« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

04 Oca

2009

S. AHMET ARVASÎ

04 Ocak 2009

Muhataralı bir sual ile başlayayım; S. Ahmet Arvasî Türk mü?

Bu sualin, ne yazık ki bir tek cevabı yok… Cevap, soruyu cevaplandıran kişinin ‘dünya görüşü’ne göre değişir! Kişi, ‘ırkçı’ ise cevap; “S. Ahmet Arvasî Türk değil”, ‘milliyetçi’ yahut ‘ülkücü’ ise cevap; “S. Ahmet Arvasî Türk’tür” olur…

Bu durum; “Üçgenin iç açıları toplamı kaç derecedir?” sorusunun cevabına benzer… Bu suale bir de tek cevap verilemez... Çünkü üçgenin iç açılarının toplamı, düzlem geometride “180 derece” olduğu halde, uzay geometride farklıdır… 180 dereceden büyük de küçük de olabilir... Uzay geometride içbükey üçgenin iç açıları toplamı “180 dereden küçük”, dışbükey üçgenin iç açıları toplamı ise “180 dereden büyüktür.”

Ahmet Arvasî; ‘Seyyid’ olduğuna göre, soyu Efendimizin torunu Hz. Hüseyin’den gelmektedir ve Peygamberimiz Arap olduğuna göre, demek ki Türk değil, Arap’tır!

Şimdi burada durun, geriye dönün S. Ahmet Arvasî’nin sitedeki fotoğrafına bakın, ama dikkatlice bakın, öyle bakın ki âdeta zihninize nakşedin ve bundan sonrasını lütfen öyle okuyun…

“İri ve dolgun yapılı idi. Yüzü, ayın on dördü gibi parlardı. Orta boylu bir insandan biraz uzun, çok uzun boyludan da biraz kısa idi. Başı, biraz büyükçe, saçları çok hafif dalgalı idi. Saçlarını ikiye ayırmaz, fakat kendiliğinden ayrılırsa öyle bırakırdı. ……. Saçları gür ve parlak, alnı genişti. Kaşları hilal gibiydi ve bitişik değildi. İki kaşı arasında bir damar, öfkelenince şişerdi. Burnu zarifti ve çok hafif kemerli idi. Gözleri siyah idi. Yanakları yumuşak ve çıkıntısızdı. Ağzı genişçe, dişleri zarif ve seyrekti, inci gibi parlardı. …….. Boynu, gümüşten bir heykelin boynu gibi idi. .…… Vücudu dolgun, âzaları yerli yerinde idi. Göğüs ve karnı aynı hizada idi. Göğsü geniş, omuzları arasındaki mesafe uzundu. Kemikleri iri, teni parlaktı. ……. Bilekleri uzun, avuçları geniş, oylukları uzun, elleri ve ayakları irice ve parmakları uzundu. ……. Daima tefekkür halinde idi, gökten çok yere bakardı, hemen hemen gözleri daima yere dönüktü. Bakışları, ekseriyetle bir inceleme mahiyetinde idi.”

Yukarıdaki paragrafı okuduktan sonra, lütfen tekrar dönün ve bir kere daha fotoğrafa bakın, fotoğraf tam boy değil, ama tarif tıpkı S. Ahmet Arvasî değil mi?

Değil!

Bu paragrafta, sahabî gözüyle Peygamber Efendimizin ‘Hilye-i Saadet’ denilen ‘fizikî ve ruh portreleri’ anlatılmıştır… Öyle ise bunları niçin yazdım? Bunları, ruh olarak Peygamberimize benzeyen S. Ahmet Arvasî’nin, fizik olarak da Efendimize ne kadar çok benzediğini, âcizane göstermek için yazdım... Yaptığım, inşallah, yanlış bir şey değildir.

‘Ama S. Ahmet Arvasî; “Ben Türküm! Muhal farz Türk olmasaydım gene de Türk milliyetçisi olurdum” diyor, buna ne diyeceksin?’dediğinizi duyar gibiyim… Doğrudur! S. Ahmet Arvasî, bunu söylüyor.

