« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

M. Metin KAPLAN

08 Eyl

2006

KENDİMİZLE HESAPLAŞALIM!

08 Eylül 2006

Ali Güngör’ü Türkiye’de hemen hemen herkes tanır. 1999 Genel Seçimleri’nde MHP listesinden Mersinmilletvekili seçilmiş… MHP’nin Koalisyon ortağı olduğu dönemde, TBMM’de Af Görüşmeleri’nin yapıldığı sırada, Başbakan Bülent Ecevit’i hedef alan sert ama haklı bir konuşma yapmış ve bunun üzerine MHP’den ihraç edilmişti. Ancak Ali Güngör’ü sadece bu özellikleriyle hatırlamak, Ali Güngör’e haksızlık olur.

Ali Güngör, eğer yanlış hatırlamıyorsam 1974 yılında MHP Gençlik Kolları Genel Başkanı idi… Ali Güngör ayrıca, Ülkücü Hareket’in en eski mahkûmlarından biridir… Ve hemen hemen hiç kimsenin bilmediği bir özelliği daha var, Ali Güngör’ün. Sayın Devlet Bahçeli Ankara da bazı ülkücülerin fiili saldırısına uğradığında, Devlet Bahçeli’ye açık açık arka çıkan iki kişiden biriydi.

Av. Sadık Avundukluoğlu’nu da hayli tanıyan vardır, Türkiye’de. 1991’de DYP’den milletvekiliydi. Meclis Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu başkanı olarak çalıştı.. Bu komisyon iki çok önemli tesbit yaptı, o zaman. Bir. Meşhur Yeşil’i belirledi. Saklandığı karanlıklardan çıkarıp, sahne ışıklarının önüne koydu. İki. Türk Hizbullahı’nın, Jandarma’nın üç kampında eğitim aldığına dair bir Vali ile bir Emniyet Müdürü’nün şahitlik yaptığı ifadeleri aldı. Ve bu iki sebepten dolayı siyasî hayatı son buldu.

Bir de Bahattin Ergezer var… Bahattin Ergezer, diğer iki zevât kadar ünlü değil. O’nu herkes tanımaz. Sadece eski ülkücüler ile öğrencileri tanırlar… Çünkü Bahattin Ergezer, 12 Eylül 1980’den evvel Ülkücü Köylüler Derneği genel başkanlığı yapmıştı, sonrasında da Ocak Yayınları’nı kurmuş ve çeşitli milliyetçi kitaplar çıkarmıştı, şimdi ise bir üniversite de yarımcı doçent olarak dersler veriyor.

Bu üç muhterem zât ve başka bazıları bir araya gelerek Türk Kardeşlik Merkezi (TKM)’ni organize etmişler. -Allah hayırlara vesile etsin… Hizmetlerini makbûl etsin. Âmin- Eski mahkûmlarla tutukluları, avukatlarını ve bunlarla dayanışma içinde bulunan kişileri, 9 Eylül Cumartesi günü saat 14,00 de Ankara Büyükanadolu Oteli’nde bir toplantıya dâvet ediyorlar. Maksat, kısaca söylemek gerekirse 12 Eylül ile hesaplaşmak.

Allah mübârek etsin. Benim toplantının maksadına bir diyeceğim yok. Ama dâvet metni keşke daha açık ve net olsaydı… Eğer ifadeler bilinçli olarak muğlâk seçilmediyse, amaç hâsıl olmamış demek… Böyle yuvarlak ifadeler kullanıldığı için sanki medya bunu kimlerin yaptığını anlamadı mı? “Ülkücüler 12 Eylül ile hesaplaşmak için toplanıyor!” diyor, bir gazete.

İyi, güzel de 12 Eylül ile hesaplaşmak için, çok geç kalmadık mı? Geç kaldık diye yapmamalı mıydık? Yo, onu demek istemiyorum. “Geç olsun, güç olmasın!” Ben, ülküdaşlarımın dikatini başka bir şeye çekmek istiyorum: Madem bu kadar geç kaldık, vazgeçmeyelim ama “gündemi” azıcık farklılaştıralım ve “Kendimizle Hesaplaşmak” şekline çevirelim… Kaldı ki geç kalmış olmasaydık da bence böylesi daha uygun olurdu. Aksi “yenilen takımın, bize gol attılar da onun için mağlup olduk” demesine benzer, zira… “Allah’ın adamı gol yemeseydin zaten yenilmezdin, en azından beraberlik alırdın! Şimdi ne ağlanıyorsun? Rakibin görevi sana gol atmak ve seni yenmek… Senin vazifen de gole izin vermemek, gol atarak galip gelmek… Gole müsaade etmeseydin, hatta sen onlara gol atsaydın da mağlup olacağına galip gelseydin.”

Merâmımı anlatmakta güçlük çekiyorum… Özetle, ben diyorum ki, 12 Eylül ile çok gecikmiş bir hesaplaşmaya girmeye çalışacağımıza, yani “12 Eylül, Ülkücü Harekete mensup insanlara şu işkenceleri yaptı, bu zulmü uyguladı, 11 bin kişiyi tutukladı, 3 bin kişiyi mahkûm etti, 9 kişiyi idam etti” diyerek, -bunların hepsi doğrudur, hattâ fazlası yok, eksiği vardır- 12 Eylül’ü kamu vicdanında mahkûm etmeye çalışacağımıza, -12 Eylül kamu vicdanında zaten mahkûm olduğuna göre- “biz ne hatâlar yaptık da başarılı olmadık” diyerek, bir iç muhasebe yapalım. Bu, hem daha doğru, hem de daha faydalı olur! Esasen bunu, 12 Eylül’ün hemen ardından yapmalıydık. O zaman yapsaydık çok daha yararlı ve anlamlı olurdu. Ancak geç kalmış sayılmayız, “zararın neresinden dönülürse, kârdır.”

