« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

24 Kas

2025

Cumhuriyetin Ahlaki Sınırları

24 Kasım 2025

Bir yönetim felsefesi olarak Cumhuriyet, özünde Ortak İrade üzerine kuruludur ve egemenliğin ulusun tamamına devredilmesini temsil eder. Bu yeni sistemin kurumsallaşması, evrensel vatandaşlık, güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü prensipleriyle sağlanmış olup, binlerce yıllık monarşik veraset sistemlerine kıyasla çoğu ülkede henüz üçüncü veya dördüncü kuşağı kapsayan oldukça yeni ve kırılgan bir yönetim deneyimidir.

Tarihsel bağlamı anlamak hayati önem taşır: İnsanlık, siyasi varoluşunun büyük çoğunluğunda monarşik sistemlerle yönetilmiştir. Demokratik kurumlar yasal olarak kurulmuş olsa bile, toplumsal bellekte yerleşik olan köklü otoriter meşruiyet algısı, yeni cumhuriyetçi prensiplere karşı güçlü bir kültürel atalet ve direnç oluşturur. Halkın sorunları tekil bir otoritenin çözmesini beklemesi yönündeki kadim beklenti ve krala, hana, padişaha bağlılık geleneğiyle yoğrulmuş siyasi bilinç, cumhuriyetin ruhundaki temel ilkelere karşı mücadele vermektedir.

Bu hassas sistem, kurumların yetkilerinin aşındırılmasıyla gerçekleşen sinsi bir süreçle otoriterliğe kayış tehlikesiyle sürekli karşı karşıyadır. Bu kayış, kurumsal erozyon mekanizmalarıyla kendini gösterir: Yargı bağımsızlığının zayıflatılması, yüksek mahkemelere siyasi atamaların yapılması ve hukuki süreçlerin muhalifleri tasfiye için kullanılması en belirgin yöntemlerdir. Parlamentonun yetkileri yürütmeye devredilirken, medya ve bilgi alanı kontrol altına alınır; bağımsız medya kuruluşları mali baskılarla sindirilir, kamusal alanda eleştirel sesler yok edilir ve halkın yalnızca iktidarın onayladığı bilgiyi alması sağlanır.

Uluslararası arenada doğrudan "babadan oğula devlet başkanlığı devri" örnekleri Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanmamıştır. Çok şükür ki bu tür doğrudan veraset örnekleri bugüne dek bizim ülkemizde görülmemiştir. Ancak, sistemin esnekliğinden faydalanarak bu yasağı dolaylı yoldan aşma girişimleri ve siyasi sermayenin aile içi transferi mevcuttur. Türkiye siyasetinde, babasından sonra parti liderliğini devralan veya devralmak isteyen, milletvekilliği mirası üzerinden siyasi kariyer inşa eden ikinci ve üçüncü kuşak siyasetçiler aktif olarak bulunmaktadır. Bu durum, cumhuriyetin ruhundaki liyakat ve eşit rekabet ilkesini zedeleyen en belirgin "yumuşak hanedanlık eğilimidir".

Cumhuriyetlerde siyasi gücün babadan oğula devredilmesi, en yalın haliyle bir işletme benzetmesiyle açıklanabilir: Babadan kalan büyük bir şirketin sahibi olduğunuzu düşünün. Ortaklarınız, çalışanlarınız ve kurumsal bir yapınız var. Şirketi yönetmesi için bir genel müdür (CEO) atıyorsunuz. Bu kişi şirkete emek verebilir, başarı sağlayabilir ve şirketi büyütebilir; ancak şirketin tüm hisseleri veya mülkiyet hakkı CEO’ya devredilmez. Çünkü mülkiyet başkadır, yönetim görevi başkadır. Cumhuriyette de durum aynıdır: Halk devletin sahibidir; yöneticiler ise belirli bir süreliğine görevlendirilir. Bir babanın, kendi koltuğunu veya siyasi sermayesini oğluna devretmeye çalışması, şirket patronunun hisselerini CEO’ya devretmesine benzer bir mantık hatasıdır ve egemenliğin asıl sahipleri olan yurttaşların hakkını gasp eden bir zihniyete işaret eder.

Cumhuriyetlerdeki en kritik etik/kurumsal eşik, siyasi gücün veraset yoluyla transferi eğilimidir. Cumhuriyetin esası olan liyakat ve adil rekabet ilkesi, bu tür bir kalıtımsal iktidar arzusuyla çarpışır. Bir liderin kendi siyasi otoritesini, devlet imkânlarını ve medya gücünü kullanarak oğlunun rakiplerine karşı haksız bir rekabet avantajı sağlaması, demokratik süreci telafi edilemez biçimde zedeler ve seçimi "devir teslim" törenine dönüştürür. Bu eğilimin sosyal maliyeti ağırdır: Devlet kadrolarının aileye yakınlığa veya siyasi sadakate göre atanmasıyla liyakat ilkesi yıkılır, kamu hizmetlerinin kalitesi düşer ve gençlerin siyasi başarı için soyadının liyakatten daha önemli olduğunu görmesiyle sisteme olan inançları sarsılır.

