« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

28 Eyl

2011

MHP NE YAPMALI? (9)

28 Eylül 2011

Biz hükümlü veya tutuklu ülkücüler; ceza ve tutukevlerinde envai çeşit işkencelere maruz kala kala… Mamak’taki Hizbu-t Tahrir’cilerden aldığımız telkinler ile okuduğumuz Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadına aykırı kitaplardan edindiğimiz karmakarışık dinî malumatlardan dolayı kafalarımız karışa karışa… Siyasal İslâmcılardan kaynaklanan ‘İslâm’da milliyetçilik yoktur’, ‘İslâm milliyetçiliği reddeder’, ‘milliyetçilik İslâm’a aykırıdır’ ve hatta ‘milliyetçilik küfürdür’. ‘İslâmiyet’te her şey var, öyle ise ideolojiye ve doktrine ne gerek var’ gibi propagandaların tesiriyle Ülkücü Dünya Görüş’ünden adım adım ve yavaş yavaş uzaklaşa uzaklaşa… Ve bütün bu konuları/meseleleri birbirimizle günler ve gecelerboyu tartışa tartışa yaşayıp giderken, bir de baktık ki, zaman kurşun gibi dele dele geçmiş ve takvim 1983’ü göstermeye başlamış… Askerî Cunta da -lütfetmiş- siyasî parti kurmayı serbest bırakmış.
Süleyman Demirel, Güniz Sokak’ta… Bülent Ecevit, OR-AN’da… Bazı eski bakanlar ise yazıhanelerinde/bürolarında yeni parti kurmak üzere hemen çalışmalara başladılar. Ancak ülkücü camiada bir hareket görülmüyordu ki mevcut durum nazarı itibara alındığında bu çok da normaldi. Çünkü MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası devam ediyor, en tepeden aşağıya doğru iki yüz yirmi (220) ülkücü idam talebiyle yargılanıyorlardı... Ve çünkü Ülkücü Hareket’in Kurucu Lideri ve MHP’nin Başbuğu/Genel Başkanı Alparslan Türkeş, Mevki Askerî Hastanesi’nin Tutuklu Servisi’nde yatmaktaydı... Sadece Alparslan Türkeş mi, Ülkücü Hareket’in omurgasını teşkil eden gençlik teşkilâtı Ülkü Ocakları’nın önderleri Yaşar Yıldırım, Hasan Çağlayan, S. Şefkat Çetin, Muhsin Yazıcıoğlu, Sami Bal da Mamak’ta çile çekiyorlardı.
Üstelik ülkücü camiada bu konuda bir fikir birliği de yoktu: Kimi ülkücüler bu ortamda partileşmenin gereksiz olduğunu savunuyor; ülkücü kadroların cezaevinden çıkmasını bekliyor, kimileri de 12 Eylül’ün dağıttığı kervanın ancak kurulacak yeni bir siyasî parti ile yeniden yola koyulabileceğini ifade ediyorlardı… Alparslan Türkeş’i ziyaret etme imkânını elde etmiş şanslı ülkücülerden bazıları “Herkes partisini kuruyor, biz geç kalıyoruz. Anadolu’daki dağınıklığı, ancak parti çatısı altında toparlayabiliriz. Aksi halde dışarıda kalan kadrolar Turgut Özal’ın ya da Turgut Sunalp’ın yanına gidebilir” diyerek, Başbuğu parti kurulması konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı. Alparslan Türkeş, mizacı itibariyle hiç kimseyi kırmak istemiyor, liderliği sebebiyle ise hiç kimseyi kaybetmeyi arzu etmiyordu; bu sebeplerle bunlara “Hazırlık yapın, zemin oluşursa bana bildirin” diyerek, bir şekilde idare etmek yoluna gidiyordu.
Ülkücü camiada -bu tarihlerde- partileşmeyi; parti kurmayı savunan iki isim ön plâna çıkmıştı: Muharrem Şemşek ve Devlet Bahçeli.
