« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

06 Kas

2011

MHP NE YAPMALI? (11)

06 Kasım 2011

Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi güneşte kalmış kar gibi erirken, Millî Selâmet Partisi duraklama dönemine girmişken, Milliyetçi Hareket Partisi görülmemiş bir hızla büyüyordu… Bu, apaçık görülüyordu… Meselâ 15 Nisan 1978 tarihinde Ankara Tandoğan Meydanı’nda gerçekleştirilen MHP Mitingi ve Büyük Yürüyüşü bunu ispat ediyordu… MHP’nin düşmanları bile, Ankara’da, enaz üç yüz bin (300000) kişinin toplanıp, yürüdüğünü kabul etmek zorunda kalmıştı… Ve 9-10 Haziran 1979’da yapılan MHP 14. Büyük Kurultayı’na Osman Bölükbaşı, Necip Fazıl Kısakürek, Kasım Gülek ve Ahmet Kabaklı gibi Türkiye’de sevilen ve sayılan kişilerin katılmaları, hatta birer konuşma yaparak MHP’ye destek vermeleri, Türklük ve İslâmiyet ‘düşmanları’nı iyice korkutmuştu… MHP’nin yapılacak ilk seçimde iktidar olacağı kesin gibiydi… “Alım, morum, sarım. 1981’de iktidarım” sözleri, bir slogan halinde ağızdan kulağa tüm Türkiye’ye yayılmıştı.
Afganistan’ı Sovyetler Birliği’ne, İran’ı ise Ayetullah Humeyni’ye kaptırmış olan ABD, Türkiye’yi Alparslan Türkeş’in ele geçirmesinine izin veremezdi… Türkiye’yi kaybetmek demek; Fransa ve Yunanistan daha evvel askerî kanadından çekildikleri için NATO’nun dağılması, ABD’nin Ortadoğu’dan dışlanması ve tüm enerji/petrol kaynakları ile yollarının ABD’nin elinden çıkması demekti... ABD bunu, katiyen kabul edemezdi. Etmedi… Kaldı ki Batı dünyasını idare eden ABD, a’sından z’esine kadar yönettiği Türkiye’de Türk Milliyetçiliği’nin gelişmesini elbette ki istemezdi... İstemedi… Rakiplerinin/düşmanlarının büyümesini ve karşılarına iktidar olarak çıkmasını kim ister ki? Her türlü emperyalizmin önündeki en büyük tehlike ve engel milliyetçi hareketler iken, ABD aptal mı ki bunu istesin? Nitekim istemedi.
Muhteris ve fakat kifayetsiz kuvvet komutanı beş Generale; “Ne yaparsanız ve nasıl yaparsanız yapın… Alparslan Türkeş’in, Türkiye’de iktidara gelmesine engel olun” talimatını verdi. 12 Eylül Askerî Darbesi, böylece ve bu maksatla gerçekleştirildi! Ancak 12 Eylül Askerî Darbesi’nin dahi Alparslan Türkeş’i, Ülkücü Hareket’i ve Ülkücü Dünya Görüşü’nü tam olarak engelleyememe ihtimali vardı... Ülkücüler tüm güçleriyle direniyorlardı, çünkü… ABD o zaman da “Ülkücü Hareket’i ve Ülkücü Dünya Görüşü’nü bölüp, parçalayın ve böylece yok edin” talimatını gönderdi. Emri alan Millî Güvenlik Konseyi, bu talimatı yerine getirmek üzere bir “proje” geliştirdi ve bunu, tatbik vazifesini MİT ile Askerî Mahkemelere verdi.
