« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

27 May

2024

TÜRK KİMDİR? TÜRKLÜK NEDİR?

27 Mayıs 2024

Aslında “Türk Kimdir? Türklük Nedir?” adlı bu kitap yazarı Galip Erdem Ağabey’in sağken yazıp bastırdığı bir kitap değil. Bu kitap merhum İbrahim Metin’in Galip Erdem vefat ettikten sonra, Osman Oktay’ın “Galip Ağabey Kendini Unutan Adam- Bir Ülkücünün Romanı” adlı kitabını yazıp yayınlamasından sonra, tıpkı Osman Oktay’ın bir vefa örneği sergileyip “Galip Ağabey Kendini Unutan Adam- Bir Ülkücünün Romanı” adlı kitabı yazması gibi bir vefa örneği göstererek “Türk Kimdir? Türklük Nedir?” kitabı Galip Erdem Ağabey’in daha önce yazdığı Devlet Gazetesinde yayınlanmış yazılarından konu bütünlüğü oluşturacak şekilde seçilerek, günümüz insanlarının bu konudaki bilgi problemlerinin çözümlenmesi amacıyla hazırlanmıştır.

İbrahim Metin’in hazırlamış olduğu bu “Türk Kimdir? Türklük Nedir?” adlı kitap her ne kadar kendisi eskiden Töre Devlet Yayınevinin sahibi olmuş olsa da galiba o zamanlar, yani Ötüken Neşriyat tarafından kitabın birinci baskısının yapıldığı 2008 Mayıs ayında yayıncılık hayatına son vermişti. Kitap en sondaki “Ne dediler?” dostlarının Merhum Galip Erdem için durgularını dile getirdikleri birkaç cümleden oluşan bölüm ile birlikte, Galip Erdemin yazıp çeşitli başlıklarla yayınlamış olduğu makalelerden oluşmakta ve 280 sayfalık bir muhtevaya sahiptir. Kitap “İçindekiler”den (S:7) sonra İbrahim Metin’in yazdığı ve kitabı neden ve Nasıl oluşturduğunu anlatan “Sunuş” (S:11) başlamakta ve “Giriş” bölümünde Galip Erdem’in yazmış olduğu “Uyuyanlara Ağıt” (S:15) adlı yazı ile tanıtım kısımları tamam olmaktadır. Kitabın ilk baskısının yapıldığı 2008 Mayıs ayından sonra yeni baskıları yapılmamış olduğundan dolayı biz kitabın elimizdeki bu nüshasını sahaf kitapevlerinden temin etmiş bulunmaktayız. Ancak bu temin ediş de şahit olduğumuz bir husus da biz üzen bir olay da şahitlik etmiş olmamızdır. Üzen diyorum çünkü kitap daha önce bir kişi adına imzalanmış ancak kitabın adına imzalandığı kişi ya da mirasçıları kitabın kıymetini bilememiş ve sahafa satmıştır. Bu hep benim içimi yakan, kavuran bir husustur. İnşallah Allah bize bizden sonra mirasçılarımız tarafından kitaplarımızın sahaflara satılmasını yaşatmasın, evlatlarımızı kitapların kıymetini bilen ve babalarının emanetine sahip olan mirasçılar kılsın.
Kitap Galip Erdem’in kitabın konusuyla ilgili olarak yazmış olduğu “Irk-Millet-Milliyet” (S:19) adlı makalesiyle başlamaktadır. Burada Galip Erdem Irk, Millet ve Milliyet kavramlarını açıklamaya çalışmaktadır. Galip Erdem’e göre Osmanlıcılık zamanında Osmanlıcılar tarafından başlatılmıştır ki, “Türk milliyetçilerinin ırkçılıkla suçlanması, Faşizmle suçlanmasından daha eskidir, II. Meşrutiyet yıllarına kadar iner.” (S:20) Bu ifadeden Osmanlıcılık ve Milliyetçiliğin Osmanlı aydını arasında birlikte var olduğu sonucunu çıkarırız ki bu da yıllardır söylene gelen Osmanlıcılık yaparken Balkanların Hristiyan tebaasını, İslamcılık yaparken de Arnavutlar ve Araplar gibi Müslüman tebaasını kaybettik yapacak tek şey kalmıştı Devleti kuran Türkleri uyandırmak ve birliği sağlamak için Türkçülük söyleminin bu sıralı oluşum anlayışını sorgulanmasına sebep olacaktır. Ancak tabi ki fikir hareketleri bıçakla kesilip arada boşluk oluştuktan, zaman geçtikten sonra yeni bir fikir hareketinin oluşması gibi gerçekleşmeyeceğini, birisi başarısız olurken başarısızlık sebeplerini erken gören ve eleştiren yeni fikirler üreterek çözüm yolları ortaya koymaya başlayan yeni fikir mensupları ile son demelerini yaşayan başarısız fikir mensupları bir arada bulunmuşlardır. Yukarıdaki ikazımızın tevili ancak şöyle olur, ilk önce denenmek, meydana çıkmak açısından Osmanlıcılık ve İslamcılık Türkçülükten erken zamanda ortaya çıkmışlar iktidar fırsatı bulup siyasi politikalar olarak uygulanma fırsatları bulmuş olmaları dolayısıyla önceliklerinden bahsedilebilir. Yoksa hiçbir arada yaşamamışlardır manasında değil. Galip Erdem ulus ve millet kavramları arasındaki farkı anlatmak için “O çağın münakaşalarında, milletle ırk arasında fark gözetilmemiş, milliyetçiliğe bazen ırkçı, bazen de kavmiyetçi denilerek hücum edilmiştir.” (S:21) diyerek dikkat çekmiş ve ulusun genetik özellikleri bakımından bir mana ifade ettiğini milletin ise ulus ve kavim den daha geniş, farklı genetik yapılarda ulusların birleşerek kaynaşması sonucu oluşan yeni genetik yapıya sahip insan topluluğuna millet dendiğini ifadeye çalışmıştır. Galip Erdem Osmanlıcıların hainlik dışındaki savunucularının gafletle Türkçülük yapılması halinde diğer milletlere mensup insanların milli duygularının uyanarak Osmanlı devletinden ayrılacakları korkusuyla hala ayrılan Hrisitiyan Avrupa-Balkanlar Osmanlı tebaasının farkına varamadıklarını savunur. İslamcılık ise Osmanlıcılığın savunduğu Hristiyan diğer milletler ve Müslüman Araplar, Arnavutlar, Türkleri birliği dışında kaldığı geride kalan Araplar ve Arnavutlarla Türklerin Ümmetçilik etrafından birleşerek Osmanlı devletinin kurtarılmasını öngörmeleri de çoktan başlamış olan Arap ve Arnavut milliyetçilikleri sayesinde mümkün olmayacağının farkında olmamalarıdır. Yani geriye sadece Türkler kaldığı için Türkçülük ancak Osmanlı devletinin geride kalanlarını koruya bilirdi.

