« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

21 Tem

2011

MHP NE YAPMALI (3)

21 Temmuz 2011

Yazının başlığı “ÜLKÜCÜLER NE YAPMALI?” olmalıydı, fakat o zaman bu yazının öncekinin devamı olduğu anlaşılamayacaktı. Hâlbuki ben bu yazıyı MHP NE YAPMALI (2)’nin devamı olarak yazıyorum. O sebeple bu başlığı kullanmak durumunda kaldım… Malûm ilk iki yazımda ‘MHP Genel Başkanlığı ile üst yönetiminin ne yapması gerektiğini’ aklımın erdiği ve dilimin döndüğünce arz etmeye çalışmıştım. Ama aldığım haberlerle tepkilerden anladığıma göre, MHP, kaybettiği şeyi Nasreddin Hoca’nın da yaptığı gibi kaybettiği yerde değil de aydınlık olan yerde aramayı tercih ediyor.
Bilmiyenler ya da hemen hatırlayamayanlar için Nasreddin Hoca fıkrasını arz edeyim: Hoca, birgün yüzüğünü kaybetmiş. Aramış, aramış bulamamış. Canı sıkılmış, sokağa çıkmış. Sağa sola bakınmaya başlamış. Yoldan geçen komşusu durup sormuş. - Ne aranıyorsun Hocam? - Evde yüzüğümü kaybettim de onu arıyorum. - İlahi hoca, öyleyse neden burda arıyorsun? Evde arasana. – Eee içerisi pek karanlık da o yüzden burada arıyorum.
Ne alâka? Şu alâka: MHP Genel Merkezi -12 Haziran Seçimleri’ndeki başarısızlığın sebebi kendileri değilmiş gibi- bütün teşkilâtlara bir genelge göndermiş. Genelge her kademeden bütün parti yöneticilerine; başkanlar ile yönetim kurulları üyelerine MHP’nin aldığı sonucu ve bunun sebeplerini yorumlayan birer rapor yazmalarını emrediyormuş! Oysa bunun sebebini bal gibi kendileri de biliyorlar! Nasıl bilmezler? 1999 Seçimleri’ndeki % 18’lik başarının nasıl sağlandığını biliyorlardı da bu başarısızlığın sebebini mi bilmiyorlar? O zaman % 18’lik bu sonuçta Genel Merkezin payının % 80, teşkilâtların payının ise % 20 olduğunu söylüyorlardı. Öyle ise bu seçimlerdeki % 13’lük başarısızlıkta da Genel Merkezin payı % 80, teşkilâtların payı ise % 20’dur! Ne ise konumuz bu genelge olmadığı için üstünde daha fazla durmayacağım, sadece kısaca Genelge’nin muhtemel sonuçlarını arz ederek geçeceğim. Bu Genelge’nin iki sonucu olur: Bir. MHP teşkilâtları ile ülkücülerin gazı alınmış olur! İki. MHP yöneticilerinin tek tek her birinin Sayın Genel Başkan ve üst yönetim hakkında ne/neler düşündükleri bizzat kenilerinden ve el yazılarıyla öğrenilmiş olur ki bu dahi, gelecek kongrelerde teşkilâttan kimlerin tasfiye edileceğininin belirlenmesini sağlar! Ne diyeyim, Allah ıslah etsin!
Ne ise geçeyim… MHP liderliği doğru da yanlış da yapsa ki göründüğü kadarıyla yanlış yapıyor, Ülkücülerin yapması gereken çok mühim bir görev var, Ülkücüler bunu, mutlaka yerine getirmelidir! O zaman MHP liderliğinin yaptığı yanlışlar düzeleceği gibi bundan sonra yanlış yapması da mümkün olmayacaktır! Ülkücüler bu görevlerini ifa etmezler ise de Genel Başkan ve hatta tüm MHP üst yönetimi değişse dahi MHP’de hiçbir şey değişmeyecek, her şey ‘aynı tas, aynı hamam’ devam edecektir!
Ülkücülerin mutlaka ve muhakkak yapması gereken bu görev nedir?