Görevi alan MİT, bunu, ajanları ya da elemanları vasıtasıyla bazı ülkücüleri bürokrasiye, bazı ülkücüleri tarikatlara, bazı ülkücüleri siyasal İslâm’a, bazı ülkücüleri de mafyaya yönlendirmek suretiyle; bazı ülkücülerin düzene/sisteme/statükoya bürokrat, bazı ülkücülerin tarikatlara mürid, bazı ülkücülerin siyasal İslâm’a militan, bazı ülkücülerin ise mafyaya tetikçi olmasını sağlayarak ifa etti… Askerî Mahkemeler ise, kendilerine tevdi edilen vazifeyi, soyut olarak adaleti ve somut olarak da tahliyeyi bir silâh olarak kullanmak suretiyle yerine getirdiler… Başbuğa, Ülkücü Hareket’e ve Ülkücü Dünya Görüşü’ne sadakat gösterenlerle yakın duran tutukluları ne sebeple olursa olsun, katiyen tahliye etmezken; bunlara ihanet edenleri, ihanet etme eğiliminde olanları; bunlara uzak duranları, tahliye edildikleri takdirde uzak duracakları ve uzak durma eğiliminde olanları; öncelikle ve teker teker tahliye ettiler… Böylelikle tutuklu ülkücülere; ‘Türkeş’e, Ülkücü Hareket’e ve Ülkücü Dünya Görüşü’ne sadık kalırsanız, yakın durursanız tahliye olamazsınız. Tahliye olmak istiyorsanız Türkeş’e, Ülkücü Hareket’e ve Ülkücü Dünya Görüşü’ne ihanet etmeniz yahut enazından bunlardan uzak durmanız lâzım’ mesajını vermiş oldular… Bunu, sistemli olarak ve yargılamalar sona erinceye kadar sürdürdüler! Askerî Cunta sadece bunları mı yaptı? Hayır, birçok ‘şey’ daha yaptı! Meselâ Avrupa Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu’nun dağılmasını, Milliyetçi İşçi Sendikaları Federasyonu (MİSK)’in önce kapatılmasını sonra da dağılmasını sağladı. Ki bu iki ‘eylem’ Ülkücü Hareket’in malî kaynaklarının kuruması sonucunu doğurdu! Parasız ne yapılabilir ki?
Adolf A. Berle, İktidar başlıklı kitabında, iktidarı şöyle formüle ediyor... İktidar= Fikir Sistemi+Teşkilât+Propaganda+Para+Kuvvet… 12 Eylül’ün Ülkücü Hareket’e yaptıklarını bu formül açısından değerlendirisek, çıkan sonuç dehşet vericidir… Ülkücü Hareket’in fikir sistemi (dünya görüşü)’ne saldırılmış, teşkilâtı (MHP ve tüm ülkücü teşkilâtlar) kapatılmış, lideri tutuklandığı ve teşkilâtı kapatıldığı için propaganda imkânı ortadan kaldırılmış, malî kaynakları kurutulduğu için parasız bırakılmış ve hemen hemen bütün kadrosu ya tutuklanmış yahut kaçak duruma düşürülmüş olduğu için kuvvetsiz bırakılmış! Vaziyete bakın ve düşünün, lütfen. Bütün bunlar tesadüfen olmuş/yapılmış olabilir mi? Asla olamaz!
Ancak bütün bu olumsuzluklara rağmen Ülkücü Hareket 7 Temmuz 1983 günü Muhafazakar Parti’yi kurdu… Ama basında MP’nin kadro ve fonksiyon itibariyle MHP’nin devamı oldugu yönünde haberler çıkınca, Milli Güvenlik Konseyi, 26 Temmuz 1983 tarihli ve 100 nolu kararıyla MP kurucularından 25’ini veto etti. Veto edilenler arasında Genel Başkan, Genel Sekreter ve Genel Başkan Yardımcılarının tamamı bulunmaktaydı. MP’ye kuruluşundan 20 gün sonra vurulan bu veto darbesi yeni kurucu isimleri gündeme getirdi ve Mehmet Pamak’tan boşalan Genel Başkanlık görevi Genel Sekreter Yardımcısı Ahmet Özsoy’a verildi. Fakat Milli Güvenlik Konseyi 16 Ağustos 1983 tarih ve 117 sayılı kararıyla MP’nin 19 üyesini daha veto etti. Veto edilen üyelerin yerine yenileri bildirildi, ama 24 Agustos 1983’e gelindiği halde yeni üyeler Milli Güvenlik Konseyi tarafından hâlâ onaylanmadığı için MP, 6 Kasım 1983’te yapılan Genel Seçimlere katılamadı.