Meşrutiyet dönemim ve Cumhuriyet dönemi Osmanlıcı ve İslamcılarının ırk, millet ve milliyetçilik anlayışlarına bakışlarını Türkçülükle kıyaslayan Galip Erdem “Meşrutiyet döneminin Osmanlıcıları ile İslamcılar, milliyetçileri suçlarken; millet ve milliyet fikirlerini de reddetmişlerdir. Fakat Cumhuriyet sonrası suçlamalarda millet fikri ve milliyetçilik benimsenirken; milliyetçileri suçlamak gibi bir garabete düşülmüştür.” (S:22) ifadeleriyle Osmanlıcı ve İslamcılardaki fikri değişimi ortaya koymaya çalışmış ve Mehmet Akif’i Meşrutiyet döneminde İslamcı olarak savunduğu ümmetçilik fikrinden reddettiği millet fikrine cumhuriyet döneminde döndüğünü İstiklal Marşında “ırkım” kelimesine dayandırarak izah etmeye çalışmıştır. Ancak görmediği bir husus vardır ki İslamcılar bu günde milliyetçilik yapmayı Milliyetçiliğin İslam’da olmadığını söyleyerek Milliyetçileri ırkçılık ile suçlamakta Mehmet Akif Ersoy’u da İstiklal Marşında “ırkım” ve başka şiirlerinde de başka bazı İslamcı düşünceler –mesela Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı- dizelerinde İslam’ı İslam’da reform yapmayı savunduğunu söyleyerek İslamcılığa muhalefet ettiği için eleştirmektedirler ve İslamcılardan saymamaktadırlar. Belki eskisi gibi aşırı değiller ama yine de bir ikili davranış sergileyerek ırk ve milliyetçilik düşüncesini İslami bir düşünce olarak görmemektedirler. Hatta Kürt İslamcılar Türkçülüğü küfür sayarken kendileri farkına varmadan ya da kasıtlı olarak anlamamazlıktan gelerek Kürtçülük yapmaktadırlar ve bunu da İslamcılık olarak Ümmetçiliğin gereği görmektedirler.

Galip Erdem de Ziya Gökalp’in atlarda cins olur diyerek ırk kelimesinin insanlar için söz konusu olamadığını savunması gibi Köpek sınıfının Fino cinsi ile Çoban Köpeği cinsi arasındaki boy, ağırlık ve diğer bazı uzuvları ve dış görünüşleri arasında farklılıklar olduğunu savunarak ırk kavramını açıklamaya çalışmış, ancak antropolojik olarak insan ırkları arasındaki farkın hayvanlardan daha az olduğunu ve bu az fiziki özelliklere dayanan bir ırk kavramının insanlar için de kabul edildiğini söylemektedir (S:23). Galip Erdem Sadri Maksudi Arsal’a dayandırarak önceleri sadece insanların rengine bakarak “Beyaz Irk (Avrupalılar), Sarı Irk (Asyalılar), Siyah Irk (Afrikalılar), Kırmızı Irk (Yerli Amerikalılar)” (S:24) olarak sınıflanan insan ırklarının bu gün alman antropolog Blumenbach’ın savunduğu şeklide “Kafkas Irk, Moğol Irkı, Habeş Irkı, Amerikan Irkı, Malay Irkı1” (S:25) gibi cilt rengi ile birlikte başka bazı özellikleri ile birlikte beşe sınıfa ayrıldığını ancak bu ayrımdan da tatmin olmayan antropologların
“Uzun Kafataslı (Dolikosefal) İnsanlar, Kısa Kafataslı (Brakisefal) İnsanlar” (S:25) olarak kafatası şekillerine bakarak ikili bir ayrıma daha gittiklerini aktarmaktadır. Galip erdem “Irk birliği, Milletimizi meydana getiren ortak unsurlardan biridir, fakat tarif unsuru değildir” (S:32) diyerek Türk milletinin ırka dayalı olarak tarif edilemeyeceğini, ırk ile tarif edersek Türk milletine mensup bazılarını dışarıda, Türk olmayan bazılarını da içeride saymış olacağımıza dikkat çekmektedir.

