsiyetini taşımasaydın. Bakalım kim kimi teşhir ediyor o vakit görürdün sen. Masûniyet gölgesine sığınmış şereflerimize, haysiyetlerimize uluorta saldırıyorsun. İnşaallah yakında masuniyetin kaldırılır, işte o vakit sana Hanya ile Konya’yı gösteririm.

Ben işporta gazetecisiyim, ya sen nesin? Oradan buradan çalıp çırparak eklediğin ipsiz sapsız yazılarınla mı kendine bir paye veriyorsun behey zavallı.

Sana lâyık olduğun sıfatların isimleriyle hitap edip ne mal olduğunu anlatmak çok istedim amma, Şevket Beyin nezaheti, nezaketi, ince ruhu bana bu fırsatı vermeyeceğini bildiğim için kullanamıyorum. İnşaallah sırf senin şahsiyetini, mâzini ve hâlini ortaya koymak için <<Hüradam>> gazetesinin bir nüshasını sana tahsis ederek çıkaracağım. Edirne’den Kars’a kadar bütün yurda yüzbinlerce basarak yayacağım ve bu gazeteyi yine bir kuruşluk olarak çıkaracağım. Bana dolandırıcı, hazine faresi diyecek adamın anasından doğmadığını, doğmuşsa onun burnundan fitil fitil nasıl getireceğimi göreceksin namuslu müfteri.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 28 Ocak 1967.

İFTİRALAR

Hayatta çok iftiralara uğrayanlardan biriyim. O kadar açıklığıma, samimiyetime, plân ve yalan bilmeme rağmen!..

Bunun nedenlerini kendi kendime soruyorum ve şu neticeye varıyorum:

Ben, bir dâva ve mesele adamıyım.. Zamanın kuvvet ve kıymetleriyle bağdaşamıyorum, onlara karşı geliyorum. Her şeyin uyarına gitmiyorum.. “Köprüyü geçinceye kadar, ayıya dayı” diyemiyorum. Bir türlü bu haltı yiyemiyorum. Onun için geçeceğim köprüleri yıkıveriyorlar.. Ben karşıda bakakalıyorum…

* * *

Bir kere aklıma bir şeyi takdım mı, onun öyle olduğuna inandım mı, ölsem o yoldan dönmüyorum. Kolum, kanadım kırılıyor. İstiklâlimden, istikbalimden oluyorum. Bir çok zararlara uğruyorum amma “dediğim dedik”.

* * *

Bu körükörüne Karadeniz’linin, “Deydü, deymedi” kabilinden bir inât mı. Hayır. Israrımın gerekçeleri var.. Dayanakları var.

Bunları mütemadiyen yazıyor, söylüyorum. Ama karşımdakiler, Ebucehil, Ebulehep. Kendilerine İslâmî bir süs de veriyorlar. İki satır yazı yazdılar mı, iki gün hapiste kaldılar mı mücahid oluveriyorlar.

Gelsin hedâyalar, gelsin ianeler!.. Gelsin örtülü, örtüsüz ödenekler.. Gelsin itibarlar, tebrikler. Bağrıyanık Anadolu, gerçekten bunları bir şey sanıyor. Basmakâğıt tüccarlarını bir şey sanıyor.

* * *

İki gazete, başyazıları, orta yazıları ve yazarlarıyla, karikatürleriyle, sözde okuyucularından aldıkları uydurma mektuplara verdikleri düzmece cevaplarıyla bana taarruz ve tecavüz halindeler.

Hükûmetin, eski ve yeni milyonerlerin harekete getirdiği bu adamlar boyuna bana saldırıyorlar…

Şeytan taşlıya taşlıya kollarım yoruldu.. Ankara’da bir taş bile kalmadı. Akseki’den bir kamyon taş ısmarladım gelecek.

Üstelik suçu da bana yüklüyorlar. Ben onlara tecavüz etmişim de… Onlar süt kuzusu gibi mâsum mâsum, sâf sâf sessizce duruyorlarmış da suyu hem ben bulandırmışım. Hem de onları yemeğe kalkmışım.

* * *

Gerçek şudur ki:

Biz ne yazdıksa onun aksini yazarak, el altından kapalı açık imalarda bulunarak, apaçık hakikatları tahrif ve tahrip ederek tecavüzde bulunanlar onlardır.. Ben değil.

Bu ihanete kadar, bu iki gazeteye ve sahiplerine birincisine “Sabah”a saygı, ikincisine “Bugün”e sevgiden başka bir şey beslemiyordum.

Ben, bugün elli yaşındayım. Yarım asırlık bir adamım. 27 yıldır da bu mücadelenin içindeyim inandığım bağlandığım dâvânın şuuruna sahibim.

Müstemleke basınından, ücretli askerlerden, kiralık kalemlerden ders almıya da ihtiyacım yok. Onlar çamur atmakta, beni din dışı ve dâva dışı göstermekte devam edeceklerdir. Çünkü efendilerinden öyle emir almışlardır.

İftiralar, isnatlar devam edecektir.

* * *

Bize iftiraların en şenî en denilerini yapan ve bunları yayanların iç yüzlerini gerekirse umumî efkâra açıklıyacağız.

Kendi iğrenç temayüllerini ve işledikleri günâhları başkalarına da sıvayarak rahatlamak, temize çıkmak istiyen bu adamların ne mal olduklarını bütün millet görecektir.

İşte o zaman, eğer bunlarda bir damlacık haya, namus varsa memleketi pasaportsuz terkedeceklerdir.

* * *

Şimdi onları bırakalım da en mâsum iftiralardan bahsedelim. Hem biraz da gülelim. Biz Akşam’ları unuttuk da Sabah’larla, Dün’leri unuttuk da Bugün’lerle meşgul oluyoruz. Ne yapalım bizi icbar eden onlar..

Endişe ettiğim, bu paçavraların ne yazdığı değil onlara cevap vermek mecburiyeti. Çoğu diyor ki, vermesen olmaz mı? Tenezzül etme. Zaten kim okuyor, kaç tane satıyor? Sonra kim inanıyor? Doğru, doğru.. İnanın ki bu gazeteleri ben ne alıyorum, ne okuyorum?! Çocuklar getiriyorlar.. Üniversitedeki gençler:

“Bak ağabey Sabah’taki şu yazıya, şu cevaba, şu karikatüre.”

“Bugün’ü gördün mü. Bugün’ün başyazısı size ait, yan yazısı da size ait..”

Bakıyorum.. Öyle, baştan, yandan, ortadan, arkadan vurmaya çalışıyorlar.

O kadar da işlerim çok ki. Hele şu mektuplar, tebrikler. Bu Ramazan Bayramında gelenleri saydım; 3435 adet.. Daha geleceğinden başka.

Hemen hepsinde bayramdan çok, son mücadelelerimize tebrikler.. Yeni parti ne zaman kurulacak? soruları. “Canü gönülden katılacağız” temennileri.. Çoğu da AP’lilerden. Din adamlarından…

- Cevap verecek misiniz? bütün bu sorulara.
– Nerde, inşallah Kurban Bayramına..

Bana en çok zor gelen, bizim cepheden görünen bu insanlarla uğraşmak.. Çok ağırıma gidiyor, istemiye istemiye zorla yazıyorum. Mahkemeye gider gibi sinirli, öfkeli.. Ama çare yok. Onlar bana dört koldan saldırıyorlar.. Arkalarında Hükûmet, milyonlar.. Ellerinde kiralık adamlar..

Bereket imanları ve kalemleri kuvvetli değil.. Bereket sermayeleri tezvir ve iftira.. Bereket sağlam bir dayanakları yok.

- Hükûmeti tenkid ederken zevk alıyor musunuz?.. Meselâ, o dillere destan fıkralarınız.. “Hocalar mı Localar mı?”, “Sandıktan mı, Kasadan mı?” gibi fıkralarınızı yazarken?..

(Bunları gençler soruyor bana.)

– Hayır, aksine çok üzülüyorum. Keşke bu adam böyle çıkmasaydı, hayallerimizi kırmasaydı.. Milliyetçileri tasfiye etmeseydi. İnönü ile anlaşmasaydı da bir de takdirkâr, tasvipkâr yazılar yazsaydık.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 29 Ocak 1967.

İFTİRALAR

-2-

Aslolan kavga mücadele değil… Sulh sükûn içinde yaşamak ama nerde? İftiralardan bahsedecektik:

Biri demiş ki: “O iki senede bir yıkanır!..” Tam aksine haftada en az iki kere yıkanırım, yıkanmadan duramam vücudum kaşınır.. Hele Cuma günü mutlaka..

Elli yaşımda olduğuma göre bütün ömrümde 25 defa yıkanmış oluyorum.. Doğduğum gün ebenin yıkadığını çık 24 kalır! İnsâf yâni..

Biri demiş ki: “O çok ilkel bir adam, iptidâî.. Odun yiyor o herif.. Gözlerimle gördüm!”

Hayret etmiş herkes nasıl olur? Odun yenir mi hiç?. Bazıları da acayip adamdır o adam, belki de yer..

* * *

Bana bunu duyurdular. Güldüm işin hakikatı şu. Ben fırça misvak yerine çıra kullanırdım. Akseki’den yağlı çıralardan getirtirdim.. Malûm ya çıra reçineli.. Dişlerimi onunla temizlerdim. Reçine sesi de düzeltiyor.. Hani kemanın tellerine reçine sürerler ya…

Serde dağlılık, yörüklük var. Ağzımda, adam odun parçası gibi çıra parçasını görünce “Osman Yüksel odun yiyor” diye yaymış.. Halbuki ben yerli misvak kullanıyordum. Akseki dağlarının, ormanlarının misvağı bu..

* * *

Bu biraz ayıp kaçacak ama anlatmaya mecburum.. Ankara’da benim yazıhanem, kütüphanem, yatakhanem -Bir zamanlar yatakhanemdi de- Denizciler Caddesi Deniz palas otelinin altındadır. Necip Fazıl’ın “Kör barsak gibi” diye vasıflandırdığı içerlek bir yer.

Evet 8 -10 sene gece gündüz orada kaldım. Otelin altında 4 -5, karşısında da bir o kadar dükkân var..

Bu dükkânların da gayet cimri, açıkgöz Niğdeli, halı tüccârı bir müsteciri var. Bu adam, dükkânların müşterek helâsını yanımızdaki Kolacıya kira ile verdi.. Kolacı orada kirli gömlekleri yıkıyordu. Hâlâ da kirada.. Zaruret halinde otele gidiyoruz. Otel Bar kadınlarıyla dolu.. Helâyı ekseriya onlar işgal ediyor. Helâ değil de bir belâ..

Gece de yazıhanede kaldığımı söyledim size. Ayıptır söylemesi, bir gece otele çıkamadım, birkaç defa.. Şişeye.. Küçük abdest..

Küçük abdest deyince aklıma yine bizim Üstad geldi. Bir gün hapishanenin bahçesindeyiz. Necip Fazıl “Ben” dedi, “küçük abdest bozacağım.”

– Yanlışlık var, olamaz öyle şey!.., dedim.

Necip Fazıl hayretle yüzüme baktı.. Ben:

- Üstad, sizden küçük bir şey çıkmaz, sadır olmaz da..

Bunun üzerine Üstad, ağır bir şey söyleyecekti ama bereket versin (100) numara yakındı.

Helâyı kiraya veren bu adam, oteline gelip gidenlere, bu otelde kalan bazı meb’uslara;

- Bu adam berbat bir adam demiş.. Otele gelmez de. Nerden duyduysa duymuş.. Bizim gizli bir şeyimiz mi var.

* * *

Galiba partiden ihraç edildiğim gündü.. Meb’uslar Meclisteki AP Mahallesinde durmuşlar birşeyler konuşuyorlardı. Beni konuştukları hallerinden belliydi.

Meğer benim şişe meselesini konuşuyorlarmış.. İçlerinden patavatsızın biri işi açığa vurdu.. O gün ve o günler de binbir gece masalları gibi herkes bana ait bir sürü aslı astarı olmayan hikâye anlatıyordu.. Lehime, aleyhime. Herkesin işine geldiği gibi.. Öyle ya Süleyman Bey, her şeyi Karaborsaya düşürdüğü gibi, bizi de Karaborsaya düşürdü.

* * *

Bir rivayete göre de ben hiç evlenmemişim de.. Halbuki ben 12 yıldır evliyim. İki çocuğum da oldu, fakat yaşamadılar.

* * *

Diğer bir rivayete göre hemen CKM Partisine girecekmişim.. Hattâ girmişim.

İşçi Partisine dahi gireceğim rivayetleri çıkartıldı. Ciddî ciddî bu hususta sualler de sordular bana..

Geçenlerde Konya’ya gitmiştim, orada bir haber: Ben Sabah gazetesinden 10.000 lira almışım; dolandırmışım. Fessüpa’nallam!.

* * *

Antalya’da başka bir haber… Ben Hüseyin Üzmez’le müteahhitlik yapıyormuşum. O paravana oluyormuş da arslan payını ben alıyormuşum. Hayret.. Hüseyin hapishaneden çıktıktan sonra, İzmir’de Konya’lı bir müteahhidin yanında çalıştı. Kimdir, nedir, adını bile bilmem. Sonra Ankara’da ufak tefek hapishane duvarı yapmak gibi, çerez kabilinden işler aldı.

Kendisine Ziraat Bankasından 3.500 lira alıverdim. Sonra ödedi. Sekiz on gün evvel de “Hayat Bu” ismindeki hapishane hâtıralarını muhtevi kitabını 6.000 liraya Tercüman’a sattı, orada tefrika edilecek.

Kendisi Hukuk’un son sınıfındadır. Devletten burs alıyor. Evlidir, hattâ bir oğlu da var.

Ah bu dedikodu.. Koca Mevlâna bile “Ben hiç bir şeyden korkmasam da, ayak takımının dedikodusundan korkarım” diyor. Demek her devirde bu böyle. Mevlânâ gibi bir Ulu kişi bunu dedikten sonra.. Artık bize ne gam!..

Yazdıklarımın hepsini noktasına virgülüne kadar isbat edecek durumdayım.

Ama o Hicaz seferleri sahtekârı kalın boyunlu kişi.. O, D. Parti devrinde, gazete çıkaracağım, matbaa kuracağım diye milleti dolandıran, evet efendimci, kafası sulanmış bunak, satılığa çıkan matbaasını Demirel kurtarıverince, eskiden Mason diye yerin dibine geçirdiği Demirel’i göklere çıkaran bu eski cerci ve yeni basma kâğıt tüccarlığından milyonerliğe yükselen genç mücahit (!). Bütün bunlar el altından, el üstünden tezvir ve iftiralarına devam edeceklerdir..

Bunu adım gibi biliyor, hepsini Allaha havale ediyorum.



Yeni İstanbul, Serdengeçti, Gülünç Hakikatler, 29 Ocak 1967.

İNKÂR

Bir genelev kadını, ırzını sattığını söyler mi?

Bir yankesici, ben hırsızım der mi?

Bir karaborsacı, ben karaborsacıyım der mi?

Bir dalkavuk dalkavuk olduğunu yazar mı?

Bir satılmış, satıldığını yazar mı?

Şüphesiz hepsini inkâr edecektir.

“Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz”.



Zafer, 29 Ocak 1967.

TÜRKEŞ: “TURAL’IN SON TAMİMİ ÇOK YERİNDEDİR”

Ordu’yu ve gençliği uyarmak her Türk’ün vazifesidir

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, günlük emri dolayısiyle solcuların ağır hücumlarına uğrayan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural’ın tamimini gayet yerinde bulduğunu belirtmiş, <<Komünizm, bölgecilik ve mezhepçilik tahrikleri karşısında gerek Türk Silâhlı Kuvvetlerini ve gerekse Türk Gençliğini uyarmak memleketini seven her Türk’ün başlıca vazifesidir.>> demiştir.

Dün açılan Ege ekici tütün piyasasındaki Hükûmetin tutumunu beğenen, Tekelin koyduğu baş fiatları uygun bulan Türkeş, yalnız tüccarların da tekelden ayrı olarak ayrı bir baş fiat tesbit etmelerinin müstahsil bakımından iyi olmadığını söylemiş, Tural’ın mektubu ile ilgili suale şu cevabı vermiştir:

<<Türkiye’de millî birliğimizi bozucu ve toprak bütünlüğümüzü parçalamayı hedef alan zararlı akımlar vardır. Bunların başında komünizm, bölgecilik ve mezhepçilik gelmektedir. Komünistler kendilerini sosyalizm arkasına gizleyerek geniş bir propaganda kampanyası yürütmektedirler. Bunlar memleketin içinde bulunduğu yoksul durumu ve yönetimdeki şiddetli bozuklukları da sermaye ederek halkı bulandırmak gayreti içindedirler. Bunlara göre Nazım Hikmet millî bir kahramandır. Halbuki herkes biliyor ki Nazım Hikmet kendi yazdığı eserlerinde de açık olarak komünist olduğunu ve Türkiye’ye komünizmi yerleştirmek istediğini belirtmiştir. Ayrıca Türkiye’den kaçarak Moskova’ya gittiği zaman verdiği demeçte <<Ben Sovyetler Birliği’nin çocuğuyum, beni yaratan Stalin’dir.>> Sonradan da <<Ben Leh milletindenim.>> diyerek soyadını da değiştirerek Verzansky adını almıştır. Bunun için Türkiye bir sebep değildir. Dünya proleter ihtilâlinde hizmet etmek amaçtı. Böyle bir insanın millî kahraman gibi tanıtılmaya çalışılması, bu yolda çeşitli kitapların yazılması anlayanlara açık fikir vermektedir.



Zafer, 30 Ocak 1967.

TURAL’IN KOMÜNİZME KARŞI ORDU’YA EMRİ YERİNDE BİR İKÂZDIR

CKMP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Altınsoy, <<Komünizm Türk Milleti için bir felâkettir. Bu faaliyetler görüldüğü yerde ezilmelidir.>> demiştir. Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Cemal Tural’ın, Birliklere gönderdiği ve her hafta okunmasını istediği bildirisinin sol çevrelerde tenkite uğraması ve Genel Kurmay Başkanı’nın şahsında orduyu tezyif edici yazılar yazılmasıyla ilgili bir soruya cevap veren Altınsoy <<Genel Kurmay Başkanı Tural’ın, Birliklere bu yolda ikâzda bulunması gayet tabiîdir.>> demiştir. Altınsoy sözlerine şöyle devam etmiştir:

- <<Türk ordusu memleketi yıkıcı olan her hareketin bilhassa komünizmin karşısındadır. Bundan eminiz. Ordunun başında bulunan Genel Kurmay Başkanı Komünizm hakkındaki birliklere gönderdiği ve okunmasını istediği tamim de yerindedir.



Zafer, 30 Ocak 1967.

DÜNDAR TAŞER: ATATÜRK SOSYALİST DEĞİLDİ

CKMP Genel İdare Kurulu Üyesi ve Parti Sözcüsü Dündar Taşer de Atatürk’ün sosyalist olduğuna dair basında çıkan sözleri yalanlamış ve <<Atatürk sosyalist değil, sosyal Adaletçidir>> demiştir. Taşer, bu arada son günlerde, bilhassa solcu çevrelerin, İslâmiyeti dahi istismar ederek, <<İslâmiyet sosyalizmi kabul eder>> şeklindeki iddiayı yermiş ve bazı İslâmi prensiplerin sosyalizmi vaaz etmediğini söylemiştir. Taşer <<Zekât>> müessesesinin üzerinde durarak <<Zekât insanın servetinden kendisinin arzusuyla verilen bir yardımdır. Bu işte gönül rızası vardır. Maksat Allahın emriyle fakirlere yardımdır. Ama Sosyalizm’de gasp vardır. Sosyalizm’de mülkiyet ve zenginlik yoktur ki insan fakirlere yardım edebilsin. Türkiye’deki Sosyalizm de maalesef bir komünizmdir>> demiştir.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 30 Ocak 1967.

MAL BEYANI

Malın gözü, genç bir mukaddesat tüccarı, Demirel Süleymanı, Sultan Süleyman, Süleymaniye kubbesi kadar yükselten birisi, benim Ankara’da daireler, İstanbul’da apartmanlarım olduğunu yazmış!.. Bugün gazetesinde.. Ben okumadım.. Arkadaşlarım söylediler…

Altı yıl içinde, en azından altı yedyüzbin liralık bir kütüphane, bir o kadar kıymetinde de din istismarcılığı sayesinde matbaâ kuran, böylece serveti asgarî birbuçuk milyona varan bu açıkgöz haftalık gazetesinde “Benim dikili ağacım yok, bütün borçlarımı versem, elimdeki şu 25 kuruşluk tükenmez kalem kalır” diyen, bir türlü yalanı, hiylesi tükenmiyen bu milyonerin olsa olsa yüz, yüzellibin lira borcu vardır. -Bunu en yakınlarına kendisi söylemiştir.-

Üst tarafı, bir milyonu aşkın servet yine kendisine kalıyor.

Bana gelince: Kendisinin de bildiği gibi, bir köylü hayatı yaşıyan, Necip Fazıl’ın tâbiri ile “tek hücreli amip hayatı” yaşayan ben, benim neyim var, şimdi bu aç gözlü mukaddesat tüccarına onu arzedeyim…

1) Ankara’da Cebeci’de bodrumda iki odalı bir dairemiz var. Yarı yarıya ağabeyimle ortak..

2) Akseki’de koca, eski biçim bir ev ve önünde iki dönüm bahçe. Dedemizden kalma. Kardeşlerimle müşterek. Satsak 40 bin lirayı kimse vermez, çünkü Akseki’de kimse yok, hep dışardalar.

3) Evet geçen sene İstanbul’da Aksaray semtinde bir ev aldım. Bu ev 60 metrekare olup, odaları baklava dilimi gibi gayet dar iki daireden ibaret. Bir de bodrumu var.

Bu evi, Antalya’daki evimizi, Akseki’deki dükkân ve arsamızı satarak, hemşerilerimden de borç alarak aldım. Daha binlerce lira borcum var.

4) Bir de kütüphanem 25 – 30 bin kadar kitap, 25 bin lira verene derhal hepsini devretmeye hazırım.

* * *

Senin bastırdığın kitapların mikdarını biliyorum. En az 750 bin lira sermaye bağlı onlarda. Anlarım ben bu işlerden

50 yaşında bir adamın 27 senelik çalışmasının semeresi bu..

İşte 30 bilmem kaç yaşındaki bir adamın altı yılda meydana getirdiği servet!

* * *

Bir de utanmadan benim malımı mülkümü araştırıyor, karıştırıyorsun.

* * *

Elinde 20 kuruşluk akar kaleminden başka bir şeyi yokmuş! Vay Medine fukarası vay!

Müslümanlar! Bu çocuğa bir akar kalem gönderin!.. O bundan çok hoşlanır. Belki elindeki o kalemin mürekkebi de bitmiştir.

* * *

Sönmez şirketinin yerinde çok ucuz sembolik bir para vererek oturan, büyüyünce de Yeşilay’ın oraya göçen.. Oraya da emsaline nazaran çok az bir şey vererek, Yeşilay’ı Kızılay’ı bilmem daha neleri neleri istismar ederek, her yerde bedava geçinerek altı yılda biriktirdiği bu servetin yarısına, ben neyim varsa -anadan babadan, dededen kalanlar da dahil- hepsini vermeye hazırım.. Takasa hazırım.

Meselâ yalnız matbaaya veya kütüphaneye..

Hepsini vermeye hazırım. Vermezsem nâmerdim.

Herkesin malı meydanda.. Yaşayışı meydanda.. Beyimiz daha şimdiden Ankaraya uçaklarla gelip gitmede, Demirel ve adamlarıyla temas etmekte, yeni Türkçe ile konuşursak, değinmektedir.

Yaman çocuk, bu değinmeyi, değme insan yapamaz!



Hürriyet, 1 Şubat 1967.

TÜRKEŞ EDİRNE’DE HALKLA GÖRÜŞTÜ

Trakya’da inceleme gezisine devam eden Türkeş ve arkadaşları, şehrimize gelmişlerdir. Vatandaşlarla görüşen Türkeş, zararlı cereyanlar üzerinde durarak, şunları söylemiştir:

<<- Türk halkımım dörtte üçünü teşkil eden köylü, seçimlerden önce iktidar partisinin bol keseden yapmış olduğu kandırıcı vaadlerine rağmen, bugün yine yüzüstü bırakılmış durumdadır. Köylünün kalkınmasını sağlayacak tedbirlerden olan taban fiat politikası tamamiyle aleyhte bir yöndedir. Samanın 23 kuruşa satıldığı bir memlekette devlet pancara 14 kuruş fiat tespit etmiş bulunmaktadır. İş bulmak için yorganını sırtına sararak şehirlere gelen köylülerimizle ilgilenecek hiçbir kuruluş yoktur.>>



Bugün, Sinan Omur, 1 Şubat 1967.

BİR MİLLETVEKİLİNİN BU KADAR SUKUT EDECEĞİNİ TAHMİN EDEMEZDİK

Maskesinin düşeceğini, bütün foyalarının gün ışığına çıkacağını bildiği için, yine hokkabazlık etmeye, mazlum rolleri takınmağa başladı.

Saf müslümanları bugüne kadar nasıl iğfal etmişse yine öyle kandırıp tuzağına düşürmek için zemin hazırlıyor. Bu müfteri bakın ne diyor: <<Hayatta en çok iftiraya uğrayanlardan biriyim. Samimiyetime, plân ve yalan bilmememe rağmen… Ben bir dâva ve mes’ele adamıyım… Zamanın kıymet ve kıymetleriyle bağdaşamıyorum ilh…>>

Şecaat arz ederken…

Hangi iftiraya uğramıştır? Ne demişler de iftira etmişler? Mesleksiz, meşrebsiz, seviyesiz, seciyesiz; iman gönüllerinin hırsızı mı demişler?.. Ne demişler?

Şeytan gibi benlik, varlık iddiasında… İnsan kendi kendini öğer mi? <<Ben bir dâva adamıyım>> diyor. Aman yâ Rabbi, eğer <<Allahu ekber da’vâsı>> seninle bana kaldıysa, vay o dâvanın hâline!...

Bu ne kendini bilmezlik yâ Rabbi! Bir lise tahsili görmüş bir adam, ne arapça bilgisi, ne farsça anlayışı, ne derin bir din tahsili ve ne de bir yabancı dil bilgisi ve batı kültürü olmadan bu muazzam İslâm dâvasını nasıl hazmeder ve nasıl müdafaa edebilir? Bizim iktidarımız ancak dinimize, mukaddesatımıza tecavüz edenlere lâyık olduğu cevabı vermektir. Bizim gibi adamların böyle bir iddiası İslâm dinini küçük düşürür. Hiçe saymak olur.

Bütün bu faaliyetlerin bir nafaka ve geçim uğrunda olduğu bal gibi meydanda… On kuruşa mal olan bir dergiyi yüz kuruşa satmak ve yüzde dokuz yüz kâr temin etmek bunun en bâriz isbatıdır. Anadolu’nun saf ve imanlı müslümanları, belki gönlümüzün ateşine, bağrımızın alevine bir su serper diye dişinden tırnağından artırdığı liracığını verirken, yüzde yüz fâhiş fiyatla satıldığı ve bir menfaat vasıtası olduğunu hiç akla getirmez. Din aleyhtarı düşmanlara fırsat vermemek için bu yanlış yolda olanlara hep eyvallah dedik. Hatta medh ettik. Tek, mukaddesatçı neşriyat birliğine bir gölge düşürmesinler diye!

Hiç bir zaman da <<sen bu mücadeleyi meb’us olmak için yapmışsın>> demek aklımızdan geçmedi ve ona <<Osmancığım>> diye hitab ettim. Biz dâva adamı nasıl olabiliriz? Bir kimse Şark ve Garb kültürüne bihakkın vâkıf olur. Senelerce dirsek çürütür, bütün din bilginlerini tetkik eder ve ondan sonra da yabancı birkaç lisan bildiği gibi farsça ve arapçayı da adamakıllı öğrenir. Ondan sonra o dâva hakkında konuşabilir. Eski İngiliz Başvekili Eden bile Mesneviyi tercüme etmek için eski farscayı İran ‘a gelerek öğrenmiştir de Mesnevi’yi öyle tercüme etmiştir. Dâva adamları, dâvalarınından bir menfaat beklemezler. Bizim gibi cebi delik zibidiler, meteliğe kurşun atanlar böyle bir dâvanın sahibiyim derlerse gülünç olurlar ve kimse inanmaz.

*

Esefle üzülerek söylüyorum ki, Osman’ı yalan, iftira deryasında yüzdüğü gün gibi âşikârdır.

Bana <<Başbakandan para aldın>> diye yaptığı iftirayı daha açık bir şekilde isbât etmek için sayın başbakandan <<Allah aşkına söyleyiniz>> diye yalvararak rica ediyorum: <<Siz beni tanır mısınız, ben sizden para, pul veya kredi temin ettim mi?>> Diğer vekillerden de Allah rızası için rica edeceğim, hanginizden para ve kredi aldım? Bankalar, lütfen sizlere de istirham ediyorum. Bir kuruşluk kredi aldım mı?..

Allah’ın Kahhar ism-i şerifi ile kahrolayım ki, hiçbir devlet adamından bir kuruş yardım almış değilim. Daha nasıl isbat edeyim? Yazdıklarını namuslu isen isbât et diyorum. O bana: <<Genelev kadını ırzını sattığını söyler mi?>> diye cevap veriyor.

Amma benim dilim, kalemim ve vicdanım ona hak ettiği cevabı alenen vermeğe bir türlü varmıyor.

Bir milletvekiline yalan söylemek, vatandaşlara iftira etmek yakışır mı? İşte mahkemeler: Onun bir yalancı ve müfteri olduğunu ispat edeceğim. Ona da ispat hakkı veriyoruz. O da ispat etsin. Ak mı, kara mı meydana çıksın. Yarası olan gocunur. Makale, kelime oyunu yaparak vatandaşları aldatmak iş değildir. Onu icabederse biz de yaparız.

O kadar kin, gayz gözlerimizi bürümemeliydi. Halkın unutkan olduğunu zannederek dün iyidir, mason değildir diye icraatını göklere çıkararak yazan bir adam bugün iftiraların en şeniini yapıyor. Bu adama inanan olur mu? Artık ilelebet mebusluğun yüzünü göremiyecektir.

Manisa Milletvekili Muammer Dirik’i nasıl teşkilât tuttu da tekrar partiye aldırdılar. Neden Antalya’lı kardeşlerimiz bir teşebbüse geçmiyorlar? Bilâkis reylerini geriye istiyorlar.

Bana DP devrinde de, rahmetli Adnan Bey’den 500 bin lira aldı dediler. Amma çok şükür ne Adnan Bey beni tanıdığını ve ne de bir kuruş verdiğini söyledi. Örtülü ödenekten kimlerin neler aldığını ilân ettiler. Hüradam’ın bir kuruş aldığını kimse söyledi mi?

<<Hür Adam İslâm Gazetecilik ve Matbaacılık Komandit Şirketi>> nin âkıbetini de vesikalarla halkın huzurunda, diğer bir yazımda suratına çarpacağım.

Yalnız şu kadarını söyliyeyim ki: İhtilâlden evvel örfî idare gazetemi kapattı. 28 Nisan hâdiselerinde yakalanıp da Rami kışlasında bulunan CHP nin zinde kuvvetlerine beni linç ettirmek için, onlarla aynı koğuşlara koydular. İhtilâlin ertesi günü şirketin bütün evrakını ve hisse senetlerini mühürlediler ve yedd-i emine teslim ettiler ve beni de Harbiye Davutpaşa ve Balmumcu garnizonlarında 5 ay inlettiler.

Çıktığım zaman matbaayı harâbe halinde buldum. Eşimin evini, kardeşimin katını Emniyet Sandığına ipotek ettirerek para aldım. Yetişmedi. Başkasından 26 bin lira daha aldım. Tam yoluna koyarken bu defa da 40 senelik matbaama ihtiyatî haciz koydular. Bir buçuk sene Dördüncü Ağır Cezada muhakeme oldum. Ve matbaa kapalı kaldı. 48 bin lira da bu zamanda borçlandım. Mahkemeden tertemiz beraat ettikten sonra yine matbaamı yedd-i eminden teslim aldım. Erenköydeki arsamı ipotek ettim. On bin lira aldım. Yetişmedi. Boludaki kardeşimden beş bin lira aldım. Bir öğretmen kardeşimden 3 bin lira aldım. Parayı veremediğim için arsam satıldı.

Senelerce borç ödemekten imanım gevredi. İşlerimi düzeltemiyeceğimi anladım. Matbaayı satıp borçtan kurtulmak istedim. Bir müslümana nasib olsun diye Şevket Bey’e teklif ettim. 156 bin liraya, kapı çekmecesine sattım. 22 Haziranda teslim etmek üzere on bin lira da kaparo aldım. Bu zaman zarfında beni çok seven ve yaptığım fedakârlığı takdir eden (İsmini burada söylemeyeyim, zira adama düşman olurlar) bir kardeşim bana 30 bin lira verdi ve gazeteni çıkar borçlarını sonra ödersin, matbaayı satma, bir daha nerden yapacaksın, dedi. Ben de Şevket Beye bunu söyledim o da derhal muvafakat etti. 10 bin lirasını geri verdim ve matbaayı satmaktan vazgeçtim. Gazetemi çıkarmağa başladım. Üç sayı çıkardım, dördüncü sayıyı basarken makinem kırıldı. Yedi bin lira verdim. Tâmir ettirdim. 35 senelik makinem olduğu için tâmir kabul etmedi. Hurda fiatına bu defa sattım. Taksitle iyi bir makine aldım. Bu gün ne işlenecek sermayem, ne de neşriyat yapacak param var. Eşimin evi birinci derecede Emniyet Sandığına, ikinci derecede 26 bin liraya Abidin beye ipoteklidir. 30 bin lira veren kardeşime 6. Noterden bir senet verdim. Bugün 90 bin lira borcum var. Dizgi makinemin ne matrisi var, ne metali var. Bu makinanın da randımanlı çalıştırmak için en az 35 bin liraya ihtiyacım var. Tenceresinde pişirip kapağında yiyorum. Ben de bir meb’us olabilirdim. Amma o mes’uliyeti hazmedecek, saçı bitmedik yetimlerin hakkı bulunan 5 er binleri her ay cebe indirecek, bir mide yok bizde.

Bütün satılan hisse senedinin miktarı on bin beş yüz liralıktır. Diğerleri hepsi nezdimizde mühürlü büyük dört paket içinde duruyor. Klişesini yaptırıp insafsız gözlerinin önüne koyacağım.

Ben bu ihtilâlde 600 bin lira zarar ettim. Sen ne yaptın, a Allahtan korkmadan sağa sola iftiralar atan adam?

Ben dolandırıcı ha!...



Bugün, 27 Kasım 1970.

ŞEHİD DURSUN ÖNKUZU TÖRENLE TOPRAĞA VERİLDİ

Ankara’da Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulunu üçüncü kat penceresinden atılarak öldürülen Dursun Önkuzu adındaki milliyetçi öğrencinin cenazesi dün memleketi olan Zile’de törenle toprağa verilmiştir.



Bugün, Sinan Omur, 27 Kasım 1970.

AP LİLERİN KORUDUĞU SOLCU ANARŞİSTLER

Allahsız, vicdansız, soysuz sadist ruhlu kızıl cani veletlerin işledikleri vahşiyane cinayetin katilleri hiç bir suretle, idareye, ihmale ve müsamahaya bırakmadan canilerin, Adalet huzuruna çıkarılması için meşru müdafaa yapılacaktır.

Türk tarihinin hangi devrinde görülmüştür ki şu 970 yılının tam onbir ayında dört milliyetçi ve mukaddesatçı Anadolu Türk çocuğu göz göre göre hunharca öldürülsün de bunların katilleri meydana çıkarılmasın ve takip edilmesin…

Yağma yok efendiler; Bu memleketi bedava bulduk diye istediğiniz gibi harcayamazsınız. Türkün ayranını kabartmayın… Komünistleri bu memlekette himaye eden, şımartanların akıbeti hüsrandır. Bu elli yıldan beri görülen bir hakikattir.

Ne hazindir ki, Türkiyemizde, Hukuk Devleti, mal can emniyeti, insan haklarının korunması 20 nci Medeniyet asrının sonlarında ne hale gelmiştir. Ve en korkunç bir gidişe yönelmiştir. …

Bize 950 de bu aziz millet kimlerin elinden aldı bugün kimlerin eline teslim etti.

Beşer hukuku, bugün artık her suretle emniyet altına alınmış, huzur ve güvenle yaşaması garanti edilmişken, bizde bilakis, eskiden daha beter bir korku ve endişe içinde, yarınlara güvensizlikle bakmaktayız.

Komünistlerin tedhiş ve terör havası devam ederken, hatta komünist ihtilâl provaları yapılırken, Senatomuz, Büyük Millet Meclisimiz bu korkunç hareketlere karşı pek bigane kalıyorlar.

Halbuki, Komünistlerin bu hareketi, memleketin felaketini hazırlayan korkunç hareketlerdir. Bu hareketlere karşı tedbir alınmasını ve bu gidişin önüne geçilmesi için meclis araştırmaları yapılması; icap eden kararların alınması, sayın senatör ve parlamenterlerimizin başta gelen ödevlerinden biridir. Görüyoruz ki, bu mesul zevatta da hiç bir hareket belirtisi yok.

Güpegündüz milliyetçi ve mukaddesatçı bir Anadolu evlâdını, hınzır komünistler kaçırarak, ilim yuvası okulda günlerce işkence yapılıyor ve bu işkence meydana çıkmasın diye okulun üçüncü katın penceresinden, bir çuval kemik torbası gibi sokağa fırlatılıp atılıyor.

İşte bu vahşetin tüyler ürpertici feci hareketi sorulmuyor. …

Eğer böyle bir cinayet, devrimci geçinen solak gençlere milliyetçiler tarafından yapılsaydı, İnönü’nün feryadı ne şekilde çıkardı görürdünüz. Alimallah yer yerinden oynardı ve masum yüzlerce genç zindanlara atılırdı.

Bakın görün ki, bugün bunu AP yöneticileri yapmaktadır. 70 Milliyetçi öğrencimizi bir komünist oyununa kurban etmek istemektedir.

Komünistlerin vahşiyane cinayetlerini karşılamak için Komünist taktiklerini, plânlarını, oyunlarını oynayarak, Milliyetçi gençliğin karşı hareketini önlediler. Hem de hükûmet kuvvetleriyle…

Oynanan oyun, düzenlenen plan şu: Ülkü Ocakları mensupları üç tane devrimbaz genci kaçırarak Türk Ocağında işkence yaparak parmaklarını kırmışlar. Hastanelik etmişler.

İşte bu tertiple Ülkü Ocaklarını Halkevinde polisler basmış ve 70 genci tutuklayarak Ülkü Ocağını kapatmış ve Halkevini Defterdarlığa devretmiş.

Ülkü Ocaklıların kaçırdıklarını iddia ettikleri kimsenin üç günden beri hastanede olduğunu ve iddialarının tamamen yalan ve düzenden başka bir şey olmadığını isbatlamışlar ise de, dinleyen kim..

Bu suretle solcu anarşist gençler bir daha himaye görmüş, Milliyetçi gençler bir daha kahra uğramışlardır.

Yaşasın Adalet Partisinin muhterem yöneticileri!...

Ülkü Ocaklarının bu baskın ve tevkifler hakkında yayınladığı Bildiriyi de buraya aktarıyorum.

“Büyük Türk Milleti

İktidar sosyalistlerden yanadır! Çinci, Rusçu kızıl kaatiller Süleyman Demirel’in himayesindedir.

Senin milliyetçi evlâtların, iktidar sahipleri hıyanet içinde olsalar bile kanlarının son damlasına kadar Türk Devletini koruyacaktır.”



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 3 Şubat 1967.

MÜFTERİ KİM? SALDIRILARA CEVAP!

-I-

28 Ocak 1967 tarihli Bugün gazetesinde, tam bugünün adamı olan mukaddesat taciri genç milyoner, ihtiyar bir bunağı yine üzerime saldırtıyor!..

Gazetenin başmakalesi. Birinci sayfada da bitmiyor, bu şenî denî iftiralar diğer sayfalara da taşıyor..

* * *

Aslında bu yazının mes’ulü işportacı bunak değil, onun arkasına gizlenen sinsi, pinti bu genç milyonerdir. Menfaatına esir bu bitmiş tükenmiş adamın ağzından bakın bana ne saldırılar yapılıyor:

“Dinle müfteri, dinle mukaddesat simsarı, dinle İslâm gönüllerinin hırsızı, dinle İslâm birliğinin bozguncusu. Bakalım kim dolandırıcı?

Koltuğunun altındaki haçı çıkarayım, gözü dönmüş para hırsını bütün vesaikıyla önüne sereceğim: (Göreceksiniz sayın okuyucularım ne vesikalar, ne vesikalar (!).).

Seni beni bilmez yaratık seni..

Hangi mukaddesatçılık, hangi İslâmcılık. Milliyetçiliği Halk Partisine mahvettirip ortada kaldıktan ve Tarih – Coğrafya Fakültesinden de kovulduktan sonra ne yapacaksın. İlim yok, tahsil yok, paran yok

Senin mukaddesatçılığın da, milliyetçiliğin de, hepsi para vurmak içindir.”

* * *

Şimdi, genç – ihtiyar çift dalkavuklar..

Beni dinleyin.. Bir ân için ulumalarınızı kesin de beni dinleyin:

“Halk Partisine milliyetçiliği mahvettiren” benmişim, öyle mi? Bunu tımarhanelikler bile söyliyemez. Bunu iddia edebilmek için ancak bu kadar kötü niyetli olmak lâzım.. Gerçek şudur ki, kimsenin ağzını açamadığı bir sırada, son sınıfın son noktasına gelmiş, hemen mezun olacağım bir sırada, o zaman, sosyalist komünist cephenin karargâhı haline getirilen, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde solculara karşı ilk isyan bayrağını açan benim.

Bu yüzden istiklâlimi de istikbalimi de mahvettim. Beni bu harekete sevkeden, hangi din ticareti, hangi kazanç hırsıydı, ey koca sersem?

1944 hâdiseleri Halk Partisine karşı komünistlere karşı şuurlu ilk hareket ve sonra sürgünler, tevkifler.. Divanıharpler, Tabutluklar.. İdam kararları..

Beraat ettikten sonra, Hasan Âli Yücel’in Maarif Vekilliğinden düşüp, Şemsettin Sirer vekil olunca Fakülteye tekrar girdim. Baktım, hâlâ bugün İşçi Partisi kurucularından Behice Boran başta olmak üzere, solcular orada idiler. İşte tam o sırada Serdengeçti’yi çıkardım. “Bir Fakültenin iç yüzü” başlıklı yazı ile bu Fakültedeki sol faaliyetleri teşhir ettim.

Aynı sayı üç defa tekrar tekrar basıldı. Herkesin elinde bir Serdengeçti. Hâdise Meclise, oradan mahkemeye intikal etti. Ele aldığım kızıl profesörler ve doçentler mahkûm oldular. Böylece Fakültedeki kızıl cephe çöktü. Şimdi soruyorum: bu moruğun yularını elinde tutan genç milyonere: Senin Siyasal Bilgiler Okulun da Dil – Tarihten geri kalmazdı. Sen ne yaptın? Ve senin mücadelen (!), şimdiye kadar hangi menfi cepheyi bozguna uğrattı? Servet, şöhret toplamaktan başka..

* * *

Serdengeçti’yi anamdan kalan bir tarlayı satarak, onun parasıyla çıkardım. Gece gündüz çalışıp, başyazısından kuyruk yazısına kadar kendim yazarak, hammallığını dahi kendim yaparak!..

* * *

Bakın şu erzelin hezeyanına.

"En ucuz ve en kolay kazancı Halk Partisinin vicdan hürriyetine yaptığı baskıyı istismar edip, Müslümanların iman hazinelerini kemirip ziftlenmekten başka ne çaren, ne imkânın vardı. Senin mukaddesatçılığın da, milliyetçiliğin de, vatanseverliğin de hepsi para vurmak içindir. (Tamam, tamamen kendinizi anlatıyorsunuz).


Ben bunu böyle söylerken isbatını da yapar, vesikasını da veririm…”

Vesikaları da şu:

“Çıkardığı bu dergilerin beherini on kuruşa mal ettiği halde yüz kuruşa satmıştır. Bire dokuz kâr!”

Behey beyni sulanmış adam behey insâfsız.. Bir kerre o dergiler 10 kuruşa mal olmaz!..

İkincisi: Serdengeçti’nin eski sayılarını ellerinde bulunduranlar bilirler. Birinci sayısından yirminci sayıya kadar, yüz kuruş değil, fiatları 30 kuruştur. A yüzsüz!.. O kafası sulanmış adam.. Sık sık iktibaslar yaptığın sermaye olarak kullandığın Serdengeçti mecmualarını ne çabuk unuttun? 1 – 20 kadar 30 kuruş, 20. sayıdan 28’e kadar 7 sayı 50 kuruş. Ondan sonraki iki sayısı 75, 30, 31, 32 sayısı 100 kuruş, büyük boyda çıkanı son sayı 125 kuruştur.

Hepsi 33 sayı (kâğıt fiatlarının matbaa ücretlerinin gittikçe artması sebebiyle) a ahmak, a kendisi müfteri. Ezbere konuştuğun, müfteri olduğun nasıl da belli. Ne söylüyorsan ne yazıyorsan hepsi yalan, noktasına virgülüne varıncaya kadar.

Aklı sıra beni vesikalandırırken, nasıl bir bunak nasıl bir müfteri olduğunu vesikalarını bizzat kendisi vermiş oluyor.

Kaldı ki, 10 kuruşa maletsem, 100 kuruşa satsam bile, bire dokuz kâr nasıl olur?.. Bunun % 25 ile % 40 arasındaki bayi ücreti nerede? İnsanın gözünü hırs ve tamah bürüyünce böyle saçmalar işte!.. Bu işle uğraşanlar bilirler.. Bayiler işi ne kadar bozuktur!.. benim gibi teşkilâta bağlı olmıyan bir yayın sahibi için ne zordur bu işler?!..

Tam hesabını tutmadım amma, bayilerde onbinlerce liram kalmıştır. Hiç birine de hesap çıkarıp göndermedim. Herkes aldı gitti, gönderdik gitti. “Giden gelmiyor, acap nedendir?” Yemen Türküsüne döndü bizim bu işler.

* * *

Ben, 25 – 30 kuruşa mal ettiğim kitapları, 250, hattâ 500 kuruşa satyormuşum’.. Ufacık iki kitap:

“Ey Türk uyan” 1 Lira. “Bir gün gelecek” iki lira. Bu iki kitap hariç, benim kitaplarım emsaline nazaran çok ucuzdur. Sonra benim kitaplarım helâl yağmadır. Üniversite talebelerine % 30 – 60 kadar tenzilât yaparım.. Çoğuna da bedava.. Vesikalar dediğiniz bu mu çifte sahtekârlar!..

Sonra benim bu genç milyonerin bu namaz abdest tacirinin gibi sâf Müslümanlardan gönüllü satıcı kollarım da yok..



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 4 Şubat 1967.

MÜFTERİ KİM? SALDIRILARA CEVAP!

-II-

Görülüyor ki, olmuşu 33 sayı çıkan mecmuanın yalnız üç sayısı 100 kuruştan olup, bunun iki sayısı da toplattırılmıştır.

Hususî yerlerde.. Bismihû süphanehu -Elbâki – ayak bâki aziz Sıddık gardaşım diye Nurcuları ayağa düşüren alay eden bu münafık, Nurcuları Af Kanununa sokmıyan iktidarın dalkavukluğunu yapıyor. Sonra da gazetede Nur Risaleleri.. Nurdan Damlalar, Semâlar, Noktalar, Nükteler yaz da yaz.. Gelsin aboneler, gelsin paralar. 30 bin abone. Seneliği 24 liradan.. Bunun 10 bini zayiat verse, 20 bin kalır. Yıllığı 24 lira olduğuna göre, bir senelik varidat 480 bin lira. Yarısı masraf olsa 240 bin. Bu gazete esasen genç milyonerin istismar etmediği hiçbir sağcı kalmamıştır.

Pilâvoğlundan tutun da, kütüphanesi Pilâvoğlu Kemal beyin kitaplarıyla doluydu. Bana gülerek: “Bu kitaplar çok satılıyor, parasız da alıyorum. Elini öpüveriyorum, tamam.. Üstad her şeyden vazgeçiyor” demişti. Yazı yazdırdığı kalem sahiplerine, kitap sahiplerine, yanında çalıştırdığı tertemiz çocuklara kadar. Başında takke, ayağında nalın Allah diyerek, Peygamber diyerek, başta Nurcular olmak üzere herkesle, herşeyle alay ederek, alayla istihzayla yıkamadığı benim gibi insanlar hakkında da iğrenç dedikodular çıkarıp yayarak “Benden başka temiz, benden başka namaz kılan kalem sahibi yok” demeye getirerek” bu kadın mizaçlı, sinsi, cimri çocuğun yapmadığı kalmamıştır. Gazetesinde müdürlük yapan, bu yüzden hapishaneye düşen bir üniversite talebesine yaptığı muamele de herkesin malûmudur. (Çocuğa para vermemiştir).

Hele şu yaveye ne denir? Benim “Ayasofya” yazımı Şevket Bey iktibas etmiş de, ben buna mukabil para istemişim. Şevket beyin yakasına yapışacak hal var mı? ben elinden kendisini zor kurtarmış nihayet birkaç yüz liraya sulh olmuşuz da, kendisini bırakmışım (!)..

Beyehey madrabaz, düzenbaz, hiylebaz, hokkabaz, ne kadar yazsan az olan, deniz seviyesinden de aşağı yaratıklar.

Hepiniz bilirsiniz, herkes bilir ki; bende alacak için, yazı parası için onun bunun yakasına yapışacak hal var mı? Ben elinden ekmeğini alsalar bile ses çıkarmıyacak adamım. Kalender, hiç bir şeye “benim” demiyen, mülkiyet hırsı olmıyan bir adamım.

Ama haysiyetime, şerefime tecavüz ve taarruz ederseniz, hakikatları tahrif ederseniz, efendilerinizin emriyle beni çürütmeye kalkarsanız, işte cevabınızı böyle alırsınız.

Senin ve genç patronun bay Eygi’nin başı bu konuda da eğiktir bay Omur!.

Vay Allahtan korkmaz, peygamberden utanmaz adamlar. İftira olsa olsa bu kadar olur.

Meselâ sen (Yunan) omar, benim bir sürü yazımı iktibas ettin. Senden kaç kuruş istedim. O zaman? Eğer sol tarafından çarpan kalp, kalp değilse, et parçası, leş parçası değilse, kalbine elini koy, söyle.. Senden ne talep ettim ben?..

Atatürk’ü öven, İnönü’ye söven o paçavralarında maalesef benim bir çok iktibasım, yazılarım çıktı. Buna mukabil ben ne talep ettim senden

Koca Râfizi.. Hem sen kim oluyorsun ki bana karşı geliyorsun? Cahil!.. Sen nerden giriyorsun aramıza.. Sen bana taarruz, tecavüz edinceye kadar ben sana bir şey söyledim mi, yazdım mı?

Ey Allah’ın yerine Hz. Ali’yi ikâme eden, onun yerine de yazı turayı koyan, imansız beyinsiz, vicdansız; insâfsız…

Şimdi sana ve hizmetine girdiğin genç efendine şunu hatırlatayım:

Bakalım kitapları kim kaça malediyor, kim kaça satıyormuş.

Ben Necip Fazıl’ın bütün şiirlerini (Kendisine telif hakkını ödiyerek) “Sonsuzluk Kervanı” ismi altında bastırdım. Fiatı 350 kuruş, isteyene 200 – 250 kuruş arasında verdim. Sonra aynı kitabı 2 – 3 küçük şiir ilâvesiyle Şevket Bey bastı “Çile” fiat (Onikibuçuk lira). Yalnız üzerinde 150 – 200 kuruşu geçmiyen bir cilt farkı var. İstanbul’da ciltleri toptan ucuz yapıyorlar; biliyorum. 350 kuruş nerde, 1250 kuruş nerde?

* * *

İkinci bir misâl: İstanbul’da Gayret Kitapevinden, Samiha Ayverdi’nin “Mesih Paşa İmamı” isimli romanını alacaktım. Ciltsiz haldeymiş, darmadağın kitaplar.. Asıl fiatı 5 lira.. 50 kadar şey kalmış.. 100 kuruştan aldım.

Kitabevinin sahibi:

- “Daha çoktu, bir arkadaşın binlerce aldı. Ona 75 bin kuruştan verdim” dedi.

Sonra öğrendim ki bu kitapları Şevket almış.. Üzerine adi bir kapak..

