« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

09 Oca

2012

MHP NE YAPMALI? (17)

09 Ocak 2012

İki de bir kurucu lider diyorum; nedir, bu kurucu lider? Lider ile kurucu lider arasında ne fark var? Kurucu lider ile lider arasındaki farkı şöyle ifade edeyim; M. Kemal Atatürk kurucu liderdir, İsmet İnönü ve ardından gelenler liderdir… Lenin kurucu liderdir, Stalin ve ardından gelenler liderdir… Mao kurucu liderdir, Liu Shaoqi ve ardından gelenler liderdir… George Washington kurucu liderdir, John Adams ve ardından gelenler liderdir.
Anlaşılmadıysa şöyle açıklayayım. Kurucu lider, dünya görüşünü oluşturarak, buna uygun teşkilâtı kuran kişidir! Dolayısıyla teşkilâtın gayesini; ilk, ulaşılabilir, nihaî ve esas amaçlarını, kadrosunu ve genel olarak teşkilâtın insan modelini, gayeye ulaşmak için kullanılacak maddî olan ve olmayan vasıtaları; metodu, politikaları, stratejileri, prensipleri, malzemeleri vb. belirleyen, teşkilâtın yerini seçen, teşkilâtın kuruluş zamanını tespit eden, teşkilâtın zamanlamalarını yapan kişidir! Ve elbette sonra da kurduğu teşkilâtı idare eden lider kişidir!
Lider ise kurucu lider tarafından kurulmuş olan teşkilâtı, kurucu lider tarafından belirlenen esaslar dâhilinde idare eden kişidir! Lider, kurucu lider tarafından belirlenmiş dünya görüşünde, gayede, vasıtalarda, insan modelinde, yer de zaman da ve zamanlamalar da değişiklik yapamaz, yapmaya kalkarsa teşkilâtta ciddi sıkıntılar doğar. Belki isyanlar bile çıkar… Meselâ Stalin, kurucu lider Lenin’in belirlediği esaslarda değişiklikler yapmaya kalkmış ve fakat bu SBKP içinde ciddi sıkıntılara ve dolayısıyla sayıları milyonlarla ifade edilen tasfiyelere sebep olmuştu! MHP’deki bugünkü sıkıntıların önemli sebeplerinden biri de Devlet Bahçeli’nin Kurucu Lider Alparslan Türkeş’in koyduğu esaslardan sapması, MHP’yi bu esaslara aykırı şekilde yönetmeye çalışması ve bunun, ülkücüler arasında doğurduğu tepkiye karşılık, kendisini ve yönetim modelini değiştireceği yerde ülkücüleri tasfiye etme operasyonları düzenlemesidir!
Netice olarak kurucu lider, nadir bulunan bir büyük adamdır! Ancak büyük adamların müspet olanları bulunduğu gibi menfi olanları da vardır… Müspet büyük adamlarınsa bir de kahramanlık yönleri vardır… Müspet büyük adamlar aynı zamanda ender bulunan kahramanlardır! Nitekim insanoğlunun tarihi bir bakıma yalnızca ‘büyük adamların tarihinin bir parçasıdır!’
Büyük adamların her şeyleri büyüktür! İmanları, amelleri, ihlâsları, zekâları, akılları, cesaretleri, azimleri, kararlılıkları, sevgileri, şefkatleri, merhametleri, fedakârlıkları, feragatları, sabırları, tahammülleri vb. vb. vb… Büyük adamların her şeyleri büyük olduğu gibi müsamahaları/tolerasları/hoşgörüleri de büyüktür! Nitekim bir büyük adam olan Mevlâna o sebeple; “Gel, gel, gel, ne olursan ol yine gel! İster kâfir, ister putperest, ister Mecusi ol, gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” demiştir/diyebilmiştir.
Hoşgörü/müsamaha, ya da tolerans, genellikle şöyle tarif edilir: 'Başkalarının inançlarına ve görüşlerine, gelenek ve göreneklerine, yaşam biçimlerine saygılı olmak, onları hoş görmek, ayıplamamak, suçlamamak.' Hoşgörü, müsamaha, tahammül, katlanma, görmezden gelme veya göz yumma, başkalarını eylem yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma demektir. İzin verme, aldırmama, iyi karşılama anlamlarına da gelir. Nitekim Hz. Mevlana: “Ben insanların ayıplarını gören gözlerimi kör ettim. Sen de onlara benim gibi iyi gözle bak” buyuruyor.
Hoşgörü kendini bilmektir. Hoşgörü haddini bilmektir. Hoşgörü haddini bilerek, sürdürülen hayat biçimidir. Hoşgörü bir anlayıştır, anlayışlı olmanın adıdır, sevginin yoludur. Hataları düzeltebilmedir. Anlayışın tâ kendisidir. Hoşgörü çağın getirdiği sorunların, aç gözlülüğün, doyumsuzluğun, sevgi yoksunluğunun, güvensizliğin çaresi olabilecek bir anlayış tarzıdır, insanın özüdür. Ancak… Hoşgörü bir vurdumduymazlık değildir. Neme lâzımcılık da değildir. Hoşgörü görmezlikten gelmek hiç değildir.