Galip Erdem’e göre “Fransız antropolog Jean Deniker'e göre yeryüzündeki kavimlerin fiziki hususiyetlerine göre insanlar başlıca 29 zümreye ayrılır ki bu zümrelerden birisi de Türk zümresidir. Bu suretle beşeri hususiyetleriyle diğer zümrelerden ayrılan bir Türk ırkının varlığı antropoloji âlimleri tarafından tespit ve tasdik edilmiştir.” (S.26) Deniker ise kavimleri ırklara tasnif etmek için ırk olarak en sık rastlanan somatik hususiyetleri kıstas olarak alıyor, sonrada bu hususiyetlerin hepsini veya çoğunu kendisinde toplayan fertleri kavmin karışmamış tipik örnekleri olarak sayıyor. Ancak bir milletin bütün fertleri bu karışmamış tipik örneklik vasfı taşıyan fertler gibi karışmamış, saf değildir. Galip Erdem Deniker’in Türk ırkının somatik hususiyetlerini “Cildi beyaz (Hafifçe sarıya mütemayil), Boy ortadan yüksek, Kafatası kısa, Saç siyah, Gözler siyah fakat Moğol gözü gibi çekik değil, Burun Normal (basık değil), Göğüs orta, Yüz uzunca (oval) Elmacık kemikleri hafifçe çıkık, Dudaklar kalın, Boyun kısa” (S:27) şeklinde 11 hususiyetle tespit ettiğini ifade etmektedir. Galip Erden ırk temelli millet kavramını açıklarken de milleti oluşturan şartların “Ortak bir devlet ve hukuk düzeni, Belirli bir nüfus, Ülke birliği, Bağımsızlık, Dil birliği, Örf ve Adetler birliği, Dini İnanç birliği, Milli seciye birliği” (S.28) olduğunu ve ırkında bu şartlara eklendiğini ifade etmektedir. Galip Erdem’in milleti oluşturan kavramlar konusunda Türk milleti açısından baktığımızda bazı problemler vardır. Devlet Kurma, aynı dine mensup olma ve ülke birliği gibi hususlarda Türk milletinin tamamı bu kavramlar tarafından kapsanmamaktadır. Hala dünyada işgal altında olan Türk Yurtları vardır, Türk milletinin tamamı bağımsız değildir, Türkiye’den başka bağımsız olan farklı Türk devletleri de vardır. Ayrıca geneli Müslüman olmakla birlikte bütün Türkler İslam dinine mensup değildir.

Aslında bir milletin oluşumunun temelinde ırkın olması ve o ırka mensup insanların oluşan milletin çoğunluğunu oluşturmasının sebebi milletin öyle tesadüfen bir araya gelmiş ve hadi bizde millet olalım deyip kalabalığın aldığı bir kararla değil. Var olan bir ırka mensup milletin baskın karakterini benimseyen insanların zamanla bu baskın karakterli insanlarla yaptıkları evlilikler sonucu genetik vasıflarının baskın vasıflı ırk mensubu kavmin vasıflarına dönüşmesi sonucu ancak baskın karakterli ırkın da vasıflarının karakter özelliklerinin zamanla ilk karakter özelliklerinden seyrelerek katılan karakterin de özelliklerini taşımasıyla oluştuğunu gösterir. Yani Türk ırkına katılan başka bir ırk Türklerin baskın karakterlerini alarak birkaç nesilde baskın karakterden çok özellik alması sayesinde Türkleşmesi gibi Türkler de saf Türklük özelliklerinden bu birkaç nesil içinde bazılarını kaybederek katılan kavmin özelliklerinden de taşıyan bir fertler topluluğu olarak Türklüğünü devam ettirmesidir. Galip Erdem “Milletimiz, teşekkül etme çağında, hi şüphe yok ki, maya olarak, belli bir ırka dayanmıştır.”(S.29) diyerek bu oluşum ve saf özelliğin seyreltildiği duruma işaret etmek istemiştir. Bunu kültür üzerinden de aynı olduğunu söylemeliyiz. Türk kültürünü benimseyenler zamanla tamamen Türk kültürüyle yaşar duruma gelir ki aslında genetik olarak nasıl Türk ırkına yaklaşıyorlarsa kültürel olarak da yanaşırlar ki bunu da Galip Erdem “Uzak Doğudan Viyana kapılarına, Kuzey Afrika’dan Hint Okyanusu’na kadar uzanan çok geniş bir sahada yaşamış… Fethettiğimiz topraklar da başka milletleri hâkimiyetimiz altında tutmuşuzdur. Böyle bir durumda ırkımızın hiç karışmaması, belirli iziki özelliklerin Türk milletini meydana getiren bütün insanlarda hiç değişmeden korunması zaten mümkün değildir.” (S.30) diyerek ortaya koymuştur. Burada görüldüğü gibi maya her bireye aynı karakter özelliklerini taşımaktadır. Zaten aynı karakter özelliğini taşımayanlar Türk ırkına dayan Türk milletinden olmazlar, Türk kültürüne de mensubiyet hissetmedikleri gibi farklı bir kavim ve kavmin kültürü oluşur. Önemli olan katılanları massedebilecek çoğunluğa sahip olmaktır. Mesela Bulgar Türkleri Slav ırkı içinde massedilip ırk ve kültür olarak tamamen Slavlaşmışlardır. Galip Erdem’in tabiri ile “bugünkü Bulgarlar’ın aslında Bulgar olmadıklarıdır!” (S:28)