Bir hatıra ile arz edeyim… 14 Ekim 1973’de Milletvekili Genel Seçimleri yapılacaktı. Rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş seçim çalışmalarını başlatmak üzere İstanbul’a gelmişti. Aylardan ya Nisan veya Mayıs’tı, aradan çok uzun bir zaman geçtiği için tarihi tam olarak hatırlayamıyorum, ama ‘olayı’ daha dün olmuş gibi net olarak hatırlıyorum… Ben o zaman MTTB’de üniversite hazırlık kursuna devam ediyor, Fındıkzade’de Trabzon Öğrenci Yurdu’nda kalıyordum. Arakadaşımın biri “Haydi Parti’ye gidiyoruz” dedi, “Albay seçim çalışmalarıyla alâkalı bir konuşma yapacakmış”... O zaman Başbuğ tabiri henüz ya tam olarak bilinmiyor, ya da öyle çokça kullanılmıyor, merhum Alparslan Türkeş Albay diye anlıyordu… Kalktık, üç kişi gittik. MHP il Merkezi o zaman Aksaray’daydı. Bizi o vakit için büyükçe sayılabilecek bir salona aldılar. Bütün öğrenci yurtlarıdan ikişer üçer kişi gelmişti, salonda kırk elli kişi vardı. Tıklım tıklım doluydu, yani. Hepimizde bir heyecan vardı ki anlatmak imkânsız. Başbuğ’u beklemeye başladık.
Kapıda bir ‘Dikkat!’ çekildi, Rahmetli Alparslan Türkeş salona girdi. Hepimiz asker gibi dikildik. Esas duruşa geçtik. ‘Oturun’ buyurdu, oturduk. Hemen konuya girdi, seçim çalışmalarıyla ilgili çok da uzun olmayan bir konuşma yaptı. Bitirdi. “Anlayamadığınız bir şey var mı? Yahut bir sorunuz var mı?” diyerek, konuşmasını tamamladı.
Biz kim, sual sormak kim? Başbuğu dinlemekten hatta kendisiyle bir mekânda bulunmaktan ötürü zaten mest olmuş vaziyetteyiz. Sual sormak kimin aklına gelir? Hem Başbuğa sual sormak kimin haddine? Ben böyle düşünüyordum, ama herkes benim gibi düşünmüyormuş. Üstelik medenî cesareti benden çok fazla olan ülkücüler varmış. Nitekim biri çıktı.
“Albayım” dedi, “müsaade ederseniz, ben bir şey sormak istiyorum.”
“Sor evlâdım” dedi, tok ve müşfik sesiyle rahmetli Alparslan Türkeş. “Sor. Ne istiyorsan sor.”
“Albayım, MHP ne zaman iktidar olacak?”
Bu masum, temiz ve saf sual duyulup, anlamı kavranır kavranmaz salonda âdeta buz gibi bir hava esti. Çünkü hiçbirimizin aklında böyle bir şey yoktu… Seçim kazanmak ya da kaybetmek hiç kimsenin umrunda değildi. Seçimleri kazanmakla kaybetmek arasında hiçbir fark yoktu, bizim için. Hepimiz ‘gelecek seçimleri değil’, yalnızca ve sadece ‘gelecek nesilleri düşünüyorduk.’ Türkiye’yi ihya edecek ‘kadro’ kurulsun da kim iktidar olursa olsun, bize ne… Bizde, MHP iktidar olsun da biz de milletvekili olalım, senatör olalım. Mevki makam sahibi olalım. Müsteşar olalım, Genel Müdür olalım, Müdür olalım, diye bir düşünce yok. Böyle düşünceler aklımızın ucundan bile geçmiyordu... Böyle bir zihniyet hâkimdi hepimize, tüm ülkücülere… O sebeple içimizden bazıları hafif yollu homurdanarak, sorulan suale içerlediklerini belli ettiler.
Ancak rahmetli Başbuğumuzun vücut dilinde; jestlerinde, mimiklerinde, duruşunda, tavrında hiçbir değişiklik olmadı. Alparslan Türkeş, sual sorulmadan önce nasıl idiyse sorulduktan sonra da aynen öyleydi… Kızdığına ya da şaşırdığına yahut suali normal bulmadığına dair hiçbir emâre yoktu, kendisinde. Az önce nasıl idiyse gene aynen öyleydi… Hâlbuki biz, şaşkın vaziyetteydik. Biz, Albay’ın ‘Ne iktidarı? Biz gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünüyoruz’ diyerek, bir tepki vermesini bekliyorduk. Ama böyle bir şey olmadı. Gayet sakin olarak, ders verir gibi tane tane anlatmaya başladı. Ve:
“MHP ne zaman iktidar olacak? Güzel bir sual… Hemen cevap vereyim.”