Nitekim Başbuğ Alparslan Türkeş, Yaşar Yıldırım’ın Ülkücü Hareket’e küfür isnat ettiği ve ülkücülere kâfir dediği yazıyı yayınladığında set bir açıklama yaparak, "İslâmiyet’i öne sürerek Türk milliyetçiliğini yıkmak isteyenlere itibar edilmemesi gerektiğini" bildirmiştir… Bunun gibi 28 Kasım 1988 günkü MKYK açılış toplantısında da Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Sefa Şefkat Çetin’in, Hasan Çağlayan’ın ve Yaşar Yıldırım’ın gözlerinin içine bakarak, şunları söylemiştir: "Milliyetçilik her çağın ve dönemin önemini kaybetmeyen görüşüdür. Bazıları 'milliyetçilik küfürdür' diyor. Bunların bir kısmı bizim yayın organlarımıza kadar sızıyorlar. Bu oyuna gelmeyelim. Bu bozgunculuktur… Bazıları ise 'ben Türkeş'i tanımıyorum' diyor. Bunu söyleyen bu Hareket’in içinde yer almaz, kendi görüşüne uygun yere gider. (...) MÇP bir din görevlileri federasyonu gibi çalışamaz."
Geçen yazımda bu satırları yazdığım için bazı okuyucular samimi bir merakla, bazı kimseler ise istihza/alay ve küçümseme ile ‘Nedir bu kurucu lider? Alparslan Türkeş’in kurucu lider olduğu nereden belli?’ diye sualler sordular… Biraz tekrar, biraz geçen yazının devamı ve biraz da geçen yazının daha teferruatlısı olan bu yazıyı bu yüzden yazmak zorunda kaldım.
Mete Han kurucu liderdir, Gökhan (Ki-Yo) ve ardından gelenler liderdir… Bumin (Bumın) Kağan kurucu liderdir, Kara (Kolo) Kağan ve ardından gelenler liderdir… Kutlug Bilge Kağan kurucu liderdir, Moya Çor ve ardından gelenler liderdir… Timur kurucu liderdir, Sultan Halil ve ardından gelenler liderdir… Babür Şah kurucu liderdir, Hümayun ve ardından gelenler liderdir… Alp Tegin kurucu liderdir, Ebu İshak İbrahim ve ardından gelenler liderdir… Selçuk Beğ kurucu liderdir, Tuğrul Beğ ve ardından gelenler liderdir… Süleyman Şah kurucu liderdir, I. Kılıç Arslan ve ardından gelenler liderdir… Osman Gazi kurucu liderdir, Orhan Gazi ve ardından gelenler liderdir… M. Kemal Atatürk kurucu liderdir, İsmet İnönü ve ardından gelenler liderdir… Lenin kurucu liderdir, Stalin ve ardından gelenler liderdir… Mao kurucu liderdir, Liu Shaoqi ve ardından gelenler liderdir… George Washington kurucu liderdir, John Adams ve ardından gelenler liderdir.
Bu adamların kurucu lider olduklarına şüphe var mı? Yok!
Olamaz da… Mete Han, Büyük Hun İmparatorluğu’nu… Bumin Kağan, Göktürk Devleti’ni… Kutlug Bilge Kağan, Uygur Devleti’ni… Timur, Büyük Timur İmparatorluğu’nu… Babür Şah, Babür İmparatorluğu’nu… Alp Tegin, Gazneliler Devleti’ni… Selçuk Beğ, Büyük Selçuklu Devleti’ni… Süleyman Şah, Anadolu Selçuklu Devleti’ni… Osman Gazi, Osmanlı İmparatorluğu’nu… Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni… Lenin, Sovyetler Birliği’ni… Mao, Komünist Çin’i… George Washington, ise ABD’yi kurmuştur, çünkü.
Peki, bütün bu kurucu liderlerin ortak hususiyetleri/özellikleri var mıdır? Var ise nelerdir?
Hayatları iyice incelendiğinde bütün bu kurucu liderlerin ortak üç hususiyetleri olduğu görülüyor: Bir. Bir dünya görüşü oluşturmuşlar ve bunu, etkili/tesirli bir kitleye kabul ettirmişler... İki. Bir teşkilât (Devletin de bir teşkilât olduğunu lütfen hatırlayın!) kurmuşlardır... Üç. Hepsi de büyük adamdır, bazıları ise fazladan aynı zamanda da kahramandır.
Bunu, mefhumu muhalifinden hareketle, şöyle ifade etmek de mümkündür: Bu üç hususiyete sahip olan bir lider; yani bir dünya görüşü oluşturan, bu dünya görüşünü hayata geçirmek için bir teşkilât kuran her büyük adam kurucu liderdir! Ve kurucu liderler, gerek dünya görüşlerini oluştururlarken gerekse teşkilâtlarını kurarlarken, mensubu oldukları milletin ve/veya medeniyetin -sosyolojik anlamda- temel değerleri hariç hiçbir şeyle kendilerini sınırlı saymazlar. Kendilerini sınırlayan hudutları kendileri belirlerler!
