« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

Halim Kaya

29 May

2023

OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA DEVLET VE EKONOMİ II

29 Mayıs 2023

Daha önce Mehmet Genç hoca ile ilgili olarak Prof. Dr. Abdullah Mesud Küçükkalay tarafından yazılan “Mehmet Genç Bir Âlimin Hayatı ve İlim Serencamı” adlı kitabını, Mehmet Genç’in Erol Özvar ile birlikte hazırladıkları “Osmanlı Ekonomisine Dair Konuşmalar I” adlı eseri ileMerhum Mehmet Genç Hocanın kendisinin yazdığı “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi I” adlı kitapları okumuş ve haklarında yaptığımız değerlendirmelerimizi üç farklı yazı olarak kaleme almış ve yayınlamıştık.
Bugün sıra yine Mehmet Genç Hocanın yazdığı ve “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi I” adını taşıyan, Mehmet Genç Hocanın tanınmasına vesile olan kitabın ikinci cildi olan “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Ve Ekonomi II” adlı kitabını okuyacak ve dilimiz döndüğünce hakkında oluşan kanaatimizi yazacağız.
Mehmet Genç Hocanın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Ve Ekonomi II” adlı kitabı 2022 yılında Ötüken Neşriyat tarafından basımı yapılmış ve ikinci cildin birinci basımı olan, Birinci Bölüm Osmanlı Sosyal–İktisadi Sistemi ve Değişimi, İkinci Bölümü Mali Kurumlar, Üçüncü Bölümü Ticaret Hayatı, Dördüncü Bölün Diğer Konular, Bibliyografya, Dizin den oluşan 243 sayfadan ibarettir. Her Bölüm başlığı altında farklı alt başlıklar bulunmaktadır.Mehmet Genç Hocanın 24 çalışmasının yer aldığı “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi I” Birinci cildin çıktığı 2000 tarihinden sonra yapmış olduğu çalışmalarının yer aldığı “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Ve Ekonomi II” adlı kitabında 22 çalışması yer almaktadır. Mehmet Genç Hoca bu kitabında mülakat, konuşma, notlar, röportajlar ve konferanslardan oluşacak “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Ve Ekonomi III” kitabının hazırlık çalışmalarının devam ettiğinin de müjdesini vermektedir. Ayrıca Mehmet Genç’in Erol Özvar ile birlikte hazırladıkları “Osmanlı Ekonomisine Dair Konuşmalar I” adlı eserinin dört cilde tamamlanacağını ve yine Erol Özvar ile birlikte hazırlayıp Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan “Osmanlı Maliyesi, Kurumlar ve Bütçeler” adlı kitabın da Ötüken Neşriyat tarafından basımının yapılacağı müjdesini vermektedir.
Mehmet Genç Hoca Osmanlı tarihçiliği üzerine tam 60 yıldır yaptığı araştırmalarla açmış olduğu yeni ufuklar ve Osmanlı hakkındaki yanlış kanaatleri düzeltmesine rağmen yukarıda bahsettiği çalışmaları da basıldıktan sonra bile hala Osmanlı çalışmaları hakkında aynen asistanlığı sırasında doktora tezini yazarken aldığı benim bilgilerim Doktora tezimin açıklanmasına yetmiyor, onun için doktora tezini yazamam anlayışına yakın bir anlayış ile “Osmanlı tecrübesi üzerinde 60 yıldan beri devam ettirdiğim anlam ve anlatma çabasını ikmal edemeden sonlandırmak mecburiyetinde kaldığım için müteessirim.” (S:11) diyerek ilmin sonunun olmadığını da ifade etmektedir.
Mehmet Genç Hoca Tarihi dönemlendirmelerini, hele hele Türk Tarihi üzerinde, Türk Tarihinin de Osmanlı tarihi üzerinde yapılan “Kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve dağılma” şeklindeki dönemlendirmeleri “Tarihimize Giydirilen Deli Gömleği” (S:15) olarak görmüş ve bu husus başlı başına bir makale olarak ele almış, kendi çözümlerini de sunmuştur.
“Tarih dediğimiz zaman yaşanmış olan tarih ile onun hakkındaki bilgilerimizin her ikisi de söz konusudur” (S:15) diyen Mehmet Genç Hoca tarihin yaşanmış olaylar ve bu olaylar hakkında epistemik aletlerle yakalayabildiğimiz bilgilerden oluştuğunu ve Türkçe ile birlikte bütün dünya dillerinde tarih kelimesinin bu iki anlamı birlikte ihtiva ettiğini ifade etmektedir. Tarihin kullandığı çeşitli kalıntılar arasında zihnimizdekilerin çok azının kaydedildiği yazılı belgelerin tarihin yaşanılan olayların çok daha azı olduğunu, bu belgelerin dışında kalanların kaybolduğunu, bize ulaşan belgelere kaydedilmiş tarihi olayların da bize intikal eden kısmının nacak küçük bir bölümünün tasnif edilmiş ve istifadeye sunulmuş olduğunu (S:16) da ortaya koymaktadır.
“Tarihin teorik meselelerini genellikle filozoflar ele alırlar. Ama onlar tarih bilmez; tarihçilerde felsefe bilmez.” (S:16) diyen Mehmet Genç Hoca tarihçilerin dönemlendirme yapmaktan kaçındıklarını ancak filozofların da teorik dönemlendirme yaptıklarını tarihin içinde olup bitenlerin muhtevasına ait bilgilere vakıf olmadıkları için de dönemlendirme yaparken tarihi bilgiye de ihtiyaç olduğu ifade etmektedir. “Dönemlendirme, bir sınıflandırmadır; belli bir kronoloji içinde bir sınıflama.” (S:16) Osmanlı için en bilinen en yaygın sınıflandırmanın “Kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve dağılma” olarak yapıldığını herkesin bildiğini de söylemektedir.