“MHP, Genç Ülkücüler Teşkilâtı’ndan yetişenler sınavlarını vererek Ülkü Ocakları’na geçtikleri, Ülkü Ocakları’nda yetişerek ve sınavlarını vererek Gençlik Kolları’na geçtikleri, Gençlik Kolları’nda yetişerek ve sınavlarını verdikten sonra MHP’de görev aldıkları zaman iktidar olacak... Evlâdım, MHP işte o zaman iktidar olacaktır” dedi.
Çok basit gibi görünen bu üç cümle, doğrusu, belki iktidar olmayı çok da önemsemediğim için, o zaman bana çok da anlamlı gelmemişti. Şimdi öyle mi ya? Değil! Bu kısacık konuşma, bu üç cümle çok büyük manalar yüklüydü… Eminim ki anlamını benim dahi tam olarak kavrayabilmiş olmadığım bu kısa konuşma, şu anlamları ihtiva ediyordu:
(Bir). MHP, Ülkücü Hareket’in siyasî partisidir. (İki). Ancak MHP, ülkücü bir siyasî parti değildir. (Üç). MHP, ülkücüler tarafından fethedildiğinde ülkücü bir parti haline gelecektir. (Dört). Ve MHP, ülkücü bir partiye dönüştüğünde iktidar olacaktır. (Beş). Yahut MHP’nin iktidarı ancak MHP ülkücü bir partiye dönüştüğünde bir anlam ifade edecektir. (Altı). MHP, ülkücü bir partiye dönüşmedikçe iktidar olmuş ya da olmamış hiç mühim değildir. (Yedi). MHP, Ülkücü Hareket’ten daha önemli değildir. (Sekiz). Ülkücü Hareket, MHP’den daha önemlidir. Kadroları ülkücüleştikçe MHP’nin Ülkücü Hareket nezdindeki önemi de itibarı da artacaktır.
“Durum, Başbuğ Alparslan Türkeş’in Genel Başkan olduğu zaman dahi böyle idi ise ki kendisi aynı zamanda Ülkücü Hareket’in hem kurucusudur ve hem de lideridir, şimdi acaba nasıldır?” Aslında bu suali sormaya lüzum bile olmamalıdır! Hiç şüphesiz o zamankinden çok daha kötü bir durum sözkonusudur. Ancak gene de daha iyi anlaşılabilmesi için ben -maddeler halinde- cevap vermeye çalışayım. (Bir). MHP Ülkücü Hareket’in siyasî partisi olduğunu iddia etmektedir, ama icraatları bunu aksini göstermektedir. (İki). MHP, ülkücü bir siyasî parti değildir. Ülkücü bir siyasî parti olmadığı gibi hasbelkader içinde bulunan ülkücüleri adım adım tasfiye ettiği için hızla diğer partilerden farksız bir hale doğru gitmektedir. “Peki, rahmetli Alparslan Türkeş’in bahsettiği o vetire/süreç tamamlanmış ve MHP, hiç ülkücü bir parti haline gelebilmiş midir?” Buna, iki kere çok yaklaşılmasına rağmen ikisinde de; biri dış sebeplerden diğeri ise iç sebeplerden ötürü bu vetire tamamlanma imkânı bulamamış ve MHP hiçbir zaman ülkücü bir parti haline gelememiştir! Birincisi, 12 Eylül 1980’de, ikincisi ise 7 Temmuz 1992’de kesintiye uğramıştır.
Bu hükmü izah etmeden geçersem, konunun tam olarak anlaşılamamasından korkarım. Arz edeyim… Alparslan Türkeş’in 31 Mart 1965 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)’ne katılmasıyla Türk siyasî hayatına giren Ülkücü Hareket, aynı anda dört cephede birden mücadele etmeye başlamıştı. Bir taraftan ‘göç yolda düzülür’ misali Ülkücü Dünya Görüşü’nü oluşturmaya gayret ediyor, bir taraftan dâhil olduğu siyasî partiyi, diğer taraftan Türkiye’yi ülkücüleştirmeye çalışıyor, aynı zamanda da Türkiye’yi parçalamak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için çalışan emperyalizme karşı mücadele ediyordu. Bu, dört cephede birden çarpışmak insan gücünü aşan bir gayret gerektirdiği için gerçekten de çok zordu. Çünkü her cephede birbiriyle hemen hemen tamamen alâkasız dört farklı savaş şekli yürütülmek mecburiyeti vardı.