Yıllar böylece su gibi akıp giderken, sekiz (8) bin kadar ülkücü çeşitli zamanlarda tahliye edildiler. Topluma ve ülkücü camiaya karıştılar... Bu ülkücülerin hemen hemen hiçbirinin mesleği, işi ve geliri/parası yoktu. Üstelik cezaevinden çıkmış insanlar olarak iş bulmakta ve geçimlerini temin etmekte müthiş derecede zorluk çekiyorlardı… Bunlar bu olumsuzlukların yani işsizlikle parasızlığın tetiklemesi ve MİT ajanlarıyla elemanlarının ateşlemeleriyle cezaevinden getirdikleri mikrobu (Alparslan Türkeş’ten, Ülkücü Hareket’ten ve Ülkücü Dünya Görüşü’nden uzaklaşma ya da bunlara şüphe ile yaklaşma mikrobunu) saf ve tertemiz ülkücülere bulaştırmaya başladılar. (Bunların istisnaları yok muydu? Elbette vardı! Ve aslında bunlar, diğerlerinden daha da kalabalıktılar. Ancak bunlar ‘hastalık kapmış olanlar’ kadar cazgır, şirret ve edepsiz olmadıkları için sesleri pek fazla duyulmuyor ve bu yüzden ortaya, hiç yokmuşlar gibi bir hava yayılıyordu.) Bunların da kafalarını bulandırdılar! Bu kafa karışıklığı, Muharrem Şemşek – Devlet Bahçeli mücadele/çekişmesiyle birleşip, katmerlenerek dalga dalga tüm ülkücü camiaya yayıldı!
Cezaevlerinden çıkmış olan bu kimseler, ülkücü camia tarafından Ülkücü Hareket’in ‘gazileri/yaralıları’ olarak kabul edildikleri ve bu yüzden sevilip sayıldıkları için yaptıkları tahribat maalesef tahmin edilemeyecek kadar büyük oldu! Alparslan Türkeş’in liderliği, Ülkücü Hareket’in mücadelesinin kudsiyeti ve Ülkücü Dünya Görüşü’nün haklılığı, yani ‘lider-teşkilât ve doktrin’ ülkücü camiada alenen tartışılır hale geldi!
“Türkeş yaşlandı, MHP’nin liderliğini daha genç birine bıraksın! Celal Bayar gibi bir kenara çekilsin ve tüm milliyetçilerin lideri olarak, partilerüstü bir konumda olsun”… “Devlet varken; polis ve jandarma varken, mücadeleye ne gerek vardı? Komünizmle mücadele bize mi kalmıştı? Kara toprağa verilen iki bin beş yüz (2500) şehit ve cezaevlerine tıkılan on bir bin (11000) ülkücü, bunun yanlış olduğunun ispatıdır!”… “ Dokuz Işık devrini doldurdu! Üstelik İslâmiyet varken, doktrine ne gerek var?”… “Milliyetçilik İslâm’a aykırıdır! İslâmiyet’te milliyetçilik yoktur! Milliyetçilik şirktir!”… “İslâm’da particilik yoktur. Zaten Parti’de ülkücülük de yapılamaz! Ülkücülük ile Particiliği birbirinden ayırmak lâzım!” Deniliyor ve fakat ülkücüler, ülkücü ‘gazilere/yaralılara’ sevgi ve saygılarından ötürü bunlara cevap vermiyor/veremiyorlardı! Ülkücü camia tam bir keşmekeş/kaos içine düşürülmüştü!
