« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

13 May

2009

BİR CEZAEVİ HATIRASI VE!

13 Mayıs 2009

Beni yakından tanıyanlar bilir; ben cezaevinde yattığımı gizlemem, gerektiğinde hiçbir kompleks duymadan söylerim… Ben, cezaevinde yatmakla hiçbir zaman övünmediğim gibi bunun bir üstünlük sebebi olduğuna da inanmam… Ayrıca cezaevi hatıralarımı “Battal Gazi Macerası” gibi anlatmayı da hiç sevmem, mecbur kalmadıkça anlatmam, ama şart oldu. Bu gün bir cezaevi hatırası yazmak zorundayım.

21 Temmuz 1975 günü, Efendi Barutçu (Ülkü Ocakları Derneği Bursa Şube Başkanı) ile ben (ÜOD Bursa Şubesi II. Başkanı) siyasî amaçla ve ‘faili gayri muayyen’ şekilde bir kişiyi öldürmek, bir kişiyi de yaralamak iddiasıyla tutuklandık… Bursa Kapalı Ceza ve Tevkif Evi’ne konulduk.

Biz tutuklanmadan 9 ay önce, 29 Ekim 1974’de Cumhuriyetin kuruluşunun 50. Yılı münasebetiyle bir genel af çıkmıştı... Cezaevi neredeyse boş gibiydi… Bursa Cezaevi’nde sadece af tahliye edilmelerini sağlamaya yetmeyecek kadar büyük cezası olan mahkûmlarla aftan bir şekilde yararlanamamış olan tutuklular vardı… Bizi iki gece ‘Muvakkat Koğuş’ta tuttuktan sonra birkaç ay evvel açılmış olan 3. Koğuşa verdiler.

3. Koğuş otuz kişilikti; biz de gelince sayı tamamlandı. Koğuş mümessili soyadı Türkeç olan bir ağır mahkûmdu… Kendisine herkes nedense ‘Türkeş Dayı’ derdi… İdarede çalışır ve Koğuşla pek fazla ilgilenmezdi… Koğuş’ta her gece kumar postası kurulur, kumar oynanır ve esrar içilirdi.

Biz, bu yapılanların dinen haram, hukuken haksız, ilmen yanlış ve ahlâken kötü olduğunu biliyorduk… Ve biz, kumara da uyuşturucuya da karşıydık ve bunların olmaması gerektiğine inanıyorduk, ama bunlara hemen karşı çıkmadık… Görmezden ve duymazdan gelir gibi yaptık… Her şeyin bir zamanı ve yeri vardı!

Cezaevi’nde yeniydik; cezaevi raconunu çok fazla bilmiyorduk, fazla da önemsemiyorduk, ama insanlar bunu önemsiyordu… Ayrıca biz hiç kimseyi tanımıyorduk, bizi de hiç kimse tanımıyordu… İnsanlar tanımadıkları kimselere güvenmezler; biz kimseye, kimse de bize fazlaca güvenmiyordu… Böyle bir durum ise çok tehlikeliydi; sonunda tüm cezaevi ile karşı karşıya kalma riski vardı… Oysa biz; Ülkücü Hareketi temsil ediyorduk; yanlış yapma lüksümüz yoktu! Mutlaka doğru hareket etmek ve de muhakkak sonuç almak durumundaydık.

Efendi’yle oturduk istişare ettik ve bir strateji oluşturduk; bir taraftan sohbetlerimizde kumar ve uyuşturucunun kötülüklerinden bahsedecek ve koğuş arkadaşlarımızı bunların yasaklanmasına hazırlayacaktık, diğer taraftan da uygun vaktin gelmesini bekleyecektik… Vakit saat gelince de…

Ve çok geçmedi, uygun vakit saat geldi: Bir gece kumar müptelaları kumar postu başında kavgaya tutuştular! Anında müdahale ettik, kavgacıları ayırdık… Bir grupla Efendi, diğer grupla ben oturduk ve sigaraları yakıp, kendilerine kavgaya sebep olan şeyin falanın ya da filanın hile yapması değil, bizatihi kumarın olduğunu bir kere daha anlattık ve kumarı koğuşumuzda yasaklamak gerektiğini söyledik. Kumar oynamayanlar bu fikri hemen desteklediler, kumarcılar ise Koğuş’ta huzurun bozulmasına sebep oldukları için karşı çıkamadılar… Koğuş’ta kumar o gece yasaklandı!