Ancak S. Ahmet Arvasî, ben Türk ırkındanım demiyor ki “Ben Türküm!” diyor… Dolayısıyla ben Türk ‘içtimaî ırk’ındanım demiş oluyor… Peki, ‘içtimaî ırk’ nedir? Bunu, izin verirseniz, kavramı sosyolojiye kazandırmış olan S. Ahmet Arvasî’den alıp, vereyim.

S. Ahmet Arvasî ‘içtimaî ırkı’ şöyle tarif ediyor: “Adından da anlaşılacağı üzere, içtimaî ırk biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun soy ve kan birliği şuuru biçiminde de duyulmasıdır. Zaten biyolojik verasetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücadeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhî, hem de fizik bakımından birbirine yaklaştırır. Aynı kültürün içinde yaşayan ve aynı kaderi paylaşan insanlar arasında evlenmeler kolaylaşacağından, tarih içinde, bir oluş ve yoğruluş halinde insanlar fizikman da birbirlerine benzemeye başlar. Yani, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bütünleşmelerden, sosyolojik bir zaruret olarak zamanla bir içtimaî ırk doğar. Böylece, içtimaî ırk ile milliyet şuuru gittikçe aynileşir.”

“Ülkemizde, aynı dine mensubiyet ve aynı kökten gelme şuuru sebebi ile kız alıp verme kolaylaşmış bulunduğundan ve ülke çapında sosyal temaslar gittikçe artmakta olduğundan Türk içtimaî ırkı tarih içinde çok kolayca teşekkül etmiş bulunmakta ve gittikçe de kuvvetlenmektedir.”

“Bugün, yeryüzünü geziniz. Beyaz, siyah, sarı ve kırmızı derili insanların ötesinde, bir de içtimaî ırklar ile karşılaşacaksınız. O zaman anlayacaksınız ki, ister istemez, bir Fransız, bir İngiliz, bir Rus, bir Çinli, bir Japon, bir Hintli... tipi teşekkül ettiği gibi, bir Türk tipi de teşekkül etmiştir. Bu tip ve diğer milletlere ait tipler, yeni teşekkül etmiş değildir, binlerce yıllık bir tarihî birikimin ifadesidir.”

“Hemen belirtelim ki, ırklar gibi, içtimaî ırklar da beşeriyete renk veren, kültür ve medeniyetlere orijinal bir atmosfer kazandıran değerlerdir. Bu sebepten hiç kimse, ne ırkından ne de içtimaî ırkından utanmalıdır... Bilâkis, kendini üstün ve aşağı ırk kompleksine kaptırmadan, millî özelliklerine sahip çıkmalıdır, onları geliştirmelidir... Her ırk ve her kavim, Yüce Allah'ın birer âyeti olarak kendi özelliklerini severek korumaya çalışmalıdır.”

Pekâlâ, kimler Türk’tür?

S. Ahmet Arvasî, bu suale şöyle cevap veriyor: “Hiç şüphesiz, Türk içtimaî ırkı içinde eriyen, asırlarca kız alıp vererek Türk içtimaî ırkına katılan, Türk tarih, kültür ve ülküsünü benimseyen, gönlünde başka bir milletin özlemini taşımayan, Türk Devlet ve Milleti ile kader birliği eden herkes Türk'tür.”

Yazıya madem muhataralı bir soru ile başladım, o halde bir sual daha sorarak, devam edeyim: “Ben Türküm! Muhal farz Türk olmasaydım gene de Türk milliyetçisi olurdum” diyen S. Ahmet Arvasî, gerçekten Türk Milliyetçisi miydi?

Evet, Türk Milliyetçisiydi! Hem de “Ben İslâm, iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk Milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm'ı gâye edinen Türk Milliyetçiliği şuuruna sahibim” deyip, Türk-İslâm Ülküsü isimli üç ciltlik kitabı yazmak suretiyle Türk Milliyetçiliğine yeni ve doğru bir yorum getirecek kadar koyu ve bilinçli bir Türk Milliyetçisi idi!

Bir sual daha; S. Ahmet Arvasî’nin ‘İslâm’ı gâye edinen Türk Milliyetçiliği’ derken kast ettiği nedir?