Ülkücü Hareket, bir taraftan Ülkücü Dünya Görüşü’nü oluşturmak için sürekli olarak dinî/felsefi, ideolojik ve doktriner çalışmalar yapıyor, bir taraftan da ‘hareket’ içinde ülkücü bir kadro kurmak için eğitim faaliyetleri yapmakla uğraşıyor. Diğer taraftan yetiştirdiği bu ülkücü kadro ile dışarıda bir taraftan devleti ülkücüleştirmek/fethetmek için çabalıyor. Öte yandan da komünist emperyalizmin silâhlı saldırılarına karşı hem hareket mensuplarını hem de Türklüğün son bağımsız devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyabilmek için canla başla fiilî bir mücadele yürütüyordu. Birbiriyle tamamen zıt dört savaş; kültür savaşı, eğitim savaşı, propaganda/halkla ilişkiler savaşı ve bildiğiniz silâhlı savaş. Dördünü birden, aynı anda ve hiçbirini ihmal etmeden bir denge içersinde yürütmek ne kadar zordur, bunu, ancak yaşayanlar bilir. Fakat Ülkücü Hareket, bunu, Türkiye Cumhuriyeti ile emperyalizm kendisine karşı bir ittifak kuruncaya kadar başarıyla yürüttü! Ancak 12 Eylül 1980’de ne zaman ki Türkiye Cumhuriyeti ile emperyalizm kendisine karşı ittifak kurdular o zaman teslim olmak zorunda kaldı. Belki buna dahi direnebilirdi, ama Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine karşı emperyalizmle ittifak edebilmesi Ülkücü Hareketi müthiş bir hayâl kırıklığına uğratmıştı. O sebeple direnmekten vazgeçti, teslim oldu. İşte bu, yani Türkiye Cumhuriyeti ile ABD emperyalizminin Ülkücü Hareket’e karşı oluşturduğu ititfak sonucu gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 askerî darbesi, MHP’nin ülkücü bir parti haline dönüşmesine engel olan ilk ‘şey’ oldu.
Dediklerime inanmakta güçlük mü çekiyorsunuz? O halde -12 Haziran 1979 tarihinde seçilen- 12 Eylül öncesi son MHP Genel İdare Kurulu üyelerinin isimlerine bir göz atın, eminim, doğru söylediğimi o zaman siz de kabul edeceksiniz. İşte o liste: Gün Sazak, A. Oktay Güner, Sadi Somuncuoğlu, Necati Gültekin, İhsan Kabadayı, Taha Akyol, Nevzat Kösoğlu, Cengiz Gökçek, Tahsin Ünal, Mehmet Doğan, Turan Koçal, Ömer Çakıroğlu, Tahir Şaşmaz, Faruk Demirtola, Mehmet Irmak, S. Ahmet Arvasî, Ahmet Er, A. Hamdi Ayan, Said Bilgiç, M. Yusuf Özbaş, Prof. Dr. Lütfü Ülkümen, Ali Gürbüz, Avni Çarsancaklı, Ali Fuat Eyüboğlu, Ziya Derya, Şerafettin Doğan ve Yaşar Okuyan.