Galip Erdem’in Türk İslam Ülküsü çizgisiyle dikkat çeken “Adanmış Bir Ruh” olması dolayısıyla dikkat çeken en enteresan tespiti “Türk dili, tarihimizin Müslümanlık sonrası bölümünde, İslam kültür dairesine girişimizin kaçınılması belki de imkansız mecburiyetleri yüzünden, Arapça ve Farsça’dan alınan kaide ve kelimelerle aslı, tabii bir gelişme sayılmayacak bir ölçüde bozukmuş; kaynağından, aslının bulunmasını güçleştirecek kadar uzaklaşmıştır.” (S:39) şeklindedir ki bu sebebin sorumlusu olarak da “Müslümanlığı kabul edişimizden Meşrutiyet’e kadar süren dönemde, Türk dilini tehdit eden en büyük tehlike, taklitçi bir aydınlar azınlığının; Arapça ve Farsça’ya karşı besledikleri tutku ve daha çok Arapça kelimeler kullanılırsa daha iyi Müslüman olunacağı vehmi, Türkçe ile güzel nesir ve şiir yazılamayacağı yanlış zannı idi.” (S:39) dediği hususları görmektedir. Günümüzde Arapçaya karşı çıkışı hemen din karşıtlığı ile karşılayan siyasal İslamcıların Galip Erdem’in yaşantısının kendilerinden daha dindar ve samimi olması karşısında söyleyecek bir sözleri olmamsı gerekir. Galip Erdem bu yapmış olduğu tespitleri Arapça ve Farsça düşmanlığından dolayı yapmamış tamamen samimi Türkçe sevgisinden ve din dilinin Arapça olmasını mecburi görmemesinden dolayı yapmıştır.

Irkçılık ve Turancılık suçlamasının başkaları tarafından Milliyetçilere bir suçlama olduğunu ancak buna rağmen kendisini ırkçı ve Turancı diyen milliyetçilerin olduğunu, “Bazı gençlerimiz ve büyüklerimiz, ırkçılığı bir suçlama değil şeref yaymış; kendilerini savunma ihtiyacı bile duymamışlardır.” (S:42) ifadeleriyle ortaya koymuş ancak kendilerine ırkçı ve Turancı diyenleri savunmayacaklarını söylemiştir. Çünkü Galip Erdem inanmakta ve bilmektedir ki “ırkçı olduğunu bildiren milliyetçilerden bir tanesinin bile ırk sözüne, antropolojik bir mana vermediği, hemen meydana çıkar. [ırkçı olduğunu söyleyen milliyetçiler tarafından] Irk kelimesi kimi zaman etnolojik mânâsı ile alınmış, çoğu zaman da doğrudan doğruya “millet yerine kon[ul]muştur.” (S:42-43) Galip Erden ırk kelimesinin millet yerine kullanıldığını kendisine ırkçı diyen bir milliyetçiden aktardığı “Türk, Türk uruğundan gelenlerle, Türk uruğundan gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimsedir.” (S:43) ırk kelimesini milleti oluşturan şartlarından saymadığını ancak millete vasfını, ismini veren öz olduğunu savunan bir anlayışla milleti tarif ettiğini, saf Türk kanı iddiasında olmadığını anlatmaya çalışmıştır.

Galip Erdem ırk ve millet kavramlarının tariflerini yaparken çok yararlandığı Sadri Maksudi Arsal’ın “Türkler bahis konusu olduğu zaman, ırk ve millet mefhumları hemen hemen birleşmektedir.” (S:57) ifadesindeki “hemen hemen” kelimesi ile bütün Türklerin aynı millet olduğunu kabul ettikten sonra sanki “olmayabilir de” demek isteyerek bütün Türklerin aynı millet olmayabileceğine de kapı araladığı için bu yoruma katılmadığını ancak bu cümleyi “Türkler bahis konusu olduğu zaman, ırk ve millet mefhumları birleşmektedir.” (S:57) şeklinde düzelterek kabul ettiğini ifade etmektedir. Yani Galip Erdem’e göre Türkler için yapılan millet ve ırk tariflerinde tek başına Antropolojik bir ırk tarifi de yeterli değildir, etnolojik bir ırk tarifi de yeterli değildir. Antropolojik ve etnolojik ırk ve millet tariflerinin birlikte ele alındığı bir tarifin ancak Türk milletini tarif edebileceğini açıklamaya çalışmıştır.