Kurucu liderler, hiç kimseden faydalanmazlar mı? Elbette faydalanırlar, fakat faydalandıkları ‘şeyleri’ öylesine özümserler ve adapte ederler ki o artık kendi malları, kendi varlıkları, kendi eserleri haline gelir… Meselâ Türk tarihinden örnek gösterdiğim kurucu liderlerin hepsi kendilerinden önce gelip geçmiş olan kurucu liderlerin hepsinin tarihî tecrübelerinden faydalandıkları gibi Lenin ve Mao da Karl Marks ile F. Engels’ten faydalanmışlar, George Washington ise binlerce yıllık Yahudi ve onlarca yıllık Mason müktesebatından faydalanmıştır... Türk devlet geleneği, Marksizm-Leninizm ile Marksizm-Maoizm ve Siyonizm böylece hayat bulmuştur!
Ne ise… Böylece Alparslan Türkeş’in kurucu lider olup olmadığını test edeceğimiz, sınayacağımız kriterler/kıstaslar/ölçütler ortaya çıkmış oldu… Alparslan Türkeş bir dünya görüşü oluşturmuş mu, bir teşkilât kurmuş mu ve büyük adam mı diye bakacağız. Bu üç sualin cevabı da müspet/olumlu ise Alparslan Türkeş de bir kurucu liderdir, değilse kurucu lider değildir diyeceğiz!
Sualleri sırayla cevaplandırmaya çalışayım… Önce birinci sual, Alparslan Türkeş bir dünya görüşü oluşturdu mu? Şüphesiz oluşturdu! Ziya Gökalp, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Mehmet İzzet, Sadri Maksudi Arsal, Nihal Atsız, Necip Fazıl Kısakürek ve S. Ahmet Arvâsi gibi birçok değerli mütefekkirin çok büyük çaplı katkıları olmakla birlikte, Ülkücü Dünya Görüşü’nü Alparslan Türkeş oluşturmuştur! Ancak bunu, galiba hem biz ülkücüler hem de Türk toplumu henüz hazır olmadığı için tedricî olarak; aşama aşama ve yavaş yavaş yapmıştır.
Süreci, kısaca özetleyeyim… Alparslan Türkeş, “Millî Doktrin Dokuz Işık’ı ilk kez 24 - 25 Kasım 1967 tarihinde yapılan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’nin VIII. Büyük Kurultayı’nda açıkladı… Bu Dokuz Işık, daha o zamanlar çıkan ilk baskısında bile Ülkücü Dünya Görüşü’nün doktrin kısmını teşkil etmekle birlikte, Milliyetçilik ilkesiyle Milliyetçilik kısmına (ideolojisine) ve Ülkücülük ile Ahlâkçılık ilkeleriyle de İslâmiyet’e (felsefesine) ciddi olarak atıfta bulunmaktaydı.
Alparslan Türkeş, 9 Haziran 1973 tarihindeki MHP XI. Kurultayı’nda aynen şöyle demiştir; “Muhterem Basın Mensupları, Aziz Misafirler ve Muhterem Ülküdaşlarım; Parti’mizin Büyük Kongresi, Türk tarihinin önemli bir dönemine rastlamaktadır. Son Kongremizden bugüne kadar geçen zaman zarfında Millet ve Devletimizin önemli hiç bir meselesi halledilmemiş, problemler yüzüstü bırakılmıştır. Yabancı fikir ve ideolojilere karşı, millî bir ideoloji tespit edilmemiş, siyasî ve iktisadî anarşi yuvaları yıkılamamıştır.”
“Hemen belirtelim ki, yabancı ideolojilerle savaşacak tek güçlü ideoloji, Türk Milliyetçiliği ideolojisidir. Türk Milliyetçiliği ideolojisi, iktidar olmadıkça, meselelerin görülüp, çözümlenmesi mümkün değildir. Millet ve ülkemizi bölüp yıkmak isteyen her türlü yabancı ideoloji zehirlerinin panzehiri, Türk Milliyetçiliği İdeolojisidir. Bu ideoloji bugün bir dernek veya grup çalışması olmaktan çıkmış, Partimizin, Milliyetçi Hareket’in temel program ve felsefesi olmuştur.” Ve Ülkücü Dünya Görüşü’nün ideoloji kısmını teşkil eden Milliyetçilik ideolojisi, bu suretle/şekilde ilân etmiştir.
Alparslan Türkeş Ülkücü Dünya Görüşü’nün din/felsefe kısmı olan İslâmiyet’i ise 3 Mayıs 1977 günü bütün dünyaya şöyle ilân etti: “TÜRK MİLLETİNE BEYANNAME”
“MHP’nin lideri Alparslan Türkeş, 1977 seçimi eşiğinde nefsinin ve partisinin hesabını şöylece vermek mevkiindedir:” …
“2 – Alparslan Türkeş ve Parti’sinin dünya görüşü, ruhî muhtevaya bağlı milliyetçilik olarak metbûluğu (bağlı olunan) ruha ve tabiiliği milliyete veren bir anlayış içinde tek kelimeyle İslâm imânıdır.”
