Türk siyaseti uzun süredir kendi başarısızlıklarının gölgesinde sürükleniyor. İktidar, her krizden kâr sağlayacağını; muhalefet ise iktidarın hatalarından otomatik olarak güç devşireceğini ümit ediyor. Ama her iki taraf da unutuyor ki, halk artık sadece izliyor. Artık öfke yok; yerine derin bir yılgınlık var.
Bugünün siyaset arenasını en iyi özetleyen kelime “tutarsızlık.” Dün birbirini “hain” ve “faşist” olarak yaftalayan liderler, ertesi gün yan yana gelip; “terörist” dedikleriyle ittifak kuruyor. Siyasi ahlak çürüdü, toplumsal güven çöktü. Bu çelişkiler, halkın enerji ve umut birikimini tüketti; insanlar artık öfkelenmiyor bile, sadece tepkisiz ve sessizce izliyor.
Muhalefet yıllardır cebinde taşıdığı bir umut senaryosuna sarılıyor: “Dip Dalgası.”
“İktidar hataları üst üste tekrarlandıkça, halk bir gün uyanacak ve büyük bir silkiniş gerçekleşecek.” Ancak, bu dalganın ortaya çıkması için gereken enerji çoktan harcanmış durumda. Yıllardır süren çelişkiler, kirli pazarlıklar, sözde ittifaklar ve çıkar ilişkileri halkın enerjisini tüketti. Tüm bu olan biteni sessizce izleyen insanlar bir mucize bekliyor.
Bu bekleme halini besleyen tehlikeli bir aldatmaca da: “Yeniden bir sıçrama için dibe vurmak gerekir.” söylemidir. Bu söylem, bir algı sihirbazlığından başka bir şey değil. Sanki dibe vurduğumuzda her şeyin kendiliğinden düzeleceği, sihirli bir elin bizi kurtaracağı sanılıyor. Oysa “dip” basit bir ekonomik iflas değildir sadece. Asıl dip, ahlaki, vicdani ve toplumsal bir çöküşün yaşandığı, tarihin devletleri ve milletleri gömdüğü yerdir.
Siyasetin bu oyalama taktiğiyle halkın pasifleşmesi sağlanırken, bir türlü gelmeyen “dip dalgası” ile bir türlü vurulmayan “dip” arasında tehlikeli bir bağ kuruluyor. Beklenen dalga, dibe vurduğumuzda kendiliğinden ortaya çıkacak bir mucize değil; tam tersine, o dalgayı oluşturacak enerjinin, bu “dibe vurma” aldatmacasıyla tüketilmesidir.
Dip dalgası, sadece bir protesto kalabalığıyla seçim sandığından çıkabilecek bir şey değildir. Dip dalgası, toplumsal bilincin uyanmasıdır, bireyin kendi aklını ve vicdanını yeniden kullanmasıdır. İnsan önce kendi tarafının yanlışını görebilmeli; başkasının hatasını adilce değerlendirebilmelidir. Aksi hâlde her dalga, sadece yorgun gemileri sarsar ve batırır.
Ancak bunca hayal kırıklığı ve yılgınlığın ardından, hâlâ bir “dip dalgası” beklemek ne kadar gerçekçi? Kurtuluş, insanları pasifleştiren ve düşünmekten alıkoyan o büyük dalgada mı, yoksa her birimizin kendi vicdanına ve aklına yönelmesiyle mi gelecek? Belki de asıl olması beklenen, o büyük siyasi hareket değil, bireylerin kendi içlerindeki sorgulama ve uyanışla başlayacak olan küçük dalgalardır.
Bugün siyasetin ürettiği tek dalga, kendi gemilerini batıran dalgadır. İktidar, kendi tabanını tüketirken; muhalefet ise bir çözüm önermiyor. Halkın sabrı tükenirken, kimse gerçek değişim için enerji üretmiyor. Yorgun gemiler su alıyor; kaptan umut vermiyor. Siyasetin her kanadında ilkesizlik ve liyakatsizlik hâkim. İnsanlar artık neye güveneceğini bilmiyor.
Bugün siyasetin en acı gerçeği şudur: Dalga bekleniyor, ama gemiler yorgun; halk bekliyor, ama enerji yok. Siyasi oyunlar, kişisel çıkarlar ve iktidar hırsı, toplumsal dinamizmi öldürdü. Dip dalgası hâlâ mümkün, ama bunun için önce gemileri onarmak, kaptanı belirlemek ve halkın enerjisini yeniden uyandırmak gerekiyor. Aksi hâlde beklenen dalga, sonsuza dek gelmeyecek.
Gerçek bir dalganın oluşması için önce sağlam gemi, onları yönetecek bilgili ve kararlı kaptana ihtiyacımız var. Fikirleri sağlam, ilkeleri net ve adaleti öncelikli olan bir kaptan.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.