Burada ortaya çıkan en büyük yanılsama, bir baba liderin ülkeye çağ atlatması durumunda — velev ki böyle bir başarı gerçekleşmiş olsun — ardından yönetimi devralan oğul liderin de aynı başarıyı sürdürebileceği yanılgısıdır.

Cumhuriyetin demokrasisi henüz olgunlaşma sürecini tamamlamamış olabilir; ancak bu nedenle her tür siyasi veraset girişimi, verilen emeğin heba edilmesi anlamına gelir. Çünkü gelişmekte olan bir demokrasinin en kritik aşaması, kurumların kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmesidir. Bu süreçte yapılan hatalar yalnızca mevcut sistemi değil, geleceğe taşınacak demokratik kültürü de zedeler. Demokratik değerlerin evrensel yapısı gereği böyle bir gerileme, benzer sınavlardan geçen tüm toplumları etkiler. Bu tür siyasi veraset eğilimi, yalnızca ilgili ülkenin değil, demokrasiye inanan herkesin vicdanında derin bir yara açar.

Etik sıkıntıyı ortadan kaldırmak, yalnızca yasal sınırlamalara değil, siyasi aktörlerin taşıdığı cumhuriyetçi sorumluluk bilincine de bağlıdır. Gerçek bir cumhuriyet lideri, makamını şahsi mülkiyet değil, ulusa ait bir kamu emaneti olarak kabul etmelidir; bu bilinç, kendi ailesine ayrıcalıklı bir siyasi geçiş yolu açma çabasını engeller. Liderin yakını da ailesel nüfuzu reddederek, diğer vatandaşlar gibi eşit siyasi rekabet şartlarında yetkinliğini ispat etmelidir.

Bir liderin oğlunun seçilmesi durumunda sistemin demokratik niteliği koruyup koruyamadığının sınavı, muhalefetin varlığını ve kurumsal denetim etkinliğini sürdürüp sürdürememesidir. Otoriterleşen rejimlerde muhalefet sistematik baskılarla sindirilir ve kurumsal denetim gücünü kaybeder. Bu noktada cumhuriyetin savunusu, sivil toplumun gücüne dayanır; sendikalar, üniversiteler ve düşünce kuruluşları, iktidarı sürekli denetleyen "gölge parlamento" işlevi görmeli, demokratik kültürü ve eleştirel düşünceyi canlı tutmalıdır.

Liyakat yerine sadakat, hukukun üstünlüğü yerine kişisel çıkarların öne çıkması, demokratik kurumları aşındırır ve cumhuriyetin ruhunu yok eder. Siyasi veraset ve yumuşak hanedanlık eğilimi, liyakat ilkesini tahrip eder; liderin ailesine ayrıcalıklı geçişler sağlaması, kamu hizmetlerinin kalitesini düşürür ve gençlerin sisteme olan güvenini yok eder. Lider ne kadar yetkin olursa olsun, kurumsal ahlak çiğnendiğinde başarının sürdürülebilirliği yoktur; sistem çöküşe mahkûmdur.

Liderin gücünü ailesine devretme arzusu, eski dünyada monarşik sistemlerde doğal ve beklenen bir uygulamaydı. Ancak demokratik sistemlerin sürdürülebilirliği, yalnızca kurumların sağlamlığına değil, seçmenin bilinçli ve sorumlu tutumuna da bağlıdır. Seçmen, sistemdeki potansiyel zafiyetlere karşı duyarlı olmalı, iktidarın kişiselleştirilmesine veya kalıtsal devrine karşı demokratik refleks geliştirmeli ve demokratik ilkelere sahip çıkmalıdır. Bu bilinç ve sorumluluk, cumhuriyetin ruhunun korunmasında kritik bir unsurdur. Aksi halde cumhuriyetin demokratik niteliği korunamaz ve tarih onu çöplüğüne gönderir.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

İdris Savaş

24 Kas 2025

Bir yönetim felsefesi olarak Cumhuriyet, özünde Ortak İrade üzerine kuruludur ve egemenliğin ulusun tamamına devredilmesini temsil eder. Bu yeni sistemin kurumsallaşması, evrensel vatandaşlık, güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü prensipleriyle sağlanmış olup, binlerce yıllık monarşik veraset sistemlerine kıyasla çoğu ülkede henüz üçüncü veya dördüncü kuşağı kapsayan oldukça yeni ve kırılgan bir yönetim deneyimidir.

Nurullah KAPLAN

17 Kas 2025

Halim Kaya

17 Kas 2025

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

03 Kas 2025

M. Metin KAPLAN

29 Ağu 2025

Efendi BARUTCU

25 Haz 2025

Yusuf Yılmaz ARAÇ

04 Nis 2025

Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 244,13 M - Bugn : 58954

ulkucudunya@ulkucudunya.com