“3 – Alparslan Türkeş ve Partisi, milliyetçiliği, içi kevserle dolu bir kâse şeklinde görür, ana kıymeti kâsede değil, kevserde bulur ve o kevserin nûrunu ışıldattığı nispette kâseye değer verir.”
“4 – Alparslan Türkeş ve Partisi, bugün en keskin bunalımını yaşayan insanlığa yol gösterici istikâmet oklarını, Kâinatın Efendisi’nce getirilmiş ruh ve ahlâk ölçüleri olarak ilân eder ve tasarılarını, hasretlerini, her şeyini bu inanç mihrakında toplar.”
“5 – Dostluk ve düşmanlık kutuplarımızı tâyinde kıstaslarımız şudur ki: Ferd, zümre, sınıf ve makam olarak her kim ve her ne olursa olsun, Hakk’ın düşmanları düşmanımız, Hakk’ın dostları dostumuzdur.”
“Türk Milletinin maruz bulunduğu derin bunalımın tarihî gelişmesi bakımından yöneticilerin Türk Milletinin dert ve ızdıraplarının sebeplerini teşhis edemediklerini, tedbir ve çarelerde revizyona tabi tutamadıklarını ve taklitçi kaldıklarını görüyoruz.”
“Türk’ün ruh köküne inmeyen ve bağlanmayan her tedbirin temelsiz kalacağı inancındayız.”
“1977 seçimlerinin eşiğinde, başta milliyetçi, mukaddesatçı Türk gençliği bulunmak üzere, Alparslan Türkeş ve Partisi’nin hüviyeti bu satırların ifade ettiği derin mânalardan ibarettir.”
Ülkücü Dünya Görüşü görüldüğü gibi tedricî bir metotla üç aşama olarak Alparslan Türkeş tarafından hem oluşturulmuş ve hem de ilân edilmiştir… Hatta bu süreç tamamlandıktan sonra Ülkücü Dünya Görüşü’nü hem özetlemek ve hem de ilân etmek için Alparslan Türkeş şöyle demiştir: “Türk milleti için kurtuluş, yükseliş ve yüceliş çaresi İslâm inançlarıyla milliyetçilik ülküsüne sarılmaktır… Kendi varlığıyla kalkınan; yabancılardan yardım beklemekten kurtulmuş bir Türkiye ancak Millî Doktrin Dokuz Işık ile mümkün olacaktır.”
İkinci sual: Alparslan Türkeş bir teşkilât kurdu mu? Bu sualin cevabı da tek kelimeyle kocaman bir evettir! Ama gene de kısaca arz edeyim.
Rahmetli Alparslan Türkeş 23 Mart 1963 günü Hindistan’daki sürgünden Türkiye’ye döndü, kendisini Edirne’de karşılayanlar arasında Adalet Partisi (AP) mensupları da vardı. Bu kişiler Başbuğ’a, daha o gün ve orada AP’ye genel başkan olmasını teklif ettiler. Kabul etmedi… Talat Aydemir’in ihtilal teşebbüsü sebebiyle Muzaffer Özdağ, Dündar Seyhan, Rıfat Baykal ile beraber tutuklandı. Ancak beş (5) ay sonra 5 Eylül 1963’te tahliye edildi. Türkeş’e bu defa da Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’den teklif geldi. İktidar alternatifi olmak isteyen CKMP yöneticileri Mehmet Altınsoy, Ahmet Oğuz ve İrfan Baran Alparslan Türkeş’i evinde ziyaret ederek, Parti’lerine davet ettiler. Bu daveti kabul etti. Ve Dündar Taşer, Muzaffer Özdağ, Rıfat Baykal ve Ahmet Er ile birlikte 31 Mart 1964 günü parti genel merkezinde düzenlenen bir tören ile CKMP’ye üye oldu... Türkeş daha sonra Parti Müfettişi yapıldı.
Ve CKMP VII. Olağanüstü Kongresi’nde Genel Başkanlığa aday oldu. 31 Temmuz 1964 günü diğer aday 512 oy alırken, Alparslan Türkeş 699 oyla CKMP’ye Genel Başkan seçildi. Kongre’yi kaybedenler, çıkan sonucu sindiremediler. Hükümet ortağı olan CKMP’den iki (2) bakan, sekiz (8) milletvekili ve iki (2) senatör, 3 Ağustos günü istifa etti. İstifalardan sonra CKMP’nin TBMM’deki sayısı on iki (12)’ye, Senato’da ise üç (3)’e düştü.