-Bedir Yayınları- diye kendi firması. 75 kuruşa aldığı kitabı, 10 kuruşluk bir kapak ilâvesiyle 5 liraya, fiat bu. İçi “Gayret Kitapevi” dışı Bedir. Şevket Eygi denilen istismarcı budur.. Ben bu kitapları ciltçiye verdim 225 cilt parası, 100 kuruş kitapçıya verdiğim para. 325.. Ve kitabı 500 Kr. Fiat, 350 – 375 kuruştan verdim. İşte aramızdaki fark.. Vesika diye buna derler. Daha.. Kitaplar.. karşılaştır. Birinde mukavva cilt. Birinde sadece adi karton bir kapak.

Bir şey daha anlatayım da millet bunu da duysun:

Şevket bilmem kaç senesinde Erzurum’a gidecekti, asker olmuştu. Benden “Sonsuzluk Kervanı” da dahil, satış kabiliyeti olan bir süs kitap aldı.. Gitti.. “Paralarını ben sana oradan gönderirim” dedi, göndermedi. Askerden döndü.. Hatırlattım.. Güldü.. Ben de üzerine düşmedim.

Doluya adamlar göndermişti. Bunlardan biri Batı Trakya Türklerinden Müftüoğlu’dur. Bu arkadaşı eskiden beri tanırım. Becerikli faal bir adam. O zaman, Müftüoğlu’nun bana anlattığına göre: Her yerde beni sormuşlar. Yeni İstiklâle yazı yazmamı istemişler. Yazarsam okuyucu kitlesinin artacağını, abonelerin çoğalacağını söylemişler. Müftüoğlu durumu patron Şevket’e anlatmış, patron da bana mektup yazdı.

Yeni İstiklâl’e yazı yazmamı, her yazıma karşılık şu kadar para vereceğini söylüyor, ısrar ediyordu. Cevap verdim..

“Ben para falan istemiyorum, yalnız benim kitaplarımı gazetende ilân et.. Reklâmını yap.” dedim.

Reklamcılık ilminde yektâ olan Bay Eygi, yazılarımı birinci sayfaya koyuyor, boydan boya, manşet çekercesine imzamı atıyor, bir uçtan bir uca bir imza: Osman Yüksel Serdengeçti!.

Gayet tabiî, onun mizacına göre tabiî, benim imzamı istismar ediyor. Müslümanları tavlamak ve avlamak için bir olta olarak kullanıyordu. Kitaplarımı bir defa ilân etti. Yazdım, aldırmadı. Makalelerim çıkıyordu.. Bana “ilân tarifeye tabidir” gibi aç gözlü, münasebetsiz bir cevap verdi. Sert bir karşılık verdim.. İlân tarifeye tabidir. Bu söz beni çileden çıkardı… Geçmiş gün unuttum, bana 100 lira kadar bir para yolladı.

Halbuki kaç yazım çıktı, kaç makalem neşredildi? Üstelik eski alacaklarım da duruyordu.

* * *

“Abdülhamid Anlatıyor” isminde küçük kitap çıkarmış, kitaba nazaran uzun bir “Önsöz”, “takdim” yazmıştım.

Kendisine kitabı gönderdim. Ve iki satırla ilânını rica ettim. Yapmadı. Buna mukabil kitaba önsöz olarak makaleyi mehaz göstermeden gazetesine oturttu.

Tabiî benim imzamla..

Maksat , kitabın duyulmaması, satılmaması. Amma aynı kitabın ön sözünden azamî istifade. Bu bir misâldir.. Onun mizacını göstermesi bakımından mühim.

Senin ve müdafaa ettiğin genç patronunun mizacını; hezeyanlarını, kusmuklarını bir bir ele alıyor, yüzüne çarpıyorum.

Diyorsun ki:

“Sen her ay Milletvekili ödeneğini hangi hakkın karşılığı olarak alıyorsun?

Hele onbeşbin lira avansı nasıl aldın? Bu yetim malı değil, millet malı deniz, yemiyen domuz. Allah’dan korkmadıktan sonra patlayıncaya kadar ye..”

Cevap: Bir kere Milletvekilleri ayda 5.000 değil, 3.500 lira alırlar. Bu bir. Nasıl alıyorsun ne demek? Bu herkesin aldığı, kanunun tanıdığı bir hak!..

İkincisi: Ben verilen 15.000 lira avansı almadım. Allahım, kitabım, tâlâkım üzerine yemin edebilirim, yalnız bu paradan, Antalya’nın, Elmalı kazasında kunduracı Kadir’e -Müslüman, fakir bir arkadaştır- 3.500 lira alıverdim. O zavallı da ödiyemedi. Mart ayında alacağımız aylıktan kesecekler. Bunu da sineye çekeceğim.

* * *

Kardeşim Kadir, yaz şu heriflere.. Hakikatı.. Ama onlara hakikat gerekmez. Beni yıkmak için ne yapacaklarını bilmiyorlar.. Kıratın yem torbasına kafalarını sokmuşlar, tepinip duruyorlar. Gördün mü yalanlarını, koca bunak!.. Kim yapar benim yaptığımı?.

Bu haris, habis, hasis herifin gözü dönmüş. Ayda 5.000 lira diyor. 15.000 lira avans diyor. Ağzının suyu akıyor. Ah kendisi olsa.. Deveyi hamutu ile birlikte yutar!

Eğer aldığım paraların yarsısından fazlasını okutmakta olduğum beş yetime, ve yardım ettiğim diğer çocuklara harcamasaydım; senin ağzına bir kemik atarak, seni sustururdum amma, dediğim gibi benim elimde o imkân yok. Bir de benim öyle huyum yok.. Para ile susturmak, para ile şuna buna saldırmak. Benim âdetim değil bu.



Yeni İstanbul, Osman Yüksel Serdengeçti, Selâm, 5 Şubat 1967.

MÜFTERİ KİM? SALDIRILARA CEVAP!

-III-

“Vaktiyle Demirel’e Mason diyenlere nasıl cevaplar verdiğini dört gün evvel Şevket Bey paçavra gibi suratına çarptı. Senin dönekliğinin şâheserini ortaya koydu.” diyorsun.

İşte bir bunaklık alâmeti daha.. Dört gün evvelini dahi hatırlamıyor bu adam.

Şevket Beyin “Bay Serdengeçti’ye” başlığını taşıyan o yazısı vaktıyla Yeni İstanbul’a Mason diyenlere karşı kaleme aldığım bir yazıyı hedef tutuyordu. A.. Akıldan, fikirden münezzeh adam. O koca kafanı git de bir paçacı dükkânına bırak. Hiç olmazsa sekiz on porsiyon paça olur. Başka işe yaramaz o kafa. Demirel’le ilgisi yok onun. Sor yeni efendine yeniden oku yazıları. Anlayabilirsen..

Ben mi döneğim? Fırıl fırıl, pırıl pırıl, podralı adam, efendim. Efendim.

* * *

“Ben işporta gazetecisiyim ha.. Ya sen nesin? Şuradan buradan çalıp çırparak eklediğin ipsiz sapsız yazılarınla mı kendine pâye veriyorsun zavallı”.

Bunu Sinan Bey söylüyor. Dilekçe yazmasını bile bilmiyen, sokak gazetecisi. Ben şuradan buradan yazı çalıp çırpıyormuşum.. Hey!.. Seni ben, bir nefeste yazı diye yazarım. İki saatte onbir makaleyi yazdığım olur.

Bu vasıflar size, sana yakışır. Benim kalemimin önünde değme baba yiğit duramaz.. Değil ki Sinan ÜR – Adam! Benim baskısı 50 bin adedi geçen kitaplarım var. 11 neşredilmiş, 23 tane de neşredilecek eserim var. Asıl çalıp - çırpma - derleme - toplama senin çıkardıklarındır.

* * *

Benim teşriî masuniyetim olmasaymış, daha ne hakaretler yapacakmış? Daha ne yapacaksın bunak.. Hepsi yalan, hepsi iftira oldukları, sonra vesika diye ortaya döktüklerini hülâsa edecek olursak.

* 10 kuruşa mal ettiğin mecmuayı 100 kuruşa satıyor, 90 kuruş kazanıyorsun diye yazıyorsun yalan.. Mecmuadan dörtte üçünün fiatı 100 kuruş değil 30 kuruş..

* Kitaplar için de aynı şey! Yalan – Yalan Yalan.

* 5.000 lira Meb’usluk maaşı alıyorsun” diyorsun.. Yalan!

* “15.000 lira avans aldın zıkkımlandın” diye yazıyorsun.. Yalan! (Hem alsak ne çıkar. Sen bu sözünle, bu avansı alan, -hemen hepsi almıştır- bütün Milletvekillerini suçluyorsun..)

Sana bir şey daha diyeyim mi aç gözlü.. Me’buslara verilen avansı da almadım ben. Hani Personel Kanunundan düşen avansı!

Tahkik et!

* * *

Gelelim şimdi, benim geçen yazımda sana sorduklarıma: Ona hiç yanaşmıyorsun değil mi? Şu satırları İzmit’ten yazıyorum etrafımda bir sürü arkadaş var. Bir çokları senin ve genç patronunun dalaverelerini yakinen biliyorlar.

Ayağa kalk, din taciri!..
Her iki devrin de dolandırıcısı..
Hazine faresi.. Kalk ayağa!..

1- Sen Ednan Bey, Ednan Bey! diye .. DP devrinde kâğıt, iktidar, itibar dolandırıcılıkları yapmadın mı?

2- İhtilâlden evvel “Matbaa kuruyorum, Müslüman gazetesi çıkarıyorum” diye kurduğun şirket.. Bu şirket hesabına topladığın makbuzlar.. Bütün Müslümanların ceplerinde.. Defterlerinin arasında.. Bana “Sana Hanyayı, Konyayı göstereceğim” diyorsun. Ben sana Konyalıların ceplerindekileri göstereyim. Binlerce Müslümanın cebi, defterinin arası, senin nasıl sabıkalı bir dolandırıcı olduğunu gösteriyor. Toplıyayım mı vesikaları.. Eski sinema biletleri gibi.. Filim bitti ha.. Seni paylanço, orta oyuncu seni.. Senin bu paraları da ne yaptığını biliyoruz. O ailevî bir şey olduğu için susuyorum. Şuna da cevap ver:

Sen matbaanı yeni patronun Şevket Beye satmamış mıydın? Hattâ matbaan yeni sahibine teslime edilmek üzere sökülmemiş miydi?

Sonra iktidardan binlerce, onbinlerce lira yardım alınca (Beni çürütme vaadinde bulunarak) b imkânı sağlayınca.. Tekrar matbaana sahip çıkmadın mı? Makinalar yeniden takılıp, eski yerine oturtulmadı mı?

Meselenin aslı, dolandırıcılığın, yardakçılığın, din istismarının sıklet merkezi bu. Buraya hiç yanaşmıyorsun Bay Sinan.. Burası mayın tarlası.. Amma bana bak, gözümün içine iyice bak, bunak karşında Serdengeçti var.

Serdengeçti de bir mayın tarlasıdır ha..

* * *

Bana, “iki sene evvel delirmiştin.. İnşallah yakında delirirsin inşallah yakında dokunulmazlığını kaldırırlar” diyorsun. Köpeğin duası kabul olunsa gökten kemik yağarmış.

Ben iki sene evvel değil, hayatımda hamdolsun delirdiğimi hiç hatırlamıyorum. Tabutluklarda bile.. Azap hücrelerinde bile.. Ama ben delicesine dolu dizgin bir dâvaya girmişim.. Kendimi bu yola vermişim; harcamışım.. Hattâ senin arzu ettiğin de olabilir. Git efendine söyle!.. Partiden attıkları gibi, dokunulmazlığımı da kaldırsınlar; hapishaneye atsınlar.. Benim için ha Me’busluk, ha mahpusluk.. Farketmez!

Seksen defa mahkemeye verilmiş, sekiz defa hapishaneye düşmüş bir defa da Meclise girmiş adamım.

Ben meb’usluğu meslek, particiliği meshep haline getiren, örtülü ödenekçi, hurmacı muharrirlerden değilim.

Paraya pula tamah etseydim altı sene içinde birbuçuk milyon liradan fazla servet toplıyan ay hapishane yatıp onu da azamî şekilde istismar eden genç efendin gibi olurdum.

* * *

Ben paraya pula tamah etseydim, Fakülteden sonra, hemşerilerim Aksekililer gibi ticaret hayatına atılır, milyonların sahibi olurdum.

Ankara’da ve İstanbul’da apartmanları var diye yazmışsınız. Onun hesabını bundan evvelki bir yazımda verdim. Kısaca tekrar edeyim.

Ankara’da Cebeci’de zemin katta, ağabeyimle ortak iki odalı bir daire.. 7 – 8 sene evvel alınmış.

İstanbul’da Mesihpaşa Cad., Kızıltaş sokağında iki daireli, bir de bodrum, bir ev.. Bunu Antalya’daki evimi, Akseki’de babadan kalma arsa ve dükkânı satarak, hemşerilerimden de borç alarak aldım. Daha borcum var. Ödedikten sonra her iki yeri de, memleketimin fakir çocuklarına pansiyon olarak vereceğim.

Bir de, Akseki’de atılmaz, satılmaz, para etmez, kardeşlerimle, 5 kardeş, müşterek koca ahşap bir ev.

Ben paraya pula tamah etseydim 27 yıllık mücadelemde, hele DP devrinde örtülü ödeneklerin yağma edildiği bir devirde başkaları gibi DP iktidarından binler, yüzbinler çekerdim…

* * *

Ben ki; C.H. Partisini, bu 30 yıllık istibdat devrini yıkan kuvvetleri ve DP iktidarında da mecmuam, kitaplarım çıkıyordu.

On para aldığımı kim duymuş, kim görmüştür. Ey on paralık adam, bir kuruşluk gazeteci…

“Şu kadar para alıyor, yiyor zıkkımlanıyorsun” diyorsun. Nasıl yaşadığımı, ne yiyip içtiğimi yakınlarım ve her şeyin üstünde Allah biliyor.

Genç milyoner “Bir dikili ağacım yok, borçlarımı versem elimdeki 25 kuruş akar kalemden başka bir şeyim yok” diyor. Bunu tekrar tekrar yazıyor.. Böylece merhamet dilenciliği yaparak, verdiği açık bonoları kapatmak istiyor. Bir defa daha yazmıştım. Bu türlü bir dilenciliği iki kolu olmayan meşhur dilenciler bile yapmaz.

Sen ki onursuz omur, “ihtilâlde tevkif olundum” diye, topladığın paraların üstüne yattın.

Ben kaç defa hapishanelere girdim çıktım; tam dörtbuçuk yıl yattım. Kimden, ne suretle iane topladım? Vay modern cerçiler vay… Felâketlerini nakde tahvil eden adamlar!

* * *

Yakında benim dokunulmazlığımın kaldırılacağını söylüyor, kalkınca Kars’tan Edirne’ye kadar beni teşhir edeceğini yazıyorsun.

Daha nasıl edeceksin, daha neler yazacaksın şerefsiz.

Mecmua yalanı gibi, kitap yalanı gibi, ödenek yalanı gibi, avans yalanı gibi.. Bundan sonra yazacaklarına da aynı zaviyeden bakacaklar okuyucular.. Mosturan iyice ortaya döküldü gayri..

Sonra benim elim elmamı devşirir uğursuz.. İyice kızar da Deliosmanlığı ele alırsam din tacirlerini namaz abdest tüccarlarının râfizilerin, bu yalancı, talancı, yardakçı güruhun iç yüzlerini, Serdengeçti’yi onbinlerce basarak bütün vatan sathına yayarım..

Akdeniz’e düşseler, Akdeniz’i Karadeniz haline getirecek kadar kirli bu nâmert müfterilerin kirli çamaşırlarını ortaya dökerim.. Ama istemiyorum. İstemiyorum.. Bu türlü mücadeleyi artık kesiyorum..

TEKLİF: Her iki tarafın da itimat ettiği, namuslu kişilerden kurulacak bir heyet tarafından muhakeme edilmeye ve bu muhakeme sonunda verilecek karara teslim olmaya hazırım.

Kabahat kimde? Kim neyi, niçin müdafaa ediyor? Kim nereden ne almış. Devletin hazinesine kim elini uzatmış? Kim yalan söylüyor, kim hakikatı yazıyor?

Bu hususlar araştırılsın.. Ve bir karara varılsın. Teklifim budur. İşte o zaman “Kifayeti mücadeleye” razıyım amma evvelâ, tarafsız bir heyet tarafından durum müzakere edilsin. İstanbul’dayım, hazırım. Buyurun.

NOT: Malûm adam, yine hırladı.. Sütun sütun.. Sayfa sayfa.. Vaktıyla R. Koraltan’lara, Adnan Menderes’lere kâsideler yazan, cer toplayan bu yüzsüz, bu sefer de matbaayı sattığını, bir dostunun yardımıyla geri aldığını, Demirel’in elinden para almadığını yazıyor. Yemin ediyor.. Elbette Demirel’in elinden cebinden almayacak.. İktidardan alacak ve aldı. Ankara’ya geldi; herkes biliyor. Bu kapı kullarına son sözüm, tek kelime budur.

Sizinle uğraşacak değilim!

Bütün İstanbul’un lâğımlarını üzerine çevirseler, Müslümanların, dâvanın yüzüsuyu hörmetine artık susacağım.



Yeni İstanbul, 11 Şubat 1967.

TÜRKEŞ: SON ZAMLAR MEMLEKET EKONOMİSİNİ ÇIKMAZA SOKTU

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün bir bildiri yayınlayarak, AP idarecilerinin zamanı tatlı vaatlerde bulunarak oy topladıklarını belirtmişlerdir. Türkeş bildiride özetle şöyle demektedir.

“Seçimlerden evvel halka, hiçbir şekilde zam yapmayacaklarını ve hayatı ucuzlatacaklarını, işsizlere iş bulacaklarını vaad ederek halkın büyük bir kısmının oylarını alıp, iş başına gelen 1,5 senelik Adalet Partisi idarecileri vaatlerinin hiçbirini yerine getirmemişlerdir.

Son defa yapılan zamlarla memlekette eşine rastlanmamış bir ekonomik huzursuzluk yaratılmıştır. Memleket ekonomisini hâlâ basit bir gözle görmekte olan AP iktidarına zamanı gelince milletin gereken dersi vereceğinden şüphemiz yoktur.

İkinci Dünya Harbinden beri müteaddit defalar denenmiş olup iyi netice vermiyen, hiçbir ilme ve mantığa sığmayan hâtâlı hareketler neticesi, memleket ekonomisi yeniden enflâsyon ve devalüasyon gibi karışık ve çıkmaz yollara götürülmektedir.

Öte yandan, herhangi bir maddeye yapılan zam, ekonominin tümüne tesir edebilmekte ve fiyatlar genel seviyesinin yükselmesine sebep olmaktadır. Yapılan zamlardan dolayı meydana gelen anormal fiyat yükselmelerinden, memur, işçi, emekli ve dar gelirli köylü vatandaşlar gibi en az 25 milyon insan huzursuz edilmiş ve yaralanmıştır.”



Son Baskı, Vatan, Yeni İstanbul (13), Yeni Tanin (13), 12 Şubat 1967.

Türkeş “Türk milliyetçiliği ve İslâm fazileti ile kalınacağımıza inanıyoruz”

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, partisinin 13 ncü kuruluş yıldönümü dolayısiyle bugün yayımladığı mesajda, komünizmin, beynelmileciliğin ve emperyalizmin amansız düşmanı olduklarını belirtmiş, <<Türk milliyetçiliği ve İslâm fazileti ile milletimizin kalkınacağına inanıyoruz.>> demiştir.

Her gün saflarına yeni yeni ülkücülerin katıldığını açıklayan Alparslan Türkeş’in mesajı şudur:

<<Bugün partimizin 13 ncü kuruluş yıkdönümünü büyük bir heyecanla kutluyoruz. Memleketimizin siyasi hayatında daima feragatlı bir hizmet yolunu seçmiş olan partimiz büyük mutluluk içindedir. Çünkü vatandaşlarımız tarafından her gün daha çok sevilmekte, saflarımıza yeni yeni ülkücüler katılmaktadır.

CKMP’NİN BAYRAĞI MİLLİYETÇİLİK

Bayrağımız milliyetçilik bayrağıdır. Komünizmin, beynelmileciliğin ve emperyalizmin amansız düşmanıyız.

Vatandaşlarımız arasında ırk, din, mezhep ve parti ayrılığı gözetmeksizin Türk milletini kutsal bir bütün olarak kabul etmekteyiz. Kardeşi kardeşe düşman eden kin, garaz ve kışkırtmalar yerine, karşılıklı sevgi ve saygı esas ilkemizdir. Halka yalan söylemeden, halkı aldatmadan iş görmek bizim sistemimizdir. Türk milliyetçiliği ve İslâm fazileti ile milletimizin kalkınacağına inanıyoruz.

Partimizin kuruluş yıl dönümünü candan kutlar, büyük Türk milletinin huzur, refah ve saadetini Allahtan dilerim.>>

CUMHURBAŞKANI SUNAY’IN TEBRİK MESAJI

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin kuruluş yıldönümü dolayısiyle gönderdiği tebrik mesajında <<CKMP’nin başarılarının devamını>> dilemiştir. Cumhurbaşkanı Sunay’ın CKMP Genel Başkanlığına gönderdiği tebrik telgrafı şudur:

<<Kuruluş yıldönümünü samimi duygularla tebrik ederek ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin aziz milletimize ve memleketimize hizmet yolundaki başarılarının devamını dilerim.>>

TÜRKEŞ’İN CUMHURBAŞKANI SUNAY’A CEVABI

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş de, Sunay’ın tebrik mesajına şu cevabî mesajı göndermiştir:

<<Partimizin 13 ncü kuruluş yıldönümü dolayısiyle lütfettiğiniz nazik tebrik mesajınıza teşekkür eder, saygılarımı sunarım.>>



Vatan, 1 Mart 1967.

TÜRKEŞ, DEMİREL’İ İSTİFAYA ÇAĞIRDI”

CKMP lideri “Demirel hükûmeti dâvayı halledecek cesarete sahip olmadığı için çekilmelidir” dedi

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün <<Kıbrıs>> konusunda basına yazılı bir demeç vermiş ve bütçe görüşmeleri sırasında bu konuya gereği gibi değinilmediğinden yakınarak, <<Kıbrıs meselesinin ihmali, usandırmak suretiyle Türkiye’yi haklarından vazgeçirmek mümkündür, gibi bir kanaat doğuracak ve yeni talepler için kötü misal olacaktır>> demiştir. Türkeş ayrıca, Demirel Hükümetini istifaya da davet etmiştir.

CKMP Genel Başkanı Türkeş, demecinde şunları söylemiştir:

<<- Bütçe müzakereleri bitmiş ve hükümetin bir yıllık çalışması, hükümet partisi tarafından tasdik edilmiş ve Demirel, yeni yıl için de yetkili kılınmıştır.

TBMM’de fikrini ifade şansını elde etmiş olan bütün partiler, Kıbrıs mevzuunu âdeta bilmezlikten gelmişlerdir. Ne Başbakan, ne de ana muhalefet lideri ve ne de diğer partilerin sözcüleri Kıbrıs’ı ağızlarına almadılar.

120 BİN TÜRK’ÜN MESELESİ DEĞİL

Kıbrıs meselesi, yalnız 120 bin Türkün meselesi değildir. Kara hudutlarında asırlarca devam etmiş husumet kamplarıyla çevrili olan Türkiye, Ege Denizinde Yunan adalarının kontrol ve bakısına maruzdur. Akdeniz kapısının da, Kıbrıs adasının Yunan hâkimiyetine terki, memleketimizi entrikalarla kurulmuş, entrikalarla büyümüş ve hiç bir zaman güvenilir bir dost ve müttefik sayılmayan bir devletin çemberi ile sıkıştırılacaktır.

Kuruluşundan bu yana sabit kanadı Rusya olmak üzere doğu ve batı arasındaki aralıklardan geçerek bugüne gelmiş ve aynı yolu takip etmekte olan Yunanistan’ın, Akdeniz’de kuvvetini arttırması, dünya barışı için bir tehlikedir ve tehlikeye maruz kalacak ilk memleket de vatanımız olacaktır.

Kıbrıs meselesinin ihmali, usandırmak suretiyle Türkiye’yi haklarından vazgeçirmek mümkündür, gibi bir kanaat doğuracak ve yeni talepler için kötü misal olacaktır.

İkibuçuk asır süren çekişme Sakarya’da son bulmuştur. Kıbrıs’ta gösterilecek müsamaha, millî tarihin akışını inkâr olacaktır. Türk siyasetinin tatbikçileri, Türk milleti gibi duymalı ve düşünmelidirler. İktisadî zorluklar, millî gayelerin terkine yeter sebep değildir. Vatan fikri, bedel kabul etmez.

DEMİREL HÜKÜMETİ CESUR DEĞİL

Davayı halletmek için gerekli cesaretten mahrum olan Demirel hükümeti, istifa etmeli ve millet iradesini yeniden izhar etmelidir.>>



Akşam, 2 Mart 1967.

TÜRKEŞ “KIBRIS’A HİÇ BİR PARTİ SAHİP ÇIKMADI”

Millet Meclisinde grup olarak çoğunluğa sahip olamadığı için bütçe görüşmeleri sırasında söz alamıyan Alpaslan Türkeş dün bir demeç vererek, görüşmeler sırasında <<ne Başbakanın, ne de diğer parti sözcülerinin Kıbrıs konusuna değinmemelerinden yakınmış, <<Kıbrıs dâvâsını hal için gerekli cesaretten mahrum>> gördüğü Demirel hükümetinin istifasını istemiştir. Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<- TBMM’de fikrini ifade şansını elde etmiş olan bütün partiler Kıbrıs mevzuunu âdeta bilmezlikten gelmişlerdir. Ne Başbakan, ne de ana muhalefet lideri ve ne de diğer partilerin sözcüleri Kıbrıs’ı ağızlarına almadılar.

Kıbrıs meselesinin ihmali, usandırmak suretiyle Türkiye’yi haklarından vazgeçirmek mümkündür, gibi bir kanaat doğuracak ve yeni talepler için kötü misal olacaktır.

Türk siyasetinin tatbikçileri Türk milleti gibi duymalı ve düşünmelidirler. İktisadî zorluklar milli gayelerin terkine yeter sebep değildir. Vatan fikri, bedel kabul etmez.

Dâvâyı halletmek için gerekli cesaretten mahrum olan Demirel hükümeti istifa etmeli ve millet iradesini yeniden izhar etmelidir.>>



Yeni İstanbul, 5 Mart 1967.

TÜRKEŞ , BUGÜN GEZİYE ÇIKACAK

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün 12 Mart gününe kadar devam edecek olan bir yurt gezisine çıkacaktır.

Parti Genel Merkezinden alınan bilgiye göre beraberinde genel sekreter Mustafa Kaplan ile parti müfettişlerinden Mustafa Yönet olduğu halde, önce Bursa’ya gidecek, İzmir’deki temaslarından sonra da, 9 Mart tarihindeki Muğla il kongresinde hazır bulunacaktır.

Türkeş ve beraberindekiler, Aydın, Dinar ve Afyon üzerinden 12 Mart’ta Ankara’ya döneceklerdir.



Yeni İstanbul, 6 Mart 1967.

MEZHEP ESASINA GÖRE PARTİ KURMANIN HATALI OLDUĞU BELİRTİLDİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Bursada yaptığı konuşmada millî birliğimizi parçalamak isteyen davranışlara dikkat çekmiş “Komünizm, bölgecilik ve mezhepçilik kışkırtmaları tehlikeli bir şekilde devam etmektedir.” demiştir.

Türkeş en önemli meselemizin iç güvenliğimiz olduğunu bildirerek konuşmasına şöyle devam etmiştir.

“Milletin birliğini sarsacak ve vatanın bütünlüğü aleyhinde hareketlere yol açacak konuşmalar, yazılar ve davranışlar ilmî tedbirlerle süratle önlenmelidir. Komünizm, bölgecilik ve mezhepçilik kışkırtmaları tehlikeli bir şekilde devam etmektedir. Mezhep esasına göre partiler kurulması çok yanlış ve zararlı bir harekettir.

Büyük Atatürk milletimizin çeşitli hurafelerle birbirlerine karşı bölünmelerden kurtulmasını sağlamak için tekkeleri kapatmış, tarikatları yasak etmiştir.

Tarikat esasına göre veya mezhepçilik için dernekler kurmak, hele böyle maksatlarla siyasî partiler meydana getirmek, cumhuriyete ihanet olur.

Hükûmeti iç güvenlik konusu üzerinde ciddî ve ilme dayanan tedbirler almaya davet ediyoruz.


TÜRKEŞ GEZİYE ÇIKTI

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Parti Genel Sekreteri Mustafa Kaplan ile birlikte, dün bazı Ege il ve ilçelerini içine alan bir yurt gezisine çıkmışlardır.

Saat 06.30 da karayoluyla Ankaradan hareket eden CKMP lideri Türkeş, Eskişehir’e, oradan Balıkesir’e geçecek, geceyi burada geçirecek, ertesi günü Eskişehir Manisa yoluyla Milâs’a hareket edecektir. Gece Milâs’ta kalacak olan CKMP Genel Başkanı, 8 Martta Köyceğiz, Fethiye ve Marmaris’i dolaşacak, 9 Martta Muğla CKMP il kongresine katılacaktır. Geceyi Muğlada geçirecek olan Alparslan Türkeş, 10 Martta İzmir’de olacaktır. CKMP Genel Başkanı 11 Mart’ta Aydın, Afyon ve Dinar üzerinden Ankara’ya dönecektir.

Alparslan Türkeş, bu gezisinde vatandaşlarla görüşecek, dilek ve temennilerini dinleyecek, çeşitli yurt meseleleri hakkında konuşmalar yapacaktır.


HÜKÜMET ŞAKİLERLE İLGİLENMELİ

CKMP Genel Başkanlığı dün bir bildiri yayınlayarak Doğu Anadolu bölgesi ile hükûmetin daha fazla ilgilenmesini ve bu bölgede yaşayan vatandaşlarımızın dertlerini halledecek köklü tedbirler almasını istemiştir. CKMP bildirisinde bu bölgenin uzun yıllardan beri ihmal edildiği, hükûmetlerin gösterdikleri ilgisizliklerin çeşitli tahrik unsurlarını faaliyete geçirdiği ifade edilerek şöyle denilmektedir:

“Kabul edilmiş bulunan 1967 plân programında Doğu bölgesi için yine halkın yüzünü güldürecek yatırımlara yer verilmemiştir. Bizim öz kardeşlerimiz olan doğulu vatandaşlarımız çeşitli fesat ve kışkırtmalara da maruz bulunmaktadır. Bölgecilik tahrikleri hem içerdeki vatan hainlerinden ve hem de dışardaki sömürücü kamplardan körüklenmektedir. Doğu illerimizin özellikle Güney Doğu Anadolunun bugün için bir numaralı başta gelen dertlerinden birisi asayiş ve adalet konusudur. İktidar partisi istinat ettiği şeyh ve ağalar zümresiyle jandarma ve savcılara hâkim olup halka karşı cephe almıştır. Köylü bu zümreye karşı kendi kendilerine hak alma yollarını aramaktadır. Bunun için silâhlı eşkıyalar halkın zaman zaman baş vurduğu insanlar haline gelmektedir.

Çoğu zaman da bu ağa zümresi bir koldan kuvvetli eşkıyaları da himaye ettirilip o yolla da halkı ezmektedirler. Siirt’in merkeze ve Eruh ilçesine bağlı 32 köyü Hamido ve Tilki Selim çetelerinin şerrinden kurtulmak için sakinleri tarafından terkedilmiştir.

Buna benzer olaylar sürüp gitmektedir. Hükûmetin hem çok âdil ve şefkatlı hem de fitneciliğe müsamaha etmeyecek uyanık ve kuvvetli bir idare kurması gereklidir.



Ekspres, 19 Mart 1967.

BAYAR İLE TÜRKEŞ BULUŞTU

Son günlerin en enteresan karşılaşması dün gece Boğazda Büyük Tarabya Otelinde olmuştur. Birkaç gündür İstanbulda bulunan İhtilâlin kudretli Albayı ve bugünün CKMP Lideri Türkeş, beraberinde yine 14 lerden Münir Köseoğlu olduğu halde, eski Cumhurbaşkanı Celâl Bayar’la karşı karşıya gelmişlerdir.

NASIL KARŞILAŞTILAR

Bir kaç gündenberi İstanbulda bulunan Türkeş dün 18 sıralarında odasında 14 lerden Münir Köseoğlu ile özel bir görüşme yaptıktan sonra asansörle aşağıya inmişlerdir. Asansör kapısı açıldığı zaman, otele Bayram tatilini geçirmek için gelen Celâl Bayar, kızı Nilüfer Gürsoy, damadı ve torunu ile karşılaşan Türkeş çok kısa bir duralamadan sonra yoluna devam etmiştir.

Bu ani karşılaşmada Bayar’ın kızı ile Türkeş çok heyecanlanmıştır. İlk anda Türkeş’i göremiyen Bayar’ın Türkeş olduğunu farkedince heyecanlandığı etrafındakilerin gözünden kaçmamıştır.

Türkeş bu karşılaşma sırasında nezaketle selâm vermiş ve Bayar da mukabelede bulunmuştur. Celâl Bayar çok neşeli ve sıhhatli görülmüştür.

Dün geceyi aynı otelde geçiren Bayar ile Türkeş bu sabah da bir defa daha karşı karşıya gelmişlerdir.



Bugün, Refik Özdek, 20 Mart 1967.

TEMELLİLER

Altı ay önce Başbakan Demirel, <<Temelli senatörler müessesesi millet vicdanında münakaşa edilecek bir intiba uyandırmış bulunuyor>> demişti de, başta temelli senatörler olmak üzere, bütün CHP liler ve TİP liler iyice sinirlenmiştir. Hiçbir zaman seçimle iktidara gelmemiş CHP lilerin, her zaman onların dümen suyunda giden ve parlâmentoya seçimsiz giren temelli senatörleri desteklemesi tabiîdir. Çünkü temelliler tarafsız değil, CHP ve bir kısmı da TİP taraftarıdır. Hemen hepsi diğer partilere, millet çoğunluğunu temsil eden partiye karşıdırlar. Onların bu tutumu karşısında, yâni tarafsız olmaları gerekirken her zaman CHP taraftarı olmaları karşısında, pek haklı olarak CKMP liler de harekete geçmiş bulunuyorlar. Bâzı eski MBK cılar, CKMP ve geçmiş 14 ler grupu, temelli senatörlük müessesesinin kaldırılmasını istiyor. Şüphesiz millet de bunu istiyor. Temelliler cesaret ediyorlarsa durumlarının halkoyu ile tesbitini istesinler. Bakalım halk onların ömür boyunca senatör kalmalarını isteyecek mi, bir görsünler.

Gerçi Anayasa onlara ömür boyu senatör kalmak hakkını vermiştir, ama Anayasa, mes’elelerin millet vicdanında serbestçe münakaşasını da teminat altına almıştır. Temellliliğin kaldırılması teklifine Millet Meclisinin üçte biri pekâlâ imza atabilir ve bir gün hem Meclisin, hem Senatonun üçte ikisi bu teklifi pekâlâ destekleyebilir.

Farzedelim ki bir temelli senatör şahsî ihtiralarını frenliyemediği için, meşruluk sınırlarını aşan tutumlarıyla, memlekete zararlı olmaya başlamıştır. Bu durumda dokunulmazlığını da, senatörlüğünü de devam ettirip gidecek midir? Millete rağmen, milletten para alarak, milleti temsil edecek midir? Temelliler düşünmeli: Hangi parlâmenter ülkede böyle bir temellilik müessesesi vardır? Endonezyanın <<vatan kurtaran kahramanı>> olarak ün yapmış Sukarno bile, kendini temelli başkan seçtirince, halkı onu istemeyiverdi. Ve şimdi Sukarno’nun ne başkanlığı kaldı ne de beş paralık itibarı.

Temelli senatörler kılık kıyafet değiştirip halkın arasına karışsınlar da, başkentten en hücra köye kadar her tarafta durumlarının münakaşa edilip edilmediğini gözleriyle görsünler, kulaklarıyla duysunlar.

Temelliler, bütün gayeleri, millet reyi ile iktidara gelemedikleri için, milletin teveccühünü kazanan siyasî muarızlarını, ne pahasına olursa olsun yıpratmak olan CHP lilerle, her konuda, her zaman hemfikir görünüyorlar. O hâlde temellilikten istifa etsinler, CHP ye katılsınlar ve Senato’ya CHP saflarından seçimle gelsinler. O zaman, durumun münakaşası yapılınca, bu dolaysız, bu dosdoğru davranışlarından ötürü, daha iyi not alırlar. Ama, CHP saflarına katılınca bir daha Senato’ya giremiyeceklerini hesaplıyorlarsa, bunun da sebebini iyi düşünsünler ve tutumlarının neden münakaşa konusu edildiğini anlasınlar.



Vatan, 20 Mart 1967.

Tabii Senatörlüğün kaldırılması için 14’lerin imza topladığı yolunda bir sabah gazetesinde yer alan haber üzerine, CKMP Genel Sekreteri Kaplan bir açıklama yaparak, <<Tabii Senatörlüğün kaldırılması konusunda 14’lerin faaliyete geçtiği hakkında bazı gazetelerde haberler çıkmıştır. Bu gerçeğe uygun değildir. Partimiz milletvekilleri gezide bulunmaktadır. Bu konu ile meşgul değildirler.>> demiştir.

CKMP Genel Sekreteri <<Temel Haklar ve Hürriyetleri Koruma Tasarısı>> ile <<Seçim Kanunu Tasarısı>> hakkındaki parti görüşlerini de şöyle açıklamıştır:

<<Hükümetin hazırladığı bu tasarıyı gizli gayelere matuf görmekteyiz. Kanun çıktığı takdirde rejimin temellerinde sarsıntılar olacağı tabiidir. Devletin ve Cumhuriyetin koruyucusu sert kanunlar değil müesseseler olmalıdır. Bu müesseselerin başında muhalefet partileri en kuvvetli unsurlardır. Esasen mevcut kanunlar devleti koruyacak niteliktedir.>>

SEÇİM KANUNU TASARISI

AP Hükümetinin geçmiş acı tecrübelerden ders almadığını esefle müşahede etmekteyiz. Hükümet tarafından hazırlanan yeni seçim kanunu ile Temel Hak ve Hürriyetleri Koruma Tasarısı bunun açık örnekleridir.

Bugüne kadar küçük partilere, basına, TRT ye ve bazı müesseselere yapılan malî ve idarî baskılar hükümet lehine bir sonuç vermemiştir. Demokraside hükümetler geçicidir. Devamlı olan devlettir. Hükümeti devamlı kılmanın yolu kanunlarla baskı yolu değildir. Bu zihniyet kanunlara karşı olan saygıyı azaltır. Hükümet kendi gücünü artırmadaki çareyi koltuk sayısında değil başarılı ve köklü halk icraatlarında aramalıdır.

Bu gayenin istihsalini kanunlarla denemek büyük basiretsizlik olur. Türkiye’nin bugünkü şartları içinde küçük partiler rejim için en kuvvetli bir teminattır. Bunun devamı milletin ve hükümetin menfaati icabıdır.



Milliyet, 21 Mart 1967.

TÜRKEŞ: “SERT KANUN TEDBİRLERİ EN SON DÜŞÜNÜLECEK İŞTİR”

AFYON, ÖZEL

Dün şehrimize gelen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında, Temel Hak ve Hürriyetleri Koruma Kanun Tasarısı hakkında; “Memleketin yıkıcı faaliyetlere karşı korunmasında sert kanun tedbirleri, en son düşünülmesi icap eden bir iştir. Ondan önce sosyal ve ekonomik tedbirlerin alınması gereklidir.” demiştir. Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<Hükûmet yürürlükteki kanunları uygulama kuvvetini gösterememektedir. Adetâ elindeki sopasını veya belindeki tabancasını kullanamayan ille de nizamı sağlayacağını söyleyerek “bana ağır top verin” diyen bir insan durumundadır.

Alparslan Türkeş Tabiî Senatörlük müessesesine de değinmiş ve <<Tabiî Senatörlük lüzumsuz bir müessesedir. 27 Mayısa aykırıdır. Millî Birlik Komitesi üyeleri 27 Mayıstan sonra hiçbir karşılık beklemeden kendilerini memlekete adayan bir yemin etmişlerdir. Tabiî Senatörlük bu yemine de aykırıdır.>> demiştir.



Yeni Tanin, 21 Mart 1967.

TÜM LİDERLER “İYİLİK” DİLEDİ

TÜRKEŞ’İN MESAJI

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in <<Aziz Türk Milleti>> başlığı altında yayımladığı mesajı şöyledir:

<<Kurban Bayramının manevî havası içinde ve topluca tarihin ibret sayfalarına göz atmamızda büyük faydalar vardır.

Zalim imparatorların mezarları, zulmü taç etmiş cemiyetlerin enkazları dünyanın ağırlığını arttıracak kadar çok olmasına rağmen, 20. yüz yılın ikinci yarısında insanlık, bu geçmiş olaylar yığınından yeter ölçüde ibret alamamış görünmektedir. Tarihin ilmi bize gösteriyor ki, uygarlıkların kuruluşunda rakamların sıhhati değil, inançların sıhhati rol oynamış, uygarlıkların çöküşüne de rakamların zafiyeti değil, inançların zafiyeti sebep olmuştur.

Kendisini siyasî basamak olarak değil, ikinci kurtuluş hareketimizin bir mayası olarak düşündüğümüz ve değerlendirdiğimiz îmanlı büyük Türk Milleti’nin Kurban Bayramı’nı kutlar, sağlık ve esenlikler dilerim.>>



Yeni Tanin, 21 Mart 1967.

LİDERLER BAYRAMI NEREDE GEÇİRECEK?

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ise, Afyon, İsparta, Burdur ve Antalya illerini içine alan bir geziye çıktığı için, Ankara’da olmayacaktır.



Yeni Tanin, Yeni İstanbul, 27 Mart 1967.

TÜRKEŞ: DEMİREL’İN KIBRIS GÖRÜŞÜ YANLIŞTIR

Karaman’da bulunan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün kaldığı otelde basın mensuplarına bir demeç vererek, Kıbrıs konusundaki görüşlerini açıklamıştır.

<<Bir İstanbul gazetesinde sayın Başbakanın Kıbrıs konusu ile ilgili demecini okudum. Bu demeci çok yetersiz ve hatalı bulduğumu belirtmek isterim. Sayın Başbakan Kıbrıs meselesini sadece orada yaşıyan 120 bin kişilik Türk topluluğunun hakları ile ilgili bir konu gibi görmekte ve ele almaktadır. Bu görüş yanlıştır. Hükûmetlerin bugüne kadarki davranışları da bu görüşe dayandırıldığından Türkiye haklı dâvasını kurtarmak imkânını bulamamıştır. Kıbrıs konusu, sayın Başbakanın yanlış bir tutumla belirttiği gibi, yalnız orada yaşayan 120 bin Türk’ün hakları ile ilgili bir konudan ibaret değildir. Onun üstünde, Türkiye’nin ve Türk milletinin varlığı ve hayatî güvenliği ile ilgili bir konudur. Bu Ada’da hiç bir Türk bulunmasa bile, yine Türkiye’nin yüksek menfaatlerini derinden ve büyük ölçüde ilgilendiren bir meseledir. Bu görüş, önemli olan konuya ışık tutmalıdır. Türkiye hükûmetleri meseleyi Türkiye’nin güvenliği ve yüksek menfaatleri ile ilgili olarak ele almalı, gerek propaganda ve gerekse diplomatik faaliyet yolları ile dünya kamu oyuna bu şekilde anlatma yoluna gitmelidir.



Akşam, 28 Mart 1967.

TÜRKEŞ <<SANDIKTAN ÇIKAN SEPETE SOKULUR>> DEDİ

KONYA, Özel

CKMP Genel Başkanı dün şehrimizde ve Karaman ilçesinde düzenlediği basın toplantısında Türkiye’de aşırı sol tehlikenin bulunduğunu ve Tabiî Senatörlüğün lüzumsuz olduğunu söylemiştir.

Önce Konya’da konuşan Türkeş Tabiî Senatörlüğün kaldırılması için kanun teklifi hazırlamadıklarını, fakat bu müessesenin lüzumsuz olduğunu söylemiştir. Daha sonra <<Tabiî Senatörlerin kaldırılması için kanun çıkarmaya lüzum yoktur. Bu arkadaşlar daha önce verdikleri söze sadık kalarak kendileri istifa etmelidir. Demirel ikide bir sandıktan çıktık diyor, bu devlet adamına yakışmaz. Çünkü kendisini sepete sokarlar.>> demiştir.



Yeni İstanbul, Vatan, 30 Mart 1967.

MANİSA MİLLETVEKİLİ SAMİ BİNİCİOĞLU CKMP YE GİRDİ

Bir süre önce Millet Partisinden geçici olarak ihraç edilen Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu dün saat 09.30’da Genel Merkez’de düzenlenen bir törenle Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne girmiştir.

Binicioğlu’nun CKMP’ye giriş beyannamesini yönetim kurulu üyesi Dündar Taşer ile partinin Zonguldak ve havalisi müfettişi Süleyman Sürmen imzalamışlardır.


TÜRKEŞ’İN MESAJI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün CKMP’ye giren Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu ile çeşitli fakültelerden 50 öğrenciye hitaben bir mesaj yayımlamıştır.

“Milletimizi içinden kemiren komünistlik, kozmopolitlik, bölgecilik kurdunun ezilmesi, nifak ve bölücülük gayretlerinin durdurulması için çara arayanlara bizzat verdiğiniz örnek asil ve ibret vericidir.

Artık tereddütler silinmeli, bulanıklık durulmalı ve Türk milliyetçiliği devlet idaremizin temel taşı olarak konulmalıdır.

Bu asil ve büyük davranıştan ötürü tebriklerimi sunarım.

Genç arkadaşlar, aziz üniversiteliler, biz Müslüman Türk milletinin büyük hedefine gidişte bir merhaleyiz. Hedefi alacaklar sizlersiniz. Bizden mutlu olacaksınız. Bu meş’alenin sizin gayretlerinizle yandığını görmekle, biz sizden bahtiyarız.

Tanrı Türk’ü korusun.”


DÜNDAR TAŞER’İN KONUŞMASI

Öte yandan parti basın sözcüsü ve yönetim kurulu üyesi Dündar Taşer de, partiye yeni katılanların giriş beyannamelerini imzalamaları dolayısiyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada AP iktidarının icraatına çatmış ve özetle şunları söylemiştir:

“Asil milletimizin dışardan beslenen, dışardan yönetilen politika erbabından yalnız zulüm, anlayışsızlık ve yalancılık görmüştür.

Asırlardan beri çekilen millî musibetler, artık sona ermeli, milletin asil evlâtları millet hizmetinde hakiki yerini almalıdır..

İktidar kendini inkâr etmiştir, yeni külfet yüklemiyeceği vadi ile seçime girenler, halkı zamlara boğmaktadır.

Bu millet Müslüman olduğunu söylemekten çekinmemeli diyenler, “hocalar bana baskı yapıyorlar” diye yakınmaktadır.

Sayın Başvekil, herkes gibi söz hürriyeti olduğu zannındadır. Dünyada her şeyin bir bedeli vardır. İktidarın bedeli, hürriyettir. Hem Yavuz Selim kadar yetkili, hem hamal Hasan kadar hür olmak düşünülemez.

İdarî, manevî, iktisadî keşmekeş içinde bulunan devlet yönetimi, gerçek temellere oturtulmalıdır. Biz, bunu başlatıyoruz. Genç arkadaşlarım, siz neticeyi almanın bahtiyarlığına ereceksiniz.

Tanrı Türkü korusun.”



Akşam, 30 Mart 1967.

CKMP’YE TRANSFER OLAN MP’Lİ BİNİCİOĞLU AÇIKLADI:

“CKMP – MP VE YTP’NİN BİRLEŞMESİNE BÖLÜKBAŞI MÂNİ OLUYOR”

MP Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu dün CKMP’ye geçmiş, bu münasebetle verdiği demeçte, <<Sağ cephe Türk siyasî hayatında açıkça yerini almalıdır>> diyerek CKMP – MP – YTP birleşmesine Bölükbaşı’nın mâni olduğunu açıklamıştır.

Binicioğlu üç partinin birleşmesi ile ilgili çalışmaları şöyle anlatmıştır:

<<Diğer partilerdeki benim gibi bu yolda çalışan milliyetçi arkadaşlarla aralıksız temaslarımız ve bir çok müşterek toplantılarımız oldu. İlk merhalede, MP, CKMP ve YTP’nin bir siyasî çatı altında önce Parlâmentoda birleşmesi için teşebbüse geçtik. CKMP ve YTP bu yolda anlayış gösterdiler. Benim bu fikrim, Millet Partisinde bulunan arkadaşlarımca da benimseniyor ve arzulanıyordu. Ne yazık ki, Sayın Bölükbaşı memleket ve millet uğruna girişilecek bu harekete mâni oldu. Sırf bu fikir ve çabamdan dolayı benim partimden ihracım için karar aldırdı.>>

TÜRKEŞ’İN SÖZLERİ

Binicioğlu’nun CKMP’ye iltihakı münasebetiyle Genel Başkan Türkeş ise özetle şunları söylemiştir:

<<Milletimizi içinden kemiren komünistlik, kozmopolitlik, bölgecilik kurdunun ezilmesi, nifak ve bölücülük gayretlerinin durdurulması için çara arayanlara bizzat verdiğiniz örnek asil ve ibret vericidir.>>



Yeni İstanbul, 30 Mart 1967.

TÜRKEŞ DÜN İNÖNÜ’YÜ ÇOK AĞIR SUÇLADI

CKMP lideri “İnönü 83 yaşına geldikten sonra mı halkı düşünmeye başladı” dedi…

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün gece Biga’dan Çanakkale’ye gelmiş, düzenlenen toplantıda bir konuşma yapmıştır. Türkeş konuşmasında, Türkiyedeki gizli komünist partisinin hazırlamış olduğu bir programdan bahsetmiş ve “komünistler bu programa göre Türkiyeyi üçe parçalamak istemektedirler” demiştir.

Komünizmin 16 ıncı yüzyılda ve o günkü yaşama kurallarına göre ortaya atıldığını, fakat bugün için geçersiz bir rejim olduğunu söyleyen CKMP genel başkanı, “Şimdi bir de ortanın solu çıktı. İnönü’ye soruyoruz, ortanın solu nedir? Diyor ki: Halkı düşünmektir. Acaba İnönü 83 yaşına geldikten sonra mı halkı düşünmeye başlamıştır?” demiştir.

Türkeş ayrıca, Doğudaki Kürtçülük cereyanlarına da değinmiş ve nereden gelirse gelsin, Türkiye’yi bölmeğe yönelmiş her hareketi ezmek azminde olduklarını bildirmiştir.

CKMP Genel Başkan Vekili Numan Esin de ortanın solu sloganını suni bir slogan olarak nitelemiş, “Bu slogan belirsiz, kaypak, müphem bir slogandır ve gayr ciddidir.” demiştir.

Genel Sekreter Mustafa Kaplan ise, toprak reformunun yapılması halinde herkese 35 dönümden fazla toprak düşmeyeceğini ve bunun neticesi olarak fakirliğin daha da artacağını söylemiştir.

Genel İdare Kurulu üyesi Mehmet Altınsoy konuşmasında “Kalkınmayı bazısı Amerikanın kolunda, bazısı da Moskovanın yolunda bulmaktadır” dedikten sonra, salonda bulunan Türkiye İşçi Partililer: “Sözünü geri al ne demek istiyorsun? Biz komünist miyiz?” diye bağırmaya başlamışlar ve çıkan şiddetli tartışmalar güçlükle bastırılabilmiştir.



Akşam, 1 Nisan 1967.

CKMP’Lİ MİLLETVEKİLİ MODAYA SANSÜR İSTEDİ

Önceki gün CKMP’ye giren Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu Meclisin dünkü toplantısında <<Dejenere olmuş Avrupa gençliğinin garip kılık, kıyafet ve saç tuvaletinin yurdumuzda yayılmasını önlemek için modanın sansür edilmesini>> istemiştir.

ANKARA’DA FUHUŞ

Binicioğlu genç kızların iffet ve namusu üzerinde kazanç temin etmeye çalışan kimselerin Avrupa’daki acaip eğlence yerlerini Türkiye’de de kurmaya başladıklarını söylemiş, <<Diskotek mi miskotek mi, ne ise oralarda gençler fuhuşa sürüklenmektedirler>> demiştir. Gençliğe önem verilmesini isteyen konuşmacı Avrupa’da gençliğin durumu düşünülürken Türkiye’de tedbir alınmamasını yermiş, <<Fuhuş sokaklara dökülmüştür. Geceleri gidin bakın otomobillerde fuhuş yapılmaktadır>> demiştir.

Kıyafet Kanununun terleyen köylünün başına sardığı çevreyi yırtmak için çıkarılmamış olduğunu da söyleyen Binicioğlu, <<Kıyafet Kanununda değişiklik ve ilâveler yapalım. Avrupa’dan böyle acaip kıyafetlerin gelmesine mâni olalım, sansür edelim>> demiştir.