Galip Erdem Türk milliyetçilerinin ırkçılıkla suçlanamayacağını izah ederken gerekçelerinden birisi olarak ileri sürdüğü “Milletimizin kendisini meydana getiren ortak unsurlardan hangisi ile tarif edileceği konusunda milliyetçiler, tam bir görüş birliğine varmamışlardır. Kimisi dile, kimisi kültür, kimisi soya, bir kısmı din ve vatan birliğine ağırlık vermiştir. Yine de çoğunluğun, özellikle Milliyetçi Hareket’e bağlı ülkücülerin soy şuuru etrafında birleştiklerini söylemek mümkündür.” (S:62-63) ifadeler Türklerin hazin durumunu ortaya koyan acı bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkleri parçalamak isteyen dış mihrakların oyunları bir tarafa daha biz kendi içimizde Türk milletinin tarifi hususunda bir birlik sağlayamamış, bölük pörçük bir durum sergilemekte olduğumuz görülmektedir. Ancak sevindirici olan Alparslan Türkeş’in siyaset sahnesine çıkmasından sonra Galip Erdem’in de işaret ettiği gibi Milliyetçi Hareketçi ülkücülerin savunduğu soy birliğine dayan anlayışın galebe çalması ve çoğunluğu ele almasıdır. Aslın da Türk milletinin bölünmüşlüğünü savunmak fikir özgürlüğü ve ilmi bir fikir tartışması da sayılmamalıdır. Bütün Türk aydınları antropolojik ve etnolojik manada bir Türk milleti tarifi üzerinde fikir birliği etmeleri gerekmektedir.

Galip Erdem sanki bu günleri görmüş ve Türk milletine mensup olma ile vatandaşlık kavramlarının farklı olduğunu “[Bazı siyasetçiler] Türk milliyetçilerinin ırkçılığını öne sürerken; ‘Kendini Türk sayan bütün vatandaşları, Türk milletinden kabul ederiz.’ diyerek övündükleri zaman, suçladıkları [milliyetçilerin] kimselerin anlayışlarını, değişik kelimelerle ifade etmekten başka hiçbir şey söylemediklerinin, bekli de farkına varmazlar. Nitekim herhangi bir insan durup dururken, kendini Türk hissetmez; mutlaka bir sebebe dayanması gerekir. Ortak bir soya mensubiyet şuuru da, kendini Türk hissetmenin başlıca şartıdır. Başka bir soya mensup olduğuna inan bir kimse, elbette Türk milletinden değildir. Eğer bir vatandaş: ‘Yabancı bir soydan geliyorum; fakat Türk’üm.’ Derse, gerçek durumunu saklamağa çalışıyordur veya sadece Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olduğunu anlatmak istemiştir.” (S:66-67) ifadeleriyle ortaya koymaya çalışmıştır.

Galip Erdem Türkiye'de milliyetçi bir iktidar istemeyecek ülkeleri: Rusya (SSCB), Çin Halk Cumhuriyeti, Irak, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, (eski)Yugoslavya, Afganistan, İran olarak sıralamıştır. Bu sıralamayı yapmasının sebebi olarak da "Saydığımız devletlerin hepsinde, ortalama bir rakamla elli milyon Türk yaşamaktadır. (...)Hiçbir devlet, hâkimiyeti altındaki toprak üzerinde, dil, soy, kültür ve diğer unsurlar bakımından kendisini meydana getiren milletten farklı zümrelerin bulunmasını, istemez." (S.67) gerekçeleriyle açıklamıştır.

Uzun uzun kim milliyetçi kim milliyetçi değil anlattıktan sonra bu milliyetçilerin birer de kuyruğu olduğunu söyleyen Galip Erden Türk Milliyetçiliği dışsındaki kuyruklu milliyetçileri “Sosyalist milliyetçiler, sosyal demokrat milliyetçiler, ilerici milliyetçiler, demokratik milliyetçiler, medeniyetçi milliyetçiler, insani milliyetçiler, aşırı milliyetçiler, ılımlı milliyetçiler, gerçek milliyetçiler, kapitalist milliyetçiler, muhafazakâr milliyetçiler, mukaddesatçı milliyetçiler, hatta komünist milliyetçiler!” (S.75) sıralar ki biz buna “Seküler milliyetçiler, Atatürkçü milliyetçiler, Şamanist milliyetçiler” gibi birkaç tane daha ekleyebiliriz. Aslında Galip Erdem’in varmak istediği sonuç bunların sıralanması değildir. O “Eğer milliyetçilik bu kadar çeşitli ise, aslında hiç yoktur demektir. Böyle bir durumda, ortak bir ülküden nasıl söz edilir?” (S.75) diyerek milletimizi bekleyen “ülküsüzlük” adlı tehlikeye dikkat çekmektedir.,

“Millet demek, bir veya birkaç temel vasıf etrafında birleşmiş olan insan kitlesi demektir.” (S:79) diyen Galip Erdem Herhangi bir insan topluluğuna millet hüviyeti kazandıran esasları “Soy birliği, dil birliği, kültür birliği, vatan birliği, tâbiiyet birliği, din birliği, ülkü birliği, tarih birliği, menfaat birliği, gelenek birliği, fikir birliği, his birliği, ümit birliği, seciye birliği, hatıra birliği” (S:80) olarak sıralar ki bütün bu vasıflar farklı benden yaratılmış kişileri “farklı bedenlerde yaşayan aynı kişi” kılar. Bu vasıfları bünyesinde toplamış kişilerden oluşan toplum da milleti meydana getirir. Yani han biz Azerbaycan ve Türkiye için kullandığımız “Tek millet, iki devlet” anlatımdan yola çıkarak, aynı kimlikle yaşayan çok fazla kişi gibi bir durum arz eder. Hemen hemen her şeyi aynı olan kişilerin sadece bedenen ayrılıkları söz konusu olur ki bu da millettir.