Alparslan Türkeş Genel Başkan seçilmesinin ardından Namık Kemal Zeybek’e CKMP Gençlik Kolları kurdurdu. N. Kemal Zeybek’ten sonra Gençlik Kolları Genel Başkanlığı’na sırasıyla Arif İskender Könder, Selahattin Kılıç ve Erol Soydan getirildiler… O arada CKMP, 10 Ekim 1965 tarihinde yapılan Genel Seçimleri’ne yalnızca kırk sekiz (48) ilde katıldığı halde reylerin yüzde 2,2’ini alarak, on bir (11) milletvekili çıkardı… 24 - 25 Kasım 1967 tarihlerinde CKMP’nin VIII. Büyük Kurultayı Ankara’da yapıldı ve Genel Başkanlığa yeniden Alparslan Türkeş seçildi. Genel Başkan Yardımcılıklarına Mehmet Altınsoy ve Dündar Taşer, Genel Sekreterliğe Mustafa Kaplan, Yardımcılıklarına M.Kemal Erkovanlı ve Kamil Turan, Genel Muhasipliğe Lütfü Önsoy, yardımcılığına ise Hayrullah Atınay getirildi. Osman Yüksel Serdengeçti bu Kongre’den sonra törenle CKMP’ye katıldı… 4 Ocak 1968 tarihinde İlahiyat Fakültesi öğrencisi Ruhi Kılıçkıran, komünistler tarafından şehit edildi. Ülkücü Hareket’in ilk şehidi olan Kılıçkıran’ın Ankara’daki cenaze törenine binlerce CKMP’li katıldı... CKMP Gençlik Kolları yeniden organize edildi ve Genel Başkanlığı’na 1968’in Nisan ayında Sadi Somuncuoğlu getirildi… 2 Haziran 1968 Senato Seçimleri’nde CKMP yüzde 2,5 oy alabildi. Ama aynı tarihte yapılan Belediye Seçimleri’nde yüzde 3,83 oy aldı ve beş (5) ilçe Belediye Başkanlığı kazandı.
CKMP’nin Olağanüstü Kurultayı 8-9 Şubat 1969 tarihlerinde Adana’da gerçekleştirildi... Kurultay’dan bir hafta önce Ankara’da Genel İdare Kurulu üyeleri, İl ve İlçe Başkanlarının katıldığı “Genişletilmiş İstişare Toplantısı” yapılmış, partinin adının “Milliyetçi Hareket Partisi”, ambleminin “üç hilal” ve Gençlik Kollarının ambleminin ise “Hilal içinde Bozkurt” yapılması kararlaştırılmıştı… Divan Başkanlığına önce parti adının “Milliyetçi Hareket Partisi” olarak değiştirilmesi teklifi Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Kamil Turan ve Muzaffer Özdağ imzası ile verildi. Alkışlarla kabul edildi.
Ardından amblem için “Bozkurt”un önerildiği söylentisi salonu çalkalandırdı. “Üç Hilal”i isteyen Gençlik Kolları, Genç Ülkücüler Teşkilatı ve Ülkü Ocaklı gençler Divan Başkanını protesto etmeye başladılar. Alparslan Türkeş, Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen ülkücü gençlerin gönlünün kırılmasını istemiyordu. Parti’nin yeni amblemi konusundaki fikir ayrılığının derinleşerek, kamplaşmalara dönüşmesini önlemek için bu konunun Kurultay’da seçilecek GİK tarafından daha sonra karara bağlanmasını istedi. Kabul edildi… Nitekim Genel İdare Kurulu, Ankara’da yaptığı ilk toplantıda parti amblemi olarak “üç hilal”i, Gençlik Kolları için ise “hilal içindeki Bozkurt’u” kabul etti… Bütün bu değişimleri göz önüne aldığımız zaman rahatça Alparslan Türkeş CKMP’yi, MHP’ye dönüştürerek âdeta yeniden ve sıfırdan kurmuştur diyebiliriz!
Alparslan Türkeş’in kurduğu/kurdurduğu diğer teşkilâtların toplu olarak ve sadece isimlerini zikr ederek bahsetmek bile Türkeş’in ne kadar büyük bir teşkilâtçı olduğunu hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın göstermeye/ispatlamaya yetecektir… 1960 ila 1980 yılları arasında kurulan Ülkücü teşkilâtlar şunlardır: İkinci Kuvay-ı Milliye Derneği (1965), CKMP Gençlik Kolları (1965), Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilatı (1965), Türkiye Milliyetçi Gençlik Teşkilatı (1966), Ülkü Ocakları Birliği (1966), Genç Ülkücüler Teşkilatı (1968), Türk Ülkücüler Teşkilatı (1972), Büyük Ülkü Derneği (1972), Ülkü Ocakları Derneği (1973), Ülkücü Gençlik Derneği (1977), Ülkü Yolu Derneği (1980).
Ve üçüncü sual: Alparslan Türkeş büyük adam mıdır? Evet, Alparslan Türkeş bir büyük adamdır!
Kimdir, büyük adam? Büyük adamın vasıfları nelerdir?
“İnsanlık tarihi bir bakıma büyük adamların tarihinin bir parçasıdır. Tarihi yapan temel aktörler kahramanlardır” denilmiştir! Öyle ise kısaca büyük adam, tarihe tesir eden adamdır! Tarih yapan adamdır! Tarihin kendisinden bahsedeceği adamdır!
Büyük adamın ilk ve en mühim vasfı, Allah'a ve O’nun kurduğu (Dini Allah kurar, Peygamber ise tebliğ eder) dine tam olarak riayet etmesidir. İkinci zekî olmasıdır. Üçüncüsü ufkunun genişliğidir. Dördüncüsü basiret sahibi olmasıdır. Beşincisi dostunu ve düşmanını bilmesidir/tanımasıdır. Altıncısı öngörü sahibi olmasıdır. Ve örnek alınacak söz ve davranışlar sergilemesidir.