Birkaç milletvekili tarafından alkışlanan bu konuşma Mecliste ender görülen bir olaya da yol açmış, dinleyicilerden biri tarafından da alkışlanmıştır. Dinleyici hanım salondan polisler tarafından çıkarılmıştır.



Vatan, Oktay Akbal, 2 Nisan 1967.

YOBAZLIĞI SAVUNANLAR

CKMP Bakırköy Gençlik Kolu haftalardır bir oyunu durdurmakla uğraşıyor. Hele bir oynansın, hele bir… Ne yapacak o kahraman gençlik görürsünüz! Perdeyi mi parçalar, sahneyi mi yıkar, seyircileri mi sopadan geçirir, bilemem orasını! Haftalardır <<Yobaz>> oynandı oynayacak, oynandı bir şey olmadı, bir şey olacak diye korkuldu oynanmadı, bilirkişiye verildi, suç bulunmadı… Haberler hep böyle…

CKMP, Gençlik örgütlerini etkilemekte CHP, AP, TİP le yarışıyormuş! AP li gençlikle CKMP li gençlik arasında bir ayrım kalmayacak bu gidişle! İkisi de mukaddesatçı… Öyleyse niye ayrı ayrı partide toplanıyorlar, anlamak güç! Ama aydınlık karşısında bir ürkme var ikisinde de! İnsan karşısına alıp konuşmak istiyor bu çeşit gençlerle, <<ne istiyorsunuz, neyi özlüyorsunuz, neye, hangi amaca ulaşmayı (hayal) ediyorsunuz?>> diye…

<<Yobaz>> adlı oyunu sahneden indirmek için didinen CKMP li gençlerin başı şunları söylüyor: <<Biz, milliyetçi ve mukaddesatçı gençlik olarak, eğer bu piyes oynatılırsa müsebbiblerine gereken dersi vermek güç ve kudretini kendimizde görmekteyiz ve bu hususta kararlıyız.>> Yani, <<Yobaz>> ı oynatanların tepesine sahneyi yıkarız demek istiyor Başkan bey!..

Varsın Demirel <<baskı grupları>> yoktur desin istediği kadar… Olmaz olur mu baskı grubu? Bir oyunu, hem de bilir kişinin bile suç unsuru bulamadığı bir oyunu <<zor kullanarak>> durdurmak, önlemek baskının hem de çirkin bir baskının açık örneğidir. Herkes beğenmediği, hoşlanmadığı bir oyunu, bir kitabı, bir gazeteyi, bir örgütü sekiz on kişi toplayarak yıkmaya, altüst etmeye kendinde hak ve yetki görürse <<özgürlük>> diye bir şey kalır mı ortada?

<<Yobaz>> oyunu nedir? Kim yazmış? Bir sanat değeri var mı? Bilmiyorum. Ama <<Yobaz>> adını taşıdığı için, yobazları yerdiği için bir partinin gençlik kolu kalkıp da <<bu oyunu hele bir oynayın da görürsünüz>> diyemez. Haydi, dedi diyelim, ne denli gülünç olacağını, ne denli haksız, ne denli <<Yobaz>> sayılacağını düşünemedi de dedi, diyelim… Bakırköy Halkevi bir avuç <<Yobaz>> ın baskısına boyun eğecek midir? Böylesine bir yobazlığın karşısına çıkılmayacak mıdır? Yasalar <<baskıcı>> lara hadlerini bildirmeyecek midir?

Demokrasi ve anayasa düzenindeyiz!.. Ama bir baskı grubu <<ben şu oyunu oynatmam, çünkü hoşuma gitmedi>> diye kamu oyunun karşısına dikilebiliyor. Olmaz böyle şey! Yobaz’lığın göz göre göre sürdürülmesidir bu. <<Yobaz>> oyunu oynanmalıdır, baskıcılar gözdağı ile Türkiye’de iş görülemeyeceğini öğrenmelidirler…

<<Yobaz>> lığı savunmak mı gerekiyor CKMP li gençlere göre? Haydi üç beş toy, bilgisiz genç böyle bir hevese kapıldı diyelim, ama CKMP nin yöneticileri ne diye seyirci kalıyorlar böyle gülünç bir duruma? Yoksa onlar da mı yobaz’lardan yana? <<Yobaz>> oyunu Türkiye’de oynanmak istenen, oynatılmaya kalkışılan gericilik oyunlarının canlı bir örneğidir. Fırsat bulsalar ne oyunlar oynarlar! Bunu bilelim de gaflet uykularına dalmayalım!...



Son Baskı, Vatan, 2 Nisan 1967.

TÜRKEŞ, DEMİREL’İ İSTİFAYA DAVET ETTİ

BURSA (Özel)

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile genel sekreter yardımcısı Muzaffer Özdağ bugün parti teşkilâtının esnaf dernekleri birliği salonunda düzenlediği basın toplantısında konuşmuşlardır.

Genel Başkan Alparslan Türkeş konuşmasına partisinin Dokuz Işık adlı kitabından bazı parçaları okuyarak başlamış: <<Türk milleti bizim gözümüzde parti farkı gözetmeksizin mukaddes bir bütündür>> demiştir.

Halkın donmuş tasarruflarını harekete geçirilmesi gerektiğine değinen Türkeş, bunun için itibarlı ve garanti veren bir hükümetin iş başında olması lüzumunu belirtmiş, Tekel Bakanını yalancılıkla itham ettikten sonra <<sözünü ve seçim beyannamesindeki vaadini tutmadığını söylediği>> Başbakan Süleyman Demirel’i istifaya davet etmiştir.



Yeni İstanbul, 3 Nisan 1967.

MUZAFFER ÖZDAĞ AÇIKLADI: BİR VEKİL MAKAMINA 150 BİN LİRALIK BANYO YAPTIRMIŞ…

BURSA (A.A.)

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ile Genel Sekreter yardımcısı Muzaffer Özdağ dün parti il teşkilâtının Esnaf Dernekleri Birliği salonunda düzenlediği basın toplantısında konuşmuşlardır.

Muzaffer Özdağ, sanayi kalkınma dâvamızla ilgili konuşmasında resmî dairelerdeki lüks ve israfa değinmiş “32 milyonluk Türkiye 100 milyonluk Türkiye’nin memurunu beslemektedir. Zira bir bakanlık kadrosunda 30 binden fazla memur barınabiliyor. Bir bakan, makam odasının bitişiğine 150 bin lira sarfı ile mavi mermerle gömme banyo yaptırabiliyor” demiştir.

Genel Başkan Alparslan Türkeş konuşmasına partisinin Dokuz Işık adlı kitabından bazı parçalar okuyarak başlamış; “Türk milleti bizim gözümüzde parti farkı gözetmeksizin mukaddes bir bütündür” demiştir.

Türkeş “İlimden, teknikten ve sanayiden yoksun olan Türkiye’yi ciddî tehlikelerin beklemekte olduğunu” öne sürmüş, partisinin iktidara gelmesi halinde yapacağı reformları saymış, sınaî kalkınmayı istemeyip ziraî kalkınmadan söz edenleri düşmanlıkla itham etmiştir. Türkeş yabancı sermaye konusunda da şunları söylemiştir:

“Türkiye’de gazoz ve votka fabrikası kurmak için kuramadığımız sanayi tesislerini vücuda getirmek için yabancı sermayeye ihtiyaç olduğunu kabul ediyoruz. Ancak biz, uzun vadeli az faizli yabancı sermaye alacak, bu sermaye ile sanayi kalkınmamızı gerçekleştireceğiz. Fakat yirmi yılda aldığımız sermayenin de daha fazlasını dışarıya vermeyeceğiz.”

Halkın donmuş tasarruflarının harekete geçirilmesi gerektiğine değinen Türkeş, bunun için itibarlı ve garanti veren bir hükûmetin iş başında olması lüzumunu belirtmiş, Tekel Bakanını yalancılıkla itham ettikten sonra “Sözünü ve seçim beyannamesindeki vaadini tutmadığını söylediği” Başbakan Süleyman Demirel’i istifaya davet etmiştir.



Yeni İstanbul, Liderlere Göre, 3 Nisan 1967.

ORTA DOĞU VE TÜRKİYE

Alparslan TÜRKEŞ
CKMP Genel Başkanı

Bütün İslâm âlemince beraber idrak ettiğimiz mübarek Kurban bayramı vesilesiyle, İslâm dünyasında tatbikini arzu ettiğimiz diplomatik münasebetlerimize dikkat çekmeyi lüzumlu buluyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti 16 İmparatorluğun devamı ve Osmanlı Devletinin mirascısıdır. Osmanlı Devleti Kırım’dan Yemen’e, Kafkasya’dan Cezayir’e kadar uzanan sahadaki milletlerin barış ve huzur içinde yaşadığı bir imparatorluktu. Bu imparatorlukta Türk Hakanlığı – İslâm Halifeliği – Roma Kayzerliği birleşmiş, hukuk ve imkân eşitliği içinde hür yaşayışlarını sürdürmüş idiler. İmparatorluğu teşkil eden bölgelerden hiç birisi müstemleke değildi. İktidarın indinde hiç bir kavim diğerinden aşağı tutulmamıştı. Osmanlı ordusunda Konya’lı bir subayın emirberi Cezayir’li, bir Libya’lı subayın postası Bağdat’lı olabilirdi.

İmparatorluk bu hür, âdil ve müsamahakâr vasfı ile üç kıtanın bağlantı yerinde barışı kuruyor ve koruyordu. İmparatorluğu teşkil eden bölge milletleri de kendilerinin olan devletin her bölgesini aynı kuvvetle savunmaya çalışıyorlardı.

93 Savaşı namıyla anılan 1877 Rus – Türk Harbinde Filistin alayının bütün erleri bir tanesi dönmemek üzere Plevne’de şehit oldular. 1911 İtalyan tecavüzünde Mustafa Kemal, Enver Paşa, Fethi Bey gibi subaylar Libya’lı aşiretlerle ve şimdiki Libya Kralının ceddi olan Şeyh Sunusi ile birlikte Trablus Garbi korumuşlardı.

İmparatorlukta içtima etmiş milletler ve bölgeler hiç bir ayrılık gayreti göstermemişlerdir.

Ancak sanayi inkılâbının bölgede geç idrak edilmesi sanayileşmiş devletlerin bu büyük blok üzerinde iştiha duymalarına sebep olmuş bu devletlerin sanayici güçleri ile Rusya’nın emperyalist emelleri birleşerek bu blokun dağılmasına âmil olmuşlardır. Dünya barışının kurulması ve korunması için büyük bir denge unsuru olan ve Akdeniz emniyetini sağlayan Osmanlı kudreti kendini teşkil eden milletlerin menfaat ve iradesi hilâfına dış tesir ve tazyiklerle Birinci Dünya Harbinde yıkılmış ve Lozan barışında bu yıkılma bize de tasdik ettirilmiştir.

İmparatorluğu teşkil eden bölgeler İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından bölüşülmüş ve hakiki sömürge hayatı başlamıştır. 2 nci Dünya Harbinin sonunda bölgelerin milletleri istiklâllerini kazanarak bugünkü statü teşekkül etmiştir.

Bu bölge ticarî, iktisadî, askerî ve manevî bir bütün teşkil eder. Üç kıta arasındaki deniz, kara ve hava yolları bu bölgeden geçer ve eski dünyanın irtibatlandığı yerdir.

Demir, kömür, pamuk, buğday, petrol gibi onsuz olunmaz maddeler bölgede kendine yetecek ve dünya piyasasını etkileyecek miktarda mevcuttur.

Türkiye demir, kömür ve diğer madenleriyle bölgenin ağır sanayi mamûllerini Irak ve Suriye, buğday ve pamuğunu Irak, Kuveyt, Bahreyn ve Suudî Arabistan petrolünü temin ederek bir iktisadî bütün teşkil ederler. Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Hint Denizi ile çevrili olan bu saha milletlerarası siyasete bütün stratejik manevralara müessirdir ve kendisi üç kıt’aya ve dolayısiyle dünya muvazene ve mücadelesini ikmali mümkün olmayan bir ağırlık teşkil eder.

Bu bölge insanlarının hepsi İslâm dinindendirler. 1300 senedir aynı kıbleye yönelir, aynı kitabı okur, aynı duayı ederler. 400 sene aynı bayrağı başta taşıdılar. 400 sene Türk bayrağı Kâbeye çekildi. Bunun meydana getirdiği manevî ve hissî birlik her çeşit hesabın ötesinde bir kuvvettir. Netice olarak diyebiliriz ki, yukarıda sayılan şartlar Orta Doğu devlet ve milletlerini birbiri için vazgeçilmez tamamlayıcılar haline getirmiştir. Bu devletler arasında tahakkuk edecek bir müşterek siyaset sulh, sükûn ve refah âmili olacaktır.

Bazı garip düşünceli kimseler teokratik devletlerle işbirliğinin Laisizme aykırı olduğu iddiasında bulunmaktadırlar. Bunlar eğer kasıtlı değilse, mânâsız mütalâalardır. Zira Türkiye teokratik İngiltere ile ittifak halindedir.

Devletlerarası münasebetler milletlerin yararına göre düşünülür.

Kapitalist Amerika ile Komünist Rusya, Emperyalist İngiltere İkinci Dünya Harbinde ittifaktan kaçınmamışlardır. Şu veya bu prensip uğruna millet menfaatlerini haleldar etmek devlet adamlığı ile kabili telif değildir.

Hükûmetin dış politikası heveskâr ziyaretlerle yöneltilir, sanılmaktadır. Orta Doğu memleketlerini tâciz ve tehdit eden Mısır’la, Yunanistan ve Kıbrıs Rum yönetimi ile menfaat birliği kurmuş Yugoslavya ile işbirliği teşebbüsleri platonik bildiriler teminine bile güç getiremez.

Türkiye hükûmetleri diplomatik deneme ziyaretleri ile dış münasebetler kurulamıyacağını bilmelidirler. Tecrübeli diplomatların hiç te az bulunmadığı Harbiye Vekâleti teknisyenlerinin mütalâalarına itibar edilmeli ve politikacıların tecrübe noksanı onların bilgisiyle tamamlanmalıdır. Türkiye kuvvetli, müstakâr ve iyi niyetli bir güney politikası tatbik edilmelidir. Millî menfaatlerimiz bu yöndedir.



Son Baskı, 6 Nisan 1967.

TÜRKEŞ: KOMÜNİSTLERLE SAVAŞACAĞIZ VE ONLARI YENECEĞİZ

Dün akşam Uşak’a gelen CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş özetle şunları söylemiştir:

<<Bizim bayrağımız, Türk milliyetçiliğidir. Bu bayrak, daima birleştirici olmuştur. Türk’ün kudreti, İslâm’ın imanı, bu bayrakta temsil edilmiştir. Bizim mücadelemiz, birleştirici ve yükseltici yolda olacaktır. Kalkınma için gerekli güç, bu birlikten doğacaktır.

Bizim için yer yüzünün değeri, içinde, milletimizin bulunmasından ibarettir. Türk’ün yok olduğu bir dünya, bizim için manâsız bir varlıktır. Milletlerin varlığı, onun ruhunu ve ahlâkını yıkarak yok edilir. Onu, millî gayelerinden ayırarak yok edilir. Bu gün Türkiyemizde, bu gayretleri had hale gelmiş görüyoruz. Ebedi varlığımıza kasteden düşmanlar, harp sahasında elde edemediklerini, bu yoldan temine çalışmaktadırlar.

Komünist cereyanlar, türlü maskeler altında faaliyet göstermektedirler. Kendilerine kâh sosyalist, kâh fukara dostu, kâh ilerici sıfatlarını vererek millî varlığımıza kasdetmektedirler.

Bunları teşhir etmek kolaydır. Bu kişiler millî mücadeleden kaçan Moskova’da şiir yazan bir haini, millî kahraman ilân ederler. Bu kişiler, hayatı sadece maddeden ibaret sayarlar. Bu kişiler, ellere ağıt düzer, Türkiye dışında kalan soydaşlarımıza düşman gibi bakarlar. Biz, bunlarla savaşıyoruz. Savaşacağız ve onları mutlaka yeneceğiz.>>



Son Havadis, Orhan Seyfi Orhon, 7 Nisan 1967.

İLAHİ TÜRKEŞ!

Önce şunu söyliyeyim: Benim Alpaslan Türkeş’e karşı politika dışı bir sempatim vardır. Bunun nereden geldiğini pek bilmiyorum. Turancılık lâfları bir yana, milliyetçilikten midir? Yoksa Türkçülerin, polis müdüriyetindeki tabutluklara sokulduğu zaman, onların arasında bulunuşundan mı?

Belki de <<Çınaraltı>> nı çıkarırken genç bir subay olan Türkeş’in bu dergiye kahramanlık şiirleri gönderişindendir.

Kendisini tanıdığım zaman bu durgum eksilmedi, arttı, hattâ, gayet mütevazı bir dille, CKMP’ye girişinden maksadı Mecliste bir küçük ekiple demokratik rejime hizmet etmek olduğunu söylemesini çok beğendim.

Bir ihtilâl Albayının bu olgun, medenî, sivil karakteri kazanışına hayran olmuştum. İmkân bulunca bu duygumu anlatmaya çalıştım.

Fakat Sayın Türkeş, CKMP Genel Başkanı olarak yüksekten konuşmaya başladığı zaman büyük bir hayal kırıklığına uğramadan kendimi alamadım. Bu seferki Bursa nutkunda olduğu gibi.

*

Bursa’da Esnaf Dernekleri salonundaki konuşmasında Adalet Partisi Genel Başkanını istifaya davet etmiştir. Demek ortada hiç bir sebep yokken, Adalet Partisi o püf deyince yıkılıverecek!

İlâhi Türkeş, ordudaki kutsal vazifeni bırak, ihtilâlcilik etmeye çık! Arkadaşların vatan hıyanetiyle seni Hindistana sürsünler. Oradan dönüp, tek başına iktidara gelmiş bir parti başkanını istifaya davet et. Bu ne tupedir!! Peki, Sayın Demirel partisiyle iktidardan çekildi, ne olacak? Yerine CKMP başkanı mı gelecek? Bir ümit vardır, bir ümidin hayal payı vardır, bilirim!

İnsan bir fidan diker. Yeşermeye başladı mı meyve verdiğini sanır. Bu olur. Ama, bir kurumuş kiraz fidanı bulmuşsun. Çorak bir toprağa dikmişsin, tutmamış.

– Dalları bastı kiraz!

Diye meyvesini satıyorsun. Eskiler buna <<Hayalî hâm>> derlerdi.

*

CKMP <<Millî Bakiye>> usuliyle Meclise girdi. Bugün bir parti grubu değildir. Söz sahibi olamadı. Bunun başkanı, tek başına iktidarı kazanmış bir parti genel başkanına;

- Çekil yerinden!

Derse, bu bir siyasî tenkid sayılmaz. Bunun içinde ne akıl, ne fikir, ne politika vardır. Hiç kimse, Sayın Türkeş’in nasıl bir siyaset takip ettiğini söyliyebilir mi?

Bir aralık AP ye girmek istediği söyleniyordu. Hattâ eskiden bazı AP lilerle sıkı fıkı dostluğu olduğu rivayetleri ortada dolaşıyordu.

Sonra Cemal Gürsel’e: <<Orgeneralim!>> diye Adalet Partisini şikâyet etti. Oysa, artık ne kendisi 27 Mayısın Albayıydı, ne de Cemal Gürsel Millî Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral!

*

Bu mektubu kendi mi yazmıştı, bilmem! Ama, bu mektupta bir küçük idealist ekiple sivil hayata girerek demokratik hürriyet rejimine hizmet etmeğe çalışan Türkeş ortadan kaybolmuştur.

Bugün TİP, AP ye çatıyor:

<<- O devrilirse bana sıra gelecektir! Ben sosyalistim o milliyetçi, liberal bir parti!>> diye düşünüyor.

Halk Partisi AP ye çatıyor:

<<- Ben ortanın solu, kırk yıllık partiyim. O ortanın sağı, dünkü parti!>> diyor.

Bunların arasında ığrapta mahalli olmayan CKMP Genel Başkanı ne diye sayın Demirel’e çatmaktadır_

*

Hiç kimse, sayın Türkeşin hangi yönde yürüdüğünü söyliyemez. Kendi kendine eriyerek yok olmaya mahkûm bu partiyi kurtaracak tek çare Adalet Partisine yakınlaşmaktı. Bir aralık YTP nin ışıldayan talih yıldızı onun başına konabilirdi. Meclisteki çatışmalarda AP’yi destekleseydi, bunun en çok kendisine faydası olurdu.

*

O bunu yapmadı. Mecliste bir grup teşkil edemeyecek duruma düşerek zararını gördü. Nihayet hatasını anlayıp partisini kurtarmaya çalışacakken Sayın Demireli istifaya davet etti.

Hem de nerede? Adalet Partisine meydan okuyacak başka yer yokmuş gibi Bursada?... İlâhi Sayın Alpaslan Türkeş! Galiba, bu gidişle bu partiden bu şatafatlı isimden başka bir şey kalmayacak!



Son Baskı, 6 Nisan 1967.

Akkoyunlu CKMP’den süreli istifa etti

Eski MBK üyesi Fazıl Akkoyunlu, Ankara’da yayınlanan bir gazetenin Yassıada ile ilgili yazılarında 27 Mayıs ihtilâli sırasında T.A. adlı bir kıza tecavüzde bulunduğu yolundaki iddialar üzerine gazete aleyhinde dava açtığını bildirmiştir. [Adalet, Turhan Dilligil, Namus Kasapları, 4 Nisan 1967] Akkoyunlu, dava sonuçlanıncaya kadar üyesi bulunduğu CKMP’den istifa ettiğini de açıklamıştır. Akkoyunlu, Cumhuriyet Savcılarını da bu konuda tahkikat için göreve davet etmiştir.

Akkoyunlu tarafından davâ edilen gazetenin bundan önceki nüshalarından birinde T.A. adlı bir kız tarafından kaleme alınmış olan ve ithamlarla dolu bir mektup yayınlanmıştır. Mektupta, kızın babasının DP hükümetleri sırasında yüksek dereceli bir memur olduğu, daha sonra gönderildiği Yassıada’da kalb krizinden öldüğü açıklanmaktadır. Mektupta ayrıca, babasının sağlık durumu hakkında kendisine bilgi verileceği bahanesiyle T.A.’nın üç MBK üyesi tarafından Orduevi’ne davet edildiği ve kendisine ilâçlı çay içirilerek adı geçen şahısların bir evde genç kıza tecavüzde bulundukları iddia edilmektedir.

Mektuptaki bu iddialar üzerine gazete hakkında dava açtığını bildiren Akkoyunlu, <<Bu arada, hareketlerimde hem daha serbest hem de siyasî siyanetten müstağni olabilmek için mensubu olmakla şeref duyduğum CKMP üyeliğinden dava sonuna kadar da istifa ediyorum.>> demiştir.



Yeni İstanbul, 7 Nisan 1967.

Fazıl Akkoyunlu CKMP’den istifa etti



Yeni İstanbul, 7 Nisan 1967.

TÜRKEŞ KUVAYI MİLLİYE RUHUNU ANLATTI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün bir açıklama yaparak, solcu bir gazetede hakkında çıkan haberin iftira ve yalan olduğunu belirtmiştir. Solcu gazetenin Gazi Ömer Çavuş ve Türkeş Albay başlıklı haberinin baştan sona kadar tezat dolu olduğunu ifade ederek şöyle demiştir:

“Kuvay-ı Milliye ne yapacağımı soruyorsunuz. Hemen haber vereyim ki sizin gibi 7 yıllık olayları bile bilmeyen, her gördüğü olayı, her işittiği haberi istikameti belirsiz yahut kendince belli hedefe gitmek için vasıta eden kişilere “dur” demek için, memleketi yeniden oluşunda sağlam temellere oturtmak için bir ruha ihtiyacımız var. Bütün bu kudret elimizde iken bu gazileri düşündünüz mi, diyorsunuz. Evet düşündük. Bunun hazırlıkları yapıldı.

Bütün emeklilerin mesken sahibi olabilmesi için teşebbüs edildi ve 1600 daire inşa edildi. 13 Kasımda komite parçalanıp benim de dahil olduğum 14’ler yurt dışına gidince bir çok işler gibi bu teşebbüs de yarım kaldı.

Bizim yetkili olduğumuz sürenin tamamı 5 ay 17 gündür ve benim Başvekâkette Müsteşarlık zamanım da 3 ay 25 gündür. Bu bilgileri siz veriyorum ki bana karşı nefretinizi ilân ederken daha doğru bilgilere dayanasınız.

27 Mayıs harekatı için kolay ihtilâl deyimini kullanmışsınız. Kolay olup olmadığını müteakip denemeler size göstermiştir. Sanırım. Bir garip düşünceniz var. Hem ordudan ayrılan subaylar için bana kızıyorsunuz, hem de onlara ödenen ikramiyeler için hele alyanslar için bana soru soruyorsunuz. Bana soru sormanız yersizdir. O tarihte Maliye Bakanı olan Sayın Alican’la onu takip eden diğer zevat alyanslar hakkında size daha kesin cevap verebilirler.

Şayet biz ayrılık, ikilik yarattıksa bizi müteakip iktidara gelenler bu ikiliği kaldırmalı idiler. Asıl ikilik ve ayrılık sizin kafanızdadır. Zira sizler “iki ayaklıları ikiye ayırmadan” var olamazsınız.

Amma bu millet 5000 yıllık bir tarihe sahiptir ve otu çekip köküne bakmayı bilir.>>



Yeni Tanin, 7 Nisan 1967.

İHTİLÂLCİ SARHOŞ YAKALANDI

TÜRKEŞ’İN KARDEŞİYİM DİYEREK RADYOEVİNİ İŞGAL ETMEYE KALKTI

Alparslan Türkeş’in kardeşi olduğunu söyleyerek tabanca ile Ankara Radyoevine giren ve <<İhtilâl yapacağım. Bu memleketi ancak ben kurtarabilirim.>> diye bağırarak polislere ateş açan Ramazan Dağdelen adındaki şahıs, güçlükle yakalanmıştır. Bir taksi ile radyoevine geldiği anlaşılan zorbanın, kimler tarafından ihtilâle teşvik edildiği araştırılmaktadır.

<<HEPİNİZİ TEMİZLERİM>>

Önceki gece geç saatlerde Ankara Radyoevinin önünde duran otomobilden inen orta boylu, esmer bir şahıs, nöbetçilerin müdahalesine meydan vermeden sür’atle içeriye dalmıştır.

Oturma salonunda bekleyen polislerin kendisini çevirmeleri üzerine, <<Ben Albay Alparslan Türkeş’in kardeşiyim>> diyerek emirler savunan şahıs, daha sonra ihtilâl maksadı ile Radyoevine girdiğini söylemiştir.

POLİSLERE ATEŞ AÇTI

Alparslan Türkeş’in kardeşi sandıkları şahsın emirlerini dinleyen yetkililer, daha sonra yalan söylediğini anlayarak polis ekiplerinden yardım istemişlerdir.

Olay yerine gelen polisler tarafından güçlükle yakalanan ve isminin Ramazan Dağdelen olduğu öğrenilen <<ihtilâl meraklısı>>, polis otosuna bindirilirken cebinde bulunan silâhını ateşlemiştir.

YANLIŞ İFADELER

Bir anda silâhın patlaması ile Ankara Radyoevinin önü karışmış, fakat elinden silâhı düşürülmeye muvaffak olunan Ramazan Dağdelen yakalanmıştır.

Henüz kimler tarafından teşvik edilerek ihtilâl yapmaya zorlanan şahsın, ifadelerini her defasında değiştirmesi üzerine yetkililer Ramazan’ı aklî muvazenesinin kontrolü için Adlî Tıbba sevketmişlerdir. Soruşturma devam etmektedir.



Medeniyet, 7 Nisan 1967.

“BEN ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN KARDEŞİYİM. İHTİLÂL YAPIYORUM. HERKES TESLİM OLSUN”

DÜN GECE RADYOEVİNE BASKIN YAPILDI

Ankara Radyosunda panik çıktı. Yakalanan Ramazan’ın deli olduğu ve tabancasının oyuncak olduğu anlaşıldı.

Alparslan Türkeş’in kardeşi olduğunu iddia eden bir deli dün gece radyoevine tabanca ile baskın yaparak görevlilerin teslim olmasını istemiş ve radyoevinde büyük bir paniğin çıkmasına sebep olmuştur.

Elinde tabancası olduğu halde görevlileri teslim almak isteyen deli <<Ben Türkeş’in kardeşiyim, ihtilâl yapacağım teslim olun>> diyerek görevlilere heyecanlı dakikalar yaşatmıştır.

SİLAHLI BASKIN

Ramazan Dağdelen dün gece radyoevi önüne gelerek içeriye girmek istemiş ve kendisine mâni olan görevlilere <<Teslim olun. İhtilâl yapacağım, ben Türkeş’in kardeşiyim>> demiştir.

Görevliler, olayı kısa zamanda radyoevi içerisinde bulunan nöbetçi görevlilere bildirmişler ve olayın içyüzü anlaşılıncaya kadar radyoevi içerisinde büyük bir panik yaratılmasına sebep olmuşlardır.

DELİ OLDUĞU ANLAŞILDI

Görevlilerle bir süre tartışan Ramazan’ın deli olduğu ve fazla miktarda alkol aldığı anlaşılmış ve kendisini yakalamak isteyen radyoevi emniyet görevlileri çok güçlük çekmişlerdir.

30 yaşındaki şahsın yakalanmasındaki güçlük nöbetçi emniyet müdürlüğüne ve ilgili karakola bildirilmiştir. Olay yerine gelen öteki görevlilerin de yardımı ile ele geçirilen Ramazan Dağdelen daha sonra teslim alınabilmiştir.

OYUNCAK TABANCA İLE

Görevlilerle arasında geçen mücadeleden sonra yakalanabilen delinin yanında taşımakta olduğu ve görevlileri tehdit ettiği tabancanın bir oyuncak tabanca olduğu görülmüştür.

Ramazan Dağdelen hakkında düzenlenen evrakla birlikte dün gece Adlî Tabibliğe gönderilmiştir. Fazla miktarda alkol aldığı tesbit edilen Ramazan hakkında gerekli kovuşturmanın yapılabilmesi için tekrar karakol görevlilerine teslim edilmiştir. Karakol nezarethanesinde de kendisini ihtilâl lideri olarak tanıtan ve emirler vermeğe kalkan Dağdelen bu sabah yeniden Adlî Tabibliğe gönderilmiştir.

Bekâr ve derbeder yaşayışlı olan Ramazan’ın ilgililer aklî muvazenesinde bozukluk olduğunu belirtmişlerdir.



Zafer, Yeni İstanbul, 8 Nisan 1967.

BİR SARHOŞ, “İHTİLÂL YAPACAĞIM” DİYEREK RADYO EVİNE GİRDİ!...

Polislere tabanca çeken Ramazan Dağdelen, “Bir siyasî parti liderinin kardeşiyim” dedi

Alkollü olarak geç saatlerde Ankara Radyosu binasına gelen bir şahıs, bir siyasî parti liderinin adını vererek ihtilâl yapacağını söylemiş, bu arada gerek radyoevi ilgilileri gerekse zabıta kuvvetlerine tabanca ile mukavemette bulunmuştur. İlgililerden alınan bilgiye göre, Ramazan Dağdelen adındaki sanık, dün gece geç saatlerde bir taksi ile radyo evine gelmiştir. Taksi şoförüne de, kendisini aynı siyasî parti liderinin kardeşi olduğunu söylemiştir. Radyoevi ilgililerinden, siyasî parti liderini soran sanık, <<O’nu bana çabuk bulun>> demiş ve ihtilâl yapmak istediğini belirtmiştir.

POLİSE TABANCA ÇEKTİ

Radyo evi yetkilileri, durumu polise bildirmişler, sanığın yakalanması için yardım talebinde bulunmuşlardır. Gelen ekipler Ramazan Dağdelen’i yakalamışlar ve bir jeep’le emniyete götürmek için yola çıktıklarında, sanık aniden tabancasını çekerek polise mukavemette bulunmuştur. Sanığın tabanca çektiğini gören ilgililer tabancayı almak istemişler, bu arada patlayan tabancadan çıkan kurşun tesadüf eseri olarak kimsenin yaralanmasına sebebiyet vermemiştir.

MUAYENEYE SEVKEDİLDİ

Sanık Ramazan’ın adlî tabiblikte yapılan muayenesinde alkollü olduğu anlaşılmış, kendisinin çeşitli şekilde konuşması üzerine de aklî durumunun öğrenilmesi için tekrar hastahaneye gönderilmiştir. Sanık verdiği ifadesinde bekâr olduğunu, daha önceleri Ergani bakır madenlerinde çalıştığını söylemiştir.



Yeni İstanbul, 9 Nisan 1967.

3 eski MBK üyesi hakkındaki iğfal iddiası inceleniyor

Üç eski MBK üyesinin 27 Mayıs’tan hemen sonra bir kızı ilâçla uyutarak iğfal ettikleri iddiasının tahkikatı devam etmektedir. Bilindiği gibi bundan birkaç gün önce bir Ankara gazetesine gönderilen mektupla ortaya atılan bu iddiayı savcılık ihbar telâkki etmiş ve tahkikata başlamıştır.

Dün bu konuda kendisiyle görüştüğümüz Ankara savcısı Fazıl Alp “İddianın yayınlandığı gazetenin Yazı İşleri Müdürüne dâvetiye göndererek soruşturmaya başladık. Ve gönderilen mektubun aslını istedik. Bu konuda incelemeye devam ediyoruz. İddia sahibini tesbit ettikten sonra bu iddiasının doğruluk derecesini öğrenmek mümkün olacaktır. Ancak bunun üzerine mesul şahıslar hakkında da takibata girişilebilir. Suçlanan şahısların ikisinin dokunulmazlığı vardır. İddiasının doğru olduğu tesbit edilirse bu şahısların dokunulmazlıklarının kaldırılması için müracaat edilecektir.” demiştir.

ERKANLI SUSUYOR

Eski MBK üyelerinden Fazıl Akkoyunlu’nun bir basın toplantısı yaparak C. Savcılarını göreve dâvet etmesine, Mucip Ataklı’nın da bu iddiayı tavzih yoluna gitmesine rağmen olaya adı karışanlardan ve halen İstanbul CHP Milletvekili Orhan Erkanlı’nın herhangi bir tepki göstermeyişi ve susmayı tercih edişi başkent siyasî çevrelerinde hayretle karşılanmıştır.

Savcılık incelemesinin sonucu merakla beklenmektedir.



Son Baskı, 1 Haziran 1967.

ATAKLI, ERKANLI VE AKKOYUNLU TURHAN DİLLİGİL’İ MAHKEMEYE VERDİ

Tabiî Senatör Mucip Ataklı, CHP Milletvekili Orhan Erkanlı ve Eski MBK üyelerinden Fazıl Akkoyunlu, Adalet Gazetesi ligil’i <<Namus Kasapları>> başlıklı yazısından ötürü mahkemeye vermişlerdir.

Mucip Ataklı imzasiyle bugün bu konuda yayınlanan bildiride Dilligil’in söz konusu yazıdaki suçlamaları <<asılsız ve namussuzca şeyler>> olarak nitelendirilmiş <<Bu müfterinin maskesi yırtılacaktır.>> denilmiştir.



Son Baskı, 10 Nisan 1967.

TÜRKEŞ: MAREŞAL ÇAKMAK’A DİL VE EL UZATANLARLA SAVAŞACAĞIZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Mareşal Fevzi Çakmak’ın 17. ölüm yıldönümü münasebetiyle bugün yayınladığı bir bildiride, <<Türk Ordusunun teşkilatlanıp cihazlanmasında, eğitim ve öğretiminde, daha doğrusu dostluğu aranan, düşmanlığından ürkülen bir kudret haline gelmesinde en büyük şeref payı onundur.>> demiştir.

Türkeş’in bildirisinde Mareşal Çakmak’ın kısa bir biyografisi yapıldıktan sonra şöyle denilmektedir.

<<Ne acıdır ki bugün bazı ard niyetli sapıklar, hatırası, Türk tarihinin şeref haleleri ile süslü bu fazilet ve kemâl abidesine durmadan saldırıyorlar. Bu gibilerle sonuna kadar mücadele edeceğiz. Çünki, geçmişlerine saygılı milletler, o geçmişin şeref abidelerine dil ve el uzattırmazlar. Aksi taktirde istikballerinden emin olmaya hakları olmaz.>>



Yeni İstanbul, 11 Nisan 1967.

TÜRKEŞ: “MAREŞAL’İN AZİZ HATIRASINA SALDIRANLAR VAR”

Mareşal Fevzi Çakmak’ın 17 nci ölüm yıldönümü dolayısıyla CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bir demeç vermiş ve “Ne acıdır ki, bugün bazı arka niyetli sapıklar, hâtırası Türk tarihinin şeref hâleleri ile süslü bu fazilet ve kemal âbidesine durmadan saldırıyorlar. Bu gibilerle sonuna kadar mücadele edeceğiz” demiştir. Türkeş demecinde Mareşal Çakmak’ın izinde olduklarını belirtmiştir.

<<17 yıl önce bugün, 10 Nisan 1950’de rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak’ı, ebedî istirahatgâhına tevdi etmiştik. Eşsiz asker, üstün bir devlet adamı olarak ömrünün 52 yılını bu millet, bu memleket için harcamıştı. 1989’den sonraki Balkan İsyanlarının bastırılmasında, Balkan Savaşında, 1 nci Cihan Savaşının Çanakkale, Kafkas, Suriye Cephelerinde gördüğü hizmetler saymakla tükenmez. Fakat, Millî Müdafaa Vekili, İcra Vekilleri Hey’eti ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olarak Kurtuluş Savaşımızdaki hizmetleri, Türk milletine, kendisini dünya durdukça minnet ve şükranla yâd ettirecektir.

1946’da çok partili siyasî hayata girmemizle başlayan gerçek demokrasi hareketi, Sayın Mareşali yeni ve tarihî bir vazifeyle daha karşı karşıya bırakmıştır. Çekildiği inziva köşesinden çıkarak tereddüt etmeden tekrar mücadeleye atılmış, henüz kurulan ve emekleme çağında bulunan DP’yi desteklemiş, hızla teşkilatlanarak tutunmasında birinci derecede âmil olmuştur. Fakat 1947’de DP liderinin tuttukları yoldan çeviremeyince arkadaşları ile 19 Temmuz 1948’de Millet Partisini kurmuş, bu suretle de demokrasi tarihimizin ikinci safhasını açmıştır. Bu sebepledir ki, Sayın ve rahmetli Mareşalın aziz varlığı CKMP’liler için ayrı bir mâna taşır. Kurduğu partinin nâçiz mensupları olarak izindeyiz. Yüce ruhaniyeti huzurunda minnet, şükran ve tazim ile eğilirken, ebedî istirahatgâhında müsterih uyumasını ulu tanrıdan niyaz ederiz.>>



Hürriyet, 11 Nisan 1967.

BÜYÜK ASKER MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK ANILDI

Aziz Mareşal Fevzi Çakmak, ölümünün 17 nci yıldönümünde, dün törenle anılmıştır. Saat 13.30 da Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Salonlarında düzenlenen anma töreninde İstanbul Senatörü Tekin Arıburnu (AP), Zonguldak Milletvekili Kenan Esengin (CHP), Genel Başkan Alparslan Türkeş (CKMP), İstanbul Milletvekili Hüseyin Ataman (MP) ve Erzurum Milletvekili Nihat Diler de (YTP) ni temsilen hazır bulunmuş ve merhum Çakmak’ın çeşitli yönlerini anlatan birer konuşma yapmışlardır.



Zafer, 22 Nisan 1967.

TÜRKEŞ GEZİYE ÇIKTI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bir hafta sürecek yeni bir yurt gezisine çıkmıştır. Dün Adapazarı’na hareket eden Türkeş, yol boyundaki ilçelere de uğradıktan sonra, İstanbul’a geçecektir. Türkeş’in gezisine CKMP Genel Sekreteri Mustafa Kaplan ile Genel idare kurulunun bazı üyeleri katılmaktadır.

YAKIT POLİTİKASI

CKMP Genel Başkanı Türkeş gezisinin ilk gününde Gerede ve Düzce’de konuşmuş, özellikle <<yakıt politikası>> üzerinde durmuştur. Türkeş bu konuda özetle şunları söylemiştir:

<<Memleketimizin bir yakıt politikasına ihtiyacı bulunmaktadır. Bugüne kadar gelmiş çeşitli hükûmetler başka konularda olduğu gibi bu önemli konuda da tedbir almayı düşünmemişlerdir. Türk milletinin kalkınması, ormanların korunması ve tarımın verimli hale sokulması, büyük ölçüde ilmî bir yakıt politikasının uygulanmasına bağlıdır. Türk köylüsünün gübreyi tarlasına dökmesini sağlanmalıdır. Memleketimizde yaygın linyit yatakları bulunduğu gibi yakıt ihtiyacını karşılayacak başka imkânlar da vardır. Bir yakıt ofisi kurularak bu konuyu çözümleme faaliyetine süratle geçilmelidir.



Yeni İstanbul (İstanbul baskısı), 23 Nisan 1967.

TÜRKEŞ DÜN İZMİT’TE KONUŞTU

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün İzmit’te yaptığı bir konuşmada “Dün fâtih olarak gittiğimiz ülkelerde bugün iş aramak durumuna düşmemeliyiz” demiştir. Türkeş daha ziyade sosyal konulara değindiği konuşmasında özetle şunları söylemiştir:

“Sanayileşme, gelişme bölgelere yığılmak temayülündedir. Bu tabiî ve beşerî bir haldir. Ancak, bu halin devamı memleketin bir bölgesini geliştirirken diğer bölgeleri geriletmektedir.”

Türkeş’ten sonra Genel Sekreter Mustafa Kaplan konuşmuştur.



Yeni İstanbul (İstanbul baskısı), 24 Nisan 1967.

TÜRKEŞ: DÜN FATİH OLARAK GİTTİĞİMİZ YERLERE ŞİMDİ İŞÇİ OLARAK GİDİYORUZ

CKMP Şişli ilçe kongresi dün yapılmıştır. İlçe kongresinde konuşan parti Genel Başkanı Alparslan Türkeş özetle şunları söylemiştir.

“Hazin olan şudur ki, 1924 ve 1961 Anayasalarını hazırlayan ve devlet düzenini iki defa bizzat kuran Sayın İnönü ve partisi, kendi kurdukları bu düzenin bozukluğunu ileri sürenlerin başında gelmektedirler.”

Türkeş, konuşmasında işçilerin endüstriye ortak edilmelerini söylemiş ve dış ülkelerde çalışan işçiler konusunda da “Dün fatih olarak gittiğimiz ülkelerde bugün iş aramak zilletine düşmemeliyiz.>> demiştir.



Yeni İstanbul (Ankara baskısı), 24 Nisan 1967.

MİLLİYETÇİ TÜRK KADINLARI DERNEĞİ KURULDU

Birçok tanınmış milliyetçilerin hanımları Milliyetçi Türk Kadınlar Derneğini kurmuşlardır.

Dernek Türk kadınlarının meselelerini takip ettikten başka, milliyetçi fikirleri de kadınlar arasında yaymağa çalışacaklardır. Bilindiği gibi tamamen solcuların elinde bulunan Türk Kadınlar Birliği sadece kendi keyfi çalışmalarından başka hiçbir kadın meselesine eğilmemektedir.

Türk Kadınları Derneğinin İdare Heyetinde Halide Nusret Zorlutuna, Emine Işınsu Okcu, Muzaffer Türkeş, Memduha Sayılgan, Muftale Soyer, Suret Asya, Muallâ Tekeli, Tanyeli Duru, Fahriye Yılanlıoğlu, Zeliha Düzgüneş bulunmaktadırlar.



Yeni İstanbul (İstanbul baskısı), 27 Nisan 1967.

TÜRKEŞ: TOPRAK VADETMEKLE MESELE HALLEDİLMEZ

Şehrimizde bulunan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün saat 10’da İl Merkezinde partililerle yaptığı sohbet toplantısında “Herkese toprak vadetmek bir elbiselik kumaşı yüz kişiye bölerek herkesi çıplak bırakmaktan başka netice vermez.” demiştir.

Konuşmasında 20 milyon köylüye mukabil 160 milyon ekilebilir arazi mevcut olduğunu, adam başına 8 dönüm düştüğünü belirten Türkeş şunları söylemiştir:

“Miras sisteminin sonucu olarak arazi 15 sene sonra işletmeye değmiyecek kadar küçük parçalara bölünecektir. Yapılacak iş ziraî sektördeki nüfusun dörtte üçüne sanayi sahasında iş yaratmak ve ziraatı 250 dönümden aşağı düşmeyen aile işletmeleri haline getirmektir. Kırk bin köye serpilmiş, irtibatsız, imdatsız, takatsız vatandaşı 4-5 bin kişinin oturduğu tarım kentlerinde medenî imkânlara kavuşturmak lâzımdır. Köylü ve şehirli arasında imkân farkı kalmamalı, bütün milletçe aynı rahat şartları haiz bir hale getirilmelidir. Vatanımız Ortanın Solu, Sol’un kenarı gibi acaib sloganlarla değil, ciddî ve pratik tedbirlerle kalkınacaktır.”

Türkeş, yarın saat 19.30 da Beyazit’taki Marmara Öğrenci Lokalinde “Türkiyenin kalkınması” konusunda bir konferans verecektir.



Son Baskı, Vatan, 1 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ: GENEL MÜFETTİŞLİKLER KURULMALI

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, bugün, özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizin çeşitli sorunlarına değinen yazılı bir demeç vermiş, iktidarı, bu bölgelerimizle daha çok ilgilenmeye dâvet ederek, gerekli tedbirlerin bir an önce alınması ile dertlere esaslı çözüm yolları bulmaya çağırmıştır.

Güneydoğu bölgelerinin başlıca dertlerinden birisinin <<Asayiş ve Adalet>> konusu olduğunu kaydeden CKMP Lideri Türkeş, bu duruma kısa zamanda son verebilmek için, <<Bugünkü il teşkilâtının üstünde geniş yetkilere sahip genel müfettişliklerin kurulmasını>> teklif etmiştir.

TÜRKEŞ’İN DEMECİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in demeci şöyledir:

<<Doğu Anadolu bölgesi, vatanımızın uzun yıllardan beri ihmale uğramış, büyük dertlerle dolu bir parçasıdır. Kabul edilmiş bulunan 1967 plân programında, Doğu bölgesi için yine halkın yüzünü güldürecek yatırımlara yer verilmemiştir.

Doğu illerimizin özellikle Güneydoğu Anadolu’nun bugün için bir numaralı başta gelen dertlerinden birisi asayiş ve adalet konusudur. İktidar partisi, istinat ettiği şeyh ve ağalar zümresiyle jandarma ve savcılara hâkim olup, halka karşı cephe almıştır. Köylü, bu zümreye karşı kendi kendilerine hak arama yollarını aramaktadır. Bunun için silâhlı eşkıyalar halkın zaman zaman baş vurduğu insanlar haline gelmektedir. Çoğu zaman da bu ağa zümresi, bir koldan kuvvetli eşkıyaları da himaye ettirip, o yolla da halkı ezmektedirler. Siirt’in Merkeze ve Eruh İlçesine bağlı 32 köyü, Hamido ve Tilki Selim çetelerinin şerrinden kurtulmak için sâkinleri tarafından terkedilmiştir.

Buna benzer olaylar sürüp gitmektedir. Hükûmetin hem çok adil ve şefkatli, hem de fitneciliğe müsamaha etmiyecek uyanık ve kuvvetli bir idare kurması gereklidir.

Bugünkü il teşkilâtının üstünde geniş yetkilere sahip genel müfettişliklerin kurulması düşünülecek tedbirlerdendir.

İktidarı, Doğu illerimizle daha çok ilgilenmeye ve dertlere esaslı çözüm yolları bulmaya çağırıyoruz.>>



Yeni İstanbul, 3 Mayıs 1967.

TKMD’NİN 31 ŞUBE BAŞKANI SERT BİR TEBLİĞ YAYINLADI

Üç gün önce büyük kongresi yapılan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği içindeki bazı anlaşmazlıklar 31 şube başkanının Genel Başkanlığa verdikleri sert bir muhtıra ile gün ışığına çıkmış bulunuyor.

Komünizme karşı fikir ve aksiyon olarak her çeşit mücadeleyi yapmak ve bütün müesseseleri ile Türkiye ‘yi komünizme karşı uyarmak gayesi ile kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri, kısa zamanda büyük bir gelişme göstermiştir. İdarecilerinin politika dışı şahıslar oluşu ve bu mücadeleyi karşılık beklemeden samimî olarak sürdürüşleri derneğe politik niyetlerin girmesini bu güne kadar önlemiş bulunmaktaydı.

Büyük kongreye hazırlık mahiyetinde olan bazı toplantılarda ve şube kongrelerinde vukubulan kırıcı ve lüzumsuz tartışmalar ve bazı kendini bilmezlerin işi Türklük ve Müslümanlık şeklinde ayrı ayrı mütalaa etmeleri dernek üzerine bazı şüphelerin düşmesine sebep oldu.

Son Genel Kongre delegelerinin bir istekleri de Derneğin, “Komünizmle Mücadele” sloganına saplanıp kalmaması, “zirai reforma, sosyal adalete, imkân eşitliğine, petrolle başta olmak üzere yeraltı servetlerinin millileştirilmesine, ücret dengesinin kurulmasına, sömürücülüğün önüne geçilmesine” çalışması idi. Bu arada Amerika’ya karşı Demirel kabinelerinin paralelinde politika takip etmenin de şiddetle aleyhinde olan bazı delegeler “her türlü emperyalizme karşı mücadele” istediler.

Yeni genel başkanın, Türklük aleyhine yazılar yazan ve yayan çevrelerce de reklâm edilerek delegelere daha önceden ısrarla telkin edilmesi seçimin akabinde bazı münakaşalara sebep oldu. Gençler, Türk’ün tarihî sembolü Bozkurt’a lâf söyleyenlere ve “İslâmdan önce Türk diye bir şey yoktur” gibi faydasız iddialar ileri sürenlere bu dernek içinde yer olmadığını söylediler.

SERT BİR MUHTIRA

Komünizmle Mücadele Derneğinin 10’a yakın şube başkanı, dün Gazeteciler Cemiyeti lokalinde düzenledikleri basın toplantısında mezhepçilik, bölücülük, kürtçülük, din ve türk düşmanlığına şiddetle karşı olduklarını söylemişlerdir.

Türkleri, Türk ve Müslüman şeklinde bölenlerin bu ülkeye büyük zararlar verdiklerini, komünizme karşı oldukları kadar kapitalist emperyalizme de karşı olduklarını söyleyen dernek başkanları “Komünizmle mücadelede Türkiye’nin her hangi bir devletin ileri karakolu olması da ihanetlerin en büyüğüdür” şeklinde konuşmuş, aç, çıplak, yoksul Türk ulusunun güçlenmesi için ilmî metodların milliyetçi açıdan tatbiki gerektiğini söylemişlerdir.

Öte yandan, 31 şube başkanının dün derneğin genel başkanlığına gönderdikleri muhtıra da basına bir bildiri ile açıklanmıştır.

Muhtırada, genel merkezden bazı isteklerde bulunulmakta, bunlar yapılmadığı takdirde mensup oldukları şubeleri derhal kapatacakları belirtilmektedir. Bu istekler şunlardır:

- Komünizmle mücadelede ana fikrimiz Türkçülüktür. Türkçülüğü İslâmiyet içinde mütalaa ediyor ve gerçek müslümanın Türkçü olduğuna inanıyoruz. Kurultayda “Türkçülük dinsizdir” diyecek kadar küstahlaşan sahte dincilerle aynı fikirde değiliz. Partizan olmayacağız. Bunun açıklanması.

– Dernek yazılarının altına “Tanrı Türkü Korusun” ibaresinin yazılması. Türkün millî amblemi olan Bozkurt’a lâf edecek alçakların da karşısındayız.



Babıâlide Sabah, N. Mustafa Polat, Sözün Özü, 3 Mayıs 1967.

KOMÜNİZMLE MÜCADELE KONGRESİNDEN NOTLAR

Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin dördüncü büyük kongresi, çok mühim hadiselere sahne oldu. Memleketimizde oynanmak istenen trajedinin iç yüzü bu toplantı ile olduğu gibi meydana çıkarken; milliyetçiliği katı bir şekil ve iptidaî bir kavmiyet olarak ele alanların da Türk cemiyetinden hiç bir zaman itibar kazanamayacakları ortaya konuldu.

* * *

Delegeler çok ciddî mevzular üzerinde durdular. Mücadelemizin şekil ve istikametini anlatmaya çalıştılar. Bâzıları ırk endişesiyle hareket edip Müslümanlığı, Türklüğün tâli bir kolu halinde görürken; ekseriyet asıl davanın İslâm olduğunu, Müslümanlık dışında herhangi bir milliyetçiliğin, her hangi bir ideolojik görüşün bizi kurtaramayacağını ısrarla ifade ettiler.