Mehmet Genç “Bizim tasnifimizin, dönemlendirmemizin, eğer dönemlendirme yorumlamayı kolaylaştıran, yönlendiren bir trafik işareti gibi anlaşılırsa, çok açık şekilde bizi yanlış istikametlere sevk eden, yalnız isabetli olmamakla kalmayan, insanı yanlışlara götüren bir niteliği olduğunu söyleyebiliriz.” (S:18) diyerek Osmanlı tarihi üzerinde yaptığımız geleneksel “Kuruluş, yükseliş, duraklama, gerileme ve dağılma” şeklindeki tasnifin Tarihimiz yanlış yorumlamamıza ve Osmanlıya bakış açımızın da olumsuzlaşmaya başladığına işaret etmektedir. 16.yüzyılın sonlarından 17.yüzyılın sonlarına kadar olan zaman aralığı klasik dönemlendirmede duraklama dönemi olarak adlandırılırken Mehmet Genç bu dönemim her ne kadar 15.yüzyıldan16.yüzyıla kadar geçen zamanda olduğu kadar hızlı olmasa da genişlemeye devam ettiğini ve dolayısıyla Exponansiyel (üslü) bir büyüme olmasa da büyümenin yavaş da olsa devam ettiği gerekçesiyle duraklama dönemi olarak adlandırmanın, dönemlendirmenin yanlış olduğunu söylemektedir. Mehmet Genç “genişleme ve daralma dönemleri” (S:19) olarak adlandırılacak bir dönemlendirmenin herkesin hayranlıkla izlediği yükselme döneminden sonra daralma döneminde bir felaketler döneminin değil modern iktisadi büyüme ile kendisinden kat be kat daha güçlenmiş Avrupa karşısında üstelik büyük değişmeyi gerçekleştiremediği halde daha mucizevî bir direniş gösterdiğini görmemizi sağlayacağını savunmaktadır. Mehmet Genç “Avrupa kıtasından genişleme 1354’te başladı ve 1983’e kadar aşağı yukarı kesintisiz devam etti. Ondan sonra da geri dönüş başladı. Viyana’nın kuşatıldığı 1683 yılından imparatorluğun sona erdiği 1922 yılına kadar geçen süre 239 yıldır. Daralmanın ortalama hızı, yıllık 4000 km civarındadır. Aynı sahanın fethi, genişleme döneminde (1354-1683) 329 yılda gerçekleşmiştir ki, bunun da yıllık ortalaması 3000 km kadardır. Gidiş ve dönüş hızları arasındaki fark %30 civarındadır. Ama ilerlerken karşı kampı oluşturan Avrupa’ya oranla dönüşte birkaç misli daha büyümüş, adeta devleşmiş bir Avrupa vardır.” (S:19) diyerek “genişleme ve daralma dönemleri”ni karşılaştırır ve daralma döneminin başarı kriterini tespit eder.
Mehmet Genç Osmanlı tarihini Genişleme ve daralma diye ikiye ayırırken, Osmanlı İktisadi Sisteminin yapısını da ikiye ayırmaktadır. Birinci dönem dediği kısmı başlangıcın hangi tarihten başladığından bahsetmese de “Osmanlı iktisadi yapısının birinci dönemin başlangıçtan 18.yüzyılın sonlarına kadar çok uzun bir süreyi kapsar” (S:22) diyerek muhtemelen 1299 da kurulmuş imparatorluğun başlangıç yılları esas alınarak 18.yüzyıl sonlarına kadar yaklaşık 600 yüzyıllık bir dönemi kapsamaktadır. İkinci dönem diye adlandırdığı kısım için de “19.yüzyılın başlarından itibaren yavaş yavaş temelleri atılan ama yüzyılın ortalarından sonra netlik kazanan değişmelerin çerçevelediği ve modernleşmeye yöneldiği açıkça belli olan ikinci dönem ise yüzyıldan daha kısa bir süreye inhisar eder.” (S:22) yüzyıldan daha kısa bir süre olduğunu ifade eder.
Osmanlı ziraat üretim tarzında temel aldığı üretim birimi olan küçük ölçekli aile işletmelerinin arazinin verimliliğine göre 60-150 dönüm arsında bir araziden oluşur, arazinin mülkiyeti devletin elindedir, bu sayede parçalanmadan babadan oğla geçmesi sağlanır, mülkiyeti devletin elinde olan arazinin fertler arasındaki transferi izne tabi olup çiftçilerin toprağı terk ederek gitmelerine veya işlemeden boş bırakmalarına müsaade edilmezdi. (S:23) En küçük zirai işletme tipi olarak esas alınan aile işletmelerinin beslemek zorunda olduğu en küçük yönetim birimi olarak da ‘kaza’ denilen kasaba esas alınıyordu. Mehmet Genç kasabanın sınırlarını “Merkezinde genel olarak 3-20 bin civarında bir nüfus barındıran kasaba veya şehirle ona bağlı, sayıları 20-30’dan 200’e kadar değişebilen köylerden oluşan ve alan olarak 500-3000 km büyüklüğündeki bu dar bölge, çeşitli fonksiyonları içeren geniş yetkilerle donatılmış bir kadı’nın denetimi altında yalnız iktisadi değil aynı zamanda mali ve idari bakımlardan da temel birimi meydana getiriyordu.” (S:23) diyerek kazanın sınırlarını tayin ederek en küçük iktisadi, mali ve idari yönetim birimi olduğunu ifade eder. Bu kaza bölgesinde üretilen ürünler önce kazanın ihtiyacını karşılaması gerekirdi. Kazanın ihtiyacını karşılamadan dışarı ürün gönderilmezdi. Kazanın ihtiyacını karşıladıktan sonra sırası ile ordu ve sarayın ihtiyacını karşılar kalan mallar da daha sonra İstanbul’a gönderilirdi.
Osmanlı ekonomik sisteminde ihracat üretim faaliyetinin düşünülen bir hedef değildir. Gerektiğinde gümrük vergileri ile sınırlanır. Yine de geride ihraç edilecek mal varsa izne tabidir.