Muharrem Şemşek, vatanî görevini yaparken, 22 Temmuz 1979 tarihinde komünist devrimcilerce çapraz ateşe tutulmuş, ağır yaralandığı bu saldırı sonrasında tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu. Ülkü Ocakları’nın eski genel başkanlarındandı… Bu özel durumu nedeniyle; “Ülkücü Hareket’in gazisi” olarak ülkücü camiada çok seviliyor ve saygı görüyordu… Aşağı Ayrancı’daki evini büro gibi kullanıyor; bir yandan Türkiye’nin her tarafından gelen ülkücülerle ilgileniyor, diğer yandansa faaliyetlerini gayrı resmî olarak yürüten Ülkü Ocakları’na ‘ağabeylik’ yapıyordu. Yanında Ülkücü Maliyeci ve İktisatçılar Derneği (ÜMİD-BİR) eski genel başkanı Rıza Müftüoğlu, Danışma Meclisi eski üyesi Mehmet Pamak ile bazı esnaf ve tüccarlar vb vardı.
Devlet Bahçeli ise, Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi'nde asistan olarak görev yapıyordu. Üniversiteli Asistanlar Yardımlaşma Derneği (ÜNAY) eski genel başkanıydı. Ve uzun zamandır Ankara’da okuyan üniversiteli ülkücü gençlerin ‘Devlet Ağabey’i durumundaydı. Yanında MHP Gençlik Kolları eski genel başkanı Ali Güngör, Ülkücü Köylüler Derneği (ÜLKÜ-KÖY) eski genel başkanı Bahattin Ergezer, Ülkücü İşçiler Derneği Birliği (ÜİDB) eski genel Başkanı Vedat Alagöz, Ülkü Ocakları Bursa şubesi eski başkanı İsmet Büyükataman vb vardı.
Aslında Muharrem Şemsek ile Devlet Bahçeli, 12 Eylül döneminde bir süre Ülkücü Hareket’in gayrı resmî merkezi gibi çalışmış olan MAYAŞ (Matbaacılık, Yayın ve Ticaret A. Ş.)’ın Yönetim Kurulu’nda; Tuğrul Türkeş, Ali Güngör, Yaşar Eşmekaya, İsmet Büyükataman, Mehmet Ünal, Sami Uzun ve Turan Güven’le birlikte çalışmışlar… Ve resmî olarak, aylık Töre Dergisi ile haftalık Hamle Dergisi’ni beraberce çıkarmışlar/yayınlamışlardı.
Lâfı uzatmayım, Av. Abülkadir Erdil birgün Muharrem Şemsek’e, Başbuğ Alparslan Türkeş’ten bir cümlelik bir not getirdi: Parti’yi kurun! Bunun üzerine kırk (40) kişilik bir istişare heyeti teşkil edildi. Heyette, Muharem Şemsek ve arkadaşları ile Devlet Bahçeli ve arkadaşları vardı… Heyet; parti’nin adını, amblemini, kurucularını ve programını belirlemek üzere çalışmaya başladı… Ancak bu heyet’in çalışmaları ağır aksak sürerken, birden ve aniden Muharrem Şemsek ve arkadaşlarının Devlet Bahçeli ve arkadaşlarını devredışı bırakarak, Cumhuriyetçi Muhafazakâr Parti’yi kurdukları duyuldu:
Muharrem Şemsek ve Rıza Müftüoğlu, Başbuğ Alparslan Türkeş’e, Parti’ye Mehmet Pamak’ın genel başkan yapılmasını teklif etti, fakat Başbuğ buna karşı çıktı. (Mehmet Pamak’ın Muhafazakâr Parti genel başkanlığından ayrıldıktan sonra ortaya koyduğu fikrî ve siyasî tavıra bakılırsa merhum Alparslan Türkeş’in ne kadar basiretli bir lider olduğu bir kere daha görülür!). Ancak Danışma Meclisi eski üyesi olması hasebiyle Mehmet Pamak’ı Askerî Cunta’nın veto etmeyebileceği ileri sürülerek, Başbuğ ikna edildi… Mehmet Pamak, Dr. Bnb. Selim Kaptanoğlu vasıtasıyla Alparslan Türkeş’le görüştürüldü. Başbuğ, Mehmet Pamak’a “Kurulacak partinin genel başkanı sen olmalısın” diyerek, genel başkanlık görevini tevdi etti… Mehmet Pamak kabul etti.