* * *

Genel Başkanlığa adaylığını koyarken, bütün fikirlerin hülasasını yapan Doç. Dr. Saffet Solakın bugüne kadar Mücadele derneklerinin antitezle meşgul olduğunu belirtmesi ve artık bir teze sahip olmak mecburiyetinde olduğunu bunu da <<Tezimiz ancak İslâm>>dır şeklinde ortaya koyması, tahminlerin fevkinde bir hadise oldu ve bir şuurlaşma hareketinin şumûlünü gösterdi. Diyebiliriz ki; Saffet Solakı genel başkanlığa getiren kuvvet; onun listesini olduğu gibi Genel Merkezde vazifelendiren kuvvet; <<tez>>in ortaya konulması, bunun da ancak <<İslâmiyet>> olduğunun anlatılmasıydı.

* * *

Kongrede Türkiye’nin muhtelif vilâyetlerinden gelen delegeler fikirlerini açıkladılar. Eski Genel İdâre Kurulunun ciddî bir faaliyet göstermediği belirttiler ve münhasıran komünizmle mücadelede ancak islâmî esaslar dairesinde muvaffak olunacağını ifade ettiler.

* * *

Meselâ, Genel İdâre Kurulunun yıllık faaliyet raporunda İslâm dininden etraflıca bahsedilmemiş olmasının ve dinî bir hava bulunmamasının tenkid edilmesi gerçekte de görülecek bir manzara idi. Recep Demirkazık isimli bir lise öğretmeni bu hususları dile getirirken, delegelerin kahir ekseriyetinin büyük tezahüratlarla aynı kanaata iştirak etmeleri de kendilerine İslâm’dan ayrı bir yol arayanlara ciddî bir ders oldu.

* * *

Kongrenin en mühim taraflarından birisi ise eski Genel Başkan Darendelioğlu İlhan Egemen Bey’in Doç. Dr. Saffet Solak lehine adaylıktan feragat etmesi ve bunu kongre huzurunda büyük bir iştiyakla açıklamasıydı. İki defa üst üste genel başkanlığa seçilen ve Türkiye’nin muhtelif bölgelerindeki konferansları ile komünistlerin içyüzlerini açıklayan ve bu yoldan da halkımızın takdirlerini toplamış bulunan Darendelioğlu’nun, derneği yeni bir ruh ve yeni bir hamle vermek için makamını Doç. Dr. Saffet Solak’a terk etmesi, bu nöbet değişikliğinden de son derece haz duyduğunu açıklamış bulunması, makam ve mevki ihtirasiyle yanıp tutuşanlara da ayrıca bir tokat oldu.

Bu hareketle de anlaşıldı ki, komünizmle mücadele dâvâsında muvaffak olunacak tek yol, feragat ve fedakârlıktır. İslâm’ı istinad ederek sadece ve sadece Rıza’yı ilâhiyi tahsil için çalışmaktır.

* * *

Kavmiyet endişesi ile hareket edenlerin zahirî muvaffakiyeti de çok kısa ömürlü oldu ve hatta onların iltizam ettiği taraf, tam tasfiyeye uğramak suretiyle büyük bir darbe de yedi.

* * *

Kongrenin dikkate şayan taraflarından birisi de, divan başkanlığını deruhte eden Erzurum Milletvekili dostumuz İsmail Hakkı Yıldırım’ın dirayetli idâresi idi. Her an patlak vermeye hazır bulunan kin ve garazları Yıldırım ustalıkla söndürmesini bildi ve kongreyi salim bir neticeye ulaştırdı. Darendelioğlu İlhan Egemen, feragatiyle ne derece muvaffakiyet elde ettiyse; İsmail Hakkı Yıldırım da, tarafsız idâresi ve uzlaştırıcı politikasiyle hem liyakatini ortaya koydu ve hem de muhtemel çatışmaları önlemiş oldu.

* * *

Hülasa, Komünizmle Mücadele Derneğinin dördüncü büyük kongresi, Mülümanların mühim bir zaferi oldu. Siyasî hadiselerin şu veya bu şekilde gelişmesinin onların düşünce ve kanaatlarında menfiye doğru bir değişiklik meydana getiremeyeceği hususu da ortaya çıktı.

Artık her fikir, her hareket ve her teşebbüs, muvaffakiyetini İslâmî ölçüler içerisinde aramak durumundadır.



Babıâlide Sabah, N. Mustafa Polat, Sözün Özü, 5 Mayıs 1967.

KOMÜNİZMLE MÜCADELEDE ÇATLAK SESLER

Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin Dördüncü büyük kongresinin neticesini hazmedemiyen bir grup, umumiyet itibariyle tarafsız şahsiyetlerden teşekkül eden Genel İdare Hey’etinin çalışmalarını kösteklemek ve -bir bakıma- göz dağı vermek için müşterek bir <<bildiri>> kaleme alıp bazı gazetelerde neşrettirdiler. 31 Şube başkanı adına hazırlandığı iddia olunan bu garip <<bildiri>>de ileri sürülen iddiaların başlıcaları şunlar:

* Komünizmle mücadelede ana fikir Türkçülüktür.
* Gerçek Müslümanın Türkçü olduğuna inanıyoruz.
* Kurultay’da <<Türkçüler dinsizdir>> diyecek kadar küstahlaşan sahte dincilerden değiliz.
* Partizan olmayacağız. Bu husus idare hey’etince açıklanmalı.
* Dernek yazılarının altına <<Tanrı Türkü Korusun>> ibaresinin yazılmasını istiyoruz.

Bu iddiaları okuyunca insan, gayrî ihtiyarî Komünizmle Mücadele Derneği şube başkanlarının değil de, CKMP teşkilâtı delegelerinin böyle bir <<bildiri>> kaleme alıp neşrettikleri zehabına kapılıyor.

Niçin mi?

Çünkü ileri sürülen iddiaların yüzde doksanı CKMP’nin müdafaa ettiği nesnelerdir ve asıl partizanlık da bu şekilde yapılmaktadır. Kendilerini tarafsız diye takdime eden bu adamların nasıl bir taraf tuttuğu ve bugüne kadar Türkiye Komünizmle Mücadele derneklerini nasıl bir istikamete sürüklemek istediği böylece daha iyi ortaya çıkmaktadır.

Her neyse; biz iddiaları teker teker tahlile çalışalım:

* Komünizmle mücadelede ana fikrin Türkçülük olması, her şeyden evvel, hem mücadele tekniğine ve hem de derneklerin kuruluş gayesine mugayirdir. Zira, komünizmle mücadele işi, sadece Türklere münhasır değildir. Türkiye’de bulunan ve Allah’a inanan, Allah’ın emir ve nehiylerine itiba eden her insan, bizatihi bu mücadeleyi yapmaktadır. Esasen en muvaffak mücadele yöntemi usulü de, ırk yoluyla değil, din yoluyla yapılan mücadeledir. Irkçılık, kütleleri parçalamak, birbirine düşürmek, hasım cephelere ayırmaktan başka bir netice vermez. Bu bakımdan komünizmle mücadele derneklerinin böyle bir ana fikre sahib olmaları mümkün değildir. Bu, olsa olsa CKMP’nin ana fikri olabilir ki; o da kendilerini alâkadar eder.

* Gerçek Müslüman, hiçbir zaman <<Türkçü>> olamaz. Zira gerçek Müslüman her leyden evvel <<Müslüman>>dır. Onun için şu veya bu kavim mühim değil, Allah’a inanmak ve bağlanmak mühimdir. Hiçbir Müslüman Türk bu garip, garip olduğu kadar da mesnedsiz iddiaya sahip çıkmaz, böyle bir iddia ile ortaya atılan sahte Türkçülerin de samimiyetine inanmaz.

* Kurultayda hiçbir dindar, Türkçülere dinsiz dememiştir. Ancak Türkçülük dâva edenlerden bazılarının dine cephe aldığı açıklanmış ve bu husus tenkid mevzuu olmuştur. Esasen Kurultay’da bazı delegelerin bizzat Türkçülük yapıp, dindarlara cephe aldıkları gözden kaçmamış; fakat bunlar herhangi bir netice elde edemedikleri gibi, mağlûb olmuşlardır. Kurultayda sahte dinciler değil, sahte milliyetçiler bulunmuş, dinsizlik cereyanı ile mücadele gibi küllî bir hizmeti ırkçılık ihtirasına kurban etmek istemişlerdir. Lâkin mağlubiyetleri müthiş olmuştur.

* Partizan olmıyacağız demek kolaydır, lâkin bunun isbatı zordur. Her ne kadar kendilerinin partizan olmadıkları iddialarını ileri sürüyorlarsa da, müdafaa ettikleri fikirler bakımından CKMP’nin politikasına uygun hareket ettiklerini âlenen ve resmen ortaya koymuş bulunuyorlar.

* Dernek yazılarının altına <<Tanrı Türkü korusun>> ibaresinin konulması ne demektir? Niye <<Allah Müslümanları korusun>> değil de, <<Tanrı Türk’ü korusun>>?... Bundan maksat nedir? Böylesine koyu bir ırkçılıkla Komünizmle Mücadele Derneğinin ne alış verişi olabilir?

Ortada korunması için dua edilmesi lâzım gelen bir şey varsa, o da; komünizm tehlikesi karşısında bütün İslâm âlemi, hatta bütün insanlık âlemidir. Böyle şumüllü bir dua yerine, niçin ırkçılık, niçin kafatasçılık yapılsın? Sonra, neden Allah değil de Tanrı? Acaba bunda şamanizmin kokusunu mu alıyorlar?

Unutulmasın ki, bu millet Allah’ına bağlıdır. Türkiye hudutları dahilinde ve haricinde nerede Türk unsuru varsa, hepsi Müslümandır. Müslümanlıktan çıkmış, şamanizme özenmiş, yahut hiçbir din kabul etmemiş bulunan Türkler de esasen Türklükten de çıkmışlardır. Binaenaleyh, Türk’ün istinad edeceği, bağlanacağı, kat’iyyen ayrılmayacağı bir şey varsa, o da İslâmiyettir; İslâm âlemidir. Zira onu ancak Allah muhafaza eder, tanrı değil.

Kanaatimizce, hemen umumî kongrenin akabinde nefes alınmadan neşredilen bu bildiri adi bir politika oyunundan başka bir mahiyet taşımamakta ve Komünizmle Mücadele derneğinin yeni kadrosuna göz dağı vermek gibi çok basit bir hesabın mahsulü olmaktadır. Lâkin kuru gürültülere pabuç bırakacak kimse yoktur. Hiç kimse Müslümanların dâvasına gölge düşüremez.



Vatan, 4 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ “HÜKÛMET KENDİ FELSEFESİNİ İNKÂR ETTİ”

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanlığı bir bildiri yayınlayarak, hükümetin kendi felsefesini inkâr ettiğini öne sürmüştür. Alparslan Türkeş’in imzasıyla yayımlanan bildiride şöyle denilmektedir:

<<Hükümet kendi felsefesini inkâr etmiş durumdadır. Vatandaşa seçim öncesi sunulan vaatlerle bugün arzedilen tatbikat büyük bir tezat teşkil etmektedir. Bu bir iğfal politikasıdır. Ve 40 yıldır şu veya bu kişinin şu veya bu partinin elinde kesiksiz yürütülmektedir.

Milletin dinî akidelerine hürmet vadedilmiş, tatbikat ters yönde olmuştur.

Millete yeni külfet yüklemiyeceği vadedilmiş tatbikat her şeyi pahalandırmak şeklinde olmuştur.

Millete asayiş vadedilmiş, tatbikat şakilerle uzlaşma tarzında olmuştur.

Bir kanun vardır. AP – CHP koalisyonu çıkarmıştır. 38 sayılı Tedbirler Kanunu. Hükümet sözcüsü gazeteler her gün bunun kalkması yolunda yazmışlar, hükümet kendilerinin çıkardığını bilmezden gelip kaldıracağını vaadetmiş.

Kanunun kalkması için teklif Adalet Komisyonuna gelince yine hükümet kalkmamasını isteyip geri çevirmiştir.

Politikada doğru olmayan beyanlarla başlayan iktidar başı doğru olmayan vaadlerle rey almış ve yanlış tatbikatlarla hükümet etmektedir.>>



Yeni İstanbul, 5 Mayıs 1967.

TÜRKÇÜLER GÜNÜNDE TÜRKEŞ KONUŞTU

“Bütün dâvaların tek dayanağı Türk Milliyetçiliğidir. Ondan vazgeçemeyiz” diyen hatibe büyük tezahürat yapıldı.

3 Mayıs Türkçüler günündeki gece Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde yapılan büyük bir törenle anılmış, çeşitli konuşmacılar, 3 Mayıs 1944 olaylarını anlatmışlar ve 19 Mayıs 1944 te İnönü tarafından söylenen nutkun tahlilini yapmışlardır.

Niyazi Gençosmanoğlu, Zeki Sofuoğlu, Nejdet Sançar’ın olayları anlattıkları, Refet Körüklü ile Arif Nihat Asya’nın milliyetçilik üzerine yazılmış şiirlerini okudukları bu törende son olarak, büyük tezahürat arasında Alparslan Türkeş kürsüye davet edilmiştir.

Türkeş, geçmişteki olaylardan bir takım derslerin alınması gerektiğini belirtmiş, o zamanki idareyi bütün açıklığı ile anlatmış ve özetle şöyle konuşmuştur:

“O devrin tek parolası vardı. O da, tek parti, tek şef’di. Basın ve Radyoyu ellerine almışlar, istediklerini yazdırıp istediklerini yazdırmıyor ve duyurmuyorlardı. Çeşitli entrikalar yapılıyor, milliyetçiler tuzağa düşürülmek isteniyordu. Tenkide tahammül edemeyen İnönü, bütün suçu milliyetçilerin üzerine atıyor ve onları ezmek istiyordu. O devirde de alçakça iftiralara maruz kalıyorduk. Ancak şu anda çok dikkat çekici bir ortam yaratılmaya çalışılmaktadır. O devrin suçlusu, bugün mazlummuş gibi, siyasî ihtiraslar uğruna tefrikalar yazmakta, aynı alçakça iftira kampanyasına devam etmektedir. Biz bu kampanyanın tamamen, siyasî ihtiraslar uğruna yapıldığını biliyoruz. Ama yapılış şekli ne olursa olsun, bu alçaklıktır. Bütün amacımız, Türklüğün tek kalesi ve tek müstakil varlığı Türkiye’yi korumak, kalkınmasını ve yükselmesini gerçekleştirmektir.” demiştir. [Yeni Gazete’de 12 Nisan 1967 tarihinden itibaren neşredilen Eski Sıkı Yönetim Savcısı Kazım Alöç’ün, “İfşa Ediyorum – Türkiye’de Komünizm ve Irkçılık” yazı dizisi kastediliyor.]

Yapılan işkenceleri de görüp yaşadığını da belirten Türkeş, “sık sık hukuk devletinden söz edenler var. Bunlar millî şeflik devirlerini unutuyorlar. Çünkü o devirde hukuk devleti kurallarından hiç biri yoktu. Hürriyetin adından başka bir şey bırakılmamıştı. Şimdi bütün bunlar unutuluyor ve siyasî menfaatlar uğruna şerefli insanlara çamur atılmağa devam ediliyor. Yanlış tanıtılmaya çalışılan bizlerin en büyük mücadelesi bu gibilerle olacaktır. Çünkü biz Türk milletinin kalkınma ve yükselmesi için savaşıyoruz” demiş ve “Türk milliyetçiliğinden vazgeçilmez, bütün dâvaların tek dayanağı Türk milliyetçiliği olmuştur ve olacaktır.” diyerek, milliyetçilerin coşkun tezahüratı arasında konuşmasını bitirmiştir.

Daha sonra konuşan Fethi Tevetoğlu da 3 Mayıs olaylarını anlatmış, o günlere ait bazı açıklamalarda bulunmuştur.

Büyük heyecan içinde geçen toplantı Nihâl Atsız’ın selâm şiirinin okunması ile son bulmuş, toplantıdan çıkarken milliyetçi liderlere tezahürat yapan gençler, Alparslan Türkeş’in bindiği arabayı kaldırmak istemişlerdir.



Son Baskı, 5 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ: İLMÎ BİR İAŞE POLİTİKASINA İHTİYAÇ VARDIR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bugün bir demeç vererek, halkımızın iyi beslenmediğini ileri sürmüş ve <<devletin ilmî bir iaşe politikasına ihtiyacı vardır>> demiştir. Türkeş şunları söylemiştir:

<<Türk halkı iyi beslenememekte, büyük bir gıda sıkıntısı çekmektedir. Devletin ilmi bir iaşe politikasına ihtiyacı vardır. Türk halkının en ucuz fakat en kuvvetli şekilde beslenmesini sağlayacak ilmi tedbirlerin alınması için daha fazla ihmal gösterilmemelidir. Sağlık kurallarına aykırı bulunan memleketimizin ekonomik faaliyetleri yeniden ele alınmalı ve milletin beslenmesi için gerekli ana ihtiyaç maddeleri ucuz ve bol mikdarda sağlanmalıdır. Memleketimizin bazı bölgelerinde çok bol olan değerli gıda maddeleri tedbirsizlik yüzünden çürüyüp mahvolmakta diğer taraftan halkın büyük kısmı ihtiyaç içinde kıvranmaktadır. Bunun tipik örneği Karadeniz ve Marmara bölgelerinde çıkarılan deniz ürünlerimizin değerlendirilmemişdir.>>



Yeni İstanbul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Bence, 7 Mayıs 1967.

ALP ARSLAN TÜRKEŞ HAKKINDA…

Yeni olgun neslin en olgun çehrelerinden biri bence Alparslan Türkeş’tir.

Alparslan Türkeş cılız demokrasimize bir erkek ses katmıştır.

Bu gür davûdî ses, Türkiye siyasî korosunda gün geçtikçe vazgeçilmezliğini artırmakta, kuvvetlenmektedir.

Günleri eksilmeden yaşamak politika adamına devlet adamı olmanın yollarını açar.

Bence Alparslan Türkeş, günleri “eksilmeden yaşayan” bir vatandaştır.

İhtilâl’in kuvvetli adamı, gürültülü bir devrin bütün farfaralarına rağmen dikkatimi üzerine çekmiş ve üzerinde toplayabilmiş bir adam olmamıştı.

Ne o ne de ötekiler…

Çünkü ben kollektif heyecanları da, hareketleri de sevmem. Böyle heyecanlar ve böyle hareketler insanları teneke kutulara istif edilmiş sardalya balıklarına döndürürler. Sıradan adam haline sokarlar.

Şahsiyetlere belirme fırsatlarını kaparlar.

Fakat bugünkü Alparslan Türkeş bir çok duygulu vatandaşlarım gibi benim de dikkatimi çekiyor ve siyasî dikkatimi üzerinde toplıyabiliyor. Tıpkı bir çeyrek asırdan fazla bir zaman önce olduğu gibi.

O zaman ateşli idealist bir gençti.

Bugün tam tavında bir çelik. Alparslan Türkeş kuvvetli adam dendiği için değil kuvvetli adam olduğu için siyasî dikkatimin bir niyrengi direği olmuştur.

Dikkat! “noktası” demiyorum, “direği” diyorum. Çünkü hasımlarının gözlerine mertek olan bu siyaset adamı artık politika alanımıza iyice kazık kakmıştır.

Artık ne sarsılır ne devrilir…

Zaman ile apolitik bâzı pürüzlerini de tecrübelerinin törpüsü ile giderebileceğini sandığım Alparslan Türkeş, hasımlarının iftirâ ve bühtanları bayağılaştıkça hatları daha belirmiş çehresi ve taktiki daha incelmiş politikası ile elbette çok daha geniş yığınların adamı olacaktır.

Serpilmiş kavakların hoyrat yavanlığından tiksinen gözler servi hasreti çekmeğe başlamış gibidirler.

Alparslan Türkeş’in politikada derece derece boy verişinde bir servi endâm, renk ve âhengi seziliyor.

Bir çeyrek asırdan fazla bir zaman önce onu bana rahmetli dostum Kalgay Sami Karayel göstermişti. Geçirdiği ilk acı siyasî mâcerâsına, sanırım, en çok üzülen de Sami olmuştu. Çünkü Türkeş’i pek beğenirdi.

Eğer Türk izciliğinin babası olan o erkek Sami Karayel’i, hiç umulmadık bir anda bir Karayel alıp götürmeseydi bugünkü Türkeş’i kimbilir ne gururla seyrederdi.

Tereddi yılanının zehirini kurutmak için bu milletin karakterli liderlere ihtiyacı gittikçe artıyor.

Alparslan Türkeş karakterli bir lider olduğunu hergün bir parça daha ispat etmektedir.



Babıâlide Sabah, 7 Mayıs 1967.

TKMD İSTANBUL ŞUBELERİ GENEL MERKEZE BAĞLILIK TELGRAFI ÇEKTİ

Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin İzmirde yapılan dördüncü Genel Kongresinde, Genel Başkanlığa da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi tedris azalarından Doç. Dr. Saffet Solak’ın seçilmesi, dernek teşkilâtları tarafından tasviple karşılanmış ve bilhassa komünizmle mücadele tezinin İslâmiyet olduğunu açıklaması büyük takdir toplamıştır.

TKMD Genel Merkezine Türkiyenin muhtelif yerlerinden gönderilen telgraflarla yeni seçilen idareciler tebrik edilmekte ve bir kaç gün evvel Dernek aleyhinde basın toplantısı yapan şahıslar protesto olunmaktadır. Bu cümleden olarak, Komünizmle Mücadele Derneğinin İstanbul şubeleri dün akşam müşterek bir toplantı yaparak seçim neticelerini gözden geçirmiş ve Derneğin yeni kadrosu ile beraber mücadeleye devam edileceği kararı verilmiştir.

Eski Genel Başkan Darendelioğlu İlhan Egemen’in de hazır bulunduğu toplantıda TKMD yeni Genel Başkanı Doç. Solak’a da bir telgraf çekilmiştir. Telgraf aynen şöyledir:

Sayın Doç. Dr. Saffet Solak
TKMD Genel Başkanı
İZMİR

Dördüncü Kurultayımızın seçtiği Genel Başkan ve Genel idare kuruluna başarılar ve Allahın yardımcı olmasını dileriz. İstanbul şubeleri olarak sizinler beraber olduğumuzu iftiharla bildiririz. TKMD İstanbul Şubeleri


Vazife Taksimi Yapıldı

Türkiye Komünizmler Derneği Dördüncü Genel Kurulunda vazifeyi devralan idare heyeti aralarında vazife taksimi yapmışlardır. Doç. Dr. Saffet Solak’ın başkanlığında idare heyeti şöyle teşekkül etmiştir.

İkinci Başkan Avukat Burkay Kaynak, Genel Sekreter Şemsettin Peker, Genel Muhasip Dursun Aksoy, Veznedar Ömer Yıldırım, Üyeler: Haydar Hoşgönül, Ahmet Ozçatan, Baha Kitapçı ve Emin Gülgezer.



Babıâlide Sabah, 8 Mayıs 1967.

GAZETEMİZ FIKRA YAZARLARINDAN N. MUSTAFA POLAT TECAVÜZE UĞRADI!

Gazetemiz yazarlarından N. Mustafa Polat, geçen akşam saat 19’da idarehanemizden evine giderken tecavüze uğramış ve <<Allah Müslümanları korusun dersin ha…>> diyen mütecavizler tarafından muhtelif yerlerinden yaralanmıştır.

Baş mütecaviz, Vezirhan caddesinden Çemberlitaş istikametine gitmekte olan yazarımız N. Mustafa Polat’a arkadan hücum etmiş ve evvelâ kafasına bir torba içerisinde bulunan yumurta ve taş tomarını fırlattıktan sonra ellerinde bulunan ve mahiyeti tesbit edilemiyen cisimlerle vurmaya başlamışlardır.

15 dakika kadar devam eden kavga neticesinde Polat, mütecavizlere mukabele etmeye başladıktan sonra <<Allah müslümanları korusun dersin ha...>> diyen bir mütecavizin eşkalini tesbit edebilmiş; ancak etraftan hâdiseye seyirci olan vatandaşların araya girip ayırmayı neticesinde de mütecavizlerin tamamı firar etmişlerdir.

Hâdise esnasında etrafta hiçbir polis ve bekçi görülmemiş; ancak N. Mustafa Polat’ın şikâyetinden sonra Alemdar ve Yeşildirek karakolu tahkikata başlayabilmiştir.



Bugün, 8 Mayıs 1967.

GAZETECİ ARKADAŞIMIZ MUSTAFA POLAT ZORBALARIN TECAVÜZÜNE UĞRADI

Babıâlide Sabah Gazetesi yazarlarından N. Mustafa Polat, geçen akşam saat 19’da idârehaneden evine giderken, meçhul şahısların tecavüze uğramış ve <<Allah Müslümanları korusun dersin ha…>> diyen mütecavizler tarafından muhtelif yerlerinden yaralanmıştır.

Bir siyasî partinin gençlik teşkilâtına mensub olan ve daha evvel de telefonlar tehdidlerde bulunan baş mütecâviz, Vezirhan caddesinden Çemberlitaş istikâmetine gitmekte olan arkadaşımız N. Mustafa Polat’a arkadan hücûm etmiş ve evvelâ kafasına bir torba içerisinde bulunan yumurta ve taş tomarını fırlattıktan sonra, ellerinde bulunan ve mahiyeti tesbit edilemiyen cisimlerle vurmaya başlamışlardır.

15 dakika kadar devam eden kavga neticesinde Polat, mütecâvizlere mukabele etmeye başladıktan sonra <<Allah müslümanları korusun dersin ha...>> diyen bir mütecâvizin eşkâlini tesbit edebilmiş; ancak etraftan hâdiseye seyirci olan vatandaşların araya girip ayırmayı neticesinde de mütecâvizlerin tamamı firar etmişlerdir.

Hâdise esnasında etrafta hiç bir polis ve bekçi görülmemiş; ancak N. Mustafa Polat’ın şikâyetinden sonra Alemdar ve Yeşildirek karakolu tahkikata başlayabilmiştir.

Fikre karşı yumruk ve sopayla bir Gazeteciyi arkadan vurmaya kalkışan particilerin hüviyetleri henüz tesbit edilememiştir.

Milliyetçi ve mukaddesatçı cepheye hizmet eden ve sevilen bir muharririn sokak ortasında tecavüze uğraması nefretle karşılanmış ve fikre karşı taş kullanan zihniyet bütün sağduyu sahiplerince lânetlenmiştir.



Bugün, 9 Mayıs 1967.

N. MUSTAFA POLAT’A TECAVÜZ EDENLER HÂLÂ YAKALANAMADI

Gazeteci arkadaşımız N. Mustafa Polat’a evvelki gece vâki tecâvüz hâdisesi ile alâkalı olarak polis herhangi bir faaliyette bulunmamış ve dün mütecavizleri tesbit etmek mümkün olamamıştır.

15 dakika kadar fasılasız devam eden ve beş mütecâvizin arkadan taarruzu ile başlayan müessif hâdiseden sonra arkadaşımız N. Mustafa Polat evvelâ Alemdar karakoluna, sonra da Yeşildirek karakoluna hâdiseyi intikal ettirmiş ve lüzumlu malûmatı vermiş olmasına rağmen, polisin mütecâvizleri aramaması ve hattâ Yeşildirek karakoluna giden bir arkadaşımızın ikazı üzerine şikâyet dosyasının lüzumsuz evraklar kısmından çıkarılıp muamele yapılıyormuş gibi davranışları garip karşılanmıştır.

Fikre karşı kaba kuvveti temsil eden mütecavizlerin bir an evvel yakalanmaları için Dahiliye Vekili sayın Faruk Sükan’ın polisi harekete geçireceğini ümid ediyoruz.



Bugün, Mehmed Şevket Eygi, 9 Mayıs 1967.

FİKİR VE SOPA

Müslüman bir gazeteci dövüldü. Aziz dostumuz ve kardeşimiz Mustafa Polat, akşam karşılığında arkadan saldıran beş <<kahraman>> ın (!) hücumuna maruz kaldı ve onlarla tam 15 dakika boğuştu. Failler yakalanamadı.

Müessif hâdise maalesef basında yankı bile uyandırmadı. Komünist bir gazeteci dövüldüğü zaman yaygara ve feryadlarıyla ortalığı birbirine katan ilerici gazeteler bu menfur tecavüze bir satırla bile temas etmediler. Çünkü tecavüze uğrayan bir Müslümandı.

Niçin ve kimler tarafından hücuma uğramıştı Mustafa Polat? Karanlıkta arkadan saldıran beş mütecâvizin hıncı neydi ona?

Bu suallerimizin cevabını verebilmemize yarayacak tek delil var elimizde. O da şu:

M. Polat bir yazısında <<Tanrı Türkü korusun!>> yerine <<Allah müslümanları korusun!..>> sözünün kullanılmasını teklif etmişti. İşte mütecâvizler ona darbeler indirirken, bir yandan da <<Sen, Allah Müslümanları korusun, dersin ha!..>> diye bağırıyorlarmış.

Demek ki, Polat’ı arkadan vurmak isteyenler <<Tanrı Türkü korusun!>> yerine <<Allah Müslümanları korusun!>> ifadesinin kullanılmasına muhalif olanlarmış. Yazık, çok yazık!.. Gönül arzu ederdi ki, Polat komünistlerin, siyonistlerin, masonların suikastine uğramış olsun! Heyhat ki gerçek böyle değil. Onu, bizden görünüp, bizi kendi emellerine âlet etmek isteyen kimseler hırpaladılar. En ufak tenkidleri bile çekemiyen mutaassıp partizanların yumruğunu yedi Mustafa Polat.

Yağma yok beyler!.. Biz Müslümanları kandıramayacaksınız. Plânlarınız malûm: Koyu müslüman görünüp, Müslüman kütleyi, İslâmcıları uyutacaksınız. Bizim reylerimizle, bizim desteğimizle başa geçince de tekmeyi ilk defa bize vuracaksınız.

Beyler aklınızı başınıza toplayın. Erkekçe ortaya çıkın. Samimi Müslümansanız İslâmiyetin icaplarını yerine getirin. Yok değilseniz dinimizi istismar etmeyin. Şunu iyi bilin ki, İslâmiyet başka sosyalizm, nasyonalizm, ırkçılık ve saire ideolojiler başkadır. İslâmiyet bunların hepsine karşıdır.

İslâmiyet bütün Müslümanları kardeş ilân etmiştir. İslâmiyette üstünlük sadece dinî ölçülerdedir. Kim iyi Müslümansa, kim Allah’a (C:C) ve Resûlüne (S:A) dosdoğru itaat ediyorsa, kim Şeriate sarılıyorsa o daha üstün bir insandır. Mâdem ki, sizler de Müslümansınız o halde <<Allah Müslümanları korusun!>> duasının içine siz de dâhilsiniz. Sizi bu kadar kızdıran, karanlıkta bir kişinin arkasından beşinizi birden saldırtan kin ve hiddet nedendir böyle?

Artık bütün Müslümanları kimse aldatamıyacaktır, kimse bizi siyasî emellerine, şahsî menfaatlerine âlet edemiyecektir. Belki, bâzılarını bir müddet daha iğfal edip aldatabileceksiniz. Fakat zorbalıkla fikirleri çelmek, korkutmak, sindirmek yolu artık ebediyen kapanmıştır.

İlhami Soysal dövüldüğünde hoparlörünün perdesini yırtarcasına bağıran TRT şimdi susuyor. Ondan ancak bu beklenir. Ama siz muhterem Dahiliye Vekilimiz Dr. Faruk beyefendi, siz vâlimiz Vefa bey ve diğer ilgililer lütfen harekete geçiniz ki, fikir sopaya kurban olmasın.

Allah müslümanları eli sopalılardan kurtarsın…



Yeni İstanbul, Zafer, 9 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ: AĞIR ENDÜSTRİ ENERJİ KAYNAKLARI VE DEMİRYOLLARI DEVLET ELİNDE OLMALI

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün bir demeç vererek “Kalkınma çabasında bulunan memleketimizde yatırımların stretejisi kesinlikle tespit edilmemiştir.” demiştir.

Türkeş bu konuda özetle şunları söylemiştir:

“- Devletin ve özel sektörün sahası kesinlikle tespit edilmeli ve bu kesimlerde uzun vadeli işlere girişmek imkânı doğmalıdır. Kalkınmanın ana stratejisine hâkim olabilmek için ağır endüstri, enerji menbaları, demiryolları devlet elinde kalmalı, hafif endüstri özel sektöre devredilmelidir. Halen devlet elinde bulunan bu tesisler herkesçe alınabilir hisse senetlerine bölünerek herkesçe alınabilir hisse senetlerine bölünerek, millete arzedilmeli, vatandaş vatanında mülk sahibi yapılmalıdır. Bu yoldan toplanan sermaye yeni yatırımların esasını teşkil edebilir ve millet zamlar altında ezilme yerine arzulu tasarrufa yönelebilir.

DEVLETÇİLİK ANLAYIŞI

Hafif endüstri sahasına devlet teşebbüsü, ancak gelişmemiş bölgelerde öncülük vazifesi görmeli, devlet kapitalizminden kurtulmalıyız. Bugün memleketimiz anlaşılması güç bir zihniyetin eseri olarak Atatürk’ün devletçilik anlayışının zıddına, herşeyi devlete maletme ve vatandaşları ırgatlaştırma politikasının kurbanı olmuştur.

Hazin olan şudur ki, 1924 ve 1961 Anayasalarını hazırlayan ve devlet düzenini iki defa bizzat kuran sayın İnönü ve partisi kendi kurdukları bu düzenin bozukluğunu ileri sürenlerin başında gelmektedir.

Sanayinin yüzde 85’i devlet elinde olan Türkiye’de devletçiliğin temposunu arttırmak ve yurdu patron – millet – ırgat durumuna düşürmek olacaktır. Yapılacak iş devleti, otelci, kunduracı, bezci, kasap ve meyhaneci halinden çıkarmak ve sanayinin nâzım sektörünü de kârcı – çıkarcı bir zihniyetle kayırılmış dostlar tagallübünden kurtarmaktır.

CKMP Genel Başkanı sözlerini, <<Ereğli Demir Çelik Fabrikası devlete, Ereğli Bez Fabrikası millete geçmelidir.>> diyerek tamamlamıştır.



Zafer, 9 Mayıs 1967.

AYDIN’DA CKMP İL TEŞKİLÂTI KURULDU

CKMP Merkez Yönetim kurulu üyelerinden Rifat Baykal’ın Aydın’ı ziyareti üzerine Aydın’da CKMP iş teşkilâtı kurulmuş ve kuruluş beyannamesi valiliğe verilmiştir. CKMP Aydın’da önümüzdeki seçimlere iştirâk edecektir.



Babıâlide Sabah, 10 Mayıs 1967.

Fıkra yazarımız Mustafa Polat’a vaki tecavüz infial uyandırdı

Gazetemiz yazarlarından Mustafa Polat’a yapılan tecavüz Müslüman camiada nefretle karşılanmıştır. Telefonla, telgrafla, mektupla ve gazeteye bizzat gelerek fıkra yazarımıza geçmiş olsun diyen Müslümanlar, mütecavizleri lânetlemektedirler.

Yapılan tecavüzü, Türk basınına ve Müslüman camiaya indirilmek istenen darbe olarak vasıflandıran Üniversite gençliği de Türk zabıtasından mütecavizlerin bulunmasını istemişlerdir.

Lânetleyenler

Menfur tecavüzü lânetleyenlerin gönderdikleri yazılardan bazıları şunlardır:

<<Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin Genel Başkanlığı seçiminden sonra bir kaç partizanın neşretmiş olduğu beyannameye Sabah Gazetesi fıkra yazarı Mustafa Polat beyin cevaben yazmış olduğu İslâmî düşünceyi ve birliği belirten yazısını hazmedemeyen bazı sapıklar sayın Polat’a geçtiğimiz Cumartesi akşamı saldırmışlardır.

Komünist sempatizanları dururken, onlara saldırmayıp, sadece imanlı Müslümanları hedef almaları saldıranların ve onları bu işe teşvik edenlerin milliyetçiliği de bizleri şüpheye düşürdü.

Bizler, yapılan tecavüzün sayın Mustafa Polat beyin şahsından ziyade, Müslüman Türk Milletinin inancına karşı yapılmış kabul ediyoruz.

Allah İslâm âlemini bu tip sapıkların şerrinden esirgesin. Allah İslâm’ı korusun.

İstanbul Komünizmle Mücadele Derneği üyeleri>>

*

<<Şahsınızda Yüce İslâma yapılan tecavüzü ve mütecaviz zihniyeti şiddetle tel’in ederek zatı âlilerinizi tebrik eyleriz. Allah yardımcınız olsun.>> Tekirdağ Din Görevlileri Cemiyeti

*

<<Hayatını Müslüman Türk milletini dâvasına adayan size ve <<Allah Müslümanlar Korusun>> ifadenize tahammül edemeyen fikri iktivadan yoksun birkaç külhanbeyinin meydana getirdiği olayı lânetliyor ve ihtar ediyoruz ki, fikir hürriyetini hiçe sayan, kanun nizam tanımayan, hakikat meş’alesini ortaçağ metodları ile söndürmek isteyen, Allah lafzından ürkenler hiç bir zaman muvaffak olamayacak, karşılarında Türk’ün ruh köküne bağlı gençliği bulacaklardır. Allah kendisine inananlarla beraberdir.>> Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti Başkanı Şakir Egeli

*

<<Yüksek ecdadın hâtıralarını çiğneyerek mâşeri vicdana saldıran, kahbece arkadan vurmaları ile meşhur olanların metodlarını tatbik ederek yaptıkları adî ve hunharca bu tecavüzü İstanbul Yüksek Tahsil Gençliği adına şiddet ve nefretle protesto ederiz

Sırf, <<Allah Müslümanlar Korusun>> dediği için Müslüman Türk Milletine yapılan bu filli tecavüz Mustafa Polat’ın şahsında toplanmıştır. Esas tecavüz Müslüman Türk Milletine ve bu vesile ile mukaddesatımıza ve imânımızadır. Fakat bunlar şunu kat’i olarak bilsinler ki Ebûcehil ruhlu nemrutlaşmış, firavunlaşmış karakterleri senbolleri kendileri de başta olmak üzere son kalıntıları ile son günlerini yaşıyorlar.

Tecavüzlerini alçakça ve arkadan fikirlere kaba kuvvet ve küfürle karşı çıkan bu şahsiyetsizlere Türk halkı ve gençliği gereken cevabı verecektir.>> İstanbul Yüksek Kimya Mühendisliği Talebe Derneği Başkanı Yekta Korcan ve arkadaşları ve Özel İstanbul Kimya Mühendisliği Talebe Derneği Başkanı Özel Şenler ve arkadaşları.



Babıâlide Sabah, Adıdeğmez, Çerçeve, 10 Mayıs 1967.

MUSTAFA’YI DÖVENLER

Gazetemizden Mustafa Polat’ı sokakta, kancıkça, arkasından abanarak dövenler, ne komünist, ne solcu, ne devrimbaz, ne şu, ne bu!.. Türkçülük taslayan ve Türk olduklarını vehmeden birtakım tarih öncesi yaratıklar!..

Dayak atarken de ağızlarından kaçan hınç formülü şu cümlede billûrlaşıyor:

- <<Allah Müslümanları korusun!>> diyen sen misin? Al!

Yani Mustafa Polat:

- Tanrı Türk’ü korusun!

Tekerlemesine ve bu tekerlemenin ruh haletine uymadığı ve varlık şerefinin merkezini İslâmda gördüğü için dayak yiyor!

Yaradıcının hâs ismi, âlemi ve yazılışiyle tuğrası makamında olan Allah adını kastla kullanmaksızın, tan yerinden gelme tanrı kelimesine, içindeki put kokusunu yayarak yer verenler ve böylece Türke hususî bir oymak putundan yardım dilercesine tahsis yapanlar, Türk’ü İslâmdan ayırmaya ve onun kabuğu üzerinde milliyetçilik dâvasını kurmaya çalışanlar, bizzat Türklüğün ve gerçek Türkçülüğün hainidirler.

Muazzam bir ideolocya dâvası olan, eski Büyük Doğu’larda adamakıllı işlenmiş bulunan ve daha da işlenmesi için yeni Büyük Doğu’ların beklenmesi gereken bu meseleyi, şu ân için fikir cephesinden ayırıp hissî bir teşhise bağlayalım:

Kabuk ve posa milliyetçilerinin bu gayreti, kibrit çöpünün sönerken çıkardığı yalancı aleve benzemektedir ve artık tükenmek üzere bulundukları yaman bir gerçektir. Böylelerine din teklif ediyor ve diyoruz ki:

- Gerçek Türk’ü bulmak istiyorsanız İslâm’a geliniz, bizden, yani gerçek Türk olunuz; ve eğer olmazsanız, kancıkça, arkadan değil, önden ve bütün mevcudunuzla meydan dayağına hazırlanınız!



Babıâlide Sabah, N. Mustafa Polat, Sözün Özü, 10 Mayıs 1967.

<<IRKÇILIK>> BUDALALARI

İslâm, ırkçılık putlarını 1400 sene evvel yere serdi. Kavmiyetçiliğin en kaba ve koyusunun hâkim olduğu Arabistan’da bütün cahiliyet âdetleri ile birlikte ırkçılık da kökünden kazındı. İslâm ittihadı, İslâm uhuvveti, İslâm ahlâkı her menfiyi müsbete çevirdi; her çatışmayı bertaraf etti.

1400 sene evvel İslâm’ın yıktığını bugün ayakta tutmaya, yahut ayağa kaldırmaya kimde mecal vardır?

Irkçılık, hangi ırk, hangi kabile adına olursa olsun artık hayat hakkına sahip değildir. Zira onun ortadan kaldırılması hususunda verilen hüküm tâ 1400 sene evvel infaz edilmiştir.

Buna rağmen, ortada bâzı kavmiyetçilerin gövde gösterisi olmuyor değil! Meselâ birisi çıkıyor; başta garazkâr politikasına İslâmiyeti âlet etmek istiyor; maskesi kısa zamanda yırtılınca, bu defa mücerret ırkçılık bayrağını açıp, bâzı gafil gençleri tarafına çekiyor ve memlekette ikilik meydana getirmek istiyor.

Mevhum liderlik dâvâsının bağlıları, Müslümanları aldatamayacaklarını anlayınca, tecavüze kalkışıyorlar; Müslümanların aleyhine bir cephe kurmaya çalışıyorlar. Meselâ, bunlardan birisi, tertib edilen bir toplantıda aynen şunları söylüyor:

<<- Önce Türklük vardır. Türklük unsurunu ikinci duruma düşürecek hiç bir dinî ve siyasî sistem kabul etmeyiz.>>

Ne korkunç hezeyan! Öyle bir cahiliyet adetine saplanmışlar ki, kavmiyetçiliği dinin bile üstünde tutuyorlar. Halbuki önce Türklük değil, Müslümanlık vardır ve Müslümanlığı ikinci plâna düşürecek hiç bir görüşü kabul etmemek milliyetçiliğimizin aslî ve zarurî şartıdır.

Aynı toplantıda fare tipli birisi konuşuyor, Ölü bir fareyi niçin yemeyiz?>> diye soruyor ve yine kendisi şu cevabı veriyor:

<<- Din, fare etini yasak ettiğinden değil; içimizden gelen bir tiksinti ile yemiyoruz.>>

O tiksintinin nereden, nasıl, niçin geldiğini idrâk edemiyen; dinin yasağındaki hikmeti kavramaktan nasibi olmayan bu fare beyinli adam, bütün bunları <<Milliyetçilik>> mes’elesi içinde mütalaa ediyor ve İslâmiyete Ebu Cehil vâri cephe alışındaki aşağılığı ortaya koyuyor.

<<Türkçülük günü>> bu minval üzere devam ediyor ve Türk’ü Müslümanlıktan ayırmak; ona cahiliyet devri adetleri içerisinde boğmak; haysiyet ve şereften mahrum etmek; mahlûkatın en alçak seviyesine düşürmek istiyorlar.

Diğer birisi, İzmir’den çıkıp CKMP İkinci Başkanlığı forsuyla basına verdiği bir beyanatta, Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin yeni idârecileri hakkında fikrini söylüyor ve onların Türkçülüğü reddedip, Müslümanlığı benimsediğini hassaten belirterek, bunlar memlekete ihanet ediyorlar>> diyor.

Ne iğrenç bir taassub, ne koyu bir cehalet! Memlekete ihaneti; Türklüğü bir tarafa bırakıp Müslümanlığı benimsemekte bu adamlar, acaba nerede yaşadıklarını zannediyorlar? Moskova’da mı?

Bütün bu hezeyanları, bu cahiliyet adetlerini utanmadan, sıkılmadan Müslüman milletimizin huzurunda sarfeden garip yaratıklar; sonra da kendilerine âlet olmayanları arkadan vurmak küstahlığında bulunuyor; kof cüsseleriyle gövde gösterisine kalkışıyorlar.

Hiç birisinin Türklükle alâkaları yok.

Belki de hiç birisi Türk değil! Esasen Türk olsalar Müslüman olacaklar ve İslâmiyeti her şeyin üstünde tutacaklar. Müslüman olmadıkları, İslâmca yaşamadıkları için Türklükten de çıkıyorlar, hayvanlardan da aşağı oluyorlar.

Evet, nasılki oduncu odun değildir; bunlar da Türk değildir! Türkçülük dâvâ ederler; bölücülük için, şahsî menfaat için, memleketi husumet kamplarına ayırmak için.

Lâkin, 1400 sene evvel devrilen putlar yeniden ihyâ edilemiyecektir. İslâm güneşi her şey ihata etmiştir. Hiç bir cücenin haddi yoktur ki, onu balçıkla sıvayabilsin.



Bugün, İsmail Oğuz, 10 Mayıs 1967.

GENE DÖVDÜLER MUSTAFA’YI

Mustafa’nın kaderi bu her halde. Yıllarca evvel, daha çocuk denebilecek yaşta dayakla başladı gazeteciliğe. O zaman, müşfik ve fakat ağır, çok ağır bir elin şamarına hedef oluyordu. Babası:

<<- Bacak kadar boyunla gazetecilik kim, sen kim?>> deyip, zaman zaman pataklıyordu onu. Haklı idi. Çünkü gazete çıkarmak, inandığı dâvaların müdâfaasını yapmak uğruna bir servet, kocaman bir servet harcamıştı. Oğlunun kendi âkibetine maruz kalmasına gönlü razı olmuyordu. Mustafa’nın babasıyla ortak olduğumuz zamanlar, onda 8 – 10 otobüsten, ikibin beşyüz liraya zorla sattığımız ve parasını ortaklığımızın devam müddetince tahsile edemediğimiz bir tek otobüs kalmıştı.

Bende?

Bende de, 400 liraya üç aylığına rehine verdiğimiz rahmetli babamın, hususi bir kanunla kendisine Türk milletinin hediye ettiği <<Barabellum>> marka bir tabanca..

*

Tehdit, gazetecinin, gerçek gazetecinin alışık olduğu bir şeydir. Dayak da öyle.. Bir bakarsınız, masanızın üzeri, altlarına imza yerine kama, bıçak ve tabanca resimleri yapılmış mektuplarla dolar. Bir bakarsınız, telefonla nefesinizi kesecek tehditlerin ve küfürlerin muhatabı olursunuz. Bence bunlar, mesleğin zevkli taraflarıdır. Bilmiyorum, belki de sadist bir zevk alıyorum bunlardan da , onun için bana öyle geliyor!

Doğrusu Mustafa kadar talihsiz olmak istemezdim. Bu çocuk, hepimizden fazla dayak yedi. Paşası hırpaladı, külhanbeyisi hırpaladı, gelen hırpaladı giden hırpaladı. Son olarak, akşamüzeri, işini bitirip evine giderken 5- 6 serseri başına üşüşüp bir temiz dövdüler onu..

Polis mi?

Polis, yaz târifesi, pardon, yaz harekât plânı hazırlıyor. <<Fikre karşı yumruk, fikre karşı zor, fikre karşı küfür>> gibi beylik lâflar etmiyeceğim. Ama sormaktan da kendimi alamıyorum:

- Mustafayı niçin dövdü bu delikanlılar (!) ve polis neden hâlâ bunları yakalayamadı?

Ve,

Bir sual daha soracaktım; ama, dün Mustafa’nın dövülmesi hâdisesiyle alâkalı olarak, gazetemizin gösterdiği hassasiyete teşekkür etmek için gelen gençlerin:

<<- Çalıştığı gazete acaba sizin gösterdiğiniz alâkayı neden esirgedi?>> şeklindeki suallerine cevap veremedim. Veremedim de, onun için diğer soracağımı soramıyorum.



Bugün, 10 Mayıs 1967.

Mustafa Polat’a Yapılan Tecâvüzü Mukaddesatçı Gençler Tel’in Ediyor

N. Mustafa Polat’a yapılan müessif tecavüz, milliyetçi ve mukaddesatçı çevrelerde geniş akislere yol açmıştır. Bu cümleden olarak önceki gün çeşitli talebe temsilcileri, gazetemizi ziyaret etmiş ve bu husustaki neşriyatımızdan duydukları memnuniyeti ifade etmişlerdir.

Bu arada bazı teşekküller tarafından bildiriler neşredilmekte, gazetemize ve N. Mustafa Polat’a, yurdun çeşitli yerlerinden telgraflar yağmaktadır.

<<İstanbul Komünizmle Mücadele Derneği üyeleri>> imzalı bildiride mütecavizlerin ancak şöhretperest bir kaç zavallı olduğu belirtilmekte ve <<Komünist sempatizanları dururken, onlara saldırmayıp, sadece imanlı Müslümanları hedef almaları, saldıranların ve onları bu işe teşvik edenlerin milliyetçiliği de bizi şüpheye düşürdü>> denilmektedir.

İstanbul Yüksek Kimya Mühendisliği Talebe Derneği ve Özel İstanbul Kimya Mühendisliği Talebe Derneği başkanları da gazetemize gönderdikleri telgrafta, <<Tecavüzlerini sinsice ve arkadan yapan, fikirlere kaba kuvvet ve küfürle karşı çıkan bu şahsiyetsizlere Türk halkı ve gençliği gereken cevabı verecektir>> demektedir.

Mustafa Polat’ın şimdiye kadar aldığı telgraflardan bazıları ise şunlardır.

“<<Şahsınızda, İslâmi fikre yapılan tecavüzü ve mütecaviz zihniyeti tel’in ederiz>> Tekirdağ Din Görevlileri Cemiyeti

<<Hakikat meş’alesini ortaçağ metodlarıyla söndürmek istiyenler, karşılarında Türkün ruh köküne bağlı gençliği bulacaklardır.>> Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fak. Talebe Cem. Başk. Şakir Egeli

<<Alçakça yapılan hareketi tel’in ederiz.>> Ömer Arslan – Tekirdağ

<<Fikir düşmanı ortaçağ soytarılarını tel’in ederiz.>> Halil Karaküçük – Tekirdağ

<<Müslümanlara düşman olan zihniyeti, Allah’ın kahrına bırakırız.>> Behçet Toy – Tekirdağ

<<Büyük mücadelenizde yalnız değilsiniz.>> On beş kişi adına Hikmet Özer – Tekirdağ

<<Tecavüz şahsunıza değil, fikre ve İslâmadır.>> Adem Aslan – Tekirdağ

<<Zatıalinize yapılan tecavüzü şiddet be nefretle karşılıyoruz.>> Ali Arslan – Tekirdağ

<<Milyonlarca, milyarlarca kere <<Allah Müslümanları korusun>> deriz.>> T. Zafer Yerlihelvacıoğlu Işık Mühendislik Yük. Ok.

<<Değil böyle kalleş tecavüzler, başımıza dünyayı ateş yapsanız biz kaybetmiyoruz.>> Kilis Yüksek Tahsil Gençliği Adına M. Muhtar Kocakerim

<<İslâm’a düşman kesilenleri şiddetle tel’in ederiz.>> Osman Derece – Tekirdağ

<<Fikre sopa ile mukabele zihniyetini şiddetle tel’in ederiz.>> Osman Tırpancı – Tekirdağ

*

Diğer taraftan gazetemize getirilen <<N. Mustafa Polat hakkında açıklama>> başlıklı ve Hasan Akkoyunlu – Mehmet Öksüz imzalarını taşıyan bir bildiride ise, Mustafa Polat’ın yolunun kesildiği, fakat kendisinin dövülmediği iddia olunmaktadır. İki imzalı bildiride Mustafa Polat’a yapılan tecâvüzün Sabah gazetesinde Prof. M. Hamidullah’ın bir eserine yapılan sert tenkidle ilgili olduğu belirtilmektedir.



Bugün, 11 Mayıs 1967.

Gençler Mustafa Polat’a dolma kalem hediye etti

Sabah gazetesi fıkra yazarlarından arkadaşımız N. Mustafa Polat’a vâki tecâvüz hadisesi ile alâkalı infial dün de devam etmiş ve muhtelif fakültelere mensup gençler arkadaşımızı ziyaret ederek, kendisine bir dolmakalem hediye etmişlerdir.

