« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

01 Tem

2009

İRAN

01 Temmuz 2009

Önce bir yanlışı düzelteyim…
İsimlerinin önünde bir satır unvan sıralanan kocaman kocaman bayanlar ve baylar televizyon kameraları karşısına veya gazete köşelerine kurulmuşlar, İran’daki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’ni tartışıyorlar. Siz de görmüş veya okumuşsunuzdur. Ancak hemen hemen ahepsinin de ortak olarak kullandığı bir temel yanlış var: Ahmedinejad’ı en hafifinden muhafazakâr, Musavi’yi ise liberal diye vasıflandırıyorlar. Ki bu büyük bir yanlıştır!
İran siyasî sistemi hakkında ilkokul seviyesinde bir bilgileri olsa bu sınıflandırma yahut vasıflandırmayı yapmazlar… Çünkü Ahmedinejad ile Musavi arasında millî, dinî ve ideolojik hiçbir fark yok! Olamaz da… Ahmedinejad ne ise Musavi de odur. Ahmedinejad ne yapmak istiyorsa Musavi de aynılarını yapmak istiyor. Nitekim bilmeyenler için söyleyeyim İran’da ilk nükleer faaliyetler Musavi zamanında başlatılmıştır!
İran’da Anayasa ile belirlenmiş olan siyasî sistem bunu temin edecek tedbiri almıştır, çünkü. Öyle her isteyen İran vatandaşı cumhurbaşkanlığı makamına aday olamaz. Aday olabilmek için Gözetleyici Konsey’in adaylığı onaylaması gerekir! Gözetleyici Konsey Cumhurbaşkanı seçimini, meclis seçimlerini, halkın oyuna ve görüşüne başvurmayı denetleme yetkisine sahiptir. Yani Cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarının seçimlere katılıp katılmayacağına Gözetleyici Konsey karar verir.
Öyle ise Musavi nasıl olur da liberal olabilir? Gözetleyici Konsey İran rejimini yıkmak veya değiştirmek istemiyorsa bu, mümkün olabilir mi? İran, Türkiye mi ki kendisini yıkmak isteyenlere seçimlere aday olarak katılma izni versin?
Bu arada Musavi’ye hangi insiyakla olursa olsun, ısrarla Musevi diyenleri kaale bile almıyorum. Bunu, niye böyle söylediklerini eminim ki siz benden daha iyi biliyorsunuzdur! Geçiyorum.
Sonra da küçücük bir açıklama yapayım…
Ben Humeynici değilim, ülkücü olduğum için istesem dahi olamam, zaten… İnsan, hem Humeynici hem ülkücü olamaz… Sadece birini olabilir, çünkü bunların her biri ayrı bir dünya görüşüdür. Bunu, hemen burada söylemek zorundaydım. Söyledim. Aksi halde az sonra okuyacaklarınızı yanlış anlamanıza sebep olabilirim ki doğrusu, bunu da hiç istemem.
Uyguladığı rejimi tam olarak tasvip etmesem de İran’ı seviyor ve takdir ediyorum!
Seviyorum, çünkü Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan bu yana İran ile aramızda tam 370 yıldır barış hüküm sürüyor. Keşke bütün komşularımız böyle davransalar. Oysa öylemi? Yunanistan daha üç gün önce İngiltere ve ABD adına ülkemizi işgal etmeye kalktı, ama dersini aldı. Ardına dahi bakmadan, gerisin geriye gitti. Fakat bundan ders almamış olacak ki şimdi de Kıbrıs’ı bahane ederek, olmadık muzırlıklar yapmaya devam ediyor. Batı Trakya’daki milletdaşlarımıza yaptıklarını saymıyorum, bile… Bulgaristan dünden de yakın bir zaman önce miletdaşlarımızı sürdü, çıkardı. 300 bin kişiyi Türkiye’ye göçe zorladı. Allah’tan şu anda biraz sakinleşmiş gibi gözüküyor… SSCB-Rusya’nın yaptıkları ise hafızalarımızda taptaze duruyor… Suriye ve Irak yıllarca PKK’yı besleyip, destekleyerek başımızı ağrıttı. Bugün Suriye yola gelmiş gibi görünüyor, Irak ise kendi dertleriyle baş etmeğe çalışıyor. Allah yardımcıları olsun. Ya Ermenistan? Arkasına tüm emperyalist ülkelerin desteğini almış, Türkiye’den toprak talep etmeye devam ediyor.