Ülkücü Hareket’in Kurucu Lideri Alparslan Türkeş, dört buçuk (4,5) yıl tutuklu kaldıktan sonra tam böyle bir ortamda 9 Nisan 1985 tarihinde tahliye edildi... 80 sonrası ülkücüler bilmez (hoş çoğu 80 öncesi ülkücüler de bilmez ya), fakat Ülkücü Hareket, Başbuğ’un tahliye edilmesinden ötürü Mevki Askerî Hastanesi’nde görevli Tabip Yarbay Mehmet Ünlü ve Tabip Binbaşı Selim Kaptanoğlu’na şükran ve minnet borçludur… Bu zevat ve binbir gayret sonucu çıkarılmasını sağladıkları; özetle ‘cezaevinde yatamaz ve askerî hastahanede tedavisi yapılamaz’ diyen, Heyet Raporu olmasaydı, Alparslan Türkeş kimbilir kaç yıl daha tutuklu kalırdı? Ne ise… Başbuğ nihayet tahliye edilmişti, ancak “MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası” hâlâ devam ediyordu... Cunta’nın ne yapacağı, nasıl davranacağı hiç belli olmazdı… Temkinli ve tedbirli davranmakta sayısız faydalar vardı… Alparslan Türkeş bu yüzden 6 Eylül 1987’ye kadar Ülkücü Hareket’e pek fazla müdahale edemedi. Yalnızca temas halinde olduğu az sayıda ülkücüye ‘birleştirici/bütünleştirici’ telkinlerde bulunmakla yetinmek zorunda kaldı.
Başbuğ yargılanırken ülkücü camia her taraftan sarılmış ve topyekün bir saldırıya maruz kalmıştı. Türkeş’in yerine geçmek isteyenler, MGK’den aldıkları emirlerin gereğini yerine getirmek isteyenler, ülkücü kadrolardan partilerinde faydalanmak isteyenler ve ‘milliyetçilik davası’ güden ülkücüleri Türkiye’de bir daha görmek istemeyenlerin hepsi bir şekilde birlikte hareket ediyorlardı… Bunlar daha evvel Ülkücü Hareket saflarında yer almış/bulmuş bazı kimselerden de maalesef destek alıyorlardı… Meselâ ‘Eğitimciler Grubu’ Avukat Şerafettin Yılmaz’ın bürosunda bir toplantı yaptı. ‘Toplantı’ya Namık Kemal Zeybek başkanlık etti. Çünkü Zeybek 1980 öncesinde de ‘Eğitimciler’in başkanıydı… ‘Toplantı’ya; ‘eğitimci’ler Namık Kemal Zeybek, Ramiz Ongun, Türkmen Onur, Muhsin Yazıcıoğlu, Yılma Durak, Sami Bal, Nurettin Taşar, Abdullah Kılıç, Mehmet Göktolga, Mehmet Ali Özgüven, Abdullah Alay, Ömer Haluk Pirimoğlu, Mustafa Öztürk, Hasan Sabri Erdem, Seyfi Apaydın, Himmet Kayhan, Rıza Müftüoğlu, Hakkı Duran, Lokman Abbasoğlu, Mehmet Şandır, Musa Serdar Çelebi, Faik İçmeli, Yılmaz Saka, Ahmet Güzel, Rıza Müftüoğlu, Mustafa Mit ve Hakkı Şafakses’ten tutuklu ya da kaçak durumda olmayanlar katıldılar… ‘Toplantı’da Milliyetçi Hareket’in bundan sonra Alparslan Türkeş ile gidemiyeceğini açık açık olmasa bile imaen söyleyen konuşmalar yapıldı… ‘Toplantı’nın öğleden sonraki bölümüne Rıza Müftüoğlu, Ömer Haluk Pirimoğlu ve Mustafa Mit bu yüzden katılmadılar.