Kavgacıları barıştırdık… Koğuş’ta huzur ve sükûn yeniden sağlanmış, birinci mesele de hallolmuş oldu… Şimdi sıra ikincisindeydi!

Koğuş’ta otuz yaşlarında, yakışıklı, kara yağız, hali vakti yerinde, düzenli ziyaretçisi gelen, soranlara da yaralamadan yattığını söyleyen Adanalı bir adam vardı… İsmi önemli değil… Uyuşturucuyu; esrarı Koğuş’a bu adam getirtirdi… Böylece hem içer kafayı, hem de satar yolunu bulurdu… Aslında kumar postunu da bu serer, kumarı da bu oynatırdı… Tabii hem kumar yasaklandığı ve dolayısıyla mano gelirini kaybettiği için, hem de önünde sonunda esrarın da yasaklanacağını tahmin ettiği için bize düşman olmuştu… Ancak bunu, nedense açıkça ifade edemiyor, bunun yerine ufak tefek gıcıklıklar yapıyor… Bizse anlamazdan geliyorduk, her şeyin bir vakti, saati vardı!

Bir gün öğle yemeği için koğuşun küçük mutfak bölümünde menemen pişirdik, Efendi önde ben arkasında küçük kapıdan koğuşa girmek üzereydik; Adanalı kabadayı ile kapıda karşılaştık… Normal olarak o bize yol vermek zorundaydı, çünkü bizim ellerimiz doluydu, ama yol vermediği gibi kapıda dikilmeye devam ediyordu… Efendi, “Çekil de geçelim” dedi, o ise “Niye?” yaptı, ukala ukala… Belâ arıyordu… Efendi istese iki dakikada katlar bırakırdı; Efendi pek kimse bilmez, ama karakucak güreşirdi… Lâkin ben varken Başkan’a hareket çekmek yakışmazdı… Ne de olsa Başkan idi! Vakit saat gelmişti; süratle elimdekileri tezgâha bıraktım ve aradan bunun gözünün üstüne bir Osmanlı tokadı çektim!

O zaman tabii böyle elli beş yaşında bir ihtiyar değildim; yirmi bir yaşında, iki yıldan fazla teakvando çalışmış, zıpkın gibi sporcu bir delikanlıydım… Kaşı anında indi, sanki yüzünde bomba patlamıştı, geri geri gitti ve olduğu yere yığıldı, kaldı… Yanındaki fedaisi, papuçun pahalı olduğunu görünce, müdahale etmek yerine gardiyanlara koştu.

Hepimizi paldır küldür önce Başgardiyana, sonra Müdüre, en sonunda da Cezaevi Savcısı’nın huzuruna çıkardılar… İfadelerimiz alındı… Savcı, Erdinç Dinçer isimli adam gibi bir adamdı… Allah selâmet versin! İfadelerimizi okuduktan sonra Efendi ile beni çağırdı; “Böyle bir adamla ne işiniz olur, sizin?” dedi sitemle… Meğer Adanalı, avcıymış; altında son model arabası, cebinde tomar tomar parası, kenar mahalle kızlarını tavlar, evlilik işlemlerini yaptırmak vaadiyle nüfus cüzdanlarını alır ve kızları kirlettikten sonra da geneleve satarmış… İşi bu imiş… Ama biz bütün bunları bilmiyorduk ve ispiyon olmasın diye kumar ve esrar konularından da hiç bahsetmedik. “Oldu, bir şeyler” deyip, geçiştirdik… Bize, “İkiniz de ‘Ben yaptım’ diyorsunuz, ama bu, iki kişi tarafından yapılmaz. Biriniz kabul edin, diğeriniz koğuşuna dönsün” dedi, “Aksi halde ikinizi de tecrite almak zorunda kalırım!”