Mehmet Pamak, Ali Koç, Ahmet Karaca, M. Kazım İlkan, Ahmet Ersen, Kemalettin Toros, Kamil Özden, Ahmet Özsoy, Sebahattin Çankaya, İbrahim Ahi, Ahmet Sayımlar, Ahmet Uslu, Faruk Evirgen, Mehmet Çalışkan, Yusuf Fetvacı, Ahmet Kahraman, Kemal Özkan, Mevlüt Mutlu, Münir Efe, Melek Denli Karaca, Cemalettin Şeneren, Ramazan Sönmez, İbrahim Dönmez, Bahadır Özel, Mehmet Zeybek, Muzaffer Türkoğlu, Celal Açıkgöz, Zeki Özkan, Mehmet Küçükince, Turan Yavaş ve İbrahim Yücel’den meydana gelen kurucular kurulu listesi, 7 Temmuz 1983 günü İçişleri Bakanlığı’na verildi. Cumhuriyetçi Muhafazakâr Parti kurulmuş oldu.
Amblemi, Türkiye üzerinde yükselen bir çınar ağacı olan Cumhuriyetçi Muhafazakâr Parti (CMP) Genel Başkanlığı'na, kurucular kurulu arasında yapılan seçimler sonucunda Mehmet Pamak getirildi. Genel Başkan Yardımcılıklarına Ali Koç, Ahmet Karaca, M. Kazım İlkan, Yaşar İmeci, Kemalettin Toros, Genel Sekreterliğe Kâmil Özden seçildiler… Yargıtay Başsavcılığı, daha sonra yaptığı inceleme sonunda parti adındaki “Cumhuriyetçi” kelimesinin Siyasî Partiler Yasası ile 1630 sayılı Dernekler Yasası'nın 53. maddesi hükümlerine göre kullanılmayacağına karar verdi… Ve kurulan partinin adı Muhafazakâr Parti olarak tescil edildi.
Ancak Muhafazakâr Parti’nin kurulması esnasında devre dışı bırakılanlar haberi duyar duymaz âdeta kıyameti kopardılar! MP'ye karşı çıkanların arasında; Devlet Bahçeli, Ali Güngör, Selahattin Baysal (Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği ‘ÜLKÜ-TEK’ eski genel başkanı), Ahmet Hamdi Ayan (ÜLKÜ-TEK eski genel başkanı), Vedat Alagöz ve Bahattin Ergezer, İsmet Büyükataman gibi isimler vardı. Bu kişiler ve bunların arkadaşları Türkiye’yi dolaşarak, MP’nin aleyhinde çalıştılar, MP’nin teşkilâtlanmasına mani olmak için ellerinden geleni yaptılar... Bir hayli tesirli de oldular… Devlet Bahçeli, sık sık Başbuğ Alparslan Türkeş'e şikâyet edildi... Ancak yapılabilecek pek fazla bir şey yoktu… Başbuğ bunun üzerine Muharrem Şemsek’e 23. 7. 1983 tarihli bir mektup gönderdi. Mektupta Muharrem şöyle diyordu:
Pek değerli ve Sevgili oğlum;
Bu gün, muhterem arkadaşımız (…) mektubunuzu getirerek beni çok sevindirdi. Yazılarınızı okuyarak, gerçek durum hakkında aydınlandım. Teşekkürler ederim. Ara sıra yazmanızı ve bana bilgi vermenizi rica ederim. Malum olduğu üzere davamız Türk-İslâm davasıdır. Her hareketimizin gayesi Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmak ve asil milletimize hizmet etmektir.
P. imanlı iyi bir arkadaşımızdır. Abdülkadir Erdil de temiz ve ihlâslı bir Anadolu Türkmeni’dir. Avşardır, benim aşiretimden boyumdandır. Denenmiş fedakâr bir kimsedir. (….) Mehmet Ünlü ise gayet temiz, dürüst, imanlı, aydın bir kişidir.