Fikre karşı kaba kuvvetle çıkanların bu hareketlerini protesto adına gençler, İslâmî fikirleri telkin eden gazetecilerin arkasında olduklarını, onları daima desteklediklerini ve herhangi bir tecavüzde en ufak bir tereddüt göstermeden mukabele edeceklerini bildirmişlerdir. Memleketimizin muhtelif yerlerinden gönderilen telgraflarla da hâdise tel’in edilmektedir.

Diğer taraftan polisin yapmakta olduğu tahkikat henüz bir neticeye varmamıştır. Mütecâvizler tesbit edilemediği gibi, hâdise ile alâkalı olarak isimleri verilmiş bulunan bâzı şahıslar da yakalanamamıştır.

Ayrıca üniversiteli gençler Dahiliye Vekiline de telgraf çekerek Mustafa Polat’ın şahsında İslâmiyete tevcih edilen bu tecavüzün faillerinin bir an önce yakalatılmasını istemişlerdir.



Babıâlide Sabah, 11 Mayıs 1967.

Polat’a yapılan tecavüzün failleri hâlâ bulunmadı

Gazetemiz yazarlarından Mustafa Polat’a yapılan menfur tecavüzün failleri hâlâ bulunamamıştır.

Fikre, kaleme, Allaha inanışa yumrukla saldıran mütecavizler dün de gazetemize kadar gelen telefon ve telgraflarla geçmiş olsun diyen gençlik teşekkülleri ve Müslüman halk tarafından lânetlenmişlerdir.

Muhtelif Fakülteleri temsilen idarehanemize gelen bir grup genç, yazarımız Mustafa Polat’ı ziyaret ederek, kendisine bir dolmakalem hediye etmişlerdir. Gazetemiz yazarına gönderilen telgraflardan bazıları şöyledir:

<<Dün Allah Resulüne tuzak kuranların torunları bugün onun izinde gidenlere tuzak kuruyor. Hâdise küfrün kıyametini, imanın hasrını müjdeliyor. Gazanız mübarek ola…>>

<<Muhterem ağabeyim sizi hırpalayan elleri telin ederim. Geçmiş olsun. İslâmiyete hizmetinizde, rızayı ilâhide Allah Müslümanları korusun…>>

<<Karşınızda 3 - 5 soytarı, arkanızda 350 milyon müslüman var…>>

<<Başımızdaki saçlarımız adedince başlarımız bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-ı Kuraniy’ye feda olan bu başları zındıkaya eymeyiz. Değil böyle arkadan kalleş ve alçakça tecavüzleri başımıza dünyayı ateş yapsanız, biz kaybetmiyoruz, kazanıyoruz. Korkunuz ve titreyiniz, öyle bir nesil geliyor ki, başı Everest tepesi kadar dik ve mağrur, imanı Cebeli Uhut kadar sert ve sağlam, yerine göre mütevazi, uysal ve yerine göre icap ederse hırçın, denizler kadar coşkun tezahüratkâr dualarına bütün Müslümanlar ortaktır. Allah Müslümanları korusun.>> Kilis Yüksek Tahsil Gençliği ve Yüksek Kimya Mühendisliği, İstanbul

İnfiali Önlemek İstiyorlar

Gerek yüksek tahsil gençliği ve gerekse halk tarafından büyük bir infialle karşılanan tecavüz hâdisesinin mecrasını değiştirip, başka bir istikamete sevk etmek isteyen şahıslar, iki imzalı bir beyanname neşrederek Mustafa Polat’a tecavüz etmediklerini, sadece ihtarda bulunduklarını ileri sürmüşlerdir.

Şüpheleri bertaraf etmek için beyanname neşreden şahısların isimleri polise verilmiş ve adres bildirmeyen bu şahısların aranmasına başlanmıştır.



Babıâlide Sabah, 11 Mayıs 1967.

Gençlik teşekkülleri TKMD Genel Başkanına bağlılık telgrafı çektiler

Milliyetçi Gençlik Teşekkülleri, Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği yeni Genel Başkanı Doç. Dr. Saffet Solak’a vazifesinde başarılar dileyen bir telgraf çekmişlerdir.

Komünizmin (K) sının bile Türkiye’ye giremeyeceğini belirten telgrafta özetle şöyle demektedir:

<<Sayın Doç. Dr. Saffet Solak,

İnsanlık âlemini menfur ideolojisine köle yapmak, din, milliyet, aile, servet mefhumlarını yok etmek isteyen Komünizm, İslâm âlemi ve bilhassa güzel yurdumuz Türkiye için en büyük tehlikedir.

Yeni vazifenizin ağırlığını müdrikiz. İslâmi esaslarla Komünizmle mücadelenizde Allah muvaffak kılsın. Müslüman Türk gençliği olarak Komünizm karşısında mücadeleniz, mücadelemizdir. Allah kendisine inananlarla beraberdir. Hürmetlerimle.

Burhanettin Kayhan
İstanbul İk. ve Tic. İlim. Ak. Talebe Derneği Bşk. ve MTTB Genel Muhasibi…>>



Hür Söz, Ahmet Polat, 11 Mayıs 1967.

SAHTE BAŞBUĞ VE PİÇLERİ

Sabah Gazetesi fıkra muharrirlerinden Mustafa Polat, gazeteden evine giderken Bab-ı Âlinin göbeğinde, Başbuğ ilân edilen bir sahte kahramanın meddahlığını yapan beş tane piç tarafından tecavüze uğramıştır.

Bu piçler bir ay evvel de gazetenin idarehanesine giderek Mustafa Polat’ın, Başbuğları hakkında yazı yazmamasını istemişlerdir.

Bir ay evvel üniversitemize gittiğimde sahte başbuğun hayranı bir kara cübbeli hâdiseyi iftiharla bana anlatarak Mustafa Polat’ın dikkatli olmasını istemiştir. Ben bu kara cübbeliye Başbuğ hakkında bir Ankara gazetesinde yapılan çok çirkin neşriyatı hatırlatarak: <<Gazeteye gücünüz yetmiyor mu, hem yazmışsa ne yazmış? Fikre karşı fikirle mukabele edilir. Fakat sizler fikre karşı kaba kuvveti tasvip ediyorsunuz.>> dediğim zaman, kara cübbeli; <<Biz Ankara gazetesiyle uğraşmayız, o yazabilir. Fakat Mustafa Polat’ın tesir sahası fazladır, onun yazmaması lâzımdır>> demişti.

Sahte Başbuğun bir gün evine gitmiştim. Kapıyı açan 17 yaşındaki kızın dekolte vaziyetini görünce bana -Namazını geçirmez- diye tanıtılan Sahte Başbuğun nasıl yanlış tanıtıldığını anlamış, fakat onunla temasımı bir müddet daha devam ettirmiştim. Bir Ankara toplantısında Sahte Başbuğun proğramını ele alan bir deleğe, <<Bu bizim amentümüzdür, buna göre hareket edeceğiz>> deyince, mikrofona fırlamış, şunları söylemiştim: Tüzük ve proğramlar Müslüman Türkün amentüsü olamaz, Müslüman Türkün Amentüsü ancak Kur’anı Kerim’dir.>>

Bu sözlerden sonra Başbuğun bana olan alâkasının azaldığını müşahede ettim. Bu gerginlik ebediyen ayrılmamıza sebep oldu. Fakat Sahte Başbuğun saflarında bulunduğum sıralarda maddî manevî zararlara uğramama rağmen bu güne kadar aleyhinde yazı yazmadım.

İstanbul’daki hadise bir yakınıma karşı yapışmıştır. Fikre karşı kaba kuvvetle mukavemet geçici olur. Aslâ devamlı olamaz. Muhataplarımız ve hayranları sakim bir yol içerisine girmiş bulunuyorlar. Bu yoldan vaz geçmelerini kendilerine hatırlatıyor, tecavüz ettikleri şahsın ailesinde aynı fikirde birçok kimselerin bulunduğunu bildirirken her türlü tecavüzlerinin bizleri davamıza daha çok bağlıyacağını ve bir kalemi susturmak isterlerken karşılarına dikileceğimizi ilân ederiz. Hodri meydan.



Babıâlide Sabah, 12 Mayıs 1967.

İnfial Devam Ediyor

<<Allah Müslümanları korusun!>> dediği için tecavüze uğrayan Gazetemiz yazarı N. Mustafa Polat’ı dün de Üniversitenin muhtelif fakültelerini temsil eden gençler, Diyanet teşkilâtı mensubları ve çeşitli cemiyet temsilcileri ziyaret etmiş, memleketimizin muhtelif köşelerinden telefon, telgraf ve mektubla <<geçmiş olsun>> temennisinde bulunmuşlardır. Allaha inananlara yumruk kaldıran gafilleri lanetleyen ziyaretçiler, <<Biz Allaha inananların peşindeyiz. Biz dinsizliğe cihad açanlarla beraberiz>> demişlerdir.

* MTTB Genel Sekreteri Erman Tuncer, Yüksek Kimya Mühendisliği Talebe Derneği Başkanı Yekta Korca, İktisat Fakültesi Talebe Derneği Başkanı Sıddık Çiçek geçmiş olsun derken. (Foto: Aydın Ünsal)

* Tecavüz hadisesini tel’in eden ve <<zafer ancak Müslümanlarındır>> diyen hademe-i hayrat temsilcileri arkadaşımızla… (Foto: Atılay Gülen)


Mustafa Polat’a Müslümanların gönderdikleri telgraflardan bazıları şöyledir:

<<İlahi yolu kaybetmişler, Allah yolunda çalışanlara engel olamayacaklardır. Gazanız mübarek olsun. Allahın yardımı Müslümanlaradır.>> Türkiye Din Görevlileri Yardımlaşma Dernekleri Federasyonu Başkanı…

<<Müessif hadiseden herkes gibi tiksinti duyduk. Fikrinizin büyüklüğü karşısında ezilen sokak çocuklarının hali büyükleri namına utanç vericidir. Gördüğünüz tepki ile dâvanızın zamatine işaret olarak gazanız mübarek olsun ve Allah milletimizi korusun.>> Üniversiteliler Fikir ve Aksiyon Birliği Ankara..

<<Gazanız mübarek olsun. Erzurumlular adına geçmiş olsun der gözlerinizden öperiz.> Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Erzurum Şubesi:..

<<Menfur hadiseyi teessürle öğrendik. Tarih öncesi bir zihniyetin sahibi kurt kafalı acaip yaratıklardan başka bir şey beklenemezdi. Siz orada köpeklerin saldırısına uğrayan asil insan tavrıyla İslâmın garip kaderini yaşadınız. Bu vesile selâm ve sevgi ile hürmetlerimi takdim ediyoruz. Allah Müslümanları korusun.>> Yeşilay Ankara Şubesi Gençlik Kolu.

<<Muhterem şahsınıza yöneltilen tecavüzü şiddetle protesto eder, Allahın Müslümanları koruması dileğine katılmayan kavmiyetçileri tel’in ederiz. Allah Müslümanları korusun.>> Kemal Düzkale. İbrahim Elmalı hazretlerinin özel kalem şefi.



Babıâlide Sabah, 16 Mayıs 1967.

İZMİR CKMP İL İKİNCİ BAŞKANI TKMD’DEN İHRAÇ EDİLDİ

Türkiye Komünizmle Mücadele Derneğinin dördünü büyük kongresinden sonra ilk ihraç kararı, CKMP İzmir İl İkinci Başkanı hakkında verilmiştir. Derneğin Genel Merkez Haysiyet Divanı, yaptığı toplantıda, CKMP İl İkinci Başkanı hakkında şikâyetleri görüşmüş ve dernek tüzüğüne mugayir hareket ederek, yeni dernek azalarını birbirine düşürücü tavır ve hareketleri olduğunu tesbit etmiş ve ihraç kararı vermiştir.

Bilindiği gibi CKMP İzmir İl İkinci Başkanı, dördüncü büyük kongreden sonra bir basın toplantısı yaparak Derneğin yeni idarecilerini İslâmiyeti birinci plâna alıp Türkçülüğü ikinci plâna attıklarını, partizan bir zihniyet içerisinde bulunduklarını ve bu sebeple de <<ihanet ettiklerini>> iddia etmişti



Yeni İstanbul, 16 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ konuşuyor!

Son 30 yılda TÜRKİYE

* 1938 – 1950 Devresi ve 1944 Turancılık Davası
* 1960 Sonrası ve Sarı Zarf Hikâyesi
* Eminsu Meselesi
* Tabutluklar

Yarın Yeni İstanbul’da



Yeni İstanbul, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Bence, 16 Mayıs 1967.

ALP ARSLAN TÜRKEŞ’İN HÂTIRALARI

Alp Arslan Türkeş beyin Yeni İstanbul’da neşredilecek hâtıralarını merakla beklediğimi söylemeliyim.

Bu hâtıralar bir ölünün, yahud bir ayağı çukurda bir geçmişli’nin masalları olmayacak, cins bir yarış atı gibi sağlam soluyan ve zihnî çevikliği bilinen bir vatandaşı konuşturacak.

Alp Arslan Türkeş’in yaşadığı günler yakın tarih formülü içinde eritilemez… Bunlara yakın bir geçmiş de denemez. Onun ve neslinin hâtıra kaynağı sayılabilecek günlerine ancak “uzak olmıyan bir dün” denebilir.

Bu uzak olmıyan dün ölü değildir, canlıdır. Dolayısiyle de ölmemiş olan, yaşıyan, ölmiyecek ve hiç unutulmadan yaşıyacak olan canlı bilgiler edineceğimi sanmaktayım.

Alp Arslan Türkeş 1938’de subay diplomasını almış. Demek ki sorumlu hayata atılışının üstünden ancak yirmi sekiz buçuk yıl geçmiş.. Bu kadarcık yıl benim kuşağımdan bakınca Türkeş pek genç gözükür. Aceba şu genç liderin dikkatli gözleri bu yirmi sekiz yılı nasıl görüyor ve bir çeyrek aşırı azıcık aşan bir tarih sahası üzerinde dolaştıracağı lupla bize neleri ve neleri gösterecektir?

Merak etmeğe değmez mi?

Kimbilir kimler şu anda ne kadar gocunmaktadırlar!

CKMP liderinin bir kısım siyasî hayatı, on biner mumlu bin bir projektör ışığı altında ve er meydanında geçti…

Seyretmiyen kalmamış gibidir.

Fakat yaşadığımız günleri adı en çok duyulmuş ve duyulan bu siyasî lider hakkında ciddî olarak bildiğimiz nedir?

İhtilâlin kudretli albayı olması mı?

Eğer bütün Alp Arslan Türkeş bu basma kalıp klişe ile hülâsa edilebilmiş olsaydı hazretin de bir çokları gibi çoktaaan bir “İkinci Sezostris mumyası>> halinde rafa konmuş olması gerekirdi.

Hayır, besbellidir ki bu zatın kudretli albaylık dışında henüz adı konmamış, fakat bambaşka ifadeli bir hüviyeti vardır.

Sönmeyişi, başkaları tarafından şişirilmiş bir balon olmadığını ispat etmiştir.

Dirâyeti, çeşitli zelzelelere rağmen kendini özel bir mahreke kondurabilmiş olmasiyle sâbittir.

Sesi var:
Konuşuyor.

Soluğu var!
Yürüyüşe dayanıyor.

Bu kandilde yağ var.

Hayatlarının bir devrinde gadre uğramış insanlardan bâzılarını kader, çağdaşlarında umûmî bir merak uyandırmak sureti ile mükâfatlandırır.

Türkeş etrafında gittikçe kesifleşen böyle bir merak ile âdeta vicdanlı vatandaşlar fezasının siyasî Zuhal’i halini almıştır. Onun hâtıralarını takdim ederken Yeni İstanbul’un dizdiği konular bu umumî merakı daha da artırmaktadır.

Meraktayım doğrusu.

Bakalım Alp Arslan Türkeş neler söyliyecek



Yeni İstanbul, 17 Mayıs – 16 Haziran 1967.

TÜRKEŞ KONUŞUYOR

17 Mayıs – 1939 YILLARINDA ORDUNUN DURUMU BÜTÜN GENÇ SUBAYLARI DÜŞÜNDÜRÜYORDU. HİÇ KİMSE ORDU VE HALK İLE İLGİLENMİYORDU.

18 Mayıs - MALZEME VERİLMEDİĞİ İÇİN ERLERİN BİR KISMI YALINAYAK GEZİYORDU. ALAYLARIMIZDA BİR TANE BİLE MOTÖRLÜ VASITA YOKTU.

Ordunun büyük kısmı çadırlarda barınmaktaydı. Ama ne çadırlar? Hepsi eskimiş, miadını doldurmuştu bu çadırların. Bir taraftan bakınca öteki tarafı görünecek derecede yıpranmışlardı. Ordu 1941 yılının o pek dehşetli kışını bile bu çadırlar içinde geçirmişti.

Manda arabaları, öküz arabaları, atlı arabalar… Deve kervanları, eşek kolları, katır kolları! Erlere kadroya uygun elbise, palto, fotin, çanta, matara, kemer verilmiyordu. Çoğunun bir battaniyesi bile yoktu. İyi beslenemiyordu da.

Ama millet de daha iyi bir durumda değildi. Memleket derin bir sefâlete sürüklenmiş bulunuyordu. Halkın en zaruri ihtiyaçları ekmek, şeker, patiska, basma, hattâ kefen bezi vesikaya bağlanmıştı.

Rahat yaşayabilenler sâdece Millî Şef ve ona yaklaşabilenlerdi: Vekiller, mebuslar, Halk Partisi kodamanları, sivil ve askerî hiyerarşinin en üst kademeleri pek rahat bir hayat sürebiliyordu. Vatan sathında nihayet sayısı on sekiz milyonu aşmayan bir insan yığınını besleyemeyen Millî Şef (İsmet İnönü), sakat idaresini ayakta tutacak bir terör sistemini, sinsi bir titizlikle kurmayı başarabilmişti. Bütün istihbaratı kontrol altına almış, şirret bir hafiye şebekesi kurmuştu. Nahiye Müdürlerine kadar, bütün yöneticilere diledikleri kadar, beyaz undan, has ekmekler sağlanıyordu. Zavallı halk.. Onu düşünen yoktu.. Namuslu vatandaşlara adam başına üç yüz gram, kapkara, çamur gibi berbat bir hamur parçası dağıtılıyordu.

19 Mayıs – MAARİF VEKÂLETİ KOMÜNİSTLERİN BARINAĞI OLMUŞTU.

20 Mayıs – BAŞKENT İÇİN EN UZUN GÜN 3 MAYIS 1944.

21 Mayıs – ASKERÎ HEYET TARAFINDAN EVİM ARANDI.

22 Mayıs – TUTUKLANARAK HÜCREYE KAPATILDIM.

23 Mayıs – MİLLİYETÇİ OLMAKTAN BAŞKA SUÇUM YOKTU.

24 Mayıs – GENEREL ELİMİ SIKTI “YARIN BU DAVA SİZE ŞEREF KAZANDIRACAKTIR.

25 Mayıs – SIKI YÖNETİM BİR ALBAY GÖNDERDİ.

26 Mayıs – MİLLİYETÇİLERE İŞKENCE EDEN ADAM: KÂZIM ALÖÇ.

27 Mayıs – KORKUNÇ İŞKENCE SÜRDÜKÇE SÜRMÜŞ VE BİTMEMİŞTİ.

28 Mayıs – TABUTLUKTA 500 MUMLUK 3 LÂMBA VARDI.

29 Mayıs – MİLLİYETÇİLERE ALÇAKÇA İFTİRA EDİLDİ.

30 Mayıs – ALÖÇ’ÜN İTİRAFI: ELBETTE İŞKENCE YAPTIK.

31 Mayıs – ADALETSİZLİK ÇOK AŞİKAR VE BELLİ İDİ.

1 Haziran – MİLLÎ ŞEF YARGITAYA BASKI YAPIYORDU.

2 Haziran – İNÖNÜ GENERALLERDEN ÖÇ ALMAK İSTEMİŞTİ.

3 Haziran – 1950 AFFI İLE İŞKENCE YAPANLAR KURTULDU.

4 Haziran – MAZLUMLARI ZALİM, ZALİMLERİ MAZLUM GÖSTERME OYUNLARI.

5 Haziran – 27 MAYIS’IN GERÇEK İÇYÜZÜNÜ İLERİDE AÇIKLAYACAĞIM .

6 Haziran – RİFAT BAYKAL İLK İŞ OLARAK KASA VE ODALARI MÜHÜRLEDİ.

7 Haziran – İNÖNÜ, YAZDIRTTIĞI YAZILARLA İFTİRALARINA DEVAM EDİYORDU.

8 Haziran - KOMİTE ÜYELERİNİN BAZILARI İNÖNÜ’DEN TALİMAT ALIYORDU.

9 Haziran – KOMİTEDEKİ İNÖNÜ SEMPATİZANLARININ TERTİPLEDİĞİ PLÂN CHP’Yİ İKTİDARA GETİRMEKTİ.

10 Haziran – CEMAL GÜRSEL İKTİDARI İSMET İNÖNÜ’YE VERMEK İSTEMİYORDU.

11 Haziran – İHTİLÂLDEN SONRA SEÇİME GİTMEKTE ACELE EDİLDİ.

12 Haziran – BAZI KOMİTE ÜYELERİ “TABİÎ SENATÖRÜLÜK” LE AVLANMIŞLARDI.

13 Haziran – 13 KASIM’CILAR, 27 MAYIS ANAYASASINI ÇİĞNİYORLARDI.

14 Haziran – 14’LER BRÜKSEL’DE BİR TOPLANTI YAPTI.

15 Haziran – MECLİSİN AÇILMASINDA KARARLI OLDUĞUMUZU AÇIKLAMIŞTIK.

16 Haziran - HER ZAMANDAN DAHA FEDAKÂR VE CESUR İNSANLARA İHTİYAÇ VAR.

17 Haziran – 13 KASIM 1960 HAREKETİ VE MBK NIN BÖLÜNMESİ.

18 Haziran – 14’LER YURT DIŞINA ADETA SÜRÜKLENEREK ÇIKARILDILAR.

19 Haziran – 14’LER İÇİN ISRARLA İŞKENCE YAPILMASI İSTENİYOR.

20 Haziran – 14’LERİN SON ÜYELERİ DE YURT DIŞINA GÖNDERİLİYOR.

21 Haziran – DÜNDAR TAŞER: İNANÇLARIMIZA HİÇ BİR ZAMAN FİAT TAYİN EDİLEMEZ.



Son Baskı, 25 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ: HAYAT PAHALILIĞI ARTMIŞTIR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş bugün yazılı bir demeç vermiştir:

<<Hükümetin özel idareler, belediyeler, iktisadi devlet teşekkülleri memur ve hizmetlileri ile emekli dul ve yetimlerini zam dışında bırakan tasarrufu devam etmektedir.

Diğer memurlara yüzde on veya onbeş nisbetinde yapılmış olan zamların yukarda adı geçen mağdur vatandaşlara da teşmil edilmesi yoluna gidilmelidir. İktidarı süratle yoksul ve dar gelirli vatandaşların durumu ile ilgilenmiye davet ediyoruz.>>



Zafer, Abdurrahman Şeref Lâç, 28 Mayıs 1967.

TÜRKEŞ VE İŞKENCE

Zulemâ… Ulemâ vezninde, zulemâ!

Yani zalimler.

Devirler acâiptir, devir olur, ulemâ bolluğu hayret verici bir hâl alır, zaman olur, zulemâ bolluğundan geçilemez.

Bizde, asırlardan beri, birincilerin bolluğuna kıran girmiş, ikincilere ise, dehşetli bir kesret arız olmuştur. Bu hâl, min tarafillah, Türk milletine bir belâ-i azîmdir. Hele adâlet bahanesile zulm; belâların en müdhişidir. Hele, hele devlet elile olursa! Maazallah!

Bizde, devlet elile ve adâlet vesilesile icra edilen zulümlerden bir dehşet verici seriyi, CKMP lideri sayın Alparslan TÜRKEŞ, neşretmekte olduğu hatıralarile, Türk milletinin gözleri önüne, ibretle sermektedir. Sayın Türkeş’in, CHP devrinde, İstanbul Emniyet Müdürlüğünde, arkadaşlarile birlikte, meşhur “tabutluk”ta, tâbi tutulduğu feci işkenceleri, rivayet halinde işitir de, inanmazdık. Şimdi, bir devir geldi, o akıllara sığmayacak derecede korkunç işkence hikâyelerini, sayın TÜRKEŞ’in kendi ağzından ve kaleminden öğrenmek imkânına malik olduk. Bu, bir başka ilâhî tecelli oldu. Firavunların zulmüne, işkencesine taş çıkartan bu masumların tâzibi faillerinin akibetini de, elbette Allah, bu millete, göstermekte olduğundan daha fazlasile, gösterecektir.

* * *

Bu vesile ile aklımıza geldi: Sayın Alparslan Türkeş gibi adı, Alparslan olan bir başka büyük kumandan vardı tarihte: Sultan Alparslan.

Tarihçinin tabirile, kerîm, âdil ve şecî, bîmuâdil bir zat-ı nâdirül emsâl idi.

Hicri 455 senesinde, amcası Tuğrul beyin vefatı üzerine, Selçukî tahtına Sultan olan Alparslan, nice nice fütûhat ve zaferlerden sonra, Maverâi Nehir emîri Şemsülmülk Tekin ile arası açıldı. Alparslan, 465 senesinde Ceyhun nehri üzerine kurduğu köprüden, ikiyüzbin askerle geçerek Tekin’in üzerine yürüdü. Bu sırada, adamları, kendilerine karşı koymak isteyen Yusuf Harzemî isminde bir kale muhafızını, yakaladılar ve Alparslan’ın bulunduğu çadıra getirdiler. Alparslan, tahtının üzerinde oturuyordu, emir verdi:

<<- Yere dört kazık çakın, bu herifi, ellerinden ve ayaklarından, kazıklara bağlayın!>>

Öyle yaptılar.

Kale muhafızı Yusuf, tınmadı, ser bir eda ile Alparslan’a:

<<- Be korkak!, dedi, benim gibi bir yiğit, böyle mi katlonur?>>

Bu hitap, Sultan Alparslan’a ağır geldi, fena halde hiddetlenmişti. Yanında duran okuna sarıldı ve adamlarına emir verdi:

<<Bırakın şunu!>>

Muhafızlar, Yusuf’u, bağlı bulunduğu kazıklardan çözdüler ve serbest bıraktılar.

O, serbest kalır kalmaz, belindeki hançere sarıldı, sultanın üzerine yürüyordu. Alparslan, Tahtının üzerinden, Yusuf’a doğru, yayından bir ok savurdu, fakat, gayet nişancı olmasına rağmen ok boşa gitti. Yusuf, Alparslan’a hücuma geçmişti. Alparslan, mücadele için tahtından sıçrarken, ayağı takıldı, yere düştü. Bu halden istifade eden Yusuf, elindeki hançeri, Alparslan’ın böğrüne sapladı, Alparslan, yaralı olarak kanlar içinde yerde yatarken, Yusuf, kendisine hücum eden muhafızlardan birini de oracıkta öldürdü. Bu fâcia üzerine, hadiseyi öğrenen çadırın dışındaki askerler, topluca Yusuf’a hücum ettiler, cansız, yere serdiler.

Alparslan’ın yarası ağırdı. Hayatından ümid kesilmişti. Bir yatağa yatırdılar, yarasını sararlarken, o, şöyle diyordu:

<<- Her ne zaman, düşman üzerine azmetsem, Allahü Taalâ Hazretlerinden istiane ederdim. Dün, bir tepe üzerine çıkmıştım. Askerimin çokluğundan, ordumun ağırlığından, bana, ayağımın altındaki dağ, çalkalanıyor gibi geldi. Kuvvete mağrur oldum. Kendi kendime: Ben dünyanın padişahıyım, bana kim galebe gelebilir? dedim. Bu gün, Cenab-ı Hak en âciz bir kulu ile, beni âciz kıldı.>>

Sonra, tövbe istiğfar etti ve şahadet getire getire, mübarek ruhunu teslim etti.

Hadiselerden ibret almak ve dâima Allaha sığınmak lâzımdır.

İbret dersi almayanlara, İslâmın büyük şairi, Mehmed Akif, şöyle seslenir:

Ey yolcu, uyan! yoksa, çıkarsın ki sabaha:
Bir kupkuru çöl var, ne ışık var, ne de vâha!



Son Baskı, 4 Haziran 1967.

TÜRKEŞ: MİLLİYETÇİLİK YENİDEN PARLAMIŞTIR

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Atatürk Üniversitesinden 450 gencin partiye katılmasıyla ilgili olarak yapılan törende;

<<Yıllar yılı suçmuş gibi görülen milliyetçilik yeniden parlamıştır. 29 yıldır milliyetçiliği ağına almayan; genç subayları, ihtiyar âlimleri, üniversiteli aydınları milliyetçilikle suçlayıp tabutluk işkencesine tabi tutan kişiler bile biz milliyetçiyiz demek zorunda kalmışlardır.>>

Türkeş daha sonra Milliyetçiliğin dosta düşmana kabul ettirildiğini söylemiş <<Kendisini savunur, kendi silâhını yapar, kendine yeter bir millet olmalıyız. Bu sanayileşmekle kabildir.>> demiştir.



Yeni İstanbul, 14 Haziran 1967.

Prof. Turan’ın önergesi dün görüşüldü

Adalet Partisi eski Genel Başkan Vekili ve Trabzon Milletvekili Prof. Osman Turan’ın Başbakan Süleyman Demirel ve Hükümet hakkındaki gensoru açılmasını isteyen önergesi, dün AP Millet Meclisi grubunda görüşülmüştür. Sabit Osman Avcı’nın başkanlık yaptığı toplantıda Prof. Osman Turan önergesi ile ilgili olarak bir konuşma yapmış ve önergenin veriliş sebeplerini izah etmiştir.

Prof. Osman Turan’ın konuşmasını Hamido namı ile maruf Hamid Fendoğlu ve Demirel’in emriyle hareket edenlerden İhsan Ataöv’ün sataşmaları hariç bütün grupça dikkatle dinlenmiştir.



Yeni İstanbul, 22 Haziran 1967.

TÜRKEŞ PLÂNI TENKİT ETTİ: BU HIZLA 250 SENE SONRA KALKINIRIZ

CKMP lideri Şereflikoçhisar’da konuştu ve ikinci beş yıllık plân için “Yetersiz” dedi.

Güney gezisine dün sabah başlayan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Şereflikoçhisar’da yaptığı konuşmada özellikle İkinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı üzerinde durmuş ve “Kalkınma hızının arttırılması zorunlu bulunmaktadır.” demiştir.

“İkinci Beş Yıllık Plân Hükûmet tarafından büyük meclise getirilmiş bulunmaktadır. Plânı dikkat ve titizlikle incelemiş bulunuyoruz. Üzülerek beyan ederim ki pek büyük yetersizlikler ve isabetsizlikler plânda yer almış bulunmaktadır. Bunlardan birisi bölgeler arası dengeye önem verilmemiş olması ve Doğu Anadolu’nun kalkınması için gerekli yatırımlara gidilmemiş bulunmasıdır. Doğu Anadolu bölgesi, özel bir kalkınma plânına ihtiyaç göstermektedir.

Ayrıca plân yine % 7 bir kalkınma hızını esas almıştır ki, her yıl artan nüfusun ihtiyaçlarını çıkardıktan sonra geriye kalan kalkınma hızı ancak % 3,5 civarında olacak demektir. Bu hızla Türkiye’nin, Amerika’nın bu günkü durumuna gelebilmesi için 250 yıl geçmesi gerekecektir.

Kalkınma hızının arttırılması zorunlu bulunmaktadır. Vatandaşların dikkatini çekmek isterim.”



Yeni İstanbul, 24 Haziran 1967.

TÜRKEŞ: HAKLARIMIZI KENDİMİZ KORUMALIYIZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Adana’da yaptığı konuşmada <<Bugün Türkiye tarihinin bir dönüm noktasındadır>> demiştir.

Türkeş, Türkiye’nin daha hür, daha müreffeh ve daha kuvvetli olması gerektiğini belirterek konuşmasına şöyle devam etmiştir:

<<Son Orta Doğu olayları göstermiştir ki, dış garantiler bir milletin emniyetini sağlamaya yetmez. Bir millet eğer kendi haklarını kendi evlâtları ile korumaya muktedir değil ise hiç bir dost ve müttefik onu himaye etmez. Bir milletin devamlı olarak dünya muvazenesinin şartları altında mevudiyetini devam ettiremez. Kendi elinde kendi silâhları olmadan yapılan savaşlar hüsran ile neticelenir.

ATOM TEKNİĞİ

Bugün milletlerin toprak genişliği ve nüfus çokluğu bahis mevzuu olmadan teknik üstünlüğü onu büyük devlet yapmaktadır. Bugünün tekniği Atom tekniğidir. Eğer varlığımızı devam ettirmek istiyor isek, biz de bu yolda çalışmalar yapmalıyız. Bu teknik artık sır olmaktan çıkmıştır. Usulleri belli olmuştur. Pek pahalı da değildir.

İkinci meselemiz sanayileşmedir. Türkiye’nin süratle sanayileşmesi lâzımdır. Nüfusumuz artmakta ve artmalıdır. Toprağımız demir, kömür, bakır v.s. madenler bakımından zengindir. Bu şartlar bizi güçlü bir sanayi devleti haline getirmeye yeter.>>



Yeni İstanbul, 26 Haziran 1967.

TÜRKEŞ: ÇİFTÇİNİN KAZANCI AZ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve beraberindekiler, dün saat 18’de Adana’dan Antakya’ya gelmiştir. Genel Başkan, parti merkezinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:

“Memleketin efendisi köylüdür” sözü, sahte bir söz olmaktan çıkarılıp bir manâya sokulmalıdır. Mazotun fiatı 23’ten 90 kuruşa çıkmış, buna kıyasen diğer zarurî ihtiyaç maddelerinin fiatlarına zamlar yapılmıştır. Fakat çiftçinin yetiştirdiği mahsullerin fiatları olduğu yerde tutulmaktadır. Ana tarım maddelerinden olan pamuk ve diğer ürünlerin fiatları süratle ele alınarak yükseltilmelidir. Bütün Türk köylüleri ile birlikte işçi, esnaf, kısacası Edirne’den Kars’a kadar bütün bu vatandaşları içine alan bir sosyal yardımlaşma ve güvenlik teşkilâtı kurulmalıdır. Hükûmeti bu konuların üzerinde acele tedbir almaya dâvet ediyorum.”



Babıâlide Sabah, M. Nezihi, Nükte, 21 Temmuz 1967.

FEDAİLİK…

27 Mayıs ihtilâlinden bu yana Alparslan Türkeş için çok şey söylendi ve yazıldı. Gerek bir ihtilâlci ve gerekse CKMP lideri olarak Türkiye çeşitli mahfillerinin tenkid ve takdirlerine hedef oldu. Bâzıları ona <<ırkçı, kafatasçı>> bâzıları da <<ruhçu ve ahlâkçı>> dediler. Her parti lideri için söylenilen ve yazılanlar onun için de yazıldı ve söylendi. Bu normal bir şeydir. Herhangi bir şahsın olduğu gibi, herhangi bir liderin de dostları ve düşmanları olacaktır. Ancak, doğru olanı dostlukta da, düşmanlıkla da ölçülü olmaktır. Birisini beğenmiyorsan, niçin beğenmediğini bilmek ve söylemek lâzımdır. Beğenmiyenler için de öyle…

Meselâ biz Türkeş’i çeşitli vesilelerle tenkîd ettik. Fakat ne için tenkîd ettğiimizi açıkladık. Bunu yaparken de şunun veya bunun kanaatini; yahut şu veya bu dedikoduyu değil, bizzat Türkeş’in sözlerini misâl gösterdik. Vesikalı konuştuk. Böyleyken, kendisini CKMP’ye angaje eden ve bunu da hiç bir karşılık beklemeden yaptığını söyleyen Fedai dostumuz, Türkeş’i <<Anadolu için ümit ve istikbâl kaynağı>> olarak vasıflandırdıktan sonra bize karşı şu iddialarda bulunuyor:

<<- Albay Türkeş için söylenenler ise satılmışların, çıkarcıların, masonların, din ve siyaset bezirgânlarının uydurmalarından, safsatalarından ibarettir.>>

Ne cür’etkâr bir iddia! Anadolu kadınının iffet sembolü olan çarşafla istihza eden; Kur’an’ın Türkçe olması lâzım geldiğini ileri sürerek, İnönü ile olan ihtilâfını sadece Kemâlizn prensiplerini tahakkuk ettirmeyişinde olduğunu açıklayan; Ezan’ın Arapça okutulması tarihinden ihtilâl yapmaya karar verdiklerini itiraf eden ve bütün bunların da Başvekâlet Müsteşarlığı makamında oturduğu günlerde yapan Türkeş’i bütün bunlardan dolayı tenkid etmenin satılmışlığı, çıkarcılığı, bezirgânlığı nasıl olur? Ki, Türkeş hâlâ da bu beyanlarını tekzib etmemiş, ruhçuluk ve ahlakçılıktan ne anladığını açıklamamış ve 9 Işık’ında bunları serahate kavuşturmamıştır.

Yazık, çok yazık <<Allah’a, vatana ve hürriyete Fedai>>lik bu ise…



Milliyet, 31 Temmuz 1967.

TÜRKEŞ: EY TÜRK MİLLETİ TİTRE VE KENDİNE DÖN

CKMP İstanbul İl Kongresinde bir konuşma yapan Genel Başkan Alparslan Türkeş gençlik arasındaki sol cereyanların CKMP’nin tutumu sebebiyle gerilediğini, milliyetçi hareketin her şeyden üstün bir duruma yükseldiğini söylemiş ve <<Türk devletinde her şey Türkler için Türkler tarafından, Türk’e göre yönetilecek, Türk milleti mazideki yüceliğine çıkacaktır. Bilge Kağan haykırmıştı, <<Ey Türk milleti titre, kendine dön>>. Arkadaşlarım, gönüldaşlarım, ülküdaşlarım dönüş başlamıştır. Hedef alınacaktır.>> demiştir.



Yeni Gazete, 31 Temmuz 1967.

TÜRKEŞ: “HESAP SORULACAK”

CKMP İstanbul İl Kongresi dün Spor ve Sergi Sarayı salonlarında yapılmış ve kongrede konuşan Genel Başkan Alparslan Türkeş, <<İktisadî hayat spekülâtif ve murabahacı bir zihniyetle fayda yerine kâr, imalat yerine komisyon, icat yerine taklit istikametine yönelmiş, Türk milletinin malî ve iktisadî kaynakları kötü bir bezirgân kafası içinde israf edilmiştir.>> demiştir.

CKMP’nin 1960 ihtilâlinde kendilerine ihanet eden arkadaşlarına karşı çıkmak ve Türkiye’yi Milliyetçi bir anlayış içinde kurtarmak için kurulduğunu belirten Türkeş <<- CKMP kurulduğundan bu yana sol cereyanlar geriledi. Fakat son yıllarda milliyetçilikten hiç anlamayan bir alay partici kendilerini bu isimle çağırtarak CKMP’nin oylarını toplamağa çalışıyorlar. Bunun hesabı kendilerinden sorulacaktır>> demiş ve AP iktidarını yerici konuşmalar yapmıştır.



Zafer, 10 Ağustos 1967.

CKMP’den İstifa Eden Muş Milletvekili K. Aytaç Dün Adalet Partisi’ne Girdi

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nden istifa eden Muş Milletvekili Kemal Aytaç, dün Genel Merkez binasında düzenlenen bir törenle, Adalet Partisi’ne girmiştir.

Aytaç’ın giriş beyannamesini, AP Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel ile Parti Genel Başkan Yardımcıları Mustafa Gülcügil ve İsmail Hakkı Tekinel imzalamışlardır.

Törende bir konuşma yapan AP Genel Başkanı ve Başbakan Demirel, <<Adalet Partisi’nin Türkiye’nin hürriyet düzeni içerisinde kalkınabileceği inancına kati şekilde sahip olduğunu>> belirterek demiştir ki:

<<Bu inancın teşvik ve tahrik ettiği mücadelemizde hürriyet ve kalkınma birbirinden ayrılamaz. Bu gayretler içerisinde milletimize ve memleketimize hizmete çalışırken saflarına gelmiş bulunan sayın arkadaşım Muş milletvekili Kemal Aytaç’ı bağrımıza basıyor, kendisine muvaffakiyetler temenni ediyorum.>>

Demirel’den sonra Muş milletvekili Kemal Aytaç da bir konuşma yaparak; <<AP saflarına katılmaktan duyduğu memnuniyeti>> belirtmiştir.



Yeni Gazete, 17 Ağustos 1967.

OSMAN TURAN İÇİN AP HAYSİYET DİVANI TOPANIYOR

Parti tesanüdünü bozucu, Genel İdare Kurulu ve Temsilciler Meclisi ile büyük kongre kararlarına aykırı hareket ettiği gerekçesiyle AP Genel İdare Kurulunca Yüksek Haysiyet Divanına verilen Trabzon Milletvekili Osman Turan hakkındaki dosyanın incelenmesine başlanılmıştır.



Millî Hareket, Alparslan Türkeş Eylül 1967, Sayı 14.

DÂVAYA KATILIP İHÂNET EDEN HERKESİ VURUN…

Muhterem Arkadaşlar:

Yeni seçilen arkadaşlara üzerlerine aldıkları önemli görevlerde başarılar ve partimize yararlı hizmetler dilerim. Muhterem arkadaşlar, partimiz Türkiye’de milliyetçiliğin siyasî alanda uygulanmasını amaç edinen bir teşkilâttır. CKMP’nin kendisi milliyetçiliğin bilfiil tatbikatıdır.

Muhterem arkadaşlar, memleket hizmeti kolay değildir. memleket için hizmet yolunda birçok güçlükler, birçok zahmetler mevcuttur. Arkadaşlar, bu çalışmalarda dikkat edilmesi icap eden başarıyı sağlayacak prensipler vardır, usuller, kaideler vardır. Bunları bilmek ve bunlara riayetkâr olmak lâzımdır. Bunlardan bir tanesi, arkadaşlar, yeryüzünde korkunun kendisinden başka korkulacak bir şey olmadığını bilmek ve kabul etmektir. Yeryüzünde korkulacak olan tek şey, korkunun kendisidir. Bunun dışında ülkü ve imânına sımsıkı sarılmak, soğukkanlı olmak, sükûnetle meseleleri ele almak ve bir an önce pek çok hizmetler bekleyen büyük Türk milletinin hizmet yolunda soğukkanlılığını kaybetmek, azmini kaybetmek, telâşa, heyecana kapılmak başarısızlığın esas sebebi olur. Onun için bütün arkadaşlarıma herşeyden önce rica ve tavsiyem sükûnetli olmaları, sabırlı olmaları, azimli olmaları, sebatlı olmaları ve dâvayı bu şekilde hiçbir şeyden yılgınlık getirmeden kucaklayıp ileriye doğru götürmeleridir. Muhterem arkadaşlar, hepimiz birbirimizi biliyoruz ve aynı dâvanın ve aynı yolun yolcularıyız. Ben sizlerin de dahil bulunduğunuz partimizin büyük kongresinde meydana gelmiş değerli arkadaşlarımız tarafından gelecek büyük kongremize kadar partimizin ve dâvamızın liderliği ile görevlendirilmiş olan bir arkadaşınızım.

Arkadaşlar, emanet olan dâvayı kucakladım, hiç arkaya bakmadan tereddütsüz, hiçbir şeye aldırmadan yürüyorum. Arkadaşlar, ileriye doğru yürüyorum, hızlanıp koşmak gayreti içindeyiz, koşacağız. İleriye gittikçe geride kalmayıp beni takip edin!..

Bu mücadelede herhangi sebeple ben düşersem bayrağı kapın, daha ileriye gidin; GERİYE DÖNERSEM VURUN! DÂVAYA KATILIP, GERİYE DÖNEN HERKESİ VURUN!..

Arkadaşlar, bizim dâvamız Türk Milletinin varlığını korumak, yüceltmek ve ebediyyen devam ettirmek dâvasıdır. Bu dâvanın üstünde başka bir fikir ve başka bir dâva olamaz.

Muhterem arkadaşlar, şu veya bu sebeple size düşen hizmetlerden ve vazifelerden kat’iyyen endişeye kapılmayın, yüksünmeyin, hizmeti kucaklayın, azimli, iyi niyetli bir kalple hizmeti kucakladıktan sonra arkadaşlarınız tarafından, vatandaşlarımız tarafından, bütün millet tarafından anlaşılacağından, destek göreceğinizden asla şüphe etmeyin!

CKMP büyük partidir. Zaman zaman iyi niyetli olarak konuşan bazı arkadaşlarımız partimizin seçimlerde almış oldukları oy miktarını kastederek bizim partimiz küçük partidir gibi sözler söylüyorlar. Bunu, bütün arkadaşlarıma rica ediyorum, kat’iyyen söylemeyiniz. Bizim partimiz büyük partidir. Büyüklüğü dâvasının büyüklüğündedir.

CKMP’nin dâvası bugün memlekette en büyük dâvadır. O da her şey Türk Milleti için, her şey Türk milletine göre, her şey Türk Milletine inanmak dâvasıdır.

Muhterem arkadaşlar, Türk Milletinin yetiştirdiği kıymetli milliyetçilerden Mahmut Esat Bozkurt beğ diyor ki; <<Ben Türklük ülküsüne, Türk millî ülküsüne gönül vermiş bir adamım. Bunu hayatımda göremezsem dahi gözlerimi onun rüyalarıyla hayata kaparım.>>

Onun için insanlar, milletler, büyük fikirlerle uzun vadeli fikirlerle yaşarlar ve yükselirler. Böcek gibi, tırtıl gibi gününü gün etmek ve bir gün ilerisini düşünmeden yaşamak insanlığa yaraşmayan bir şeydir. Bizim kitabımızda da yeri yoktur. Bizim dâvamız ülkücülüğü esas alan ve on yıl, elli yıl, yüz yıl, beşyüz yıl ilerisini de kapsayan bir dâvadır. Onun için CKMP büyük partidir.

Bugün saflarımızda bulunan vatandaşlarımızın sayısı şu kadar olabilir. Ama her gün bu sayı artmaktadır, her gün vatan sathında partimizin teşkilâtı yayılmaktadır. Bizim yaydığımız fikirlerle ve ülkülerle tutuşan memleket çocukları saflarımıza katılmakta ve bizimle beraber omuz omuza yan yana memleket hizmetine koşmaktadır. CKMP, her gün ordulaşmaktadır, kalabalıklaşmaktadır.

Muhterem arkadaşlar, bugüne kadar Türk Milletini idare edenler ekonomide, ticarî hayatta faydadan ziyade kârı üstün tutmuşlardır. İmalât ve istihsali arttırıcı faaliyetlerden ziyade, spekülâtif, kolayca zengin olmak faaliyetlerini tercih etmişlerdir. Yeni buluşlar, icatlar meydana getirmek ve memleketin sanayide, tarımda ve her alanda yükselişini alabildiğine hızlandırmak gayretleri yerine, taklitçilik içinde bocalamışlar durmuşlardır. Zaman zaman bize diyorlar ki, biz yerimizde durmuyoruz, on sene evvel başkaydık, bugün on seneden bu yana, yahut yirmi yıldan bu yana çok ilerledik. Bu bizi tatmin etmiyor, bu bizi inandırmıyor. Çünkü, ileri gitmiş memleketler jetlerle, füzelerle giderken siz; <<Gel bakalım, kağnıdan in, seni yaylı arabaya bindireyim, yahut kırk kilometre sür’atle giden bir trene bindireyim>> derseniz ve <<Sizi daha ileri götürdüm>> derseniz tatmin etmez. Çünkü kırk kilometre hızla giden tren binbeşyüz kilometre sür’atle giden jet veya dört beş bin kilometre hızla giden füzeyle, hiçbir zaman mesafeyi kapayamaz. Ve mesafe gittikçe büyür, kapanmaz. Bizim dâvamız bu noktada! Biz aramızdaki mesafeyi muhafaza etmek değil, kapatmak ve daha ileriye geçmek istiyoruz. Halbuki bugüne kadar gelmiş geçmiş idarecilerin memleketimizi yönetmeleriyle bu mesafe kapanmak şöyle dursun, gittikçe açılmaktadır.

1948 – 49 yıllarında Avrupa’yı bir kenara bırakıyorum. Amerika’yı bir kenara bırakıyorum. Yunanistan’da millî gelir, 1949 da 60 $. Türkiye’nin millî geliri aynı tarihte 156 $. 1961 yılında, 12 yıl sonra Yunanistan’ın millî geliri 60 $’dan 364 $’a çıkmış, Türkiye’nin millî geliri ise 156 $’dan 190 $’a çıkmış. Kim nereye gitmiş, kim geri kalmış? Şimdi ötekini söylemiyorlar bize. Diyorlar ki; <<Canım 156 $’dı millî gelirimiz 1949 da… 1961 de 190 $’a çıkardık.>>. Öteki, 60 $’dı, 360 $’a çıkmış. Beni fersah fersah geçmiş.

Dâvanın ruhu burdadır. CKMP olarak, Türk milliyetçileri olarak dâvamızın ruhu bu noktadadır. Harekete geçmek, ilerlemek, aradaki mesafeyi muhafaza etmek değil, aradaki mesafeyi de kapatarak en ileriye gitmiş, modern milletlerin safına ulaşmak. Hedef budur.

Muhterem arkadaşlarım, CKMP olarak biz bu dâvayı Türk halkına malederek zafere ve muvaffakiyete götüreceğiz. Dâvanın esas sahibi Türk milletidir. Bugüne kadar girişilmiş olan bir çok hamleler halka, Türk milletine maledilemediği için, ona iyice anlatılıp, onun tüm olarak desteği, kudreti sağlanamadığı için birkaç büyük şehrin dar sınırları içinde sıkışmış ve beklenen neticeleri vermemiştir. İşte CKMP olarak üzerinde durduğumuz prensiplerimizden biri de bu mühim memleket dâvalarını Türk halkına götürüp, ona anlatıp, ona mal ederek, onu tüm olarak saflarımıza toplayıp, bununla beraber onu muvaffakiyete götürmektir.

Muhterem arkadaşlarım, bu çalışmalarda Türk gençliği en büyük ümidimizi teşkil etmektedir. Gençler Türk Milletinin kalkınmasında çok büyük vazifelerle yüklenmiş bulunmaktadır. Gençler derken burada bir aralık konuşmuş olan bazı genç arkadaşların işaret ettiği gibi yalnız yüksek tahsil gençliği değil, sanatkâr olarak, yahut çeşitli sahalarda çalışan genç memleket çocuklarını da kapsayan bir mânada kullanıyoruz.

Onun için parti çalışmalarında bütün Türk gençliği hedef olmalı ve hepsini kucaklamalıyız. Muhterem arkadaşlarım, sizlere daha önceki toplantılarımızda tavsiye ettiğim birkaç prensip var ki, onları tekrar edeceğim. Bu da çalışmalarınızda sabırlı olmak, feragatli, fedakâr olmak ve kırmadan, incitmeden, gücendirmeden iş gördürmek, iş görmek. Tekrar ediyorum, çok dikkatli olmak, kırmadan, incitmeden, kırılmadan iş görmek. Gücenmeden, alınmadan iş görmek, iş gördürmek. Bu ikisi karşılıklıdır. Çoğu zaman millet olarak çok alınganız. Bu alınganlık memlekete hizmet dâvasında bize çok şeylere malolmuştur, olmaktadır. Bunun üzerinde hepimiz dikkatle durmalıyız. Sabırlı olmalıyız, sükûnetli olmalıyız. Partimizin muvaffakiyeti için hedef büyük vatandaş topluluğunun sevgisini kazanmak ve seçimlerde en çok rey alabilen parti durumuna gelebilmektir. Bunu arkadaşlarımız akıldan çıkarmamalıdır. Aziz arkadaşlarım, Türk milliyetçiliği bugün bir aksiyondur. Bu aksiyonu CKMP meydana getirmiş ve yönetmektedir. Düne kadar milliyetçiliği sayan bir takım liderle bugün kendilerinin de milliyetçi olduklarını söyliyecek duruma gelmişlerdir. Son zamanlara kadar milliyetçilikten bahsetmeyi aklından geçirmiyenler, milliyetçi parti kurmak için ortaya çıkmışlardır. Bunlar CKMP’nin başarılarıdır. Bu çatı altında toplanan ve uzun yıllardan beri emek veren eski, yeni bütün arkadaşlarımızın müşterek başarısıdır.

Arkadaşlar, dâva, hedef bellidir ve Türk Milleti dâvayı anlamakta, benimsemektedir.

Bilge Kağan haykırmıştı:

Ey Türk Milleti, titre kendine dön.

Arkadaşlarım, gönüldaşlarım, ülküdaşlarım; Dönüş başlamıştır. Hedef alınacaktır.

TANRI TÜRKÜ KORUSUN.

…………….
* Bu konuşma, 30 Temmuz 1967 Pazar günü İstanbul İl Kongresi dolayısıyla Spor Sergi Sarayında yapılmıştır.