Osmanlı ekonomi sisteminde esnafa tanınan kâr hadleri %2-20 arasında ancak ortalama %10’dur. Bu kar oranları ile esnafın sahip olabileceği sermaye birikimleri de sınırlıdır. “Mesela 17.yüzyıl boyunca Bursa’da 18.yüzyıl başında Şam’da, 17.ve 18.yüzyıllar boyunca Kahire’de yaşamış yüzlerce esnaf ve tüccara ait terekelerin ortalama değerlerine göre hesaplanan servet büyüklükleri esnaflarda 400-1000 kuruş arasında, tüccarlarda da 1500-4000 kuruş arasında değişmektedir.” (S:31) Esnaf ve tüccarların bu sermaye birikimlerini genişletebilmeleri için Mehmet Genç’e göre ortalama kâr olan %10’un altında kredi bulmaları gerekir. Batı Sanayi devrimini yapmadan önce Hindistan, Çin gibi Asya’nın Güneyinde bulunan çoğu ülkeyi sömürmüş bütün ekonomik değeri olan maden, pamuk, pamuk ipi, altın, gümüş vs. hepsini İngiltere ve Hollanda yanı sıra İspanya Portekiz gibi ülkeler taşımış sermaye birikimini sağlamış, daha sonra bu sömürülen bölgelere Amerika kıtasını da katarak sermaye birikimi daha da artırmış ve kapitalist sanayi devrimini bu sermaye birikimi üzerinde gerçekleştirmiştir. Ama Mehmet Genç’e göre Osmanlı ekonomik sistemi aşırı kâr yapmaya müsaade etmediği gibi miri toprak yapısı zirai alanda 60-150 dönümden fazla arazi sahip olmaya da engel olmuş dolayısıyla Osmanlı sermaye birikimi dönüşümünü inanç zihniyetine ters geldiği, ekonomik sisteminin gayesi kapitalistler yaratmak olmadığı halkın eşit refah seviyesini temin etmek ve sürdürmek düşüncesinde oldukları için dönüştürememiştir. Mehmet Genç’e göre Osmanlı yönetimi ekonomide bile isteye “Osmanlı yönetimi birikimci ve gelişmeci değil, bölüşümcü ve refahı yaygınlaştırıcı yolu tercih etti.” (S:37)
Mehmet Genç’in “17.yüzyıl hiçbir şekilde duraklama/durgunluk olarak nitelenmesi mümkün olmayan, Osmanlı tarihinin son derece dinamik, kaynayan yüzyılıdır.” (S:40) tespiti ile Ahmet Güner Sayar’ın her ne kadar sadece 17.yüzyıl için söylemiş olmadığı duraklama ve gerileme dönemleri için birlikte söylemiş olsa da “Osmanlı ekonomisi Sanayi devrimini hiç başaramadı değil, o yıkılırken bile bazı sanayi yatırımları yaparken, ekonomisi gelişip dönüşürken yıkıldı” tespiti ile aynı anlama gelecek bir mana içermektedir. Ancak Mehmet Genç bu 17.yüzyıla sanayileşme değişimi açısından bakmamış bu yüzyılda tahta çıkmış 9 padişahın 5’i tahtan indirilmiş 2 padişah öldürülmüş, bir valide sultan katledilmiş, ayrıca Osmanlı tarihi boyunca katledilmiş 3 şeyhülislamın da bu yüzyılda katledildiği açısından bakarak bu yüzyıla kriz ve değişim yüzyılı gözüyle bakmıştır. Bunu sebebini de 16.yüzyılın sonlarından itibaren devletin gelirleri ve giderleri arsında oluşan dengesizliğe bağlar. “Bir yandan giderlerde muazzam bir artış var, diğer yandan gelirlerde aynı oranda bir artış yok.”(S:41)
Geniş ve nüfusu seyrek imparatorluk topraklarında vergi toplamak için büyük masraflı olacağı için mali bürokrasi oluşturmak yerine bir nevi özelleştirme olan iltizam sistemini seçen Osmanlı, 15.ve16 yüzyılda ilk zamanlar bu sisteme askeri, sivil, gayrimüslim hatta yabancılar da girerek rekabet oluşturup iltizam alabiliyor, bu yüzden devletin vergi gelirleri de yüksek oluyordu. 16. Yüzyılın sonlarından itibaren ise rekabet azaldı, emekli yeniçeriler bu iltizamları almaya başladı, tımarlı sipahilerin savaştaki önemi azalıp ateşli silah kullanan piyadelerin önemi artınca tımarla iltizama dönüştürülüp asker kökenli yaşlı emekli yeniçerilere verilerek vergiler artırılmaya çalışıldı. 17. Yüzyılda yeniçeriler askeri diğer zümre mensuplarıyla birlikte sadece yabancıları değil yerli reayayı da istisnai duruma düşürerek sisteme hâkim oldular. İltizamların askeri bir zümrenin eline geçmesi rekabeti azatlı, rekabetin azalması vergi gelirlerinin düşmesine sebep oldu. Vergi gelirlerinin düşmesi de bütçe açıklarını büyüttü. Ve dolayısıyla Mali kriz büyüdü. Mali krizi azaltmak için daha çok tımar iltizama dönüştürülüp emekli yeniçerilere verilerek vergi gelirlerinin artırılması terci edildi. Ancak tımarlı sipahiler azalınca barış zamanında iç güvenliği de sağlaya tımarlı sipahilerin azlığı celali isyanlarının çıkmasına sebep oldu.
Osmanlı mali sisteminin bozulmasında diğer etkenler; Portekiz’in Ümit burnu denizyolunu keşfi ve ticarete buraya kaydırması, Osmanlı devletinin ümit Burnu deniz ticaretini önlemek için İngiltere ve Hollanda’ya Osmanlı toprakları üzerinden ticaret yapmalarını teşvik için gümrük vergilerini düşürmesi, 17.yüzyılda Osmanlının Batı ile ticaretinin %70’nin İngiltere ve Hollanda ile olmasıdır. Bu etkenler de Osmanlının vergi gelirlerinin azalmasına ve mali sistemin bozulmasın sebep olan dış sebeplerdir. Bu mali bozukluğun yanında süre gelen savaşların maliyetinin %50 bazen de %100 artması, ancak savaş kazanılamadığı için savaşın ganimetle finansmanı engellenmiş, kaybedilen savaşlar sonrası yüklenen tazminatlar da mali düzenin bozulmasını daha derinleştirmiştir.