Bunlar milliyetçilik yolunda, geçmiş yıllarda sessizce hizmet vermişlerdir. Ali Güngör ile Ahmet Hamdi Ayan tarafından gösterilen hatalı davranışı anlamak mümkün değildir. Devlet Bahçeli’nin bunlarla aynı davranışa girişmesi mümkün şey. Devlet Bahçeli, MİT’dendir. Arkadaşlarımız MİT’den uzak olmalı, bunlara hiç itimat etmemelidir.
Ne ise çok şükür şuurlu arkadaşlarımızın sayesinde fesat yatışmış oldu. Fakat bu tatsız şeyleri yapanlar, ya Anavatan Partisi ile işbirliği sebebi ile kışkırtılmışlardır veya MİT tarafından kullanılmışlardır. Mesele üzerine dikkatle eğilmek lazımdır.
Ermenilerin cinayetlerine karşı bazı MİT memurları içerde ve dışarıda ülkücüleri kullanmak teşebbüsünde bulunuyorlar. Bunları asla kabul etmemeli, hiçbir eyleme karışılmamalıdır. Önce yönetim Milliyetçilere karşı giriştiği baskıyı, yanlış uygulamayı değiştirmeli ve resmî makamlar, görev teklif etmelidirler. Bu takdirde devletimizin desteğini ve tasvibini arkamıza alarak eyleme girişmek kabul olunmalıdır. Aksi halde MİT (?) memurlarının el altından yaptıkları teklifleri kabul etmek zararlıdır. Bunu herkese münasip şekilde anlatmalıdır.
(…)
Mahsus selamlar ederek sevgilerle gözlerinizden öperim. Cenabı Hakka emanet ederim.
Alparslan Türkeş
Milli Güvenlik Konseyi, bahis konusu mektubun yazıldığı tarihten üç gün sonra; 26 Temmuz 1983 günü 110 nolu kararını açıklayarak, MP kurucularından Mehmet Pamak, Ali Koç, Melek Denli Karaca ve Ahmet Karaca dâhil 25 kişinin veto edildiğini ilân etti… Bunun üzerine Muhafazakâr Parti’nin Genel Başkanlığına Ahmet Özsoy seçildi... Ancak 16 Ağustos 1983 günü MP’nin on dokuz üyesi daha MGK tarafından veto edildi.
Devlet Bahçeli ile arkadaşlarının organize ettiği muhalefet hareketi ülkücü camia da bir hayli etkili oldu. MP yöneticileri ile MP’yi destekleyenler nerede ise çaresiz kalmış gibiydiler ülkücü camiadan gerekli siyasî desteği bir türlü alamıyorlardı, o zaman buna karşılık, Başbuğun Muharrem Şemsek’e yazdığı mektubun suretlerini Türkiye’nin her tarafında gezdirerek, gelişen muhalefeti kırmaya çalıştılar. Bunda ne kadar etkili olduklarını bilmek mümkün değil, ama gerek Devlet Bahçeli ve arkadaşlarının MP’ye karşı yürüttükleri muhalefet gerekse Muharram Şemsek ve arkadaşlarının bu muhalefete karşı Başbuğun mektubunu ülkücüler arasında dolaşıma sokmaları, biz ülkücüler arasında yeni bir travmaya; yaralanmaya ve sarsıntıya sebep oldu!
Keşke olanlar bu kadarla kalsaydı, ama ne yazık ki kalmadı, ‘iş’ alabildiğine büyüdü hatta çığırından çıktı!