İkincisine gelince… 12 Eylül’den sonra tutuklanan Başbuğ Alparslan Türkeş, 9 Nisan 1985 tarihinde tahliye edildi. Ancak 1982 Anayasa’sının getirdiği siyasî yasakları devam ediyordu, o sebeple resmen siyaset yapamıyordu. Bu yasaklar, 6 Eylül 1987’de yapılan halk oylaması neticesinde kalktı. Alparslan Türkeş siyâset yasağı kalkar kalkmaz MÇP’ye katıldı ve 4 Ekim 1987’de yapılan kongrede genel başkanlığa seçildi. Ve hemen ülkücü kadroları MÇP çatısı altında toparlama ve bu suretle MÇP’yi ülkücüleştirme faaliyetine girişti. Nitekim başta Muharrem Şemsek, Muhsin Yazıcıoğlu, Hasan Çağlayan, S. Şefkat Çetin ve Yaşar Yıldırım gibi eski Ülkü Ocakları genel başkanları ile yetişmiş diğer bazı ülkücüleri MÇP Merkez Yürütme ve Merkez Karar Kurullarına almayı başardı. MÇP, baştan sona yenilenmeye ve böylece ülkücü bir parti haline gelmeye başlamış oldu… 24 Eylül 1991 tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerine IDP, RP ile ittifak yaparak girdi... 19 milletvekilliği kazandı… MÇP, hızla ülkücü bir parti haline dönüşüyordu. Bu, Ülkücü Hareket’te müthiş bir heyecan ve gayret oluşturmuştu. Ülkücüler grup grup MÇP’ye katılıyordu. Ancak Muhsin Yazıcıoğlu ile beş milletvekili ve birçok ülkücü parti yöneticisi 7 Temmuz 1992 tarihinde –Başbuğ’un ne yapmaya gayret ettiğini anlamadıkları için olacak, bir hiç yüzünden- MÇP’den istifa ettiler. Böylece MÇP’nin ülkücü bir parti haline gelmesi ‘işi’ akamete uğramış oldu!
Yazı gene çok uzun oldu, daha fazla uzatmadan hemen tamamlamaya bakayım… İşte Ülkücülerin mutlaka ve muhakkak ve bir an dahi gecikmeden ifa etmesi gereken görev rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in 1973 yılında buyurduğu gibi en alt kademesinden başlayıp, genel başkanlık makamına kadar tüm MHP’yi ‘fethetmektir!’
MHP, ancak ve sadece bu ‘fetih’ gerçekleştiği takdirde ülkücü bir siyasî parti haline gelecektir! MHP’yi idare eden kadrolarının çoğunun ülkücülerden müteşekkil olması MHP’nin ülkücü bir siyasî parti olmasını sağlayacaktır.
MHP’de ancak ve sadece bu ‘fetih’ gerçekleştiği takdirde Ülkücü Dünya Görüşü’ne aykırı hiçbir ‘şey’ olmaz/yapılmaz/yapılamaz hale gelecektir! Ülkücüler, Ülkücü Dünya Görüşü’ne; İslâmiyet’e, Milliyetçiliğe ve Millî Doktrin’e aykırı hiçbir faaliyete müsaade etmez. Çünkü Ülkücü Dünya Görüşü, ülkücülerin lidere itaat etmelerini söylemekle birlikte yine her ülkücünün liderin icraatına karşı vicdanî kanaatlerini açıkça ifade etmelerini tavsiye eder… Ülkücü “hurûc alessultan” fikrini nizamı muhafaza endişesiyle, reddetmekle birlikte “kitman” (liderlerin haksız icraatına karşı susma) fikrine de karşıdır!
MHP, ancak ve sadece bu ‘fetih’ gerçekleştiği takdirde iktidar olabilecektir! MHP ülkücü bir siyasî parti haline geldiğinde bütün ülkücüler MHP’te toplanacak ve bunun meydana getirdiği sinerji MHP’yi iktidar yapacaktır. Bugün bazı ülkücülerin başka partilerde yer/görev almaları sırf bunların ihaneti ile açıklanamaz. Bunun en mühim sebebi MHP’nin Ülkücü Dünya Görüşü’nü lâyıkıyla temsil etmiyor/edemiyor olmasıdır.
MHP’nin iktidarı, ancak ve sadece bu ‘fetih’ gerçekleştiği takdirde anlamlı hale gelecektir. MHP, ülkücü bir siyasî parti haline gelmediği halde iktidar olursa bundan ne MHP’ye ne de Türkiye’ye bir fayda gelmez. Nitekim bu, MHP’nin 1999 yılındaki koalisyon ortaklığı sırasında açık ve net olarak görülmüştür.
Ülkücüler haydi görev başına: MHP’yi fethetmeye! MHP’yi ülkücü bir siyasî parti haline getirmeye! Ve MHP’yi iktidar yapmaya!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,99 M - Bugn : 19792

ulkucudunya@ulkucudunya.com