Mehmet Genç sanayi devriminin yaptığı değişimi “Sanayi devrimi ile büyüme (…) kesintisiz teknolojik yeniliklerin kaynağını oluşturan bilim devrimi ile, 19.yüzyıl ortalarından itibaren kenetlenmesi sayesinde muhtemelen kesintiye uğrama riskinden en azından günümüze kadar” (S:46) kurtularak bilim ile işbirliği yaparak başardığı kanaati, Mümtaz Turhan hocanın Batı’nın ilmi zihniyetini, sürdürülebilir araştırma, deneme yeni veriler toplama, tabiatı gözlemleme metotlarını ilmi metodumuzun aslı yapmamız gerektiği düşüncesiyle tıpa tıp aynıdır. Nitekim Batı’da bir kere keşfedile makine sanayi devrimini gerçekleştirmemiştir. Keşfedilen makineyi ilim devrimi sayesinde sürekli geliştirmek Sanayi Devrimini gerçekleştirmiştir.
Yukarıda Mehmet Genç’in Osmanlı tarihini “Genişleme ve Daralma” diye ikiye ayırırken Osmanlı ekonomik sistemini de “Birinci Dönem ve İkinci Dönem” diye ikiye ayırdığını ifade etmiştik. Mehmet Genç Birinci ve İkinci dönem diye ayırdığı Osmanlı Ekonomik Sistemin de Birinci Döneme bir isim veriyor ve artık bu dönemi “Klasik Dönem” diye adlandırarak sınırlarını “başlangıçtan [1354 tarihi] 18.yüzyılın sonlarına kadar” tayin etmektedir. İkinci Dönem dediği “Modern Dönem” dediği dönemin sınırlarının “19.yüzyılın başlarında başladığını ancak yüzyıldan daha kısa bir süreyi inhisar eder” (S:47) tayin etmektedir.
Mehmet Genç’in Osmanlı Sanayisi hakkında kullandığı “Mesela İstanbul’da1551-1805 arasında faaliyette bulunan tezgâh sayısı ortalama yıllık %1 civarında bir artışla 10 misli büyüdüğünü bildiğimiz ipekli imalatında, muhtemelen uzmanlık ve maharet, hatta teknolojide ve dolayısı ile verimlilikte bir ilerleme olduğu için, üretim hacmi biraz daha hızlı büyümüştür.” (S:55) ifadesinde Osmanlının sanayileşemeye ve bu yolda üretim kapasitesini ve üretim teknolojilerini geliştirdiği gibi üretin tekniklerini de geliştirerek kaliteli, hızlı ve daha fazla ürün üretmeyi gerçekleştirdiğini görüyoruz. Mehmet Genç bu durumu da “Büyümeye açık, ama onu gelişmeye dönüştürecek değişimlere kapalı bu yapı özelliği, iktisadi politika ilkelerinin oluşturduğu koordinatın adeta merkezinde yer aldığı için titizlikle korunan ve desteklenen esnaf örgütlerinde kaynak tahsisinsin, piyasa mekanizmalarından ziyade idari-siyasi kararlar ve kurumlarla yönlendirmesinden kaynaklanıyordu. Hedef eşitlikçi yapıyı mümkün olduğu kadar korumaktır.” (S:55) diyerek üretimde meydana gelen artışların teknolojiyle doğan değişen üretim araçlarının üretim kapasitesini artırmasından değil de üretim araçlarının sayısını artırarak sağlandığını açıklamaktadır. Bir nevi emek yoğun sanayileşme diyebiliriz. Mehmet Genç’e göre Osmanlı İktisadi sistemi “Osmanlı yönetimi, birikimci ve gelişmeci değil, bölüşümcü ve refahı yaygınlaştırıcı yolu tercih etti.”ği (S:56) için makineleşerek sanayileşme ve sermaye birikimini büyüterek kapitalist yatırımcılar eliyle kalkınmayı bilerek istememiştir ki F.Sabri Ülgener ve Ahmet Güner Sayar da bu durumu zihniyet yapısıyla açıklamaktadırlar. Mehmet Genç’in “Osmanlı mirasçısı olarak otuz kırk kadar devlet var; bunların hepsi, ‘modern iktisadi büyüme’ fenomeni ortaya çıktıktan, hatta bir şekilde ideolojik mihver haline getirildikten sonra doğdular. Ama buna rağmen, başarılı bir büyümeyi gerçekleştiren olmadı. Bu da Osmanlı mirası mıdır, yoksa başka, bambaşka bir izaha mı muhtaçtır?” (S:58) sorusuna istisnalarıyla birlikte bunun İslam İktisat Zihniyeti olduğunu söyleyebiliriz. F.Sabri Ülgener Hocanın da dediği gibi inançlar zihniyeti, zihniyet de İktisadi ilkeleri oluşturur. Osmanlı İktisadi zihniyeti de İslam’ın inanç kaidelerinden çıkardığı kuralların oluşturduğu zihniyetinden hâsıl olan iktisadi bakışının neticesinde aldığı kararların sonucu oluşturduğu bir sistem olarak yaşamıştır.