Atsız Hoca’nın da söylediği gibi büyük adam olmanın esasları şunlardır: “Büyük adam, her şeyden önce iyi niyet sahibi adamdır… İcraatındaki amiller, toplumun yükselmesidir... Kendisinin bir çıkar kaygısı yoktur… Büyük adam, her devirde erdem ve meziyet diye tanınan vasıfların birçoğuna sahip olan adamdır… Büyük adam, özel hayatında da yüksek ve temiz olan adamdır… Mevkii için milleti feda eden değil, aksine gerektiği zaman millet uğruna mevkiini, hatta hayatını verebilen adam, büyük adamdır... Gerçekleri görebilen, acı gerçeklere cesaretle bakabilen, haksızlık bilmeyen adam, büyük adamdır… Sözü ile işi arasında zıtlıklar bulunmayan, yalan ve hiyleden payı bulunmayan adam, büyük adamdır... Büyük adam olmanın şartlarından biri de zekâdır. Ahmaklardan büyük adam çıktığını tarih kaydetmemiştir... Adam seçmesini, her işin ehlini bulmasını bilen adam, büyük adamdır... Büyük adam, şeref hususunda çok titizdir. Verdiği sözden asla dönmez. Sözüne sonuna kadar sadık olan adamdır, büyük adam… Büyük adam, sorumluluk sahibidir, sorumluluktan asla kaçmaz.”
Peki, kimdir kahraman? Kime kahraman denmeli? Sadık Kemal Tural’ın da dediği gibi kahramanlığın esasları şunlardır:
“Kahraman, gözünü, sözünü, kulağını, aklını doğrunun emrine verdiğini ilân etmekten çekinmeyen insan… Kahraman, vücudunun bir tek organını veya organlarını değil, canını ‘doğru kabul edilen’ yolda ortaya koyan insan… Malından, gençliğinden, hayallerinden, beklentilerinden, ulaştıklarından, ulaşma ihtimali bulunanlardan vazgeçerek, ortaya düşüp, canıyla bir doğruyu yaşatmaya çalışan insan, kahraman… Cinsiyeti ve yaşı yok kahramanın: Erkek de olur, kadın da, çocuk da olur, yaşlı da. Kahraman, ‘dünyalığı bir yana bırakmış’, ‘kendini aşmış’, ‘bilinçli’ bir insan tipidir. Cinnet ile kahramanlık, tesadüf ile yiğitlik, zorlama ile şehitlik bir arada bulunmaz. Bu ulu kavramdan üçü, insanın bilinçli olmasını istiyor. Kahraman, Allah’ını bilmeyi, özünü biçimlendirmeyi, doğrular adına yapılması gereken savaşı, bilinç seviyesine çıkarmış insan… Kahraman, açık düşmanı ve düşmanlıkları büsbütün yok eden, ya da ümitlerini ortadan kaldıran bir iradenin ve mücadelenin üyesidir. Kahraman, düşmanın çirkin oyunlar, akıl almaz işbirlikleri ve güçbirlikleri karşısında, kızsa da, üzülse de bezginlik ve yılgınlık getirmeyen kişidir. Haram lokma yemeyen kahramandır; oğullarından, kızlarından, torunlarından çıkacağını bildiği için, devlet malı, yetim malı, vakıf malı yemeyen insan kahraman… Aldığı işi, gücünün hepsini kullanarak, yapabildiğinin en iyisini ortaya koyarak tamamlayan kişidir kahraman, kıskananların iğrençliklerine rağmen, dik duruşlu çalışkanlık da kahramanların özelliği… Kimsenin namusuyla oynamayacak kadar, kimseye iftira etmeyecek kadar iradeli ve nefsine mahkûm değil, hâkim olan insan, kahraman… Zor şartlar altında da, nefsine, ırzına, namusuna sahip çıkabilendir, kahraman… Sadece kendi iffet ve namusuyla, malını değil, başka insanların can, namus ve mallarını da korumak, vatan topraklarına düşman ayağı bastırmamak için canını, kanını sebil eden insandır, kahraman… Düşmanlık edenlerin iftirası, fitnesi, kahramanı yorsa da, yıldırmaz; kahramanlık yılmamak anlamında sabır, durmamak anlamında irade ile donanmışlıktır. Gözünü tan ile nefsini imân ile vatanını can ile bağımsızlığını kan ile yıkadığı için özgürlüğü helâl olan insan kahraman… Kahraman, beslenen değil, aklı, yüreği ve eliyle başkalarını besleyendir. Kahraman, imanı, irfanı, bilinci, bilgisi ve yiğitliğiyle özlenen, özlemle beklenendir.”
Alparslan Türkeş, kahraman bir büyük adam mıdır? Evet! Kahraman bir büyük adamdır!