Önce; MP'ye karşı çıkanlar, Muharrem Şemsek'in çevresinde toplanan ülkücüler tarafından "bozgunculuk" ve “bölücülükle” suçlanmaya başlandılar, hatta bu sebeplerle "cezalandırılmaları" gündeme geldi… Oluşturulan ‘ceza infaz ekibi’nin başında Ankara Ocak Başkanı Abdullah Şalcı vardı… Bahattin Ergezer saldırganların ilk hedefleri oldu... Evinin kapısında saldırıya uğradı… Benzer başka bir saldırı da Devlet Bahçeli'ye yapıldı… Bahçeli, Tandoğan'daki evinde, aynı şekilde saldırıya uğradı... MP'ye karşı çıkışı ve Devlet Bahçeli’ye verdiği destekle tanınan Vedat Alagöz ise, Hacı Bayram'daki dükkânında tehdit edildi… Sonra; hocası Devlet Bahçeli’ye saldırıldığını duyan Vahit Kayırıcı, (Ülkücü İşçiler Birliği Derneği ‘ÜİBD’ eski genel başkanı) ki kendisi Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi’nden Devlet Bahçeli’nin öğrencisiydi, ekibiyle İstanbul’dan Ankara’ya geldi… Olayları ve faillerini araştırdı, saldırganları tespit etti ve bunları kendi usulünce bir bir cezalandırdı.
Türkiye’nin en ücra köşesinde yaşayan en saf ve temiz, en idealist ve samimi ülkücülerin bile ne yazık ki bütün bu olanlardan bir şekilde haberleri oldu, çünkü nerede iki ülkücü bir araya gelse hep bu ‘mesele’ konuşuluyor ve tartışılıyordu. Bir vakitler İslâm tarihinde Müslümanların Hz. Ali’yi destekleyenler ve Hz. Muaviye’yi destekleyenler olarak bölündüğü gibi biz ülkücüler de -önceki yazılarımda ifade etmeye çalıştığım idolojik ve doktriner bölünmeler yetmiyormuş gibi- bir de MP’yi destekleyenler ve MP’ye karşı çıkanlar olarak en azından zihinlerimizde ikiye ‘bölündük!’ Ve Müslümanlar arasında bir Hz. Ali-Hz. Muaviye olayı oluşması gibi biz ülkücüler arasında da bir Muharrem Şemsek-Devlet Bahçeli olayı oluştu. Ve bu, çeşitli safhalardan geçerek, bugüne kadar geldi!
Kim ya da kimler haklıydı? MP’yi destekleyen Muharrem Şemsek ve taraftarları mı, yoksa MP’ye karşı çıkan Devlet Bahçeli ve taraftarları mı? Bu sualin cevabını doğrusu bilmiyorum, bilmek/öğrenmek de istemiyorum, çünkü benim meselem bu suale cevap bulmak değil. Zaten bu kadar zaman geçtikten sonra kimin haklı veya kimin haksız olduğunun ne önemi kalmış olabilir ki? Muharrem Şemsek ve arkadaşları haklı olsa ne olur, Devlet Bahçeli ve arkadaşları haklı olsa ne değişir? Ben bu yazıyı şu haklı idi veya bu haksız idi demek için yazmıyorum… Bu yazıyı ben, ‘biz ülkücüler Ülkücü Dünya Görüşü’nden niye ve nasıl uzaklaştık’ sorusuna bir cevap vermek için yazıyorum… Kimin haklı veya haksız olduğunu yahut olayların nasıl ve niçin meydana geldiğini gerçekten öğrenmek istiyorsanız, bu sualleri Ali Güngör Ağabeye sorun, o cevap versin. Çünkü Ali Güngör hem olaylar vukubulduğu zaman Devlet Bahçeli ile beraberdi ve olayların tam içindeydi hem de bugün Devlet Bahçeli ile birlikte olmadığı gibi Devlet Bahçeli’nin gadrine uğrayan ülkücülerden biri… O sebeplerle suallerinize objektif ve tarafsız olarak cevap verebilir.