Alparslan Türkeş; kendisine, Ülkücü Hareket’e ve Ülkücü Dünya Görüşü’ne yapılan bu topyekûn ve alçakça saldırıyı bertaraf ederek, ülkücü camiayı tekrar toparlamak durumundaydı… Ülkücü Hareket’in Kurucu Lideri, Milliyetçi Hareket Partisi’nin genel başkanı ve Ülkücülerin Başbuğu olarak, bunu yapma mecburiyeti vardı... Nitekim ‘Toparlanma Toplantıları’ yapılmasına karar vererek, harekete geçti... Peşpeşe iki toplantı yapılacaktı: İlkine ülkücü kuruluşların eski genel başkanları ve bazı eski idarecileri katılacaktı. İkincisi ise MHP’nin son Genel İdare Kurulu üyeleri ile yapılacaktı… Toplantılara davet edilecek kişileri belirleme görevini Mustafa Mit, Ömer Haluk Pirimoğlu ve Rıza Müftüoğlu’na verdi.
İlk ‘toplantı’ Temmuz ayında Dedeman Oteli’nde yapıldı… Toplantı’ya aralarında Namık Kemal Zeybek, Yılma Durak, Mustafa Mit, Ali Güngör, Muhittin Çolak, Lokman Abbasoğlu, Hakkı Duran, Şerafettin Doğan, Sami Bal, Selahattin Baysal, Ömer Haluk Pirimoğlu, Yusuf Okumuş, Devlet Bahçeli, Selahattin Sarı, Mustafa Sami Barsan gibi 80 (seksen) kişi katıldı… Divan Başkanlığına Şuayip Üşenmez getirildi… Alparslan Türkeş, ‘Toplantı’ya katılıp, 15 dakikalık bir konuşma yaptı. “Ben taraf sayılırım. MÇP her şeye rağmen bir mesafe almıştır. Yeniden parti kurmak yerine, buraya omuz vermeli diye düşünüyorum. Ancak sizin alacağınız karara uyacağımı peşinen taahhüt ediyorum” diyerek, ‘Toplantı’dan ayrıldı.
Başbuğ ‘Toplantı’dan ayrıldıktan sonra herkes fikrini yavaş yavaş ortaya koymaya başladı. Ahmet Hamdi Ayan, Selahattin Baysal ve bir kısım arkadaşları ANAP’tan yana fikir beyan ettiler. ‘Başbuğ partilerüstü kalsın’ dediler. Muharrem Şemsek ve arkadaşları partileşmeden yana fikir beyan ettiler. Mahir Damatlar, Hasan Çağlayan da partileşmeden yana tavır koydular. Daha doğrusu Ülkü Ocakları kökenliler partileşmeden yana idiler. Herkes Devlet Bahçeli’nin ne söyleyeceğini merak ediyordu. Devlet Bahçeli de partileşmeden yana (ve fakat MP’ye karşı) tavır koyunca, ANAP’tan yana olanlar azınlıkta kaldılar ve Ülkücü Hareket ilk kapsamlı başkaldırıyı bu şekilde bertaraf etmiş gibi oldu… Bu ‘Toplantı’da ayrıca cezaevindeki ülkücüler için bir vakıf kurulması kararlaştırıldı. Vakıf yönetimine Rıza Müftüoğlu, Mahir Damatlar, Mehmet Ekici ve Hasan Çağlayan seçildi.