Millî Hareket, Eylül 1967, Sayı 14.

CKMP İL KONGRESİ

İki yıl önceki krizi atlatan CKMP, bünyesine yeni gelen idealistlerle büyük bir gelişme göstermeğe başladı. Türk siyasî hayatına ilk defa bir parti MİLLİYTÇİLİĞİ görüş olarak aldığını ilânla giriyordu. Milliyetçi – Toplumcu karakteriyle ve aksiyoner tutumuyla gençliğin, aydınların hemen sempatisini toplayan bu parti, kendi siyasî karakterini anlattıkça, halkında ilgisini toplamağa başladı. Partinin il ve ilçeleri gençler için bir okul oldu sanki. Parti fikrine bağlı gençlerin çoğalması, İstanbul’da solcu ve komünistlerin birçok faaliyetlerini durdurdu.

İstanbul il teşkilâtı bir süreden beri müteşebbis heyetlerin yönetiminde faaliyetini sürdürüyordu. Son müteşebbis heyet aldığı bir kararla 30 Temmuz Pazar günü il kongresini topladı.

KONGRE GÜNÜ

15 ilçenin 200 den fazla delegesiyle yapılan kongrede başta Genel Başkan Alparslan Türkeş olduğu halde, başkan yardımcısı Mehmet Altınsoy, sekreter Mustafa Kaplan, genel idare kurulu üyesi Rahmi İnceler, Saadettin Tosbi ve Kemal Cabioğlu, Milletvekili Sami Binicioğlu, ayrıca Ahmet Er, Süleyman Sürmen, Bursa İl başkanı Kâmil Koç ve daha başkaları kongreyi izlemek üzere gelmiş bulunuyorlardı. Spor ve Sergi Sarayında yapılan Kongrede her taraf flâmalarla, bayraklarla süslenmişti. Bu flâmalardan bazıları şöyleydi;

<<Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız>>, <<Geri kalmış değil, geri bırakılmışız, ileriye gideceğiz>>, <<Türkiye aç hürlerin, tok esirlerin memleketi olamaz>>.

Ayrıca, konuşmaların yapıldığı kürsünün yukarısında bir bozkurt resmi, çerçevesinde TANRI TÜRKÜ KORUSUN yazısı vardı.

KONGRE AÇILIYOR

Kongre saat 11 de İl başkanının yoklamaya başlamasıyla açıldı. Bütün delegelerin hazır bulunduğu görülünce davan seçimine geçildi. Başkanlığa bütün delegelerin alkışları arasında ve ittifakla genel başkan yardımcısı Mehmet Altınsoy seçildi. Başkan yardımcılıklarına ise, gene ittifakla Sami Binicioğlu ve Ahmet Er seçildikten sonra katipler oylamaya kondu ve beş kişi kâtip oldu.

Divan kurulduktan sonra müteşebbis il başkanı Bahattin Erman, bir yıllık icraatın hesabını vermek için faaliyet raporunu okudu. Lehte ve aleyhte birçok konuşmaların yapıldığı bu sırada genel başkan Alparslan Türkeş, salona girdi. Büyük tezahüratla <<Başbuğ… Başbuğ..>> sesleri arasında Türkeş yerini aldıktan sonra, tenkitlere devam edildi. Tenkitler faslında Şişli ilçe başkanı İsmail Hakkı Karabulut, gazeteci Ergun Kaftancı ve Sakin Öner, Beyoğlu ilçe başkanı Salih Zeki Erol, genç partili Fethi Erhan Gaziosmanpaşa Gençlik Kolu başkanı Mahmut Bedirhanoğlu Fatih ilçe muhasibi Selâhattin Sarı, Yalova ilçe başkanı, il idare kurulundan Ali Erdinç, Şaban Kırboz, Naci Gürses ve daha birçok hatip ilgi çekici konuşmalar yaptılar. Yapılan oylama şu şekilde sonuçlandı: Hasan Tuncay: 99, Bahattin Erman: 26, Kâzım Özcan: 1.

80 kişilik büyük kongre delegelerinin de seçimden sonra, kongrede bulunan parti ileri gelenlerinin konuşmaları başladı. Mehmet Altınsoy, Ahmet Er, Mustafa Kaplan, Saadettin Tosbi, Süleyman Sürmen, Kâmil Koç, Yılmaz Yalçıner, ilgiyle dinlenen konuşmalar yaptılar. Son konuşmayı ise büyük tezahürat arasında Genel Başkan Türkeş yaptı. Diğer sayfalarda tam metnini bulacağınız konuşma sık sık ve uzun olarak tezahüratla kesiliyordu. Genel Başkanın konuşmasından sonra kongre 200 delegenin koro halinde <<TÜRKEŞ MARŞI>> nı söylemesiyle kapandı.

SONUÇ:

Bu son İstanbul İl Kongresi, şunu gösterdi. Milliyetçi – Toplumcu kadro, siyasî alana girdiğinden beri hızla gelişmekte ve güçlenmektedir. Türk Milleti ikinci kurtuluş savaşını yapacak MİLLÎ HAREKET’çilere güvenebilecektir. Türk Millî Hareketçileri yakın bir gelecekte Türkiye’de Komünist ve Emperyalist uşaklarını at oynatmalarına izin vermeyecektir.

MİLLÎ HAREKET



Zafer, 17 Eylül 1967.

TÜRKEŞ: AYIRICI VE BÖLÜCÜ HER HAREKETE KARŞIYIZ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, partisinin Çankaya ilçe merkezinde yaptığı konuşmada <<Türk vatandaşlarının birliğini bozmaya yöneltilen ayırıcı ve bölücü her faaliyet, karşısında Türk milliyetçiliğini bulacaktır>> demiştir.

<<Türk milleti bölünmez kutsal bir bütündür. Memleketin iç güvenliği ve iç birliği her şeyden önemlidir. Bu günkü Türkiye sınırları içerisinde yaşıyan Türk vatandaşları, din, mezhep, ırk, bölge ve kök farkı gözetilmeksizin bu milletin öz evlâtlarıdırlar. Türk devletinin toprak bütünlüğüne ve Türk vatandaşlarının birliğini bozmaya yöneltilen ayırıcı ve bölücü her faaliyet, karşısında Türk milliyetçilerini bulacaktır.

Dokuz yüz yıllık bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin çocukları kendilerine atalarından emanet olarak bırakılmış olan şerefli ve sevgili vatanlarını ve bayraklarını her şeye karşı koruyacaklardır. Pek çok çeşitli milletlerin karışmasından meydana gelmiş olan ve henüz yüz doksan yıllık tarihi bulunan Amerika Birleşik Devletleri bile, bir millet haline gelmiş bulunurken, bin yıla yakın bir tarihi bulunan Türkiye’nin evlâtlarını birbirinden ayrı görmek, kökü dışarıda olan kışkırtmacıların en büyük ihanetleridir. Fakat bu memleketin şerefli insanları böyle fesat hareketlerini çok görmüşlerdir ve bunlara gerekli karşılığı vermesini çok iyi bilmektedirler.>>



Son Baskı, 30 Eylül 1967.

TÜRKEŞ: MİLLETİN SAĞLIĞINA KASTEDENLERİ LÂNETLİYORUZ

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün verdiği demeçte, daha önceki iktidarlar zamanında olduğu gibi, Adalet Partisi iktidarının da programında tesbit edilmiş bir gıda politikasının olmadığını öne sürmüş, <<modern bir devlet yönetiminde halk sağlığı ile ilgili bir gıda politikasının tespit edilmesi lüzum ve zaruretine inanıyoruz>> demiştir.

Bazı belediye ve bölge gıda kontrol laboratuarlarında çeşitli gıda maddeleri üzerinde yapılan tahlil sonuçlarına göre, bozuk gıda maddesi imalâtının devam ettiğinin, hükümet makamlarına verilen raporlardan anlaşıldığını bildiren CKMP Genel Başkanı Türkeş daha sonra şunları söylemiştir:

<<Haris çıkarları için, insaf ve merhametten yoksun bulunan, gözleri dönmüş, vicdanları kararmış, muktedir ve vurguncuların, milletin sağlığını tehdit eden ve memleketin varlığını kemiren kanunsuz hareketlerine daha ne zamana kadar seyirci kalınacaktır?

Hastahanesi ve doktoru kifayetsiz olan, yeterli şekilde gıda maddesi ile besleyemeyen vatandaşların hayatına kasdetmek isteyen millet hainlerinin kökünün kazınması için kesin ve acil olarak, gerekli kanunî tedbirleri almak üzere Adalet Partisi iktidarını, vazife mücadeleye dâvet ediyor, milletin sağlığına kastedenleri lânetliyoruz.>>



Millî Hareket, Ekim 1967, Sayı 15.

TÜRKEŞ SÖĞÜT’TE

BU YILKİ ERTUĞRUL GAZİ İHTİFALİ

Ertuğrul Gazi bilindiği gibi; Osmanlı devletinin ilk temel harcını koyan adamdır. Karakeçili aşiretinin başında gelmiş, Söğüt’te yurt tutmuş, toprak sahibi olmuş, tahminlere göre 93 yaşlarında ölmüş, ölmeden oğlu Osman Bey’e istikbali olan bir beğlik bırakmıştı.

SÖĞÜT

Söğüt kasabası bugün, 5000 nüfusu olan, şirin münbit, Karakeçili aşiretinin hemen hiç karşılamadan bugünde yaşadığı bir yerdir. Adını Türkler geldiği zaman almıştır. Eskiden, Anadolu’nun bir çok şehir ve kasabalarında olduğu gibi burada da bir kale varmış. Söğüt, kapalı bir şehirmiş yani. Sonra, bir tehlike kalmadıktan, Türkler buraya sahip olduktan sonra bu kapalı şehir şekli değişmiş, Karakeçili’ler dağılmışlar çevreye.

Meşhur Evliya Çelebi, şehri şöyle anlatır: <<Bursa sancağı hükmünde Lefke kazası nevahisinden hakimli, bağlı, bahçeli, abu havası lâtif bir kasabadır. 700 kadar kiremit ile örtülü türk hanelerini havi, müteaddid camili, han ve hamamlı, çarşı ve pazarlı bir yerdir. Memduhatından üzüm turşusunun envai olur ki, dillerle tabir olunamaz.>>

Tarihçi Hammer ise, Söğüt’ü şu şekilde anlatıyor: <<İstanbul’dan Mekke’ye giden hacıların yolu üzerinde ve Lefke’ye <<Lokas>> dokuz ve Eskişehir’e şimâli 10 fersah mesafede Ertuğrul’un eski ikâmeti olan Söğüt bulunur ki, Bizanslılar bunu Tebazyon, Arap müverrihleri de Safsaf namiyle yad ederlerdi.>>

Bugün Söğüt’ün önemli vasıfları, Osmanlıların ilk başkenti olması ve Ertuğrul Gazi türbesini bağrında saklamasıdır. Gezgin olarak oraya gidenler bunlardan başka pek şey düşünmezler. Çünkü orada ne eğlence vardır, ne toprak altından çıkacak kalıntılar vardır.

İHTİFALLER

Ertuğrul Gazi ihtifalleri her yıl artan veya eksilen ilgilerle her yıl yapılır. Tarihçi İbrahim Hakkı Konyalı, 30 Eylül 1956 da yapılan ihtifali bir kitapta anlatır. İhtifâlde profesörler, bilginler, vilâyetin milletvekillerinin ve en az yirmi bin kişinin bulunduğundan bahseder. Rumî 12 Haziran 1311 tarihli malûmat mecmuasında Ziyareti Türbe-i Ertuğrul ve Karakeçili Aşireti başlıklı bir yazıda, Karakeçili aşiretinin her yıl Söğüt’teki türbeyi ziyareti uğurlu bir âdet edindiklerini yazar.

ŞİMDİKİ İHTİFALLER

Hükûmet ilgilendiği, vasıta temin ettiği, basın gerekli ilgiyi gösterdiği zamanlar halkın rağbeti oluyormuş. Bunlar yapılmazsa, halk ve oranın ileri gelenleri baştan sağma bir tören düzenleyip, o yıl da atlatılırmış. Bir dernek kurulmuş bu ihtifalleri düzenlemek için. Dernek üyelerinin çabaları, yardım gördükleri sürece verimli oluyormuş.

İhtifaller, Ertuğrul Gazi türbesinin yanındaki meyilli bir arazide başlıyor. Önce oranın ilgilileri ve davetliler konuşma yapıyorlar. Sonra mahallî kıyafetli Karakeçililerin, civar illerden gelen millî ekiplerin geçişleri yapılıyormuş. Meselâ bu yıl Bursa kılıç kalkan ekibi, Bilecik mehter takımı, Ankara halkevi oyun ekibi törene katılmışlardı. Ekiplerin geçişinden sonra, ki öğle vakti geliyordu, ananevî pilâv, Ertuğrul Gazi türbesi yanında davetlilere ve halka yediriliyordu. Çelebi Sultan Mehmet tarafından yaptırılan camide Kur’an ve Mevlit okutuluyor, akşam cirit oynanıyordu.

BU YILKİ İHTİFAL

Bu yıl ihtifal 24 Eylül günü yapıldı. Tertip Komitesi önceki yıllardan edindiği tecrübe ile mahallî ekipleri, tören yerlerini hazırlamıştı. Tören yerinin karşısına, Türklerin ilk yerleştikleri yeri işaretlemiş olmak için bir otağ kurulmuş ve otağın önüne bir bayrak dikilmişti… Tören için her şey güzeldi. Hava, bir kaç gün önce yağmurlu olmasına rağmen, şimdi günlük güneşlikti. Bütün civar köyler, Karakeçili aşiretinin bütün torunları törene katılmak veya seyirci olarak bulunmak için Söğüt’e akın etmişti. Renk renk mahallî kıyafetlerin içinde en az 5 bin kişi töreni izliyordu.

TÖRENDEKİ DAVETLİLER

Tören Tertip Komitesi böyle millî bir güne önemli kişilerin gelmesini istemişti elbet. Vali, Jandarma Kuvvetleri Komutanı, yüksek rütbeli subaylar törene katılmışlardı. Fakat, siyasî partilere davetiye gönderildiği halde, CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş ve onun partisi mensuplarından başkası bu millî güne gelmek gereğini duymamışlardı. CKMP’liler İstanbul, Ankara, Bursa, Eskişehir, Bilecik v.s. den otobüslerle, taksilerle gelerek tören yerini doldurmuşlardı. Bilhassa bu partiye mensup gençlerin söylediği marşlar halk tarafından büyük bir ilgi ile izleniyordu…

İKİ PARTİZAN

Böyle millî günlerin partizanlar, millî meselelerle ilgisi olmayan partizanlar tarafından istismar edilmek istendiği sık sık görülür. Sözde o günün heyecanından yararlanır, halkı kandırmak için türlü şaklabanlıklar yaparlar…

Söğüt’ün Belediye Reisi koyu bir Halk Partili. Halkın söylediğine göre korkunç bir partizan. Kaymakam ise, partiler dışı olması gerektirdiği halde, belediye reisinden daha ateşli bir Halk Partili. Bu iki adam, el ele vermişler, törenin hazırlığında büyük rol oynamışlar. Hani, hazırlık dedikse, ekiplerin hazırlığı falan değil. Böyle olsa, teşekkür edilirdi onlara. Bu adamlar tutmuşlar, tören kürsüsünü CHP’nin propaganda kürsüsü olarak hazırlamışlar.

KONUŞMALAR

İlk konuşmayı Vali yaptı ve gelen misafirlere hoşgeldiniz dedi. Sonra Belediye reisi, Kaymakam, bir halk şairi, milliyetçi bir kişi olduğu anlaşılan öğretmen konuşmalarını yaptılar. Bunlar çok normal şeyler. Birden anonsu yapan kişi, tören komitesine gelen telgrafları okumaya başladı. CHP Genel Başkanı gelemediği için telgrafla özür dilemişti. Bu telgrafın okunması normaldi. Sonra bir telgraf daha; CHP genel sekreteri propaganda seyahatinde olduğu için gelememişti. Bu biraz garip karşılandı. Ve bir telgraf daha; Bilecik CHP İl Başkanı da gelememişti…

Türkiye’de şu kadar parti, hepsinin genel başkanı, sekreteri, il başkanı vardı. Tertip Komitesinden öğrendiğimize göre 60 kadar telgraf gelmişti türlü yerlerden. Bunlar okunmuyor, sadece CHP’den gelenler okunuyordu…

TÜRKEŞ KONUŞTURULMUYOR

Törene katılan yegâne parti genel başkanı Alparslan Türkeş, bu ihtifallere Türkiye’de olduğu zamanlar daima gelirdi. Derneğin kurucularından da olan Türkeş, toplantılarda konuşur, bu konuşmalarında siyasî bir kuruluşa mensup olduğunu hiç hissettirmezdi. Davet edildikleri halde törene gelmeyen, fakat gönderdikleri telgraflar okunan diğer siyasîlerin durumları bu olduğuna göre, törene katılan ve kalabalık bir kadro ile katılan Türkeş’in konuşması en normal hareketti. Herkes bunun beklerken anonsları yapan spiker konuşmaların sona erdiğini, geçit töreninin başlıyacağını bildirdi. O âna kadar sessiz olarak oturan, CHP’nin propagandasını dinliyen halk ve gençler bu anonsa şaşırdılar. Anonsu yaptıran kaymakamın yanına giderek, Türkeş’in neden konuşturulmadığını sordular. Kaymakam, tam bir partizan gibi, programın daha önce çizildiğini, şimdi bozulamıyacağını söyledi. Gençlerin ve halkın kızgınlıkla kendisini daha fazla sıkıştırmağa başlaması karşısında korkarak, görevli jandarmaya, kalabalığı sarmalarını ve önlerinde nöbet beklemelerini söyledi. Bunları söylerken bir taraftan da, korktuğu için olacak, davetlilerin oturduğu yere doğru kaçıyordu.

SÖĞÜT’TE BAŞBUĞ TÜRKEŞ TEZAHÜRATI

Söğüt, Söğüt olalı belki böyle partizanlar tarafından yönetilmemişti. Halk ile Kaymakamın böyle bir haksızlığı münakaşa etmeleri, Kaymakamın haksızlığı savunması belki kötü olaylar çıkartabilecekti. Millî bir günde milliyetçi bir liderin konuşturulmamasını Söğütlüler ve gençler kabul edemiyorlardı. Bu münakaşalar olurken ekiplerin geçişi başlamıştı. Birden bütün söğüt yaylalarına yayılan bir ses duyulmaya başladı. Yüzlerce kişi, yapılan bir haksızlığı bütün Söğütlülere duyurmak için, <<Başbuğ Türkeş, Başbuğ Türkeş…>> diye tezahürata başlamıştı. Oyun oynayarak geçen ekip oyununu durdurdu… Töreni izleyenler irkilerek ayağa kalktılar. Bütün civar gençlerin hançerelerinden çıkan bu sesi dinliyordu. O sırada Kaymakamın yüzüne bakanlar, onun nasıl sarardığını, kalabalığın arasında kaybolmak için çabaladığını farkettiler.

Tören, tatsız tuzsuz devam etti. Verilen ananevî pilâvı davetliler protesto ederek yemediler. Bunun yerine camiye giderek kur’an ve mevlit dinlemeyi tercih ettiler.

BUNDAN SONRA

Ertuğrul Gazi ihtifâlini gelecek yıllarda düzenleyecek olanlar, bu törenlerde siyaset yapmak yerine, bu günün, Türkiye çapında düzenlenmesine, bu yıldönümün büyük anlamını kavrayarak ona göre hareket etmeğe çalışmalılar kanaatindeyiz.



Zafer, 8 Ekim 1967.

“KOMÜNİSTLERE SAVAŞ AÇTIK, MUTLAKA EZECEĞİZ”

TÜRKEŞ, “DOĞU MİTİNGLERİ ART DÜŞÜNCEYE DAYANIYOR”

Malatya - CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, dün yaptığı konuşmada <<Doğu’nun kalkınması için acele tedbirlere baş vurmalıyız.>> demiştir. Türkeş şunları söylemiştir:

<<Bizim Bayrağımız Türk milliyetçiliğidir. Bayrak, daima birleştirici olmuştur. Türkün kudreti, İslamın imanı, bu bayrakta temsil edilmiştir. Bizim mücadelemiz birleştirici, yükseltici yolda olacaktır. Kalkınma için gerekli güç, bu birlikten doğacaktır. Bu birleşmenin değeri, içinde milletimizin bulunmasından ibarettir. Varlığımıza kast eden düşmanlar, harp sahasında elde edemediklerini nifak yolu ile temine çalışmaktadırlar. Komünist cereyanlar, türlü maskeler altında faaliyet halindedir. Kendilerine kâh sosyalist, kâh fukara dostu ve kâh ilerici sıfatlarını vererek, millî varlığımıza kast etmektedirler.

Aziz vatandaşlarım, bunları teşhis etmek kolaydır. Bu kişiler, millî mücadeleden kaçıp Moskova’da şiir yazan bir haini millî kahraman ilân ederler, bu kişiler, dünyayı maddeden ibaret sayarlar. Bu kişiler Türkiye dışında kalan soydaşlarımıza düşman gibi bakanlar. Biz bunlarla savaşıyoruz. Savaşacağız. Onları mutlaka ezeceğiz.>>

<<Son günlerde yer yer mitingler yapıldığı görülmektedir. Bu mitinglerin tahrik ve teşvikçilerinin art fikirleri olsa bile, milletimiz o meydanlarda kalkınma gücü, arzu ve iradesi ile toplanmaktadır. Hükümet, bu istek ve iradeyi anlamalı ve geri kalmış bütün bölgelere, başta Doğu olmak üzere özel sermayeyi takviye etmeli, vergi indirimleri, kredi destekleri, faiz indirimleri tanımalı, alt yapı yani yol, enerji, su hizmetlerine öncelikle önem vermelidir.>>



Milliyet, 8 Ekim 1967.

TÜRKEŞ: DOĞU MİTİNGLERİ ART DÜŞÜNCEYE DAYANIYOR

MALATYA, ÖZEL

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, partililerle yaptığı sohbet toplantısında <<Doğu’nun kalkınması için Hükümetin bütçe dışı bir fon kurmasını>> istemiştir.

Doğu mitinglerine de değinen Türkeş, bu mitingleri düzenleyenlerin art fikirleri olduğunu söylemiş ve şöyle devam etmiştir: <<Milletimiz bu meydanlarda, kalkınma ve güçlenme arzu ve iradesiyle toplanmaktadır. Hükûmet bu istek ve iradeyi anlamalı, geri kalmış bölgelere, başta Doğu olmak üzere, özel sermayenin yatırım yapması için çeşitli imkânlar ayırmalıdır. 600 milyon liralık Tasarruf Bonosu gelirleri bu bölgelerin kalkınması için kurulacak özel bir fona kaynak olmalıdır.>>


BİLDİRİLER TOPLATILDI

Bugün yapılacak dördüncü Doğu mitingiyle ilgili olarak Batman’da dağıtılan beyannameler dün mahkemenin aldığı karar gereğince toplattırılmıştır.



Son Baskı, 14 Ekim 1967.

KARAKÖSE, Özel

Doğu illerinde bir geziye çıkan CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş dün Karaköse’de şu demeci vermiştir:

<<Türk Milletindeki gelişmeler, karanlık gayelerin peşinde olan kuvvetleri endişeye sevketmektedir. Bunun sonucu olarak da memleketimizi içerden karıştırmak ve parçalamak maksadı ile kışkırtmalar yapılmaktadır.

Doğuda düzenlenmiş olan son mitinglerle, böyle kötü niyetlerle masum halkı iğfâl etmeye çalışmaktadırlar. Doğu mitinglerini komünistler ve bir takım soysuzlar düzenlemektedirler.

İhmal edilmiş bulunan Doğu bölgemizin kalkınması ve ihtiyaçlarının hükümete duyurulması için elbette, Doğulu vatandaşlarımız kanunların kendilerine verdiği hakları kullanmalıdırlar, kullanacaklardır, fakat zihniyetleri bozuk bir takım insanların, kendilerini alet etmelerine imkân vermemek hususunda uyanık olmalıdırlar.>>



Milliyet, 31 Ekim 1967.

OSMAN TURAN DÜN AP’DEN İHRAÇ EDİLDİ

Trabzon Milletvekili Osman Turan dün Adalet Partisinden ihraç edilmiştir. Merkez Haysiyet Divanı ile Senato ve Millet Meclisi Haysiyet Divanlarının yaptıkları ortak toplantıda Osman Turan’ın durumu görüşülmüş, ve <<Partiyi yıpratıcı çalışmalarda bulunmak, iç tüzüğe aykırı hareket etmek>> ten dolayı partiden ihracına karar verilmiştir. Karar 15 üyeden 10’unun müsbet, 4’ünün çekimser ve birinin red oyu ile alınmıştır.



Millî Hareket, Ahmet Seferoğlu, Ekim 1967, Sayı 15.

TÜRKÇÜ TÜRKEŞ’İN ARDINDA GEREK

Adnan Ötüken’i Kültür Müsteşarlığı vazifesinden almakla Süleyman Demirel yönetimindeki AP hükûmeti iç yüzünü kesin olarak ortaya koymuştur. İçinde bulunan birkaç milliyetçiye rağmen AP milliyetçi değildir. Düşünce ve davranış bakımından da Türkçülükle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. Tersine, yıllarca Türklüğü kemiren sinsi bir kuruluşun buyruğundadır. Komünizme karşı gibi durması siyasî propaganda içindir. Bir hamlede komünistleri yok edecek tedbirlere gidilmemesi, bunun en açık tanığıdır. Çünkü komünistlerin birden ortadan kaldırılması en büyük siyasî propaganda konularından birini de birden kurtaracaktır.

AP millet çoğunluğunun oyuyla iktidara geldi, dolayısıyla millîdir denecek. Evet, AP böyle bir yoldan başa gelmiş olabilir, ama bu millî olmanın ölçüsü değildir. Çünkü yüzyılımın demokrasiyle yönetilen dünyası propaganda dünyasıdır. Parası çok olup ta propagandası güçlü olanın kazandığı bir dünya. Binaenaleyh oy çoğunluğuyla başa gelmek olsa olsa propaganda güçlülüğünün ölçüsü olabilir. Millî olmanın değil. Millî olmanın ölçüsü, milletin içinden çıkıp millete yarar iş yapmaktır. Bu ölçüye göre Oğuz Han hükûmeti, Bilge Kağan hükûmeti, Alparslan, Fatih Mehmet, Babür hükûmetleri millîdirler. Bunların hiç biri milletin oy çoğunluğuyla başa geçmemişlerdir. Ama, Türk soyundan gelmişlerdir ve Türk soyunun büyüklüğüne tanık olacak işler başarmışlardır. Oy çoğunluğuyla başta olan Demirel de böyle bir yolda olsaydı o da, millî olabilirdi. Gelgelelim millî bir davranışın en ufak bir belirtisi yok ortalarda. Ciddî olarak memleket konularını düşünen bir iktidarla karşı karşıya değiliz. Böyle olsaydı hiç olmazsa birkaç kolda köklü değişikliklere gidildiğini görürdük. Söz gelimi üniversite ciddî olarak ele alınırdı. Yahut ağır sanayiye girme konusu uzun uzun plânlanırdı. Kürtçülük ve komünizm tehlikelerine; ahlâksızlık, başıboşluk, zevk bozulması gibi konular üzerine eğilen kafalar olurdu. Oysa karşımızda, hiçbir dayanağı olmadan köylüye pek yakında buzdolabına sahip olacağını söyleyen sorumsuz ağızlar var.

Adalet Partisi içindeki milliyetçilerin de, bulundukları yerde hiçbir iş beceremiyecekleri kesin olarak anlaşılmıştır. Bir kıyıya itilmişlerdir. Hiçbir sözleri dinlenmez olmuştur. Önümüzdeki seçimlerde belki birkaçı siyasî bir yem olarak milletvekili yapılacak, fakat büyük çoğunluğuna bu imkân da tanınmayacaktır. Partinin mühim yerlerinden büsbütün atılacaklardır. İçlerinde kalan birkaç kişi de belki milletvekili olmanın imkânlarından yararlanacaklar, belki de bunun gururunu duyacaklar ama şimdiyedek taşıdıkları milliyetçilik şerefinden çok şey yitireceklerdir. Hattâ gaflete direnmekle ihânet içerisine bile girebileceklerdir.

Günümüz Türkiyesinin milliyetçi partisi Türkeş’in başlığındaki partidir. Bu su götürmez bir gerçektir. Çünkü, Türkeş şimdiyedek olan davranışlarıyla milliyetçi olduğunu en görmez gözlere bile göstermiş, en duymaz kulaklara bile duyurmuştur. Türkeş, 1944 öncesi Türkçülük faaliyetlerinin içindedir. 1944 yılının kutlu hareketi, ırkçılık – Turancılık davâsının içindedir. 1944 ten sonra da ordu içinde yine, Türkün yüceliğini bir daha gerçekleştirmeği istemek demek olan Türkçülük düşüncesi ardındadır. Bu kutlu düşünceyi gerçekleştirmek için 1960 taki ihtilâle katılmıştır. Yok edilmek pahasına ihtilâli bu düşünce mihveri üzerine oturtmağa çalışmış, fakat yeterince kadroya ve çevreye sahip olamadığından memleketi ne duruma soktukları bilinenlerce, binbir düzenle ihtilâl komitesinden uzaklaştırılmış, buna rağmen artık oturayım da rahat edeyim demiyerek eksikliğini gördüğü kadroyu kurmağa girişmiştir. Bugünkü siyasî vasatta başka hangi Türk milliyetçisi böyle bir aksiyon grafiğine sahiptir? Bugün milliyetçi olduğunu söyleyen, ama daha dünedek, Türk milliyetçilerinin en amansız düşmanı İnönü’nün adamı olan Turan Feyzioğlu mu?

Defalarca söylendiği gibi artık cepheler kesin olarak ayrılmıştır. Bir yanda maddeci kapitalistler, bir yanda da maddeci komünistler vardır. Bir de bunların arasında maddî menfaat artçısı fırsatçılarla, demokrasicilik oynayan şarlatanlar vardır. Türk öncülüğü makamında da Türkeş.

Türkeş bu işi kıvıramayacak demek bir safsatadır. Türkçü görüşü taşıyan bir başka lider var mıdır? Yoksa, Türkçü olduğunu söyleyen bir kişi Türkeş’in ardında olmak zorundadır. Bir takım hususî durumlar dışında, parti içinde eliyle, koluyla, kafasıyla çalışmak zorundadır. Kâbiliyeti nereye yöneliyor, gücü nereye yetiyorsa oraya doğru, o alanda Türkeş için çalışmak zorundadır. Bu karın doyurmak dâvâsı değildir. Acılığa dayanmak, yokluğun içine girmektir, bir şeref dâvâsıdır. Şeref, Türkeşçi olmaktır. İşi kıvırıp kıvıramamak mühim değildir. bu yolda yok olmasını bilmek mühimdir. Kazanılacağı kesin olan bir işe fırsatçılar üşüşür. Bizim şeref yolumuzda ise fırsatçıların yeri yoktur.

Türkeş’in öncülüğündeki bu hareket Türkçülük ülküsünün üçüncü atağıdır. Üçüncü arak başarıya ulaşamazsa, dördüncüsü başarıya ulaşır. Her atak bir sonrasını, dolayısıyla sonucu hazırlar. Öyleyse, belki de sonuncusu olacak bu atağın içinde bulunmak zorundayız. Biz artık Türkeşçi olmayan milliyetçiliğe inanmıyoruz. Bu kutlu düşüncenin sâhipleri, bu kutlu atağın içinde olurlarsa milliyetçi olabilirler. Yoksa, milliyetçilik şerefinden yoksun kalırlar.



Millî Hareket, Kasım 1967, Sayı 16.

BÜYÜK KURULTAY

Türkiye’de milliyetçi – toplumcuların bünyesinde birleştirdiği Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin bu ayın 24- 25 ve 26’sında Ankara’da büyük kurultayı toplanıyor. Türkiye’ye millî bir yön vermek için vatanın her tarafında bütün güçleriyle çalışanların bir araya gelmeleri, siyasî hayatımız bakımında önem taşıyor.

CUMHURİYETÇİ KÖYLÜ MİLLET PARTİSİ

1948 de Mareşal Fevzi Çakmak tarafından Millet Partisi adıyla kurulan ve kapatılma, başka partilerle birleşmelerle bu günkü adını alan parti, Türk siyasî hayatında bugüne kadar önemli roller oynayarak hayatiyetini muhafaza etmiştir. İki yol önce program ve bünye değişikliğiyle yeni bir aksiyona ve yeni bir yönetici kadroya kavuşan CKMP kısa zamanda milliyetçi – toplumcu gençliğin, aydınların partisi durumuna gelmiştir. Şimdi ise yoğun bir propaganda gayretiyle geniş halk kitlelerine hitap etmekte, Türkiye’nin siyasî kaderine hakim olacağı güne doğru emin adımlar atmaktadır…

GERÇEK LİDERLERE SAHİP TEK PARTİ

Türkiye’deki siyasî partiler gözönüne getirilince ve liderleri düşünülünce gerçek bir lidere sahip olan tek partinin CKMP olduğu kolayca belli olur. CKMP Genel Başkanı Türkeş, düşünce yönü ve mazisiyle siyasî hayata atılmadan önce de herkese kendini kabul ettirmiş biri idi. Aksiyonu, cesareti, geniş kültürü ve dünya görüşü bunu haklı kıldırıyor. O, bir partiye girerken bunlar kabul ediliyor ve fakat siyasî bir ortam içinde kendisini kaybedip etmiyeceği hakkında tereddütler uyanıyordu. Türkiye’deki siyaset ortamının karışıklığı ve ahlâk temellerinden hareket edilmemesi bunun ana sebebi idi. Fakat Türkeş iki yıllık genel başkanlığı sırasında bu tereddütleri kökünden sildi. Türk siyasî hayatına yeni bir ses ve yeni bir ruh getirdi. İftirasız, küfürsüz, kafaya ve mantığa hitap eden, bir sesti bu. Ahlâkı temel alan bir sesti bu. Yurdu bir baştan bir başa defalarca dolaştı. En geniş meydanlardan en küçük kahvelere kadar her yerde halka hitap etti. Halk bu sesi dikkatle dinliyor, bu küfürsüz, iftirasız sesin sahibine kulak vermek icabettiğini gün geçtikçe daha iyi idrak ediyordu… Türkeş’in bu gezileri partiyi tam bir hareket haline getirdi. Teşkilât bakımından, ilk kurulduğundan beri en geniş şeklini aldı. Samimi ile samimiyetsizi ayırt eden halk bu kuruluşun çevresinde halkalanmağa, bu millî harekete katılmağa başladı…

DOKTRİN PARTİSİ

1961 den sonra Türkiye’de doktrin kavgaları başlamıştı. Sosyalist düşüncenin yeraltındaki adamları, yeni anayasanın verdiği birtakım haklardan yararlanarak, bugün artık ilkelliği bütün düşünce adamları, iktisatçılar tarafından kabul edilen marksizmi savunmak için ışığa çıktılar. Türkiye’de ise öteden beri devletçilikle kapitalizm karışımı bir sistemin kötü bir tatbikatı hüküm sürüyordu. Ve bu kötü tatbik, marksizmin gelişmesine zemin hazırlıyordu.

Türkeş ve arkadaşları, bütün milliyetçi – toplumcu Türk aydınları gibi bu durumu öteden beri görüyorlardı. Türkiye’nin ancak bir TÜRK DOKTRİNİ ile kalkınacağına ve bu doktrinin esaslarının Türk’ün gerçeklerinden alınması gerektiğine inanıyorlardı. Türkeş, bu yolda daha önce çalışmaları olduğu için, bu esasları DOKUZ IŞIK DOKTRİNİ adı altında özetledi ve Türk halkına sundu. Bugün CKMP kadrosu, Dokuz Işık doktrininin esaslarını benimseyen ve benimsetmek için çalışan insanlar topluluğudur.

PARTİDEN AYRILANLAR

Türkeş, genel başkan olduktan sonra ve seçimlerin ertesinde partiden bazı eski partililer ayrıldı. Türlü şekilde yorumlanan bu ayrılmaların ana sebebi, değişen parti bünyesine uyamamak ve başka partilerden gösterilen menfaatlerdi. Türkeş, genel başkan olduktan sonra hemen ayrılanlar, Adalet Partisinin menfaat çarklarına kapıldılar. Bazısı bu menfaatlardan yararlanamayarak dışarıda kaldı. Seçimlerden sonra ayrılan bazı milletvekillerinin durumu ise daha garipti. Partinin giderleri için her ay milletvekillerinden alınan muayyen bir parayı vermemek için partiyi ihmâl etmişler, bunların bazıları istifa etmiş, bazıları haysiyet divanı kararı ile bünye dışına çıkarılmışlardı.

KURULTAYDA NELER OLABİLİR?

Bu kurultay denemiş ve liyakati görülmüş bir kadronun yeniden tescil edilmesi şeklinde geçecektir. Genel başkanlık için Türkeş’ten başka bir aday yoktur. Türkeş’in genel başkanlık için oyların yüzde yüzünü alması sürpriz olmayacaktır.

Genel kurul için ise bütün kongre delegeleri aynı şansla gireceklerdir. Parti içinde sivrilen birkaç adın dışında yüzde yüz genel kurul üyesi seçilir diye bir şey söylenememektedir. Gerçek olan şu ki, bu durum genel kurul’un daha güçlü daha aksiyoner insanlardan kurulmasını sağlaması bakımından yararlı olmaktadır…

AMBLEM VE PARTİNİN ADI MESELESİ

Her genel kongreden önce olduğu gibi bunda da ön fikirler ileri sürenler olmaktadır. Bu fikirlerin bazıları gerçekleşmekte, bazıları ise, sadece dedikodu safhasında kalmaktadır. Şimdiki söylentilerin en yaygın olanı Partinin terazi olan ambleminin ve adının değişeceğidir. Anadolu’nun bir çok yerlerinden gelen birbirini teyit eden haberler, pati ambleminin büyük bir ihtimalle değişeceğini göstermektedir. Değişmesini savunan kişilerin tezi şudur: <<Terazi uzun yıllardan beri kullanılmakta, aksiyoner havasını kaybetmiş bulunmaktadır. Hele bazı yerlerde halk bu teraziyi Bölükbaşı’nın amblemi sanarak yer vermekten çekinmektedirler. Partinin yeni ve aksiyoner havasına uygun bir amblem seçilmesi şarttır.>> Yine bu konuda fikirleri ileri sürülmekte amblemin nasıl olması gerektiği üzerinde tartışmalar yapılmaktadır.

EN BÜYÜK İHTİMALLER

En çok üzerinde durulan ihtimaller, Kurt ve üç hilâl adı verilen iki amblemdir. Kurt bilindiği gibi Türk’ün sembolüdür. Üç hilâl ise Türk ve İslâm birliğini sembolize etmektedir.

Partinin adı meselesinde de en büyük ihtimaller, Milliyetçi Parti, Millî Hareket Partisi’dir. Tabii ki, bunlara genel kurul karar verecek, ya eski ad ve amblemde ısrar edilecek veya bu değişikliklerden birisi olacaktır.

Hangi ihtimaller gerçekleşirse gerçekleşsin, milliyetçi – toplumcuların bu kurultayının Türkiye’nin kaderine hakim olunacak büyük güne doğru atılmış güçlü bir adım olacağına inanıyoruz.



Haber, 3 Kasım 1967.

DİLLİGİL AP’DEN İHRAÇ EDİLDİ

AP Genel İdare Kurulunun dün yaptığı toplantısında, Adana Milletvekili Turhan Dilligil’in Partiden ihracı kararlaştırılmıştır.



Haber, 3 Kasım 1967.

CKMP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI: “ANAYASAYI İHLÂL EDENLER ŞİMDİ EBEDÎ SENATÖRDÜR”

CKMP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Altınsoy, dün düzenlediği basın toplantısında <<Türk tarihinde idam edilmiş yüzlerce sadrazam vardır. Varislere teslim edilmemiş cenaze yoktur>> demiştir. Genel merkez binasında saat 10’da yaptığı basın toplantısında, kamu oyunu günlerdir meşgul eden naaşların nakli meselesinin tekrar başladığı noktaya geldiğini öne süren Altınsoy <<bu icraatın başından beri hukuk, siyaset ve mantık kaidelerine aykırı cereyan ettiğini>> söylemiştir.

<<13 Kasımda 14’leri sürgüne yollayarak Anayasayı alenen ihlâl etmiş olan Tabiî Senatörler <<Anayasayı ihlâl>> suçuyla idam hükümlerini tasdik etmekten sakınmamışlardır. Anayasayı ihlâl suçunu irtikâp edenlerin ebedî senato âzalığıyla şereflendirilmeleri ile aynı suçtan hükümlü olanların meçhul mezarlı olması arasındaki tezadın millet idrakinden yankıları düşünülmemiştir.



Milliyet, 12 Kasım 1967.

CKMP TABİÎ SENATÖRLÜĞÜN KALDIRILMASINI İSTİYOR

Anayasanın Tabiî Senatörlük ve Kontenjan Senatörlüğü ilgili maddelerinin iptali için kanun teklifi hazırlandı

CKMP Anayasa’nın bâzı maddelerinin değiştirilmesini öngören bir kanun teklifi hazırlamıştır. Bu konuda dün sabah parti merkezinde bir basın toplantısı yapan Manisa Milletvekili Sami Binicioğlu, kanun teklifinin Anayasa’nın 70, 272 ve 73’ncü maddelerinin değiştirilmesini öngördüğünü açıklamıştır.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, söz konusu maddelerin kapsamı içine giren Tabiî Senatörlük, Cumhurbaşkanlığı Kontenjan Senatörlüğüyle, eski Cumhurbaşkanlarının Senatörlüğünün Anayasadan çıkarılmasını istemektedir. Teklif şu milletvekilleri tarafından imzalanmıştır:

Alpaslan Türkeş, Mehmet Altunsoy, Muzaffer Özdağ, Sami Binicioğlu, Fuat Uluç, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, Kemal Aytaç ve Rifat Baykal.



Haber, Cevdet Perin, 15 Kasım 1967.

TABİİ SENATÖRLER VE CKMP’NİN TEKLİFİ

Tabiî Senatörlük, hattâ Cumhurbaşkanlığı kontenjan senatörlüğü müessesesinin bizden başka dünyanın hiçbir memleketinde olduğunu sanmıyorum. 27 Mayıs sonrası, İsmet Paşa bunu, Millî Birlik Komitesi üyelerini tatmin etmek ve bir an önce seçimleri yaptırarak kendi partisini iktidara getirmek ümidiyle icad etmiştir. Fakat, Anayasaya o günkü şartlar içinde bu ümitle konulan madde CHP ye de MBK ne de uğur getirmemiştir, aksine zarar vermiştir.

Gerçekten, Halk Partisinin güvendiği dağlara karlar yağmış, tek başına iktidara gelememiş; ihtilâlci subaylar ise temellim senatörlüğü kabul etmekle, hem içtikleri anda ihanet etmişler, hem de halkın gözünden düşmüşlerdir. Oysa, ilk zamanlarda, ikide birde tekrarladıkları gibi, görevleri bitince orduya dönmüş olsalardı, herhalde şimdiki kadar acınacak duruma düşmezler, öteki arkadaşları gibi, dolambaçlı yollardan da olsa, belki yine parlâmentoya girmeye muvaffak olur, veya hiç olmazsa sözünün eri birer asker olarak anılırlardı.

Bugünkü Türk Parlâmentosu kadar karışık bir Meclis dünyada ne kurulmuştur, ne de bir daha kurulur! İhtilâlin tahrikçisi ve teşvikçisi olanlarla, ihtilâl yüzünden gadre uğrayan, çile çeken, yakınlarını kaybeden insanlar yanyana oturmakta, asıl işin garibi, ihtilâlin darbesini yiyenler tekrar iktidarda bulunmaktadırlar!..

Diğer taraftan, ihtilâli yapan Millî Birlik Komitesinin, ikiye bölündükten sonra, rejime ihanet suçu ile yurt dışına sürdüğü üyeleri, yıllarca gurbette kaldıktan sonra nihayet dönmüşler ve çeşitli yollardan, ne yapıp yapıp politikaya atılmışlardır. Fakat, 14’ler diye anılan bu sürgün ihtilâlciler, Brüksel’de yaptıkları bir toplantıda anlaşamamışlar, onlar da ikiye ayrılmışlardır. Ayrılışlarının gerçek nedenini ancak siyasî partilerin saflarında yer aldıkları zaman öğrenmiş bulunuyoruz. Zira Orhan Kabibay ve arkadaşları bugün CHP de, daha doğrusu ortanın solunda yer almışlar; Alpaslan Türkeş ve arkadaşları ise, CKMP yi ellerine geçirerek bu partiye milliyetçi sosyal bir hüviyet vermeğe çalışmışlardır.

Şimdi, aslı konuya gelelim: Tabiî Senatörler yurt dışına yalnız CKMP de bulunan arkadaşlarını sürmemişlerdi, CHP dekileri de birlikte yollamışlardı. Öyleyse, bunların da, ötekiler kadar kendilerini vatana ihanet suçu ile mahkûm edenlere karşı olmaları gerekmez mi? Niçin yalnız Türkeş ve arkadaşları bu teklifi yapmaktadır? Bu teklif Meclise geldiği zaman, Halk Partisi sıralarında oturan eski sürgünler lehte oy vermiyecekler midir? Yoksa, <<parti disiplini>> diyerek, kendi kendilerini inkâr mı edeceklerdir?.. Bunu yakında göreceğiz.

Diğer bir konu da, CKMP nin bu hareketinin samimi olup olmadığı meselesidir. Zira, bunda bir siyasî yatırım sezmemeğe imkân yoktur. Fakat, böyle de olsa, yapılan teşebbüs medenî cesaret bakımından takdire değer. Şimdiye kadar pek çok politikacı bu konuda atıp tutmuş, ama hiç kimse ciddî olarak teşebbüse geçmek kabadayılığını göstermemiştir. Ancak; Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarına bir hususu daha hatırlatmak isterim: Ordudan emekliye sevkedilen yedi bin subay arkadaşları için de bir şey düşünüyorlar mı? Çünkü, <<Eminsu>> ve <<147’ler>> facialarını yaratanlar arasında kendileri de vardı, yanılmıyorsam!.. Sonra, Anayasa değişikliğini yalnız temelli senatörler konusunda mı düşünüyorlar? Daha başka değişiklik yapılması gereken maddeler yok mu? CKMP mademki bir kapıyı açmak istiyor, öyleyse sadece aralamakla yetinmemelidir. O zaman, millet bu teşebbüsü yapanların samimiyetine inanır ve belki de memleket için daha hayırlı olur.



Son Baskı, 25 Kasım 1967.

CKMP BÜYÜK KONGRESİ ÇALIŞMALARINA BAŞLADI

Sabah toplu halde Zafer Anıtına giderek bir çelenk koyan CKMP Büyük Kongresi delegeleri, başlarında Genel Başkan Alparslan Türkeş olduğu halde marşlar söyleyerek kongre salonuna gelmişlerdir. Saygı duruşu ve <<Türkeş Marşı>> nın hep bir ağızdan söylenmesinden sonra, Başkanlık Divanı seçimine geçilmiştir. Kongre Başkanlığına Erhan Löker seçilmiştir.

Konuşması sık sık alkışlar ve <<Başbuğ>> nidaları ile kesilen Genel Başkan Alparslan Türkeş <<Kıbrıs meselesinin idaresi ve bugüne kadar hükümetlerin yürüttüğü politika bakımından ayrı görüş sahibi bulunmakla beraber, Yunanistan’a ve Makarios’a karşı hükûmetin girişeceği teşebbüslerde onun etrafında ve onunla beraber olacağız.>> demiştir.



Cumhuriyet, 25 Kasım 1967.

CKMP KONGRESİ TOPLANDI

“HÜKÜMET, TÜRK MİLLÎ HAYSİYETİNİ KORUMALIDIR”

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin dün çalışmalarına başlıyan sekizinci büyük kurultayında açış konuşmasını yapan Genel Başkan Alparslan Türkeş, Kıbrıs konusunda hükümeti desteklediklerini açıklamıştır.

Delegelerin <<Başbuğ>>, <<Başbuğ>> diye devamlı olarak tezahürat yaptıkları Türkeş, Kıbrıs konusunda özetle şunları söylemiştir:

<<Devletimizin ve vatanımızın yüksek menfaatleri yönünden dış politika ve dış münasebetler konusunda bugün hükümeti desteklemekteyiz. Yunanistan’a ve Makarios’a karşı hükümetin girişeceği teşebbüslerde onun etrafında ve onunla beraber olacağız. Elverir ki, hükûmet şimdiye kadar olduğu gibi pasif, zaman kaybedici davranışları terkederek Türk millî haysiyetini ve menfaatlerini koruyacak enerjik tedbirleri süratle alsın. Adaya uzaklığı bakımından Yunanistanın savunması için Kıbrısın önemi yoktur. Güvenlik bakımından bu adanın tümüyle mutlaka Türkiyenin elinde bulunması lâzımdır. Yunanistan senelerden beri Enosis yaygaralariyle Kıbrıs’ı ilhak çabası göstermiştir. Bizim hükümetlerimiz ise, maalesef ne dediğini ve ne istediğini bilmiyen insanlar gibi hareket etmişlerdir.

Kıbrıs dâvamız çok haklıdır ve bir gün mutlaka zafere ulaşacaktır.>>

Hata İşlenmiştir

NATO anlaşması dışında Amerika ile millî menfaatlerimize aykırı olarak anlaşma yapılmasını tenkid eden Türkeş <<Bu anlaşmaların yapılmasında hükümetler ciddî hatalar işlemişler ve Türk menfaatleriyle bağdaşmayan tâvizlerde bulunmuşlardır.>> demiştir.

Türkeş tabiî senatörlük meselesi hakkında da şunları söylemiştir:

<<Bugün demokratik rejime taban tabana zıt bulunan hukuka aykırı ve gösterdikleri faaliyetlerle memleket menfaatlerine de zarar verdiği anlaşılan bir tabiî senatörlük müessesesi vardır. Bu müessese 27 Mayısın ruhuna aykırı ve o zaman millet önünde yapılmış olan yemine karşı da ihanettir.>>

Türkiyenin ancak millî bir doktrin benimsemekle kudretli hale geleceğini belirten Türkeş, bunun 9 Işık doktrini olduğunu sözlerine eklemiştir.

Türkeş konuşmasını bitirdikten sonra, kurultay başkanı Cuma namazına gidilmek üzere çalışmalara ara verildiğini bildirmiş ve toplantıya katılan gençler: <<Milletin gözü yaşlı – Kurtar onu başbuğ Türkeş>> sözleriyle marş söylemişlerdir.



Akşam, 26 Kasım 1967.

TÜRKEŞ YENİDEN CKMP GENEL BAŞKANI SEÇİLDİ

CKMP’nin sekizinci büyük kongresinin ikinci gününde, Alpaslan Türkeş tekrar Genel Başkanlığa seçilmiş ve kongre çalışmaları sona ermiştir.

Genel Başkanlığa Türkeş’ten başka aday çıkmamış ve ilk gün olduğu gibi delegeler dakikalarca Genel Başkana <<Başbuğ, başbuğ>> diye gösteri yapmışlardır. Dün kongre salonunda, üzerinde <<Davaya katılıp ihanet eden herkesi vurun>> yazıları bulunan dergiler satılmıştır.

AP’den ihraç edilen ve geçen hafta MP kongresini izleyen Prof. Osman Turan dün de CKMP kongresini izlemiş ve delegeler tarafından coşkunlukla karşılanmıştır.

Türk siyasi hayatında ilk defa Genel Başkanlık ve Genel İdare Kurulu seçimlerinin oylarının tasnifi sırasında Adanadan getirilen bir mehter takımının arkasında sıra sıra dizilen delegeler en başta Türkeş olduğu halde uygun adımla Zafer Anıtına kadar gelmişler ve bir çelenk koymuşlardır.

Bir kilometrelik yol boyunca sıraya dizilen partililer, hava çok soğuk olduğu için ellerini ceplerinden çıkarmamışlardır. Harb havaları çalan mehter takımının arkasında Türkeş tek olarak yürümüş ve zaman zaman sıra sıra dizili partililer, <<Başbuğ, başbuğ..>> diye kendisine tezahürat yapmışlardır.



Hürriyet, 26 Kasım 1967.

ANKARA CADDELERİNDE ENTERESAN BİR GÖSTERİ

CKMP’LİLER TÜRKEŞ’E “BAŞBUĞ, BAŞBUĞ” DİYE TEZAHÜRAT YAPTI

* CKMP’lilerin yaptıkları yürüyüşte Genel Başkan Alparslan Türkeş (Ortada) ve Mehter Takımı.

Ankara halkı, dün öğle üzeri Türk siyasi tarihinde belki de ilk defa, bir partinin, askerî disiplin içinde cereyan eden gösterilerine şahit olmuştur.