Takdir ediyorum, çünkü Humeyni milletinin millî, dinî ve insanî özellikleriyle şartlarına uygun bir rejim kurdu, takipçileri bunu istikrar içinde uyguluyor. İşte buna, kıskançlığa yakın bir şekilde gıpta ediyorum. Bunu, biz de Atatürk zamanında yapmaya çalıştık, ama çeşitli zorluklardan ötürü tam olarak yapamadık! Yapılanları da İsmet İnönü’den buyana yıka yıka devam ediyoruz. Halimiz bugün maalesef İran’dan çok daha kötü! Yanlış anlaşılmasın İran’ın hali kötüdür demiyorum; yalnızca biz, birçok konuda İran’dan geriyiz demek istiyorum. Meselâ tarih, kültür; dil, edebiyat, sanat, musiki konularında İran bizden fersah fersah ilerdedir!
İran; devletine, milletine ve rejimine bağlı bir nesil yetiştirdi. Millî kurumlarını kurdu ve bunları tıkır tıkır işletiyor. Millî sanayisi ile silâh sanayisini kurdu, hatta atomu parçalama noktasına geldi. Dış borç batağına düşmeden, her tür emperyalizme; en başta siyonizme ve kapitalizme karşı kararlılıkla direnerek dünya hayatına devam ediyor… Biz ise maalesef hâlâ yerlerde sürünüyoruz! Nasıl takdir etmeyeyim? Nasıl kıskanmayayım?
“Tamam da M. Metin Kaplan, peki bu olanlar nedir? İran neden bu kadar karıştı?”
Bu suallerin cevabını bulabilmek için biraz yakın tarihe bakmak lâzımdır… İran, İslâm Devrimi’ne kadar ABD emperyalizminin en önemli ileri karakoluydu… Humeyni 1 Şubat 1979’da Fransa’dan dönerek İslâm Devrimi’ni başlattı ve neticede eski rejimi yıktı. Yerine, İslâm rejimini kurdu. Tabii ki bu, o kadar da kolay olmadı. Bu sırada büyük karışıklıklar yaşandı. Birçok kimse hayatlarını kaybetti. Hatta bu esnada ABD Büyükelçiliği 400 gün işgal edildi. Bütün belge ve bilgileri ele de geçirildi. En enteresanını en sona sakladım, o işgali yapan öğrencilerin başında bugün İran Cumhurbaşkanı olan Ahmedinejad vardı! İran’da nasıl bir rejimin bulunduğuna bundan daha iyi bir örnek olabilir mi?
İslâm Devrimi yapılınca, ABD buna müthiş bir tepki gösterdi, ama dünya konjonktüründen ötürü yapabileceği bir şey yoktu. Bunun üzerine o da maşası-ajanı Saddam’la bir hamle yaptı. Saddam’ı İran’a saldırttı. Savaş sekiz yıl sürdü. Milyonlarca İranlı ve Iraklı masum ve mazlum insan öldü. Ancak bir sonuç çıkmadı. Savaş berabere bitti. ABD’nin sonra Saddam’a ne yaptığı malûm, buna hiç girmiyorum.
Irak Savaşı’ndan sonra İran hızla toparlandı ve bugünlere genlindi. Ancak bir taraftan Şah taraftarları, diğer taraftan milyonlarca Türk-Azeri, Sünni ve Kürt hep tahrik edildi, ABD ve AB tarafından… Bu tepkiler birikti durdu… Bu seçim vesile kılınarak da ortaya döküldü. Olanların sebebi budur! Yani bir çeşit turuncu devrim hikâyesi!
“Abartma M. Metin Kaplan ne turuncu devrimi?” diyorsanız, şu satırları da bir okuyun. Sonra karar verin; olur muymuş, olmaz mıymış?
Seymour Hirsh, 2008 yılında Newyorker'da 'Savaşa Hazırlık' başlıklı bir makale yayınladı. Yazıda, ABD Başkanı Bush'un Kongre'den istediği 400 milyon dolarlık bir örtülü operasyon (covert operation) bütçesinin onaylandığı söyleniyor. Ve operasyonların ana amacının İran'ın bölgesel liderlik gücünü kırmak olduğu belirtiliyor. Bu amaca yönelik olarak ilk yapılacaklar, etnik ve muhalif grupları kışkırtmak ve istihbarat faaliyetlerini artırmak olarak sıralanıyor.
Neymiş, anlaşıldı mı?
“Yahu, boş ver… Başkan Bush gitti, Obama geldi” diyerek, hâlâ itiraz mı ediyorsunuz?
İyi madem, o halde bir de Obama’ya bakalım! Bakalım, Obama ne yapıyormuş?