“Fince konuşan Fin milletindendir.” ve “İbranice konuşan Yahudi milletindendir.” İfadeleri üzerinden millet tarifine açıklık getirmeye çalışan Galip Erdem bütün Finlilerin Fince konuşmasından dolayı millet tarifinde dil’in kullanılmasının doğru ve bütün Yahudilerin İbranice konuşmadıkları bir kısım Yahudilerin İbranice konuştuğu gibi İbranice konuşmayan Yahudilerin de bulunması dolayısıyla Yahudi milletinin tamamını tarif içine alan bir İbranice olmadığı için dil’in Yahudiler için tarif unsuru olmadığını söyler ki bunu da “Her bir insan kitlesi, milleti yapan ortak vasıflardan en az birine sahip olmak şartı ile kendisinin bir millet teşkil ettiğine inanıyorsa; aslında bir millettir.” (S:93) diyerek her milletin kendisinde gördüğü millet yapan ortak değerlerden en az bir tanesine ve kendilerinin millet olduğuna inanmasına bağlar ki hemen heme her millet için bir millet tarifi öngörmüş olur. Yani kendisinin millet olduğuna inanan milletler millet olma vasıflarının hangisini ortak vasıf olarak taşıyorlarsa ona göre millet olma tariflerini yaparlar. Bir nevi millet tarifleri üstünde bir uzlaşma sağlanmamıştır.

Galip Erdem Fransa, İspanya, Portekiz’in millet oluşumlarının devlet kurulduktan sonra gerçekleştiğini ifade ettikten sonra bunların dolayısıyla millet ve ırkı devlet esaslı tarif ettiklerini söylemektedir. Türklerin de MÖ. tarihler de Hun Türklerinin kurmuş olduğu devlet ile sağladıklarını ve daha sonra Göktürklerle de bu oluşumu tamamladıklarını ifade etmektedir. Ancak daha önce de ifade ettiğimiz gibi millet oluşumu her kavmin milleti oluşturan ortak unsurlar sayesinde birbirlerine kendilerini yakın hissetmeleri sayesinde başlamıştır. Eğer bu ortak değerler olmasaydı zaten bu kavimler millet yapan unsurları kabul ederek mesela hiçbir kavim Türk ırkı etrafında toplanmazdı. Dil ve din bu konuda en önemli unsurdur.

İleri gelen Türk Milliyetçilerinin millet ve milliyetçilik anlayışların ve tariflerini verdikten sonra bu tariflere getirdiği eleştirileri topluca ele almıştır. İlk olarak bu tariflerin dış kaynaklı olduğunu ve bu dış kaynaklılığın da tarifi yapanın temas ettiği noktadan olduğu için Türk milliyetçilerinin millet ve milliyetçilik tariflerinin çok çeşitli ve birbirinden farklı olduğun ifade etmiştir. Türk milliyetçileri Türk milletine göre bir millet ve milliyetçilik tarifi yapamamıştır. Bunu da “Türk Milletinin yapısındaki hususiyete dikkat edilmemiş, insanlarımızın kendilerini neden ötürü Türk hissettikleri aranmamıştır. Fransızca bilen kültür birliğini, almanca bilen Almanca bilen dil birliğini, İsviçre’den dönen vatan birliğini başa aldı.” (S:135) şeklinde ifade etmiştir. Hâlbuki Fransız milleti ancak kültür ile tarif ederse, Alman dil ile ifade ederse, İsviçre de vatan birliği ile ifade ederse bir millet tanımlıya biliyordu. Yani herkes kendi önem verdiği unsuru kullanıyordu. Yoksa dil ile millet tarif etse Fransız kabul ettiği bazı kavimler Fransız Milleti dışarıda kalıyordu. Türkler de kendi milletlerini kendi önemli millet yapan unsurlara göre değil de dışarıdaki bu tariflere göre yaptılar. Çünkü onlar bu tarifleri soyut bir tarif sanıyorlardı (S:135). İkinci olarak da millet ve milliyetçilik tarifleri yapanların bir kısmı kendi istedikleri şekilde millet ve milliyetçilik tarifi yapmıştır. Milletini tarih ve kültür yönünden araştırmamış millettaşlarına siz kendinizi neden Türk hissediyorsunuz diye sormamıştır (S:135). İstediklerini tarifin dışında bırakmışlardır ki bu da dış Türkleri hiç Türk saymadıkları anlamına gelir.

Galip Erdem millet ve milliyetçilik üzerine söz söyleyecek olanların dikkat etmesi gerektiğini, çünkü farklı millet ve milliyetçilik tarifleri yapanların Türk Gençliğini bu tarifler etrafında toplanacak şekilde birkaç parçaya böldüğünü ifade etmektedir. “İyi niyetli olduklarına inandığım, Türk milliyetçiliğine belirli sahalardaki hizmetlerini asla inkâr edemeyeceğim bazı kimseler öyle fikirlerle genç dimağların saflığına yüklendiler ki, parçalanmalara zemin hazırladılar. Mesela, bir ‘Turancılık-Anadoluculuk’ münakaşasının Türklüğe neler kaybettirdiği”ni (S:138) ve “Ama çoğunun zarar verdiğini, hele gençlerin Türk milliyetçiliği mefkûresi etrafında halkalanmalarına engel olduklarını gördüm, yine görüyorum.” (S:138)

“Ülke mefhumu devlete vatan mefhumu millete bağlıdır. Diğer bir söyleyişle devletin hâkimiyet sahasına ülke, milletin yaşadığı topraklara vatan denir.” (S:148) diyen Galip Erdem Türk milleti için vatan ve yurt kelimelerinin karıştırıldığını bazen Türkiye’de yurt kelimesinin vatan yerine kullanıldığını söyler. Türklerin yaşadığı her yer vatandır düsturu ile Türkler için vatanın sınırları olmadığını da antrparantez belirtir. Yani dış Türklerin yaşadığı yerler ve Türkiye bütün Türk milletine mensup insanlar için vatandır. Ancak Türkiye sadece Türkiye’de yaşayan ve vatandaşlık bağı olanların yurdudur.

