Önce Mustafa Kafalı’yı bu dünyadan uğurlamanın hüznünü yaşarken, bir süre sonra hayat arkadaşı Sevgi Kafalı’nın da gidişiyle acımız katlandı. O, merhum eşi Prof. Dr. Mustafa Kafalı'nın yalnızca hayat arkadaşı değildi; kendi duruşu, aydınlık fikirleri ve kalplere dokunan sıcaklığıyla var olan müstesna bir isimdi.
Ölüm haberinden sadece bir gün önce, Yusuf Yılmaz Araç'la kendisinden bahsetmiş, halini hatrını sormak için aramıştım. İstanbul'a geldi mi diye öğrenmek istemiştim ancak maalesef ulaşamamıştım. Bu durum, hüznümüzü daha da artırdı.
Bu dostluğun kökleri, bir başka büyük kaybın, Servet Somuncuoğlu'nun acısının yarattığı boşluğa dayanıyordu. Servet ağabeyin eşi Nevin Somuncuoğlu, yakın dostu Yusuf Yılmaz Araç, Mustafa Üçgül ve asistanı Yasin Cemal Galata ile tanışmak isteyen Sevgi Hanım'la Üsküdar Palmiye Kafe'de bir araya geldiğimiz o ilk buluşma, anında derin bir muhabbete dönüştü. Çok geçmeden, Sevgi Hanım'ın bizi eşi Mustafa Hoca ile tanıştırmasıyla bu bağ daha da pekişti. Mustafa Hoca da aynı sıcak duygularla bizi kucakladı.
Yazları İstanbul'da, kışları Ankara'da kurulan sofralarımız, sadece birer buluşma değil; tarihin, edebiyatın ve mücadelenin tüm sıcaklığıyla yeniden canlandığı anlara dönüştü. Kafalı ailesi, evlerinin kapılarını açmakla kalmayıp, gönüllerini de açtılar ve bizleri birer evlat gibi bağırlarına bastılar. Birlikte çıktığımız seyahatlerde, yol boyunca, özel anılarını ve mahrem hatıralarını paylaşmaktan çekinmediler. Mustafa Hoca’nın beni dostlarına tanıtırken, "Benim yeğenim çok, ama benim asıl yeğenim odur" diyerek onurlandırması, aramızdaki eşsiz bağın en güçlü kanıtıydı.
Sevgi Kafalı, aydın, cesur ve mücadeleci bir Türk kadınıydı. Genç yaşlardan itibaren yakınlık kurduğu Nihal Atsız ve Zeki Velidi Togan gibi büyük isimlerin fikir dünyasından beslenmişti. Bir Türk milliyetçisi olarak, Enver Paşa, Atatürk, Türkeş ve Atsız gibi büyük isimleri birbirinden ayırmaz, hepsine ayrı ayrı sevgi ve saygı duyardı. 1980 askeri darbesi sonrası yaşadığı zor yıllar, onun kararlı ve mücadeleci ruhunun en güçlü kanıtıydı. Bu zorlu yıllarda yaşadığı sıkıntılar, Atsız'ın şiirindeki şu dizeleri akla getiriyordu:
Selam sana yavrusundan ayrılan kadın!
Kimbilir sen gizli gizli nasıl ağladın!
Ne bir damla gözyaşı dök, ne yasla dövün;
Sen yaşarken öksüz kalan yavrunla övün!
Nihal Atsız'ın ona verdiği Almıla ve eşine verdiği Yamtar lakapları, bu iki ülkü devinin sadece dostluklarının değil, aynı zamanda Türk milliyetçiliğinin en zorlu dönemlerinde üstlendikleri sembolik rollerin de en güzel nişanesiydi. Onların anıları, tıpkı bir tohum gibi, gelecek nesillerin omuzlarına miras kalıyordu. Yine Atsız'ın şiirinde dediği gibi:
Gönülleri birleşenler ölse de bir gün,
Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün.
Bu mısralar, Kafalı ailesinin ömrünü adadığı dava gibi, bugün dahi yaşamakta ve gelecek nesillere ilham vermektedir. Onların anıları, Türk milletine olan sevdaları sayesinde, kurdukları bu derin dostluklar gibi sonsuza dek yaşamaya devam edecek.
Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.