Mehmet Genç Osmanlının bir sosyal devlet olduğunu Ortaçağdan günümüze Batı devletleri ile yaptığı dilencilik ve fakirlik oranlarını karşılaştırarak “Gemerek’in verdiği rakamlara göre yoksulluk ve dilenciliğin Batı dünyasında çok büyük boyutlara vardığı. Fakir olarak kabul edilenlerin 17.ve18.yüzyıllarda nüfusun %40’ını aştığı Fransa ve İngiltere’de dilencilerin de toplam nüfusa oranı %10’a yaklaşmaktaydı. Osmanlı dünyasında ise benzer istatistikleri oluşturmak teknik bakımdan zor olmakla birlikte, dilencilikle ilgili mevcut veri ve gözlemlerin hepsi Avrupa’daki muadili durumla kıyaslanmayacak derecede düşüktü.” (S:70) şeklinde yaptığı kıyaslama ile ortaya koyar. Ancak daha önceki kitabında da belirttiği gibi Müslüman tebaadan olanlar arasında dilenciden bahsedilmezken gayrimüslim tebaadan oluşan altı bin civarı vergi mükellefi azınlık nüfus içinden sadece bir dilenci mevcut olduğundan bahsetmiş olması bununda istatistikî bir değerinin olmayacağının alametidir. Bunun yanında farklı bir belgede de “bir teftiş raporuna göre İstanbul’da 1736’da hepsi gayrimüslim olmak üzere, yalnız 322 kişinin dilencilik yaptığı tespit edilmiş ve bunların da sadece 70’inin dilenecek derecede fakir oldukları görülerek Pazar günleri kilisede dilenmelerine izin verilmiş.” (S:82) olduğu bilgisini ifadeyle dilencilerin bu sayısının o zamanki İstanbul nüfusuna oranının10.000’de 1 derecesinde ancak olduğu durumunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Mehmet Genç yine “nüfusları 500.000 civarındaki Paris ve Londra’nın her ikisinde ellişer bin kişilik bir dilenci kitlesinin sokakları doldurduğunu” (S:82) Gemerek’ten bize aktarmaktadır. Ancak Mehmet Genç 19.yüzyılın ikinci yarısından sonra Osmanlıda da fakirlik ve dilencilik istatistiklerinin değişmeye başladığını (S:70) ve Osmanlıda fakirlik ve dilenciliğin de görülmeye başlandığını ifade eder.
Mehmet Genç Osmanlı İmparatorluğunu Türklerin en uzun yaşayan devleti olduğunu söyledikten sonra İslam dünyasında da tek olduğunu ancak Dünyada eski Mısır, Çin, Roma, Bizans gibi birkaç devletten sonra geldiğini ifade ile yaşama süresi bakımından büyüklüğünü ifade ile ancak Osmanlı imparatorluğunun eski Mısır ve Çin gibi farklı hanedanlarla yönetilerek uzun yaşayan devletler olduğunu Osmanlının ise tek hanedanla yönetilen ilk ve tek devlet olduğunu vurgular. Ayrıca Mehmet Genç Osmanlı imparatorluğunun “Ancak hâkimiyeti altındaki bölgelerde yaşayan soy, dil, mezhep, kültür vb. bakımdan dünya tarihinde en büyük çeşitliliği yöneten bir siyasi sistem olmak itibarı ile rakipsiz olarak, birinci sırada yer alır.” (S:71) diyerek hanedan olarak tek olmasının yanında başka bir teklik özelliği olarak yönetimi altındakilerin çeşitliliğini de ortaya koyar, ve bütün bu özelliklerin tesadüfen kazanılmadığını söyler. Mehmet Genç ayrıca Osmanlı imparatorluğunun ‘devlet-i aliye-i ebed-müddet’ isimlendirmesini kullanmaya başladığı 1500 yılından itibaren niçin kullandığının iki gerekçesini açıklar ki; onlardan da birincisinin sosyal-iktisadi düzen, ikincisinin de vakıflar olduğunu ifade eder.
Sanayi öncesi ekonominin imkânlarıyla refahı herkese ulaştırmanın hiç de kolay olmadığı bir ortamda Osmanlı “devletin bütün eşitlikçi gayretlerine rağmen, tümü ile kaldırılması mümkün olmayan fakirliği de olabildiği kadar azaltmak için gerekli sosyal yardım amacıyla kurulan imaretler, tekke ve zaviyeler, kervansaraylar, hanlar gibi fakir ve yolcuların gıda ve barınma ihtiyaçlarına cevap veren tesislerin hemen tamamı” (S:82) Vakıflar sayesinde finanse ediliyordu. Vakıf Kurumu Osmanlıyı aynı zamanda sosyal bir devlet haline getiriyordu. Mehmet Genç Osmanlı ekonomik sisteminin “her türlü sistemik gayrete rağmen oluşması engellenemeyen fakirliğin de, dilencilik düzeyine kadar inmesini önlemeyi” sağladıkları vakıfları “Benimsemekle kalmadılar, onu büyük ölçüde geliştirdiler, yaygınlaştırdılar ve yeni unsurlarla zenginleştirerek vakıf tarihini yeni bir aşamaya getirdiler.” (S:83) diyerek adeta yeniden icat ettiler der. İcat ettiler derken yeni unsurlar olarak ekledikleri “Para vakıfları” ve “icareteyn” (‘Çift-kirlama’ yıkılmış vakıf malını tamir eden kişiye daha az bir kira ile uzun süre kiralama sistemi) sistemleri ile vakıfları tabana yaymış, kurulmuş vakıfları da tahrip olduklarında tamir ettirilerek ekonomi içinde kullanımını sağlayarak faydalılık ömrünü uzatmışlardır.