Turancılık düşmanlığını ele alan Galip Erdem, aslında 1908’den 1944’de kadar Turancılık diye bir suç olmadığını ancak 1944 yılında Milli Şef olan İsmet İnönü’nün dünya konjüktürüne göre SSCB’ye karşı hükümetin elini güçlendirmek için Türk milliyetçilerine “Türkçülük ve Turancılık” suçlamasıyla dava açtırttığını ancak bütün suçlananların bu davadan beraat ettiğini ifade etmektedir (S:182). Beraat ettiklerine göre de aslında anayasal bir “Türkçülük Turancılık” suçu yoktur ancak Galip Erdem’e göre bu aydın kesimin cahilliğinden veya kasıtlı olarak hala Türk milliyetçilerini “Turancılık” ile suçlamaya devam ettiklerini ancak Türk milliyetçileri olarak “Turancı olmamakla, diğer söyleyişle, Turancılığın icaplarını yerine getirmemekler suçlansaydık, daha bir uygun düşerdi! İtiraf etmek zorundayız: Türk milliyetçileri, birkaç tanesi hariç tutulursa, Turancılık ülküsüne yaklaşmak bakımından çok az şey yapabilmişlerdir.” (S.184) diyerek Türk milliyetçilerinin Dünya Türklüğünün dil, edebiyat ve kültür yönünden soydaşlarının birleştirilmesini istemesi gerektiğini ancak bunu bile becermediğimizi, suçlanacaksak bunun için suçlanmamız doğru bir suçlama olacağını ifade etmektedir.

Tutsak Türkleri sevmek ve bağımsız olmalarını istemek Türkiye Cumhuriyeti bir Türk vatandaşı için suç olup olmadığını ve tutsak soydaşlarının bağımsız olmasını istiyor diye Türk milliyetçilerini suçlayan Türkiye’deki siyasetçilerin aymaz ve hatta cahil olduklarını, eğer Türkiye’deki Türk milliyetçileri tutsak Türklerin bağımsızlığını istemeseler de Sovyet Rusya’nın zaten Türkiye aleyhine politikalar güttüğünü; silah ve para yardımıyla birlikte ülkemizde terör eylemlerini organize ettiğini ifade eden Galip Erdem Türk siyasetçiler ile Yahudi siyasetçiler arasında bir kıyaslama yaparak mevzuu örneklendirmektedir. “Yahudilere gelince: yaşadıkları ülkelerin hemen hepsinde imtiyazlı bir zümre teşkil etmişlerdir. Sadece Sovyetler Birliğindeki Yahudiler zaman zaman baskı yapılmış ve İsrail, kelimenin tam manası ile dünyayı birbirine katmış; milyonlarca insan, üçbuçuk Yahudi’nin çektiği eziyet yüzünden gözyaşı dökmüştür. Siyonizm’i suçlayan İsrailli bir siyasetçiyi kimse tasavvur edemez. Oysa Siyonizm’in suçlanması ile tutsak Türk illerinin bağımsızlığı isteğinin suçlanması arasında fark yoktur. Hatta, tarafsız bir bakışla, Turancılık Siyonizm’den daha haklı bir ülküdür. Çünkü Türkler, her yerde sömürülmekte ve Yahudiler, her yerde sömürmektedirler.” (S:205)

Baştan beri Turancılığın kanunlarımızda suç olmadığını, Turancıların da devlete ve millete zarar vermeyeceklerini, Türk milliyetçilerinin tek vatanda bütünleşmelerinin mümkün olmadığının bilinciyle Dilde ve inançta kültürde birliği amaçlayan bir Turancılık arzulayıp düşündüklerini anlatan Galip Erdem Turnacılık düşmanlığında ülkücü ve milliyetçi olanlara dikkat çekmekte ve “düşmanlarımızdan değil, dostlarımızdan yakınıyorum. Milliyetçiliklerini, ülkücülüklerini bildiklerimizden, inandıklarımızdan yakınıyorum! Kendileri için konuşmuyorlar, ürkecekleri hesaba katıyorlar! Ürkenlerin vereceği zarardan çekiniyorlar. Turancılıktan kim ürker ve niçin ürker? Dostlarımızın haklı olduğu nokta: komünistler, sosyalistler, kapitalistler ve diğer sebeplerden ötürü ürkenler bir tarafa; vatansever, dürüst, hatta milliyetçi bazı kimselerin bile Turancılığın, hiç değilse şimdilik gereksiz bir konu sayıldığını hatırlatıyorlar.” (S:225) acı tespitini yapmaktadır. Temkin adına hareketsizliği, çabalamamayı ataleti tavsiye eden dostlar. Kendine yazık etme diyenleri, bir kenara çekip ülkücü ağabeylik yapan, bize sahip çıkan adam pozlarında başını belaya sokma diyenleri de gördük. Hem de en haklı olduğumuz zamanlarda taleplerimizi dile getirirken.