Çünkü… Alparslan Türkeş, çok partili hayatımızda, başta Türk ve İslâm dünyası olmak üzere dünyaca tanınan ve yakından takip edilen liderlerin en başında geliyordu. 80 yıllık ömrü, Türk-İslâm bayrağını yükseltme ve yüceltme, Türk ve İslâm adlarını dağa, taşa yazdırma kavgasıyla geçmiştir. Dağınık milliyetçiler O’nun etrafında toplanmış, Türk siyaset hayatının çoğu zaman belirleyicisi olmuştur.
Alparslan Türkeş’in oluşturduğu Ülkücü Dünya Görüşü, kırk (40) yıldan beri milyonlarca insana hayat rehberi olmuştur/olmaktadır. Bunca insanın uğrunda ölüp, öldürdükleri bir dünya görüşünü oluşturan bir insanın büyük adam ve kahraman olmadığı nasıl düşünülebilir? Sıradan bir insan, bir dünya görüşünü nasıl oluşturabilir? Sıradan bir insan dünya görüşü oluşturup, milyonlarca insanı kırık (40) yıl boyunca nasıl bir arada tutabilir?
Alparslan Türkeş, daha yirmi üç (23) yaşında bir Teğmen iken millî, dinî ve insanî meselelerle ilgilenmeye başlamış ve bu yüzden Atsız Hoca ve diğer büyük Türk Milliyetçileriyle birlikte tutuklanmış, bir (1) yıl hücrede tutuklu kalmıştır. Fakat bu son tutuklanması değildir; bundan başka 1963 yılında tutuklandığında beş (5) ay ve 1980 yılında tutuklandığındaysa dört (4) yıl altı (6) ay Medrese-i Yusufiyye hayatı olmuştur. Ancak ülküsünden, ülkücü mücadeleden vazgeçmemiştir. Bu kadar zulme ve baskıya kim tahammül edebilir? Böyle bir sabır ve tahammül kahraman büyük adamlara has vasıflardan değil midir?
Ciddi ve samimi, akıllı ve içten, buna karşılık dost canlısı ve neşeli, ateşli ve doğru, zekî ve dürüst bir karaktere sahipti. Son derece sade bir ev hayatı vardı, Alparslan Türkeş’in. O’nda herhangi bir hırstan çok daha yüksek ve yüce bir şeyler vardı. Olmasaydı kırk (40) yıl boyunca O’nunla omuz omuza mücadele eden insanlar O’nu böylesine sevip, O’na böylesine saygı gösterirler miydi? Hakiki bir kabiliyet ve yiğitliğe sahip olmayan bir kimse bu kadar büyük bir kitle tarafından bu kadar büyük bir sevgi ve bu kadar büyük saygı görür müydü?
Ülküdaşları O’na Başbuğ diyorlardı… Başbuğ! Kendisine ne isim verilirse verilsin, O’nun nasıl bir adam olduğunu elbette biliyorlardı. Bu kadar yıl birlikte yaşayıp, mücadele ettikleri için her şeyini öğrenmişlerdi… Kırk yıllık çetin bir mücadelenin son on (10) yılı hariç otuz (30) yıl boyunca kendisine kayıtsız ve şartsız itaat etmişlerdir… Böyle kırk yıllık bir imtihandan sıradan bir insan başarıyla çıkabilir miydi? Ancak gerçek bir büyük adam ve kahraman çıkabilirdi.
O dönem dönem çileyi de ikbali de yaşamış, fakat çile çekerken ‘of’ demediği gibi bürokrat ve siyasetçi olarak ikabilinin parladığı zamanlarda da ‘oh’ dememiş, hep şükür halinde olmuştur… 1944’de tutuklanmış ve işkencelere uğramış, 1960’da ise Başbakanlık Müsteşarı olarak bürokratik makamların zirvesine çıkmış, 1961’de ölüm tehlikesi altında sürgüne gönderilmiş, 1963’te yurda dönmüş, 1975’de Başbakan Yardımcısı olmuş, 1980’de ise idam talebiyle yargılanmış 1985’de tahliye edilmişti.
Türk ve İslâm düşmanlarıyla yapılan ölüm-kalım mücadelesi esnasında maalesef kanlar da akmış. Canlar da alınıp verilmiştir. Lâkin böyle bir mücadelede kanlı olaylardan kaçınmak mümkün değildir. Bunların her biri ölüm-kalım mücadelesinin mahsulüdür, yapılması/olması gereken şeylerdir... O, zaten yüze gülücü veya işini gördürmek için tatlı dil kullanan insanlardan değildi. Gerektiğinde şefkat de şiddet de göstermesini bilen, açık sözlü biriydi... Alparslan Türkeş’te amatörce bir ilgiye rastlanmazdı. Ülkücü Dünya Görüşü, O’nun için millî, dinî ve insanî bir ülküydü. O’nu son derece cidiye alır ve gereğini yapmaktan asla imtina etmezdi.