Tarihi olarak Abbasilere kadar geri giden, Selçukluların son zamanlarından özellikle de İlhanlılar döneminde yaygınlaşmış olan mukataa “Vergilerin belirli bir meblağ karşılığında iltizama verilmesi” anlamında kullanılırken “zamanla iltizamın konusu olan vergi birimi anlamına doğru semantik bir kayamaya sahne olmuştur.” (S:97) Osmanlı da 15.yüzyılın ortalarında başlayan bu değişim yüzyılın sonunda tamamlanmış ve 19.yüzyıl ortalarına kadar “hazineye ait bir kısım vergilerden oluşturulmuş birer mali birim” (S:97) anlamında kullanılmıştır. Mukataa yerine ‘Maktu’, Rumeli’de Türkçe olarak ‘kesim’, Güneydoğu ve Suriye bölgesinde ‘dimos’ kelimeleri de kullanılırdı. “mukataanın içerdiği vergi ve resimlerin çeşidi artıkça, kapsadığı mekânın sınırı daralmakta, buna karşılık tek bir vergi unsuru içeren mukataanın mekân sınırları da o ölçüde genişlemektedir.” (S:98) Osmanlı imparatorluğunda 17.yüzyıl sonlarında kayıtlı mukataa birim sayısı 400-500 kadardı.(S:101)
“Devlet için vergilendirmenin, şematik olarak ifade edersek, başlıca iki metodu vardır. Bugün hemen her ülkede görülen, maaşlı memurlarla vergilendirme yapılabilir, yahut vergilendirme işi özel teşebbüs olarak faaliyette bulunan şahıslara belirli şartlarda devredilebilir. Osmanlılar, emanete ve iltizam usulleri diye adlandırdıkları bu metodların her ikisini de kullanmışlardır. Ancak başlangıçtan itibaren iltizamı, giderek belirginleşen şekilde, emanete tercih etmişler ve bu tercihlerini 19.yüzyılın ortalarına kadar pek değiştirmemişlerdir. Tanzimat’tan itibaren tercih istikameti emanetin lehine değişmekle birlikte, iltizam tam olarak tavsiye edilemeden imparatorluğun sonuna kadar yaşamaya devam etmiş ve Osmanlı düzeninin yaşıtı sayılabilecek nadir kurumlardan biri olma niteliğini kazanmıştır.” (S:106) diyerek Osmanlı vergi sisteminin hakim olan şekliyle iltizam olduğu ancak emanet sisteminin de kullanıldığını hatta emanet sistemine geçiş çalışmaları yapıldığını ancak imparatorluğun ömrünün vefa etmediğini ifade etmektedir. “Emanet usulünün iltizamla rekabet edemediği için ortadan kalktığı muhakkaktır. Zira iltizam emanetle kıyaslanmayacak kadar az masraf ve küçük bir bürokrat kadro ile azami vergilendirme imkânı sağlıyordu. (…) Kısaca vergilendirmenin hem mali hem de iktisadi maliyeti bakımından emanet usulünden daha rantabl ve etkin olduğunu ampirik olarak müşahede ettikleri için, Osmanlı otoriteleri başlangıçtan beri iltizamı tercih ettiler ve sahasını giderek genişlettiler.” (S:109) Mehmet Genç iltizam usulünün emanete tercih edilmesini “İltizam usulü, çağın iktisadi şartları içinde rantabiliteden de önemli, vazgeçilmez görünen iki avantaja sahipti. Hazine için gelirleri mevsimlik, hatta konjonktürel dalgalanmalardan koruyucu nitelikte olmak üzere, hem önceden görme imkânı sağlıyordu hem de iç borcun başlıca kaynağı fonksiyonunu yerine getir”mesi (S:110) dolayısıyla asıl sebep olarak görüyordu.
1695 yılında iltizam sisteminin yerine uygulamaya konulan malikâne sistemi için Mehmet Genç “Mâmâfih, bu yoldan, kapitalist tipte bir müteşebbis oluşmadı. Malikaneciler, zengin birer rantiye bürokrat olarak kaldılar.” (S:112) diyerek Osmanlının malikâneciler vasıtasıyla da sanayi devrimini gerçekleştirecek sermayedar oluşturamadığını ama “Rantiye haline gelen malikâneciler, vergi toplamayı fiilen kendileri yapmayıp, ikinci hatta üçüncü elden mültezimlere devretmeye başladılar. Böylece sistem, ekonomi üzerinde vergi yükünü artırıcı ve üretim sektöründen giderek kalabalıklaşan rantiye zümrelerine gelir transferini yürüten bir mekanizmadan ibaret hale geldi”ğini (S:112-113) ifade etmektedir. Bu olumsuzluğu kaldırmak için de “1811-1839 döneminde, bütün mukataalar merkezden tayin edilen vali, mütesellim ve voyvodalara iltizama verilerek idare ettiri”lerek (S:113) böylece merkezi otoritenin temsilcilerinin güçlendirilmesine ve malikâneciler ile taşra ayanının aldığı rantın hazineye aktarılmasına çalışıldı. Gülhane’de okunan 3 Kasım 1839 Hatt-ı Hümayun’undan sonra “1840 yılında iltizam tamamen kaldırılarak vergilerin, yerine oluşturulan muhassıllık örgütü içinde, maaşlı memurlar vasıtasıyla, emanet usulüne göre toplanmasına başlandı.” (S:114) İltizam ve malikâne sistemlerinin kaldırılmasındaki en önemli etken de “iltizamın halk üzerinde meydana getirdiği ve vergilendirmeyi zulüm derecesine vardırmakata olan yükünü hafifletmekti; vergi yükünü gereğinden fazla ağırlaştırdığı kabul edilen iltizam metodu, bu yükün gelirini yalnız halkın değil, aynı zamanda hazinenin de aleyhine olarak genişletmekte olduğu için, tümüyle terk edilirse hem halkın üzerindeki vergi hafiflemiş hem de hazinenin gelirleri artırılmış olacaktı.” (S:114) 1842 ‘de görülen mahzurlar üzerine iltizam ve malikâne sistemine tekrar geri dönüldü.
Malikâne adının kökeni hakkından “Arapça ‘mülk sahibi’ anlamındaki ‘mâlik’ kelimesiyle Farsça ‘-âne’ ekinden türemiş bir kelimedir.”. (S:116) diyen Mehmet Genç İltizam ile Malikâne vergi sistemimi arasındaki farkında “Normal iltizamda müzayede, tahvil denilen bir-üç yıl arasında değişen bir dönem için hazineye ödenecek yıllık vergi (mal) üzerinde cereyan ederdi. Malikâne sisteminde ise bu yıllık vergi miktarı hazine tarafından belirlenmişti ve rekabetle artırılması veya azaltılması söz konusu değildi.” (S:116) şeklinde olduğunu ifade ile ‘kayd-ı hayat’ şartı ile mukataa üzerinden en yüksek ‘muaccele’ vermeyi taahhüt eden Malikâne sahibi beratını aldığını (S:116) ancak malikâneci öldüğü zaman mukataa ‘mahlûl’ olarak yeniden müzayede olduğunu (S:117) söylemektedir.
Kitabı 129 sayfa okuduktan sonra Mehmet Genç’in kitaba başlarken yaptığı araştırmalar ile ortaya koyduğu bilgilerin tamamlanmadığı yönündeki beyanı için diyebiliriz ki yine alçak gönüllülük yapmış, çünkü bu kitapta Osmanlı Vergi Sistemi konusunda anlattıkları artık oturuşmuş, sistemi artı ve eksisiyle tarif eden bir bilimsel bilgi olarak kabul görmüş, alanında yeni ve bilinenleri değiştirecek bilgi bulmanın da pek mümkün gözükmemesi dolayısıyla Mehmet genç’in ortaya koyduklarının aşılmasının da pek mümkün gözükmediği kesinlikte bir sona kavuşmuştur diyebiliriz.