Sovyetler Birliği yıkılıp Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonraki günlerde ilk resmi ziyarete Kültür Bakanı ile birlikte katılan Bakan Müşaviri Galip Erdem “Seyahat Notları” (S.240) başlığı altında Sovyet Rusya’nın Başkenti Moskova ve diğer Türk Cumhuriyetlerine yapmış oldukları ziyaretler ve anlaşmalar ile ilgili tuttuğu notları arasında 12-14 Ekim 1990 tarihleri arasında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye yapmış oldukları ziyaret (S.247) sırasında tutuğu notlarda Azerbaycan Kültür Bakanı Polat Bülbüloğlu’nun yardımcısı Zülfikar’ın Türkiye Kültür bakanının konuşmaları sırasında Türk Kültürüne hizmet edenleri sayarken Nazım Hikmet’e yer vermediğini Galip Erdem’in kulağına söylemesi üzerine Galip Erdem “Bakanlar, kendi tercihlerini söylemezler. Ancak milletçe ittifak edilmiş isimleri sayarlar. Bakan’ın saydığı isimleri her Türk sever, hürmet eder. Nazım Hikmet’e gelince Türklerin yüzde 95’i, Türkiye Cumhuriyetini yıkmak istediği ve Sovyetler Birliği’ne sığındığı için Nazım’ı sevmez.” (S.249) cümlesindeki anlatılanlardan bu cümleyi doğrulayan kısmı sadece “Türkiye Cumhuriyetini yıkmak istediği ve Sovyetler Birliği’ne sığındığı” sekiz kelime kalmıştır ki bu gün Ülkücü ve Milliyetçiler de Nazım Hikmet hayranlıklarını “Türkçenin Büyük Şairi!” olarak ifade ederler.

“Her Millete Bir Devlet” (S:257) Galip Erdem’in çağımızın millet anlayışına dair okuması ancak söz konusu Türk milleti olunca sözde hür dünya denen sömürgeciler Türk insanının hürriyetini, Türk devletinin istiklalini esirgediklerini dile getirmekte ve “Çağımızın bütün devletleri, kendilerini meydana getiren insan kitlesi bakımından, mutlaka bir millet temeline dayan”dığını (S:257) ancak “Her devletin belli bir milleti” olmasına rağmen “her milletin belli ve bağımsız bir devleti yoktur.” (S:257) dedikten sonra son ifadeye “Bazı milletlerin devleti hiç yoktur, sadece diğer bir devletin sömürgesidir.” (S:257) tespitini yaptıktan sonra örneklendirme yoluna gider ve Baltık Milletleri, Estonyalılar, Letonyalılar ve Litvanyalılar diyerek örnekleri sıralar ancak bugün bu devletler SSSCB’nin yıkılmasıyla bağımsızlıklarını kazanmıştır. “Bazı milletlerin de bir bölümün [müstakil bağımsız] devletleri vardır; başka bir bölümü bağımsız bir devletten yoksundur Yeryüzündeki Türklerin aşağı yukarı üçte biri bağımsız bir devlete sahiptir.” (S:257) derken bu durumda olan milletlere de Türkleri, Macarları, İrlandalıları örnek gösterir. Gerçi Türk milletinin ve Macar milletinin esaret altındaki bazı bölümleri istiklallerine kavuşmuş Türk milleti Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan adı ile beş yeni devlet kurmuş ancak ha Rusya’da, Balkanlarda ve Irak’ta Dünyada mevcut Türklerin yarısından fazlasını oluşturacak esir soydaşlarımız bulunmaktadır. Bu esir “Milletler ancak silah gücü ile veya satılmış bir azınlığın ihanetleri sonunda devletsiz bir duruma düşmüşlerdir.” (S:258) Galip Erdem, çağımızda millet olma vasfını kazanamamış topluluklara devlet kurma hakkı veren Birleşmiş Milletlerin Türkler gibi binlerce yıllık soylu bir milletin esir bölümlerinden istiklallerinin ve devlet olma haklarının esirgenmesini de uzay çağı insanlarını utandıracak çirkin bir oyunu olarak tavsif eder.

“Türk Kimdir? Türklük Nedir?” kitabı okuyucu Milliyetçi bir mücadele geçmişinin seyrini bilmek adına ve geçmişten alacağımız çizgiyle günümüz fikri istikamet ve kıblesini tayin hususunda yol gösterecek çapta bir kitap olarak karşılıyor.

Yakın çevresi Galip Erdem Ağabeyin akademisyen olmadığı halde kuram koyan bir vasıfla vasıflandırmışlardır ki bu teşhisin isabetli olduğunu “Türk Kimdir? Türklük Nedir?” kitabını okuyanlar görecektir. Galip Erdem’in yazmış olduğu makalelerden Merhum İbrahim Metin Ağabeyin derlediği ve yayına hazırladığı bu kitapta da yer yer kuram koyucu bir eda ile yapılmış tespitler ve hükümler okurken zaman zaman da günlük siyasi kavgalara verilmiş cevaplar ile geleceğe doğru giden bir yol arayanlar bu kitapta bulacaklar.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

NEY_SEN(ce)
Hüdai KUŞ

22 Tem 2024

Yok bizim eskimiz yenimiz, Hâlâ dinç, en yaşlı divanemiz... ______&______ Asil olan eski usül, Sere serpe yeni nesil.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

22 Tem 2024

Halim Kaya

08 Tem 2024

Orkun Özeller

03 Haz 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

03 Haz 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Ziyaret -> Toplam : 107,52 M - Bugn : 27019

ulkucudunya@ulkucudunya.com