Çok kimse bu gösterileri Nazi ve Faşist gösterilerine benzetmiştir. CKMP’liler başkanları “İhtilâlin kudretli Albayı” Alpaslan Türkeş’i caddelerde “Başbuğ… Başbuğ…” avâzeleri ile alkışlamışlar, teşci etmişlerdir.

TAM DAİRELER DAĞILIRKEN

CKMP’liler, tam dairelerin tatil zamanında, kongre yaptıkları salondan, başlarında Adana İl Başkanının temin ettiği söylenen bir Mehter takımı ile dörder kişilik muntazam sıralar halinde hareket etmişlerdir. Yürüyüşü, sağ kollarında bazubent bulunan gençler idare etmişlerdir. Kudretli Albay “Başbuğ” Alpaslan Türkeş, Mehter takımının hemen arkasında yer almış, kendisini yine muntazam bir şekilde sıralanmış parti ileri gelenleri takip etmiştir. Onların arkasında da kongre delegeleri ve gençlik kolları mensupları yer almıştır. Yürüyüş sırasında, bir Türk bayrağı ile biri yeşil, diğeri kırmızı üçer ayrı bayrak taşınmıştır.

Yürüyüş kolunun en önünde ise Göktürklerin ananevî sloganı “Tanrı Türk’ü korusun” afişi taşınmıştır.

CKMP Genel Başkanı Türkeş, caddelerden geçerken aldırdığı tertibat sayesinde kendisine gençlik kolu mensupları “Başbuğ, Başbuğ” diye devamlı şekilde tezahürat yapmışlardır. Bu tezahüratın, Türkeş’in göğsünü kabarttığı ve bundan son derece memnun olduğu gözlerden kaçmamıştır.

Bu ihtişam içinde Bakanlıklardan Zafer Meydanına kadar yürüyen “Kudretli Albay” aynı yoldan geri dönmüş ve kongre salonuna girmiştir.

Öte yandan, CKMP Kongresinde yapılan seçimde Alpaslan Türkeş yine Genel Başkanlığa seçilmiştir.



Yeni Gazete, 26 Kasım 1967.

TÜRKEŞ “BAŞBUĞ, BAŞBUĞ” DİYE OMUZLARDA TAŞINDI

Askerî disiplin içinde cereyan eden dünkü yürüyüşü sağ kollarında pazubant bulunan gençler idare etti.

Ankara halkı, bugün öğle üzeri Türk siyasi tarihinde belki de ilk defa, bir partinin, askerî disiplin içinde cereyan eden gösterilerine şahit olmuştur. Çok kimse bu gösterileri Nazi ve Faşist gösterilerine benzetmiştir. CKMP’liler Başkanları “ihtilâlin kudretli albayı” Alpaslan Türkeş’i caddelerde “başbuğ… başbuğ” avazeleri ile alkışlamışlar, teşci etmişlerdir.

TAM DAİRELER DAĞILIRKEN

CKMP’liler, tam dairelerin tatil zamanında, kongre yaptıkları salondan, başlarında Adana İl Başkanının temin ettiği söylenen bir mehter takımı ile dörder kişilik muntazam sıralar halinde hareket etmişlerdir. Yürüyüşü sağ kollarında bazubant bulunan gençler idare etmişlerdir. Kudretli albay <<başbuğ>> Alpaslan Türkeş, mehter takımının hemen arkasında yer almış, kendisini gene muntazam bir şekilde sıralanmış parti ileri gelenleri takip etmiştir. Onların arkasında da kongre delegeleri ve gençlik kolları mensupları yer almıştır. Yürüyüş sırasında, bir Türk bayrağı ile biri yeşil, diğeri kırmızı üçer aylı bayrak taşınmıştır. Yürüyüş kolunun en önünde ise Göktürklerin ananevî sloganı <<Tanrı Türkü Korusun>> afişi taşınmıştır.

BAŞBUĞ, BAŞBUĞ

CKMP Genel Başkanı Türkeş, caddelerden geçerken aldırdığı tertibat sayesinde kendisine gençlik kolu mensupları “başbuğ, başbuğ” diye devamlı şekilde tezahürat yapmışlardır. Bu tezahüratın, Türkeş’in göğsünü kabarttığı ve bundan son derece memnun olduğu gözlerden kaçmamıştır.

Bu ihtişam içinde Bakanlıklardan Zafer Meydanına kadar yürüyen “kudretli albay” aynı yoldan geri dönmüş ve kongre salonuna girmiştir.

Öte yandan CKMP kongresinde yapılan seçimde Alpaslan Türkeş gene Genel Başkanlığa seçilmiştir.



Milliyet, 26 Kasım 1967.

TÜRKEŞ TEKRAR CKMP GENEL BAŞKANI OLDU

Çoğu eski Harbiyeli olan büyük kongre üyeleri <<başbuğ, başbuğ!>> diye tezahürat yaptı

İki gündenberi devam eden CKMP 8. Büyük Kongresi dün sona ermiş ve rakipsiz aday Alparslan Türkeş tekrar Genel Başkan seçilmiştir.

Kongre bittikten sonra <<Tanrı Türk’ü korusun>> dövizinin arkasından Adana’dan gelen mehter takımı, Mehter Marşını çalarak Zafer Meydanına gelmiştir. Mehter takımını tâkip eden Türkeş ve diğer partililer, alandaki Atatürk Anıtına çelenk koymuşlar ve saygı duruşunda bulunmuşlardır. Çoğu eski Harbiyeli olan yüz kadar genç burada, Türkeş’e, <<Başbuğ, Başbuğ!>> diye bağırarak sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır.

Kongrenin ikinci gününde seçimlere gidilmeden önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral Tural’a bir telgraf çekilmiş ve CKMP’nin Silâhlı Kuvvetlere bağlılığı bildirilmiştir.



Ant, 5 Aralık 1967, Sayı 49.

HİTLER DE BU YOLDAN GEÇMİŞTİ!

* Türkeş’in <<Başbuğ>> ilân edildiği CKMP Büyük Kongresi Nazi toplantılarını andırıyordu… Osman Yüksel Serdengeçti ve Osman Turan’ın da CKMP’ye davet edilmesi, kendisine rakip istemeyen Başbuğ tarafından tepkiyle karşılandı.

Bir yıl süren yoğun çalışmadan sonra Adana İl Başkanı’nın kurduğu mehter takımı, Akay’daki Saray Düğün Salonundan çıkıp, en önde yerini aldı. Mehter takımının ardına <<Başbuğ Türkeş>> durdu. Türkeş’in arkasında ise CKMP Genel Kongresinin 976 delegesi eksiksiz üçerli sıra oldu. Mehter başının verdiği komutla, uygun adım yürüyüşe geçen alay, Akay yokuşunun sonunda sola dönüp Atatürk Bulvarında, Ankara’lıların şaşkın bakışları arasında ilerlemeye başladı. Takvimler 25 Kasım 1967 Cumartesi’yi gösteriyordu…

Dünya’nın başına İkinci Dünya Savaşı belâsını getiren Alman Nazi Partisi’ne benzemek için her şey düşünülmüştü… CKMP Kongresinin başladığı 24 Kasım Cuma sabahı, erken saatlerde Saray Düğün Salonunun girişinde sağlı sollu gençlik kolları üyesi gençler vaziyet almış, mehter takımı getirilmiş, duvarlara Ziya Gökalp’ten cümleler yazılmıştı.

Kongreye, <<Başbuğ Türkeş, Allahü Ekber>> âvazeleri ile gelen CKMP Genel Başkanı ve Emekli Albay tezahürat yapanları sağ elini, ayası hafif ileriye dönük olarak selâmlamıştı.

Komedi, Başkanlık Divanı seçimleri ile bir az daha belirli hale geldi. Kongre başkanlığına seçilen Erhan Löker, usûl hakkında söz isteyen ve bir başkan vekili seçilmesinin tüzüğe aykırı olduğunu ileri süren delegeyi azarlamıştı. Fakat, delege cebinden çıkardığı tüzüğü Löker’e uzatıp <<Bilmiyorsan, öğren. Bak, burada yazıyor.>> demişti. Löker, tüzüğün, kongre başkan vekillerinin iki tane olacağı yolundaki hükmünü okuduktan sonra hiç bozuntuya vermeden <<Haklısın be kardeşim. Tamam, şimdi de ikinci başkan vekili seçeriz olur biter.>> demişti. Herkes gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Çünkü, Başbuğ, böyle ciddî toplantılarda gülmenin doğru olmadığını kulaklarına fısıldamıştı.

Başkan vekilleri sorunu çözümlendikten sonra, sıra saygı duruşuna gelmişti. Başkan’ın <<Ayağa kalkın>> buyruğu ile delegeler yerlerinden doğrulmuş ve kongre divanı kâtiplerinden birinin saygı duruşunda bulunduktan sonra dua ederek avuçlarının içi ile yüzünü sıvazlaması aynen kopye edilmişti.

Başbuğ Türkeş küsüye çıkana kadar her şey düzenli geçmişti. Yalnız, Başbuğ’un, hazırladığı metni okurken teklemesi, delegeler üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı. Çünkü, onlara göre, en güzel ve acıklı konuşan lider Türkeş’ti. Liderin niçin teklediği kısa bir süre anlaşılmıştı. Evde unuttuğu gözlüğünü gençlik kollarının en hızlı koşan gençlerinden biri, nefes nefese getirip kürsünün üzerine bıraktıktan sonra, Başbuğ kıraatını daha dokunaklı yapmaya başlamıştı.

Birlik Partisi’nin, CKMP Milletvekillerine kur yapması Başbuğ’un neşesini kaçırmış olmalı ki, bir ara elindeki metinden çıkarak şöyle demişti:

- <<Vatandaşlar arasındaki mezhep farklarından yararlanarak siyasî çıkar peşinde koşanlar yanılıyorlar.>>

O sırada, dinleyicilere ayrılan balkondaki sıranın en önünde oturan Birlik Partili Şemsi Belli, genel merkeze ulaştırmak için Türkeş’in kendileri ile ilgili sözlerini defterine geçiriyordu…

İstanbul delegasyonu, beraberinde bir de teklif getirmişti. Teklif partinin ambleminin değiştirilmesi ile ilgiliydi. Üç hilâl yan yana getirilmiş ve bu yan yana getirilişten bir çeşit <<Gamalı Haç>> ortaya çıkmıştı. Fakat, Başbuğ böyle çıkışlar için henüz zamanın erken olduğunu öne sürerek, teklifi hasır altı ettirmişti. Oysa, Başbuğ da istiyordu ve üstelik beğenmişti amblemi amma, iyiden iyiye deşifre olmanın askerlikten gelen bir alışkanlıkla doğru olmadığını hesaplıyordu.

Başbuğ Türkeş’in partisinde <<Osman Turan tehlikesi>> olduğu, öğleden sonra başkanlık divanına verilen bir teklifle ortaya çıkmıştı. Teklifte, seçilecek üç kişilik bir heyetin Osman Turan ve Osman Yüksel Serdengeçti’nin evlerine giderek kongreye davet edilmelerini öngörüyordu. Kastamonu Milletvekili İsmail Hakkı Yılanlıoğlu ve arkadaşları tarafından hazırlanan teklif kongre tarafından benimsenmişti. Aslında Yılanlıoğlu, AP’den kopmak üzere bulunduğu günden bu yana Turan ve Serdengeçti ile yakın temastaydı. Turan’ın, CKMP’ye davet teklifini reddedişini Yılanlıoğlu kürsüden şöyle açıklamıştı:

- <<Sayın Osman Turan’ın siyasî ve bedenî rahatsızlığı devam etmektedir.>>

Başbuğ Türkeş’in kendisinden başka ünlü bir kişinin CKMP çatısı altında bulunmasına tahammülü olmadığını, geçmiş olaylar bütün açıklığı ile ortaya koymuştu. Sonra, Turan, geçimsiz, kendi başına buyruk, emir almasını sevmeyen bir tip olduğu için, Başbuğ’un karşısına çözümü güç pek çok problem getirebilirdi.

Aslında, Osman Turan ve arkadaşlarının CKMP’ye girmeleri hiçbir şey sağlamazdı. Çünkü, kısa devrede iktidara gelmek için, Nazi Partisi stili CKMP kurmak için çalışanlar da, Osman Turan ve arkadaşları da tutum ve davranışları ile kendi kendilerini tatmin etmekten başka bir şey yapmıyorlardı!

Çünkü ekonomik ve sosyal problemlerin gün ışığına çıktığı 1967 Türkiye’sinde <<ırkçı>> hareketlerin, bazı sapıklar dışında taraftar bulması mümkün değildi.

Nazi özentisi CKMP Kongresi’nin bir başka talihsizliği de, aynı sırada Almanya’daki yeni Nazi hareketi lideri Adolf Von Thadde’nin görüşlerinin Le Nouvel Observateur Dergisi’nde yayınlanması olmuştu.

Almanya’nın ikinci Adolf’u ve Alman Nasyonal Demokrat Partisi Lideri Von Thadden, bu dergiye verdiği demeci; <<Çocuklarımızı öldüren, karılarımıza tecavüz eden Türkleri, Cezayir’lileri ve melezleri kapıdışarı etmeliyiz>> diyerek Türk ırkını üstün ırktan saymadığını ilân ediyordu.

Bu durumda bizim ırkçıların Almanya’daki üstadlarına ne cevap verecekleri, hafta sonunda en çok merak edilen konulardan biri olmuştur.

* Bir zamanlar sapık fikirlerini gerçekleştirmek için bütün dünyayı kan ve ateş içerisinde bırakan Hitler ve onun Türkiye’deki kopyası olmağa özenen Başbuğ Türkeş.

* ÜÇ HİLÂL VE GAMALI HAÇ – Şimdilik hasıraltı edilen sembol!



Millî Hareket, Aralık 1967, Sayı 17.

BİR SOLCU DERGİ

<<Dünya’nın başına İkinci Dünya Savaşı belâsını getiren Alman Nazi partisine benzemek için herşey düşünülmüştü. CKMP Kongresinin başladığı 24 Kasım cuma sabahı, erken saatlerde Saray düğün salonunun girişinde sağlı sollu gençlik kolları üyesi gençler vaziyet almış, mehter takımı getirilmiş, duvarlara Ziya Gökalp’ten cümleler yazılmıştı.>>

<<Kongreye, Başbuğ Türkeş, Allahü Ekber âvazeleri ile gelen CKMP Genel başkanı ve Emekli albay, tezahürat yapanları sağ elini, ayası hafif ileriye dönük selâmlamıştı.>>

<<Sonra sıra saygı duruşuna gelmişti. Başkan’ın ayağa kalkın buyruğu ile delegeler yerlerinden doğrulmuş ve kongre divanı kâtiplerinden birinin saygı duruşunda bulunduktan sonra dua ederek avuçlarının içi ile yüzünü sıvazlaması aynen kopye edilmişti.>>

<<İstanbul delegasyonu beraberinde bir de teklif getirmişti. Teklif, partinin ambleminin değiştirilmesiyle ilgiliydi. Üç hilâl yanyana getirilmiş ve bu yanyana getirilişten bir çeşit Gamalı haç ortaya çıkmıştı. Fakat Başbuğ böyle çıkışlar için henüz zamanın erken olduğunu öne sürerek teklifi hasır altı ettirmişti. Oysa Başbuğ da istiyordu ve üstelik beğenmişti amblemi amma, iyiden iyiye deşifre olmanın askerlikten gelen bir alışkanlıkla doğru olmadığını hesaplıyordu.>>

Bu yukarıdaki paragraflar, Türkiye’de marksist bir düzen kurmak için çalışan TİP’in yayın organı bir dergiden alındı. İmzasız olarak çıkan ve amacı CKMP’ni küçük düşürmek ve çirkin benzetmelerle partiyi halk nazarında şüpheli göstermek için yazılan yazı, belki söz konusu edilmeğe değmezdi. Fakat yayınlanan derginin iç yüzünü bilen kimseler için birkaç söz söylemek elbette ki gereklidir.

Komünistlikleri tescil edilmiş, kürtçülük, bölgecilik, mezhepçilik yaptıkları için devamlı polis kontrolü altında olan kişileri mal bulmuş gibi köşelerine yerleştiren bu dergi, halkın Rusya’nın uydusu olarak tescil ettiği, kimin uydusu olduğu belli olmayan bir partiyi savunurken, bağımsız, kimseye uydu olmayı düşünmemiş gerçekten millî bir parti mensuplarına böylesine çatması tabiî ki yadırganamaz. Yazıyı yazanın nereden tutsan ele geçen cehaleti, CKMP’lileri Alman Nazilerine benzetmesiyle başlıyor. Alman Irkçılığı, Almanların en üstün ırk olduğu iddiasına dayanır. Böyle olunca onlara hayran olanlar kendilerini onlardan daha aşağı olduklarını kabul etmiş bir duruma düşerler. Bunu da her halde ırkçı olduklarını iddia ettikleri kişiler pek kabul edemezler. Gene bir tarihî gerçek daha vardır ki, Alman Nazizminin ve İtalyan Faşizminin dünyaya meydan okuduğu çağlarda, o gün daha siyasî bir güç durumuna geçmemiş olan Türk Milliyetçileri onların karşısına çıkmışlar ve bu iki sistemin önderine ağır yazılarla hücum etmişlerdir. Dün batı hayranı, bugün Rus hayranı olan kozmopolit düşünceli, burjuva yaşayışlı kişiler elbette ki, o günleri pek hatırlamak istemiyeceklerdir. Çünkü onların ağa babaları, pekçoklarının bugün kapılandıkları gazetelerin patronları, o zamanlar birer Nazi hayranı, birer Alman sarhoşu idiler.

Türkiye’nin meselelerini hep yabancı gözlükleri ile seyredenler, millî bir siyasî gücün doğuşunda, Türkiye’nin kaderine onun sinesinden çıkmış gerçek evlâtlarının hâkim olacağına bir türlü inanamıyorlar. Aşağılık duygusunun böylesine kendilerini sardığı bir sırada ellerine kalem alıp, al eline kalemi, yaz aklına geleni örneği bir yığın hezeyan döktürmeği mesele sanıyorlar. Türk halkının dinî inançlarını, folklorunun en canlı kalabilmiş örneklerinden olan mehter müziğini, Türklerin büyüklere saygı geleneğinin icabı olarak lidere duyulan saygıyı ve onun ötesindeki sevgiyi, Orta Asya’dan beri bayraklarımızda sakladığımız ve şimdiki bayrağımızda da olan hilâli bir türlü kabul edemiyorlar. Tek arzuları kızıl bir bayrak, sarı bir yıldız.

Bir Türkeş’i Hitler ile mukayese eden mantığa <<Hayır>> diyoruz. Bu, Türkiye’nin kaderini yarın ellerine alacak insan için küçültücü bir benzetiştir. Onlar, bu benzeyişin olmadığını, beyinlerine inecek yumruğun Hitler’inkinden daha sert olduğunu hissettikleri zaman anlayacaklardır.



Millî Hareket, Alparslan Türkeş, Aralık 1967, Sayı 17.

BÜYÜK HEDEF

Pek muhterem Divan Başkanı ve üyeleri,
Pek kıymetli Delegeler,
Misafir Basın mensupları

Kıymetli arkadaşlarımın teveccühüne mazhariyet benim için büyük bir mutluluk kaynağıdır. Geçmiş yıllar, aylar içinde eyleşmeden bugünden ve yarından bahsetmek istiyorum. Çünkü, hâl geçmişin toplamı, geleceğin tohumudur.

Bugün Türkiye’nin genel görünüşü kısa çizgilerle şöyledir:

Dudaklar çatlak, mideler boş, köyler karanlık, dağlar tepeler çıplak, halk yoksul, Millet düne küskün, gelecekten ümitsizdir.

Bugüne kadar tatbikatına şahit olduğumuz siyasetin hile, iftira, yalan ve tertip gibi basit ve çirkin silâhları imanlı Türk halkının siyasî hareketlerini zayıflatmakta, inancını sarsmaktadır.

Bir tarafta toprağı seyreden tok insanlar, öte yanda toprağı yoğuran aç insanlar.

Bir tarafta güzel vatanımızın toprağını süren, tohum saçan yabancı teknisyenler, köylerimizde inek sağan misyoner genç kızlar. Öte yanda günün modasına takılıp giden ve kulüpleri tıklım tıklım dolduran memleket çocukları.

Bir tarafta 6 yaşından itibaren sorumluluk yüklenen ve fabrikalarda motorun gürültüsünü, tarlalarda güneşin hararetini bölüşerek sosyal adaletin tatbikatını veren vatan çocukları. Öte yanda yüksek apartmanların gölgesinde ve sıcak odalarında sosyal adalet nutukları hazırlayan adaletsiz, şuursuz, ruhsuz bir topluluk.

Bir tarafta yılda bir milyar lirayı bulan içki masalarından yükselen kahkahalar, öte yanda bir damla su için kuyu başında sabahtan akşama dek nöbet bekleyen susuzluktan çoraklaşmış köyler.

Bütün bu çizgiler üç beş yılın, üç beş kişinin eseri değildir. Yüz yılların yüz yıllara taşıdığı yüktür.

Türkiye’nin jeopolitik güç, istihsâl değer olan; Türk halkının moral ve fizik güç olan tam anlaşılamaması, tanınmamasını bu günkü çizgilerin doğuşunda asıl sebep olarak görmekteyiz.

BEN TÜRK MİLLETİNİ;

Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan Demokrasiye,
Rüşvetle, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,
Ahlâktan yoksun bir hürriyete,
Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum.

Türklük şuur ve gururuna, İslâm ahlâk ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası hak yolu, hakikat yolu, ALLAH yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını istiyenlere açıkça ilân ediyorum: Yeniden maneviyata dönüş. Hedefimiz Türkiye’yi aç hürler, tok esirlerin ülkesi yapmamaktır. Bu yolda bizi tavizkâr politikacı olarak itham edenler, Türk insanının yüce varlığını anlamıyanlardır. Unutmamalıdır ki, bir çiftçinin toprağa tohum saçması, tarlaya taviz vermesi demek değildir. Toprağı değerlendirmesi ve verimli kılması demektir. Bizim hareketimizin de manâ ve ruhu budur. Yine unutulmamalıdır ki, medeniyetler, devletler para ile değil inançla kurulurlar, parasızlıktan değil inançsızlıktan çökerler.

Türk aydınları, Türk Gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir. Buluşma noktamız imanlı Türk insanının kafası, kalbi ve cevheri aslisidir. Bu güne kadar olduğu gibi Türk halkını yalnız kendi yazdığınız kitabı okumaya, yalnız kendi söylediklerinizi dinlemeye çağırmayınız. Siz de onun söylediklerini dinlemeye, onun okuduğu kitabı okumaya, onu tanımaya, anlamaya koşunuz.

O zaman buluşma yeri ve noktasında asgarî müştereklerde değil, azamî müştereklerde birleşeceğiz.

Türk Milletini iktidarları için bir basamak, demokrasiyi de sadece bir rey düzeni olarak kabul eden görüş bizim görüşümüz değildir.

CKMP Türk Milleti’nin ve devletinin ebedî hayatını düşünen Milliyetçilerin, vatanseverlerin meydana getirdiği bir saftır.

Anadolunun dağlarında, ovalarında bir Eyüp Peygamber sabrı ile dolaşan, çalışan, kahır’keş, çilekeş çiftçi, işçi topyekûn yurt çocuklarını bu manevî havamıza davet eder saygı ile kucaklarız.

Vazifemiz: ALLAH taşıyacağımızdan daha fazla yük yüklemez inancı içinde çalışan, yürüyen bu insanların inançları ile istihza ve istiskâl değildir. Onların yükünü omuzlamaktır, onların haklarını çalanlarla, rızıklarına, emeklerine el uzatanlarla mücadeledir.

Bu mücadelemiz içte ve dışta devam edecek ve bu yolda ALLAHIN izni ile muvaffak olacağız. Çünkü yolumuz hak ve hakikat yoludur. Bu ülkede teknik üniversitelerin, fen fakültelerinin lâbratuvar ile Yüksek İlâhiyat Akademilerinin koridorları birbirleriyle birleştirilmelidir. Bu gün madde ve manâ felsefesi insanlığı bir çıkmaza doğru sürüklemektedir. Oysa madde ve manâda birbirinin aynı, ne de birbirlerinin gayridir. İnsanlığı ve milletleri gerçek mutluluğa götürecek yol mutlaka ilmin ve ahlâkın basamaklarından geçmelidir.

Türk Milleti bu yolda bir çok örnekler vermiş, insanlığa önderlik etmiştir. Bu gün yine Milletimizin ve aynı zamanda insanlığın mutluluk tohumları bu topraklarda gizlidir.

Türkiye ve Türk Milletinin karakteri içerden ve dışardan çok iyi kıymetlendirilmelidir. Kore yaylasında kopan bir fırtına kendi sahillerinde söner, Vietnam’da kopan bir fırtına ancak kendi sahillerini yalar, Himalayalarda kopan bir fırtına dahi Hint okyanusunda kırılabilir. Fakat Anadolu yaylasında kopan bir fırtına bütün dünyayı tesir altına alabilir. Bunun böylece bilinmesi ve değerlendirilmesi gerek.

Geleceğin BÜYÜK TÜRKİYESİ selâm sana.

………………
Sayın Türkeş, bu konuşmayı, CKMP’nin Büyük Kurultayı’nda yeniden Genel Başkan seçildikten sonra yapmıştır.




Millî Hareket, Aralık 1967, Sayı 17.

BÜYÜK KONGRE

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin büyük kongresi, geçtiğimiz ayın 24 ve 25’inde Ankara’da yapıldı. Kongre, klâsik bir kanunî formaliteyi yerine getirmekten ziyade, Türkiye’deki milliyetçilerin toplanması ve bir kurultay havası içinde Türkiye’nin dertlerine eğilinmesi bakımından ilgi çekiciydi. Bilhassa, henüz bu milliyetçi kuruluşa kayıtlarını yaptırmamış milliyetçilerin kongreyi ilgiyle izlemeleri ve olumlu düşüncelerle ayrılmaları, gelecekte CKMP’ye katılmaların olacağını gösteren delillerdi.

KONGRE YÜRÜYÜŞÜ

Bini aşkın kongre üyesinden çoğunun bulunduğu partililer, partiye kayıtlı gençler, toplu halde 24 Kasım günü sabahı genel merkez binası önünde toplanarak, başlarında Genel Başkan Alparslan Türkeş, genel kurul üyeleri olduğu halde Zafer anıtına gittiler. Zafer anıtından gene toplu halde kongrenin yapılacağı salona gidildi ve Genel Başkan Türkeş’in konuşması ile kongre açıldı.

Türkeş, kongre başkanının seçileceğini söyledi: Tek aday Erhan Löker, kongre divan başkanlığına seçildi. Türkeş, kongre başkanı seçiminden sonra yerine geçti. Divan başkan yardımcılığına İstanbul il başkanı Hasan Tuncay seçilmişti. Kâtiplerin de seçiminden sonra, kongre başkanı, Türkeş’i tekrar kürsüye davet etti.

BÜYÜK TEZAHÜRAT

Türkeş, konuşmasını yapmak için kürsüye çıktığı zaman, kongre salonunun sağ tarafını dolduran gençler: <<Başbuğ… Başbuğ>> diye tezahürata başladılar. Bu tezahürat bittikten sonra Türkeş için yazılmış olan <<BOZKURTLARIN TÜRKÜSÜ>> marşını koro halinde söylediler. Bütün üyelerin devamlı tezahüratı arasında Türkeş şu uzunca açış konuşmasını yaptı.


KONUŞMA:

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin VIII inci kongresinin muhterem Delegeleri ve aziz Misafirlerimiz;

Partimizin 8 inci büyük kongresi bu gün memleketimiz için çok önemli olayların cereyan ettiği bir devrede toplanmıştır. Bunun böyle olması, Partimiz için ve memleketimiz için de hayırlı bir fırsattır. Böylece milletimizi ilgilendiren hayatî meseleleri, Partimizin sahibi ve en yüksek organı bulunan kongremizde görüşerek karara bağlamak mümkün olacaktır.

Muhterem arkadaşlarım, devletimizin ve vatanımızın yüksek menfaatleri yönünden dış politika ve dış münasebetler konusunda bu gün Hükûmeti desteklemekteyiz. Kıbrıs meselesinin idaresi ve bugüne kadar hükûmetlerin yürüttüğü politika bakımından ayrı görüş sahibi bulunmakla beraber, Yunanistan’a ve Makarios’a karşı hükûmetin girişeceği teşebbüslerde onun etrafında ve onunla beraber olacağız. Elverir ki, hükûmet şimdiye kadar olduğu gibi pasif, zaman kaybedici davranışları terkederek Türk millî haysiyetini ve menfaatlerini koruyacak enerjik tedbirleri sür’atle alsın.

Yaşadığımız günlerde, dünya politikası büyük değişiklikler göstermektedir. İkinci Cihan Harbi’nden sonra dünya iki hasım kampa bölünerek yeryüzünde barışı tehlikeye düşüren bir çok buhranlara maruz kalmıştır. Memleketimizin tutumu daima barışçı, hürriyetçi bir yol olmuştur. Bu arada komünist blokun lideri olan Sovyet Rusya’dan memleketimiz üzerinde haksız ithamlar ve baskılar olmuştu. Hattâ bu baskılar, Doğuda üç ilimizin kendilerine verilmesi ve Boğazlarda üs kurmalarına müsaade edilmesi gibi varlığımız ve şerefimizle asla bağdaşmayacak tekliflere kadar gitmişti.

Milletler arasında tarih boyunca devamlı menfaat alış verişleri olmuştur. Kendisini üstün kuvvetler karşısında tehlikede gören her millet, kuvvet dengesini kurabilmek için daima müttefikler aramış ve ittifaklar yapmıştır. Türkiye de kuzey komşusunun ağır tehditleri karşısında, kendisini tecavüzlere karşı korumak maksadiyle NATO ittifakına girmeyi zorunlu saymıştır.

NATO ittifakı bilmiş olacağınız gibi İkinci Cihan Harbi’nden sonra Avrupa’yı istilâ tehdidi altında bulunduran komünizme karşı, tecavüze uğradıkları takdirde, kendilerini elele birlikte savunmak maksadiyle bailangıçta 12 Avrupalı ve Amerikalı Devlet tarafından kurulmuş olan meşru maksatlı bir savunma ittifakıdır. Gayesi ittifak antlaşmasının başında da açıkça ifade edildiği gibi komünist tecavüzüne uğrama halinde kollektif meşru savunmadır. Milletlerarası münasebetlerde daima antlaşmalara ve hukuka bağlılığı, insan haklarına hürmeti ve barışçılığı kendisine usul kabul etmiş olan Türkiye Cumhuriyeti için kendini tecavüzlere karşı savunmak maksadiyle NATO ittifakına karşı üye olması gayet isabetlidir.

Ancak ittifak teşkilâtı içerisindeki münasebetlerde ve çeşitli hükûmetlerin tutumlarında beceriksizlikler ve ciddî hatalar işlenmiştir.

Hiçbir millet diğer milletlere karşılıksız olarak bir şey vermeyi düşünmez. Milletlerin birbirlerine olan münasebetlerinde esas konu menfaat teminidir. Karşılıklı menfaaatlerimiz bulunduğu için NATO’ya dahil devletlerle ittifak yaptık. Bu arada Amerika Birleşik Devletleriyle de bir çok antlaşmalara girdik. Bu antlaşmaların yapılmasında hükûmetler ciddî hatalar işlemişler ve Türkiye’nin menfaatleriyle bağdaşmayan tavizlerde bulunmuşlardır. Bunların en yakın zamanda ele alınarak her iki tarafın da şerefine uygun ve her şeyin üstünde Türkiye’nin bağımsızlık ve egemenliğine riayetkâr bir durum meydana getirilmelidir. Bunun dışında NATO ittifakı aleyhinde memleketimizde komünist çevrelerce yürütülen propagandalar çok kere yalan ve iftiralardan ibaret ve memleketimizin zararınadır.

Türkiye hükûmetleri NATO’ya girdikten sonra dış politikada adeta bir kış uykusuna yatmışlar ve gerek NATO dan azamî istifade sağlamak için, gerekse diğer devletlerle tesirli münasebetler içine girmek için bir çaba göstermemişlerdir.

Özellikle Müslüman Orta Doğu memleketlerine ve Asya – Afrika’nın yeni uyanan milletlerine karşı büyük bir ilgisizlik, gaflet, hattâ zararlı karşı koyma davranışları göstermişlerdir. Kardeş bir memleket olan Cezayir halkının bağımsızlık almak için yaptığı mücadelede o zamanki Türk Hükûmetinin yardımcı ve destekçi olması şöyle dursun onlara karşı cephe alması, Türk Milleti için çok üzücü ve haysiyet kırıcı olmuştur.

Bize göre Türkiye’nin dış politikası Batı dünyası ile olan ittifaklarımızı sadakatle devam etmekle beraber komşularımızla, bu arada da samimî bir dostluk ve iyi komşuluk münasebetleri esasına dayandırılmalıdır. Bunlarla beraber Müslüman memleketlerle sıkı kültürel, ekonomik ve siyasî dostane münasebetler kurarak yakın işbirliği teşkil olunmalıdır. Ayrıca, diğer Asya ve Afrika milletleriyle çok taraflı yakın ve sıkı münasebetlere geçilmelidir. Kısaca Türk Milleti gibi büyük bir tarihin sahibi olan büyük bir milletin politikası daima olayların ilerisinde bulunan evrensel, çok taraflı ve esnek, enerjik, uyanık, uzağı gören bir dış politika olmalıdır. Yıllardan beri Türk Milletinin vefalı gönlünde bir yara gibi kanayan Kıbrıs millî dâvamız üzerinde de sizlere birkaç söz söylemek istiyorum.

Kıbrıs Adası Türkiye’nin Kuzey kıyılarından 40 mil uzakta bulunan büyük bir adadır. Bu ada Türkiye’nin yakın emniyeti ve yakın savunmasiyle sıkıca ilgilidir. Kıbrıs Yunanistan’a 700 mil uzaklıktadır. Yunanistan’ın emniyet ve savunmasiyle uzaktan veya yakından bir ilgisi yoktur. Kıbrıs Adası tarih boyunca hiçbir zaman Yunanistan’a ait olmamıştır. Fakat 350 yıl Türkiye’nin idaresi altında yaşamıştır. Bu Adanın tümüyle mutlaka Türkiye’nin elinde bulunması lâzımdır. Yunanistan senelerden beri Enosis yaygaralariyle Kıbrıs’ı ilhak etmek çabası göstermiştir. Bizim Hükûmetlerimiz ise, maalesef ne dediğini ve ne istediğini bilmeyen insanlar gibi hareket etmişlerdir. Üstelik, Kıbrıs Türkleri vaktiyle Anadolu’dan gönderilen öz kardeşlerimizden müteşekkil bir cemaattir.

Bizler CKM Partisi olarak bu meselenin ortaya getirildiği ilk günden itibaren bu millî davamızın çözümünün ancak kuvvet yoluyla mümkün olacağına inandık ve Yunanlılarla ikili görüşmelere girişmekten bir fayda olmadığını ilgililere anlatmaya çalıştık. Önce Kıbrıs toprakları üzerinde kuvvete dayanan fiilî bir durum meydana getirilmesini ve ancak sonra girişilecek müzakerelerde Türkiye’nin menfaatlerine uygun bir çözüm elde edileceğini tekrar tekrar ileriye sürdük. Yapılmasını uygun gördüğümüz işleri üç ayrı muhtıra ve iki mektupla hükûmetlere bildirdik.

Çok muhterem delegeler.

Kıbrıs dâvamız çok haklıdır ve bir gün mutlaka zafere ulaşacaktır.

Dış politika üzerinde düşünce ve görüşlerimizi kısaca açıkladıktan sonra şimdi iç politika konusunda da fikirlerimizi söylemek isterim. Bir memleketin dış politikası daima iç politikasına sıkı sıkıya bağlıdır. Milletin kalkınma faaliyetleri ve gelişmesi, huzuru her şeyden önce iç birlik, iç barış ve iç güvenliğe dayanır. Bunun için memleketin huzuru ve varlığının korunması konusunda millet olarak bölünmez bir bütün halinde bulunmak, partizanlık, bölgecilik, ırkçılık, mezhepçilik ve komünizm gibi yıkıcı faaliyetlere karşı uyanık olmak mecburiyeti vardır. Bu gün üzüntüyle belirtmek lâzımdır ki, Türkiyemizde bu yıkıcı akımlar, millet bünyesinde tehlikeli sarsıntılara yol açmaktadır. Bu memlekette yaşayan insanlar, Doğusuyla, Batısıyla, Kuzeyi ve Güneyi ile birbirlerinden hiç farkı bulunmayan Türk Milletinin öz evlâtlarıdırlar. 900 yıllık tarihi bulunan Devletimizin kuruluşunda ve bu günlere kadar yaşatılmasında el ele, omuz omuza çalışmış olan şerefli bir milletin, şerefli çocukları olarak her çeşit ayırıcı, parçalayıcı ve dirliği bozucu sözlere, fikirlere ve hareketlere karşı amansız olmak zorunluluğundayız. Demokrasi ve hürriyet; ancak Türk Milleti içindir. Türkiye’yi parçalama, milleti bölme hürriyeti diye bir hürriyet olamaz. Bu bakımdan son zamanlarda Doğuda tertiplenmiş olan ve mâsum vatandaşlarınızı istismar ederek ayrıcılık, Türkiye Devletini parçalama maksadı güden mitinglere karşı hükûmetin gösterdiği gafleti çok ağır bir sorumluluk olarak telâkki ediyoruz.

Komünizm faaliyetleri de gittikçe her tarafa yayılma göstermektedir. İlmî değerini çoktan kaybetmiş bulunan markist doktrinin Türkiye için uygunsuz ve yıkıcı olduğu kanaatındayız.

50 yıldan beri beynelmilel komünizm, çeşitli memleketlerde oynadığı oyunları ve karıştırıcı, paralayıcı, hesapçı kışkırtmalarını kanlı misalleriyle bilmekteyiz. Bugün milletimizin geri kalmış, yoksul, teşkilâtsız ve adaletsizlikten bunalmış durumunu ileri sürerek mâsum gençleri ve iyi niyetli aydınları iğfal çabasında başarılı olmakta bulunduğunu önemle belirtmek isterim. Bunlar her yerde ağızlarından çıkan kelimelerden ve adım atmalarından belli olmaktadırlar. Bunlar için millet, vatan, din, iman, bayrak, namus, âile önemli şeyler değildir. Kendi yazdıkları yazılardan ahlâk telâkkilerinin, bizim millî ahlâk anlayışımıza göre tam bir ahlâksızlık olduğu anlaşılmış bulunmaktadır. Bunlar dünya proleteryası için her şeyi yapmayı gaye edinmiş başıbozuklardır. Bizim için ise her şeyin başlangıç noktası Türk Milletinin varlığıdır. Bu varlığın korunması, yüceltilmesi ve ebedî olarak devam ettirilmesi fikrinin üstünde başka hiçbir fikir ve görüş kabul etmeyiz. Komünistlerin son zamanlarda artan hiyanet faaliyetleri karşısında hükûmetin bilgisiz, hareketsiz ve tedbirsiz tutumu ne kadar yerilse azdır. CKM Partisi Türk Milletinin varlığına, birlik ve bütünlüğüne karşı kasteden fesat hareketlerine karşı amansız bir mücadele açmış bulunmaktadır. Özellikle üniversitelerimiz içerisinde, komünist kışkırtmacılara karşı bu imanlı bir milliyetçi gençlik cephesi yükselmektedir. Bu gençler Dokuz Işık Millî Doktrini ile her çeşit yabancı taklidi zararlı düşüncelere karşı saf tutmaktadırlar.

Bu arada yurdumuzda mezhep kışkırtmacılığı yoluyla bin yıl evvel geçmiş olaylar tekrar ortaya getirilerek Türk Milletinin evlâtları birbirine düşürülmek isteniyor. Biz birliği bozucu bu gibi davranışları çok hatalı bulmaktayız.

Memleketimiz demokratik düzen içinde gelişmeye gayret etmektedir. Fakat demokratik rejimimizin kuruluşunda maalesef şahsî ihtiraslar ve âdi menfaat hesapları millet menfaatlerinin üstünde tutulmuş ve bu sebepten demokrasimiz sakatlıklara uğratılmıştır. Bugün demokratik rejime taban tabana zıt bulunan hukuka aykırı ve gösterdikleri faaliyetlerle memleket menfaatlerine de zarar verdiği anlaşılan bir tabiî senatörlük müessesesi vardır. Bu müessese 27 Mayıs’ın ruhuna aykırı ve o zaman millet önünde yapılmış olan yemine karşı da ihanettir. Tabiî Senatörler 27 Mayıs’ı katleden insanlardır. Bunlar 27 Mayıs’ın reformlarına karşı çıkmış olan, 27 Mayıs’ın âdil, tarafsız, barıştırıcı ve affedici ruhunu yıkmış olan kimselerdir. Tabiî Senatörler 1961 seçimlerinden sonraki taraf tutucu ve 27 Mayıs reformlarından taviz verici davranışlariyle memlekete üzüntü kaynağı olmuşlardır. Bu sebeplerden dolayı CKMP çok gayritabiî bulunan bu tabiî senatörlük müessesesinin kaldırılmasını demokrasimizin selâmeti ve gelişmesi ile memleketimizin huzuru bakımından çok lüzumlu saymaktayız. Bu maksatla Türkiye Büyük Millet Meclisine Tabiî Senatörlüğün kaldrılması için bir kanun teklifi vermiş bulunuyoruz. Bize göre bir Türk vatandaşı için en şerefli yer Türk Milletinin sinesinde sıradan bir vatandaş olmaktır.

Türkiyemizin hızla kalkındırılması, çağlar üzerinden sıçrayarak Türk Milletinin atom ve uzay çağına sokulmasiyle mümkündür. Bu da her şeyden önce dünya çapında çok üstün kabiliyetli ilim adamları ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana getirmeye bağlı bulunmaktadır.

Türk Milletinin sıkıntıdan ve yoksulluktan bir an önce kurtarılarak ileri ve refahlı bir memleket haline gelmesi 6 büyük reformun bir elden aynı zamanda uygulanmasiyle mümkün olacaktır. Bu reformlar sirasiyle şunlardır:

1- Ahlâk ve millî eğitim reformu.
2- Sosyal reformlar.
3- İdare reformu.
4- Sanayi reformu.
5- Tarım ve toprak reformları.
6- Malî reform.

Bu reformların burada uzun boylu açıklamasına girişmemek yalnız birkaç kelimeyle sosyal reformlar üzerinde durmak isterim. Bugün halkımız sosyal yardım teşkilâtından yoksun, sosyal adalet ve sosyal güvenlik düzeniyle fırsat eşitliği düzeni ihtiyacı içindedir. Biz bütün Türk Milletini köylüsüyle, esnafiyle içinde toplayan geniş bir sosyal yardımlaşma ve sosyal güvenlik teşkilâtı kurulması dâvasını vermekteyiz.

Muhterem delegeler;

Partimizin geçen kongreden bu güne kadar siz arkadaşlarımın inançlarına ve partimizin programına uygun olarak büyük faaliyetler göstermiştir.

Bizim inancımıza göre yabancı memleketlerin şartları altında meydana getirilmiş bulunan yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye’nin kalkındırılması sağlanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm, Türkiye için yararlı olamaz. Türkiye’yi kalkındıracak sistem ve görüş ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, Müslüman Türk Milleti realitesini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniğin ve yol gösterici kabul eden millî bir doktrin Türkiye’yi ulaşmak istediğimiz kudretli, ileri büyük Türkiye’ye kavuşturabilir.

Bunun kısaca formülü Türk emek potansiyelinin, millî üretim faktörlerine rasyonel bir şekilde bağlayarak, devletin vatandaşlara istihsâl yollarını açarak bütün tedbirleri alması ve kolaylıkları temin etmesi ve millî gelirin artmasında kendisine düşen esas rolü oynamasıdır.

İşte biz CKM Partisi olarak böyle millî bir doktrin sahibi bulunduğumuzu iddia eden siyasî bir teşekkülüz. Millî doktrinimizin adı Dokuz Işık doktrinidir. Bu görüş dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler sırasiyle şunlardır:

1- Milliyetçilik
Her şey Türk Milleti için, Türk Milletiyle beraber ve Türk Milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk Milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye Devletine sadakat ve hizmettir.

2- Ülkücülük
Türk milletini en ileri, en medenî, en kuvvetli varlık haline getirme ülküsüdür.

3- Ahlâkçılık
Türk milletinin ruhuna, geleneklerine uygun ve yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi öngören esaslara dayanır.

4- İlimcilik
Olayları ve varlığı önyargılardan ve art düşüncelerden sıyrılarak ilim mantalitesiyle incelemek ve girişilecek her çeşit faaliyette ilmi önder yapma prensibidir.

5- Toplumculuk
Her çeşit faaliyetin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür. Sosyal ve ekonomik olmak üzere iki ayrı bölümü kapsamaktadır. Ekonomik görüş olarak mülkiyeti esas kabul eden fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik, ekonomik faaliyetlerin devlet kontrolunda bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilâtı kurulmasını esas kabul eder.

6- Köycülük
Köyleri tarım kentleri halinde birleştirerek kalkınmayı öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kredi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yaşayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacımızdır.

7- Hürriyetçilik ve Şahsiyetçilik
Birleşmiş Milletler Anayasasında yazılı bütün hürriyetlerin sağlanmasını gaye edinmiştir. İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini, toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder.

8- Gelişmecilik
İnsanlar ve medeniyetler daima daha iyiyi, daha güzeli daha mükemmeli istemek ve aramakla gelişir. Elde edilenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek şuurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk Milletinin tarihinden millî benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir.

9- Endüstri ve Teknikçilik
Türk Milletinin kalkınması için acele sanayileşmesi lâzımdır. İşte bizim millî doktrinimiz olan Dokuz Işık görüşümüzün esasları bunlardır.

Türk milletinin yükselişi için bu büyük hamleleri yapmak yolundayız. CKM Partisi olarak millete hizmet yolunda ne kadar büyük güçlükler ve tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu bilmekteyiz; fakat güçlükler bizim azmimizi ve mücadele gücümüzü bir kat daha arttırmaktadır. Muvaffak olacağımıza emin bulunuyoruz.

Koşan elbet varır, düşen kalkar;
Kara taşdan su damla damla akar.
Birikir sonra bir gümüş göl olur,
Arayan hakkı en sonunda bulur.

* * *

Konuşması delegeler tarafından sık sık alkışlarla kesilen Türkeş’in bu konuşmasından sonra Genel Sekreter Mustafa Kaplan, genel idare kurulunun hazırladığı faaliyet raporunu okudu, iki yılda yapılan işleri anlattı. Bilhassa, iki yıl önce CKMP’nin ancak 25 ilde teşkilâtı varken, bugün 61 il ve 435 ilçede teşkilâtın olduğunun söylenmesi ve teşkilât bakımından üçüncü parti durumuna gelindiği sözleri, kongre üyelerinin tezahüratıyla karşılanmıştı. Raporda, bilhassa sol basın ve Türkiye’yi sola götürmek emelinde olan partilere ihtar edilmiş, ziraî reformun yapılmaması sebebiyle ve sol tahriklerle yakında bir ağa – ırgat kavgasının çıkma ihtimalinin olduğu belirtilmiştir. Raporda: <<Milletin içine düştüğü ümitsizliği gidermek; İnkılâbın cebir ve zulüm, demokrasinin acz ve meskenet olmadığı; fazilet ve adaletin en iyi tecelli ettiği rejimin, en hakkaniyetli devlet idaresinin milliyetçi demokrasi içinde uygulanacağı; gerçek otoritenin, gerçek hürriyetin, gerçek adaletin bu rejimle sağlanabileceği partimizin amaç ve inancıdır. Bu inancın mihrakı, Türk milliyetçiliğinin aksiyon merkezi, mukaddes mefhumlarımızın hürmetkâr muhafızı olan partimiz, gerçek milliyetçileri, imanlı gençliği, vatansever âlimleri sinesinde toplamakta, bunların sayısı her geçen gün artmaktadır. Bu artış hızlanacak ve senin elinde iktidar muktedir hale gelecektir. Milletin hakkı olan, kudretli ve müreffeh Türkiye, milletin desteği ile kurulacaktır. Bu bir emri manevidir, bu tarihin icabıdır, bu milletin iradesidir; bunu hiçbir şer kuvvet önleyemez.>> denmekte ve artık Türk Milletinin bu Millî Harekete başladığı belirtilmektedir.

Mustafa Kaplan’ın genel idare kurulunun bu raporunu okumasından sonra malî rapor okundu. Gelir ve giderler anlatıldıktan sonra, faaliyet ve hesap raporlarının okunmasından sonra bunların tenkidine geçildi. Temenni mahiyetindeki tenkitleri genel başkan yardımcısı Mehmet Altınsoy cevaplandırdı ve geçen zaman içinde raporların belirtilen işlerin yapılabildiğini, yeni seçilecek arkadaşların daha büyük faaliyetler göstermelerinin kendilerince temenni edildiğini bildirdi. Mehmet Altınsoy’un konuşmasından sonra faaliyet ve hesap raporlarının ibrası oya konuldu ve bütün delegelerin iştirakiyle kabul edildi.

Öğleden sonra genel idare kurulu ve yüksek haysiyet divanı seçimlerinin yapılması için bir teklif yapıldı. Bu teklif, bazı üyelerce benimsenmedi ve seçimlerin ertesi güne bırakılması için karşı teklifte bulunuldu. Bu konuda, üyelerden isteyenler söz alarak konuştular. Teklifler oya kondu ve seçimlerin ertesi güne bırakılması kabul edildi.

İKİNCİ GÜN

İkinci gün kongre açıldıktan sonra hemen seçim faaliyetlerine geçildi. Tüzük hükümlerine göre Genel Başkan, Genel Kurul ve Yüksek Haysiyet Divanı, adaylıklarını koyan üyeler arasından seçilecekti. Genel başkanlığa Alparslan Türkeş adaylığını koydu. Genel Kurul ve Yüksek Haysiyet Divanı için ise aday sayısı oldukça yüklü idi. Bilhassa genel kurul için aday sayısı yüz kişiye yaklaşıyordu.

Dağıtılan kâğıtlara, genel başkan, genel kurul ve yüksek haysiyet divanı üyelerinin adları yazılarak ayrı ayrı sandıklara atıldı. Tasnif heyetleri seçildi ve oylar bu heyetlere teslim edildi. Bu arada saatler öğleyi gösteriyordu. Divan başkanı kongreyi saat 14’e kadar tatil etti.

BÜYÜK ANKARA YÜRÜYÜŞÜ

Kongrenin ikinci günü ilkin Ankara’yı, sonra Türkiye’yi sarsan bir yürüyüş yapıldı. Saat 14’de kongre salonunda toplanan üyeler, partiye kayıtlı gençler ve önlerinde Adana’dan kongre için gelen partinin mehter takımı, zafer anıtına doğru yürüyüşe geçti. Bu yürüyüş ne AP’nin kamyonlarla getirdiği para ile insan alkışlayan kalabalığına benziyordu ne de CHP’nin anarşist hareketleriyle ilgisi vardı. Mehter takımının temposuna uyan başta Genel Başkan Alparslan Türkeş, onun arkasında genel kurul üyeleri, sonra gençlik ve en arkada kongre üyeleri, tam bir askerî disiplin içinde Ankara’nın en büyük caddesinde ilerliyordu. Bu yürüyüşü yöneten gençler, yabancıların aralarına katılmalarını önlüyorlar ve intizamı temin ediyorlardı. Kalabalık Ankara’nın bu caddesi insanlarla dolmuştu. Gazeteciler biraz şaşkın, notlar alıyorlar, foto muhabirleri fotoğraf çekmek için uğraşıyorlardı. Halkın bir kısmı şoke olmuş gibi sadece seyrediyor, bir kısmı ise bu tarihî Ankara yürüyüşünü alkışlıyorlardı.

Zafer anıtına gidildi ve Genel Başkan Alparslan Türkeş anıta karanfillerden yapılmış bir çelenk koydu. Bu sırada gençler <<Bozkurtların Türküsü>> adlı marşı hep bir ağızdan söylüyorlardı. Marş bittikten sonra gene mehterin arkasında, kongre salonuna doğru yürüyüşe geçildi. Gidiş te aynı geliş gibi muntazam, asker yürüyüşüyle yapıldı.

BASINDA YANKISI

Ertesi günü basın bunu çeşitli biçimlerde verdi. Haber şeklinde verenlerin yanında, mason sermayesiyle çıkan Hürriyet ve Yeni Gazete gibi gazeteler bu yürüyüşü Nazi ve Faşist yürüyüşlerine benzetmek küstahlığında bulundular. Bilhassa Hürriyet gazetesi bu benzetmenin tam romantizmine varmıştı. Akşam gazetesi ise kongrede dağıtılan ve üzerinde Alparslan Türkeş ‘in <<Dâvaya katılıp ihanet eden herkesi vurun.>> cümlesi bulunan Millî Hareket dergisinin adını vermeden, bu yukarıdaki cümleyi vererek kendince bir maksada hizmet ediyordu.