Velhasıl ikimiz de “Ben yaptım” dedik, ikimizi de tecrite aldılar… Şimdi nasıldır bilmiyorum, o zaman tutuklu hücreye atılmaz, tecrite alınırdı. Ve tecrite alınan, mektuplarını alır ve cevap yazabilir, ziyarete çıkabilirdi… Hücrede olan ise bu hakların hiç birini kullanamazdı… Neyse, bir hafta tecritten sonra Koğuş’a döndük... Adanalıyı ise diğer kısma almışlardı… Uyuşturucu konusu da böylece halloldu! 3. Koğuş’ta bir daha ne kumar oynandı, ne de uyuşturucu kullanıldı!

Bu kadar uzun bir hatırayı özetleyerek, niçin anlattım biliyor musunuz? Elbette bilemezsiniz, ben arz edeyim.

Mardin’de Mazıdağı, Bilge Köyü’nde insanlık dışı bir katliam yapıldı, 44 kişi öldürüldü, bunu herhalde bilirsiniz… Yok yok olayı tahlil etmeye çalışmayacağım, benim söylemek istediğim başka bir şey… Olay’dan sonra yapılan tantanalarla ilgili.

Olay oldu, bitti… Keşke olmasaydı… Fakat tantanası sürüyor… Bu vesile ile töre sadece kan davası demekmiş gibi töreye her koldan saldırılıyor… Milleti teşkil eden temel direklerden biri yıkılmaya çalışılıyor… Bunun farkındayım, ama temas etmek istediğim bu dahi değil, ben daha başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum.

Türklük düşmanları ile bunların her kesimdeki işbirlikçileri, katliamı Geçici Köy Korucuları’nın yapmış olmalarından hareketle, Geçici Köy Koruculuğu kurumunun kaldırılması gerektiğini müthiş bir performansla savunmaya başladılar… Ben bu konuya temas etmek istiyorum.

PKK ilk günden beri kuruma karşıdır! Çünkü korucuların bulundukları köylere sirayet edemiyorlar… PKK işbirlikçileri de yıllardır kurum kaldırılsın diye propaganda yapmaya devam ettiler… Şimdi de aynen bizim, fırsattan istifade 3. Koğuş’ta kumarı ve uyuşturucuyu yasaklamamız gibi bunlar da Geçici Köy Koruculuğu kurumunu ortadan kaldırmaya çalışıyorlar… Hatırlarsınız, bunlar aynı yolla, Susurluk Olayı’ndan sonra Polis Özel Harekât Timleri’nin dağıtılmasını sağlamışlardı… Şimdi de Geçici Köy Koruculuğu kurumun lâğvetmeye gayret ediyorlar… Bu kadar uzun bir hatırayı bu yüzden anlatmak durumunda kaldım… Amma yemezler! Nitekim Genelkurmay Başkanlığı bu tezgâhı fark etti ve bunu, kamuoyu ile paylaştı.

Anlattığım hatıra uydu mu? Bilmiyorum! Uyduysa da anlattım, uymadıysa da… Ümit ederim uymuştur!

Dostum ve kardeşim Süleyman Kardaş’ın da dediği gibi; “İki yolcu otobüsü çarpışsa ve 90 kişi ölse, yolcu otobüsleri yasaklanacak mı ki Geçici Köy Koruculuğu yasaklansın?”

M. Metin KAPLAN

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

15 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Halim Kaya

22 Nis 2024

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,66 M - Bugn : 116

ulkucudunya@ulkucudunya.com