Satrançtan Go’ya: ÇinABD rekabeti
Prof. Dr. Deniz Ülke Kaynak 01 Ocak 1970
Çinlilerin “weiqi”, Korelilerin “Baduk”, Japonların ise “Go” adını verdikleri, binlerce yıllık geçmişe sahip zekâ ve strateji oyunu, aynı zamanda Uzak Doğu’nun kültürel kodlarını da yansıtan bir araç niteliğinde. 19x19’luk bir tahta üzerinde oynanan bu oyunun eğitimi, okullarda zekâ ve karakter gelişimi için veriliyor.
Basit ama bir o kadar da karmaşık, kolay öğrenilebilen ama bir o kadar da zor oynanan bir oyun Go. Taşlar yerleştirildikten sonra hareket etmiyor ama rakip tarafından kuşatıldığında ölüyorsun. Özelliği; sabır, denge ve uzun vadeli planlamayı esas alması.
Satranç ise Hint ve İran mahreçli olsa da Ortaçağ’dan itibaren Batı dünyasının kültür alanına dahil edilen ve oranın kültürel kodlarıyla modernize edilmiş bir strateji oyunu. 8x8’lik bir tahta üzerinde farklı hareket kabiliyetleri olan taşlarla karşı tarafın en değerli oyuncusu olan şahı, mat etme hedefi var. Hem saldırı hem de savunma halinde olmanız şart.
Günümüz dış politika arenası, Batı sisteminin dünyaya bakışını yansıtacak şekilde bir satranç tahtası olarak görüldüğünden, dünya da buna paralel bir okumaya tabi tutuluyor. Ama ya birisi oyunu satranç tahtasından alıp Go tahtasına çektiyse…
Go tahtasında rekabet
21. yüzyılın büyük güç rekabeti sadece askeri, ekonomik ya da jeopolitik değil, teknolojik ve psikopolitik alanda da derinleşen bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Bu mücadeleyi anlamak eski paradigmalarla mümkün değil. “Trump ve ekibi ne yapıyor; niçin yapıyor; nasıl yapıyor; akıllı mı deli mi; nereden çıktı şimdi bunlar” gibi soruların cevabı için tsunami gibi yükselen ve ilk dalgaları kıyılara vurmaya başlayan Çin depremine iyi bakmak gerekiyor.
Oyun, artık satrançtaki gibi merkezde ve kanlı çarpışmalar ve kurbanlarla devam etmiyor. Kenarlardan sabırla taşları dize dize merkezi kuşatma altına almış olan Çin, 19. yüzyıldan itibaren “utanç yüzyılı” olarak tanımladığı ve emperyalist Batı saldırısından aldıkları derin yaralarını inançla sardıkları bir dönemin kapanış seramonisini yapıyor.
ABD ise Trump öncülüğünde, saçmalık gibi görünen tüm o yaptıklarını yapmaya bir anlamda mecbur. Merkezdeki kavganın şehvetinden ve narsist efendilik imgesini gerçek zannetmesinden olacak, çevredeki kuşatmanın hangi aşamaya geldiğini ancak anlayabildiler. Bütün dünya halklarını karşınıza aldığınız, kendi koyduğunuz kuralları, kurduğunuz kurumları değersiz kıldığınız; diğerlerinin direnişine rağmen kurabileceğinizi öngördüğünüz imparatorluk modeli işlemiyor. Siz ‘şah’ değilsiniz; veziriniz de yok! Oyun da zaten artık satranç değil.
ABD Çin nereye?
ABD’nin dünya üzerindeki konumunu yeniden tarif etmeye başladığı bir dönemde eski paradigmalar, yani demokrasi, liberal ekonomi, özgürlükler, Batı ittifakı gibi temalar artık geçersiz.
Tsunamiye karşı duvar örme çabasında olan bir Trump yönetimi var. Ne kadar başarılı olabileceğini göreceğiz. Ortada bir strateji olmadığı inancı ise yanlış ve dünyayı ille Mearsheimer, Brzezinski gibi isimlerin gözlüğünden okumamız gerekmiyor.
Yeni rekabet hem alternatif ticaret yollarını güvence altına alacak jeopolitik hatlarda ve hem de teknoloji ve siber alanda yoğunlaşmış durumda. ABD yönetimi Çin’in özellikle yarı iletken, 5G ve yapay zekâ alanlarındaki yükselişini, lisans yasakları, ihracat kısıtlamaları ve şirket ambargolarıyla frenlemeye çalışıyor. Trump’ın ilk döneminden beri yasaklama; kısıtlama ve müttefikleri zorlama stratejisi bir netlik içeriyor. Çin, bir rakipten çok, fazla açıktan ifade edilmese de bir düşmana dönüşmüş durumda.
Çin ise Deng Xiaoping’in “ışığını gizle, zamanını bekle” stratejisinden "zamanı geldi" aşamasına geçmiş bulunuyor. Mütebessim yüzleriyle (!) ekonomik ve teknolojik alanda güçlenmeyi, altyapı yatırımları ve teknoloji ihracı yoluyla küresel etki alanlarını genişletmeyi başardılar. Alternatif pazarlar geliştirirken, iç talebi de güçlendirdiler; ASEAN ile Afrika arasında ekonomik bağlarını derinleştirmeyi başararak sistemin merkezini kenardan çevreleyen bir ağ kurmayı başardılar.
Afrika artık bir Çin kıtası; Avrupa diz çökmüş durumda; Putin’in Rusyası ise (Trump’a kadar) zorla Çin’in kollarına itilmiş bir halde. “Tek Kuşak Tek Yol” (OBOR) girişimi, yalnızca yaklaşık 80 ülkeyi bir araya getiren, kara ve deniz yolları boyunca uzanan bir entegrasyon alanı değil, Go taşları gibi yerleştirilen fiber optik ağlar, yapay zekâ merkezleri ve bulut sistemleriyle örülü yeni bir sistem önerisi.
Ejderhanın içinde taşıdığı yakıcı ateşi görmezden gelmek ise tam bir delilik.