Osmanlı İktisadi sisteminin daha iyi anlaşılması için zamanının temel ihtiyaç maddeleri olan bazı ürünlerin piyasa hareketlerini 129-152.sayfalarında kahve ticaretinin vergilendirilmesi ve kontrolünü, 153158.sayfalarından zeytinyağı ve sabun ticaret ve kontrolünü,159-162.sayfalarda da tuz ve tuzlarlın işletilmesi, ticareti ve kontrolünü anlatan Mehmet Genç kitabında bu konular üzerine yaptığı araştırmalar sonucu arşivlerden çıkarmış olduğu verileri tablolaştırarak, grafikleştirerek göstermeye çalışmış, Osmanlı ekonomik sisteminin bu hususta aldığı tedbirleri ortaya koymuştur.
Osmanlının bazı ürünlere uyguladığı makata, inhisar, imtiyaz, gedik gibi tekelci uygulamaların dışında kalan ve 1826-1838 yılları arasında uygulanan “bazı malların üreticilerden satın alınarak büyük mübadele merkezlerine taşınması ve orada ekseriya ihraç edilmek üzere yabancı tüccar veya bazı hallerde perakende satıcılara toptan satılmasının, kısmen veya tamamen devlet kontrolü ve sermayesi ile örgütlenmesi şeklinde (…) belirli bir ‘ticaret tekeli rejimi’ni ifade ede”n (S:163) yed-i vahid terimi söz konusu yıllardan önce veya sonra başkaca hiçbir uygulama için kullanılmamıştır. Devletin yed-i vahid’e başvurması tamamen vergi gelirlerinin düşmesi ve yeni vergi uygulayacak, vergi oranlarını artıracak başkaca bir alan ve imkân kalmaması dolayısıyla ticarete katılmaya ve tekelci olmaya mecbur kalmıştır. Tam tekel uygulaması sayılabilecek yed-i Vahid uygulamasının ilk ürünü afyondu. “Tezkereli tüccarlar üreticiden devletçe belirlenen fiyattan satın aldıkları afyonu, İzmir’de bütün vergilerini ödedikten sonra kendi mutedil ‘kâr-ı şer’i’lerini de ekleyerek, İhtisab Nazırına stacak; tezkereli tüccarların dışında sadece üreticiler getirip ürününü satabilecek ve başka hiç kimse bu ticarete giremeyeceği gibi, tezkereli tüccar da İzmir’den başka yere götürüp satarsa tezkeresi elinden alınarak bu ticaretten men edilecekti. Dış ticarette yed-i vahid diye bilinen sürecin zirvesi budur. Bu yeni merhalede İzmir İntisab Nazırı devlet adına afyonun tek alıcısı ve ihraç edilmek üzere pazarlamada tel satıcısı haline gelmiş oluyordu.” (S:174) Mehmet Genç yed-i vahid dolayısıyla devletin afyon ihracatında bir önceki yıla göre %75 artış sağladığı, aynı zaman da üreticiye ödenen ücretlerde de (1829 da 32,5 kuruş olan ödemeler İngiliz lirasının kambiyo değerindeki artışın 2 yakın olarak %38’i geçen bir artışla 45 kuruşa yükseltilmiş) (S:177) artış sağlandığını, bu yüzden üretici halkın ve devletin gelirlerinin arttığını ifade etmektedir.
Mehmet Genç Osmanlının İktisadi sistemini ve iktisadi zihniyetini “Osmanlı iktisadi sisteminin niteliği 19.yüzyıldaki büyük dönüşümüyle; o dönüşümü biz çok kere küçümseriz. Tanzimat, Meşrutiyet hikâye filan deriz, ama 19.yüzyılda Osmanlı sistemi, zihni, kurumları çok radikal bir değişime uğradı. (…) Osmanlı sistemi daha önce bizim düşündüğümüz gibi ihracatçı değildi. İhracat çok tâli bir şey, ikinci üçüncü derecede bir şey idi. Osmanlı yönetim elitinin o zaman düşündüğü şey bütün kaynaklar çalışsın, üretim yapılsın boş toprak, emek, sermaye kalmasın; bütün üretilen malları Osmanlı halkları ve yöneticileri tüketsinler. Yalnızca yöneticiler değil halk da. Üretilen malları Osmanlılar tüketirlerdi. Şimdi biz ara sıra Türk sanayi çok güzel mallar yapıyor, fakat biz onları Londra’da New York’ta; Paris’te görüyoruz, a ne güzel diyoruz, bakıyoruz ‘Made in Turkey’, ama buraya geliyoruz döküntü şeyler buluyoruz. Osmanlılar ürettikleri bütün malların ve hizmetlerin en iyilerini içeride kendileri tüketirlerdi. Yöneticiler değil yalnız, halkın da kendi bölgesinde ürettiği mallarda bir nevi önceliği vardı. Onların ihtiyaçları karşılanmadan o bölgenin dışına Osmanlılar mal çıkarmazdı, o bölgenin ihtiyacı karşılanınca da fazlalarını da öyle uluorta yerlere değil İstanbul’a gönderirlerdi. Donanmaya, Orduya, Hükümete ve tabii İstanbul’daki çok büyük nüfus kitlesinin ihtiyacı için yönlendirilirdi. Onun da işi bitince Memalik-i Mahrusa’nın ve Memalik-i İslamiye’nin diğer bölgelerine gönderilirdi.” (S:182-183) şeklinde çok net ve veciz bir şekilde açıklamış, ortaya koymuştur. Mehmet Genç’in bütün çalışmalarının neticesi şu cümlelerin kurulabilmesidir diye biliriz. Modern devlet felsefesinin amacı da “halka en güzeli en iyiyi sunmak” olmasına rağmen bunu çok da başardığını söyleyemeyiz. Herkesin gitmek can attığı fırsatını bulunca gitmek istediği Batı ülkeleri ve özellikle ABD gibi bir ülke bile halkın tamamına yakının refahını eşitleyebilmiş değildir. ABD’nin varoş veya banliyölerinde yaşayan halk sosyal hakların haricinde ekonomik olarak da şehirlerin merkezlerinde yaşayanlardan daha aşağı bir hayat sürmektedirler de ABD gibi süper güç olan bir devlet sosyal ve ekonomik adaleti yaygınlaştıramamaktadır. Yukarıda verdiğimiz bilgilerde de gördük ki Osmanlı vakıf sistemi ile dilencililiği Müslüman tebaada sıfırlarken gayrimüslimlerde de yok denecek mertebeye düşürmeyi başarmıştı.