Bu nasıl yapılacak?

“İmanları ve amelleri” ile hâlâ ülkücü olan eski teşkilât yöneticileriyle, hiç olmazsa ülkücü harekete düşman olmayan yeterli sayıda sosyolog, psikolog ve sosyal psikologlardan bir heyet teşkil edilmeli… Bu heyet derhal bütün belgeleri, bilgileri toparlamalı, gerekirse şahitleri de dinleyerek, şu soruya ilmî ve objektif bir cevap aramalı: Ülkücü Hareket neden başarılı olamadı? Bunun sebepleri nelerdir? (12 Eylül Darbesi yapıldığı için başarılı olamadı, cevabı, gerçeği ifade etmez. Çünkü başarılı olacak teşkilât, 12 Eylüle rağmen başarılı olurdu. Olmalıydı!)

Ülkücü Hareket teşkilâtlı bir hareket olduğuna göre, başta kabul edilen başarısızlığın sebebi teşkilâtın unsurları içinde aranmalıdır: Gâye’de, insan’da, yer’de, zaman’da, malzeme’de ve sistem’de.

O zaman bu heyet şu sualleri cevaplandırmalıdır: Ülkücü Hareket’in Gâyesi mi yanlıştı da başarısız oldu? Gâye doğruydu da ara hedefler/amaçlar mı yanlış belirlenmişti? Yoksa her ikisi de yanlış mıydı?

Ülkücü Harekete yanlış kişi mi Lider olmuştu? Ülkücü Hareketin insan kadrosu mu yanlış belirlenmişti? Ülkücü Hareket’in kendisi için seçtiği insan tipi mi yanlıştı? Yoksa hepsi de mi yanlıştı?

Ülkücü Hareketin yer tesbiti mi yanlıştı? Meselâ ülkücü hareket şehirlerinden başlamak yerine köylerden mi başlamalıydı? Yahut Üniversite şehirlerindenbaşlayacağına Anadolu kasabalarından mı başlamalıydı? Veya Türkiye’de başlayacağına Esir Türk İllerinde mi başlamalıydı? Yoksa hepsi mi?

Ülkücü Hareket zamanlama hatası mı yaptı? Meselâ 1963 de başlayacağına, daha önce veya daha sonra mı başlamalıydı? Yahut kadrolaşma, kitleleşme ve devletleşme safhalarının zamanlamasında mı yanlış yaptı? Yoksa, hepsi mi?

Malzeme; maddî olanlar ve olmayanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Maddî olanları herkes bilir. Biz maddî olmayanlara bakalım: Bunların başlıcaları metod, strateji, taktik ve prosedürdür… Öyle ise sorulması gereken sualleri şöyle sıralayabiliriz: Metod doğru muydu? Strateji metoda uygun muydu, doğru mu belirlenmişti? Taktikler doğru mu belirlenmişti? Stratejiye uygun muydular? Prosedür, taktiklerle uyumlu muydu? Yoksa hepside mi yanlıştı?

Bütün bunları yani gâyeyi, insanı, yeri, zamanı ve malzemeyi bir araya getirerek teşkilâtı meydana getiren, bunların âhenkli olmasını temin eden sistem doğru muydu, yanlış mıydı?

Teşkil edilen heyet, bu soruların cevaplarını ilmî olarak tesbit edince, nerede yanlış yapıldığı yani Ülkücü Hareket’in neden başarısız olduğu ilmî olarak ortaya çıkmış olur! Ondan sonra yapılacak şey bellidir: Aynı hatâları tekrarlayarak tekrar başarısız olmamak için eksikler tamamlanır, yanlışlar düzeltilir. Türkiye’nin ve ülkücü hareketin şartları ve imkânları ilmî olarak belirlenir. Gâye tesbit edilir. Ve mevcut şartlarla imkânlar nazarı itibara alınarak yeni bir teşkilât kurulur. Virâ bismillâh denilerek yola çıkılır!

Emin olun bugün çektiğimiz felsefî, ideolojik, doktriner ve hattâ idarî sıkıntıların bir çoğu, 12 Eylül’den sonra ve yeniden teşkilâtlanmadan önce, bunu, yapmadığımız içindir! Geç kaldık ama daha fazla gecikmemeliyiz!

Yazarın tüm yazılarını okumak için tıklayınız.

M. Metin KAPLAN

15 Nis 2024

14 Şubat 1977 M. Metin Kaplan’ın henüz yirmi üç yaşında Bursa’da üniversite öğrencisi iken, tutuklu bulunduğu sırada, arka sayfasını tamamen “Ülkü Ocakları Sayfası” adı altında ülkücü yazarlara tahsis eden milliyetçi bir gazetede, 6.

Yusuf Yılmaz ARAÇ

15 Nis 2024

Efendi BARUTCU

01 Nis 2024

Muharrem GÜNAY (SIDDIKOĞLU)

15 Mar 2024

Halim Kaya

11 Mar 2024

Nurullah KAPLAN

04 Mar 2024

Altan Çetin

28 Ara 2023

Hüdai KUŞ

19 Eki 2023

Ziyaret -> Toplam : 102,82 M - Bugn : 26622

ulkucudunya@ulkucudunya.com