Siyasî çevreler ise bu yürüyüşü türlü şekillerde tefsir ediyorlar, bilhassa solcular, masonlar ve yahudi dostları endişelerini saklamadan CKMP ve onun liderine gittikçe daha çekinerek bakıyorlardı.

Bunların dışında bir gerçek daha vardı; Bu büyük Ankara Yürüyüşü yalnızca Ankara^da kalmayacak, bundan sonra yurdun her tarafında, kollarına partinin bazubentleri takılmış gençler muntazam asker yürüyüşleriyle kendilerini sık sık göstereceklerdi.

SON KONUŞMALAR

Kongre salonuna gelindikten sonra serbest konuşmalara geçildi. Yurdun dört bir yanından gelmiş, milliyetçiler ordusunun erleri kendi bölgelerinin dertlerini anlatıyorlar ve arkadaşlarına duyuruyorlardı. Ankara, İstanbul, Konya, Bursa, İzmir, Kars, Trabzon, Hakkâri delegeleri ilgi çekici konuşmalar yaptılar. İstanbul’dan İsmail Hakkı Karabulut, Millet Partisi’nden genel kurul üyesi seçildikten sonra orada dönen dolapları görüp istifa eden ve CKMP’ye giren İsmail Yılmaz konuştuktan sonra kendi yazdığı şu şiiri okudu:

Tam onbeş yıl yürüdüm senin peşinden
Çok çileler çektik faziletinden
Kırşehir kaza yapıldı senin yüzünden
Artık seni bırakmanın zamanı geldi.
İlle de horoz gibi ötmek istersin
Başka horoz sesi duysan küsersin
Seni bırakanlara dul çıktı dersin
Artık seni bırakmanın zamanı geldi.
Birleşmeye davet gelir bozarsın
Meydanı boş bulunca mangalda kül bırakmazsın
İş yapma kudretin yok desem bana kızarsın
Artık seni bırakmanın zamanı geldi.
Nükte ile, fıkra ile geldi geçti hayatın
Milleti bölmekle, masonlara hizmet midir muradın?
Uyan ey… Millet uyan, bu son duraktır.
Artık Osman Bölükbaşı’na Elfatiha demenin zamanı geldi.

* * *

Delegelerin konuşmasından sonra genel kurul üyeleri ve milletvekilleri konuşmağa başladılar. Numan Esin, Rifat Baykal, Rahmi İnceler, Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ, Sami Binicioğlu, Kemal Cabioğlu konuştular.

Bu sırada tasnif heyetinden ilk sonuç gelmiş ve genel başkanlığa bütün üyelerin oylarıyla Alparslan Türkeş’in seçildiği bildirilmişti. Divan başkanı bunu söylediği zaman bütün üyeler hep birden Türkeş’i alkışlamağa <<Başbuğ.. Başbuğ>> diye tezahürata başladılar. Türkeş, bu tezahürat arasında geldi ve diğer sayfalarda tam metnini verdiğimiz konuşmayı yaptı. Bu konuşmadan sonra, gene üyelerin konuşmalarına geçildi ve saat 18 de CKMP’nin bu tarihî VIII. Kongresi sona erdi.

Tasnif heyetlerinin gece geç vakte kadar yaptığı tasnif sonucunda Genel İdare Kurulu’na oy sırasına göre şu üyeler seçildi:

Mehmet Altınsoy
Dündar Taşer
Muzaffer Özdağ
Kâmil Koç
İ. Hakkı Yılanlıoğlu
Sami Binicioğlu
Mustafa Kaplan
Hikmet Tanyu
Galip Erdem
Sadrettin Tosbi
Ahmet Er
İsmail Yılmaz
M. Kemal Erkovanlı
Rifat Baykal
Kâmil Turan
Rahmi İnceler
Numan Esin
Şefik Soyuyüce
M. Kemal Cabioğlu
Sıtkı Cörtoğlu
Erhan Löker
B. Şakir Toktay
Hayrullah Altınay
Rahmi Yeşil
Necati Uslu
Mehmet Orhon
Lütfü Önsoy
Turgut Öztaşkın

Yüksek Haysiyet Divanı’na ise şu üyeler seçildi:

Saim Dora
Enver Kök
Kudret Bayhan
Kâmil Cörtoğlu
M. Ali Erdinç
Fikret Turhan
Hülâgu Balcılar

Genel kongreden iki gün sonra, Genel Başkan Alparslan Türkeş, genel kurul üyelerini toplantıya çağırdı. Bu toplantıda şu şekilde görev bölümü yapıldı:

Genel başkan yardımcıları:

Mehmet Altınsoy
Dündar Taşer

Genel Sekreter:
Mustafa Kaplan

Genel Sekreter yardımcıları:
M. Kemal Erkovanlı
Kâmil Turan

Uzman Müşavir:
İsmail Yılmaz

Genel Muhasip:
Lütfü Önsoy

Genel Muhasip yardımcısı:
Hayrullah Altınay

SONUÇ

CKMP’nin bu büyük kongresi şunu gösterdi: Kış mevsiminin gelmesine, pek çok yolların karla kapalı olmasına rağmen, yurdun her tarafında milliyetçiliğin siyasî bir güç olması için çalışanlar koşarak Ankara’ya gelmişlerdir. Hepsi, inanç içinde iktidarın pek uzun olmayan bir süre içinde kendilerine nasip olacağından emindiler. Kongrenin kalitesi, olgunluğu bir doktrin partisine yakışacak şekilde idi. Bu durum elbette ki, başta solcular ve masonlar olduğu halde, Türkiye’yi olumsuz yönlere sürüklemek istiyenlerin uykularını kaçıracaktır. Ve yine kongre gösterdi ki, milliyetçi – toplumcu güç Türkiye’nin kaderini ellerine almak için çok sağlam adımlar atmıştır ve atmaktadır…



Son Saat, 28 Kasım 1967.

TÜRKEŞ: “SİLÂHLI KUVVETLERİMİZ KIBRIS’A ÇIKMADIKÇA BU KONU HALLEDİLMİŞ OLAMAZ”

Başbakan Süleyman Demirel, İnönü ve Bölükbaşından sonra CKMP Genel Başkanı A. Türkeş’i saat 17.20-18.05 arasında kabul etmiştir. Başbakanlıktan ayrılan Türkeş gazetecilerin çeşitli suallerine şu cevapları vermiştir.

Yunanistan’ın bizim şartlarımızı uygulayacağına emin misiniz, sualine; <<Hayır bu iş hakkında kati bir şey söyleyemem, emin değilim>> cevabını veren Türkeş, daha sonra ihtilâfın nerede olduğunu soran bir gazeteciye; <<İhtilâfın zannederim ki askerlerin çekilmesindedir. Çünkü müddet konuşulmamıştır>> demiştir.

Hükümetin tutumunu tasvip etmeyen Genel Başkan Alparslan Türkeş, daha sonra, Başbakanla müdahale hakkında neler konuştuğunu şöyle özetlemiştir: <<Gerek Yunanistan ve gerekse de Makarios anlaşmaları birçok defa çiğnemiştir. Onların son hareketleri olan Geçitkale ve Boğaziçi köylerine karşı yapmış oldukları tecavüzler hem Birleşmiş Milletler yasasına aykırı hem de insan haklarını dünyanın gözü önünde çiğnemektedir. Bu bir jenosit hareketidir. Bununla beraber hükümetin taleplerinde eksik olduğuna kaniyiz. Tazminat hiçbir şeyi değiştirmez. Ölen tazminatla geri gelmez hiç bir zaman. Bu cinayetleri hunharca işleyen insanlara itimat edilebilir mi artık? Benim kanaatim Türk silâhlı kuvvetlerinin Zürich andlaşmalarının Türkiyeye sağladığı hakka dayanarak Kıbrıs’a çıkmalı orada barışı ve asayişi temin etmektir.>> demiştir.



Son Saat, 30 Kasım 1967.

CKMP HÜKÜMETİ HATALI BULUYOR

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel İdare Kurulu, yaptığı toplantıda Kıbrıs sorunu üzerinde durmuş, bu konuda partinin görüşlerini kapsayan bir de bildiri yayınlamıştır. Bildiride, AP hükûmetinin Kıbrıs buhranı konusunda izlediği politika şiddetle tenkit edilmiş, Kıbrıs’a müdahalede gösterilen tereddüdün mesnedi kalmadığı ileri sürülmüştür. CKMP Genel İdare Kurulunun bildirisi şöyledir:

<<Demirel hükûmeti, İnönü’den devraldığı kararsız ve mütereddit siyaseti bütün zaafları ile devam ettirmektedir. Buhranın çözümü için yaptığı talepler basit, hafif, neticeyi değiştirmekten uzaktır.

Grivas’ın çekilmesini talep etmekle Türk devleti, bir ferdi kendisine muadil hale getirmiştir. Bu, devletin haysiyetini düşürmektedir.

Askerlerin tahliyesi, köylerine hapsedilmiş olan Türklerin durumunu asla değiştirmeyecek, asker elbisesi ile geri gidenler turist kıyafetiyle tekrar dönecektir.

Tazminat talebi, millî şeref ve haysiyeti zelil kılan bir davranıştır. Bu talep, kanları saçılan doksanlık şehitlerle paymal edilen ırz ve namusun bir nakdî bedeli olduğunu kabul etmektir. Yunanlılar tarafından bu isteğin reddi ağır bir hakaret, kabulü ise daha ağır bir hakarettir.

Yunan askerlerinin yıkılmış evlerden çalınan Türk bayrakları ile yaptığı nümayişler, millî izzeti nefsimize indirilmiş bir tokattır. 6-7 Eylül dolayısıyla Yunan bayrağının merasimle çekilmesine Bakanları memur etmiş bir devletin hükûmeti, bayrağımıza yapılan tecavüzü bilmemezlikten gelmemelidir.

Kıbrıs’a müdahalede gösterilen tereddüdün mesnedi kalmamıştır. Klâsik bahane haline gelen Amerikanın engel olması mevcut değildir. 6. Amerikan filosu Batı Akdenize gitmiş, NATO silâhları için hiç bir tehdit olmadığı Amerika tarafından ilân edilmiştir.

Demirel hükûmeti, bugün lehimize galeyan eden dünya kamu oyunun soğumasını ve aleyhimize dönmesini mi beklemektedir? Şayet bu usul iç politikanın bir gereği olarak düşünülüyor ise, büyük bir dalâlettir. Yahut hükûmet korkuyor ise, yerini muhafaza etmeye mecbur değildir. Bu yükü çekecek millî partiler ve devlet adamları vardır.

Harbi kaybetmek yalnız harbi kaybetmektir. Şerefi kaybetmek, her şeyi kaybetmektir.

Türk milleti buna razı değildir.>>



Adalet, Başmakale, 3 Aralık 1967.

BAŞBUĞ (!) TÜRKEŞ

Artık reyler kontenjanından meclise giren başbuğ (!) Türkeş, lideri bulunduğu CKMP adına Meclis Başkanlık Divanına bir gensoru önergesi vermiştir. Bir ilkokul çocuğunun tahrir vazifesi şeklinde kaleme alınan önergede, başbakan yerilmekte, Kıbrıs politikası takbih edilmektedir.

Meclisin Cuma günkü oturumunda okunan önerge gerek iktidar, gerekse muhalefet milletvekillerinin eğlence mevzuu haline gelmiştir.

Hiç şüphesiz, Meclis bu kadar gayri ciddi bir gensoru önergesinin konuşulmasını reddedecektir. Başbakan, başbuğa iyi bir ders vermek için gensoru açılmasını teşvik ederse, o zaman gensoru görüşülebilir. Bu zayıf bir ihtimaldir.

KIBRISLI TÜRKEŞ

Bilindiği gibi Alparslan Türkeş Kıbrıslıdır. Türkiye’ye yerleştikten sonra babasının kendisine taktığı ismi bile değiştirmiş, başka bir Megola İdea’ya saplanmıştır. Okuduğu kılıç ve polis romanlarının etkisi altında keçe külâh giyip, yağız ata binip, kımız içip, Kafdağını aşarak Turana erişmek hastalığına müptelâ olmuştur.

Bu hayal içinde Kıbrıs’ı, yani memleketini senelerce unutmuştur. Şimdi, geniş muhayyilesi ile yeni bir şövalye romanı yazmak peşindedir.

Kendisi Milletvekili olmasa, meclisi işgal etmeye kalkmasa, gülüp geçilirdi. Hayalleriyle başbaşa bırakılırdı. Ama ne var ki; bir teşriî masuniyet cübbesini taşımak durumdadır.

Türkeş’in tutumu karşısında, ciddiyetiyle tanınmış bir devlet adamımız bile meclis kulislerinde şu espriyi yapmaktan kendini alamamıştır: <<Türkiye’nin başına çöreklenemedi. Anlaşılan şimdi de Dr. Fazıl Küçük’ün yerine göz dikti.>>

MACERACILAR

Türkeş tipi maceracıların parlamentodaki hezeyanları ancak, önümüzdeki seçimlerde önlenebilecektir. Millî Bakiye sistemi kalktığı gün, sayın Başbuğ keçe külâhı, kımızı, Turan hayalleri ve Millî Birlik devrinde elinden kaçırdığı faşist diktatörlüğü hevesinin ruhunda bıraktığı perişanlıklarla başbaşa kalacaktır.



MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ, 4 Aralık 1967.

Ankara Milletvekili Alpaslan Türkeş’in, Kıbrıs konusunda takibedilen politika dolayısiyle Başbakan hakkında Anayasanın 89 ncu maddesi gereğince bir gensoru açılmasına dair önergesi.


Millet Meclisi Başkanlığına

Senelerden beri sürüp giden Kıbrıs buhranı nihayet, Geçitkale ve Boğazköy’de vukubulan facia ile en kritik noktasına gelmiştir. Hükümetin basiretsiz bekle gör politikası yüzünden, mukavemetlerinin son damlasını harcıyarak varlığını korumağa çalışır hale gelmiş olan Kıbrıslı Türk mücahitler bu son tecavüz karşısında iki yoldan birini seçmek zorunda kalmışlardı. Ya Anavatandaki Türk Devleti imdatlarına koşacak, onları canavarın ağzından alacaktı. Yahut dört yıllık şerefli müdafaalerı sona erecek, kaderleri kanlı papazın elinde kalacaktı. Bir üçüncüsü ve en kötüsü olan ihtimali ise kimse düşünmek istemiyordu. Bu ihtimal, Türk Devlet idarecilerin şimdiye kadar yaptığı gibi, Dünya efkârı önünde bir blöf sıkması, adaya çıktık çıkıyoruz, geldik geliyoruz diye oyalanması, bu şiddetli kışta askerî birlikleri yerinden kaydırıp tedirgin etmesi; Deniz Kuvvetlerimizi Kıbrıs yakınlarında, ve fakat milletlerarası sularda dolaştırması; İskenderun’da, Mersin’de çıkarma talimleri yaptırması, Bu suretle dünya diplomasinin dikkatini üzerimize çekip Hükümet üzerinde diplomatik tazyiklerin artması; arabulucuların gidip gelmesini temin etmesi; sonra kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm bâzı taleplerin Yunanistan ve Makarios tarafından kabülünü ilân etmesi; en sonunda da bu neticeyi iç politikada bir Kıbrıs zaferi olarak gösterip Türk halk efkârını aldatmaya çalışması idi.

Maalesef Hükümet ihtimallerin en akla aykırı, en mantığa muhalif olanını seçti. Kıbrıs dâvası için kötü bir son, Türk Devleti için hacalet, dünya efkârı yönünden fiyasko olan yolu tercih etti. Böyle bir hükümetin devlet idaresindeki sorumluluğu aşikâr, suçu elle tutulacak kadar sarih delile müstenid olduğu cihetle, Hükümetin mesul başı olan Başbakan hakkında Gensoru açılmasını talebetmek zarureti hâsıl olmuştur.

Anayasanın 89 uncu maddesine göre Hükümet Başkanı hakkında gensoru açılma talebinin gereğine tevessül olunmasını saygılarımla rica ederim.

Ankara Milletvekili
Alpaslan Türkeş


BAŞKAN – Sayın Alparslan Türkeş, söz sizindir, buyrun.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Ankara) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; kurulduğu günden beri Türkiye Cumhuriyeti’nin politikası daima barışçılık, anlaşmalara bağlılık, sadakat, verdiği sözde durma politikası olmuştur. Fakat varlığımıza, haklarımıza, bağımsızlığımıza ve şerefimize karşı yönelen saldırganlıklara karşı da, sonucu ne olursa olsun silâha sarılmak, harekete geçmek de en kutsal hakkımızdır. Böyle bir davranış insanca yaşamanın en şerefli yoludur. Hükümet geçen 20 gün içinde Kıbrıs’a asker çıkarmamakla büyük bir gaflet göstermiş ve büyük bir suç işlemiştir.

Yunanlıların gayesi nedir? Yunanlıların gayesi Bizans Devletini ihya, Türkiye’yi yıkma ve Enosis.. Makarios’un gayesi de Yunanistan’ın bu gayesiyle bir ve aynıdır. Makarios’un bugüne kadar Kıbrısta uyguladığı siyaset Türkleri tethiş etmek, imha etmek, Kıbrıs’tan kaçırmak ve Kıbrıs adasını Türklerden temizlemek, böylece Enosise giden yolu tamamiyle açmak ve neticede Enosisi yapmaktır.

Bunlara karşı Türk Milletinin gayesi ne olmalı. Evvelâ Kıbrısta Yunan saldırganlığını kırmak ve durdurmak ve Kıbrıs’ın kontrolünü el altında bulundurmak.

Muhterem milletvekilleri; Kıbrıs konusunda Hükümet adamlarımız daima çok çekingen, zayıf, inançsız davranmışlardır. Bu davranışlarının sebebi de bizim tespit ettiğimize göre.

HAMİT FENDOĞLU (Malatya) – Grivas da albay, Kıbrıs’a gidip karşısına çıksana…

RİFAT BAYKAL (Mardin) – Şu adamı susturun canım, artık yeter.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Devamla) – Ne dediniz anlıyamadım…

HAMİT FENDOĞLU (Malatya) – Grivas’ın karşısına çıksana…

BAŞKAN – Sayın Alparslan Türkeş..

ALPASLAN TÜRKEŞ (Devamla) – Benden evvel siz çıksanız ya? (Gürültüler).

BAŞKAN – Sayın Fendoğlu, rica edeceğim.

ALPASLAN TÜRKEŞ (Devamla) – Muhterem arkadaşlar, Hükümet adamlarımız Kıbrıs konusunda daima çekimser ve zayıf bir tutum takibetmişlerdir. Bunun da şu sebepten ileri geldiğini sanıyorum: Kıbrıstaki nüfusun çoğunluğunun Rumca konuşan insanlar olması ve self determinasyon prensibinin daima beynelmilel temaslarda, müzakerelerde Türkiye’nin karşısına çıkarılmasıdır.

Muhterem arkadaşlar, bunun aksine, bundan farklı durumlar yer yüzünde pek çoktur. Meselâ Keşmir meselesi; Keşmir, self determinasyon kararlarına aykırı olarak Hindistan’ın senelerce idaresi altında bulunan bir bölgedir.

Batı Trakya Lozan anlaşmaları yapılırken nüfusunun yüzde 85 Türk olmasına rağmen, self determinasyon prensipleri bir kenara atılmış ve bu bölge Yunanlılara terk edilmiştir.

Karoli Berzahı dediğimiz Finlandiya toprakları, emniyet mülâhazasiyle stratejik savunma mülâhazasiyle Sovyetlere terk edilmiştir, Sovyetlerin elindedir.

Güney Tirol bölgesi dediğimiz bölge Almanların yaşadığı bir bölgedir, fakat İtalyanların elindedir. Binaenaleyh, bir toprağın statüsünün tesbitinde münhasıran o bölgede yaşıyan insanların çoğunluğu başlıca bir faktör olarak ele alınamaz.

Binaenaleyh, Kıbrıs meselesinde de bugüne kadar hükümetlerimizin çekinici bir durumda bulunmalarına sebep gibi gösterilen bu nüfus faktörü kanaatimizce isabetli değildir. Çünkü Türkiye Kıbrıs’ın kendi kıyılarından 40 mil uzakta bulunması dolayısiyle kendi yakın savunması, yakın emniyeti gibi hayati sebeplerle bu konuyla ilgilidir.

Muhterem arkadaşlarım, bunun önemi üzerinde size daha açık fikir vermek için şu hususu huzurunuza sermeyi faydalı görüyorum. Bugün Kıbrıs’a giden Yunan jetleri Girit adasından kalkar. Bunlar Kıbrıs üzerine geldikten sonra ancak beş dakika adanın üzerinde harekât yapabilirler. Harekat sahası dolayısiyle beş dakikadan daha fazla kalmaları mümkün değil. Daha fazla kalabilmeleri için Yunanlılar yine anlaşmalara aykırı olarak Rodos’ta bir ikmal üssü tesis etmeye başlamışlardır, henüz bunu tamamlamamışlardır. Bu tamamlandığı takdirde bu ikmal üssünden ikmal yapmak şartiyle Yunan uçakları Kıbrıs adası üzerinde 20 dakika devamlı hareket eder bir kapasite elde edeceklerdir.

Muhterem arkadaşlarım, Yunanistan’dan kalkan bir Yunan jeti bugün Ankara’ya gelemez. Ankara’ya gelirse, Ankara’dan geri dönemez, üssüne dönemez. Karadeniz kıyılarına ulaşamaz. Fakat muhterem arkadaşlar, Kıbrıs’ta üslenen bir Yunan uçağı Ankara’ya Karadenizin bütün kıyılarına ulaşabilir ve tekrar üssüne dönebilir. Kıbrıs’ın Türkiye için özel durumu bu derece hayatidir.

Muhterem arkadaşlarım; yıllardan beri Türkiye hükümetlerinin Kıbrıs Türklerine verilmiş olan şeref sözü vardır. Türk hükümetleri Kıbrıs Türklerini her çeşit saldırıya karşı her zaman koruyacaklarını taahhüd etmişlerdir. Fakat Kıbrıs Türkleri hepimizin bildiği gibi, devamlı olarak saldırılara mâruz kalmışlar, devamlı olarak öldürülmüşler, ırzlarına, namuslarına tecavüz edilmiş, malları mülkleri tahrib edilmiş, ellerinden alınmış ve bunun karşılığında bu suçları işliyenler, bu cinayetleri yapanlar cezasız kalmışlardır. Türkiye Hükümeti de bunlara karşı müessir hiçbir şey yapmamıştır.

Muhterem arkadaşlar, 15 Kasım olaylarını hepimiz çok iyi biliyoruz. Bu olaylar milletimiz için ve Kıbrıs’ta bulunan Türkler için çok ağır ve şerefimiz için de çok tahammül edilmez bir darbe olmuştur. Türk köylerine rumların yaptıkları taarruz üstün kuvvetlerle yapılmış, Türkler öldürülmüş, ırzlarına, namuslarına tecavüzler olmuş, Türk Bayrakları ele geçmiş ve Türk Bayrakları delik deşik edilmiş, Türk Bayrağı tahkir edilmiştir.

Muhterem arkadaşlarım, rumların, bu taarruzlarının başladığı Türkiye’de haber alınmış, fakat bu haberi aldıktan sonra Türk Hükümeti hemen harekete geçip, bu hareketlere karşı bir polis görevi, bir asayişi koruma görevi yapmamıştır, yapma kararı alamamıştır.

Muhterem arkadaşlarım; Kıbrıs olayları yeni değildir. 1963 yılının kanlı Noelinden bu yana Kıbrıs’ta Türklere karşı rumların saldırıları devam etmiştir. Hükümet bunları hesaba katarak daha evvelden her hangi yeni olayları karşılamak üzere plân yapmak, plânlı bulunmak, hazırlıklı bulunmak mecburiyetinde bulunduğu halde bu hazırlığı ve bu plânlı durumunu yapmamıştır, hazırlıklı bulunmamıştır. Hükümet önceden Kıbrıs konusunda Genelkurmay Başkanlığına siyasi bir direktif vermemiştir. 16 Kasım sabahına kadar devam eden kabine toplantısında Hükümet, Genelkurmay Başkanlığına Kıbrıs’a asker çıkarmak üzere bir direktif vermiştir. Bu direktif üzerine Türk Silâhlı Kuvvetleri gereken süratle hazırlığa girişmiş ve Kıbrıs’a ilk hücum kademesi çıkmak üzere, 16 Kasım saat 10 da çıkacak şekilde hazır duruma gelmiştir. Fakat saat 10 a 10 kala Hükümet yeniden müdahale ederek, çıkarma yapılmasını durdurmuştur. Daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisini toplantıya çağırmış ve bu toplantıda aşağı yukarı gazete havadislerinde bulacağımız bilgileri burada bize bir gizli celsede sunmuşlardır. Neticede Büyük Meclis ittifakla müzakerelerin sonunda Hükümete Kıbrıs’a asker gönderme, asker çıkarma yetkisini tekraren vermiştir. Esasında Hükümet bu yetkiye sahip bulunuyor idi. Her Türk Hükümeti bu yetkiye sahiptir. Çünkü Londra ve Zürih Anlaşmaları Türkiye Büyük Millet Meclisince kabul ve tasdik edilmiştir. Bu anlaşmalara göre Türkiye de Kıbrıs’ın asayişini ve emniyetini teminden sorumlu bulunan üç garantör Devletten birisidir. Ve bu sıfatla Kıbrıs’a lüzum gördüğü zaman asker çıkarmak yetkisine sahiptir. Bundan ayrı olarak 1964 yılında diğer bir partinin Hükümeti iktidarda iken yapılan müzakereler sonucunda Büyük Meclis yine hükümetlere çıkarma yetkisini vermişti. Tekraren yaptığımız toplantıda da Demirel Hükümetine oy birliği ile Kıbrıs’a asker gönderme yetkisini verdik.

Muhterem arkadaşlar; Hükümet bu mükerrer yetkilere rağmen, Meclisin ittifakla kendisine Kıbrıs’a asker çıkarma yetkisini vermiş bulunmasına rağmen hemen süratle harekete geçip lehimizde dünya üzerinde meydana gelmiş olan bu büyük fırsatı değerlendirecek yerde, bir de sonradan öğreniyoruz ki, çok büyük bir karar almış, Yunan Hükümetine 4 -5 maddelik bir nota vermiş. Verdiği notada Türk Hükümetinin Yunanlılardan istediği şeyler; Grivas’ın Kıbrıs’tan çekilmesi ve bir daha Adaya sokulmaması.

Muhterem Arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin böyle bir şahsı kendine hedef alması o şahıs için büyük şeref, Türkiye Devleti için büyük kayıptır. Ve Yunan milletinin içinde binlerce Grivas var. Grivas bir harb suçlusudur. Bir canidir, bunun ancak cezalandırılması istenebilir ve bunun cezalandırılması için tedbir düşünülebilir. Bunun için de başvurulacak tedbirler vardır. Türkiye’de mahkeme huzuruna çıkarılmasından çeşitli şekilde hak ettiği cezanın verilmesine kadar yollar vardır.

Verilmiş olan notada en son Türk köylerine yapılmış olan taarruzda, o tecavüzleri işliyen suçlular hakkında bir ceza iteği yoktur. Hattâ bunların Türkiye’ye teslim edilip Türk mahkemelerinde muhakeme edilip cezaya çarptırılmaları talebi yoktur. Yunan askeri kadar Kıbrıs’a hemen Türk askeri de çıkarma talebi yoktur. Bayrağımıza tarziye verilmesi talebi yoktur. Biz biliyorsunuz, 6-7 Eylül hâdiselerinden sonra, o zamanki Hükümet bir Bakanını memur etmiş ve İzmir’de Yunan bayrağını bizzat Türk Hükümetinin Bakanı gitmek suretiyle ihtiramla tekrar çektirmiş, tarziye vermiştir. Türk Bayrağı rumların ellerine geçiyor, esir ediliyor tahkir ediliyor fakat buna ait notada bir tarziye talebi yoktur.

12 Adalar ve diğer adalar meselesi yoktur. Bu adaların gayrı askerî olarak muhafazası muahedelerin şartlarından bulunmasına rağmen Yunanlılar bu şartları kaldırmışlardır, bugün adaları askerî hale getirmişlerdir. Bunların üzerinde hiçbir şey yoktur. Patrikhane meselesi yoktur. Batı Trakya Türkleri meselesi yoktur. Bunların hepsi Yunanlıların başına balyoz gibi indireceğimiz kozlardandır. Yunanistanla aramızdaki meselelerin düzelmesi Kıbrıs meselesinin düzelmesi ile başlamalıdır. Kıbrıs meselesinin çözümü de bir tek yolla mümkündür, başka çare yoktur: Adaya kuvvet çıkararak hiç değilse adanın bir kısmını kontrolumuz altına almaktır. Bu yapılmadıkça, diplomatik yollar, anlaşmalar, garantiler, Birleşmiş Milletler teminatı, Amerika ve İngiltere gibi devletlerin teminatı hiçbir şey ifade etmez. Çünkü Yunanlılar anlaşmalara hürmet ve riayet etmezler. Bunun misalleri çoktur: Lozan anlaşması, adaların, demin söylediğim gibi gayrı askerî tutulması icabederken bu hükmün çiğnenmesi, Londra ve Zürih anlaşmalarının bir çok defalar ihlâl edilmesi. Meselâ; 1964 de gene Büyük Millet Meclisinde yapılan bir genel görüşmede o zamanki Hükümet Başkanının yapmış olduğu beyanattan alarak söylüyorum. Diyor ki, <<13 Şubat 1962 den Aralık 1963 e kadar Makarios 14 defa anlaşmaları çiğnemiştir. Yunanistan 1960 dan 1963 e kadar 11 defa anlaşmaları ihlâl etmiştir. İngiltere’ye 1962 den 1963 e kadar, garantör devlet sıfatiyle, beş defa müracaat olunmuş, Adadaki Anayasanın ihlâli üzerine harekete geçmesi istenmiş, fakat hiçbir netice alınamamıştır.>>

Muhterem arkadaşlar, Grivas’ın 15 Kasım 1967 de iki Türk köyüne karşı tertiplediği canavarca taarruz Kıbrıs dâvasının Türk Milletinin yüksek menfaatlerine uygun bir yönde, kestirme bir yoldan çözüme götürmek için mükemmel bir fırsat sağlamıştır. O sıralarda 6 ncı filo hikâyelerinin asılsız olduğu bir defa daha ortaya çıktı. Amerikan Hükümeti, Türk Hükümetine resmen 6 ncı filonun İtalyan yarımadasının batısında bulunduğunu, tûl ve arz daireleriyle bildirdi. Gene NATO silâhlarının Kıbrıs’a karşı kullanılmıyacağı yolundaki iddialara karşı da Amerikan sefareti bu haberlerin asılsız olduğunu bir tekziple bildirdi. Dünya kamu oyu bizi haklı buluyor ve lehimizde bulunuyordu. Yunanistan her tarafta antipati görüyor, komşulariyle arası iyi değil. Bizim ise komşularımızla da münasebetlerimiz normal bir haldedir. Bu büyük fırsattan faydalanarak Adaya askerî çıkarma yapılmalı ve ondan sonra anlaşmaya gidilmeli idi.

Makarios şimdiden anlaşmaları kabul etmedi. Kaç gündür gazeteleri görüyorsunuz., ileri sürülen anlaşmalara karşı daha şimdiden papaz çeşitli bahanelerle karşı çıkmaktadır. Bu, bugün böyle olursa, Türk Silâhlı Kuvvetleri harekete hazır durumda, savaş hazırlığı içinde, bu kadar baskı altında böyle olursa yarın normal durum avdet edince neler olacağını kestirmek güç değildir.

Yunan gazeteleri Başbakanımızı çok çirkin karikatürlerle tasvir ediyor. Yunanca gazetelerde aleyhimizde çok çirkin şeyler yazılıyor. Cunta mensupları Megolaideadan ve Kıbrıs hakkında konuşurken <<Güney Yunanistan>> tâbirini kullanmaktan bahsediyorlar.

Meselenin Birleşmiş Milletlere intikal etmeden elverişli fiilî bir durum bularak halli gerekirdi. İşi uzun, diplomatik yollara dökmek Türkiyenin kendisi için çok müsaid olan elverişli bir durumu kaybetmesine sebeb olmuştur. Dâvanın Birleşmiş Milletlere götürülmesi Türkiyenin lehine değil, aleyhinedir. Çünkü oradan lehimize bir karar almaya imkân yoktur. Bunun sebeplerini uzun uzun saymaya lüzum görmüyorum. Yüksek Heyetiniz bunları takdir buyuracak durumdadır.

Muhterem arkadaşlarım; bu görüşlerimizde ne kadar isabetli olduğumuz, daha şimdiden olaylarla meydana çıkmıştır. Türkiye için tatminkâr olmıyan anlaşma bile Makarios tarafından kabul edilmemiştir. Rum millî muhafız kuvvetlerinin dağıtılması ve anlaşmalar dışında Adaya sokulmuş silâhların Birleşmiş Milletler kuvvetlerince toplanması kabul edilmiştir.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler Barış Gücünün miktarının arttırılması ve yetkilerinin arttırılması da Makarios idaresi tarafından kabul edilmemiştir. Makarios çevirdiği manevralarla 1960 evveline gitmeğe çalışmaktadır. Bunun için de Birleşmiş Milletlerde kendisine arka çıkanlar bulmaktadır.

Muhterem arkadaşlarım; Makarios’un Yunanistan Hükümetinin malûmatı dışında bu çıkışları yaptığına inanmak safdillik olur.

Kıbrıs’daki Türkler, bu memleketin Türkiye’nin en aziz bir parçasıdır. Bunlar hakkında zaman zaman halk arasında maksatlı olarak çıkarılan propagandalara, söylentilere elbirliği ile tedbir bulmak gerekmektedir. Bu insanlar yıllardan beri Türk Bayrağını açarak ardında millî menfaatlerimiz için mücadele etmişler ve bu uğurda canlarını vermekten çekinmemişlerdir. Fakat bütün bu mücadelelere rağmen devamlı abluka altındadırlar, kontrol ve baskı altındadırlar, cenosit hareketine uğramaktadırlar. Rumların gayesi; bunları yoketmek ve Adadan kaçırmaktır.

Netice olarak; bugün yapılan anlaşmaların Yunanistan ve Makarios tarafından uygulanacağını sanmak ve beklemek gaflettir. Böyle bir gafletin cezasının Kıbrıs Türklerinin yokedilmesi ve Türkiye için de bir çok gailelerin başlangıcı olmamasını temenni ederim.

Özet olarak Hükümetin hataları:

1. Önceden plânlı ve hazırlıklı bulunmamak.
2. Genelkurmay Başkanlığına siyasi bir direktif vermiş bulunmamak.
3. Olayların ardından gitmek, enerjisiz ve inisiyatifsiz bulunmak.
4. En müsait durumu süratle değerlendirerek Kıbrıs’a asker çıkarmamak.
5. Gizlilik, örtme, aldatma ve baskın tedbirlerinden habersiz olmak. Yapılan hazırlıkları biliyorsunuz; dünyanın gözü önünde kaç tank gittiği, kaç asker gittiği nereye gittiği rastgele herkesin ağzında. Arkadaşlar, böyle bir hükümet idaresi zayıf olur.
6. Siyasi liderlerle görüşmemek, istişare etmemek. Eskiden beri memleketimizde, bilhassa 1961 den beri kurulmuş olan güzel bir teamül vardır. Fakat bir buçuk iki yıldan beridir Hükümet bu teamülü terk etmiştir. Ancak en sonunda kendileri vermiş oldukları notadan sonra Birleşmiş Milletlerden aldıkları bir tebliğ üzerine liderleri ayrı ayrı çağırarak görüşmüşlerdir, bu da son dakika olmuştur. Bunların eskiden olduğu gibi devam etmesinde fayda bulunduğu kanaatindeyiz.
7. Diplomatik faaliyetlerde ihatasız ve yetersiz olmak, verilen nota yetersizdir, bir çok noksanları havidir.
8. İç ve dış propaganda faaliyetlerine önem vermemek. Gerek memleket içersinde Türk halkının moralini gelişen olaylardan haberli bulunmasını sağlamak, takviye etmek, gerek dışarda Türkiye aleyhindeki faaliyetleri önlemek ve dünya kamu oyunu Türkiye lehinde bir çizgi üzerinde bulundurmak için plânlı, uzak görüşlü propaganda faaliyetlerini plânlamak lâzımdır.
9. Yabancıların sözlerine lüzumundan fazla önem vermek.

İşte bu sebeplerden Anayasanın 89 ncu maddesi gereğince sayın Başbakan hakkında gensoru açılmasını Yüce Heyetinizden rica ederim.

Saygılarımla. (C.K.M.P. sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, gensoru talebinde bulunan arkadaşımız konuşmuş bulunuyor. Şimdi 89 ncu maddenin prosedürüne uyarak gruplar adına söz vereceğim.



Son Havadis, 5 Aralık 1967

TÜRKEŞ’İN ÖNERGESİ MECLİS’TE REDDEDİLDİ

CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in, Kıbrıs konusunda takip edilen politika dolayısiyle Başbakan hakkında gensoru açılmasına dair önergesi dün Millet Meclisinde görüşülmüştür.

Türkeş’in <<Hükümet adaya asker çıkarmamakla suç işlemiştir>> şeklindeki ifadesi üzerine AP’li Hamit Fentoğlu <<Grivas’ın karşısına çıksana>> diye bağırmış, Türkeş’in <<önce sen çıksana>> şeklindeki mukabelesine ise Fendoğlu <<Ama sen Kıbrıslısın>> karşılığını vermiştir.

CKMP Genel Başkanı, Yunan uçaklarının Adada beş dakika kalabildiğini, Rodos’taki Yunan üssünün tamamlanmasından sonra bu sürenin 20 dakikaya çıkacağını bildirmiş, <<15 Kasım saat 04’de hükümet genel kurmaya yazılı emir vermiştir. Ordu 16 Kasım saat 16’da Ada’ya çıkacak şekilde hazırlanmıştı. Ancak saat 10’a 10 kala hükümet harekâtı durdurmuştur>> demiştir.

Türk – Yunan münasebetlerinin düzelmesinin Kıbrıs meselesinin halli ile mümkün olacağını söyleyen Türkeş şöyle devam etmiştir:

<<Grivas bir harp suçlusudur. Bir canidir. Bunun ancak cezalandırılması istenir. Başvurulan tedbirler arasında Grivas’ın Türkiye’de yargılanması temin olunabilirdi.>>

Türkeş daha sonra Yunanlıların anlaşmalara uyamayacağını, Amerika’nın verdiği teminatın önemi olmadığını, altıncı filo NATO silâhları konusunda çok daha önce ifade edilmiş <<hikâyelerin>> asılsızlığının bu defa da meydana çıktığını öne sürmüştür.



Milliyet, 5 Aralık 1967

TÜRKEŞ’İN GENSORU ÖNERGESİ REDDEDİLDİ

CKMP ve TİP lehte, AP ve CHP aleyhte oy kullandı



Hürriyet, 5 Aralık 1965.

Türkeş’e göre, Hükümet, Genelkurmay’a verdiği Kıbrıs’a çıkma emrini 16 Kasım günü, saat 10’a 10 kala durdurmuş …



Zafer, A. Şevket Bohça, 5 Aralık 1967.

TÜRKEŞ CENAPLARI

<<Aman Türkeş’e söz söyleme!>> diyorlar; sebebini araştıran bakışlarımı üzerine çeviriyorum. Maksatlarını kalıplaştırarak önüme seriyorlar: Türkeş bizdendir; ona hücum edersek, kendimize hücum etmiş oluruz.

Kusura bakmasınlar! Yanımdaki dostların, sesini işitiyorum; sözlerinin içindeki fikri anlamıyorum. Kulağımın dibinde konuştukları, fısıltıyla konuşacak kadar yakınımızda bulundukları halde, <<maksat>> larını kavrayamıyorum.

Herşeyden önce, <<Türkeş bizdendir>> ne demek? <<Bizden olan, bizim partimizden olur.>> hükmü ile karşılarına dikilsem, ne cevap verirler?

Sonra şunu da açıkça ortaya koymak mecburiyetindeyiz: Biz kimdeniz? Biz, hangi zincirin halkasıyız? Biz, nerden geldik? Biz, nereye gidiyoruz?

Bu suallerin cevabını tespit ettikten sonra da, Türkeş’in bizden olduğunu iddia edebilen bulunur mu?

Biliyorum; <<Biz de milliyetçiyiz; Türkeş de…>> diye konuşanlar bulunacak. Ben de, onlara şunu haber vereceğim: Milleti tanımayan, <<milliyetçi> olamaz; milleti tanımak ise, onun reylerine hürmetkâr olmakla başlar. Reye hürmetkâr olmak ise, lâfla belli olmaz; hareketle tecelli eder.

Türkeş, millî iradeye hürmetkâr olmayı, milletten rey istemeğe mecbur kaldığı zaman mı öğrendi?

Yazmıyacaktım, yine de kalemimi, böyle bir kanlı yaraya batırmayacaktım. Türkeş, benim, millî davamı kendi çöplüğü zannetmeseydi; Kıbrıs üzerinde eşinip benim millî itibarımı gagalamaya kalkmasaydı…

Demek, ona göre, kansız elde edilen neticeler, zafer sayılmıyor. Demek, bütün şeref, kanlı gömleklilere ait.. Demek, bir gün, <<kansız>> olarak iktidara gelirse, kabul etmiyecek.

Türkeş’e, hakikî bir milliyetçilik dersi verelim:

Millet, yaşayabilmek için ölümü göze alır; aksi takdirde, harb, bir cinayettir..

* * *

Türkeş Cenapları’na, bir de, hususî bir tavsiyem var:

Kendisinin Kıbrıs’lı olduğu söyleniyor. Milliyetçiliği millî bir macera zannediyorsa, henüz maceraya da doymamışsa, Türk mücahitleri arasına karışıp kendi zevkini bol bol tatmin edebilir. Zaferle dönerse, kendini alkışlamayı da zevkli bir vazife sayarım.



Vatan, Oktay Akbal, 9 Aralık 1967.

GRİVAS, TÜRKEŞ BİR DE HAMİDO!

Kim Grivas? Bir Yunan albayı. Çete çarpışmalarında başarı kazanmış biri. İngilizlerle dövüşmüş, Türklere baskı yapmış, sözüm ona bir <<kahraman!>> ENOSİS yarışında önde koşan, bayrağı Makarios’a bile kaptırmak istemeyen bir serüven adamı. Yaşı da epey ilerlediğinden hayallerini bir an önce gerçekleştirmek istiyor. Kıbrıs Adasını Yunanistan’a kazandıran adam olarak tarihe geçecek! Bu <<şânı şerefi>> rakibi Makarios’a bırakmayacak… Makarios daha genç, daha soğukkanlı, daha zeki, acele etmiyor, telâşlanmıyor, paniğe kaptırmıyor kendini. İkisi de ENOSİS’in baş kahramanı olmak hayalindedir. Biri bu işi kan dökerek, şiddet kullanarak yapmak dileğinde, ötekisi işi zamana bırakarak gerçekleştirmek isteğinde…

Grivas, ENOSİS’in bir çeşit sembolü. O, olmazsa başkası alır yerini. Ama bugün madem ki, ortadaki <<düşman>> Grivas’tır, hepimiz Grivas’a karşıyız. Baş düşmanımız odur. Her Türk, Grivas’la, Grivas’larla çarpışmak, onları yenmek için korkunç bir özlem duymaktadır. Ülkemiz on beş yirmi gün savaş havası içinde yaşadı, büyüğünden küçüğüne kadar herkes Grivas’ı, Makarios’u ilk hedef olarak gördü. Korkmadan, yılmadan. Bıraksalar yediden yetmişe kadar bütün ulus Grivas’ların karşısına dikilirdi.

Mecliste konuşmuşlar! CKMP Genel Başkanı gensoru açılmasını istemiş. <<Suçludur hükümet>> demiş. Savaştan kaçtığı, Amerikalıların arabulucu çalışmalarına boyun eğdiği için. Büyük çoğunluk aldırmamış bu dileğe. Gensoru önergesi reddedilmiş. Olur böyle şeyler! Bugün reddedilir, ama yarın bakarsınız, başka bir gensoru önergesi kabul edilir. CHP’liler de <<zamanın erken>> olduğunu söylemişler. Hele bir iki hafta daha geçsin Kıbrıs sorunu birazcık daha aydınlansın… Gerçi Kıbrıs sorunu bir iki hafta geçse de aydınlanamaz, hattâ, büsbütün kararır, büsbütün çıkmaza girer ya o başka!.. Sağduyu sahibi bir iktidar geçenlerde de yazdığım gibi Ulusal Birlik Kabinesinin kurulmasını kendiliğinden ortaya atardı. Ama nerde o sağduyu!..

Bu değil benim konum… CKMP Genel Başkanı kürsüden konuşurken AP’nin ünlü Hamido’su aşağıdan lâf atmış. Ne demiş bilir misiniz? <<Grivas’ın karşısına çıksana…>> Sanki Türkeş korkuyordu Grivas’la karşılaşmaktan! Türk Ordusunun bir Albayı, devrim yapmış bir ihtilâlci, koskoca bir parti lideri korkar mı Yunan albayından?.. Ama Hamido, o anda kızgınlığını bu sözlerle belirtmiş, aklına bu kelimeler gelmiş… Türkeş’in ona verdiği karşılık ise şu: <<Sen çıksana…>> Bu, ben çıkamıyorum, ne yapayım, kolaysa sen çık, anlamında değildir herhalde! Türkeş o anda ne diyeceğini bilememiş olmalı… Sen çıksana, hayır sen çıksana!.. AP’nin en <<yürekli>> bilinen milletvekili ile muhalefetin en <<milliyetçi>> tanınan bir temsilcisi arasında bu çeşit konuşmalar üzücü olmaktan çok, gülünç! İş buna mı kaldı? Grivas’ın karşısına çıkmak için bütün ulus can atarken Türkeş’le Hamido’nun <<haydi sen çık da görelim>> gibilerden birbirlerini yüreklendirmeye kalkışmaları karşısında insan diyeceğini şaşırıyor… Sürçü lisan derlerdi eskiler. Bunlarınki ise bir şeyin sürçmesi, ama herhalde yalnız <<lisan>> ın değil!..



Son Baskı, 16 Aralık 1967.

CKMP: KIBRIS İŞİNİ HALLEDELİM

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel İdare Kurulu Yunanistan’daki olaylarla Kıbrıs sorununu gözden geçirdikten sonra, dün bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride <<Hükümet bu kritik devrede enerjik hareket etmeli ve müzminleşmiş olan bu davayı neticeye erdirin imzasıyla yayınlanan bildiri şudur:

<<Yunanistan’da meydana gelen çatışma Kıbrıs meselesini halletmek için çok müsait bir durum meydana getirmiştir. Hükümet bu kritik devrede enerjik hareket etmeli ve müzminleşmiş olan bu davayı neticeye erdirmelidir.

Takip edilecek metod, BMM kapalı oturumunda partimizin Genel Başkanı Alparslan Türkeş tarafından izah edilmişti. Derhal tatbike geçilmelidir. Türk Hükümeti Yunan Cuntasının itibarını korumak yerine, Türk milletinin şerefini yükseltmeyi hedef tutmalıdır.>>

CKMP gündeminde bulunan maddeleri müzakereye devam ederek başkanlık devamındaki eksiklikleri tamamlamış ve avukat Mustafa Kemal Erkovanlı Genel Muhasipliğe ve Yüksek Mühendis Cihat Cemiloğlunu da Genel Muhasip Yardımcılığına, İsmail Yılmaz’ı da Genel Sekreter Yardımcılığına seçmiştir. Genel Sekreter Mustafa Kaplan.



Son Havadis, 16 Aralık 1967.

CKMP Mardin Milletvekili Fuat Uluç dün partisinden istifa etmiştir. Böylece <<Başbuğ>>un partisinde 6 milletvekili kalmıştır.



Son Baskı, 16 Aralık 1967.

FUAT ULUÇ CKMP’DEN İSTİFA ETTİ

CKMP Mardin Milletvekili ve Başyazarımız Fuat Uluç, <<Sıhhi sebeplerden dolayı faal politika yapamadığı>> gerekçesiyle Parti’den istifa etmiştir.

Sağlık durumunun elverişli olmaması sebebiyle faal politika yapamadığını belirten Fuat Uluç, bu konuda şunları söylemiştir.

<<İstifa sebebim yalnız sıhhidir. Partiye yararlı olamadığım için istifa etmek mecburiyetini hissettim. Milletvekilliğinden de ayrılmayı düşünmekteyim.>>

İSTİFA MEKTUBU

Mardin Milletvekili Fuat Uluç, dün CKMP Genel Başkanı Alparslan Türkeş’e gönderdiği istifa mektubunda da, sağlık durumundan dolayı istifa ettiğini, bazı özel işlerini hallettikten sonra, milletvekilliğinden de ayrılacağını ve politikadan tamamen çekileceğini belirtmekte ve <<bu durumun anlayışla karşılanacağını umduğunu>> yazmaktadır.

Mardin Milletvekili Uluç, CKMP’den istifa ettiğini belirten bir mektubu da dün Meclis Başkanlığına göndermiştir.



Babıalide Sabah, 29 Aralık 1967.

M. ULUSOY İLE FUAT ULUÇ AP’NE GİRDİLER.

Başbakan Süleyman Demirel, dün AP Genel Merkezinde Ankara Senatörü Mansur Ulusoy ile Milletvekili Fuat Uluç’un partiye girişleri münasebetiyle yaptığı konuşmasında, <<Hiç kimse imtiyazlı değildir ve hiç kimse kendisinin başkasından fazla hakka sahip olduğunu iddia edemez. Türkiye’de kanunlar işliyecektir>> demiştir.



TÜRKEŞ’İN ANILARI - ŞAHİNLERİN DANSI - 1994

FUAT ULUÇ’TAN SUÇLAMA

Emekli Kurmay Albay Alparslan Türkeş, 1965 yılında artık askerliği gerilerde bıraktı. Şimdi sivil dünyanın çok önemli bir noktasında görev yapmaya başladı. Siyasete atıldı, Parlamentoya girdi, hatta bir partinin Genel Başkanı oldu. Artık, oyunun kurallarına göre oynanması gerekiyordu.

Türkeş’in önünde çetin bir siyasî mücadele başlıyordu. Parti içindeki “eskiler – yeniler” kavgası kızışmış, Türkeş, eskiler tarafından ağır suçlamalara hedef olmuştu. Kendisi o günleri şöyle anlatacaktı:

“Genel seçimler arefesinde, rakibim Ahmet Tahtakılıç’ı İstanbul adayı yaptım. Seçildi ve geldi. Genel Sekreterimiz Fuat Uluç, millî bakiyeden Mardin milletvekili oldu. Fuat Uluç, ‘Beni milletvekili seç’, dedi. Bakiyeden tercihimi ona kullandım. Seçmem de pahalıya mâloldu bana.

Birçokları gücendi, küstü. Partiden istifalar oldu o yüzden. Sonra, milletvekili ve Genel Sekreter olmasına rağmen partiden ayağını kesti. Bir süre sonra baktım gazetelerde bir haber: ‘Fuat Uluç, AP’ye geçmiş’. Süleyman Demirel’le resimleri çıkıyor. Geçmesi bir yana, orada yaptığı konuşma, beni kalbimden vurdu. Konuşmasında diyor ki:

- “Türkiye için artık demokrasi bir kader-i mutlaktır. Dikta peşinde olan partilerin içinde olamazdım. Demokrasiyi temsil eden AP’de yer almaya karar verdim.”

Fuat Uluç’un bu konuşması ve hareketine çok kırıldım. Çok ağır geldi bana. Kendisiyle eski hukukumuz vardı. Bandırma’daki Alay’da beraberdik. Sonra 27 Mayıs’ta yanıma aldım. Müsteşar Yardımcısı yaptım. Her zaman beraberdik. Hattâ CKMP’ye girmem için o, çok ısrar etti.

Bu şekilde hareket edince, böyle kalbimden vurulmuşa döndüm, yani çok üzüldüm ve tabii çok gücendim Fuat Uluç’a. Biz böyle iki aile kenetlenmiş gibiydik. Şimdi bu kadar kenetlenmiş bir dosttan gelen hareket, beni çok yaraladı. AP’ye geçmesi beni o kadar üzmedi de, o konuşma üzdü. Bir müddet sonra da kalpten vefat etti. O yüzden cenazesine de gitmedim.”

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

30 Eyl 2024

Hürriyet, Cüneyt Arcayürek, 10 Ocak 1969. TÜRKEŞ AÇIK AÇIK KONUŞTU: KOMANDOLARI DESTEKLİYORUM ÇÜNKÜ ONLARI BİZ KURDUK VE EĞİTTİK.

Halim Kaya

30 Eyl 2024

M. Metin KAPLAN

12 Eyl 2024

Nurullah KAPLAN

12 Eyl 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

05 Ağu 2024

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 116,71 M - Bugn : 263151

ulkucudunya@ulkucudunya.com