Mehmet Genç 16.yüzyıldan itibaren Osmanlı imparatorluğunun yaşadığını “durgunluk ve gerileme” olarak gerileme olarak görmeyip tam aksine “çeşitli kriz faktörlerine rağmen bürokraside reorganizasyon ile birlikte özellikle askeri alanda Batılı rakiplerindeki değişmeleri dikkatle takip ederek, kendi iktisadi-sosyal sistemine ait paradigmalarının sınırlarını aşamadan, mümkün olan uyumu sağlama gayretleri içinde genişlemeyi ısrarla sürdürmeye çalışan bir siyasi irade” (S:215) gösterdiğini ancak bu uyumu ve genişlemenin hızının Batılı devletlerin değişim hızını yakalayamadığını şu şekilde “Ancak gelişmenin ve genişlemenin hızı, rakip dünyadakinden yavaştı ve bu sebepten güç dengesi, askeri-iktisadi güç ve potansiyel batı dünyasının lehine değiş”tiğini (S:215) ifade eder.
Osmanlının Batı’daki bu değişime “Osmanlılar daha başlangıçtan itibaren batı ile ilişkilerde, son dinin temsilcileri olarak kendilerini tamamen üstün görüyorlardı; 14.yüzyılın ortalarından 16.yüzyılın sonlarına kadar 250 yıla yakın süre boyunca birkaç istisna dışında, kesintisiz devam eden askeri başarılarla eski dünyanın kalbi denecek bölgeleri fethederek sürekli gelişmiş ve Osmanlı baskısı karşısında Batı’nın savunma hatlarını Avrupa kıtasının ortalarında, Viyana sınırlarına kadar geri çekmek zorunda kalarak kıtanın, Rusya hariç %20’si kadar bir bölümünü kontrolleri altına almış bulunmalarını, yalnız askeri gücün değil, aynı zamanda o gücün kaynağı ve temelini oluşturan iktisadi- sosyal sistemin de üstün ve mükemmel olduğu” (S:216) yöndeki bakışının inancının neticesi vardığı kanaat “Batı’nın başarısı, onun üstünlüklerinden çok, bizim hatalarımızdan doğduğu (…) üstünlüğü yüzyıllarca ispatlanmış olan kendi parlak geçmişimize bakarak, oradan ilham almamız gerektiği düşünülmüş.” (S:216) ve bu düşüncenin 18.yüzyılın ortalarına kadar pek değişmeden kalmış olmasını üstünlük duygusunun kanıtı saymak gerekir.
Mehmet Genç’in yazmış olduğu “Osmanlı İmparatorluğunda Devlet Ve Ekonomi I” ve “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet Ve Ekonomi II” adlı kitaplarında her ne kadar makalelerin başlıkları, anlatım ve ifade tarzları farklı olsa da genelde anlattıkları aynıdır. Bunun sebebi de kendisinin de ifade ettiği gibi farklı zamanlarda farklı yerlerde yazmış olması, sorulan sorulara verdiği cevaplar, sempozyumlarda sunduğu bildirilerden kaynaklanmaktadır. Ele aldığı konula ise hep aynı kalmış, yaptığı arşiv araştırmalardan elde ettiği verilerin yorumlanmasından ibaret olmuştur. Veri aynı olunca da yorumlar kısmi değişiklik gösterebilmiştir. Mehmet Genç’in her iki kitabında ele aldığı parçalı ve farklı makalelerle Osmanlı İktisadi Sistemi olarak bir bütün oluşturmaya çalıştığı aşikârdır. Bu sistemin parçaları olarak gördükleri de; Provizyonizm, Fiskalizm, Tradisyonalizm, Malikâne sistemi, üretim faktörleri toprak, sermaye ve emeğin kontrolü ve tasarrufu, dağılımı, mübadelesi ve fiyatlarının kontrolü, mukataa sistemi, esham sistemi, tımar ve iltizam sistemi, Miri Toprak rejimi, malikâne-divani sistemi, dilencilik, Osmanlıda vakıf sistemi, Ahilik ve Esnaf Loncaları, Vergi toplanması ve Gümrük vergilerinin seyri ve oranları, gümrük muafiyetleri, kapitülasyonlar, yed-i vahid, ithalat ve ihracat, modern üretim istemlerine yapılan yatırımlar, nazır, imaret sistemi olmuş ve devamlı olarak bu kavramların çalışma sistemlerini farklı ifade tarzları ile anlatmaya bir ömür vakfetmiştir.
Mehmet Genç böyle bir şeyi doğrudan doruya demese de bizim onun anlattıklarından çıkardığımız netice Osmanlı ekonomik sistemi “zenginin daha zengin fakirin daha fakir olduğu” bir anlayışı engelleyen ve eşitlik ilkesini uygulayan bir sistemdir. Osmanlı vahşi kapitalist sitemin kurallarının toplum içine girmesine de engel olarak İslam’ın helal ve haram anlayışını temel alan bir sosyal adalet anlayışını devlet ve ekonomik sisteminde başarıyla uygulamıştır. Yani kısaca diyebiliriz ki Osmanlının eşitlikçi ve halkın azami refahını sağlamaya yönelik izlediği iktisadi politikaların adı İslam ekonomik sistemiydi.
Çalışkan ve bilim titizliğine sahip bir âlimi kendi deyimi ile tarif eden “Yaptıklarım Yapacaklarımın Yan Ürünüdür” diyerek daha son ve asıl eserini vermeden aramızdan ayrılan Mehmet Genç Hocaya Allah’tan Rahmet diliyorum.

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,99 M - Bugn : 20475

ulkucudunya@ulkucudunya.com