Tim Burghardt, The Intelligence Daily'deki analizinde, Başkan Obama döneminde ‘kara bütçe’ (Black budget, yani örtülü operasyonlara ayrılan bütçe)’nin 2010 malî yılı itibariyle İngiltere, Fransa, Japonya ve hatta Çin'in toplam askerî bütçesi civarına ulaşacağını yazıyor.
Lütfen dikkat edin; ABD’nin sırf ‘kara bütçesi’ İngiltere, Fransa, Japonya ve hatta Çin’in toplam askerî bütçesi civarına ulaşacak!
Bu, ne demek?
Bu; ABD, dünya sathında örtülü operasyonlarına devam edecek ve barışı kurma çabalarını(!) yoğunlaştıracak, demek… Peki, sizce bu yoğunlaşmanın coğrafî merkezi neresi olacak? Bu paralar kimi ya da kimleri devirmek için kullanılacak?
Ne dediğinizi duyamadığım için tam olarak anlayamadım. Bir kere daha tekrarlar mısınız?
Tamam, şimdi anladım; İran!
Hâlâ azıcık da olsa şüphesi olanlar için 26 Haziran 2009 tarihli bir haber…
İRAN'DA 'SOFT DEVRİM' ÇÖKTÜ! ABD istihbaratının, İran'da, 75 milyon dolarlık bütçe ayırarak yılbaşından bu yana yürüttüğü 'soft devrim' hareketi çökertildi.
İran Haber Ajansı Mehr, projeyi ikisi kamuoyuna deşifre edilen 4 profesörün yürüttüğünü duyurdu… İran'da görev yapan iki profesör kardeş Arash ve Kamyar Alaei tutuklandı.
İran'da 12 Haziran seçimlerinden bu yana yapılan gösteriler sürerken, kargaşanın ana nedeni olarak öne sürülen bir iddia gözleri CIA'ya çevirdi. İran'ın yarı resmî haber ajansı Mehr, CIA'nın 2009 yılının başından bu yana İran'da 'yumuşak devrim' (soft revolution) yürüttüğünü iddia etti. Mehr'e göre, CIA, bu “yumuşak devrim” projesi çerçevesinde, Dubai'den yönetilen ve İranlılarla ABD arasında birebir ilişkiyi sağlayan bir “network” ağı kurmuştu. Amaçlanan, bu ağ aracılığıyla İran'da muhalefeti yükseltmek, bir renkli devrim yapmaktı.
Bu işin başarılması için; sivil toplum kuruluşları, sendikalar tarafından düzenlenecek şiddet içermeyen gösteriler, sivil itaatsizlik İran'ın her tarafına yayılarak hükümet üzerinde baskı oluşturulacaktı. Mehr'e göre, muhalifler acele edince proje daha 32 milyon dolar harcanmışken çöktü.
Mehr haber ajansına göre, bu projeyi CIA adına dışarıdan yürütenler, Woodrow Wilson Vakfı, Soros Vakfı, Açık Toplum Enstitüsü, AIPAC, Türkiye, Azerbaycan, BAE ve Kuveyt'teki CIA ajanlarıydı.
İran'ın içindeyse CIA, destek alabileceği bilim adamları, sanatçılar, sporcular ve daha pek çok kişinin yer aldığı bir liste hazırlamıştı. Bu listede yer alanlardan 10-15 kişi bilimsel, sanatsal ve başka amaçlı toplantılara katılmak üzere ABD'ye davet edildiler.
Kendilerine Dubai kaynaklı kredi kartları verildi. Masraflarını bu kartlarla karşıladılar. Karşılığında da kendilerinden İran'ın ekonomik, sosyal ve siyasî durumu hakkında raporlar yazmaları istendi. İran'ın içinde bu işi CIA bağlantılı olarak 4 kişi yürütüyordu. Bunlardan ikisi HIV virüsü ve AIDS konusunda uzman olan Dr. Arash ve Dr. Kamyar Alaei kardeşlerdi. Bu dört kişi yakalandı ve tutuklandı.
Sanırım, artık ikna oldunuz… Peki, bundan sonra ne olur?
Bana kalırsa olumsuz hiçbir şey olmaz. İran rejimi, bu karışıklıklardan dolayı hayli sıkıntı çekse de tekrar toparlanır ve bu bahane ile birçok rejim muhalifini temizler! Rejim muhaliflerini temizlendiği için de eskisinden daha da güçlü ve etkili olarak kaldığı yerden yoluna devam eder!
Kabul ve itiraf etmek gerekir ki dünya da sadece iki adet millî devlet vardır ve bunlardan birisi İsrail ise diğeri de İran’dır! Gerisi fantezidir, hikâyedir!
M. Metin KAPLAN

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,69 M - Bugn : 32089

ulkucudunya@ulkucudunya.com