Ertesi gün MHP’nin son Genel İdare Kurulu üyeleri ile toplandı… Genel İdare Kurulu üyelerinden Alparslan Türkeş'in yanında yeralanlar, Mehmet Irmak, Faruk Demirtola, Turhan Koçal, S. Ahmed Arvasi, Ahmet Er, Tahsin Ünal ve Necdet Şarman'dan ibaret kaldı… Geri kalan üyelerin hepsi; Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Kösoğlu, Yaşar Okuyan “Bizim mahkememiz halen sürüyor. Siz partilerüstü kalın. Herkes istediği partiye geçsin, ama sizinle irtibatı kesmesin, gelsinler elinizi öpsünler, sizden fikir alsınlar” gibi fikirlerle partileşmeye karşı çıktılar… Başbuğ bunun üzerine şunları söyledi: “Arkadaşlar, ben size fikrinizi artık sormuyorum. Ben yola koyuldum gidiyorum. Bunu size tebliğ ediyorum. İsteyen benimle birlikte gelir, istemeyen gelmez!” Toplantı, kısa sürmüş ve bitmişti… Sadi Somuncuoğlu, Nevzat Kösoğlu, Yaşar Okuyan, Namık Kemal Zeybek bir müddet sonra ANAP’a katıldılar. Nevzat Kösoğlu hariç hepsi ANAP’tan milletvekili ve hatta bakan oldular. Ancak Kösoğlu Erzincan’dan kendisine verilen sırayı beğenmeyince, ANAP’tan milletvekili adayı olmadı… Bu ‘Toplantı’lar birer ay ara ile iki kez daha yapıldı.
MP, 30 Kasım 1985 günü Birinci Büyük Kongresi’ni yaptı. Genel Başkanlık görevini 1985 yılının başında İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’ndan devralan Ali Koç, Kongre’ye tek aday olarak girdi ve Genel Başkan seçildi. Bu Kongre’nin önemli yanı, MP’nin adının Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP)’ne çevrilmesi, ambleminin yerine de kırmızı bir zemin üzerinde beyaz bir hilal ve etrafında "9 Işık’ı” temsilen sıralanan 9 yıldızdan oluşan yeni amblemin kabul edilmesidir.
Tam yeri olduğu için bir anekdot aktarmama müsaade edin, lütfen… On (10) yıl beş (5) ay yirmi iki (22) gün “çile” çektikten sonra, ben de 13 Ocak 1986 tarihinde, Bartın Özel Tip Cezaevi’nden tahliye edildim. Arkadaşlarım, beni cezaevi kapısında karşıladılar… Askerlik meselem vardı, bunun için, Askerlik Şubesi’ne götürüldüm. Şube’den birkaç gün izin verdiler, böylece serbest kaldım.
Ülkü Ocakları Bursa Şubesi’nin efsâne başkanlarından Mehmet Kutucu yirmi beş (25) yıla hükümlüydü. Cezaevindeydi… Ailesi; annesi ile babası Kastamonu’da ikamet ediyorlardı. Kastamonu’dan geçip de onlara uğramamak olmazdı. Uğradık, ellerini öpüp hayır dualarını aldık. Bir gece Kastamonu’lu ülküdaşlarımızın misafirleri olduk.
Ertesi gün Ankara’ya geçtik… Tarih 15 Ocak 1986… Lâfı uzatmayayım, ‘bu gece burada kalacağız’ diyerek, beni bir “ev”e götürdüler… Seremoniden sonra, yemekler yendi, çaylar geldi, sigaralar yakıldı ve muhabbet başladı… Evde; Devlet Bahçeli var, Ali Güngör var, ben varım ve dahi beş kişi var. Hepimiz sekiz (8) kişiyiz… Anlatacağım bu ‘olayı’ Sayın Devlet Bahçeli belki yalanlama yoluna gidecektir. Ancak Ali Ağabey (Güngör) teyit edecektir, o da teyit etmez ise o zaman diğer arkadaşların isimlerini veririm ve şahitliklerini isterim… Bunu da bir not olarak, ifade etmiş olayım… Önce, cezaevleri ile cezaevlerindeki arkadaşların durumları hakkında konuştuk… Bu konuda tecrübe ve bilgi sahibi olduğu için daha çok Ali Güngör konuştu… Daha sonra, Türkiye’nin meseleleri konuşulmaya başlandı.
