« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

M. METİN KAPLAN

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

İdris Savaş

25 Ağu

2025

Türk Siyasetinin İki Kutbu

25 Ağustos 2025

Türk siyasal tarihi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden itibaren iki ana eksen üzerinden şekillendi. Bir yanda devleti kurtarmak ve güçlendirmek için Batı tarzı modernleşmeyi savunan bir çizgi, diğer yanda dini otoritelerin kaybettiği statü ve imtiyazları yeniden kazanmak isteyen tarikat ve cemaat yapıları ile siyasal İslamcı hareketler bulunuyordu. Bu iki kutup arasındaki gerilim, Tanzimat ve II. Mahmut dönemi ile başlayan modernleşme hareketlerinden Cumhuriyet dönemine kadar Türk siyasetinin temel kırılma hattı olarak varlığını sürdürdü.

Günümüzde hilafet ve şeriat taleplerini dile getiren siyasal İslamcı yapılar, çoğunlukla Cumhuriyet’i ve Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alır. Ancak tarihsel gerçeklik bunun tam tersini gösterir: Bu yapıların siyasi nüfuz ve ekonomik imtiyaz kaybı, Cumhuriyet’ten önce Osmanlı döneminde başlamıştır. Özellikle II. Mahmut, medrese, tekke, vakıf ve şeyhülislamlık makamının yetkilerini sınırlandırmış, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmış ve merkezi otoriteyi güçlendirmiştir. Bu adımlar, tarikat ve cemaatlerin Osmanlı içindeki bağımsız siyasi etkisini büyük ölçüde kırmıştır. Günümüzdeki hilafet ve şeriat taleplerinin asıl nedeni, dini hassasiyetlerden ziyade, Osmanlı döneminde kaybettikleri siyasi ve toplumsal statüyü yeniden kazanma arzusudur.

Cumhuriyet, Osmanlı’nın başlattığı merkeziyetçi dönüşümü tamamlamış ve laik devlet yapısını tesis etmiştir. Hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, medreselerin yetkilerinin sınırlandırılması ve hukukun laikleştirilmesi, tarikat ve cemaat yapılarını eski statülerine dönme hedefine karşı stratejik olarak zayıflatmıştır. Bu nedenle Cumhuriyet’e yöneltilen suçlamalar çoğunlukla dini hassasiyetlerden değil, eski imtiyazlarını geri kazanma çabalarından kaynaklanır. Siyasal İslamcılık meşru yollarla iktidara gelmeyi ve devleti yönetmeyi hedeflerken, tarikat ve cemaatler hilafet ve şeriat söylemini devleti kontrol etme aracına dönüştürür; bu bilinçli ve planlı bir stratejidir.

Modernleşme çizgisi ise Tanzimat ve Islahat dönemlerinden itibaren devletin Batı tarzı hukuk, idare ve ekonomi reformlarıyla güçlendirilmesini savunmuştur. Modern eğitim kurumları, Batı tipi hukuk kuralları ve bireysel hakların genişletilmesi, devletin kurtuluşunu bilim, teknik ve kurumsal modernleşme üzerinden arayan bir elitin ortaya çıkmasına yol açmıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da eğitim gören Osmanlı aydınları, meşrutiyet, anayasal düzen ve halkın temsil hakkı gibi fikirleri savunmuş, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük ekseninde farklı stratejiler geliştirmiştir.

Jön Türk hareketinin içinden doğan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan ederek Osmanlı siyasetinde etkin bir güç hâline gelmiş, merkeziyetçi reformlar gerçekleştirmiştir. Bu hareketin yetiştirdiği bürokratik ve askeri kadrolar, Cumhuriyet’in kurucu kuşağını oluşturmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, bu gelenekten gelen bir subay olarak modern ulus-devletin inşasında etkin rol oynamıştır. Cumhuriyet’in laiklik, hukuk reformları ve modern eğitim hedefleri, büyük ölçüde İttihatçı modernleşme geleneğinin devamıdır.

Atatürk, hem siyasal İslamcı/tarikat-cemaat eksenine hem de İttihatçı/modernleşmeci çizgiye karşı temkinli ve mesafeli durmuştur. Siyasal İslamcı yapıların bazı taleplerine geçici dönemlerde işbirliği yapılmış olsa da, Cumhuriyet’in kuruluş süreci ve reformlar başladığında ilişkiler net bir şekilde mesafeli hâle gelmiştir. Benzer şekilde, İttihatçıların merkeziyetçi yöntemlerine de mesafeli durarak reform ve devrim sürecini hukuka, toplumsal meşruiyete ve tabana yayılmış modernleşmeye odaklamıştır. Böylece Atatürk, iki kutbun aşırılıklarına karşı denge siyaseti izlemiş ve modern ulus-devletin temellerini bu stratejiyle atmıştır.

Atatürk’ün ölümünden sonra da iki kutup siyasette varlığını sürdürmüştür. Siyasal İslamcı ve tarikat-cemaat ekseni zaman zaman demokratik süreçler ve seçimler yoluyla iktidar arayışını sürdürürken, modernleşmeci çizgi laik, hukuka bağlı ve ulus-devletçi politikaları savunmaya devam etmiştir. Günümüzde Türkiye siyaseti hâlâ bu iki kutup ekseninde şekillenmektedir.

Aslında, Batı’da Rönesans 14.–15. yüzyılda başlamış ve bu süreç önce bireylerin dinlerini ve dini otoriteleri sorgulama cesareti ile tetiklenmiştir. Kilise’nin dogmalarını ve yetkilerini eleştirme cesareti, bilim, sanat ve düşünce özgürlüğü için zemin oluşturmuştur. 16. yüzyılda Protestan Reformu ile bireylerin inanç özgürlüğü ve dini reform talepleri toplumsal bir harekete dönüşmüş; 18. yüzyılın ortalarından itibaren Sanayi Devrimi ile teknolojik, ekonomik ve toplumsal dönüşüm başlamıştır. Türkiye ise bu süreci 18. yüzyıl sonlarından itibaren, Osmanlı modernleşme hareketleriyle dışarıdan ve tepeden inme bir şekilde deneyimlemeye çalışmıştır.

Cumhuriyet’in 100 yıl boyunca ayakta kalabilmesi bile bu tarihsel, toplumsal ve siyasi zorluklar karşısında adeta bir mucizedir. Bunca siyasi parti, fikir akımı ve proje kimseyi aldatmasın; Türk siyasetinde esas mücadeleyi belirleyen iki kutup vardır, gerisi yalnızca rol devşiren figüranlardan ibarettir.

Ve acı gerçek şudur: Dindar ve muhafazakar beyinler bu meseleyi zihinlerinde çözmedikçe, bu kısır döngüden çıkma şansımız yoktur.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Ziyaret -> Toplam : 194,47 M - Bugn : 76494

ulkucudunya@ulkucudunya.com