Peki, Devlet Bahçeli MİT ajanı mıdır? Devlet Bahçeli’nin MİT’in ne elemanı ne de ajanı olduğunu sanmıyorum. Ben böyle düşünüyorum... Belki de böyle olmasını temenni ediyorumdur, kim bilir? Ama yazdığı mektupta Başbuğ, Devlet Bahçeli’nin MİT’ten olduğunu söylüyor? Doğrudur, Muharrem Şemsek’e yazmış olduğu mektupta Başbuğumuz böyle bir ifade kullanmıştır, fakat bu ifadeyi, çıkmış olan ‘fitne’yi hızla ve biran evvel söndürmek istediği için kullanmış olamaz mı? Doğrusunu, elbette MİT, Devlet Bahçeli ve tabiî ki Allah bilir!
Madem ki hiç istemediğim halde konu gide gide bu noktaya geldi, o halde “MP’yi destekleyen Muharrem Şemsek ve taraftarları mı, yoksa MP’ye karşı çıkan Devlet Bahçeli ve taraftarları mı haklıydı?” sualine, benim de bir cevap vermem farz oldu: Ben, bu konuda Muharrem Şemsek ve taraftarlarının da Devlet Bahçeli ve taraftarlarının da haklı olduğuna inanmıyorum… Bilakis her iki tarafın da haksız olduğuna iman ediyorum… Hatta daha ileri giderek, her iki tarafın da suçlu olduğunu biliyorum! Çünkü ‘bunlar’ yaptıkları veya yapmadıklarıyla biz ülkücülerin bölünmemiz sonucununu doğuran bir ‘fitne’nin çıkmasına sebep olmuşlardır. Ki Bakara Sûresi’nin 191. Âyeti’ne göre “Fitne, öldürmekten beterdir.”
Üstelik o gün Ülkücü Hareket’in ifa etmesi gereken, -parti kurmaktan- çok çok daha önemli bir görevi vardı… Bu zevat, parti kurmak gibi basit, her zaman yapılabilecek ve sıradan bir işle uğraşacakları yerde, bu görevlerini ifa etmeli ve daha sonra hâlâ kurulması gerektiğine inanıyorlarsa partiyi bu görevlerini yerine getirdikten sonra kurmalıydılar:
Ülkücü Hareket, 12 Eylül’de kesi’nkes mağlup olmuştu!
1. Evvelâ bunu kabul etmeliydi.
2. Bu mağlubiyetin sebeplerini ilmî ve objektif olarak tespit etmeliydi!
Ülkücü Hareket, yola, hâlâ devam etmeyi düşünüyorsa:
3. Bu sebepleri ortadan kaldırmalıydı! Aksi halde bu sebepler, bir kere daha mağlup olmamız sonucuna yol açacaklardı.
4. Ülkücü Hareket ilmî metotlar kullanmak suretiyle bir envanter çıkarmalı; insan ve benzeri bütün imkânları ile kaynaklarını tespit etmeliydi.
5. Dünya ve ülke konjonktürünü ilmî ve objektif olarak tespit etmeliydi.
6. Ülkücü Hareket, dünya ve ülke konjonktürü ile imkânları ve kaynaklarını nazarı itibara alarak yeni hedeflerini tespit etmeliydi.
7. Ülkücü Hareket, dünya ve ülke konjonktürü ile imkânlarını/kaynaklarını nazarı itibara alarak kendisini bu hedeflere götürecek stratejiyi, taktikleri ve prosedürleri tespit etmeliydi.
Velhasıl Ülkücü Hareket, 13 Eylül 1980 günü ilmî ve objektif esaslara sadık kalmak suretiyle bir özeleştiri yapmalı! Teşkilâtlanmayı/partileşmeyi istiyorsa teşkilâtlanmasını/partileşmesini bu özeleştiriyi yaptıktan sonra gerçekleştirmeliydi! Ancak Muharrem Şemsek ve Devlet Bahçeli ile bunların taraftarları bu zor, fakat doğru yolu tercih etmek yerine, kolay ve fakat yanlış yolu tercih ettiler! Bu yaptıkları büyük yanlış yetmiyormuş gibi bir de birbirleri ile ‘kavgalar ederek’ biz ülkücülerin yok yere ‘bölünmesine’ ve ‘parçalanmasına’ sebep oldular!
Allah günahlarını affetsin!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,69 M - Bugn : 25460

ulkucudunya@ulkucudunya.com