Sözü, o zaman Devlet Bahçeli aldı. “Biz, yeniden siyasî faaliyetlere izin çıkınca, Alparslan Türkeş’in bilgisi dâhilinde, kırk (40) kişi bir araya geldik” dedi. “İstişarelere başladık; parti kuralım mı, kuracaksak kimlerle kuralım, adı ve amblemi ne olsun gibi konuları konuşuyorduk ki, bir gün bir de baktık ki, Muharrem Şemsek ve arkadaşları, yirmi iki (22) kişi bizlerden habersiz C. Muhafazakâr Parti adıyla bir parti kurmuşlar, bile… Biz, buna çok şaşırdık, ne oluyor diye sorduk, soruşturduk… Bize, Alparslan Türkeş böyle istedi, dendi… Buna, inanmadık ve C. Muhafazakâr Parti’ye karşı çıktık… Daha sonra, bunun doğru olduğunu öğrendik… Muharrem Şemsek, Türkeş’in desteği olmasaydı, bunu zaten yapamazdı.”
Bu anlatılanları büyük bir şaşkınlık içinde dinledim… Aklım bir türlü almıyordu. Ülkücü Hareket’in birlik, beraberlik ve bütünlüğe bu kadar çok ihtiyacı olduğu bir zamanda, bu durumu anlayamıyordum… Ne büyük ümitlerle geçirmiştim, o kadar vakti… Ne büyük bir hizmet yaptığıma inanıyordum, cezaevinde yatarken… Bunların hepsi boşuna mıydı? Boş muydu? Bu kocaman adamlar, bu kadar basit sebepler yüzünden mi bölünüyorlardı? Ben bunları düşünürken Devlet Bahçeli, son cümlesini söyledi: “Sonuç olarak, biz, bu işin Alparslan Türkeş’le, C. Muhafazakâr Parti ile olacağına inanmıyoruz… Bu iş Türkeşle, C. Muhafazakâr Parti ile olmaz!” Devlet Bahçeli, bunları söylerken, Ali Güngör de sözleriyle değil, ama hâl ve hareketleriyle bu sözleri destekliyordu.
Bu son sözlere hemen karşı çıktım… Başbuğ Türkeş’e dil uzatılmasına tahammül edemezdim… Şimdi olsa böyle davranmazdım, sözün gideceği son noktayı anlayıncaya kadar beklerdim. Ama o zaman, pür idealisttim, cezaevinden yeni çıkmıştım. Heyecanlıydım. Kendimi, ülkücü hareket’in tek temsilcisi ve savunucusu gibi görüyordum… Sözlerimi, “ev”e benimle gelen arkadaşlarımdan biri de destekleyince, hava birden bozuldu… Konu değiştirildi. Mesele güme gitti… Ne ise…
Sadece Devlet Bahçeli mi böyle düşünüyordu? Yoo hayır, ne yazık ki çok sayıda MHP ve Ülkü Ocakları eski idarecisi de aynen böyle düşünüyorlardı. Meselâ MHP son GİK üyelerinden Avni Çarsancaklı MÇP'ye "3-4 lümpenin partisi" derken, bazıları ise "Milli Çapulcular Partisi" diyorlardı! Ülkü Ocakları eski genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, 2 Kasım 1987'de haftalık Akis Dergisi’ne yaptığı bir açıklamada, şöyle diyordu: "MÇP'den uzak duruyorum. Çünkü mevcut kadroyla bir yere varılabileceğini sanmıyorum. Açık söyleyeyim, MÇP'nin programını merak edip, açıp bakmadım bile. Eski MHP hareketini toplamaya yetmez." ‘Doğu’nun Başbuğu’ namıyla maruf, Yılma Durak ise 10 Temmuz 1988 tarihli Nokta Dergisi’nde yayınlanan açıklamasında, "Artık Türkeş'le daha büyük işler yapılamadığını; onun Hareket’i yetiştirdiği kadrolara emanet edeceğini zannettiğini; böylece Hareket’te çok büyük gelişmeler olacağı kanaatinde olduğunu" ifade etmekteydi… Hatta Agah Oktay Güner gibi bazı eski MHP kurmayları, bizzat Türkeş'in de MÇP'yi desteklemediğini iddia ediyorlardı. Ne ise… Nihayet 9 Nisan 1987 tarihinde MHP ve Ülkü Ocakları’nın üst düzey yöneticileri tahliye edildiler. Bunlar arasında MHP'nin üst düzey yöneticileri ile Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve Ülkü Ocakları’nın eski yöneticileri de vardı!