Peki, Ülkücü Dünya Görüşü ‘kılıç zoruyla’ mı yayılmıştı? Asla ve kat’a! Alparslan Türkeş’in Ülkücü Dünya Görüşü’nü ‘kılıcın gücüyle yaydığı’ iddiası milyonlarca ülkücüye yapılabilecek en büyük hakaret ve iftiradır! Milyonlarca insanı, sırf korku zoruyla kırk (40) yıl boyunca bir arada tutumak ve aynı hedef istikametinde düzenli olarak yürütmek mümkün müdür? O, sabır, sebat, fikir, ülkü ve ‘dava adamlığı’ yönüyle eşine az rastlanır bir liderdi. Tavrı ve dış görünüşüyle güven vericiydi... Yoktan bir Parti/Teşkilât ve Ülkücü Dünya Görüşü’nü benimsemiş neslin yetişmesini sağlamıştı.
Hayatı okumak, düşünmek ve fikir üretmekle geçmişti. ‘Devlet Adamı’, ‘Fikir Adamı’ ve ‘Dava Adamı’ tavrını daima korumuştu. ‘Din ü devlet, mülk ü millet’in menfaatlerini her şeyin üzerinde tutmuştu. ‘Gönül Seferberliği’ni temel felsefe yapmıştı. Dıştan çok sert görünmesine rağmen çok yumuşak ve hoş sohbet bir özelliğe sahipti. Örnek bir şahsiyet ve dava adamıydı.
Türk Milliyetçiliği derken, her zaman söylediği gibi… İslâm imânını, İslâm ahlâk ve faziletiyle Türklük gurur ve şuurunu esas kabul etmekteydi. Türk Milleti için bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Ancak Türk milletinin İslâmiyet’e olan bağlılığını istismar ederek ve İslâmiyet’i öne sürerek, Türk milliyetçiliğini yıkmak isteyen kışkırtmalarla karşılaşıyor... Ve “Bunlara katiyen itibar edilmemelidir. ‘İslâmiyet bize yeter. Türklüğe ne gerek var’ veya ‘Milliyetçilik İslâmiyet’e aykırıdır’ gibi görüşler düşman oyunudur. Buna kapılanlar düşman oyunlarına alet oluyorlar demektir. Türk Milliyetçileri sınırlarını belirlediğimiz ülkümüzün çizgisi üzerinde olmalıdırlar. Bunu benimsemezlerse bizim yanımızda bulunmamaları icap eder. Bizim yanımızda olanlar gösterdiğimiz yolda gösterdiğimiz ülküye sadık kalarak hareket etmelidirler” diyordu.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Alparslan Türkeş hakkında şöyle diyor:
Yüzü içinden, içi yüzünden işaret veren bir insan... Yani bir içe sahip olduğunu, bir iç taşıdığını belirten bir ifâde... Umumiyetle olduğu gibi, içinin sığlığı veya derinliği yüzünde cemadlaşmış olanlardan değil... Gizli ve hattâ acı bir iç... Kendisini fâşetmeyen, dışına doğru gayet ihtiyatlı, sâkin, telâşsız ağırbaşlı bir seciye... Besbelli ki, bu adam, günün (standard), aynı kalıptan dökme ucuz politikacılarından uzak.
O, ağır ve dengeli adımlarla yürümeyi bildi; hiçbir tarafa kapılanmadı, saman alevinden âni zuhurlarla imtiyaz kazanma yoluna iltifat etmedi, kendine göre bir plân ve strateji sahibi olduğu hissini verdi ve bilhassa en mühim eseri olarak, ruhun fikrî kuvvetinden ziyade adale ve hareket gücüne bağlı bir gençlik örgütleştirmeyi bildi.
İslâm’ı, başına taç diye giyecek ve o tacın altındaki gövdeyi sadece taca hizetçi bilecek ve 150 yıllık sahte inkılâplar boyunca bu dâvanın en ince ve üstün stratejisini sürdürecek partiye talibim; onun mevcutlar içinden ve dışından olup olamayacağını dikkatle takip durumundayım ve karanlık ufuklarımızda beklediğimiz müjdeden bazı çakıntılar görmekte ve pek yakında bir güneş bombasının infilâkını beklemekteyim.
Ve işte "bildiri"de beklediğimi kaydettiğim güneş bombası patladı.
Alparaslan Türkeş, 3 Mayıs 1977 günü "Türk Milletine Beyanname" başlığı altında kaleme alıp bütün ajanslar ve gazetelere gönderdiği ve milyonlarca nüsha bastırıp, her tarafa yağdırdığı tarihî bildiri ile takip ettiğim stratejiyi taclandırmış ve kendisini hilkatindeki altun mâdeninin 24 âyarlık keyfiyeti içinde göstermiş oldu.
Netice olarak; Ülkücülerin Başbuğu ve MHP’nin Genel Başkanı olan Alparslan Türkeş, Ülkücü Hareket’in Kurucu Lideridir! O halde halefleri; Devlet Bahçeli ve ardından gelecek olanlar, Ülkücü Hareket’in siyasî organizasyonu olan MHP’yi, Alparslan Türkeş’in belirlediği esaslara, ilkelere ve usullere riayet etmek suretiyle idare etmek zorundadırlar! Etmezlerse MHP dertler, sıkıntılar ve başarısızlıklarla boğuşmak zorunda kalacaktır!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,79 M - Bugn : 37167

ulkucudunya@ulkucudunya.com