Bu soruya ben, M. Metin Kaplan olarak şöyle cevap verebilirim: İSLÂMİYET'İN EMİR VE MÜSAADE ETTİĞİ KADAR ve gene İSLÂMİYET'İN EMİR VE MÜSAADE ETTİĞİ ŞEKİLDE BİR MİLLİYETÇİLİK'TİR… Bunu; MİLLİYETÇİLİK'İN YÖNÜNÜ, ŞEKLİNİ VE SINIRLARINI İSLÂMİYET BELİRLER, şeklinde ifade etmek de mümkündür.

Bu cevabım sizi tatmin etmeye yetmediyse, Üstat Necip Fazıl Kısakürek’ten bir alıntı yaparak söylediklerimi biraz daha net bir hale getirebilirim… Merhum Necip FAZIL, milliyetçilik nedir, sorusuna şöyle cevap veriyor: “Milliyetçilik görüşü, Müslümanlıkla mahdut o sınırlı milliyetçiliktir ki, bu sınırın en küçük mikyasına kendisini hudutsuz ve başıboş bilen hiçbir milliyetçilik ulaşamaz.”

“İslâm inkılâbının milliyetçiliği, topyekûn insanlık kadrosunda ruhun kaynağını Müslümanlık olarak kabul ettikten sonra, o ruhu taşımaya, renklendirmeye, mizaçlandırmaya karşı liyakat ifadesi bakımından bütün kavimler arası yarışmada üstünlük mefkûresinden ibarettir.”

“Böylece ..... milliyet mefkûresi, ırk, kavim ve soy ifadesiyle de Peygamberine lâyık olma cehd ve müsabakasının eseridir ki, her türlü ırk ve kavim sınırını kuşatan ve aşan Müslümanlığı incitmek yerine şad edecek; ve ana ölçüye bir kere bağlandıktan sonra en ileri haklara kadar kazanıcı izinli milliyetçiliğin tâ kendisi olacaktır.”

“Şeriatla hudutlu milliyetçilik, hakikatte hudutsuz milliyetçiliğin tâ kendisidir.”

“Milliyetçiliğin, bu ölçü dışında kalan bütün alevli tezahürleri, yalnız gövdeleri yakıp kül eden dar ve hasis bir nefsanîlik, ham ve yobaz bir putçuluktan başka bir şey değildir.”

Sizi, Üstat Necip Fazıl Kısakürek’ten yaptığım bu alıntı dahi tatmin etmedi ise o vakit size, S. Ahmet Arvasî’nin üç ciltlik muhteşem eseri Türk-İslâm Ülküsü’nü okumanızı tavsiye etmekten başka çarem kalmadı demektir… Lütfen TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ’nü okuyun!

Son sual; S. Ahmet Arvasî, Türkeşçi miydi?

Elbette Türkeşçi idi! O kadar ki 12 Eylül’den önce A. Türkeş’in Genel Başkanı olduğu MHP’nin Genel İdare Kurulu üyesiydi… Ve 12 Eylül’de, bu yüzden Türkeş ile birlikte hapis yatmıştı!

Son sual demiştim, ama konuyu tamamen açıklığa kavuşturmak için bir soru daha sormak zorundayım: Peki, S. Ahmet Arvasî tahliye olduktan sonra da Türkeşçi miydi?

Evet, tahliye olduktan sonra da Türkeşçiydi!

Bizzat, ben buna şahidim!

Ben Bartın Özel Tip Cezaevi’nden tahliye olduktan bir süre sonra, Efendi Barutçu ile birlikte İstanbul Erenköy’deki evinde kendisini ziyarete gittiğimiz zaman S. Ahmet Arvasî, bunu, açık ve net olarak şöyle ifade etmişti: "Şunu bilmenizi isterim ki ben Türkeş’le birlikteyim. Her konuda Türkeş gibi düşünüyorum."

Allah, S. Ahmet Arvasî’ye gani gani rahmet eylesin! Kendisine, şu günlerde öyle muhtacız ki!

M. Metin KAPLAN

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

13 May 2024

Yarın, Başyazı, 5 Ağustos 1965, Sayı 120. İdeolojinin önemi Türkiye’nin siyasi yapısında ideoloji gittikçe önemli bir unsur haline geliyor.

Halim Kaya

13 May 2024

M. Metin KAPLAN

22 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 103,86 M - Bugn : 30858

ulkucudunya@ulkucudunya.com