1987 yılında MÇP iki olağanüstü kongre yaptı. Birincisi, Genel Başkan Ali Koç’un istifası üzerine, 19 Nisan günü, Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu’nda gerçeklestirilmisti. Abdülkerim Doğru’nun Genel Başkan seçilmesiyle neticelenen Kongre’de Devlet Bahçeli Genel Sekreterliğe, Ali Güngör, Hüseyin Abbas, Abdülhadi Toplu, Muzaffer Eriş, Mehmet Refet Eke, Şevket Bülent Yahnici ve Yıldırım Tuğrul Türkeş de Genel Başkan Yardımcılıklarına getirilmişledi… Ki Abdülkerim Doğru’nun MÇP genel başkanlığına getirilmesi fiilî iki sonuç doğurmuştu. Bir. MÇP’nin İslâmî görüntüsü, Millî Görüş geleneğinden gelen kişilerin yönetici yapılmasıyla takviye edilmiş oldu… İki. Kurulduğu günden beri MP/MÇP yönetiminde bulunan Muharrem Şemsek ve arkadaşları tasfiye edilip, bunun yerine Devlet Bahçeli ve arkadaşları konulmuş oldu… Abdülkerim Doğru'nun genel başkanlığı döneminde MÇP yönetimi aslında fiilen Devlet Bahçeli’nin elindeydi.
6 Eylül 1987 tarihinde yapılan referandum sonunda siyasî yasaklar kaldırıldı: Millî Güvenlik Konseyi, 12 Eylül’den hemen sonra siyasî parti liderleri; Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş’e siyaset yapma yasağı getirmişti. Ancak sürekli olarak ANAP iktidarına siyasî yasakların kalkması için baskı yapılıyordu. Turgut Özal bu baskıları bir referandumla bertaraf etmek ve bu liderlerin hepsini bitirmek istedi... Siyasî yasakların kalkması ya da devam etmesi yönünde 6 Eylül 1987 tarihinde bir referandum yapıldı. Ancak Türk halkı, Özal’ın beklediğinin aksine siyasî yasakların kalkması yönünde oy kullandı. Siyasî yasaklar kalktı... Artık Alparslan Türkeş’in önü açılmıştı. Başbuğ ilk demecini İzmir’de verdi. “Ben partimde çaycılık dâhil her görevi yapmaya hazırım.”
Nitekim Başbuğ Alparslan Türkeş, 20 Eylül 1987 Pazar günü, yanında 1980 öncesinde MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Tahsin Ünal, yine 1980 öncesinde Çorum Milletvekili olan Mehmet Irmak, Tokat Milletvekili olan Faruk Demirtola, Yozgat Milletvekili olan İsmet Kapusuz ve Avukat Faruk Keskinkılıç, Avukat Cahit Babacan’la birlikte saat on bire (11) doğru Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Merkezi’ne geldi, “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek, üyelik formunu doldurdu, imzaladı ve MÇP’ye üye oldu… Ve sonra da 4 Ekim 1987 tarihinde yapılan Olağanüstü 2. Kongre’de Milliyetçi Çalışma Partisi Genel Başkanlığı’na seçildi!

Ülkücü Hareket, Alparslan Türkeş’in liderliğinde, bir kere daha Milliyetçi Türkiye hedefini gerçekleştirmek üzere yola koyulmuş oldu!

Not: Kurban Bayramınız Mübarek Olsun! MMK

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,92 M - Bugn : 13412

ulkucudunya@ulkucudunya.com